T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/1-1243
KARAR NO   : 2021/113

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 23/11/2015
NUMARASI                 : 2015/796 - 2015/906
DAVACI                       : Ş.G.vekili Av. R.O.B.
DAVALI                       : C.G.

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin Ardahan İli, Posof İlçesi, Sütoluk Köyünde yaşadığını ve Bursa’da bulunan dava konusu 11 parseldeki arsaya inşaat yapabilmesi için her yıl yetiştirdiği büyükbaş hayvanları satarak parasını davalı kardeşine gönderdiğini, inşaatı yaptırması ve gerektiğinde yeşil alan veya Belediye lehine terk işlemlerini yapması için Bursa 7. Noterliğince düzenlenen 24.03.2005 tarih ve 02.77 yevmiye numaralı vekâletname ile kardeşini vekil tayin ettiğini, davalının ise vekâlet görevini kötüye kullanarak 24.06.2008 tarihinde taşınmazı eşine devrettikten sonra 22.12.2008 tarihinde tapuda satış göstererek kendi üzerine aldığını, davalının hiçbir satış bedeli ödemediği gibi müvekkilinin gönderdiği paraları da aldığını ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; taraflar arasındaki ilişkinin vekâlet sözleşmesinden kaynaklandığı, davacının vekâletnamede dava konusu taşınmazı dilediği bedel ve şartlar dairesinde dilediğine satması konusunda davalıya yetki verildiğini, müvekkilinin de haiz olduğu bu yetkiye istinaden taşınmazı 16.500,00 TL bedelle Senem G.'e sattığını, taraflar arasında vekâlet ilişkisi bulunduğunu ve davacının ancak satış bedelinin ödenmesini isteyebileceğini, satış bedelinin de davacıya ödendiğini, bu ödemenin ise alacak davası açılması halinde ispat edileceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

 İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.11.2013 tarihli ve 2011/126 E., 2013/500 K. sayılı kararı ile; vekâletnamede dava konusu taşınmazın dilediği bedel ve şartlar dairesinde dilediği kişiye satması hususunda davalıya yetki verildiği, davalının 24.06.2008 tarihinde taşınmazı 16.500,00 TL bedelle Senem G.’e sattığı, sonrasında ise kendi üzerine aldığı, taşınmazın arsa değerinin dava tarihi itibariyle 66.295,00 TL, vekâletname tarihi itibariyle de 41.308,00 TL olduğu, davalının değişik tarihlerde davacıya toplam 50.160,00 TL parayı EFT ile gönderdiği, satış işlemlerinde herhangi bir usulsüzlüğe rastlanmadığı, ayrıca bilirkişi raporlarına göre satış aşamasında gösterilen bedel ile taraflar arasında gerçekleştirilen banka havalelerinin birbirlerine yakın rakamlar olduğu, dolayısıyla davanın ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 12.01.2015 tarihli ve 2014/1946 E., 2015/60 K. sayılı kararı ile yerel mahkeme kararı oy çokluğu ile onanmıştır. Ancak, davacı vekilinin onama kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunması üzerine, karar düzeltme istemi kabul edilerek Özel Dairenin 22.06.2015 tarihli ve 2015/6997 E., 2015/9243 K. sayılı kararı ile onama kararı kaldırılmış ve;

“... Somut olayda davalı, taşınmazı satın alıp davacı adına tescil ettirdiğini savunmuş ise de, bu savunmanın 05.02.1947 gün 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca yazılı delille kanıtlanabileceği kuşkusuzdur. Öte yandan aslolan arz olup, binanın bütünleyici parça ve arzın mülkiyetine tabi olduğu kuralı karşısında davalı ancak binanın yapımından dolayı harcadığı paraları isteyebilecektedir.

Bir başka hususta çekişmeli taşınmazın temlikinde kullanılan vekaletnamenin geçerli olduğu açıktır. Ancak temlikin doğru ve sağlıklı olduğunun kabul edilebilmesi için vekâletnamenin geçerli olması yanında taşınmazın gerçek yada gerçeğe yakın bir bedelle temlik edilmesi asıldır. Çok düşük, sembolik bedelle yapılan intikalde malikin zararlandırıldığı kabul edilmelidir.

Eldeki davada, her iki temlikte gösterilen bedel de 16.500 lira olup, mahkemece taşınmazın vekâletname verildiği tarihteki ve dava tarihindeki bedelleri belirlenmiş, akit tarihlerindeki bedelleri belirlenmemiştir.

Hâl böyle olunca, binanın arzın bütünleyici parçası olduğu gözetilerek taşınmazın üzerindeki bina ile birlikte akit tarihlerindeki değerinin belirlenmesi davalı tarafından değişik tarihlerde davacıya 50.160 liranın satış bedeli olarak mı yoksa davacı tarafından hayvan alınması için mi gönderildiğinin tanıklardan yeniden sorulması, satış bedeli olduğunun belirlenmesi halinde saptanacak bedelle kıyaslanarak davacının zararlandırılıp zararlandırılmadığının açıklığa kavuşturulması, zararlandırıldığı saptanır ise, davanın kabul edilmesi aksi halde davanın reddine karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir..." gerekçesiyle hüküm oy çokluğu ile bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Bursa 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.11.2015 tarihli ve 2015/796 E., 2015/906 K. sayılı kararı ile ilk hükümdeki gerekçeler tekrar edilmek ve arsa bedeli ile davacıya gönderilen paranın uyum sağladığı, aksinin ise davacı tarafından aynı kuvvette bir delille kanıtlanamadığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

 Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece eksik inceleme sonucunda karar verilip verilmediği, burada varılacak sonuca göre taşınmazın üzerindeki bina ile birlikte akit tarihlerindeki değeri belirlenerek, davalının gönderdiği 50.160,00 TL’nin satış bedeli olarak mı yoksa davacı tarafından hayvan alınması için mi gönderildiğinin tanıklardan tekrar sorulup, satış bedeli olduğunun anlaşılması halinde taşınmazın tespit edilecek değeri ile kıyaslanarak davacının zararlandırılıp zararlandırılmadığının açıklığa kavuşturulması ve sonucuna uygun bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

13. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 502. maddesinin birinci fıkrasına göre vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak yapılmasını üstlenir.

14. Vekâlet sözleşmesini TBK’nın genel hükümlerinde düzenleme altına alınan (40 ve 48. maddeleri) temsil ilişkisi ile karıştırmamak gerekir. Vekâlet iki taraflı bir sözleşmedir, temsil yetkisi ise tek taraflı bir hukuki işlemdir. Genel olarak vekâlet vekil ile vekil eden arasındaki iç ilişkiyi, temsil ise vekil edenin vekil aracılığı ile işlem yaptığı üçüncü kişi ile arasındaki dış ilişkiyi ifade eder. Türk Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekâlet ilişkisini düzenleyen hükümlerine göre vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Çünkü vekâlet, esas itibariyle müvekkilin yararına kullanılmalıdır. Bu iş görme sözleşmesinin doğal bir sonucudur.

15. Nitekim TBK'nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekâlet verene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve “Şahsen ifa, sadakat ve özen gösterme” başlığını taşıyan 506. maddesinde;

“Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

 Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır” düzenlemesine yer verilmiştir.

 16. Davaya konu temlikin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 389. maddesinin birinci fıkrasında da vekilin, müvekkilinin açık olan talimatına muhalefet edemeyeceği hükmüne yer verildikten sonra 390. maddesinde;

“Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.

Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.

Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur” hükmüne yer verilmiş olup; buradaki “iyi bir suretle ifa” deyimini, söz konusu hükmün aslı olan İsviçre Borçlar Kanunu’nun 398. maddesinde olduğu gibi “sadakat ve özenle ifa” olarak anlamak gerekir.

17. Sadakat borcu kavramı, vekilin gerek vekâletin ifası sırasında gerekse sonrasında kendisine duyulan güvene uygun olarak müvekkilinin menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruma ve kendi menfaatini müvekkilinkine tabi kılma yükümlülüğünü ifade eder. Vekilin iş görme ile hedeflenen sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyebilecek davranışlardan kaçınması ise özen borcunun konusunu oluşturur.

18. Yukarıdaki hükümler uyarınca vekilin, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında olacağı açıktır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse TBK'nın 504/1. maddesi uyarınca görülecek işin niteliğine göre belirlenir. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.

19. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirmediği, özellikle vekâleti kasten vekil edenin zararına, kendisinin veya başka birinin yararına kullandığı takdirde vekâlet sözleşmesinin kötüye kullanılması söz konusu olabilir. Çünkü, vekalet sözleşmesi güven esasına dayalı iş görme edimi ihtiva eden bir sözleşme olup, bu güvenin korunması 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralının da bir gereğidir.

20. Uygulamada vekâletin kötüye kullanılması durumlarının, özellikle vekilin satmakla yetkili kılındığı bir taşınmazı rayiç değerine nazaran çok düşük bir bedelle satarak devrettiği hâllerde yoğunlaştığı görülmektedir. Ancak, Hukuk Genel Kurulunun 19.12.2019 tarihli ve 2017/1-1272 E., 2019/1399 K.; 02.12.2020 tarihli ve 2017/1-1252 E., 2020/992 K. sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil, değinilen maddeler uyarınca sorumlu olur.

21. Ancak, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hâlinde vekilin üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerin vekâlet veren açısından bağlayıcı olup olmayacağı sorunu ile de karşılaşılır. Bu durumda, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı TMK’nın 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil, vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

22. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nın 2. maddesindeki dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler de bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır (Hukuk Genel Kurulunun 07.12.2011 tarih ve 2011/14-609 E., 2011/744 K.).

23. Vekâlet görevi kötüye kullanılmış ve vekille sözleşme yapan kişi vekil ile el ve işbirliği içerisinde ise veya en azından vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını biliyor yahut bilmesi gerekiyorsa vekil eden, sözleşmenin feshini, bu bağlamda sözleşmeye göre tapuda intikal yapılmışsa tapunun iptalini her zaman isteyebilir.

24. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu; 4721 sayılı TMK’nın 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde düzenlenmiş, usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

25. Vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ispat yükünün de açıklanan bu genel hükümler uyarınca iddiayı ileri süren davacı tarafa ait olacağı açıktır.

26. Uyuşmazlık konusu somut olaya gelindiğinde; davacı Bursa 7. Noterliğince düzenlenen 24.03.2005 tarih ve 02.77 yevmiye numaralı vekâletname ile davalı kardeşini vekil tayin ederek, maliki olduğu 11 parsel sayılı taşınmaza inşaat yaptırması, inşaatla ilgili işlemleri gerçekleştirmesi ve ayrıca taşınmazı dilediği kişilere dilediği bedelle satması için yetki vermiştir. Bu şekilde yetkili kılınan davalı ise taşınmazı 16.500,00 TL bedel karşılığında eşi Senem G.’e 24.06.2008 tarihinde satış suretiyle temlik etmiş, 22.12.2008 tarihinde de aynı bedelle yapılan satış işlemi sonucunda davalı adına tescil edilmiştir. Diğer yandan, dava konusu taşınmaz üzerinde beş katlı bir bina bulunmakta ise de mahkemece yapılan keşif sonucunda taşınmazın davanın açıldığı 01.03.2011 tarihindeki arsa değeri 66.295,00 TL; davalının vekil tayin edildiği 24.02.2005 tarihindeki arsa değeri ise 41.308,00 TL olarak belirlenmiştir.

27. Somut olay açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler kapsamında değerlendirildiğinde; davalı vekili cevap dilekçesinde müvekkilinin haiz olduğu satış yetkisine istinaden taşınmazı 16.500,00 TL bedelle eşine satıp, bedelini davacıya ödediğini savunmuş olmasına karşın 29.03.2012 tarihinde mahkemeye sunduğu delil listesini içerir dilekçenin (2) numaralı bendinde, davalının taşınmazı kendi parası ile satın aldığını, ancak 2005 yılında Maliyeye olan borçları nedeniyle vekâletname ile davacı kardeşi adına kayıt ve tescil ettirdiğini, kardeşine güven ve itimat duyarak kendi parası ile aldığı arsa üzerine iki katı ruhsatsız üç katı ruhsatlı olmak üzere bina inşa ettiğini, binanın sahibi kendisi olduğu için de Maliye ile işlerini düzelttikten sonra vekâletname ile taşınmazı kendi adına tescil ettirdiğini, gerçek durumun bundan ibaret olduğunu açıklamış, ayrıca bu hususta davacının taşınmazı satın aldığı önceki malik Hüseyin C.’ı 25.06.2012 tarihli celsede tanık olarak dinletmiş, adı geçen tanık da aynı doğrultuda beyanda bulunmuştur. Mahkemeye 29.11.2012 tarihinde sunduğu dilekçede ise müvekkilinin satış bedeli olarak davacıya 50.160,00 TL para gönderdiğini belirterek, 11.06.2009 tarihi ile 21.02.2011 tarihleri arasında davacı adına gönderdiği paralara ait dokuz adet banka dekontu sunmuş, 05.12.2012 tarihli dilekçesinde de davacının binanın yapımına hiçbir katkısı olmadığından arsa değerini alarak taşınmazın binayı yapan kardeşine intikali için vekâletname verdiğini, davalının da arsa bedeli olarak 50.160,00 TL para gönderdiğini savunmuştur.

28. Görüleceği üzere davalı tarafın sunduğu dilekçelerdeki savunma kendi içerisinde çelişkilidir. Cevap dilekçesinde yanlar arasındaki ilişkinin dava dilekçesinde belirtildiği şekilde tamamen bir vekâlet ilişkisi olduğu savunulmasına karşın, daha sonra davalının gerçekte kendi parası ile satın aldığı taşınmazı kardeşi adına tescil ettirdiği, vekâletnamenin de taşınmazın davalıya iadesi için verildiği savunulmuştur. Bu savunmanın, bir inançlı işlem iddiası içerdiğinden 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanması zorunlu olduğu gibi davalının inançlı olarak davacı adına tescil ettirdiği kendi taşınmazı için adına tescil yapıldıktan sonra bedel ödediğini ileri sürmesi de hayatın olağan akışına aykırıdır. Kaldı ki, 16.500,00 TL olarak açıklanan satış bedeli de sonradan değiştirilmiş ve 50.160,00 TL ödendiği ileri sürülmüştür.

29. Oysa ki, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanmaktadır. Güven kavramının temelinde ise doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmaktadır. Hukukun evrensel ve genel ilkelerinden biri olan ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde hüküm altına alınan “dürüstlük ilkesi” gereğince herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Aralarında sıkı bir bağ bulunan “dürüstlük kuralı” ve “hakkın kötüye kullanılması yasağı” ile hakların kullanılmasına genel bir sınırlama getirilmiştir. Yasanın bu emredici hükmüne göre herkes haklarını dürüstçe kullanmalıdır. Dürüstlük kuralı, bir davranış kaidesi olarak sadece hakların kullanılmasında değil, borçların ifası sırasında da uyulması gerekli bir kuraldır. Hukuk düzeninin tanıdığı bir hakkın amacına aykırı olarak kullanılması dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz ve böylece o hak kötüye kullanılmış olur.

30. Bu genel ilke usul hukukunda da geçerli olup, tarafların yargı organları önündeki yargılama faaliyeti sırasında dürüstlük temel kuralına uygun davranması gerekir. Adil bir yargılama yapılarak maddi gerçeğe ulaşılabilmesi ancak davada dürüstlük temel kuralının korunması ile mümkündür. Bu nedenle yargılama sırasında dürüstlük kuralına uymak ve doğruyu söylemek taraflar için bir yükümlülüktür. Bu yükümlülüğün konusunu ise tarafların dayandığı vakıalar oluşturur.

31. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yargılama sırasında tarafların dürüst davranma yükümlülüğüne ilişkin açık bir hükme yer verilmemiş ise de gerek doktrin gerekse Yargıtay kararlarında davanın dürüstlük kuralları çerçevesinde yürütülmesi gerektiği hususunda görüş birliği mevcuttu. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ise “Dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğü” başlığı altında düzenleme yapılarak, Kanun’un 29. maddesinde;

“(1) Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar.

(2) Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler” hükmüne yer verilmiştir.

32. Taraflar, yargılama sırasında kendi menfaatine uygun olarak neyi ileri sürüp sürmeyecekleri hususunda serbest olmakla birlikte ileri sürdükleri beyan ve açıklamalarının doğru olması; hem kendilerine hem de karşı tarafa ilişkin olarak yaptıkları açıklamalarla mahkemeyi yanıltmamaları; iddia ve savunma haklarını dürüstlük kuralına uygun şekilde kullanmaları gerekir. Aksi hâlde, iddia ve savunma mahkemece dinlenilebilir bulunmaz. Çünkü, taraflardan birinin dürüstlük kuralına aykırı işlem veya davranışla ortaya çıkardığı sonuçtan yararlanması düşünülemez. Bu nedenle dürüstlük kuralına aykırılık hâkim tarafından kendiliğinden gözetileceği gibi taraflarca da her zaman ileri sürülebilir.

33. Yargılama sırasında dürüstlük kuralına aykırılık oluşturacak davranış şekillerinden biri ise tarafın daha önce gerçekleştirdiği bir hukuki durumla çelişen usul işlemi yapmak istemesidir. Diğer bir anlatımla çelişkili davranış yasağıdır. Bu durum Mecelle’de “Her kim ki kendi tarafından tamam olan şeyi nakzetmeğe sa’y eder ise sa’yi merduddur” yani; “her kim kendi yaptığı/söylediği/tamamladığı şeyi kendisi bozmaya/yok saymaya kalkarsa, bu davranışı sonuç doğurmaz/dikkate alınmaz” şeklinde ifade edilmiştir.

34. Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulunca davalının savunmasına itibar edilmemiş, davacı tarafça sunulan delillere göre de tapuda davacı adına kayıtlı taşınmazın vekâletname ile yetkili kılınan davalı tarafından önce eşine temlik edilip, kısa bir süre sonra da ondan devralarak vekilin kendisine mal ettiği sonucuna varılmıştır. Taşınmazın 2005 yılındaki arsa değeri 41.308,00 TL olduğu hâlde çok altındaki bir bedelle devredildiği açıktır. Bu durumda vekâlet verenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında bulunan vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığı açıktır. Keza, zararlandırma eyleminin gerçekleşmesi halinde yetkinin kötüye kullanıldığı kabul edilmelidir.

35. Tüm bu olgular karşısında, somut olayda vekil tarafından vekâlet görevinin kötüye kullanıldığının ispat edildiği gözetilerek yerel mahkemece davanın kabulüne karar verilmelidir.

36. Hâl böyle olunca; açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi için direnme kararının bozulması gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıdaki değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.02.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.