BAŞVURU DİLEKÇESİ:

YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIĞINA

ANKARA

TALEP EDEN              : Av. Fatih KARAMERCAN - (T.C. Kimlik No: 3.........8)
                                      (Adres antettedir)

TALEBİN KONUSU : İfa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış bir davada mahkemece ne şekilde ve nasıl hüküm kurulacağı, buradan varılacak sonuca göre yargılama giderlerinden olan avukatlık (vekalet) ücretinin tayininde davalı yararına maktu mu yoksa nisbi vekalet ücreti mi verileceği konusu oluşturmaktadır.

KONUNUN GELİŞİMİ

Öncelikle bazı hukukî terimlerin anlamlandırılması başvurunun incelenmesi açısından önemlidir. Zira, maddî hukuka ilişkin değerlendirmelerden sonra bu değerlendirmelerin usul hukuku açısından yansımaları daha net anlaşılabilecektir.

Her ne kadar uygulamada ve başvuru talebinin konusunda parantez içerisinde “vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel bir alacak” ibareleri kullanılmış ise de, burada aslında ifade edilmek istenen “ifa zamanı”dır. Bu yüzden, “ifa zamanı” kavramının, vade ve muacceliyet kavramlarına göre üst bir başlıkta değerlendirilmesi gerekir.

Nitekim, Doç. Dr. Melek Bilgin YÜCE’nin, “Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı” isimli doçentlik tezi, 2015 yılında eser halini almış ve söz konusu eserinde yazar konuyu şu şekilde ele almıştır.

“İfa zamanı kavramı, Borçlar Hukukunda tam olarak anlaşılamayan konuların başında gelmektedir. “Borcun ifa zamanı nedir?” diye sorulduğunda, ilk gelen yanıt çoğunlukla “vâdesi geldiğinde” şeklinde olmaktadır. Doktrinde dahi bu tür ifadelere rastlanmaktadır. Elbette bu ifadelerin böyle olması, bu yazarların vâde kavramını sadece bu şekilde algıladığı anlamına gelmemektedir. Ancak ifadeler, konuyu bilmeyenler açısından yanıltıcı olabilmektedir. Bu yanıt aslında, muacceliyet kavramı ile vâdeyi özdeşleştiriyor olmaktan kaynaklanır. Borcun doğumu ile ifa zamanı arasında sürenin bulunduğu durumlarda, sürenin kaynağının ne olduğundan bağımsız olarak “vâdeye bağlı borç”tan bahsedilmektedir. Genel bir bakışla, borcun ifa zamanı muacceliyet kavramı ile özdeş bir kavram olarak değerlendirildiği ve borcun muacceliyetinin ötelendiği durumların da, sadece vâde ile gerçekleştiği düşünüldüğü için bu şekilde yanıt verildiği sonucuna ulaşılabilir. Oysa geniş anlamıyla ifa zamanı muacceliyet kavramı ile özdeş olmadığı gibi, vâde de muacceliyet kavramı ile özdeş değildir. İfa zamanı, muacceliyet kavramını içeren ancak, ondan daha geniş anlama sahip bir kavramdır. Muacceliyet kavramı ise, uygulamada daha çok vâdeye bağlı olarak gündeme gelmekteyse de, o da vâdeden daha geniş bir kavramdır. Kanımızca bu bakış açısının oluşmasının sebebi borçlunun gecikmesinden doğan borçların büyük bir yüzdesinin de vâdeye bağlı olmasıdır.” (EK-1 YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 10, 11)

Yukarıdaki açıklamadan anlaşıldığı üzere, muacceliyet kavramı, vadeden daha geniş bir kavram olduğundan öncelikle muacceliyet kavramını tanımlamak gerekir.

“Muacceliyet, borcun ifası gününün gelip çattığı, borçlunun acele etmesinin gerektiği bir ivedililik durumunu anlatır.” (EK-2 KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip; HATEMİ, Hüseyin; SEROZAN, Rona; ARPACI, Abdülkadir, Borçlar Hukuku Genel Bölüm Üçüncü Cilt, Gözden Geçirilmiş 7. Bası, İstanbul, 2016, s. 61)

“Borçlanılan edimin alacaklı tarafından borçludan talep edilebilirliğini ve hiç ifa etmeme durumunda ifasının dava edilebilirliğini ifade eder. Muacceliyet anı, borçlanılan edimin “alacaklı tarafından” borçludan talep edilebileceği andır.” (EK-3 GÜMÜŞ, Mustafa Alper, Muacceliyetin Ertelenmesi, Legal Hukuk Dergisi, C: 11, S: 126, Y: 2013, s. 20)

“Borçlunun edimini ifa etmekle yükümlü olduğu, alacaklının ise ifayı istemeye hakkı bulunduğu ana “muacceliyet” denir.” (EK-4 NART, Serdar, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Özel Hükümler, Ankara, 2014, s. 86)

“Muacceliyetin dar anlamı ile ifanın alacaklı tarafından istenebilir hâle gelmesidir. Bilindiği üzere, alacaklı zamansal açıdan ifanın yapılmasını isteyebilecekse de, borçlunun, sahip olduğu bazı imkânlar çerçevesinde ifadan kaçınması mümkün olabilmektedir. İşte bu durumlar değerlendirilerek, geniş bir bakış açısıyla kavrama bakıldığında da, muacceliyet, aslında borçlunun ifayı yapmaktan kaçınamayacağı bir zamanda alacaklının ifayı isteyebilmesini ifade eder. Bu nedenle, geniş anlamıyla muacceliyetin tanımı, borçlunun ifayı yapmaktan kaçınmasını sağlayacak nitelikte def’ilerin bulunmaması hâlini de kapsayacak şekilde yapılmaktadır. Bu bağlamda muacceliyet, alacaklının ifayı isteyebileceği; aynı zamanda, borcun ifasının da, zorunlu hâle geldiği bir zamanı ifade ettiği belirtilmektedir. Zamanaşımının başlaması, def’ilerin kullanılması, takas hakkının doğması vb. kurumlar açısından bakıldığında, kanunda dar anlamıyla muacceliyetin esas alındığını düşünmekteyiz. Bu bağlamda, borçlu ifadan kaçınma imkânına sahip olsun ya da olmasın, kural olarak borcun ifasının zamansal bakımdan istenebilir olması hâlinde, muacceliyetten bahsedilerek, buna bağlı sonuçların doğduğunun kabul edilmesi bize daha doğru gelmektedir.” (EK-5 YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 17, 18)

“Muacceliyet (die Falligkeit) kavramı ile alacaklının borçludan borcu ifa etmesini istemeye hakkı olduğu an (veya hangi andan itibaren hakkı olduğu) ifade edilir.” (EK-6 TERCIER, Pierre; PICHONNAZ, Pascal; DEVELİOĞLU, H. Murat, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2016, s. 333)

Muacceliyet (Falligkeit), alacaklının borçlanılan edimi borçludan isteyebilme yetkisini ifade eder.” (EK-7 ANTALYA, O. Gökhan, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: III, İstanbul, 2017, s. 412)

“Borcun ifasının istenebilir durumda olmasına muacceliyet denir.” (EK-8 NOMER, Hâluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş 15. Baskı, 2017, s. 324)

Buradan hareketle, vade kavramını tanımlamak gerekir.

“Vade veya müddet tayininde, tarafların yapmış oldukları bir hukukî işlemin sonuç doğurmasını ve sonuçlarının ortadan kalkmasını, gelecekte ancak belirli bir olayın gerçekleşmesine bağlamaları söz konusudur.” (EK-9 PULAŞLI, Hasan, Şarta Bağlı İşlemler ve Hukukî Sonuçları, Ankara, 1989, s. 70)

“Borcun muaccel olması için belirlenmiş zamana vâde denir.” (EK-10 OĞUZMAN, M. Kemal; ÖZ, M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - 6098 Sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenip, Genişletilmiş 9. Bası, C:2, İstanbul, 2012, s. 479)

“Vade, taraflarca saptanmış gelecekteki muacceliyet günü veya süresidir.” (EK-11 KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip; HATEMİ, Hüseyin; SEROZAN, Rona; ARPACI, Abdülkadir, Borçlar Hukuku Genel Bölüm Üçüncü Cilt, Gözden Geçirilmiş 7. Bası, İstanbul, 2016, s. 61)

“Borçlunun ileride ifayı gerçekleştirmekle yükümlü olduğu tarihe vade denir.” (EK-12 AKINTÜRK, Turgut; ATEŞ KARAMAN, Derya, Borçlar Hukuku - 6098 Sayılı Yeni Borçlar Kanunu İle Karşılaştırmalı ve Yeni Yasal Düzenlemelere Uyarlanmış 18. Baskı, İstanbul, 2012, s. 115)

“Vâde, zaman süreci içindeki belirli bir zamanı ifade eder. Burada “ne zaman” sorusuna cevap verilir. “Borç 3 Ekim 2012 tarihinde ifa edilecektir” denildiği zaman, 3 Ekim 2012 tarihi, vâdeyi belirler. Görülüyor ki, ifa fiilinin gerçekleştirileceği belirli bir zaman birim veya kesitine vâde adı verilmektedir.(EK-13 EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara, 2017, s. 974)

“İfa zamanının anlaşmayla tayin edilmesinde genellikle belirli bir tarih kararlaştırılır. Borcun doğumundan sonra ifa edileceği zamanla ilgili olarak kararlaştırılan bu tarihe vade adı verilir” (EK-14 KILIÇOĞLU, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Yeni Borçlar Kanunu’na Göre Hazırlanmış, Genişletilmiş 15. Bası, Ankara, 2012, s. 535)

Hukukî işlemin hüküm doğurması veya hükümden düşmesi anı takvim günü olarak belli ise hukukî işlemin geciktirici veya bozucu süreye (vadeye) bağlı olmasından söz edilir.” (EK-15 VARDAR HAMAMCIOĞLU, Gülşah, Medenî Hukuk’ta Tasarruf İşlemi Kavramı, İstanbul, 2014, s. 134)

“Uygulamada çoğunlukla sözleşme ile borç altına girilmesi halinde, yani borcun kaynağı sözleşme olduğu hâllerin büyük bir çoğunluğunda, tarafların ifa zamanını belirledikleri görülür. Tarafların ifa zamanını süreye bağlı, olarak belirledikleri durumlarda karşımıza “vâde” (Verfalltag) kavramı karşımıza çıkar. (EK-16 YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 54)

“Vade (der Verfalltag), borçlunun borcunu ifa etmesi gereken andır.” (EK-17 TERCIER, Pierre; PICHONNAZ, Pascal; DEVELİOĞLU, H. Murat, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2016, s. 333)

“İfa zamanı zamansal olarak belirli bir zaman anı yani vade (Termin) veya belirli bir zaman aralığı yani süre (Frist) şeklinde kararlaştırılabilir.” (EK-18 ANTALYA, O. Gökhan, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: III, İstanbul, 2017, s. 44, 46)

“Vade, borcun doğacağı anı belirleyebileceği gibi (örneğin kira bedelinin her ayın birinci günü ödeneceği kararlaştırılmış ise, her ayın birinci günü gelince o ayın kira alacağı doğar), vade esas itibariyle sadece muacceliyet gününü belirler, yani borç önceden doğmuştur ama henüz (vade gelmeden) ifası talep edilemez.” (EK-19 NOMER, Hâluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş 15. Baskı, 2017, s. 462)

Vade konusundaki açıklamaları toparlamak gerekirse,

“… Bizce de, “vâde”nin ifa zamanı kapsamında, sadece tarafların iradeleri sonucunda bir süre belirledikleri durumlar için kullanılması gerekmektedir. Biz vâde terimini ister takvim günü şeklinde olsun, ister bir sürenin geçmesine dayalı olsun zamana dayalı bir belirleme yapılması haline özel olarak kullanmaktayız. Bunun dışındaki muacceliyet hâlleri için, ifa zamanı terimi tercih edilmektedir. İster derhal olsun, isterse daha sonradan olsun, muacceliyet bakımından tespiti önemli olan husus, borcun ifa zamanının ne zaman olduğudur. İfa zamanı gelmemişse, bu sonuç ister tarafların iradesine dayalı olsun, isterse kanuna müeccel borçtan bahsedilecek; ifa zamanı gelmiş olduğu takdirde de, muaccel borcun varlığı gündeme gelecektir. (EK-20 YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 47, 48)

Devamında ise, vade ile koşul (şart) kavramlarının birbirleri arasındaki ilişkiye (farklara ve benzerliklere) de değinmek gerekir.

“Eski düzenlemelerde “şart” olarak ifade edilen, TBK’daki yeni terminoloji ile “koşul” (Bedingung) vâdeden farklıdır.” (EK-21 YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 148)

İlk olarak koşul (şart) kavramının tanımlanması gerekmektedir.

“Öğretide şart, taraf iradesiyle bir işlemin hukukî etkisinin doğması, düşmesi ya da devam etmesinin gelecekteki gerçekleşmesi şüpheli bir olaya bağlanması şeklinde tarif edilmektedir.” (EK-22 PULAŞLI, Hasan, Şarta Bağlı İşlemler ve Hukukî Sonuçları, Ankara, 1989, s. 8)

“Şart, hukukî işlemin sonuçlarını gelecekte gerçekleşmesi şüpheli bir olguya bağlayan tarafların koymuş oldukları bir kayıttır.” (EK-23 SİRMEN, A. Lâle, Türk Özel Hukukunda Şart, Ankara, 1992, s. 30)

“Koşul hukukî işlemin hukukî etkisinin bağlandığı, ileride gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen bir olgudur.” (EK-24 OĞUZMAN, M. Kemal; ÖZ, M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - 6098 Sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenip, Genişletilmiş 9. Bası, C:2, İstanbul, 2012, s. 478)

“… Şart deyimi, bir hukukî işlemin hükümlerinin doğabilmesinin veya doğmuş olan hükümlerinin sona ermesinin bağlandığı, gerçekleşmesi şüpheli ve gelecekteki (müstakbel) bir olayı ifade eder.” (EK-25 AKINTÜRK, Turgut; ATEŞ KARAMAN, Derya, Borçlar Hukuku - 6098 Sayılı Yeni Borçlar Kanunu İle Karşılaştırmalı ve Yeni Yasal Düzenlemelere Uyarlanmış 18. Baskı, İstanbul, 2012, s. 153)

“Taraflar bir sözleşmenin sonuçlarını doğurmasını veya ortadan kalkmasını gelecekteki belirsiz bir olayın gerçekleşmesine bağlayabilirler. Sonuçlarının doğması veya ortadan kalkması gelecekteki belirsiz bir olayın gerçekleşmesine bağlı borca, “şarta bağlı borç” denir.” (EK-26 EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara, 2017, s. 1189)

“Koşulun söz konusu olduğu hallerde, hukuksal işlemin doğup doğmayacağı ya da doğmuş olan hukuksal işlemin hüküm ve sonuçlarını devam ettirip ettirmeyeceği objektif olarak kuşkuludur. Koşul olarak kararlaştırılan olayın gerçekleşmesi halinde bu kuşku ortadan kalkacaktır.” (EK-27 KILIÇOĞLU, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Yeni Borçlar Kanunu’na Göre Hazırlanmış, Genişletilmiş 15. Bası, Ankara, 2012, s. 739)

“Hüküm doğurması ve hükümden düşmesi, ileride gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirsiz bir olguya bağlanmış işleme, koşula bağlı hukukî işlem denir.” (EK-28 VARDAR HAMAMCIOĞLU, Gülşah, Medenî Hukuk’ta Tasarruf İşlemi Kavramı, İstanbul, 2014, s. 118)

“Koşul, üzerinde konuşulduğu anda, ileride gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olmayan bir olgudur.” (EK-29 YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 148)

“Koşul (la condition; die Bedingung; la condizione) ileride gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olmayan (incertus an) ve işlemin tarafı veya taraflarının kendilerine hukukî bir etki bağladıkları olaydır.” (EK-30 TERCIER, Pierre; PICHONNAZ, Pascal; DEVELİOĞLU, H. Murat, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2016, s. 284)

“Tarafların, bütünü itibariyle bir borç ilişkisinin (örn: satış, kira) veya borç ilişkisinden doğan sadece münferit bir alacağın -dolayısıyla borcun- (örn: bedelin bir kısmı veya bir yan borç) hukuken sonuç doğurmasını veya hükümden düşmesini gelecekte gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şüpheli bir olguya bağlamalarına koşul adı verilir.” (EK-31 NOMER, Hâluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş 15. Baskı, 2017, s. 461)

6098 sayılı TBK’nın 170. maddesi, “geciktirici koşul” başlığı ile şu şekilde düzenlenme getirmiştir.

“Bir sözleşmenin hüküm ifade etmesi, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen bir olguya bırakılmışsa, sözleşme geciktirici koşula bağlanmış olur.

Aksi kararlaştırılmamışsa, geciktirici koşula bağlı sözleşme, ancak koşulun gerçekleştiği andan başlayarak hüküm ifade eder.”

6098 sayılı TBK’nın 173. maddesi ise, “bozucu koşul” başlığı ile şu şekilde düzenlenme getirmiştir.

“Sona ermesi önceden gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen bir olguya bırakılan sözleşme, bozucu koşula bağlanmış olur.

Bozucu koşula bağlanmış sözleşmenin hükümleri, koşulun gerçekleştiği anda ortadan kalkar.

Aksi kararlaştırılmadıkça veya işin niteliğinden anlaşılmadıkça sona erme, geçmişe etkili olmaz.”

Yukarıda koşul (şart) kavramı tanımlarından, vade kavramı ile farkı anlaşabilir ise de, koşul (şart) kavramı ile vade kavramı arasındaki fark ise şu şekildedir.

“Yukarıda da belirtildiği gibi, şart, bir hukukî işlemin sonuç doğurmasının veya sonuçlarının sona ermesinin tarafların iradesi ile bağlanmış olduğu gelecekteki gerçekleşmesi şüpheli, belirsiz bir olaydır. Vade veya müddet tayininde ise, tarafların yapmış oldukları bir hukukî işlemin sonuç doğurmasını ve sonuçlarının ortadan kalkmasını, gelecekte, ancak belirli bir olayın gerçekleşmesine bağlamaları söz konusudur. Görüldüğü gibi, vadeyi şarttan ayıran en önemli özellik, hukukî işlemine eklenen olayın, şartta gerçekleşmesi şüpheli, belirsiz olmasına karşın, vadede, kesin olmasıdır. Örneğin ölüm gerçekleşmesi kesin bir olay olduğu için, bir hukukî işleme konulmuşsa, bir şartı değil, aksine bir vadeyi ifade eder. Bununla beraber, ölüm olayı da bazen şart olarak kabul edilebilir; Örneğin "A bu yıl içinde ölürse, Ankara'ya dönerim " şeklindeki kayıt, teknik anlamda bir şarttır. Çünkü ölüm, gerçekleşmesi kesin bir olay olmakla beraber, bu yıl içinde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği objektif olarak kesin değil, aksine şüphelidir.” (EK-32 PULAŞLI, Hasan, Şarta Bağlı İşlemler ve Hukukî Sonuçları, Ankara, 1989, s. 70)

“Vâde koşuldan ve vadeli borçlar koşula bağlı borçlardan farklıdır: Vâde daima gelmesi kesin bir tarihtir. Oysa koşul ileride gerçekleşmesi kuşkulu bir olgudur. Kesinlik vâdenin, belirsizlik ise koşulun ayrılmaz özelliğidir. (EK-33 OĞUZMAN, M. Kemal; ÖZ, M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - 6098 Sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenip, Genişletilmiş 9. Bası, C:2, İstanbul, 2012, s. 480)

“Teknik ve gerçek anlamda şart (koşul) kavramı, “vâde = ecel = Termin” veya “süre”den de farklıdır. Taraflar bir sözleşmenin sonuçlarını doğurmasını veya ortadan kalkmasını bir vâde ya da süreye bağlayabilirler. Bir zaman parçası veya dönemi olan vâde ya da süre zamanla ilgili ileride gerçekleşmesi kesin ve belirli bir olaydır. Örneğin A’nın B ile yaptığı bir kira sözleşmesinin 1 Ocak’ta sona ereceği kararlaştırılmışsa, buradaki 1 Ocak tarihi şart değil, vâdedir. Buna karşılık şartta, sözleşmenin sonuçlarının doğması veya ortadan kalkması gelecekteki kesin ve belirli bir olaya değil, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen belirsiz bir olaya bağlanmıştır. Bu nedenle her ikisi de gelecekte gerçekleşecek olay olmakla birlikte, vâdede daima belirlilik, şartta ise belirsizlik hâkimdir. (EK-34 EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara, 2017, s. 1193)

Koşulun söz konusu olduğu hallerde, hukuksal işlemin doğup doğmayacağı ya da doğmuş olan hukuksal işlemin hüküm ve sonuçlarını devam ettirip ettirmeyeceği objektif olarak kuşkuludur. Koşul olarak kararlaştırılan olayın gerçekleşmesi halinde bu kuşku ortadan kalkacaktır. Vadenin söz konusu olduğu hallerde ise, hukuksal işlemin doğumunda ya da hüküm ve sonuçlarını devam ettirip ettirmemesinde herhangi bir kuşku ya da belir­sizlik durumu yoktur. Vade mutlaka gerçekleşmesi gereken bir olgudur. Yaşama koşuluna bağlı olarak yapılan bir hukuksal işlemde koşul değil, vade söz konusu­dur. Zira, her insanın yaşama süresinin sınırlı olduğu, ölümsüz bir Dünya’nın mümkün olmadığı açıktır.” (EK-35 KILIÇOĞLU, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Yeni Borçlar Kanunu’na Göre Hazırlanmış, Genişletilmiş 15. Bası, Ankara, 2012, s. 739)

“Hukukî işlemin hüküm doğurması veya hükümden düşmesi anı takvim günü olarak belli ise hukukî işlemin geciktirici veya bozucu süreye (vadeye) bağlı olmasından söz edilir. Süre, ileride gerçekleşecek kesin bir anı ifade etmesi nedeniyle ileride gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirsiz olan koşuldan farklıdır. Sürede daima kesinlik, koşulda ise belirsizlik hâkimdir. (EK-36 VARDAR HAMAMCIOĞLU, Gülşah, Medenî Hukuk’ta Tasarruf İşlemi Kavramı, İstanbul, 2014, s. 134)

“İleride gerçekleşmesi kesin bir olay ya da zaten gerçekleşmiş ama taraflarca bilinmeyen bir olay söz konusu ise, koşuldan bahsedilemez. Sürenin geçmesine bağlı olarak bu olayın gerçekleşeceği mutlak ise, vâdeden bahsedilir.” (EK-37 YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 149)

“Bir borcun, sözleşmenin yahut hukukî işlemin doğumu, değişimi ve sona ermesi koşula bağlanabilir. Buna karşılık, eğer hukukî sonuç bağlanan ilerideki olayın meydana geleceği kesin ise, koşul değil vade söz konusu olur (certus an, incertus quando).” (EK-38 TERCIER, Pierre; PICHONNAZ, Pascal; DEVELİOĞLU, H. Murat, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2016, s. 284)

Borç ilişkisinin veya münferit borcun hüküm ifade etmesi kendisine bağlanan olgu, gerçekleşeceği kesin olan bir olgu ise, koşul değil vade söz konusudur. Vade, borcun doğacağı anı belirleyebileceği gibi (örneğin kira bedelinin her ayın birinci günü ödeneceği kararlaştırılmış ise, her ayın birinci günü gelince o ayın kira alacağı doğar), vade esas itibariyle sadece muacceliyet gününü belirler, yani borç önceden doğmuştur ama henüz (vade gelmeden) ifası talep edilemez. Vade, gelmesi kesin olan bir tarihtir. (EK-39 NOMER, Hâluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş 15. Baskı, 2017, s. 462)

Ancak, koşul (şart) ile vade arasındaki bu farka rağmen, ikisi arasında yakın bir benzerlik ve/veya ilişki de vardır.

“… Süre (vade) tayini, şartta olduğu gibi, "geciktirici" veya "bozucu" mahiyette de olabilir. Eğer taraflar işlemin hükümlerinin doğmasını gelecekte ve kesin bir olaya bağlamışlarsa (dies certus an, certus quando ve dies certus an, incertus quando = yani takvime göre belirli bir gün veya bir şahsın öldüğü gün), burada "geciktirici nitelikte bir süre tayini" (aufschie- bende Befristung) veya "vadenin başlangıcı" (Anfangstermin) söz konusudur. Ancak taraflarca hukukî işlemin hükmünün sona ermesi, gelecekte gerçekleşmesi kesin bir olaya bağlanmışsa, bu durumda "bozucu nitelikte bir süre tayini" (auflösende Befristung) veya "nihai veya kesin süre" (Endtermin) vardır. Örneğin 1 Haziran 1983’de akdettikleri kira sözleşmesinin 1 Ocak 1984’den itibaren sonuç doğurmasını taraflar kararlaştırmışlarsa, bu durumdaki süre tayini "geciktirici" niteliktedir, eğer kira sözleşmesi, kiracının veya ev sahibinin ölümüne kadar devam etmek üzere yapılmışsa, bu durumda "bozucu " nitelikte bir süre tayini söz konusu olur.” (EK-40 PULAŞLI, Hasan, Şarta Bağlı İşlemler ve Hukukî Sonuçları, Ankara, 1989, s. 70, 71)

“… Bir borcun hem koşula hem de vâdeye bağlanması mümkündür. Zira bu iki kurumun işlevi farklıdır. Örneğin: (A)'nın evini kiralayan (B), evin bulunduğu kente tayin edilmesi koşuluyla bu kira sözleşmesini yapmış, ayrıca bu koşul gerçekleştiği takdirde işlemeye başlayacak on günlük sürenin sonunda ilk kirayı ödeyeceğini taahhüt etmişse, hem koşul hem vâde vardır. Kuşkusuz vâde koşulun gerçekleşmesi üzerine bir önem taşıyacaktır.” (EK-41 OĞUZMAN, M. Kemal; ÖZ, M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - 6098 Sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenip, Genişletilmiş 9. Bası, C:2, İstanbul, 2012, s. 480)

Bir borçlanma işleminin hükümlerini doğurması süreye bağlanmışsa geciktirici süreye, hükümden düşmesi süreye bağlanmışsa bozucu süreye bağlı borçlanma işlemi söz konusu olur. Süreye bağlı borçlanma işlemi gibi tasarruf işleminin de süreye bağlanması mümkündür. Böylece bir hakkın devri, sona ermesi, sınırlanması veya içeriğinin değişmesi gelecekteki bir süreye veya hakkın geri devri, canlanması, sınırlamanın kalkması veya değişikliğin eski hale gelmesi süreye bağlanabilir. Süreye bağlı tasarruf işleminde de kişi beklenen hakkın sahibi olur ve süreye bağlı tasarruf işlemine koşula bağlı borçlanma ve tasarruf işlemine ilişkin hükümlerin uygulanmasında sakınca yoktur. (EK-42 VARDAR HAMAMCIOĞLU, Gülşah, Medenî Hukuk’ta Tasarruf İşlemi Kavramı, İstanbul, 2014, s. 134)

Bir borcun, hem vâdeye hem de koşula aynı anda bağlanması da mümkündür. “İstanbul’a tâyini çıkması hâlinde ödeme yapmayı” kabûl etmiş olan borçlunun borcu, bu olgunun gerçekleşmesiyle birlikte muaccel hâle gelir. İstisnalardan birinin varlığı olmadığı için temerrüt için ihtar gerekecekse de alacaklının ifayı talep edebilmesi için başka bir şeye gerek olmaz. Ancak “İstanbul’a tayini çıkması hâlinde iki ay içinde ödeme yapacağını” belirtmiş olan borçlunun borcunun muacceliyeti için artık sadece koşulun gerçekleşmesi yetmez. Öncelikle “tesadüfi (rastlantısal) koşul” olan “İstanbul’a tayini çıkma” olgusunun gerçekleşmesi gerekir. Ancak bu olgunun gerçekleşmesi tek başına borcun muaccel olmasını sağlamaz. Ayrıca, ifa zamanı için öngörülen sürenin de geçmesi gerekir. Koşulun gerçekleşmesinden ancak iki ay sonra, borcun muacceliyetinden bahsedilebilir.” (EK-43 YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 149, 150)

Bu bilgiler ışığında, “muaccel” ve “müeccel” kavramlarını da tanımlamak gerekir.

“… Çeşitli yollarla belli bir süreye bağlanmış olan, yani ifa zamanı henüz gelmemiş bulunan borçlara müeccel borç denir ki, bu süre geçmeden, yani borç muaccel olmadan borcun ifası alacaklı tarafından istenemez. Bu sürenin sonundaki ana, yani borçlunun ileride ifayı gerçekleştirmekle yükümlü olduğu tarihe vade denir. Bu anın gelmesiyle birlikte müeccel borç, “muaccel borç” hâlini alır ve hemen ifa edilmesi istenebilir ve ifası da gerekir.” (EK-44 AKINTÜRK, Turgut; ATEŞ KARAMAN, Derya, Borçlar Hukuku - 6098 Sayılı Yeni Borçlar Kanunu İle Karşılaştırmalı ve Yeni Yasal Düzenlemelere Uyarlanmış 18. Baskı, İstanbul, 2012, s. 115)

“Muaccel borç, borcun ifa edilebilir ve dolayısıyla ifası istenebilir hale gelmesini ifade eder. İfasının talep edilebilmesi ve ifa edilebilir olabilmesi için, belirli bir sürenin geçmesine bağlı olan borçlar “müeccel borç” adını alır. Süreye bağlı borç yani müeccel borç, vadede belirtilen sürenin geçmesiyle muaccel olur; yani istenebilir.” (EK-45 ANTALYA, O. Gökhan, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: III, İstanbul, 2017, s. 45)

“… Taraflar sözleşme serbestisi çerçevesinde, borcun ifasını ve dolayısıyla borcun muacceliyetini bir süreye (ecele, vadeye) bağlayabilirler. Ecel, belirlenen vade gününün gelmesidir. Bu durumlarda, vade gelene kadar borç talep edilemez. Vade gelene kadar var olan borç ("muaccel" ifadesinin tersine) müecceldir, yani talep edilemez bir borçtur. Vadenin gelmesiyle, bu borç talep edilebilir yani "muaccel" bir borç halini alır. Bu şekilde, örneğin 1.10.2013 tarihli bir satış sözleşmesinde, taraflar malın teslimini, 15.10.2013'e bırakılabilir. Bu halde, 15.10.2013'e kadar (14.10.2013'e kadar) borç müeccel haldedir ve bu tarihten itibaren muaccel hale gelmektedir.” (EK-46 NART, Serdar, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Özel Hükümler, Ankara, 2014, s. 87)

“Alacaklı açısından talep hakkına sahip olmadığı dönem boyunca muaccel olmayan bir borç söz konusu olur. Bir borç doğup da, ifa zamanı henüz gelmediği dönemde, “müeccel bir borç”un varlığı gündeme gelir.” (EK-47 YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 19, 20)

MADDÎ HUKUK AÇISINDAN
İFA ZAMANI GELMEMİŞ ALACAĞIN TALEP EDİLMESİ

Yukarıda yer verilen maddî hukuk alanında yazılmış birçok eserde, kural olarak, ifa zamanı gelmemiş alacağın, borçludan talep edilemeyeceği ifade edilmektedir. Ancak, talep edilmesi durumunda ne gibi bir sonucun gerçekleşeceği ise bazı eserlerde belirtilmekle birlikte mahkemece verilecek red kararın niteliği konusunda bir açıklama da bulunmamaktadır.

“Talep edilebilirlik, muacceliyetten başlayıp zamanaşımı süresinin dolmasına kadar alacaklının ifa istemini ileri sürme olanağıdır. Henüz muaccel olmamış bir alacağın ifası talep edilirse, bu talep “dava temelinin yetmezliği” savunmasıyla püskürtülür. (EK-48 KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip; HATEMİ, Hüseyin; SEROZAN, Rona; ARPACI, Abdülkadir, Borçlar Hukuku Genel Bölüm Üçüncü Cilt, Gözden Geçirilmiş 7. Bası, İstanbul, 2016, s. 61, 62)

Muacceliyetin gerçekleşmediğinin ileri sürülmesinin inkâr değil, itiraz niteliği taşıdığı da savunulmuştur. Bizim de katıldığımız bu görüşün dayanağı muacceliyetin BGB § 271’de düzenlenmesidir. Bu hüküm dolayısıyla muacceliyetin gerçekleşmemesinin hukukî niteliğinin itiraz olduğu kabul edilmiştir. Bu görüşün kabul edilmesi, ifa zamanının uzatılması sözleşmesinin hukukî niteliğinin itiraz olarak kabul nitelendirilmesiyle de paralellik arz etmektedir. Aksi halde ifa zamanının uzatılması sözleşmesi ile muacceliyetin gerçekleşmemesi arasında sınır çizmek oldukça zorlaşır.” (EK-49 ÇUKADAR, Neslihan, Borç İlişkilerinde Def’i Hakkı ve İtirazlar, Ankara, 2014, s. 89)

“Böyle bir durumda alacak hakkı var ise de, henüz borç muaccel değildir. İstenebilir durumda olmayan bir borcun varlığı tespit edilmiş olur. Oysa alacaklı hakkı olmadığı bir zamanda, borcun ifasını istemektedir. Her ne kadar muacceliyetle talep hakkı farklı kavramlarsa da, bir alacak hakkının muaccel olmadan talep hakkına kavuşması, kural olarak mümkün değildir. Yukarıda açıklandığı üzere muaccel olan bir borca ilişkin talep hakkı söz konusu olsa da, muaccel olmayan bir borcun talep edilebilmesi mümkün değildir. Burada talep hakkı bulunmadığından hâkim, açılmış olan bir davada bu hususu kendiliğinden dikkate alabilecek; dava yine talep hakkının bulunmamasına dayalı olarak reddedebilecektir. Talep hakkının yokluğu halinde bir davadan bahsedilemeyeceğinden, bu husus bir itiraz niteliğindedir, karşı taraf bunu ileri sürmese de hâkim tarafından dikkate alınabilir.

Açılmış olan davada, müeccel bir borcun varlığına dayalı koruma imkânları bulunmaktaysa ve taleple bağlılık çerçevesinde, davacının talebinin bu yönde algılanması mümkün ise, hâkimin talebi bu doğrultuda değerlendirmesi gündeme gelebilir. Yine açılmış olan davada hâkim, borcun davanın açılmasından sonra muaccel olduğunu fark ettiği hâlde de kanımızca davaya devam edilmesi gerekir. Artık davanın, muaccel bir borca ilişkin olması nedeniyle reddedilmesi gerekir. Davanın açıldığı sırada muaccel olmamasına rağmen, bir hafta, 10 gün veya bir ay gibi kısa süre içinde muaccel olduğu görülebilen bir durumda da, usûl ekonomisi bakımından yine davanın reddedilmemesinin makûl olacağı düşünülmektedir. Sonuç itibariyle, dilekçelerin tamamlanmasına kadar borcun muaccel olacağı düşünüldüğünde, davaya devam edilmesinin daha uygun olacağı düşünülmektedir. Aksi hâllerde ise, davanın reddi zorunludur. (EK-50 YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 29, 30)

MEDENÎ USUL HUKUKU AÇISINDAN
İFA ZAMANI GELMEMİŞ ALACAĞIN TALEP EDİLMESİ

Aşağıda yer verilen medenî usul hukuku alanında yazılmış birçok eserde, kural olarak, ifa zamanı gelmemiş alacağın, borçludan dava yoluyla talep edilmesi durumunda, davanın hukukî yarar yokluğundan usulden reddine karar verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmektedir.

“Bir hakkı talep kaideten, bunun muaccel hale gelmesi ile mümkün olur. Meselâ, müeccel (vadeye bağlı) alacaklar ile şarta bağlı alacaklarda, alacaklının şartın tahakkuku veya vadenin hululünden önce bir talep hakkı mevcut değildir. Ancak bu durumda sadece eda dâvası ikame edilemez. Yoksa tesbit dâvası açılabilmesi mümkündür. Şarta veya vadeye rağmen, eda dâvası ikame edilmiş olursa, dâva bir usulî hüküm ile reddedilmek gerekecektir.(EK-51 ÜSTÜNDAĞ, Saim, Medeni Yargılama Hukuku, 7. Bası, İstanbul, 2000, s. 284)

“Hukukî yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; ilerdeki (müstakbel) bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, muaccel olmayan (müeccel) alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukukî yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Fakat bu, alacağın muaccel hale gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir.” (EK-52 KURU, Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü; C: II, İstanbul, 2001, s. 1367)

Muaccel olmamış bir alacak için eda dâvası açılması hâlinde aktüel bir menfaat mevcut olmayacaktır. (EK-53 ALANGOYA, H. Yavuz; YILDIRIM, M. Kâmil; DEREN-YILDIRIM, Nevhis, Medenî Usul Hukuku Esasları, Tıpkı 8. Baskı, İstanbul, 2011, s. 194, 195)

“Hukukî yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; ilerdeki (müstakbel) bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, muaccel olmayan (müeccel) alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukukî yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Fakat bu, alacağın muaccel hale gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir.” (EK-54 KURU, Baki; ARSLAN, Ramazan; YILMAZ, Ejder, Medenî Usul Hukuku, 6100 Sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara, 2011, s. 262)

“Hukukî yarar davanın açıldığı tarihte var olmalıdır. Aksi takdirde mahkemenin hukukî yararın bulunmaması sebebiyle davanın usûlden reddine karar vermesi gerekir. Bu ret kararı usûle ilişkin nihaî bir karar olduğundan temyiz edilebilecektir. Hukukî yarar eksikliği dava sırasında tamamlanamaz. Bu nedenle mahkemenin hukukî yarar eksikliği tamamlanıncaya kadar beklemesi de söz konusu olamaz. Örneğin muaccel olmayan bir alacak için açılmış olan alacak davasında davacının davayı açmakta güncel bir yararı bulunmadığından, alacak muaccel oluncaya kadar süre verilemez veya dava ertelenemez. Yine hukukî yararı bulunmayan davacıya hâkim tarafından süre verilerek talep sonucunu hukukî yararı olan başka bir talep sonucuna dönüştürmesi beklenemez. Hukukî yarar eksikliği belli bir süre verilerek giderilebilecek dava şartı değildir. Olsa olsa mahkeme hukukî yarar eksikliğinden ötürü davayı reddetmeden hukukî yarar eksikliği kendiliğinden tamamlanabilir.” (EK-55 PEKCANITEZ, Hakan; ATALAY, Oğuz; ÖZEKES, Muhammet, Medenî Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara, 2013, s. 426)

“… dava hakkının mevcut olması için içerik olarak yerine getirilmesi istenen hakkın muaccel yâni talep edilebilir olması gerekir. Vadesi gelmeyen bir alacak borçludan istenemeyeceği gibi, böyle bir alacak kural olarak dava yoluyla da talep edilemez ve dava konusu yapılamaz. Ancak burada izin verilmeyen nokta, borçlunun vadeden önce ödemeye mahkûm edilecek şekilde dava edilmesidir. Bunun yanında bir de alacağın mahkeme kararıyla tespiti söz konusu olabilir ki, bunda da hâlen menfaat şartının gerçekleşmemiş olduğu aynı kuvvette söylenemez. Zirâ davacının, hâlen eda davası açılmasında menfaati olmayan hâllerde tespit davası açmakta menfaati bulunabilir.” (EK-56 POSTACIOĞLU, İlhan E.; ALTAY, Sümer, Medenî Usûl Hukuku Dersleri, İstanbul, 2015, s. 225)

“Hukukî yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; ilerdeki bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, az sonra görüleceği gibi, muaccel olmayan (müeccel) alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukukî yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Fakat bu, alacağın muaccel hale gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir.

Yukardaki açıklama (kural), dava konusu alacak veya hakkın muaccel olması hali içindir. Buna karşılık, az önce de belirtildiği gibi, müeccel alacaklar için eda davası açılmasında kural olarak hukuki yarar yoktur.

Fakat, davacının, bazı hallerde gelecekteki edimler (müeccel alacaklar) için, şimdiden dava açmakta hukuki yararı olabilir. Borcunu vadesinde ödemeyeceğini şimdiden bildiren borçlunun alacaklısını, buna rağmen vade tarihine kadar bekletmekte (dava açmasını önlemekte) bir yarar yoktur. (EK-57 KURU, Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, İstanbul, 2016, s. 197)

Davanın açıldığı tarihte dava şartları eksikse davanın esasına girilerek inceleme yapılamaz. Ancak eksik olan dava şartlarının tamamlanması mümkün ise bu eksikliğin tamamlanması için mahkeme kesin süre verir ve tamamlanırsa davaya devam edilir. Ayrıca, başlangıçta fark edilmemiş olan dava şartı noksanı, hüküm anında tamamlanmışsa dava usûlden reddedilmez ve karar verilir (m. 115). Örneğin, dava açıldığı sırada dava ehliyetine sahip olmayan kişi dava ehliyetine kavuşmuş ve henüz bir karar verilmemiş ise davanın dava ehliyetinin bulunmaması sebebiyle reddine karar verilmemelidir. Yine dava açıldığı sırada alacağın vadesi gelmemiş olsa bile bu konuda karar verilmeden önce vadenin dolması halinde artık dava tarihinde alacak muaccel olmadığından reddine karar verilememelidir.(EK-58 PEKCANITEZ, Hakan, Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku, 15. Bası, İstanbul, 2017, s. 1187)

“Hukukî yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; gelecekteki bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, muaccel olmayan (vadesi gelmemiş, müeccel) alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukukî yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Ancak, bu ret kararı, alacağın muaccel hale gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir. Aynı şekilde, açıldığı sırada belli olmayan (şüpheli) veya ileride doğacağı beklenen bir yarar da hukukî yarar sayılmaz.” (EK-59 ARSLAN, Ramazan; YILMAZ, Ejder; TAŞPINAR AYVAZ, Sema, Medenî Usul Hukuku, 3. Baskı, Ankara, 2017, s. 286)

“… Dâvacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç değilse onun hukukî yararı yoktur. Nitekim vadesi gelmemiş (müeccel) alacak için dâva açmakta hukukî yarar yoktur. (EK-60 GÖRGÜN, L. Şanal; BÖRÜ, Levent; TORAMAN, Barış; KODAKOĞLU, Mehmet, Medenî Usûl Hukuku, 6. Baskı, Ankara, 2017, s. 269)

Doktrinde aksi görüşte yani “esastan red” görüşünde olan HANAĞASI ise, görüşlerini şu şekilde dile getirmektedir.

“Daha önce ifade edildiği gibi, menfaat kavramı, davacının dava sonunda elde edeceği avantaja, faydaya atıf yapar. Eğer davacı, açtığı davanın başarılı olması, yani talep sonucunun kabul edilmesi ihtimalinde bir avantaj, bir fayda elde ediyorsa; dava sonunda talep sonucuna uygun olarak elde edeceği hüküm, onun hukuki durumunda bir değişiklik yaratıyor ve durumunu iyileştiriyorsa, davacının bu davayı açmakta menfaati vardır. Bu çerçevede, kanaatimizce, müeccel bir alacak için açılan bir davada da davacının menfaati vardır. Bu menfaat, Yargıtay’ın muaccel olmayan bir alacak için açılan bir tahsil davasına ilişkin olarak ifade ettiği gibi, müeccel bir alacağın, “mahkeme ilâmına bağlanmasında(ki) hukuki menfaat”tir ve “kural olarak hukuki menfaatin bulunduğu yerde dava hakkının varlığı da kabul edilmelidir”.

İşte bu nedenle, müeccel bir alacak için açılan bir eda davası kabule şayandır. Bununla birlikte, böyle bir davada davacının talep hakkının henüz mevcut olmadığı maddi hukuka dayanan, yani esasa ilişkin bir savunma vasıtası olarak ileri sürülebilecektir. Vadenin dolmamış olması, hakkın doğumuna engel olmayıp sadece talep hakkının doğmaması sonucunu doğurduğundan, bu husususun davalı tarafından bir def’i, geciktirici bir def’i olarak ileri sürülebileceği düşünülebilir. Bu yolla, davalı, kendisinden istenen şeyi, asıl hakkın varlığına rağmen talep hakkının olmaması nedenine dayanarak yerine getirmekten geçici bir zaman için kaçınabilir. Bu halde, mahkeme, dava konusu hakkın mevcut olup olmadığı hakkında inceleme yapıp karar veremez. Mahkeme, davacının iddia ettiği hakka ilişkin talep hakkının doğmadığını tespit eden ve yine esasa ilişkin olan bir karar verir. (EK-61 HANAĞASI, Emel, Davada Menfaat, Ankara, 2009, s. 240)

MADDÎ HUKUK VE MEDENÎ USUL HUKUKU ALANINDAKİ GÖRÜŞLERİN
DEĞERLENDİRİLMESİ

Yukarıda yer verilen maddî hukuk ve medenî usul hukukunda yer alan görüşlerin tamamına yakını istisnalar hariç olmak üzere kural olarak ifa zamanı gelmemiş bir alacak için alacaklının borçludan talepte bulunamayacağı, dava yoluyla talepte bulunması durumunda davanın USULDEN REDDİNE karar verilmesi gerektiği şeklindedir.

Kanımızca, bu durumda, hukukî sorun, aşağıda belirttiğimiz düşünce tarzı ile çözümlenmelidir.

“Hukukî işlemin meydana gelmesi için değil de, meydana gelmiş bir hukukî işlemin istenen hukukî sonuçları doğurması için varlığı zorunlu olan olgular tamamlayıcı olgulardır. Bunlar bir hukukî işlemin varlığına bağlı olduğundan tabi veya bağlı olgular (abhaengige Tatsachen) olarak da adlandırılır. Tamamlayıcı olgular hukukî işlemin unsurları dışında kalır. Bunların eksikliği hukukî işlemin varlık kazanmasını değil, sadece hukukî etki yapmasını engeller. (EK-62 SİRMEN, A. Lâle, Türk Özel Hukukunda Şart, Ankara, 1992, s. 15, 16)

Tamamlayıcı unsurun gerekliliği tarafların iradesinden kaynaklanabileceği gibi doğrudan kanuna da dayanabilir. Koşul (şart) ile vade taraf iradesine; yasal koşul (kanuni şart veya hukuki şart, condicio iuris) ise kanuna dayanan tamamlayıcı unsurladır. (EK-63 NOMER, Hâluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş 15. Baskı, 2017, s. 57)

Yrd. Doç. Dr. Fatih GÜNDOĞDU’nun “Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkânsızlığı ve Hukuki Sonuçları” isimli doktora tezi, 2014 yılında eser halini almış ve söz konusu eserde yazar konuyu şu şekilde ele almıştır. Yazar, “ifa” konusunu ele alırken bu başlığın hemen altında “borca aykırı davranış” ve “borca aykırılık kavramı” başlıklarına yer vermiştir.

Sözleşmesel borç ilişkileri bakımından hukuka aykırılık, sözleşmeden doğan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi, yani borca aykırı davranılması anlamına gelmektedir. İfa etmeme ancak borcun muaccel olduğu anda söz konusu olacağı için alacaklı da kural olarak ancak bu andan itibaren ifa etmeme sebebiyle borçluya karşı sahip olduğu haklara başvurabilecektir. (EK-64 GÜNDOĞDU, Fatih, Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkânsızlığı ve Hukuki Sonuçları, İstanbul, 2014, s. 211)

Borçlunun borcunu ifa etmeyeceğini vadeden önce beyan etmesi hali bunun istisnasını teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra, işin vadeye yetişmeyeceğinin belli olması halinde, alacaklıya borca aykırılık varmış gibi haklar tanıyan hükümlere de rastlanmaktadır. Örneğin TBK m. 473 böyledir.” (EK-65 GÜNDOĞDU, Fatih, Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkânsızlığı ve Hukuki Sonuçları, İstanbul, 2014, s. 211 dn. 30)

“Borcun ifasının imkânsızlaştığının vadeden önce belli olması halinde de durum aynı şekilde ele alınmalıdır. Ancak burada edimin niteliği artık önem taşımadığından ve hangi edim türü söz konusu olursa olsun borcun ifası artık mümkün olmadığından alacaklının vadeyi beklemeksizin TBK m.112 ye göre zararını borçludan talep edebileceği sonucuna varmak gerekecektir.” (EK-66 GÜNDOĞDU, Fatih, Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkânsızlığı ve Hukuki Sonuçları, İstanbul, 2014, s. 78)

Yrd. Doç. Dr. L. Müjde KURT’un “Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlık” isimli doçentlik tezi, 2016 yılında eser halini almış ve söz konusu eserde yazar konuyu şu şekilde ele almıştır. Yazar, “İfanın Unsurları ve Bunların İmkânsızlığın Tespitindeki İşlevi” başlığı altında konuyu incelemiştir.

İfanın gerçekleşmesinde rol oynayan unsurlar; konu, borçlu, alacaklı, zaman ve yerdir. İfanın unsurları, yani neyin, kim tarafından, kime, ne zaman, nerede ifa edilmesi gerektiği öncelikle sözleşmenin içeriğine göre, sözleşmede açıklık bulunmayan durumlarda ise kanunun tamamlayıcı hükümlerine göre belirlenir.

… Edim kavramı, ifanın konu unsurunu ifade etmek üzere kullanılır. Bu itibarla edim, “Ne ifa edilecek?” sorusunun cevabıdır. İfanın imkânsız olup olmadığının tespiti, borçlanılan edimin içeriğinin tespitine bağlıdır. Her somut olayda edimin içeriğinin, yani borçlunun neyi borçlandığının tespiti gerekir.

İfanın borçlusu, alacaklısı, yeri ve zamanı, kural olarak, edimin içeriğine dâhil olmayan meselelerdir. İfanın konu dışındaki unsurlarına aykırılık, kural olarak, ifa imkânsızlığına değil, borçlu temerrüdüne veya borcun gereği gibi ifa edilmemesine yol açar.(EK-67 KURT, L. Müjde, Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlık, Ankara, 2016, s. 80)

Yukarıdaki görüşlerden de anlaşılacağı üzere, koşul (şart) ve vade, ifanın tamamlayıcı unsurlarındandır. Genel anlamı ile “ifa zamanı” ifanın tamamlayıcı unsurudur. Borç ilişkisinde hukuka aykırılık veya borca aykırılık, kural olarak ifa zamanı geldiğinde tartışılacaktır. Başka bir ifadeyle, taraflar arasındaki edimin içeriğinin tespiti ise ifa zamanı geldiğinde yani ifanın tüm unsurları tamamlandığında ele alınacaktır. Bu yüzden, kanımızca, kural olarak (borcun ifasının imkânsızlaştığının vadeden önce belli olması veya borçlunun borcu vadeden önce ödemeyeceğinin belli olması durumları hariç olmak üzere) ifa zamanı gelmemiş bir alacak için alacaklının ifayı talep yetkisi bulunmadığından, buradan hareketle alacaklının dava açmasında hukukî yararı olamayacağından ve ifanın tüm unsurları tamamlanmadan açılan dava hakkında verilecek kararın davanın esası hakkında (nihai uyuşmazlık hakkında) hüküm kurmaya elverişli olamayacağından dolayı ifa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış bir davada mahkeme tarafından davanın USULDEN REDDİ yönünde hüküm kurularak davalı yararına MAKTU VEKALET ÜCRETİ tayin edilmelidir.

Doktrinde bulunan akademisyenlerin eserlerindeki görüşlerini ve kişisel görüşümüzü belirttikten sonra Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ve Yargıtay Hukuk Daireleri’nin bu konuda vermiş oldukları içtihatlara yer verilmiştir.

BİLGİ : Yargıtay’ın çeşitli Hukuk Daireleri’nce, başvuru konumuz ile ilgili olarak ifa zamanı gelmemiş alacak için açılan dava hakkında “erken açılmış dava”, “muaccel olmamış alacak”, “ön şart yokluğu”, “görülebilirlik ön koşulunun bulunmaması” gibi kavramlar kullanılmaktadır.

İFA ZAMANI GELMEMİŞ (VADESİ GELMEMİŞ, MUACCEL OLMAYAN, MÜECCEL)
BİR ALACAK İÇİN AÇILMIŞ BİR DAVADA MAHKEMECE ESASTAN RED KARARI
VERİLMESİ VE BURADAN VARILACAK SONUCA GÖRE YARGILAMA GİDERLERİNDEN
OLAN AVUKATLIK (VEKALET) ÜCRETİNİN TAYİNİNDE DAVALI YARARINA
NİSBİ VEKALET ÜCRETİ VERİLMESİ GEREKTİĞİ YÖNÜNDEKİ
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU VE YARGITAY HUKUK DAİRESİ KARARLARI

(YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARLARI)

 “… Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 25.09.2008 tarihinde 13 yıl 13 gün süre ile davacı yararına intifa hakkı kurulduğu hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasında 24.12.2008 tarihinde düzenlenen sözleşmenin 24.12.2013 günü sona ereceği, davanın ise 10.03.2010 tarihinde açıldığı, sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 27.02.2013 Tarih, 2012/19-721 Esas, 2013/290 Karar sayılı ilamı ile 25.09.2013 Tarih, 2013/19-1298 Esas, 2013/1408 Karar sayılı ilamların da da aynı ilke benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-68 Y. HGK. 13.11.2013, 19-220/1573 sayılı Kararı)

* * *

“… Taraflar arasındaki davadan dolayı, bozma üzerine direnme yoluyla; İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'nden verilen 18.10.2012 gün ve 2012/246 E - 2012/232 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E-2013/1573 K. sayılı ilamın karar düzeltmesi yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE,(EK-68.1 Y. HGK. 30.04.2014, 19-512/561 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece davacı tarafça sözleşmenin feshedilmediği, sözleşmenin halen geçerli olduğu gerekçesiyle erken açılan davanın reddine, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettiren davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesine karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyizi üzerine; Özel Dairece, metni yukarıda aynen yazılı gerekçeler ile karar bozulmuştur.

Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, tekrar dava ikamesini engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında 01.08.2003 tarihinde 5 yıl süreli ‘Bayilik Anlaşması’nın düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 01.08.2003 tarihinde 15 yıl süre ile davacı yararına intifa hakkı kurulduğu hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasında düzenlenen bu sözleşmenin içeriği irdelenmiş, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-69 Y. HGK. 13.11.2013, 19-331/1562 sayılı Kararı)

* * *

“… Taraflar arasındaki davadan dolayı, bozma üzerine direnme yoluyla; İstanbul 27. Asliye Ticaret Mahkemesi'nden verilen 10.10.2012 gün ve 2012/160 E.-2012/221 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 13.11.2013 gün, 2013/19-331 Esas, 2013/1562 Karar sayılı ilamın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440.maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE,(EK-69.1 Y. HGK. 30.04.2014, 19-239/568 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, tekrar dava ikamesini engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalılar vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalılar arasında 05.04.2005 tarihinde 5 yıl süreli ‘Bayilik Anlaşması’ ve aynı tarihli 15 yıl süreli kira sözleşmesi düzenlendiği, kira sözleşmesinin tapuya şerh edilip bedelinin peşin olarak ödendiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasında düzenlenen bu sözleşmenin içeriği irdelenmiş, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-70 Y. HGK. 13.11.2013, 19-332/1563 sayılı Kararı)

* * *

“Taraflar arasındaki davadan dolayı, bozma üzerine direnme yoluyla; İstanbul 27. Asliye Ticaret Mahkemesinden verilen 05.12.2012 gün ve 2012/265 E. - 2012/300 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 13.11.2013 gün, 2013/19-332 Esas, 2013/1563 Karar sayılı ilamın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

İşin esasının ve emsal nitelikteki diğer dosyaların incelenmesinden önce, daha önce metni ek gündem olarak verilen, eldeki dosyanın 30.04.2014 günlü ana gündeme alınıp, ana gündemdeki diğer dosyalarla birlikte görüşülüp görüşülmemesi konusu önsorun olarak incelenmiştir. Yapılan görüşme sonucunda; eldeki dava dosyasının ana gündemdeki diğer dosyalarla emsal olması ve özellikle de 2014/19-239 Esas sayılı dava dosyası ile evvelce aynı gündemde karara bağlanmış olması, uygulama birliğinin sağlaması bakımından bu dosyanın da emsal nitelikteki diğer dosyaların görüşüleceği 30.04.2014 gündeminde görüşülüp, karara bağlanmasına oybirliği ile karar verilmiştir.

İşin esasına gelince;

Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE,(EK-70.1 Y. HGK. 30.04.2014, 19-337/569 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında işletmecilik sözleşmesi ile 12.03.2013 tarihli 15 yıl süreli kira sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşmeler kapsamında davalıya ait taşınmazın tapu kaydına 12.03.2012 tarihinde kira sözleşmesinin şerh edildiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.sayılı; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında yerel mahkeme kararının yerinde olduğu somut olayda, AAÜT’nin 7/2 maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, nitekim emsal nitelikteki Hukuk Genel Kurulu’nun 25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E., K.; 06.12.2013 gün ve 2013/19-396-1655 E., K.; 19.02.2014 gün ve 2013/19-587 E., 2014/125 K. sayılı kararlarının da aynı yönde olduğu belirtilerek mahkeme kararının onanması gerektiği bir kısım üyelerce belirtilmiş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-71 Y. HGK. 30.04.2014, 19-227/565 sayılı Kararı)

* * *

“Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı verilen kararın, bozma üzerine direnme yoluyla; İstanbul 44. Asliye Ticaret Mahkemesinden verilen 25.06.2013 gün ve 2013/98 E. - 2013/180 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 30.04.2014 gün ve 2014/19-227 Esas - 2014/565 Karar sayılı ilamın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE,(EK-71.1. Y. HGK. 05.11.2014, 19-1578/853 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını taraf vekilleri temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 18.12.2025 tarihine kadar geçerli olmak üzere davacı yararına intifa hakkı kurulduğu hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.sayılı; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında yerel mahkeme kararının yerinde olduğu somut olayda, AAÜT’nin 7/2 maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, nitekim emsal nitelikteki Hukuk Genel Kurulu’nun 25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E., K.; 06.12.2013 gün ve 2013/19-396-1655 E., K.; 19.02.2014 gün ve 2013/19-587 E., 2014/125 K. sayılı kararlarının da aynı yönde olduğu belirtilerek mahkeme kararının onanması gerektiği bir kısım üyelerce belirtilmiş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-72 Y. HGK. 30.04.2014, 19-262/566 sayılı Kararı)

* * *

“Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı verilen kararın, bozma üzerine direnme yoluyla; İstanbul 28. Asliye Ticaret Mahkemesinden verilen 05.04.2013 gün ve 2013/10 E - 2013/90 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 30.04.2014 gün ve 2014/19-262 Esas - 2014/566 Karar sayılı ilamın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440.maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE,(EK-72.1 Y. HGK. 05.11.2014, 19-1531/852 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece davacı tarafça sözleşmenin feshedilmediği, sözleşmenin halen geçerli olduğu gerekçesiyle erken açılan davanın reddine, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettiren davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesine karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyizi üzerine; Özel Dairece, metni yukarıda aynen yazılı gerekçeler ile karar bozulmuştur.

Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 13.02.2006 tarihinde davacı yararına intifa hakkı kurulduğu hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.sayılı; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında yerel mahkeme kararının yerinde olduğu somut olayda, AAÜT’nin 7/2. maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, nitekim emsal nitelikteki Hukuk Genel Kurulu’nun 25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E., K.; 06.12.2013 gün ve 2013/19-396-1655 E., K.; 19.02.2014 gün ve 2013/19-587 E., 2014/125 K. sayılı kararlarının da aynı yönde olduğu belirtilerek mahkeme kararının onanması gerektiği bir kısım üyelerce belirtilmiş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-73 Y. HGK. 30.04.2014, 19-595/567 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

...

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında 25.04.2008 tarihli bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 31.03.2008 tarihinde 15 yıl 6 ay süreli kira sözleşmesi şerh edildiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.sayılı; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında yerel mahkeme kararının yerinde olduğu somut olayda, AAÜT’nin 7/2 maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, nitekim emsal nitelikteki Hukuk Genel Kurulu’nun 25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E., K.; 06.12.2013 gün ve 2013/19-396-1655 E., K.; 19.02.2014 gün ve 2013/19-587 E., 2014/125 K. sayılı kararlarının da aynı yönde olduğu belirtilerek mahkeme kararının onanması gerektiği bir kısım üyelerce belirtilmiş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-74 Y. HGK. 30.04.2014, 19-1375/563 sayılı Kararı)

* * *

“Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı verilen kararın, bozma üzerine direnme yoluyla; İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesinden verilen 20.03.2013 gün ve 2013/12 E - 2013/77 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 30.04.2014 gün ve 2013/19-1375 Esas - 2014/563 Karar sayılı ilamın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE,(EK-74.1 Y. HGK. 05.11.2014, 19-1610/854 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalılar vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 25.09.2002 tarihinde 15 yıl süre ile davacı yararına intifa hakkı kurulduğu hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.sayılı; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında yerel mahkeme kararının yerinde olduğu somut olayda, AAÜT’nin 7/2 maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, nitekim emsal nitelikteki Hukuk Genel Kurulu’nun 25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E., K.; 06.12.2013 gün ve 2013/19-396-1655 E., K.; 19.02.2014 gün ve 2013/19-587 E., 2014/125 K. sayılı kararlarının da aynı yönde olduğu belirtilerek mahkeme kararının onanması gerektiği bir kısım üyelerce belirtilmiş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-75 Y. HGK. 30.04.2014, 2013/19-1437 E. - 2014/564 K.)

* * *

“Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı verilen kararın, bozma üzerine direnme yoluyla; İstanbul 36. Asliye Ticaret Mahkemesinden verilen 26.02.2013 gün ve 2012/286 E - 2013/25 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 30.04.2014 gün ve 2013/19-1437 Esas - 2014/564 Karar sayılı ilamın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE,(EK-75.1 Y. HGK. 05.11.2014, 19-1616/855 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece davacı tarafça sözleşmenin feshedilmediği, sözleşmenin halen geçerli olduğu gerekçesiyle erken açılan davanın reddine, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettiren davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesine karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyizi üzerine; Özel Dairece, metni yukarıda aynen yazılı gerekçeler ile karar bozulmuştur.

Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 08.04.2008 tarihinde 1 yıl 5 ay süre ile davacı yararına intifa hakkı kurulduğu hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.sayılı; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında yerel mahkeme kararının yerinde olduğu somut olayda, AAÜT’nin 7/2 maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, nitekim emsal nitelikteki Hukuk Genel Kurulu’nun 25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E., K.; 06.12.2013 gün ve 2013/19-396-1655 E., K.; 19.02.2014 gün ve 2013/19-587 E., 2014/125 K. sayılı kararlarının da aynı yönde olduğu belirtilerek mahkeme kararının onanması gerektiği bir kısım üyelerce belirtilmiş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmemiştir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-76 Y. HGK. 30.04.2014, 2013/19-1609 E. - 2014/562 K.)

* * *

“Taraflar arasındaki “sebepsiz zenginleşme nedeniyle tazminat“ davasından dolayı verilen kararın, bozma üzerine direnme yoluyla; İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesinden verilen 20.03.2013 gün ve 2013/14 E - 2013/80 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 30.04.2014 gün ve 2013/19-1609 Esas, 2014/562 Karar sayılı ilamın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Temyiz ilamında yer alan açıklamalara göre 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin REDDİNE,(EK-76.1 Y. HGK. 18.02.2015, 2014/19-1576 E. - 2015/828 K.)

* * *

“… Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca, mahkemenin esastan bir karar vermediği, usulden bir karar verdiği, dolayısı ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi gerektiği yönündeki mahkemenin direnmesi yerinde görülerek, karar oyçokluğu ile onanmıştır.

Davalı vekili, karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre, davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada, eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında 11.05.2007 tarihli bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 15 yıl süreli kira sözleşmesi şerh edildiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere, mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K.; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında yerel mahkeme kararının yerinde olduğu, somut olayda, AAÜT’nin 7/2 maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, nitekim emsal nitelikteki Hukuk Genel Kurulu’nun 25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E., K.; 06.12.2013 gün ve 2013/19-396-1655 E., K.; 19.02.2014 gün ve 2013/19-587 E., 2014/125 K. sayılı kararlarının da aynı yönde olduğu belirtilerek, karar düzeltme isteminin reddedilmesi gerektiği bir kısım üyelerce ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu bu seferki incelemede anlaşılmıştır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-77 Y. HGK. 05.11.2014, 2014/19-763 E. - 2014/856 K.)

* * *

“… Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalılar vekili temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca, mahkemenin esastan bir karar vermediği usulden bir karar verdiği, dolayısı ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi gerektiği yönündeki mahkemenin direnmesi yerinde görülerek, karar oyçokluğu ile onanmıştır.

Davalılar vekili, karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada, eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalılar arasında 28.08.2008 tarihli bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 15 yıl süreli kira sözleşmesi şerh edildiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K.; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, yerel mahkeme kararının yerinde olduğu, somut olayda, AAÜT’nin 7/2 maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, nitekim emsal nitelikteki Hukuk Genel Kurulu’nun 25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E., K.; 06.12.2013 gün ve 2013/19-396-1655 E., K.; 19.02.2014 gün ve 2013/19-587 E., 2014/125 K. sayılı kararlarının da aynı yönde olduğu belirtilerek karar düzeltme isteminin reddedilmesi gerektiği bir kısım üyelerce ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca yerinde görülmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu bu seferki incelemede anlaşılmıştır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-78 Y. HGK. 05.11.2014, 2014/19-952 E. - 2014/857 K.)

* * *

“… Yerel mahkemece, zamansız açılan davanın reddine ve davalı yararına maktu vekalet ücretine hükmedilmesine dair verilen karar taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını taraf vekilleri temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; varılacak sonuca göre davalı yararına maktu vekalet ücretine mi yoksa nispi vekalet ücreti mi hükmolunacağı noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında 02.06.2007 tarihli bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 06.08.2007 tarihinde 15 yıl, 4 ay, 25 gün süreli ipotek tesis edildiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelgesi ile eldeki davada olduğu gibi intifa hakkı sözleşmelerini haksız rekabet kapsamında değerlendirerek 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K. sayılı; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Görüşmeler sırasında azınlıkta kalan bir kısım üyeler tarafından somut olayda AAÜT’nin 7/2. maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilerek yerel mahkeme direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-79 13.03.2015, 2014/19-1158 E. - 2015/1026 K.)

* * *

“… Yerel mahkemece, zamansız açılan davanın reddine ve davalı yararına maktu vekalet ücretine hükmedilmesine dair verilen karar taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını taraf vekilleri temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; varılacak sonuca göre davalı yararına maktu vekalet ücretine mi yoksa nispi vekalet ücreti mi hükmolunacağı noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında 01.02.2007 tarihli bayilik sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşme kapsamında davalıya ait taşınmaza 01.12.2023 tarihine kadar ipotek tesis edildiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelgesi ile eldeki davada olduğu gibi intifa hakkı sözleşmelerini haksız rekabet kapsamında değerlendirerek 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K. sayılı; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Görüşmeler sırasında azınlıkta kalan bir kısım üyeler tarafından somut olayda AAÜT’nin 7/2. maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilerek yerel mahkeme direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-80 Y. HGK. 13.03.2015, 2014/19-1267 E. - 2015/1027 K.)

* * *

“… Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmadığı gerekçesiyle hüküm kurulması halinde maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalılardan İ. Teks. Pet. Ürn. San. ve Tic. Lti. Şti. vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında işletmecilik sözleşmesi ile 03.04.2002 tarihli 15 yıl süreli kira sözleşmesi düzenlendiği, bu sözleşmeler kapsamında davalıya ait taşınmazın tapu kaydına 03.04.2002 tarihinde kira sözleşmesinin şerh edildiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.sayılı; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında yerel mahkeme kararının yerinde olduğu somut olayda, AAÜT’nin 7/2 maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilerek mahkeme kararının onanması gerektiği bir kısım üyelerce belirtilmiş ise de bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-81 Y. HGK. 16.09.2015, 2014/19-93 E. - 2015/1777 K.)

* * *

“… Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip sözleşmenin yürürlüğünün devam ettiği, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, sözleşme sona erdikten sonra tekrar dava açılmasını engelleyen karar niteliğinde de olmadığı, dava şartı bulunmayan hükümlerde verilecek ücreti vekaletin maktu ücreti vekalet değerine hükmedilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü, mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekalet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı arasında bayilik sözleşmesi ile 15.10.2008 tarihli 17 yıl süreli intifa hakkı tesisine ilişkin sözleşme düzenlendiği, bu sözleşmeler kapsamında davalıya ait taşınmazın tapu kaydına 15.10.2008 tarihinde intifa hakkı tesisinin şerh edildiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile Rekabet Kurulunun 12.03.2009 tarihli genelge ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihi itibariyle devam ettiği, sözleşmenin fesih şartlarının gerçekleşmediği, tarafların fesih iradelerini bildirmedikleri, dolayısı ile henüz sözleşme ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin iadesinin istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan bu değerlendirme işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 27.02.2013 gün ve 2012/19-721 E., 2013/290 K.sayılı; 25.09.2013 gün ve 2013/19-1298 E., 2013/1408 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.sayılı; 13.11.2013 gün ve 2012/19-331 E., 2013/1562 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen karar esastan verilmiş bir ret kararı niteliğinde olduğundan, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekalet ücreti verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece hatalı değerlendirme ile dava şartı yokluğundan ret kararı verildiği gerekçesi ile davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında yerel mahkeme kararının yerinde olduğu somut olayda, AAÜT’nin 7/2 maddesi gereğince vekalet ücreti taktirinde bir isabetsizlik bulunmadığı, belirtilerek mahkeme kararının onanması gerektiği bir kısım üyelerce belirtilmiş ise de bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-82 Y. HGK. 16.09.2015, 19-172/1778 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece asıl ve birleşen dava yönünden vadesi gelmiş bir alacağın varlığı davacı tarafından ispat edilemediği, takip ve dava koşulu olan vadesi gelme koşulunun somut olay bakımından oluşmadığı gerekçesiyle açılan davanın usul yönünden reddi ile talep konusu alacak yönünden bir vadenin bulunup bulunmadığı hususunun tespiti yargılamayı gerektirdiğinden ve davacı yanın takipleri kötü niyetle yaptığına ilişkin bir delil bulunmadığından davalının kötü niyet tazminatı talebinin reddine ve yargılamada kendisini vekil ile temsil ettiren davalı yararına maktu vekâlet ücreti takdirine karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyizi üzerine; Özel Dairece metni yukarıda aynen yazılı gerekçeler ile karar bozulmuştur.

Mahkemece esas hakkında inceleme yapıldığından bahisle mahkeme kararının nispi ücreti vekâlet verilmesi yönünde bozulmasının usul ve avukatlık ücret tarifesi hükümlerine uygun olmadığı, davalı lehine nispi ücreti vekâlet verilmesi halinde davanın esastan reddine bağlanan usulü sonuçların doğmuş olacağı, oysaki vadesi gelmeyen ve talep edilebilirlilik koşulları oluşmayan alacaklar yönünden zamansız açılan davanın usul yönünden reddi ile ileride zamanı geldiğinde açılması imkânının sağlanması gerektiği belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davanın esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına nispi vekâlet ücretine mi yoksa maktu vekâlet ücretine mi hükmolunacağı noktalarında toplanmaktadır.

Hemen burada “hukuki yarar” ve “dava şartları” üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.

Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukuki bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı, hukuki yarar ile sınırlıdır. Bu, hukuki korunma (himaye) ihtiyacı olarak da adlandırılmaktadır. Yani, davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde, korumaya değer bir yararı olmalıdır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 114 maddesinde, dava şartları açıkça sayılmıştır.

Dava şartı medeni usul hukukuna ait bir kurumdur. Bunun amacı bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek; böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır.

Mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller dava şartlarıdır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere olumlu dava şartları (mesela, görev, hukuki yarar gibi), yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (mesela kesin hüküm gibi).

Dava şartları dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir.

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit ederse davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür.

Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hâkim tarafından kendiliğinden (resen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile hâkim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.

Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7. maddesi “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret” başlığını taşımakta olup; maddenin ikinci fıkrasında ise “davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” düzenlemesi bulunmaktadır.

Şu hale göre tarifenin açıklanan 7/2 maddesi hükmü gereğince; konusu para veya para ile değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın, dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekâlet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekâlet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez.

Bu noktada eldeki davada işin esasına girilerek karar verilip verilmediği hususunun aydınlığa kavuşturulması önem taşımaktadır. Çünkü mahkemece işin esasına girilip inceleme yapılarak esastan karar verildiğinin anlaşılması durumunda nispi vekâlet ücreti verilmesi gerekecektir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde davacı ile davalı arasında plastik ambalaj satımına ilişkin ticari ilişkinin mevcut olduğu ve bu ilişki nedeniyle davacının alacaklı olduğu hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı eldeki dava ile plastik ambalaj satımı nedeniyle alacaklı olduğunun 15.12.2011 tarihli hesap mutabakatı ile davalı tarafından kabul edildiği halde ödeme yapılmaması üzerine başlatmış olduğu icra takibine itirazın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece taraflar arasında düzenlenen 11.10.2011 tarihi cari hesap mutakabatı, 15.12.2011 tarihli hesap mutabakatı, davacı tarafından davalıya gönderilen ödemelerin nasıl yapılacağına ilişkin 24.03.2011 tarihli yazı içeriği irdelenmiş, tarafların ticari defterleri ve bilgisayarları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra dava tarihi itibariyle muaccel alacak bulunmadığı tespit edilerek davanın reddine karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere mahkemece yapılan inceleme ile değerlendirme taraflar arasındaki sözleşme hükümleri irdelenerek işin esasına yönelik bir değerlendirme olup, verilen karar doğrudan dava şartı yokluğu nedeniyle usulden verilmiş bir ret kararı niteliğinde değildir.

Bu durumda, mahkemece esas yönünden yapılan inceleme ile karar verildiğinden, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettirmiş davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nispi vekâlet ücreti verilmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, verilen kararın niteliği itibariyle dava şartı yokluğuna dayandığını, bu bakımdan mahkemece vekâlet ücretinin Avulatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2. maddesi uyarınca taktirinin yerinde olduğu, benzer konuda Hukuk Genel Kurulunun kararı da bulunduğu (25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E.,K. sayılı) bu bakımdan mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.

Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” (EK-83 Y. HGK. 29.11.2017, 19-1305/1469 sayılı Kararı)

BİLGİ : Aşağıda yer verilen Yargıtay 19. Hukuk Dairesi Kararları, başvuru tarihi itibarı ile bu konuda en son Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından verilmiş 29.11.2017 tarihli kararı da dâhil olmak üzere Yargıtay Hukuk Genel Kurulu denetiminden geçmemiş kararlardır.

(YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ KARARLARI)

“… Mahkemece toplanan deliller doğrultusunda, dava ve icra takibine konu bononun teminat bonosu olduğu, icra takip tarihi itibariyle davalıların vadesi gelmiş bir borcunun olmadığı, dolayısıyla usulüne uygun bir icra takibinden sözedilemeyeceği gerekçesiyle davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiş, hüküm taraflar vekillerince temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Davalılar vekilinin temyizine gelince;

Mahkemece karar yerinde tartışılıp kabul edildiği üzere, icra takip tarihi itibari ile henüz muaccel bir borç bulunmadığından davanın bu nedenle reddi gerekirken dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi doğru görülmediği gibi bu durumda kendilerini vekille temsil ettiren davalılar yararına nispi vekalet ücreti yerine maktu vekalet ücreti takdir edilmesi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir.(EK-84 Y. 19. HD. 26.03.2014, 2601/5830 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece yapılan yargılama, toplanan deliller neticesinde yetki itirazının yerinde olmadığı, davalı Antalya Petrol Ltd. Şti.'nin husumete ilişkin savunmasının doğru olduğu, davalı K. AŞ. yönünden davanın erken açıldığı gerekçeleri ile davalı A. Petrol ve İnş. Ltd. Şti. aleyhine açılan davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, davalı K. AŞ. aleyhine açılan davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili ile davalı K. AŞ. vekilince temyiz edilmiştir.

1) Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2) Davalı K. AŞ. vekilinin temyizine gelince; taraflar arasındaki sözleşmenin dava tarihinde yürürlükte olduğu gerekçesi ile dava reddedilmiş, başka bir anlatımla esasa ilişkin tartışma yapılarak hüküm oluşturulmuştur. Bu nedenle, davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekalet ücreti takdiri usul ve yasaya aykırıdır.(EK-85 Y. 19. HD. 14.04.2014, 2013/9398 E. - 2014/7175 K.)

* * *

“… Mahkemece yapılan yargılama, toplanan deliller neticesinde, sebepsiz zenginleşmede davacının geri alma hakkının, buna karşın davalının geri verme borcunun doğması bunların mal varlıklarının birbirinin zararına ve yararına olmak üzere karşılıklı yoksullaşma ve zenginleşmelerine bağlı olduğu bu durumda geri alma hakkının doğduğu, somut olayda karşılıklı yoksullaşma ve zenginleşme olgusunun 11.01.2012 tarihinde başlayacağı, dava tarihi itibariyle (12.03.2010) zenginleşme ve yoksullaşma olgusunun gerçekleşmediği gerekçeleri ile erken açılan davanın reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

1) Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2) Mahkemece taraflar arasındaki sözleşmenin halen yürürlükte olduğu gerekçesi ile dava reddedilmiş, başka bir anlatımla esasa ilişkin tartışma yapılarak hüküm oluşturulmuştur. Bu nedenle davalı yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekalet ücreti takdiri usul ve yasaya aykırıdır.(EK-86 Y. 19. HD. 14.04.2014, 2013/9399 E. - 2014/7176 K.)

* * *

“… Mahkemece yapılan yargılamada toplanan delillere göre; davalı vekilince zaman aşımı definde bulunulmuş ise de BK 146. maddesi gereğince zamanaşımı def'inin reddine karar verildiği, gerek EPDK'dan gelen cevabi yazı ve dosyadaki mevcut beyan ve belgelerden davaya konu taşınmaz üzerindeki intifanın dava tarihi itibariyle terkin edilmeyip halen devam ettiği anlaşıldığı, her ne kadar dava erken açılmış ise de Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.02.2013 tarihli 2012/19-721 Esas, 2013/290 Karar sayılı kararı gereğince davalı lehine nispi vekalet ücreti takdiri gerektiği kanaatine varılarak davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA,(EK-87 Y. 19. HD. 27.05.2015, 2014/10405 E. - 2015/7777 K.)

* * *

“… Mahkemece iddia, savunma ve toplanan delillere göre dava tarihinde intifa hakkının devam ettiği, 29.01.2013 tarihinde intifa hakkını terkin ettiği, bu nedenle intifa hakkı sebebiyle ödenen yatırım bedellerini davalılardan tahsilini talep etmesinin mümkün olmadığı, erken açılan davanın reddi gerektiği, bir an davanın erken açılmadığı kabul edilse dahi taşınmaz üzerine davacı tarafça yapıldığı bildirilen kalıcı yatırımların sözleşmenin gereği olarak sözleşme süresine bakılmaksızın yapılması gereken yatırımlar olduğu, ayrıca taraflar arasındaki bayilik sözleşmesinin 5 yıl süreyle akdedildiği, Rekabet Kurulu kararları ve bayilik sözleşmesinin süresi nazara alındığında dava konusu bedellerin 5 yıl için ödendiğinin kabulünün zorunlu olup, taraflar arasındaki ticari ilişkinin 5 yıl 3 ay süre ile devam ettiği nazara alındığında davacının sözleşme gereğince ödediği bedelleri istemesinin hukuki dayanaktan yoksun olduğu, her ne kadar davacı taahhüt ihlali nedeni ile birleşen davada cezai şart talebinde bulunmuş ise de, davalı üst üste 5 yıl taahhüt ettiği miktarda mal satmamasına rağmen davacı, taahhütname ile kendisine tanınan fesih hakkını kullanmadığı, her yıl taahhüt edilen miktar kadar mal alınmamasına rağmen kar kaybı istemeyen, 5 yıl üst üste taahhüt edilen miktarda mal almamasına rağmen fesih hakkını kullanmayan davacı sözleşmenin bitim tarihine kadar davalıdan herhangi bir talepte bulunmadığından sözleşmenin bitiminden sonra cezai şart talep etmesinin MK.nun 2. maddesindeki dürüstlük kuralına aykırı olduğu gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, taraf vekillerinin aşağıdaki bentlerin dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- A. Petrol A.Ş.nin 09.05.2012 tarihli yazısı ile asgari alım taahhüdü yönünden ihtirazi kayıt konulduğundan son yıla ilişkin asgari alım taahhüdüne bağlı cezai şart isteyebileceği gözetilmeden birleşen davanın tümden reddi doğru görülmemiştir.

3- Asıl dava, esasa ilişkin nedenlerle reddedildiğinden davalılar yararına hüküm tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekalet ücretine hükmedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.(EK-88 Y. 19. HD. 02.07.2015, 5477/9757 sayılı Kararı)

* * *

“… 2- Birleşen dava alacağın dava tarihi itibari ile muaccel olmadığı gerekçesi ile reddedilmiştir. Bu husus işin esasına ilişkin bir değerlendirme olup, dava şartı şeklinde değerlendirilmesi doğru olmadığından birleşen davada davalı yararına nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken maktu vekalet ücretine hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.(EK-89 Y. 19. HD. 28.09.2015, 7136/11412 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece, davanın açıldığı tarih itibariyle davacının sözleşme konusu taşınmazlar üzerindeki intifa hakkının devam ettiği, intifa hakkının dava açıldıktan sonraki tarihte terkin edildiği, intifa hakkı devam ederken sözleşme nedeniyle ödenen intifa bedelinin ve semerelerin talep edilemeyeceği, sabit yatırım bedeli talebine ilişkin davanın takip edilmediği gerekçesiyle intifa hakkı bedeline ilişkin davanın reddine, sabit yatırım bedeli talebine ilişkin davanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiş, hüküm taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddine,

2- Davalılar vekilinin temyizi, lehlerine eksik vekalet ücreti takdir edilmesine ilişkindir. Mahkemece, davanın intifa hakkı devam ederken (erken) açıldığı gerekçesiyle verilen red kararı esasa ilişkin nihai karar olup, buna göre davalılar yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin üçüncü kısmına göre hesaplanacak nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde maktu vekalet ücretine hükmolunması isabetsizdir.(EK-90 Y. 19. HD. 19.09.2016, 2991/12498 sayılı Kararı)

* * *

“… Davalılar vekilinin temyizi, lehlerine eksik vekalet ücreti takdir edilmesine ilişkindir.

Mahkemece, davanın intifa hakkı devam ederken (erken) açıldığı gerekçesiyle verilen red kararı esasa ilişkin nihai karar olup, buna göre davalılar yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin üçüncü kısmına göre hesaplanacak nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde maktu vekalet ücretine hükmolunması isabetsizdir.(EK-91 Y. 19. HD. 09.11.2016, 4203/14485 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece, yapılan yargılamaya sonucunda, taraflar arasında idari yargıda görülen hukuki sorunların kesinleşmiş yargı kararı ile sonuçlanmadığı, bu sebeple söz konusu protokol uyarınca alacağın talep hakkı doğmadan davacının takip yapmasında 6100 sayılı HMK 114/h md. uyarınca hukuki yarar bulunmadığı ve dava şartının bu yönden gerçekleşmiş olmadığından davanın reddine, davacının da davalı hakkındaki takipte haksız ise de kötüniyetli sayılmayacağı gerekçesiyle davalının tazminat talebinin reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince süresinde temyiz edilmiştir.

Taraflar arasında düzenlenen 07.07.2011 tarihli protokol hükümlerinin davacı tarafından yerine getirilmediği, taraflar arasındaki hukuki sorunların kesinleşmiş yargı kararı ile sonuçlanmadan davacının alacağını talep hakkı bulunmadığı mahkemenin de kabulündedir. Mahkemenin bu kabulü doğrultusunda davacının dava tarihinde talep edebileceği henüz muaccel bir alacağı bulunmadığından erken açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken dava şartı yokluğu nedeniyle yazılı şekilde karar verilmesi ve bunun sonucunda davalı yararına maktu vekalet ücretine hükmedilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Mahkemece verilmesi gereken red kararı delillerin değerlendirilmesi sonucu işin esasına yönelik olduğundan davalı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi göz önüne alınarak nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken hukuki yarar bulunmadığından dava şartının gerçekleşmemesi sebebiyle davanın reddine ve davalı lehine maktu vekalet ücretine karar verilmesi doğru görülmemiş ise de, bu hususlar yeniden yargılamayı gerektirmediğinden mahkeme kararın gerekçesi ve vekalet ücretine ilişkin hüküm fıkrasının değiştirilerek ve düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararının 6100 sayılı HMK'nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'un 438/son. maddesi uyarınca yukarıda belirtilen gerekçeler doğrultusunda mahkemenin gerekçesi değiştirilerek ve hüküm fırkasının 4. bendinin karardan çıkartılıp yerine " Davalı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 54.810,00 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak, davalıya verilmesine " sözcüklerinin yazılarak mahkeme kararının gerekçesinin ve hüküm fıkrasının bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA,(EK-92 Y. 19. HD. 08.03.2017, 2016/4989 E. - 2017/1889 K.)

İFA ZAMANI GELMEMİŞ (VADESİ GELMEMİŞ, MUACCEL OLMAYAN, MÜECCEL)
BİR ALACAK İÇİN AÇILMIŞ BİR DAVADA MAHKEMECE USULDEN RED KARARI
VERİLMESİ VE BURADAN VARILACAK SONUCA GÖRE YARGILAMA GİDERLERİNDEN
OLAN AVUKATLIK (VEKALET) ÜCRETİNİN TAYİNİNDE DAVALI YARARINA
MAKTU VEKALET ÜCRETİ VERİLMESİ GEREKTİĞİ YÖNÜNDEKİ
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU VE YARGITAY HUKUK DAİRESİ KARARLARI

(YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARLARI)

“… Mahkemece, davanın erken açılmış olması gerekçesi ile reddine, davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesine dair verilen karar; Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçe ile bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı yararına hükmedilmesi gereken vekalet ücretinin maktu mu, nispi mi olması gerektiği noktasında toplanmaktadır.

Mahkeme; davacı bankanın kullandırdığı kredi karşılığında satın alınan araçlar üzerine rehin koydurduğu, ödenmeyen kredilerle ilgili olarak menkul rehininin paraya çevrilmesi ile rehini aşan miktar için dava dışı kredi kullananlara yasal takip hakkını kullandığı, yapılan takiplerin derdest olup henüz sonuçlanmadığı, bu durumda davacı bankanın ancak, kredi kullananlar ile arasında bulunan akdi ilişkiye dayalı olarak kredi kullananlardan alacağını tahsil edememesi ve tahsil etme imkanının kalmaması halinde haksız fiil sorumluluğu hükümlerine göre zararını ve illiyet bağını kanıtlamak koşulu ile davalıya yönelebileceği, haksız fiil sorumluluğuna dayalı açılmış bu davanın erken açıldığı, bu kararın davanın esasını çözmeyen, taraflar arasında kesin hüküm teşkil etmeyen, davanın belli koşulların oluşması durumunda yeniden açılabilmesine ve karara bağlanmasına olanak tanıyan bir karar olduğu, davanın esastan değil usulden reddedildiği, gerekçesiyle davalı lehine maktu vekalet ücretine hükmetmiştir.

Mahkemece davanın erken açılmış olması nedeniyle verilen ret kararının, hukuki nitelikçe davacının dava tarihi itibari ile görülmekte olan davayı açmasında hukuki yararı bulunmadığından, dava şartlarındaki eksiklik nedeniyle verilmiş bir ret kararı olduğu ve bu hususu Özel Daire’nin bozma konusu yapmadığı belirgin olmasına göre; dava şartı eksikliği nedeniyle davanın usulden reddine ilişkin bu karar nedeniyle hükmedilecek vekalet ücretinin tayininin de bu özelliğe uygun olması gerekir.

Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7. maddesi “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret” başlığını taşımakta; maddenin 2. fıkrasında ise “davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” düzenlemesi bulunmaktadır.

Şu hale göre tarifenin açıklanan 7/2 maddesi hükmü gereğince; konusu para veya para ile değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekalet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez.

Mahkemenin dava ön şartının yokluğu nedeniyle verdiği ret kararına uyumlu biçimde, Tarifenin 7/2 maddesine dayanarak ve bu maddede açıklanan “hesaplanan nispi vekalet ücretinin maktu vekalet ücretini geçemeyeceği” kuralını da gözeterek sonuçta “maktu vekalet ücretine” hükmetmiş olması usul ve yasaya uygundur.

Açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerekir.” (EK-93 Y. HGK. 25.05.2011, 11-186/352 sayılı Kararı)

* * *

“… Yerel mahkemece; önceki karardaki gerekçelere ilave olarak, “Yükleniciden alacağın temliki hükümlerine göre bağımsız bölümü devralan davacının arsa sahibi ile doğrudan herhangi bir hukuki ilişkisi veya sözleşme ilişkisi yoktur. Yükleniciden bu şekilde bağımsız bölüm satın alan 3.kişi alacağın temliki hükümlerine göre yüklenicinin halefi olarak arsa sahibi adına kayıtlı bağımsız bölümün tapu kaydının iptali ile kendi adına tescilini isteyebilir. Normal şartlarda davacı ile arsa sahibi arasında herhangi bir sözleşme ilişkisi bulunmamasına rağmen tapu kaydının arsa sahibi üzerinde bulunması nedeniyle açılacak davada davalı arsa sahibi zorunlu hasım olarak gösterilir. Bir an için davanın açıldığı tarihte tescil koşullarının oluştuğu veya dava devam ederken eksiklikler tamamlanıp tescil koşullarının oluştuğu kabul edilecek olursa bu halde arsa sahibi üzerinde bulunan tapu kaydının iptali nedeniyle karar verilmesi durumunda yerleşik Yargıtay uygulaması uyarınca arsa sahibi aleyhine vekalet ücreti hükmedilemez. Aynı şekilde açılan davada henüz tescil koşullarının oluşmadığının anlaşılması durumunda da açılan dava bir nevi husumet yönüyle reddedilmiş olacağından arsa sahibi kendisini vekil marifetiyle temsil ettirmiş olsa bile bu halde ancak maktu ücreti vekalet takdir edilmesi gerekir. Yüksek Yargıtay 14.Hukuk Dairesi uygulamalarının aksi yöndedir. Ancak mahkememizde oluşan vicdani kanaat açılan davanın niteliği ve aynı davanın daha sonra davacı tarafından koşullar oluştuğunda tekrar açılabilme imkanı nazara alındığında tapu iptal tescil koşullarının oluşmaması durumunda arsa sahibi lehine nispi vekalet ücreti tayin edilmesi hakkaniyet ve adalete uygun olmaz…” denilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı kooperatif vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı kooperatif lehine maktu vekalet ücretine mi, yoksa nispi vekalet ücretine mi hükmedileceği noktasında toplanmaktadır.

Davanın erken açılması, dava şartlarından olan “hukuki yarar” kapsamı içerisinde değerlendirilmelidir.

Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E., K. sayılı ilamında da aynı ilke benimsenmiştir.

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, davacı tarafından, davalı kooperatife husumet yöneltilmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Mahkemenin davalı kooperatif hakkındaki davayı husumet nedeniyle reddetmesi yerinde değildir. Ne var ki, eldeki dava henüz şartları oluşmadan yani istenebilir olmadan erken açılmış bir dava olduğu da her türlü duraksamadan uzaktır.

Bu nedenle mahkemece, davanın erken açılmış olması nedeniyle davanın reddine yani hukuki nitelikçe davacının dava tarihi itibari ile görülmekte olan davayı açmasında hukuki yararı bulunmadığından, dava şartlarındaki eksiklik nedeniyle davanın reddine karar verilmesi; dava şartı eksikliği nedeniyle davanın usulden reddine ilişkin bu karar nedeniyle hükmedilecek vekalet ücretinin tayininin de bu özelliğe uygun olması gerekir.

Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7. maddesi “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret” başlığını taşımakta; maddenin 2. fıkrasında ise “davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” düzenlemesi bulunmaktadır.

Şu hale göre tarifenin açıklanan 7/2.maddesi hükmü gereğince; konusu para veya para ile değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekalet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez.

Mahkemece, maktu vekalet ücretine hükmetmiş olması usul ve yasaya uygundur.

Açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerekir.” (EK-94 Y. HGK. 12.02.2014, 2013/14-385 E. - 2014/100 K.)

(YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ KARARI)

“… Yerel mahkemece "takip konusu alacağın muaccel olmadığı" gerekçesiyle istemin reddine dair verilen karar gerekçesi dava şartı niteliğinde bulunduğundan hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 7/2. maddesi dikkate alınarak davalı yararına maktu vekalet ücretine karar verilmelidir. Yerel mahkemece yazılı şekilde nisbi vekalet ücretine karar verilmiş olması doğru değildir. Ne var ki bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden HUMK 438. maddesi uyarınca karar düzeltilerek onanmalıdır.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda (2) sayılı bentte gösterilen nedenle hükmün 3. bendindeki vekalet ücretine ilişkin "...10.001,20 TL..." rakamının silinerek yerine "...1320 TL..." rakamının yazılmasına, davacının diğer temyiz itirazlarının (1) sayılı bentte gösterilen nedenlerle reddi ile kararın düzeltilmiş bu biçimi ile ONANMASINA,(EK-95 Y. 4. HD. 26.03.2014, 2013/18492 E. - 2014/5135 K.)

BİLGİ : Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin görüşüne göre mal rejiminin tasfiyesine dayalı alacak davalarında mal rejimini sona erdiren bir sebep yoksa (boşanma davası, ölüm v.s.. gibi) alacak muaccel (istenebilir) hale gelmemektedir.

“Yargıtay'ın ve Dairemizin sapmaksızın devam eden uygulamalarına göre, mal rejiminin tasfiyesi ile alacak hakkında bir karar verilmesi için eşler aralarındaki mal rejiminin sona ermesi gerekir. Başka bir anlatımla, şahsi hak niteliğindeki mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkının dava konusu yapılabilmesi için muaccel (istenebilir) hale gelmesi gerekir, bu da mal rejiminin sona ermesi ile gerçekleşir.

Mal rejiminin sona ermesi, mal rejiminin tasfiyesiyle katkı payı, değer artış payı ve artık değere katılma alacağı davalarının görülebilirlik ön koşuludur. Mal rejimini sona erdiren boşanma davasının derdest olduğunun anlaşılması durumunda usul ekonomisi gereğince (6100 s.lı HMK'nun m. 30) bekletici mesele yapılmalıdır,

Tasfiye davasında, mal rejiminin sona ermemiş ve sona erdirecek davanın da henüz açılmamış olduğunun anlaşılması durumunda ise davanın görülebilirlik ön koşul yokluğundan reddine karar verilmesi gerekir.(EK-96 Y. 8. HD. 05.12.2016, 2015/8220 E. - 2016/16469 K.)

(YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ KARARLARI)

“… Mahkemece, evlilik birliği devem etmekle yasal koşulları bulunmadığından davanın reddine, davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre 5.750 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller ve dosya kapsamından; davacı vekilinin evlilik birliği içinde edinilen taşınmazın alımına yapılan katkı nedeniyle mal rejiminin tasfiyesi ile katkı payı alacağı istediği, 28.01.1991 tarihinde evlenmiş olan tarafların evlilik birliğinin devam ettiği ve aralarında boşanma davası bulunmadığı saptanmıştır. TMK'nun 225. maddesi uyarınca eşler arasındaki mal rejimi, eşlerden birinin ölümü, başka bir mal rejimini seçmeleri veya mahkemece evliliğin iptali ya da boşanmaya karar verilmesiyle sona erer. Bu halde evlilik birliği devam etmekle mahkemece dava ön şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmesinde usul ve Yasa'ya aykırılık bulunmadığından davacı vekilinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün esasının ONANMASINA,

Davacı vekilinin sair temyiz itirazlarına gelince; Mahkemece davanın reddiyle karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 5.750 TL nispi vekalet ücretinin davacıdan tahsiline karar verilmiştir. Dava, evlilik devam ettiği ve bu nedenle de eşler arasında mevcut mal rejimi sona ermemiş olduğu, diğer bir anlatımla dava ön şartının bulunmaması sebebiyle reddedildiğinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 7/2. maddesi gereğince davalı yararına davanın görüldüğü mahkemeye göre Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarı geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı maktu avukatlık ücretine hükmolunması gerekirken, maktuyu geçecek şekilde nisbi vekalet ücretinin davacıya yükletilmiş olması doğru olmamıştır.

Davacı vekilinin sair temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün davalı lehine hükmedilen avukatlık ücretine ilişkin bölümünün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA,(EK-97 Y. 8 . HD. 13.11.2014, 3304/20720 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkeme hükmünün avukatlık ücretine yönelik olarak sınırlı şekilde yapılan temyiz incelemesinde; Az yukarıda açıklandığı üzere davacılar vekili tarafından kademeli olarak tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde alacak isteği şeklinde açılan davada tapu iptali ve tescil isteğinin esastan, kademeli alacak isteğinin ise henüz vadesi dolmayan sözleşmeye dayanılması nedeniyle, süresi gelmediğinden usul bakımından reddine karar verilmiştir.

Davacı, davasında birden fazla talepte bulunuyor ve fakat, asıl talebi kabul edilmediği takdirde yardımcı talebi hakkında karar verilmesini istiyorsa terditli veya kademeli dava söz konusudur. Burada birlikte açılmış veya sonradan birleştirilmiş birden çok dava bulunmamaktadır. Terditli davadan davalıya karşı ileri sürülen birden fazla talep arasında bir aslilik-ferilik ilişkisi mevcut bulunmaktadır. Terditli davada, mahkeme öncelikle asıl talebi inceleyecek ve bir kanaate varacaktır. Mahkeme, asıl talebin esastan reddi gerektiği konusunda bir kanaate varmadan, fer’i talebi incelemeye başlayamaz ve hükme bağlayamaz. Görüldüğü gibi burada birbirinden bağımsız iki ayrı talep bulunmamaktadır. Ancak, asıl talep kabul edilmediği takdirde fer’i talep konusunda bir karar verilebilecek tek dava mevcuttur. Terditli açılan davaların niteliği gereği ancak isteklerden biri hakkında hüküm kurulabilmekte olup, tek vekalet ücreti takdir edilir. Ancak davacının talebinin kısmen kabul kısmen reddine karar verilmesi halinde reddedilen miktar bakımından davalı lehine vekalet ücreti takdir edilmesi mümkündür. Terditli açılan davalar için ayrı ayrı vekalet ücreti takdiri mümkün değildir.

Hüküm tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2.maddesine göre davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi halinde davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunması gerekir.

Bu durumda Mahkeme gerekçesi ve Daire bozma ilamında da anlaşıldığı üzere kademeli incelenen alacak isteğinin, davacı tarafın dayandığı belgede vadenin henüz gelmediği, şartın gerçekleşmemesi sebebiyle hukuki yarar yokluğundan reddine karar verildiğine, diğer anlatımla dava ön şart yokluğu sebebiyle reddedildiğine göre hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 7/2. maddesine göre yargılamada kendisini vekille temsil ettiren davalılar yararına maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde maktuyu geçecek şekilde 87.492,66 TL nisbi avukatlık ücretine hükmedilmiş olması doğru olmamıştır.(EK-98 Y. 8. HD. 24.03.2015, 1730/6658 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece, bekletici sorun yapılan taraflar arasında görülen boşanma davasının reddedilip kesinleştiği, bu nedenle dava şartının gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine, hüküm; davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.

2- Mahkemece, davanın açıldığı ve hükmün verildiği tarihte taraflar arasındaki boşanma davasının retle sonuçlanıp kesinleştiği, bu nedenle davanın görülebilirlik ön koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle dava reddedildiğine göre; davanın reddine ilişkin kararın HMK 115/2. maddesi uyarınca usulden reddedilmiş olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, asıl ve birleşen davalarda hükmedilecek vekalet ücretinin, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 7/2. maddesine göre maktu ücreti geçemeyecek şekilde hükmedilmesi gerekirken; bu kural gözetilmeden fazla ve vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamıştır.(EK-99 Y. 8. HD. 17.12.2015, 2014/15405 E. - 2015/22723 K.)

* * *

“… Mahkemece, taraflar arasında kesinleşmiş bir boşanma kararı olmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, mal rejimin tasfiyesinden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir.

1. Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından; dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2. Davacının vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Dava ön şart yokluğundan reddedildiğine göre, davalı yararına kararın verildiği tarihte yürülükte bulunan AAÜT 7/2. maddesi gereğince maktu 1.500,00 TL'yi geçmeyecek şekilde avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekirken 7.450,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamıştır. Ne var ki, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden kararın HUMK'nun 438/7. maddesi uyarınca düzeltilerek onanması uygun görülmüştür.” (EK-100 Y. 8. HD. 24.01.2017, 2015/9786 E. - 2017/676 K.)

* * *

“… Mahkemece, nüfus kaydına göre evlilik birliğinin devam ettiği, tarafların boşanma dava dosyasını kesinleştirmedikleri gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, mal rejimin tasfiyesinden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir.

Tüm dosya kapsamı birlikte incelendiğinde, mahkemenin TMK 225/2. maddesine göre, ön şart olan yasal mal rejiminin sona ermediği gerekçesi ile davanın HMK 114/2 ve 115/2. maddelerine göre davanın usulden reddine karar vermesi gerekirken davanın reddine şeklinde karar vermesi doğru olmamıştır.

Ayrıca, dava ön şart yokluğundan reddedildiğine göre, davalı yararına kararın verildiği tarihte yürülükte bulunan AAÜT 7/2. maddesi gereğince maktu 1.500,00 TL'yi geçmeyecek miktarda avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekirken daha fazla olan 5.800,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesi de doğru olmamıştır. Ne var ki, bu hususlar yeniden yargılamayı gerektirmediğinden HUMK'nun 438/7. maddesi uyarınca kararın düzeltilerek onanması uygun görülmüştür.” (EK-101 Y. 8. HD. 21.02.2017, 2015/11794 E. - 2017/2293 K.)

(YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ KARARLARI)

“… 2- Davacının hizmet akdinin 30/06/2010 tarihinde feshedildiği, davacının 30/06/2010 tarihinde yapılan feshe karşı 26/07/2010 tarihinde işe iade davası açtığı ve işe iade davasının 10/07/2012 tarihinde Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 2012/11699, 2012/16482 esas ve karar sayılı ilamıyla onandığı, bu saptama karşısında 18/03/2011 tarihinde açılan iş bu davanın açıldığı tarih itibariyle feshin işe iade davası nedeniyle askıda olduğu anlaşıldığından, feshe bağlı kıdem tazminatı farkı, ihbar tazminatı ve yıllık ücretli izin alacakları açısından davanın erken açıldığı anlaşılmakla, erken açılan davanın usulden reddi gerekirken kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.(EK-102 Y. 9. HD. 03.04.2014, 2012/6631 E. - 2014/11355 K.)

* * *

“… Davacının iş aktinin feshedildiği 30/01/2009 tarihini takiben 16/02/2009 tarihinde iki ayrı dava şeklinde olmak koşulu ile hem işe iade davası hem de kıdem ve ihbar tazminatı talebi ile dava açılmıştır. İşe iade davası açılmakla davacının iş aktinin feshinin bir anlamda askıda olduğu, başka bir deyişle iş bu kıdem ve ihbar tazminatı talepli davanın açıldığı tarih itibari ile ortada kesinleşmiş bir feshin bulunmadığı ve bu nedenle iş bu davanın “erken açılan dava” niteliğinde olup, davanın bu nedenle usulden reddi gerektiği gözetilmeyerek davada uygulama yeri olmayan gerekçeler ile davanın esastan reddi hatalı ise de, red kararının sonuç itibari ile doğru olduğu görülmekle, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile hükmün bu değiştirilmiş gerekçe ile ONANMASINA,(EK-103 Y. 9. HD. 24.02.2015, 2013/12200 E. - 2015/7904 K.)

* * *

“… Bu itibarla, feshe bağlı kıdem tazminatı ve ihbar tazminatının tahsili için açılan dava erken açılan dava niteliğindedir.

Bu nedenle feshe bağlı alacak niteliği taşıyan kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin davanın açıldığı tarihte bir fesih olmadığından davanın davacının ayrıca kıdem ve ihbar tazminatı alacağının tahsili için dava açma hakkı saklı kalmak kaydıyla usulden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle kabulüne karar verilmesi hatalıdır.” (EK-104 Y. 9. HD. 07.04.2015, 2014/1248 E. - 2015/13464 K.)

* * *

“… Bu itibarla, kıdem tazminatı ve ihbar tazminatının tahsili için açılan dava erken açılan dava niteliğindedir.

Hal böyle olunca feshe bağlı alacak niteliği taşıyan kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin işe iade davası sonrası davacının işe başlatılmaması sonucu iş aktinin davalı işverence feshedilmesi sebebiyle davacının ayrıca kıdem ve ihbar tazminatı alacağının tahsili için dava açma hakkı saklı kalmak kaydıyla usulden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.” (EK-105 Y. 9. HD. 07.04.2015, 2014/1288 E. - 2015/13467 K.)

* * *

“… Buna göre; davacının süresinde işe iade başvurusu sonucunda işe başlaması halinde ilk feshin ortadan kalkacağı, başlatmama halinde ise feshin işe başlatmama tarihinde gerçekleşeceği gözetilerek davacının işe başlatılıp başlatılmadığı araştırılarak davacının iş bu davaya konu takibi yaptığı tarihte fesih askıda olduğundan feshe bağlı alacakların talep edilemeyeceği gözetildiğinde erken açılan davanın usulden reddi gerekirken bu hususlar gözetilmeden karar verilmesi hatalıdır.(EK-106 Y. 9. HD. 29.04.2015, 9637/15694 sayılı Kararı)

* * *

“… Somut olayda, davanın açıldığı tarih itibariyle ortada gerçekleşmiş bir fesih yoktur. Fesih, kesinleşen işe iade kararı üzerine davacının işe başlatılmadığı 10.05.2012 tarihinde gerçekleşmiş olup, davanın açıldığı 19.11.2009 günündeki fesih ortadan kalktığından 30.10.2009 tarihli feshe bağlı kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık ücetli izin alacaklarının ya da davanın açıldığı tarihte söz konusu olmayan işe iade kararı ile oluşan fark alacaklarının istenilmesi mümkün değildir. Dava, bu anlamda, erken açılmıştır. Erken açılan davanın usulden reddi gerekirken esası hakkında karar verilmesi hatalıdır.” (EK-107 Y. 9. HD. 12.05.2015, 2014/4143 E. - 2015/17462 K.)

* * *

“… 2- Davanın açılış tarihi 24/12/2008 olup, aynı tarihde açılıp davacı lehine sonuçlanan işe iade davasının kesinleşen kararının infazı sonunda fesih 30/07/2012 tarihinde gerçekleşmiştir. Buna göre davanın açıldığı tarih itibariyle ortada fesih olmadığı için davacının feshe bağlı kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti taleplerinin erken açılan dava sebebiyle usulden reddi gerekirken bu husus göz ardı edilerek alacakların hüküm altına alınması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” (EK-108 Y. 9. HD. 16.11.2015, 2014/19368 E. - 2015/32300 K.)

* * *

“… İşe iade davası da açılmış olmakla dava tarihinde fesin geçerliliği askıya alınmış olup, feshe bağlı alacaklar olan kıdem tazminatı ile ihbar tazminatı alacaklarının talep edilebilme koşulunun bu nedenle gerçekleşmediği ve bu alacaklar açısından "erken açılan dava" söz konusu olduğu gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması hatalıdır. Kıdem ve ihbar tazminatı işe iade davasının kabulle sonuçlanması sonucu davacıya ödenmiştir. Davacının erken açtığı kıdem ve ihbar tazminatı davasının usulden reddi gerekir. Bu durumda davacı lehine vekalet ücreti de takdir edilemez. Davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmeli, yargılama giderleri de dava reddedileceğinden davacı üzerinde bırakılmalıdır.” (EK-109 Y. 9. HD. 01.03.2016, 2014/28404 E. - 2016/4394 K.)

* * *

“… Davacının yasal süresi içinde işe başlamak için başvurması halinde, işverence işe başlatılıp başlatılmadığının belirlenmesi gerekir. İşçinin işe başlatılması halinde feshe bağlı haklardan yıllık izin ücreti talep edilemez. İşverence işe başlatılmaması halinde ise işe başlatmama anı fesih tarihi olacağından, henüz feshin gerçekleşmediği bir aşamada erken açılan davanın usulden reddi gereklidir.(EK-110 Y. 9. HD. 15.03.2016, 2014/30288 E. - 2016/6176 K.)

* * *

“… 2- Asıl davanın açılış tarihi 29/12/2008 olup, 28/11/2008 tarihinde açılıp davacı lehine sonuçlanan işe iade davasının sonunda fesih 03/03/2011 tarihinde gerçekleşmiştir. Buna göre asıl davanın açıldığı tarih itibariyle ortada fesih olmadığı için asıl davada talep edilen feshe bağlı kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti taleplerinin erken açılan dava nedeni ile usulden reddi gerekirken bu hususun göz ardı edilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” (EK-111 Y. 9. HD. 18.10.2016, 2015/4824 E. - 2016/18167 K.)

* * *

“… Mahkeme tarafından işe iade davasının sonucu beklenerek onanması üzerine eldeki karar verilmiş ise de, işe iade davasının kabul edildiği ve davacının işverene işe iade edilmesi için başvurduğu anlaşıldığından, eldeki davanın açıldığı tarihte ortada bir fesih bulunduğundan söz edilemez. Bu nedenle, feshe bağlı haklar olan kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve yıllık izin ücreti talepleri bakımından erken açılan dava söz konusu olup, bu talepler açısından davanın usulden reddi gerekir.

2- Vekalet ücreti ve yargılama giderinin de yeni kurulacak hüküm tarihindeki mevzuata ve hüküm içeriğine göre yeniden değerlendirilmesi gerektiği gözetilmelidir.(EK-112 Y. 9. HD. 16.02.2017, 2015/7563 E. - 2017/1975 K.)

* * *

“… Dava tarihi itibariyle ortada bir fesih bulunmadığıdan davacının feshe bağlı kıdem ve ihbar tazmiatı ile yıllık izin ücretine yönelik taleplerin erken açılan dava nedeni ile usulden reddi yerine kabulü hatalıdır.” (EK-113 Y. 9. HD. 12.06.2017, 21929/10221 sayılı Kararı)

(YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ KARARLARI)

“… 2- Davalı vekilinin vekalet ücretine yönelik temyizine gelince; mahkemece dava zamansız açılmış olduğundan bahisle reddedilerek, davalı yararına maktu vekalet ücreti tayin ve takdir edilmiştir. Bilindiği üzere, hukuki yarar bir dava şartı niteliğinde olup, alacak davaları bakımından davacının dava açıldığı anda muaccel bir alacağının bulunmaması halinde davada hukuki yararın varlığından söz edilemez. Bu durumda, mahkemece bu ilkeye uygun şekilde davanın reddine karar verilerek davalı yararına Asgari Ücret Tarifesi’nin 7/2. maddesinde yazılı olduğu şekilde maktu vekalet ücreti tayin ve takdir edilmesinde yasaya bir aykırılık söz konusu değildir. Bu nedenle davalı vekilinin temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun yerel mahkeme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.” (EK-114 Y. 11. HD. 13.04.2012, 2011/7152 E. - 2012/6038 K.)

* * *

“… 2- Birleşen 2009/3 esas sayılı dosyada davacı Z.K. Gemisi Donatanı/İşleteni K. Denizcilik Nakliyat ve Tic. Ltd. Şti. vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde; dava, asıl davada talep edilen haksız işgalden kaynaklanan tazminatın sorumlusunun gönderen ve gönderilen şirketler olduğu iddiası ile açılan rücuen tazminat istemine ilişkin olup, mahkemece rücuen tazminat koşulları oluşmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, mahkemece davanın erken açılması nedeniyle ön şartı yokluğundan reddedildiğine göre, maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, nispi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru değilse de, yapılan bu yanlışlığın giderilmesi yargılamanın yeniden icrasını gerektirmediğinden, HUMK 438/7. maddesi uyarınca, davacı şirket vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile birleşen 2009/3 Esas sayılı davaya ilişkin kararın düzeltilerek onanması gerekmiştir.(EK-115 Y. 11. HD. 29.11.2016, 2015/14852 E. - 2016/9205 K.)

* * *

“… 2- Dava, sebepsiz zenginleşme iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın erken açıldığı, dava tarihi itibarıyla davacının bir zararının doğmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ve davalı yararına nisbi vekalet ücretine hükmedilmiştir. Mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, dava henüz muaccel olmayan bir alacak istemine ilişkin olup dava ön şartının gerçekleşmediği anlaşılmaktadır: Karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T.'nin 7/2 maddesi uyarınca, ''Davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur.'' Bu durumda, kendisini vekil ile temsil ettiren davalı lehine AAÜT 7/2 maddesine göre 1.500,00 TL maktu vekalet ücretine hükmetmek gerekirken, anılan husus nazara alınmaksızın nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmayıp, kararın bu nedenle bozulması gerekirse de, yapılan yanlışlığın düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden HUMK 438/7 maddesi uyarınca hükmün aşağıda yazılı olduğu şekilde düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.” (EK-116 Y. 11. HD. 24.04.2017, 2015/15132 E. - 2017/2380 K.)

(YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ KARARLARI)

“… Kabule göre de, henüz alacak muaccel olmadan dava açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği halde davalı yararına maktu vekâlet ücreti yerine, nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi de hatalı olmuştur.

Kararın bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.” (EK-117 Y. 15. HD. 09.04.2014, 2013/3196 E. - 2014/2493 K.)

* * *

“… 2- Davacı tarafça, sözleşme konusu işin eksiksiz olarak teslim edildiği halde davalının 75.520,00 TL iş bedelinin sadece 35.000,00 TL'sini ödediği, bakiye 40.520,00 TL'yi ödemediği iddia edilmiştir. Davalı taraf ise işin sözleşmeye uygun şekilde yapılmadığını savunmuştur. Mahkemece; davacı tarafından sözleşme konusu işin %76'lık kısmının yapıldığı, işin teslim aşamasına getirilmemiş olduğu, binanın iskanının henüz alınmadığı, kendi edimini yerine getirmeyen tarafın diğer taraftan edimini yerine getirmesini talep edemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Dava, alacağın muaccel olmaması nedeniyle reddedildiğine göre davalı yararına maktu yerine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi doğru olmamıştır. Kararın bu sebeple bozulması gerekirse de, düşülen bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, hükmün HMK'nın geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK'nın 438/VII. maddesi uyarınca düzeltilerek onanması uygun bulunmuştur.(EK-118 Y. 15. HD. 15.12.2014, 1557/7257 sayılı Kararı)

(YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ KARARLARI)

“… Somut olayda, davacı, iş sözlemesinin 01.06.2009 tarihinde davalı tarafından feshedildiğini beyanla 29.06.2009 tarihinde feshin geçersizliği talebi ile işe iade davası açmıştır. İşe iade davası devam ederken 29.12.2009 tarihinde işbu dava ile bir kısım işçilik alacaklarını davalı işverenden talep etmiştir. İşe iade davası açılmış olmakla davacı işçi tarafından fesin geçerliliği askıya alınmış olup, feshe bağlı alacaklar olan kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve yıllık izin ücreti alacaklarının talep edilebilme şartının dava tarihinde bu sebeple gerçekleşmediği ve bu alacaklar açısından "erken açılan dava" söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.

Yine mahkemece her davanın açıldığı tarihteki şartlara göre karara bağlanması gerektiği hususu gözetilmeksizin davacının ilave tediye, ikramiye ve yakacak yardımı alacaklarının iş sözleşmesinin 11.11.2010 tarihinde feshedildiği kabul edilerek hesaplanması hatalı olmuştur. Davacı işe iade kararı sonrası işe başlatılmamakla iş sözleşmesi feshedilmiş sayılacağına göre boşta geçen ve geçersiz sayılan fesih tarihini izleyen dört aylık süre içindeki ikramiye, ilave tediye ve yakacak yardımı alacaklarının hüküm altına alınması gerekir. Bu sebeple mahkemece davacının kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık ücretli izin alacaklarını talep etmesinde dava tarihi itibari ile hukuki yarar bulunmadığından reddine, ilave tediye, ikramiye ve yakacak yardımı alacakları hakkında ise yukarıdaki ilkeler doğrultusunda yeniden bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetli olmamıştır.” (EK-119 Y. 22. HD. 15.06.2015, 2014/12857 E. - 2015/20531 K.)

* * *

“… Somut olayda, davacı, iş sözlemesinin 19.12.2012 tarihinde davalı tarafından feshedildiğini beyanla 26.12.2012 tarihinde feshin geçersizliği talebi ile işe iade davası açmıştır. İşe iade davasının yanı sıra 26.12.2012 tarihinde işbu dava ile bir kısım feshe bağlı işçilik alacaklarını davalı işverenden talep etmiştir. İşe iade davası açılmış olmakla davacı işçi tarafından fesin geçerliliği askıya alınmış olup, feshe bağlı alacaklar olan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı alacaklarının talep edilebilme koşulunun dava tarihinde bu sebeple gerçekleşmediği ve bu alacaklar açısından "erken açılan dava" söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.

Bu sebeple mahkemece davacının kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı alacaklarını talep etmesinde dava tarihi itibari ile hukuki yarar bulunmadığından reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetli olmamıştır.” (EK-120 Y. 22. HD. 12.05.2016, 2015/8007 E. - 2016/14600 K.)

* * *

“… Somut olayda, davacı Kırıkkale İş Mahkemesi'nin 2009/613 esas sayılı dosyası ile, işe iade davasıyla birlikte bir kısım işçilik alacaklarının da davalıdan tahsili istemiştir. Anılan dosyanın yargılaması devam ederken işçilik alacakları ile ilgili talepleri ilgili dosyadan tefrik edilerek yukarıdaki esasa kaydedilmiştir. İşbu dava ile bir kısım işçilik alacaklarını davalı işverenden talep etmiştir. İşe iade davası açılmış olmakla davacı işçi tarafından feshin geçerliliği askıya alınmış olup, feshe bağlı alacaklar olan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti alacaklarının talep edilebilme koşulunun dava tarihinde bu sebeple gerçekleşmediği ve bu alacaklar açısından "erken açılan dava" söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.

Anılan sebeplerle, mahkemece, yıllık ücretli izin alacağı talebinin, dava tarihi itibari ile hukuki yarar yokluğundan reddedilmesi gerekirken, esasa girilerek reddedilmesi hatalı ise de, red sonucu itibariyle doğrudur. Kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı alacağı taleplerinin de, dava tarihi itibari ile hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle kabul edilmesi hatalı olmuştur.(EK-121 Y. 22. HD. 14.02.2017, 2015/14185 E. - 2017/2197 K.)

(YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ KARARLARI)

“… Mahkemece; davacının davalı kooperatif üyeliği devam ettiği, ihraç kararının kesinleşmesi ön koşulunun yerine gelmediği ve çıkma payının talep edilemeyeceği gerekçesiyle dava reddedildiğine göre, davalı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2. maddesi uyarınca Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı asliye mahkemelerinde takip edilen davalar için öngörülen maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, dava değeri üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiş ise de, anılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, hükmün HUMK’nın 438/7. maddesi uyarınca aşağıdaki şekilde düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.” (EK-122 Y. 23. HD. 13.05.2014, 388/3744 sayılı Kararı)

* * *

“… Öte yandan, dava, davacının alacağının, takip ve dava tarihinde henüz muaccel olmaması nedeniyle reddedildiğinden, davalı yararına maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, nispi vekalet ücretine hükmedilmesi ve HMK'nın 114/2 ve 115/2. maddeleri uyarınca dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, hüküm fıkrasında yapılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, hükmün HUMK’nın 438/7. maddesi uyarınca aşağıdaki şekilde düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.” (EK-123 Y. 23. HD. 18.11.2014, 6981/7334 sayılı Kararı)

* * *

“... Taraflar arasında 02.05.2012 tarihinde düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca işin, yapı ruhsat tarihinden itibaren 12 ay içinde tamamlanarak teslimi gereklidir. Dosya arasında yapı ruhsatı bulunmamakla birlikte, sözleşme tarihi olan 02.05.2012 tarihinden itibaren 12 aylık inşaat yapım süresi hesaplandığında bile, kural olarak, işin teslimi gereken tarih 02.05.2013'tür. İş bu dava ise, 11.03.2013 tarihinde, yapı ruhsatı alınmadan sözleşme tarihi esas alınarak hesaplansa bile işin teslimi gereken tarihten evvel imalatın devam ettiği süreç içinde açılmıştır. Dava tarihi itibariyle imalat süresi devam ettiğinden ve teslim de söz konusu olmadığından, eksik ve kusurlu imalattan sözedilemez. Mahkemece, erken açılan davanın reddi gerekirken, yazılı gerekçeyle reddi doğru olmamış ise de, sonucu itibariyle doğru olan kararın, HUMK'nın 438/son (HMK'nın m. 370/4) maddesi gereğince onanması gerekmiştir. Yine davanın dava şartı yokluğundan reddi halinde maktu vekalet ücreti hükmedilmesi gerekirken 4.700,00 TL nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmadığından kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiş ise de yapılan yanlışlığın giderilmesi, yeniden yargılamaya gereksinim göstermediğinden HUMK'nın 438/7. maddesi uyarınca hükmün, aşağıda yazılı olduğu şekilde düzeltilerek onanması gerekmiştir.” (EK-124 Y. 23. HD. 02.12.2014, 5948/7778 sayılı Kararı)

* * *

“… Dairemizin 02.12.2014 gün ve 2014/5948 Esas, 2014/7778 Karar sayılı ilamı ile; davanın işin teslimi gereken tarihten evvel imalatın devam ettiği süreç içinde açıldığı, imalat devam ettiğinden eksik ve kusurlu imalattan söz edilemeyeceği, mahkemece, erken açılan davanın reddi gerekirken, yazılı gerekçeyle reddinin doğru olmamasına rağmen sonucu itibariyle doğru olan kararın, HUMK'nın 438/son maddesi gereğince onanması gerektiği, ayrıca davanın dava şartı yokluğundan reddi halinde maktu vekalet ücreti hükmedilmesi gerektiği gerekçeleriyle hükmün vekalet ücreti yönünden düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.

Bu kez, davacı vekili ile davalı şirket vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Yargıtay ilamında belirtilen gerektirici sebeplere göre, HUMK'nın 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme isteminin reddi gerekmiştir.(EK-124.1 Y. 23. HD. 10.12.2015, 3099/8028 sayılı Kararı)

* * *

 “… 3- Kabule göre de, çıkma payı alacağının muaccel olmadığından dava şartı yokluğundan davanın reddedildiğine göre, davalı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2. maddesi uyarınca Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı asliye mahkemelerinde takip edilen davalar için öngörülen maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, dava değeri üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamıştır.” (EK-125 Y. 23. HD. 10.12.2014, 5957/8004 sayılı Kararı)

* * *

“… Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller ve tüm dosya içeriğine göre; taraflar arasında imzalanan protokol uyarınca davacının alınacak güneş enerjisi lisansı karşılığında davalı şirkete 110.000,00 Auro ödemede bulunduğu, ancak Enerji Piyayası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından lisans başvurularının 10-14 Haziran 2013 tarihleri arasında kabul edilmeye başlandığı, bu tarihten önce lisans başvurusunda bulunulmasının mümkün olmadığı, takip ve dava tarihi itibari ile davacının ödediği bedeli geri istemek için alacağın henüz muaccel olmadığı, davacının sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde başvuru hakkının bulunduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Mahkemece davanın red gerekçesi dikkate alındığında davacı yararına maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, nipsi vekalet ücretine hükmedilmesinde isabet görülmemiş ise de, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediği için HUMK'nın 438/VII. maddesi uyarınca hükmün düzeltilerek onanması gerekmiştir.” (EK-126 Y. 23. HD. 05.02.2015, 2014/7205 E. - 2015/603 K.)

* * *

“… 3- Kabule göre de, çıkma payı alacağının muaccel olmadığı gerekçesi ile dava şartı yokluğundan dava reddedildiğine göre, davalı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2. maddesi uyarınca Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı asliye mahkemelerinde takip edilen davalar için öngörülen maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, dava değeri üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamıştır.” (EK-127 Y. 23. HD. 13.04.2015, 2014/5805 E. - 2015/2541 K.)

* * *

“… Mahkemece, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamından, sözleşmede belirlenen süreye, inşaatın yapıldığı parselin önündeki fiili yol düzenlemesi nedeniyle inşaatın durdurulma süresi eklendiğinde, teslimi gereken sürenin dava tarihi itibariyle dolmadığı, projeye aykırılıkların ek süreye gerek kalmadan giderilebileceği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, mahkemece davanın reddi isabetli ise de verilen karar, hukuki niteliği itibariyle usul yönünden red kararıdır. Zira, mevcut davanın dinlenebilmesi için gerekli olan hukuki yarar bulunmamaktadır. Bu durumda, 6100 sayılı HMK'nın 115/2. maddesi uyarınca dava şartı yokluğundan usulden red kararı verilmesi yerine esastan red kararı verilmesi doğru olmadığı gibi, kabule göre de, davalı yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 7/2 maddesi uyarınca vekalet ücreti takdiri gerekirken doğrudan nisbi vekalet ücreti verilmesi hatalı olmuştur.(EK-128 Y. 23. HD. 29.09.2015, 2014/10497 E. - 2015/6090 K.)

* * *

“… Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacıya yapılacak ödemelerin 03.05.2009 tarihli genel kurul kararı ile muacceliyet tarihinin 06.04.2012 tarihine ötelendiği, Ankara 8. İcra Müdürlüğü'nün 2010/12001 Esas sayılı dosyası ile başlatılan 29.09.2010 takibin tarihi itibari ile davalı kooperatiften muaccel hale gelmiş herhangi bir alacağının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dava, çıkma payı alacağının tahsiline ilişkindir. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 17/1. ve anasözleşmenin 15/1. maddesi gereğince, ayrıldığı yıl sonu bilançosuna göre hesaplanacak olan masraf hissesi düşüldükten sonra bakiyesinin iadesini talep hakkını haiz olup, ayrıldığı yıl sonu bilançosunun genel kurulca kabulü suretiyle kesinleşmesinden itibaren bir ayın sonunda bu alacak temerrüt ihtarına gerek kalmaksızın muaccel olur ve talep edilebilir. Aynı Kanun'un 17/2. maddesi uyarınca kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşüreceği gerekçesiyle ödemelerin 3 yıl geçmemek üzere belli bir süre ile geciktirilmesine ilişkin alınan kararın, anılan aynı genel kurulda alınması ve mahkemece, ödemenin kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşürecek nitelikte olduğunun bilirkişi raporu ile yargılama sırasında saptanması halinde, erteleme kararındaki süre geçmeden önce açılan dava, ödemeleri geciktirme süresinden önce (erken) açıldığı gerekçesiyle reddedilmelidir. Mahkemece kooperatif genel kurulunda alınan erteleme kararının mevzuat hükümlerine uygun olduğu gerekçesiyle erken davanın reddine karar verilmiş ise de; bilirkişi raporu hüküm kurmaya elverişli değildir. Bu durumda mahkemece, kooperatif kayıt ve belgeleri üzerinde inceleme yapılarak, kaç ortağın istifa ettiği, toplanan aidat, istifa eden üyelere yapılacak geri ödeme nazara alındığında kooperatifin mevcudiyetinin tehlikeye düşüp düşmediği hususlarında net tesbitler içeren denetime açık yeni bir bilirkişi raporu aldırılıp erteleme kararının usulüne uygun olup olmadığının tespit edilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

2- Kabule göre de, davanın dava şartı yokluğundan reddedildiği dikkate alınarak karar tarihi itibari ile maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, nispi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir.” (EK-129 Y. 23. HD. 23.01.2017, 2015/6431 E. - 2017/108 K.)

* * *

“… 2) Dairemizin bozma ilamında özetle erken açılan davanın reddi gerektiği belirtilmiş, mahkemece de bozmaya uyularak erken açılan davanın reddine karar verilmiştir.

Ancak, davanın belirtilen sebeple yani dava şartı yokluğundan reddi halinde, davalı taraf lehine maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.” (EK-130 Y. 23. HD. 04.05.2017, 2015/2785 E. - 2017/1326 K.)

SONUÇ          : Yukarıda ayrıntılı olarak izah edildiği üzere ve doktrindeki görüşlerden hareketle koşul (şart) ve vade, ifanın tamamlayıcı unsurlarındandır. Genel anlamı ile “ifa zamanı” ifanın tamamlayıcı unsurudur. Borç ilişkisinde hukuka aykırılık veya borca aykırılık, kural olarak ifa zamanı geldiğinde tartışılacaktır. Başka bir ifadeyle, taraflar arasındaki edimin içeriğinin tespiti ise ifa zamanı geldiğinde yani ifanın tüm unsurları tamamlandığında ele alınacaktır. Bu yüzden, kanımızca, kural olarak (borcun ifasının imkânsızlaştığının vadeden önce belli olması veya borçlunun borcu vadeden önce ödemeyeceğinin belli olması durumları hariç olmak üzere) ifa zamanı gelmemiş bir alacak için alacaklının ifayı talep yetkisi bulunmadığından, buradan hareketle alacaklının dava açmasında hukukî yararı olamayacağından ve ifanın tüm unsurları tamamlanmadan açılan dava hakkında verilecek kararın davanın esası hakkında (nihai uyuşmazlık hakkında) hüküm kurmaya elverişli olamayacağından dolayı ifa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış bir davada mahkeme tarafından davanın USULDEN REDDİ yönünde hüküm kurularak davalı yararına MAKTU VEKALET ÜCRETİ tayin edilmesi kanaatinde olduğumuzu tekrar belirterek her türlü takdir hakkı sayın Yargıtay Birinci Başkanlığı’na ait olmak üzere TALEP KONUMUZA AİT YARGITAY HUKUK GENEL KURULU VE YARGITAY HUKUK DAİRELERİ’NCE VERİLMİŞ OLAN İÇTİHATLAR ARASINDAKİ FARKLILIKLAR NEDENİ İLE İÇTİHATLARIN BİRLEŞTİRİLMESİNİ saygı ile dilerim. 14.05.2018

Talep Eden
Av. Fatih KARAMERCAN

EKİ         : Başvuru dilekçesinin CD olarak Word formatında sunumu ve içtihatları kronolojik ve sonuç olarak sınıflandırılan tablo.

1-) YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 10, 11.

2-) KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip; HATEMİ, Hüseyin; SEROZAN, Rona; ARPACI, Abdülkadir, Borçlar Hukuku Genel Bölüm Üçüncü Cilt, Gözden Geçirilmiş 7. Bası, İstanbul, 2016, s. 61.

3-) GÜMÜŞ, Mustafa Alper, Muacceliyetin Ertelenmesi, Legal Hukuk Dergisi, C: 11, S: 126, Y: 2013, s. 20.

4-) NART, Serdar, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Özel Hükümler, Ankara, 2014, s. 86.

5-) YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 17, 18.

6-) TERCIER, Pierre; PICHONNAZ, Pascal; DEVELİOĞLU, H. Murat, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2016, s. 333.

7-) ANTALYA, O. Gökhan, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: III, İstanbul, 2017, s. 412.

8-) NOMER, Hâluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş 15. Baskı, 2017, s. 324.

 9-) PULAŞLI, Hasan, Şarta Bağlı İşlemler ve Hukukî Sonuçları, Ankara, 1989, s. 70.

10-) OĞUZMAN, M. Kemal; ÖZ, M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - 6098 Sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenip, Genişletilmiş 9. Bası, C:2, İstanbul, 2012, s. 479.

11-) KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip; HATEMİ, Hüseyin; SEROZAN, Rona; ARPACI, Abdülkadir, Borçlar Hukuku Genel Bölüm Üçüncü Cilt, Gözden Geçirilmiş 7. Bası, İstanbul, 2016, s. 61.

12-) AKINTÜRK, Turgut; ATEŞ KARAMAN, Derya, Borçlar Hukuku - 6098 Sayılı Yeni Borçlar Kanunu İle Karşılaştırmalı ve Yeni Yasal Düzenlemelere Uyarlanmış 18. Baskı, İstanbul, 2012, s. 115.

13-) EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara, 2017, s. 974.

14-) KILIÇOĞLU, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Yeni Borçlar Kanunu’na Göre Hazırlanmış, Genişletilmiş 15. Bası, Ankara, 2012, s. 535.

15-) VARDAR HAMAMCIOĞLU, Gülşah, Medenî Hukuk’ta Tasarruf İşlemi Kavramı, İstanbul, 2014, s. 134.

16-) YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 54.

17-) TERCIER, Pierre; PICHONNAZ, Pascal; DEVELİOĞLU, H. Murat, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2016, s. 333.

18-) ANTALYA, O. Gökhan, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: III, İstanbul, 2017, s. 44, 46

19-) NOMER, Hâluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş 15. Baskı, 2017, s. 462.

20-) YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 47, 48.

21-) YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 148.

22-) PULAŞLI, Hasan, Şarta Bağlı İşlemler ve Hukukî Sonuçları, Ankara, 1989, s. 8.

23-) SİRMEN, A. Lâle, Türk Özel Hukukunda Şart, Ankara, 1992, s. 30.

24-) OĞUZMAN, M. Kemal; ÖZ, M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - 6098 Sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenip, Genişletilmiş 9. Bası, C:2, İstanbul, 2012, s. 478.

25-) AKINTÜRK, Turgut; ATEŞ KARAMAN, Derya, Borçlar Hukuku - 6098 Sayılı Yeni Borçlar Kanunu İle Karşılaştırmalı ve Yeni Yasal Düzenlemelere Uyarlanmış 18. Baskı, İstanbul, 2012, s. 153.

26-) EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara, 2017, s. 1189.

27-) KILIÇOĞLU, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Yeni Borçlar Kanunu’na Göre Hazırlanmış, Genişletilmiş 15. Bası, Ankara, 2012, s. 739.

28-) VARDAR HAMAMCIOĞLU, Gülşah, Medenî Hukuk’ta Tasarruf İşlemi Kavramı, İstanbul, 2014, s. 118.

29-) YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 148.

30-) TERCIER, Pierre; PICHONNAZ, Pascal; DEVELİOĞLU, H. Murat, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2016, s. 284.

31-) NOMER, Hâluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş 15. Baskı, 2017, s. 461.

32-) PULAŞLI, Hasan, Şarta Bağlı İşlemler ve Hukukî Sonuçları, Ankara, 1989, s. 70.

33-) OĞUZMAN, M. Kemal; ÖZ, M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - 6098 Sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenip, Genişletilmiş 9. Bası, C:2, İstanbul, 2012, s. 480.

34-) EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara, 2017, s. 1193.

35-) KILIÇOĞLU, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Yeni Borçlar Kanunu’na Göre Hazırlanmış, Genişletilmiş 15. Bası, Ankara, 2012, s. 739.

36-) VARDAR HAMAMCIOĞLU, Gülşah, Medenî Hukuk’ta Tasarruf İşlemi Kavramı, İstanbul, 2014, s. 134.

37-) YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 149.

38-) TERCIER, Pierre; PICHONNAZ, Pascal; DEVELİOĞLU, H. Murat, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2016, s. 284.

39-) NOMER, Hâluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş 15. Baskı, 2017, s. 462.

40-) PULAŞLI, Hasan, Şarta Bağlı İşlemler ve Hukukî Sonuçları, Ankara, 1989, s. 70, 71.

41-) OĞUZMAN, M. Kemal; ÖZ, M. Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - 6098 Sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenip, Genişletilmiş 9. Bası, C:2, İstanbul, 2012, s. 480.

42-) VARDAR HAMAMCIOĞLU, Gülşah, Medenî Hukuk’ta Tasarruf İşlemi Kavramı, İstanbul, 2014, s. 134.

43-) YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 149, 150.

44-) AKINTÜRK, Turgut; ATEŞ KARAMAN, Derya, Borçlar Hukuku - 6098 Sayılı Yeni Borçlar Kanunu İle Karşılaştırmalı ve Yeni Yasal Düzenlemelere Uyarlanmış 18. Baskı, İstanbul, 2012, s. 115.

45-) ANTALYA, O. Gökhan, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C: III, İstanbul, 2017, s. 45.

46-) NART, Serdar, Borçlar Hukuku Genel Hükümler - Özel Hükümler, Ankara, 2014, s. 87.

47-) YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 19, 20.

48-) KOCAYUSUFPAŞAOĞLU, Necip; HATEMİ, Hüseyin; SEROZAN, Rona; ARPACI, Abdülkadir, Borçlar Hukuku Genel Bölüm Üçüncü Cilt, Gözden Geçirilmiş 7. Bası, İstanbul, 2016, s. 61, 62.

49-) ÇUKADAR, Neslihan, Borç İlişkilerinde Def’i Hakkı ve İtirazlar, Ankara, 2014, s. 89.

50-) YÜCE, Melek Bilgin, Alacaklı ve Borçlu Açısından İfa Zamanı, İstanbul, 2015, s. 29, 30.

51-) ÜSTÜNDAĞ, Saim, Medeni Yargılama Hukuku, 7. Bası, İstanbul, 2000, s. 284.

52-) KURU, Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü; C: II, İstanbul, 2001, s. 1367.

53-) ALANGOYA, H. Yavuz; YILDIRIM, M. Kâmil; DEREN-YILDIRIM, Nevhis, Medenî Usul Hukuku Esasları, Tıpkı 8. Baskı, İstanbul, 2011, s. 194, 195.

54-) KURU, Baki; ARSLAN, Ramazan; YILMAZ, Ejder, Medenî Usul Hukuku, 6100 Sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara, 2011, s. 262.

55-) PEKCANITEZ, Hakan; ATALAY, Oğuz; ÖZEKES, Muhammet, Medenî Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara, 2013, s. 426.

56-) POSTACIOĞLU, İlhan E.; ALTAY, Sümer, Medenî Usûl Hukuku Dersleri, İstanbul, 2015, s. 225.

57-) KURU, Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, İstanbul, 2016, s. 197.

58-) PEKCANITEZ, Hakan, Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku, 15. Bası, İstanbul, 2017, s. 1187.

59-) ARSLAN, Ramazan; YILMAZ, Ejder; TAŞPINAR AYVAZ, Sema, Medenî Usul Hukuku, 3. Baskı, Ankara, 2017, s. 286.

60-) GÖRGÜN, L. Şanal; BÖRÜ, Levent; TORAMAN, Barış; KODAKOĞLU, Mehmet, Medenî Usûl Hukuku, 6. Baskı, Ankara, 2017, s. 269.

61-) HANAĞASI, Emel, Davada Menfaat, Ankara, 2009, s. 240.

62-) SİRMEN, A. Lâle, Türk Özel Hukukunda Şart, Ankara, 1992, s. 15, 16.

63-) NOMER, Hâluk N., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş, Genişletilmiş 15. Baskı, 2017, s. 57.

64-) GÜNDOĞDU, Fatih, Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkânsızlığı ve Hukuki Sonuçları, İstanbul, 2014, s. 211.

65-) GÜNDOĞDU, Fatih, Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkânsızlığı ve Hukuki Sonuçları, İstanbul, 2014, s. 211 dn. 230.

66-) GÜNDOĞDU, Fatih, Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkânsızlığı ve Hukuki Sonuçları, İstanbul, 2014, s. 78.

67-) KURT, L. Müjde, Borçlunun Sorumlu Olmadığı Sonraki İmkânsızlık, Ankara, 2016, s. 80.

68-) Y. HGK. 13.11.2013, 19-220/1573 sayılı Kararı.

68.1) Y. HGK. 30.04.2014, 19-512/561 sayılı Kararı.

69-) Y. HGK. 13.11.2013, 19-331/1562 sayılı Kararı.

69.1-) Y. HGK. 30.04.2014, 19-239/568 sayılı Kararı.

70-) Y. HGK. 13.11.2013, 19-332/1563 sayılı Kararı.

70.1-) Y. HGK. 30.04.2014, 19-337/569 sayılı Kararı.

71-) Y. HGK. 30.04.2014, 19-227/565 sayılı Kararı.

71.1-) Y. HGK. 05.11.2014, 19-1578/853 sayılı Kararı.

72-) Y. HGK. 30.04.2014, 19-262/566 sayılı Kararı.

72.1-) Y. HGK. 05.11.2014, 19-1531/852 sayılı Kararı.

73-) Y. HGK. 30.04.2014, 19-595/567 sayılı Kararı.

74-) Y. HGK. 30.04.2014, 19-1375/563 sayılı Kararı

74.1-) Y. HGK. 05.11.2014, 19-1610/854 sayılı Kararı.

75-) Y. HGK. 30.04.2014, 2013/19-1437 E. - 2014/564 K.

75.1-) Y. HGK. 05.11.2014, 19-1616/855 sayılı Kararı.

76-) Y. HGK. 30.04.2014, 2013/19-1609 E. - 2014/562 K.

76.1-) Y. HGK. 18.02.2015, 2014/19-1576 E. - 2015/828 K.

77-) Y. HGK. 05.11.2014, 2014/19-763 E. - 2014/856 K.

78-) Y. HGK. 05.11.2014, 2014/19-952 E. - 2014/857 K.

79-) 13.03.2015, 2014/19-1158 E. - 2015/1026 K.

80-) Y. HGK. 13.03.2015, 2014/19-1267 E. - 2015/1027 K.

81-) Y. HGK. 16.09.2015, 2014/19-93 E. - 2015/1777 K.

82-) Y. HGK. 16.09.2015, 19-172/1778 sayılı Kararı.

83-) Y. HGK. 29.11.2017, 19-1305/1469 sayılı Kararı.

84-) Y. 19. HD. 26.03.2014, 2601/5830 sayılı Kararı.

85-) Y. 19. HD. 14.04.2014, 2013/9398 E. - 2014/7175 K.

86-) Y. 19. HD. 14.04.2014, 2013/9399 E. - 2014/7176 K.

87-) Y. 19. HD. 27.05.2015, 2014/10405 E. - 2015/7777 K.

88-) Y. 19. HD. 02.07.2015, 5477/9757 sayılı Kararı.

89-) Y. 19. HD. 28.09.2015, 7136/11412 sayılı Kararı.

90-) Y. 19. HD. 19.09.2016, 2991/12498 sayılı Kararı.

91-) Y. 19. HD. 09.11.2016, 4203/14485 sayılı Kararı.

92-) Y. 19. HD. 08.03.2017, 2016/4989 E. - 2017/1889 K.

93-) Y. HGK. 25.05.2011, 11-186/352 sayılı Kararı.

94-) Y. HGK. 12.02.2014, 2013/14-385 E. - 2014/100 K.

95-) Y. 4. HD. 26.03.2014, 2013/18492 E. - 2014/5135 K.

96-) Y. 8. HD. 05.12.2016, 2015/8220 E. - 2016/16469 K.

97-) Y. 8 . HD. 13.11.2014, 3304/20720 sayılı Kararı.

98-) Y. 8. HD. 24.03.2015, 1730/6658 sayılı Kararı.

99-) Y. 8. HD. 17.12.2015, 2014/15405 E. - 2015/22723 K.

100-) Y. 8. HD. 24.01.2017, 2015/9786 E. - 2017/676 K.

101-) Y. 8. HD. 21.02.2017, 2015/11794 E. - 2017/2293 K.

102-) Y. 9. HD. 03.04.2014, 2012/6631 E. - 2014/11355 K.

103-) Y. 9. HD. 24.02.2015, 2013/12200 E. - 2015/7904 K.

104-) Y. 9. HD. 07.04.2015, 2014/1248 E. - 2015/13464 K.

105-) Y. 9. HD. 07.04.2015, 2014/1288 E. - 2015/13467 K.

106-) Y. 9. HD. 29.04.2015, 9637/15694 sayılı Kararı.

107-) Y. 9. HD. 12.05.2015, 2014/4143 E. - 2015/17462 K.

108-) Y. 9. HD. 16.11.2015, 2014/19368 E. - 2015/32300 K.

109-) Y. 9. HD. 01.03.2016, 2014/28404 E. - 2016/4394 K.

110-) Y. 9. HD. 15.03.2016, 2014/30288 E. - 2016/6176 K.

111-) Y. 9. HD. 18.10.2016, 2015/4824 E. - 2016/18167 K.

112-) Y. 9. HD. 16.02.2017, 2015/7563 E. - 2017/1975 K.

113-) Y. 9. HD. 12.06.2017, 21929/10221 sayılı Kararı.

114-) Y. 11. HD. 13.04.2012, 2011/7152 E. - 2012/6038 K.

115-) Y. 11. HD. 29.11.2016, 2015/14852 E. - 2016/9205 K.

116-) Y. 11. HD. 24.04.2017, 2015/15132 E. - 2017/2380 K.

117-) Y. 15. HD. 09.04.2014, 2013/3196 E. - 2014/2493 K.

118-) Y. 15. HD. 15.12.2014, 1557/7257 sayılı Kararı.

119-) Y. 22. HD. 15.06.2015, 2014/12857 E. - 2015/20531 K.

120-) Y. 22. HD. 12.05.2016, 2015/8007 E. - 2016/14600 K.

121-) Y. 22. HD. 14.02.2017, 2015/14185 E. - 2017/2197 K.

122-) Y. 23. HD. 13.05.2014, 388/3744 sayılı Kararı.

123-) Y. 23. HD. 18.11.2014, 6981/7334 sayılı Kararı.

124-) Y. 23. HD. 02.12.2014, 5948/7778 sayılı Kararı.

124.1-) Y. 23. HD. 10.12.2015, 3099/8028 sayılı Kararı.

125-) Y. 23. HD. 10.12.2014, 5957/8004 sayılı Kararı.

126-) Y. 23. HD. 05.02.2015, 2014/7205 E. - 2015/603 K.

127-) Y. 23. HD. 13.04.2015, 2014/5805 E. - 2015/2541 K.

128-) Y. 23. HD. 29.09.2015, 2014/10497 E. - 2015/6090 K.

129-) Y. 23. HD. 23.01.2017, 2015/6431 E. - 2017/108 K.

130-) Y. 23. HD. 04.05.2017, 2015/2785 E. - 2017/1326 K.

 

Yargıtay Başkanlığından:

YARGITAY İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME
BÜYÜK GENEL KURULU KARARI

ESAS NO          : 2019/5
KARAR NO       : 2022/1
KARAR TARİHİ : 18.02.2022

ÖZET : İfa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış davada, mahkemece ifa zamanının henüz gelmediği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekmektedir.

I. GİRİŞ

A. İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURU

14.05.2018 tarihli dilekçe ile; henüz ifa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılan davalar hakkında mahkeme tarafından ne şekilde ve nasıl hüküm kurulması gerektiği, buradan varılacak sonuca göre yargılama giderleri kapsamında olan avukatlık ücretinin (vekâlet ücretinin) tayininde nispi vekâlet ücretine mi yoksa tarifeye göre maktu vekâlet ücretine mi hükmedileceği konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ile Yargıtay Hukuk Daireleri arasında görüş ve uygulama farklılığı bulunduğu, dava şartı ve vadenin ifanın tamamlayıcı unsuru olduğu, borç ilişkisinde hukuka aykırılık veya borca aykırılığın kural olarak ifa zamanı geldiğinde tartışılabileceği, bu nedenle borcun ifasının imkânsız hâle geldiğinin vadeden önce belli olması veya borçlunun vadeden önce borcu ödemeyeceğinin anlaşıldığı durumlar hariç olmak üzere, ifa zamanı gelmemiş bir alacak için alacaklının ifayı talep etme hakkı bulunmadığı, buradan hareketle dava açmakta hukukî yararın olmadığı, ifanın tüm unsurları tamamlanmadan açılan davanın usulden reddiyle birlikte davalı lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği belirtilerek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki içtihat ve uygulama farklılığı nedeniyle içtihatların birleştirilmesine karar verilmesi talep edilmiştir.

B. YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 26.09.2019 tarihli ve 288 sayılı kararı ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay Hukuk Daireleri arasında, “Henüz ifa zamanı (vadesi) gelmemiş (müeccel) bir alacak için açılmış bir davada, mahkeme tarafından ne şekilde ve nasıl hüküm kurulacağı ve verilecek kararın niteliğine göre yargılama giderlerinden olan avukatlık (vekâlet) ücretinin tayininde davalı yararına maktu mu yoksa nispi mi vekâlet ücreti verileceği" konusunda görüş aykırılıkları ve farklı uygulamaların olduğu sonucuna varıldığından raportör üye görevlendirilmiş ve aykırılığına İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca giderilmesine oy birliğiyle karar verilmiştir.

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 01.02.2022 tarihli ve 26 sayılı kararı ile İçtihadı Birleştirme Kararının konusu “İfa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış davada mahkemece ifa zamanının henüz gelmediği gerekçesiyle usulden mi yoksa esastan mı ret kararı verilmesi gerektiği" şeklinde oy birliğiyle düzeltilmiştir.

C. GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLAR

1- İfa zamanı gelmemiş bir alacak için açılmış davada esastan ret kararı verilmesi ve dolayısıyla yargılama giderlerinden olan vekâlet ücretinin tayininde davalı yararına nispi vekâlet ücreti verilmesi gerektiği yönündeki kararlar:

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları; 13.11.2013 tarihli ve 2013/19-220 E., 2013/1573 K.; 13.11.2013 tarihli ve 2013/19-331 E., 2013/1562 K.; 13.11.2013 tarihli ve 2013/19-332 E., 2013/1563 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2014/19-227 E., 2014/565 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2014/19-262 E., 2014/566 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2014/19-595 E., 2014/567 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2013/19-1375 E., 2014/563 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2013/19-1437 E., 2014/564 K.; 30.04.2014 tarihli ve 2013/19-1609 E., 2014/562 K.; 05.11.2014 tarihli ve 2014/19-763 E., 2014/856 K.; 05.11.2014 tarihli ve 2014/19-952 E., 2014/857 K.; 13.03.2015 tarihli ve 2014/19-1158 E., 2015/1026 K.; 13.03.2015 tarihli ve 2014/19-1267 E., 2015/1027 K.; 16.09.2015 tarihli ve 2014/19-93 E., 2015/1777 K.; 16.09.2015 tarihli ve 2015/19-172 E., 2015/1778 K.; 29.11.2017 tarihli ve 2017/19-1305 E., 2017/1469 K.

Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesi Kararlan; 26.03.2014 tarihli ve 2014/2601 E., 2014/5830 K.; 14.04.2014 tarihli ve 2013/9398 E., 2014/7175 K.; 14.04.2014 tarihli ve 2013/9399 E., 2014/7176 K.; 27.05.2015 tarihli ve 2014/10405 E, 2015/7777 K.; 02.07.2015 tarihli ve 2015/5477 E., 2015/9757 K.; 28.09.2015 tarihli ve 2015/7136 E., 2015/11412 K.; 19.09.2016 tarihli ve 2016/2991 E., 2016/12498 K.; 09.11.2016 tarihli ve 2016/4203 E., 2016/14485 K.; 08.03.2017 tarihli ve 2016/4989 E., 2017/1889 K.

2- İfa zamanı gelmemiş bir alacak için açılmış davada mahkemece usulden ret kararı verilmesi ve dolayısıyla hükmedilecek vekâlet ücretinin maktu olması gerektiği yönündeki kararlar:

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları; 25.05.2011 tarihli ve 2011/11-186 E., 2011/352 K.; 12.02.2014 tarihli ve 2013/14-385 E., 2014/100 K.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Kararları; 26.03.2014 tarihli ve 2013/18492 E., 2014/5135 K.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi Kararları; 13.11.2014 tarihli ve 2014/3304 E., 2014/20720 K.; 24.03.2015 tarihli ve 2015/1730 E„ 2015/6658 K.; 17.12.2015 tarihli ve 2014/15405 E., 2015/22723 K.; 24.01.2017 tarihli ve 2015/9786 E., 2017/676 K.; 21.02.2017 tarihli ve 2015/11794 E, 2017/2293 K.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Kararları; 03.04.2014 tarihli 2012/6631 E., 2014/11355 K.; 24.02.2015 tarihli 2013/12200 E., 2015/7904 K, 07.04.2015 tarihli 2014/1248 E, 2015/13464 K.; 07.04.2015 tarihli ve 2014/1288 E., 2015/13467 K.; 29.04.2015 tarihli ve 2015/9637 E., 2015/15694 K.; 12.05.2015 tarihli ve 2014/4143 E., 2015/17462 K.; 16.11.2015 tarihli ve 2014/19368 E., 2015/32300 K.; 01.03.2016 tarihli ve 2014/28404 E., 2016/4394 K.; 15.03.2016 tarihli ve 2014/30288 E., 2016/6176 K., 18.10.2016 tarihli ve 2015/4824 E., 2016/18167 K.; 16.02.2017 tarihli ve 2015/7563 E, 2017/1975 K.; 12.06.2017 tarihli ve 2017/21929 E., 2017/10221 K.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Kararları; 13.04.2012 tarihli ve 2011/7152 E., 2012/6038 K.; 29.11.2016 tarihli ve 2015/14852 E., 2016/9205 K.; 24.04.2017 tarihli ve 2015/15132 E., 2017/2380 K.

Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesi Kararları; 09.04.2014 tarihli ve 2013/3196 E., 2014/2493 K.; 15.12.2014 tarihli ve 2014/1557 E., 2014/7257 K.

Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi Kararları; 15.06.2015 tarihli ve 2014/12857 E., 2015/20531 K.; 12.05.2016 tarihli ve 2015/8007 E., 2016/14600 K.; 14.02.2017 tarihli ve 2015/14185 E., 2017/2197 K.

Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesi Kararları; 05.02.2015 tarihli ve 2014/7205 E., 2015/603 K.; 13.04.2015 tarihli ve 2014/5805 E., 2015/2541 K.; 29.09.2015 tarihli ve 2014/10497 E, 2015/6090 K.; 23.01.2017 tarihli ve 2015/6431 E., 2017/108 K.; 04.05.2017 tarihli ve 2015/2785 E., 2017/1326 K.; 10.12.2014 tarihli ve 2014/5957 E., 2014/8004 K.; 10.12.2015 tarihli ve 2015/3099 E, 2015/8028 K.; 02.12.2014 tarihli ve 2014/5948 E., 2014//7778 K.; 13.05.2014 tarihli ve 2014/388 E., 2014/3744 K.; 18.11.2014 tarihli ve 2014/6981 E., 2014/7334 K.

D. İÇTİHADIN BİRLEŞTİRİLMESİ TALEBİYLE İLGİLİ HUKUK GENEL KURULU VE İLGİLİ YARGITAY DAİRELERİNİN GÖRÜŞ ÖZETLERİ

İçtihatların birleştirilmesi talebinin ön değerlendirmesi safihasında kararlan arasında içtihat aykrılığı bulunan Hukuk Genel Kurulu ile Özel Dairelerin görüşlerine başvurulmuştur.

1. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

İfa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılan davada mahkemece ne şekilde ve nasıl hüküm kurulacağı, buradan varılacak sonuca göre yargılama giderlerinden vekâlet ücretinin davalı yararına maktu mu yoksa nispi mi tayin edileceği konusunda daireler arasında farklı içtihatların olduğu belirtilerek talep edilen içtihadı birleştirmeye ilişkin olarak yapılan değerlendirmede; konu ile ilgili Yargıtay Hukuk Dairelerinin ve Hukuk Genel Kurulunun pek çok kararı bulunmakla birlikte, bu kararlarda genel olarak davanın zamansız açılmış olması hâlinde dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usulden reddine ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin (A.A.Ü.T.) 7/2. maddesinde yazılı olduğu şekilde maktu vekâlet ücretine karar verilmesi gerektiği, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin yerleşik uygulamasının da bu yönde olduğu, talepte birbirinden farklı olduğu iddia edilen içtihatlar sunulmuş ise de esasen bu kararların değişik konularda verilen, dava sebebi ve somut olayların özelliklerine göre farklı kararlar olduğu, içtihatların birleştirilmesine gerek bulunmadığı bildirilmiştir.

2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Vadesi gelmemiş alacak için açılan davanın reddi hâlinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114/1-h, 115/1,2. ve A.A.Ü.T. nin 7/2. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; hukukî yarar dava şartı olduğundan, davanın hukukî yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilmesi durumunda davalı taraf lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği bildirilmiştir.

3. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1. maddesinde hukukî yararın dava şartı olarak düzenlendiği, 115/2. maddesinde dava şartı eksikliğinin tespiti hâlinde davanın usulden reddine karar verileceğinin öngörüldüğü, bu düzenlemeler kapsamında örneğin; feshe bağlı kıdem, ihbar tazminatının tahsili istemlerinde davanın açıldığı tarihte fesih olayı gerçekleşmemiş ise açılan dava erken dava olarak nitelendirilip davanın usulden reddine karar verildiğinden A.A.Ü.T. nin 7/2. maddesi uyarınca davalı taraf lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği bildirilmiştir.

4. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Henüz muaccel olmamış alacak için açılan davada nasıl hüküm kurulacağı, vekâlet ücretinin nasıl takdir edileceği hususunda Özel Dairenin görüşünün ve istikrarlı uygulamasının, HMK’nın 114/1-h ve 115/2. maddeleri gereğince dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine ve kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına maktu vekâlet ücretine karar verilmesi şeklinde olduğu bildirilmiştir.

5. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h ve 115/2. maddeleri uyarınca, vadesi henüz gelmemiş bir alacağın tahsili için dava açılması hâlinde, alacaklının bir hukukî yararının bulunmadığı kabul edilerek dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmesi ve bir vekil ile temsil edildiği takdirde davalı yararına A.A.Ü.T, nin 7/2. maddesi gereğince maktu vekâlet ücretine hükmolunması gerektiği bildirilmiştir.

6. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Müeccel (muaccel olmayan veya henüz vadesi gelmemiş) alacağın, taraflarca kararlaştırılan ödeme günü gelmemiş veya henüz taraflarca ödeme günü kararlaştırılmamış veya doğumu yada talep edilebilmesi için kararlaştırılan şartın gerçekleşmemiş olması durumlarında söz konusu olabileceği gibi, Özel Dairenin görev alanına giren bayilik sözleşmelerinde sürenin Rekabet Kurulu tarafından kısaltılması nedeniyle, kısaltılan süreye ilişkin önceden verilen bedelin iadesi istenildiğinde de söz konusu olabileceği, bu nedenle kısaltılan süreye ilişkin önceden ödenen bedelden doğan sebepsiz zenginleşme tazminatının tahsili için açılan davaların henüz sözleşmenin usulüne uygun feshedilmediği gerekçesiyle reddine ilişkin kararların esastan ret niteliğinde olduğu ve dolayısıyla ücreti vekâletin nispi olarak belirlenmesi gerektiğinin benimsendiği, keza bir alacağın doğumu ya da talep edilebilmesinin taraflarca şarta bağlanması durumunda da alacağın dava konusu yapılması hâlinde mahkemece şartın gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerekeceğinden böyle bir davanın reddine karar verilmesinin esastan ret niteliğinde olduğu, diğer taraftan muaccel olmayan bir alacağın tahsili için başlatılan takip nedeniyle hem açılan menfi tespit davasının hem de itiraz üzerine açılan itirazın iptali davalarının reddine ilişkin kararların da esastan ret niteliğinde olduğu, zira bu tür davalarda takip tarihi itibariyle alacaklının talep edilebilir (muaccel) alacağının olup olmadığının tespiti yapıldıktan sonra karar verilebileceği, doktrin ve uygulamada da “zamansız açılan dava" olarak isimlendirilen böyle davaların reddine dair verilen kararların esastan ret niteliğinde olduğu ve dolayısıyla nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin benimsendiği, Daire görüşünün de bu yönde olduğu, bu görüşün Hukuk Genel Kurulunca da (HGK’nın 29.11.2017 tarihli ve 2017/19-1305 E., 2017/1469 K.) benimsendiği, böyle hâllerin HMK’nın 114/1-h maddesinde dava şartı olarak düzenlenen “hukukî yarar" kapsamında değerlendirilmediği, yine vadesi gelmemiş alacaktan dolayı ihtiyati haciz istenebileceğini düzenleyen İcra İflas Kanunu’nun 257/2. maddesinin de bu görüşü desteklediği bildirilmiştir.

7. Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Vadesi gelmemiş alacak için açılan davanın hukukî yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilmesi hâlinde, HMK’nın 114/1-h, 115/1,2 ve A.A.Ü.T. nin 7/2. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, hukukî yarar dava şartı olduğundan davalı taraf lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği bildirilmiştir.

8. Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesi Görüş Yazısında Özetle;

Bir hakkın henüz istenebilir hâle gelmediği durumlarda, açılan davanın erken dava olarak nitelendirildiği, bir davanın erken dava olup olmadığının her davanın özelliğine göre değerlendirileceği, bu nedenle belirtilen konuda genel bir kural koymanın mümkün olmadığı, davanın zamanından önce açıldığına yönelik değerlendirmenin kanundan kaynaklanabileceği gibi olayın kendisinden veya Yargıtay uygulamalarından kaynaklanabileceği, örneğin; kooperatif üyesinin, kooperatiften çıkma payı alacağının, genel kurul toplantı tarihinden bir ay sonra muaccel hâle geldiği, bu ödemelerin kooperatifçe üç yıl süreyle ertelenebileceği, kooperatiften çıkan ortağın bu sürelere uymadan açtığı davaların erken dava olması nedeniyle davanın reddine karar verilmekle birlikte kendisini bir avukat marifetiyle temsil ettiren davalı kooperatif lehine maktu vekâlet ücretine hükmedildiği, yerleşik uygulamanın da bu yönde olduğu bildirilmiştir.

9. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Görüş Yazısında Özetle;

Muacceliyetin; ifanın alacaklı tarafından istenebilir hâle gelmesini, muaccel bir borcun ise borcun ifa edilebilir hâle gelmesini ifade ettiği, müeccel yani henüz vadesi gelmemiş borçta ise borcun ifa edilebilir olması ve ifa edilmesinin talep edilebilmesi için belli bir sürenin geçmesi gerektiği, tarafların borcun muacceliyetini bir vadeye (ecele) bağlayabilecekleri, bu durumda vade gelene kadar borcun talep edilemeyeceği, henüz ifa zamanı (vadesi) gelmemiş bir borcun talep edilmesi hâlinde, davanın hukukî yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedileceği, borçlunun borcunu ifa etmeyeceğini vadeden önce beyan etmesi, borcun ifasının imkânsızlığının vadeden önce belli olması hâllerinin bunun istisnası olduğu, Yargıtay Hukuk Dairelerinin kararlarında alacağın muaccel olmadan açılması hâllerinde “erken açılmış dava”, “dava şartı yokluğu”, “dava ön şartı gerçekleşmemesi”, “hukukî yarar yokluğu” gibi gerekçelerle davanın reddi gerektiğinin kabul edildiği belirtilmiştir.

Bununla birlikte, içtihadı birleştirme talebinde bulunanın dilekçesine eklediği içtihatlardan da anlaşılacağı üzere, Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin erken açılan davanın reddi veya sözleşme henüz ayakta ve taraflar arasında geçerli iken verilenlerin geri istenemeyeceğine ilişkin ret kararlarında mahkeme tarafından yapılan değerlendirmenin işin esasına yönelik olduğu, bu nedenle nispi vekâlet ücreti verilmesi gerektiğinin benimsendiği, bu kararlara mahkeme tarafından verilen direnme kararlarının Hukuk Genel Kurulunca yapılan incelenmesi sonucunda, nispi vekâlet ücreti verilmesi gerektiği yönünde çok sayıda karar bulunduğu gibi, maktu vekâlet ücreti verilmesi gerektiği yönünde de çok sayıda karar bulunduğu belirtilerek, buna göre Hukuk Genel Kurulunda direnme kararlarına karşı yapılan temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde maktu vekâlet ücreti verilmesine yönelik kararlar verildiği gibi nispi vekâlet ücreti verilmesine yönelik kararların da bulunduğu, bu konuda birbiriyle çelişen kararlar verildiğinin anlaşıldığı ve içtihatların birleştirilmesi gerektiği bildirilmiştir.

II. ÖN SORUN

İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu, Yargıtay Birinci Başkanlığınca belirlenen konuyu görüşmek üzere 18.02.2022 tarihinde toplanmış, raportör üye tarafından hazırlanan rapor okunduktan sonra İşin esasına geçilmeden önce içtihatların birleştirilmesine karar verilebilmesi için, içtihat aykırılığına konu kararların devamlılık arz etmesinin gerektiği belirtilerek içtihatların birleştirilmesine gerek olup olmadığı noktasında bir ön sorun bulunup bulunmadığı tartışılmış; içtihat aykırılıklarının bulunduğu, bu aykırılıklar devamlılık arz etmese dahi mevcut kararların uygulamada karışıklığa yol açabileceği değerlendirilerek, içtihatların birleştirilmesi gerektiğine, ön sorun bulunmadığına oy çokluğuyla karar verilmiştir.

III. İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KONUSU İLE İLGİLİ KAVRAM, KURUM VE YASAL DÜZENLEMELER

A. İFA

1. Genel Olarak

Türk Borçlar Kanunu ifa kavramını tanımlamış değildir. İfa, borçlanılan edimin konu, zaman ve yer olarak tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesi, alacaklının tatmin edilerek borcun sona erdirilmesidir. Her borç veya borç ilişkisi, ifa edilmek amacıyla kurulur. Bu anlamda ifa, borcun amacıdır; ifa ile borç amacına ulaşır. Çünkü bu suretle alacaklı alması gerekeni almış; borç ilişkisi amacına ulaşmıştır. Tam ve doğru, gereği gibi bir ifa ile borç sona erer; alacaklı tatmin edilir; borçlu borcundan kurtulur. Borcun tam ve doğru bir şekilde ifasına, borcun gereği ifası denir. Borcun gereği gibi ifası, borçlanılan edimin, ifa tarz ve unsurlarına (modalitelerine), yani ifanın taraflarına, yer ve zamanına, miktar ve niteliğine uygun olarak eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesidir. Bu şart ve unsurlara uygun olmayan bir ifa, ifa olarak tanımlanamaz. Bu takdirde “borcun ifa edilmemesi” söz konusu olur (Eren, Fikret/Dönmez, Ünsal: Eren Borçlar Hukuku Şerhi, Ankara 2022, Cilt III, s. 1909-1910; Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2008, s. 867).

Borçlunun yerine getirmekle, yani ifa etmekle yükümlü olduğu borç konusu borcun kaynağına göre değişir. Ancak kaynağı ne olursa olsun her borç ilişkisinde ifanın konusu olan edim, verme, yapma veya yapmamaya ilişkin olabilir. Haksız fiillerden ve sebepsiz zenginleşmeden doğan borçlarda ifa, verme borcu dışında, yapma ya da yapmamaya da ilişkin olabilir. Bunlar arasında, verme borçları ifanın en yaygın konusunu oluşturur. Verme borçlan arasında ise, para borçlan en yaygın borç türüdür. Bu nedenle, çoğu zaman ifa yerine “ödeme” ya da “tediye” kavramı kullanılmaktadır (Kılıçoğlu, Ahmet: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2012, s. 522).

İfadan, borçlanılan edimin niteliğine göre de bazen “edim fiilinin yerine getirilmesi” bazen de “edim sonucunun yerine getirilmesi” anlaşılır. Bu anlamda olmak üzere örneğin hizmet sözleşmelerinde ifa, edim fiilinin, satış ve eser sözleşmelerinde ise edim sonucunun yerine getirilmesine yöneliktir. Örneğin, hekim veya avukatlar, mesleki kuralara göre hareket etme, bilim ve mesleki gerekler doğrultusunda belirli bir davranışta bulunma suretiyle borçlarını ifa ederlerken, bir satış sözleşmesinde satıcı, malı göndermesi ile (edim fiili) değil, gönderilen malın alıcının mülkiyet ve zilyetliğine geçmesi hâlinde (edim sonucu), borcunu ifa etmiş olur (Eren/Dönmez, Cilt III, s. 1910; Eren, s. 867; Gündoğdu, Fatih: Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkansızlığı ve Hukukî Sonuçları, İstanbul 2014, s. 79).

İfa, borcu sona erdiren ve dolayısıyla alacak hakkını ortadan kaldıran bir olay olup, hukukî niteliği itibariyle bir defi değil, bir itirazdır. Borç ilişkisinden dolayı birden fazla borç doğmuşsa, ifa sadece konusu olan borcu sona erdirir. Bu durumda, ifa ile borç ilişkisinden doğan bütün borçlar son bulmaz. Buna göre ifa, dar anlamda borcu sora erdirir. İfanın borç ilişkisini sona erdirebiİmesi için ise, bu ilişkiden doğan tüm aslî ve fer’î borçların ifa edilmesi gerekir. Örneğin, taksitle yapılan bir satım sözleşmesinde, bir kısım taksitlerin ödenmesi sadece o taksit borçlarını sona erdirir, fakat aradaki satım sözleşmesi ilişkisini sona erdirmez. İfanın satım sözleşmesinden doğan ilişkiyi sona erdirebilmesi için, bundan doğan bütün taksit borçlarının ferdîleriyle birlikte tamamen ifa edilmesi gerekir (Kılıçoğlu, s. 522).

2. İfa İlkeleri

İfanın konusu edimden ibarettir. Edim, nasıl borcun konusunu teşkil ediyorsa, ifanın da konusu olmaktadır. Diğer söyleyişle, borçlu neyi borçlanmışsa onu ifa etmelidir. O hâlde borçlu, kural olarak, alacaklısına borçlandığı şeyden başka bir şey vererek borcundan kurtulamaz. Bu hususa “edime uygun ifa ilkesi” denilmektedir (Akman, Sermet/Burcuoğlu Halük Altop Atillâ:, Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 761).

Sözleşme hükümlerine bağlı kalan taraflar, borçlanan tarafın sözleşmeye sadık kalacağına güvenirler. “Dürüstlük kuralına uygun ifa ilkesi” sadece borçlu yönünden değil, alacaklı yönünden de geçerlidir. Alacaklı alacağını dürüstlük kuralına aykırı olarak talep edemez. Dürüstlük kuralına uygun ifanın hukukî dayanağı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesidir (Antalya, Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2019, Cilt V, s. 44).

Edimin bölünmeksizin tam olarak ifa edilmesi kuralı ise “bütünlük ilkesi ifade eder. Borcun ifası sadece nitelik bakımından uygun ifayı değil, aynı zamanda nicelik olarak da uygun ifayı ifade eder. Edimin bir bütün hâlinde ifası gereklidir (Antalya, Cilt V, s. 45). Borcun konusu, mahiyeti itibariyle bölünebilir cinsten olsa bile aynı ilke geçerlidir. Bu kural para borçları için olduğu kadar diğer borçlar için de uygulanır. Zaten edimin bölünmesi mümkün değilse, örneğin bir atın, bir koltuğun, bir masanın teslimi söz konusu ise kısmi ifadan bahsedilemez (Akman/Burcuoğlu/Altop, s. 764).

Bu husus 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 84. maddesinde “Borcun tamamı belli ve muaccel ise, alacaklı kısmen ifayı reddedebilir.

Alacaklı kısmen ifayı kabul ederse borçlu, borcun kendisi tarafından ikrar olunan kısmını ifadan kaçınamaz" şeklinde düzenlenmiştir.

B. İFA ZAMANI

1- Genel Olarak

Türk Borçlar Kanunu’nun 90-98. maddeleri ifa zamanını düzenlemektedir. Bu maddelerden 90-94. maddeler özellikle sürelerin belirlenmesine, borcun muacceliyetine, 95. madde sürenin uzatılmasına, 96. madde erken ifaya, 97-98. maddeler ise iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde karşılaşılan özel sorunların çözümüne ayrılmıştır.

Türk Borçlar Kanunu’nun zamana ilişkin hükümleri, düzenleyici hüküm niteliğinde olduklarından, taraflar bunların aksini kararlaştırabilirler. Bu takdirde taraflarca kararlaştırılan zamana ilişkin kurallar, kanundaki hükümlerden önce uygulanırlar. Buna karşılık taraflar ifa zamanıyla ilgili bir anlaşma yapmamışlarsa, Kanun’un ifa zamanına ilişkin hükümleri uygulanır. TBK’nın 90-96. madde hükümleri her türlü borç ve edimin ifasında uygulanır. Hatta bu hükümler, aksine bir düzenleme olmadıkça, zaman faktörünün rol oynadığı bütün hukukî fiillerde uygulama alanı bulur.

Türk Borçlar Kanunu’nun “İfa zamanı taraflarca kararlaştırılmadıkça veya hukuki ilişkinin özelliğinden anlaşılmadıkça her borç, doğumu anında muaccel olur” şeklindeki 90. maddesine göre, borç doğumu anında muaccel olur ve ilke olarak hemen ifası talep edilebilir. Hemen ifanın zaman yönünden anlamı, borçlunun edimi yerine getirmek için dürüstlük kuralına göre ihtiyaç duyduğu zamanın göz önünde tutulması ve buna göre belirlenmesidir (Eren, s. 907; Eren/Dönmez, Cilt III, s. 2042).

Kural bu iken, aynı madde içeriğinde istisna da düzenlenmiştir. Buna göre, borç bir vade veya süreye bağlanmışsa, edim bu vadede veya süre içinde ifa edilmelidir. Süreye bağlı borçlarda ifa zamanı ya tarafların anlaşmalarına ya da hâl ve şartlara yahut bir kanun hükmüne göre belirlenir. Yeri gelmişken; vade ifa fiilinin gerçekleştirileceği belirli bir zaman birimi veya kesiti olarak tanımlanırken, sürenin belirli bir zaman aralığını ifade eden bir kavram olduğunu belirtmekte fayda vardır.

İfa zamanı mutlak veya nispi olarak tayin edilebilir. îfa zamanının mutlak olarak tayini belli bir zaman ölçüsüne dayanır ve bir tarih, bir takvim günü esas alınır. îfanın nispi tayininde ise bunun aksine kesin bir gün tespit edilmez, daha çok bir olay veya durum göz önünde bulundurulur.

Vade ile ilgili bir başka ayrım olağan vade, belirli vade ve kesin vade kavramları arasında söz konusudur. Belirli vade, borcun muaccel olduğu zamanı ve bunun yanında borcun ifa edilmemesi hâlinde alacaklının ihtarına gerek olmaksızın mütemerrit duruma düşeceği zamanı ifade ederken, kesin vade söz konusu olduğunda borçlu ihtara gerek olmaksızın mütemerrit olur. Olağan vade ise, borcun muaccel olduğu, alacaklının edimini talep edebildiği, borçlunun da bunu ifa etmek zorunda olduğu tarihi anlatan bir kavramdır ve bu tür vadeye bağlı işlemler “ihbara bağlı olan işlemler” olarak adlandırılır. Burada borçlu vadenin gelmesiyle kendiliğinden mütemerrit olmaz.

Temerrüt kavramı ise, en kısa tanımıyla, alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hâle gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir ve kural olarak, bu tür (muaccel) bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile temerrüde düşer. Bu husus TBK’nın 117. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olup ikinci fıkra hükmüne göre ise “Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle” borçlu mütemerrit olacaktır.

Temerrüt için aranan ihtar hukukî işlem benzeri fiil mahiyetinde olup, alacaklının alacak miktarını belirterek borçludan borcun ifasını istemesi, ifayı kabule hazır olduğunu bildirmesi anlamına gelir. İhtar kural olarak şekle tabi olmayıp, yapılmadığı itirazı vakî olursa aksinin ispatı, niteliği gereği alacaklıdan beklenir.

İfa zamanı alacaklının borçludan edimin ifasını isteyebileceği, gerektiğinde bu amaçla dava açabileceği, borçlunun da edimin ifa zorunda olduğu zamanı (borcun muacceliyeti) ifade ettiği gibi, bir başka yönden de borcun borçlu tarafından ifa edilebileceği anı (borcun ifa edilebilirliği) gösterir.

Bu anlamda ifa zamanına “borcun muacceliyeti" veya “borcun muaccel olduğu zaman" denir. Muacceliyet, borç ve alacağın bir niteliğidir. Alacak hakkı borç ilişkisi kurulduğu anda doğduğu hâlde, talep hakkı, ancak borcun muaccel olduğu anda doğar.

2- Muaccel borç - Müeccel borç

Muaccel borç, borcun ifa edilebilir ve dolayısıyla ifası istenebilir hâle gelmesini ifa eder. TBK’nın 90. maddesine göre, taraflarca vade kararlaştırılmamışsa ve işin mahiyetinden de aksi anlaşılamıyorsa her borç doğduğu anda muaccel olur. Süreye bağlanmamış borç doğumu ile muaccel olur; yani istenebilir. Dolayısıyla, böyle bir borçlu tarafından hemen ifa edilebileceği gibi, alacaklı tarafından da derhal ifası istenebilir.

İki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde her iki tarafın da borçlarını aynı anda ifa etmeleri aranır. İki tarafı da borç altına sokan bir sözleşmede ifayı isteyen kişi, sözleşmenin şartlan veya mahiyeti gereğince özel bir vadeden yararlanma hakkına sahip bulunmadığı sürece kendi borcunu ifa etmiş veya ifasını teklif etmiş olmak zorundadır (TBK m. 97). Aksi takdirde karşı taraf bunu ifadan kaçınmak için savunma olarak ileri sürebilir ki, buna "ödemezlik defi” adı verilir. Örneğin, taşınmaz satış vaadinde, satış bedelini ödeme borcunu yerine getirmemiş olan vaat alacaklısı karşı tarafı ifaya zorlayamaz.

İfasının talep edilebilmesi ve ifa edilebilir olabilmesi için, belirli bir sürenin geçmesine bağlı olan borçlara "müeccel borç” adını alır. Borcun ifası için geçmesi gereken bu süreye "vade” denir. Süreye bağlı borç yani müeccel borç, vadede belirtilen sürenin geçmesiyle muaccel olur, yani istenebilir (Antalya, Cilt V, s. 87).

Bu noktada muacceliyet ile alacağın vadesi kavramlarının da birbirinden farklı olduklarının altını çizmek gerekir. Zira vade, borçlunun borçlandığı edimi yerine getirmek zorunda olduğu zaman dilimini ortaya koyar. Muacceliyet ise sadece alacaklının edimi talep ve dava hakkına paralel olarak borçlunun edimi yerine getirmek zorunda olduğu anın ifadesidir. O hâlde vade, taraflarca saptanmış gelecekteki muacceliyet günü veya süresini ifade eder (Ateş, Derya; Borçlunun Temerrüdünde Aynen İfa, İstanbul 2021, s. 66).

3- İfa Zamanının Önemi

İfa zamanının borç ilişkisinde birçok açıdan önemi vardır. Bunlar; temerrüt bakımından, zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması bakımından, takas bakımından, borçlunun ifa zamanından önce ifaya zorlanamaması ve ifaya yetkili olmaması bakımından şeklinde sayılabilir.

Borçlunun temerrüdü için, borcun ifa zamanının gelmiş olması, yani borcun muaccel olması gerekir. TBK’nın 117/1, maddesine göre “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer". Burada açıkça ifade edildiği gibi, borçlunun temerrüde düşmesi için borcun “muaccel" olması zorunludur. Borçlunun vaktinden önce ifada bulunmaya yetkili bulunduğu hâllerde, alacaklının temerrüdü bakımından da ifa zamanı önem taşır. Borçlu, borcunu ifaya hazır olduğu hâlde, alacaklı bunu kabulden kaçınırsa temerrüde düşmüş olur. O hâlde, alacaklının temerrüdü için de, borcun ifa zamanının gelmiş olması zorunludur (Kılıçoğlu, s. 533).

Türk Borçlar Kanunu’nun 149/1. maddesine göre; “Zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar". O hâlde, borç ilişkisinden doğan alacak hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresi, buna ilişkin borcun muaccel olmasıyla birlikte işlemeye başlar; bu sürenin tamamlandığı anda, borç zamanaşımına uğrar. Buna göre, borç için öngörülen zamanaşımı süresi, borç ilişkisinin doğduğu anda değil, bu ilişkiden doğan borcun muaccel olduğu (ifa zamanının geldiği) andan itibaren işlemeye başlayacaktır.

Borcun ifa zamanı belli ise, alacaklı borçluyu vaktinden önce ifada bulunmaya zorlayamaz. Alacaklı, edimin bir kısmından vazgeçmek suretiyle de böyle bir yetkiye sahip değildir. Oysa borçlu erken ifada bulunabilir. Bu husus TBK’nın 96. maddesinde; “Sözleşmenin hükümlerinden veya özelliğinden ya da durumun gereğinden tarafların aksini kastettikleri anlaşılmadıkça borçlu, edimini sürenin sona ermesinden önce ifa edebilir. Ancak, kanun veya sözleşme ya da âdet gereği olmadıkça borçlu, erken ifada bulunması sebebiyle indirim yapamaz" şeklinde düzenlenmiştir.

C. DAVA ŞARTLARI

Dava şartlan, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli olan şartlardır. Bir başka deyişle, mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere, dava (yargılama) şartları denir. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hâllere, olumlu dava şartları denir (örneğin görev, hukukî yarar gibi); yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava şartlan denir (örneğin kesin hüküm gibi) (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2014, s. 244; Görgün, Şanal/ Börü, Levent/Kodakoğlu, Mehmet: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2021, s. 258-259).

Dava şartlarının önceden belirlenmesi, davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olur. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) dava şartlarını müstakil (bağımsız) bir kurum olarak düzenlememiştir. Fakat mahkemeye başvuruda elde edilecek menfaatin bulunması gerektiği birkaç düzenlemede açıkça zikredilmiştir (HUMK m. 82/1, 427). Buna karşılık, HMK’nın 114. maddesinde dava şartlarının neler olduğu belirtilmiş, 115. maddesinde de dava şartlarının incelenmesi düzenlenmiştir.

Belirtildiği üzere, dava şartlarının sıralandığı HMK’nın 114. maddesi;

“(1) Dava şartları şunlardır:

a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.

b) Yargı yolunun caiz olması.

c) Mahkemenin görevli olması.

ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.

d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.

e) Dava takip yetkisine sahip olunması.

j) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.

g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.

ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.

h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.

ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.

i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.

(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.”

Dava şartlarının incelenmesini düzenleyen HMK’nın 115. maddesi ise;

"(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.

(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.

(3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez ” şeklindedir.

Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hâkim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hâkim davayı usulden (mesmu olmadığından) reddetmekle yükümlüdür (Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 244; Atalı, Murat/Ermenek, İbrahim, Erdoğan, Ersin: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2019, s. 326).

Dava şartlan üçe ayrılabilir:

a) Mahkemeye göre;

* Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması,

* Yargı yolunun caiz olması, Mahkemenin görevli olması,

* Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması,

b) Taraflara göre;

* Davada iki tarafın bulunması,

* Taraf ehliyeti,

* Dava ehliyeti,

* Dava takip yetkisi,

* Kanunî temsilcinin gerekli niteliğe sahip olması,

* Davaya vekâlet ehliyeti ve geçerli vekâletname,

* Davacının yatırması gerekli gider avansının yatırılmış olması,

* Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi,

c) Dava konusuna (müddeabihe) göre;

* Davacının dava açmakta hukukî yararının bulunması,

* Aynı davanın daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte (derdest) olmaması,

* Kesin hüküm bulunmaması.

Dava konusuna (müddeabihe) ilişkin dava şartı olan hukukî yarar kavramı, mahkemelerin dilekçelerle istilasına karşı geliştirilmiş "dava filtreleri"nden biri olarak değerlendirilebilir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s. 30).

D. HUKUKÎ YARAR

Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukukî bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı hukukî yarar ile sınırlıdır. Buna hukukî korunma (himaye) ihtiyacı da denir. Yani davacının mahkemeden hukukî korunma istemesinde, korunmaya değer bir yararı olmalıdır, aksi hâlde devletin mahkemelerini (davası ile) gereksiz yere uğraştıramaz.

Hukukî yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; ilerideki (müstakbel) bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, muaccel olmayan (müeccel) alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukukî yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Fakat bu, alacağın muaccel hâle gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir. Aynı şekilde, açıldığı sırada belli olmayan, şüpheli veya ileride doğacağı beklenen bir yarar da hukukî yarar sayılmaz (Kuru/Arslan,/Yılmaz, s. 244; Tanrıver, Süha: Medeni Usul Hukuku, Cilt I, Ankara 2016, s. 456).

Davanın açıldığı sırada var olmayan "hukukî yararın” dava sırasında tamamlanması, mahkemenin "hukukî yarar” eksikliğinin tamamlanmasını beklemesi söz konusu olamaz. Çünkü, hukukî yarar dava şartı eksikliği ilgili tarafa belli bir süre verilerek taraf eylemi ile tamamlanabilecek bir dava şartı değildir. Örneğin; muaccel olmayan bir alacak için açılmış bir alacak davasında davacının davayı açmakta güncel bir yararı bulunmadığından, alacak muaccel oluncaya kadar süre verilemez veya dava ertelenemez. Yine, hukukî yararı bulunmayan davacıya hâkim tarafından süre verilerek talep sonucunu hukukî yararı olan başka bir talep sonucuna dönüştürmesi beklenemez. Hukukî yarar eksikliği belli bir süre verilerek giderilebilecek dava şartı değildir. Olsa olsa mahkeme hukukî yarar eksikliğinden ötürü davayı reddetmeden hukukî yarar eksikliği tamamlanabilir. Ancak davacıya talebini hukukî yararı olan talep sonucuna dönüştürmesi için süre verilemez. Böyle bir süre verilmesi, hâkimin davayı aydınlatma ödevi ile de ilgili değildir. Zira talep sonucunun değiştirilmesi iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi kapsamına girer. Hâkim, davacının talep sonucunun değiştirilmesi için süre veremez. Dava açıldığı anda mevcut olmayan bir hukukî yarar dava sırasında tamamlanırsa, bu takdirde dava reddedilmemeli ve esastan incelenmelidir (Pekcanıtez, Hakan Atalay, Oğuz/ Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2015, s. 250-251; Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usul Hukuku, Ciltli, İstanbul 2017, s. 948).

Hukukî yararın bulunması dava şartı, sadece dava açılırken değil, nihai karar verilinceye kadar mevcudiyetini devam ettirmelidir. Bu dava şartının eksikliğinin taraflarca ileri sürülmesi veya re’sen mahkemece tespiti üzerine davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir (Arslan, Ramazan Yılmaz, Ejder/Ayvaz Taşpınar, Sema/ Hanağası, Emel: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2020, s. 316; Budak, Ali Cem/ Karaaslan, Varol: Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2021, s. 176; Postacıoğlu, İlhan: Medeni Usul Hukuku, İstanbul 1975, s. 204; Karslı, Abdurrahim: Medeni Muhakeme Hukuku, İstanbul 2012, s. 466; Alangoya, Yavuz: Medeni Usul Hukuku Esasları, İstanbul 2000, s. 170-178).

Dava şartı yokluğundan dolayı davanın usulden reddi kararına karşı, nihaî karar olması nedeniyle kanun yoluna başvurulabilir (HMK m. 341). Böyle bir karar, ancak ilişkin olduğu dava şartının yokluğu hakkında kesin hüküm teşkil eder (HMK m. 303). Bu nedenle, dava şartı yokluğundan reddedilen dava, noksan dava şartı tamamlandıktan sonra yeniden açılabilir ve davalı bu yeni davaya karşı kesin hüküm itirazında bulunamaz. Çünkü ilk karar, davanın esası hakkında verilmiş olmayıp, yalnız belli bir dava şartının yokluğuna ilişkindir. Bu dava şartı sonradan tamamlandığında davanın esası hakkında İnceleme yapılmasına bir engel kalmamış demektir (Kuru/Arslan/Yılmaz, s. 255).

IV. GEREKÇE

İçtihadı birleştirmenin konusu ifa zamanı gelmemiş bir alacak için açılmış davanın usulden mi yoksa esastan mı reddedileceğine ilişkindir.

Temel hak ve özgürlüklerden hak arama özgürlüğünün bir tezahürü olan dava hakkı; insan haklarına saygılı bir hukuk devletinde herkese tanınmış olan ve bu çerçevede herkesin haklarını ve hukuken korunan menfaatlerini gerçekleştirmek veya korumak amacıyla mahkemeye başvurmasına imkân sağlayan bir haktır. Ancak bir davanın esasına ilişkin karar verilebilmesi için hukuken korunmaya değer bir menfaatten söz edilebiliyor olması gerekmektedir. Hukuken korunmaya değer bir menfaatin bulunmadığı, dolayısıyla dava açmakta hukukî yararın olmadığı durumlarda ise hukukî yararın bir dava şartı olması nedeniyle davanın esasına girilemez.

İfa zamanı gelmemiş bir alacak için açılan davada hukukî yararın bulunup bulunmadığı hususunda ise davacının hukukî yararından söz edilemeyeceği, keza ifa zamanından önce borcun ifasının talep edilemeyeceği, dolayısıyla alacaklının bu durumda doğmuş ve güncel bir menfaatinin bulunmadığı kabul edilmelidir.

Taraflarca kararlaştırılmamış veya işin mahiyetinden aksi anlaşamıyorsa her borç doğduğu anda muaccel olur (TBK m. 90). Ancak taraflar ifa zamanını açık veya örtülü olarak belirleyebilir, bu süreyi daha sonra uzatabilir, değiştirebilir ya da kaldırabilirler. Her halükârda borcun istenebilir hâle gelebilmesi için muaccel olması, yani kararlaştırılmış ifa zamanının gelmiş olması gerekmekte; alacaklı, ancak borcun muaccel olmasıyla borçludan ifayı isteyebilmekte ve ifanın yerine getirilmemesi hâlinde borçluyu dava edebilir hâle gelmektedir.

Yukarıdaki açıklamalardan da görüleceği üzere, ifa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış dava, erken açılmış dava niteliğinde olduğundan, bu davanın açılmasında henüz hukukî yarar bulunmamaktadır. O nedenle, HMK’nın 114/1-h bendinde dava şartlan arasında sayılan hukukî yararın bulunmadığı durumda, davanın esastan değil, HMK’nın 115/2. maddesi gereği usulden reddine karar verilmesi gerekir.

V. SONUÇ

İfa zamanı gelmemiş (vadesi gelmemiş, muaccel olmayan, müeccel) bir alacak için açılmış davada, mahkemece ifa zamanının henüz gelmediği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğine dair, 18.02.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verilmiştir.