T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2018/10-825
KARAR NO   : 2021/964

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 Çorlu 2. İş Mahkemesi
TARİHİ                        : 07/11/2017
NUMARASI                : 2017/143 - 2017/311
DAVACILAR               : 1- A.K. 2- C.K. 3- F.K. 
                                      4- İ.K. 5- K.K. 6-T.K. vekilleri Av. Ö.E.
DAVALI                       Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı  vekili Av. M.C.

1. Taraflar arasındaki “ödeme emrinin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Çorlu 2. İş Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; davalı Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından müteveffa Salim K.’in mirasçıları olan müvekkilleri aleyhine murise ait borç nedeniyle 12.08.2015 tarihinde takip başlatılarak ödeme emri gönderildiğini ancak borcun zamanaşımına uğradığını ileri sürerek 2014/30.80 takip nolu ödeme emrinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (SGK/Kurum) vekili cevap dilekçesinde; davacılar tarafından Çorlu 1. İş Mahkemesinde açılan 2015/205 Esas sayılı dava ile eldeki dava arasında irtibat bulunduğundan birleştirilerek birlikte görülmeleri gerektiğini, öte yandan davanın 7 günlük hak düşürücü süre içinde açıldığının tespiti hâlinde takibe konu alacak yönünden zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı belirlenerek zamanaşımı süresi dolmamış ise davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. Çorlu 2. İş Mahkemesinin 17.05.2016 tarihli ve 2015/221 E., 2016/124 K. sayılı kararı ile; takibe konu alacak yönünden zaman aşımı süresinin dolmadığı ancak neticede bir ceza olan idarî para cezası yönünden de “Cezaların şahsiliği” ve “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkelerinin uygulanması gerektiği, bu durumda da murise ait idarî para cezasından mirasçıları olan davacıların sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Çorlu 2. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

8. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 28.03.2017 tarihli ve 2017/333 E., 2017/2680 K. sayılı kararı ile; Dosya kapsamı incelendiğinde, muris Salim K.’e ait 2007/7 dönemli idari para cezası içerikli ödeme emrinin, davacılara 19.08.2015 tarihinde tebliğ edildiği, davacılar tarafından söz konusu ödeme emrinin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle işbu davanın açıldığı, mahkemece, zamanaşımı sürelerinin dolmadığı ne var ki; cezaların şahsiliği ve kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkeleri nazarında murise ait idari cezadan mirasçıların sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmış ise de, söz konusu hüküm yanılgılı değerlendirmeye dayalıdır.

Kural olarak, bir kimsenin ölümü ile mal varlığının bir bütün olarak mirasçılarına geçmesini ifade eden külli halefiyet gereğince, miras bırakanın kişisel özelliklerinin ağır bastığı, düşünsel ve bedeni özellik ve yetenekleri göz önünde bulundurularak yapılmış, borcun bizzat miras bırakan tarafından yerine getirilmesi gereken kişisel edim borçları dışında, malvarlığından ifa durumunda olunan maddi edim borçları mirasçılara intikal eder. Miras bırakanın borçları, ölümünden önce yaptığı hukuki işlemlerden, işlediği haksız eylemlerden, malvarlığında meydana gelen sebepsiz zenginleşmeden ve ölüm anına kadar oluşan bir takım olgular nedeniyle doğrudan doğruya kanundan doğabilir. Mirasçıların sorumluluğu bakımından borcun kaynağı önem arz etmemektedir ve mirasın kesin olarak kazanılması ile başlayan bu sorumluluk, borcun esası ile sınırlı olmayıp, işlemiş ve işleyecek faizleri de kapsamaktadır.

Belirtilen açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, söz konusu idari para cezası borcu muristen intikal etmekle, mahkemenin aksi yöndeki gerekçesi ve buna dayalı kabulü yerinde değildir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, yanılgılı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Çorlu 2. İş Mahkemesinin 07.11.2017 tarihli ve 2017/143 E., 2017/311 K. sayılı kararı ile; Anayasa’nın 38. maddesinin 7. fıkrası ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20. maddesinde hükme bağlanan ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesinin idarî para cezaları için de geçerli olduğu, Danıştay 14. Dairesinin de idarî para cezasının kişinin ölümü ile tahsil kabiliyetini kaybettiğini kabul ettiği, idarî para cezasının ceza hukuku dolayısıyla kamu hukukunu ilgilendirdiği, borç olmayıp ceza niteliğinde olduğu, kabahat karşılığı verilen idarî para cezasının zararın tazminini değil eylemi gerçekleştiren kişiyi cezalandırma amacı taşıdığı, bu nedenle haksız fiilden kaynaklanan bir borç olarak kabulünün mümkün olmadığı, yine idarî para cezasının kanundan, hukukî işlemden veya sebepsiz zenginleşmeden doğan bir borç olarak da kabul edilemeyeceği, cezanın mal varlığını etkiliyor olmasının da onu borç hâline getirmeyeceği gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıların murisine 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 102/1-b (mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140/1-a) maddesine göre verilen idarî para cezasının 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 38/7. maddesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20. maddesinde ifadesi bulunan “Cezaların şahsiliği” ilkesi kapsamında mirasçılara intikal eden borç olarak kabul edilip edilemeyeceği; buradan varılacak sonuca göre davacılar hakkında idarî para cezasının tahsili için icra takibi yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Öncelikle konuyla ilgili kavram ve mevzuata kısaca değinilmelidir.

A. Kabahat kavramı ve idari yaptırımlar:

13. Mülga 765 sayılı Ceza Kanunu’nda (765 sayılı Kanun) suçlar, cürümler ve kabahatler olmak üzere iki grup hâlinde düzenlenmişti. Cürümler ve kabahatler ise Kanun'da öngörülen yaptırımın türüne göre ayrıma tâbi tutulmaktaydı. Nitekim mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 11. maddesine göre; bir suç için ağır hapis, hapis, sürgün, ağır cezayı nakdi ve hidematı ammeden memnuniyet yaptırımı öngörülmüş ise bu suç cürüm; eğer suça yaptırım olarak hafif hapis, hafif cezayı nakdi ve muayyen bir meslek ve sanatın tatili icrası cezası belirlenmiş ise bu suç kabahat olarak nitelendirilmekteydi. Cürümler için öngörülen sürgün cezası daha sonra 16.07.1965 tarihinde yürürlüğe giren 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun'un Geçici 2. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 12.10.2004 tarihli ve 25611 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak öngörülen istisnaları dışında 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) ise kabahat/ cürüm ayrımı terk edilerek suç sayılan fiiler düzenlenmiştir. İdarî yaptırım gerektiren fiiller ve bunlara ilişkin ilkeler ise 31.03.2005 tarihli ve 25772 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nda (5326 sayılı Kanun) kurala bağlanmıştır. Bu hali ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunu kabahatler hukukunun ana kanunu olarak kabul edilmektedir. Nitekim 5326 sayılı Kanun'un "Amaç ve kapsam" başlıklı 1. maddesinde;

(1) Bu Kanunda; toplum düzenini, genel ahlâkı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla;

a) Kabahatlere ilişkin genel ilkeler,

b) Kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idarî yaptırımların türleri ve sonuçları,

c) Kabahatler dolayısıyla karar alma süreci,

d) İdarî yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolu,

e) İdarî yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esaslar,

Belirlenmiş ve çeşitli kabahatler tanımlanmıştır." hükmüne yer verilmiştir. Ancak hemen belirtilmelidir ki, 5326 sayılı Kanun, kabahatler bakımından sınırlayıcı nitelikte değildir. Başka kanunlarda da kabahat sayılan fiillere ilişkin hükümler bulunmaktadır.

14. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Tanım" başlıklı 2. maddesinde, '"Kabahat deyiminden; kanunun, karşılığında idarî yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlaşılır." hükmü bulunmakta olup Kanun'un genel gerekçesinde de; Haksızlık oluşturan bir fiilin suç veya kabahat olarak tanımlanmasında, izlenen suç politikası etkili olmaktadır. Ancak, bir fiilin suç veya kabahat olarak tanımlanmasında, bunun esasen haksızlık ifade etmesi gerektiği hususu göz önünde bulundurulmalıdır. Esas itibarıyla haksızlık ifade etmeyen, hukuka aykırı olmayan bir fiil hiçbir surette suç veya kabahat olarak tanımlanamaz..." tespitine yer verilmiştir.

15. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin 11.06.2009 tarihli ve 2007/115 E., 2009/80 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'da yer alan düzenlemelerin toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla getirildiğinin ifade edildiği Kanun'un 1. maddesi de, kabahat olarak tanımlanan eylemlerin kapsamının belirlenmesi bakımından önem taşımaktadır.

16. Gelinen bu noktada yaptırım kavramına kısaca değinmek gerekir.

17. Toplumsal bir düzen içinde yaşamak, hakların belli ölçüde kısıtlanmasını ve düzeni sağlamak için konulan kurallara uyulmasını gerekli kılmaktadır. Başka bir deyişle Devlet, toplumda düzenin sağlanması, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması için onlara haklar tanıdığı gibi aynı zamanda ödevler de yükler. Ancak Devlet tarafından konulmuş hukuk normlarının ihlal edilme ihtimali dikkate alındığında hukuk kurallarına uyulmasının sağlanması gerekmektedir. Kişiler hukuk kuralları ile öngörülen ödevleri ve yükümlülükleri kendiliğinden yerine getirmezse, Devlet hukuka aykırı davranışlar karşılığında belirli zorlayıcı önlemler alır. Bu kapsamda yaptırım; hukuk kuralları ile öngörülen emirlere uyulmadığında kanunlar çerçevesinde bu emirlerin yerine getirilmesi için Devletin kullandığı gücü ifade eder. Başka bir anlatımla yaptırım; hukuk kuralına uyulmaması, karşı gelinmesi nedeniyle oluşan hukuka aykırı durumun, bozukluğun karşılığının ihlali yapan kişiye ödettirilmesi, ceremesinin çektirilmesidir.

18. Hukuk sistemi içerisinde ceza tehdidi ile yasaklanmış fiiller için adlî yaptırımlar ile idare tarafından idarî işlemlerle tesis edilen idarî yaptırımlar bulunmaktadır. Bu kapsamda büyüyen, teknolojik ve bilimsel gelişmelerle her geçen gün daha da karmaşık hâle gelen, çeşitlenen ve artan toplumsal ihtiyaçları zamanında ve uygun yöntemlerle karşılayabilmek için idareye kanunlarla idarî yaptırım uygulama yetkisi verildiği görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin 23.10.1996 tarihli ve 1996/48 E., 1996/41 K. sayılı kararında da "Öğretide de kabûl edildiği gibi idarenin, bir yargı kararına gerek olmaksızın yasaların açıkça verdiği bir yetkiye dayanarak İdare Hukukuna özgü yöntemlerle, doğrudan doğruya bir işlemi ile uyguladığı yaptırımlarla, verdiği cezalara "idarî yaptırım..." denildiği belirtilmiştir.

19. Toplum düzenini, genel ahlâkı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla idarî yaptırıma bağlanan kabahatlerin düzenlendiği Kabahatler Kanunu'nda ise kabahatten dolayı sorumluluğun esasları kapsamında bu tür fiillerin hem kasten hem de taksirle işlenebileceği kabul edilmiş, hata, sorumluluk, hukuka uygunluk nedenleri ve kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler, teşebbüs, iştirak, içtima konuları kabahatler yönünden düzenlenmiştir. Kanun'da ayrıca kabahat türünden eylemler için öngörülen yaptırımlar “idari para cezası” ve “idari tedbirler” olarak iki grupta toplanmıştır. Nitekim 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Yaptırım türleri" başlıklı 16. maddesinde; (1) Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idarî yaptırımlar, idarî para cezası ve idarî tedbirlerden ibarettir.

(2) İdarî tedbirler, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir." hükmü ile yaptırım türlerinin neler olduğuna açıklık getirilmiştir.

20. İdarî yaptırım olarak öngörülen idarî para cezası, 5326 sayılı Kanun'un 17. maddesine göre, maktu veya nispi olabilir. İdarî para cezası, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebilir. Bu durumda, idarî para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur. Maddenin devam eden fıkralarında ise, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I), (II) ve (III) sayılı cetvellerde yer alan kamu idareleri tarafından verilen idarî para cezalarının ilgili kanunlarında 01.06.2005 tarihinden sonra belirlenen oranın dışındaki kısmı ile Cumhuriyet başsavcılıkları ve mahkemeler tarafından verilen idarî para cezalarının Genel Bütçeye; sosyal güvenlik kurumları ile mahalli idareler tarafından verilen idarî para cezalarının kendi bütçelerine; diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından verilen idarî para cezalarının ilgili kanunlarındaki hükümler saklı kalmak kaydıyla Genel Bütçeye gelir kaydedileceği; kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının verdiği para cezalarının, kendi kanunlarındaki hükümlere tâbi olacağı, kişinin ekonomik durumunun müsait olmaması hâlinde, idarî para cezasının, ilk taksitinin peşin ödenmesi koşuluyla, bir yıl içinde ve dört eşit taksit hâlinde ödenmesine karar verilebileceği, taksitlerin zamanında ve tam olarak ödenmemesi hâlinde, idarî para cezasının kalan kısmının tamamının tahsil edileceği ayrıca Genel Bütçeye gelir kaydedilmesi gereken idarî para cezalarına ilişkin kesinleşen kararların 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun (6183 sayılı Kanun) hükümlerine göre tahsil edilmek üzere Maliye Bakanlığınca belirlenecek tahsil dairelerine gönderileceği, sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idareler tarafından verilen idarî para cezalarının, ilgili kanunlarında aksine hüküm bulunmadığı takdirde, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre kendileri tarafından tahsil oluncağı, diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından verilen ve Genel Bütçeye gelir kaydedilmesi gerekmeyen idarî para cezalarının ise ilgili kanunlarında özel hüküm bulunmadığı takdirde genel hükümlere göre tahsil edileceği hükme bağlanmıştır. Aynı maddeye göre idarî para cezaları her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298. maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanacaktır.

21. Mülkiyetin kamuya geçirilmesi ise, kabahatin konusunu oluşturan veya işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesini ifade eden bir idarî yaptırım olup ancak kanunda açık hüküm bulunan hallerde bu tedbire karar verilebilir (5326 sayılı Kanun m.18).

22. Öte yandan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 19. maddesi ile;

(1) Diğer kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen belirli bir süre için;

a) Bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi,

b) İşyerinin kapatılması,

c) Ruhsat veya ehliyetin geri alınması,

d) Kara, deniz veya hava nakil aracının trafikten veya seyrüseferden alıkonulması,

Gibi yaptırımlara ilişkin hükümler, ilgili kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar..." saklı tutulmuştur.

23. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinde bu Kanun'un genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı yönünde düzenleme yapılmış ise de Anayasa Mahkemesinin 01.03.2006 tarihli ve 2005/108 E., 2006/35 K. sayılı kararı ile söz konusu maddede yer alan kuralın idarî yaptırım içeren diğer kanunlarda idarî yargının denetimine tâbi tutulması gereken alanlar gözetilmeden, bunları da kapsayacak biçimde başvuru yolu ve itiraz ile bunlara ilişkin usul ve esasların kabul edilmesinin Anayasa’nın 125 ve 155. maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmesi üzerine 06.12.2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun'un 31. maddesi ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesi;

(1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Böylece 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması durumunda; diğer genel hükümlerinin ise idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte 5326 sayılı Kanun'un Ek 1. maddesi ile "4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümler" saklı tutulmuştur. Dolayısıyla 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nunda yer alan idarî yaptırımlar hakkında başvuru veya itiraz yoluna gidilemeyecek ve bunlar hakkında vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümlerin uygulanması gerekecektir.

B. Ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi ve kabahatler yönünden uygulanma alanı:

24. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 38. maddesinin 7. fıkrasında; "Ceza sorumluluğu şahsidir." hükmü bulunmaktadır.

25. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 20. maddesinde de Anayasa'daki bu hükme paralel olarak;

"(1) Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.

(2) Tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanamaz. Ancak, suç dolayısıyla kanunda öngörülen güvenlik tedbiri niteliğindeki yaptırımlar saklıdır." düzenlemesine yer verilmiştir.

26. Cezanın, failin eyleminden dolayı kınanabilmesi durumunda uygulanabilmesini ifade eden kusur ilkesi, çağdaş ceza hukukunda ceza sorumluluğunun en önemli özelliğidir. Bu ilke, bir yandan kusursuz bir kimseye ceza verilemeyeceğini öngördüğü gibi, diğer yandan faile kusurundan daha ağır bir cezanın uygulanmasını da yasaklar. İlkel ceza hukuklarında görülen kişinin kusuruna bakılmaksızın neticeden sorumluluğun (Erfolgshaftung) çağdaş ceza hukukunda yeri yoktur. 5237 sayılı yeni TCK 21. m suçun oluşmasını kastın varlığına bağlı tutarak, bilerek ve istenerek suçun işlenmesini temel kusurluluk şekli olarak kabul etmiş, 22. m. ise taksirle işlenen eylemlerin ancak kanunun açıkça belirttiği durumlarda cezalandırılacağını öngörmüştür. Bunun gibi, sonuç nedeniyle ağırlaşmış suçlarda en azından taksir düzeyinde bir kusurun aranması (m. 23), kusur ilkesi bakımından yeni yasanın getirdiği çağdaş ceza hukukuna uygun önemli bir düzenleme olmuştur. Kusur ilkesinin doğal sonucu ceza sorumluluğunun bireyselliği ilkesi’dir. İnsanları, başkalarının eylemlerinden dolayı cezalandıran totaliter rejimlerin insanlığa getirdiği acı deneyimlerden sonradır ki, bir kimsenin yalnız kendi hareketinden sorumlu olabileceği esasının anayasalarda yer alması gerekli görülerek, 1982 Anayasamızın 38. maddesi sözü geçen ilkeye yer vermiştir. Yeni TCK. 20. maddesi ise «Ceza sorumluluğu şahsîdir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz» hükmüyle ceza sorumluluğunun bireyselliğine ilişkin anayasal ilkeyi Ceza Kanunu kapsamına almıştır (İçel, K.: Çağdaş Ceza Hukukunun Evrensel İlkelerinin Kabahat Türündeki Eylemler Alanındaki Boyutları, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, Yıl 2016, sayı 7, s.622, 623).

27. "Cezaların şahsiliği" ilkesinin kabahatler yönünden uygulanmasına gelince; Anayasa Mahkemesinin 11.09.2014 tarihli ve 2014/52 E., 2014/139 K. sayılı kararında; Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devletinin, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet olduğu, hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi, idarî yaptırımlar açısından da Anayasa'ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü gibi konularda kanun koyucunun takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmiş olup kararın devamı şöyledir: "...Anayasa'nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, "Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz", üçüncü fıkrasında da, "ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur" denilerek suçun ve cezanın kanuniliği esası benimsenmiş, yedinci fıkrasında ise ceza sorumluluğunun şahsi olduğu belirtilerek, herkesin kendi eyleminden sorumlu tutulacağı, başkalarının suç oluşturan eylemlerinden dolayı cezalandırılamayacağı kabul edilmiştir.

Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun evrensel ilkelerindendir. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Diğer bir anlatımla, bir kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Dolayısıyla bu ilke kusursuz suç ve ceza olmaz ilkesini de kapsamaktadır. Anayasa'nın 38. maddesinin yedinci fıkrası ile ilgili gerekçede de, ''.fıkra, ceza sorumluluğunun 'şahsî' olduğu; yani failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılamayacağı hükmünü getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve 'kusura dayanan ceza sorumluluğu' ilkesine dahil, terki mümkün olmayan bir temel kuraldır." denilmektedir. Anayasa'nın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından idari para cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir". Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesinin kabahatler yönünden de geçerli olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkemenin 29.11.2012 tarihli ve 2012/106 E., 2012/190 K. sayılı kararı da aynı yöndedir.

28. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 19. maddesinin gerekçesinde de ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi ile ilgili açıklamalara yer verilmiştir. Nitekim sözü edilen maddenin gerekçesinin bir bölümü; "...Meslek ve sanatın yerine getirilmesinin, işyerinin çalışmasının veya ruhsat ve ehliyete dayanarak faaliyette bulunulmasının genel güvenlik, genel sağlık veya genel ahlâk açısından zararlı ve hatta tehlikeli olması dolayısıyla uygulanması halinde, belirtilen yaptırımların bir idarî tedbir niteliğinde oldukları kuşkusuzdur.   Belirli bir süre için uygulanmaları ve bu nedenle idarî ceza niteliğini taşımaları dolayısıyla; söz konusu yaptırımlar, bu Tasarıda benimsenen idarî yaptırım sistemiyle bağdaşmamaktadırlar. Ayrıca belirtmek gerekir ki, özel kanunlarda yer alan belli bir süre için bir meslek ve sanatın yerine getirilmemesi, işyerinin kapatılması, ruhsat ve ehliyetin geri alınması gibi yaptırımların ceza sorumluluğunun şahsîliği kuralıyla bağdaştığını söylemek de her zaman mümkün değildir. Örneğin çalışmasının herhangi bir zarar veya tehlike ifade etmemesine rağmen, işyerinin kapatılması, geçimini bu işten sağlayan kişilerin belli bir süre de olsa, işsiz kalmasını sonuçlayacak ve bu işyerinde sunulmakta olan hizmetten başkalarının yararlanmasını engelleyecektir..." şeklindedir.

C. Mirasın açılması ve halefiyet:

29. Miras, ölen kişinin geride kalan malvarlığıdır. Teknik karşılığı “Tereke”dir. “Miras hakkı” (dar anlamda), belli bir süjeye bağlanan hakları içine alır. "Miras” terekenin mirasçılara geçişini anlatmak için kullanılır (Öztan, B.: Medeni Hukukun Temel Kavramları, 23. Bası, Ankara, 2006, s.545).

30. Mirasın kazanılması (intikali) müessesesi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 599. maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre; "Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar.

Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın aynî haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar.

Atanmış mirasçılar da mirası, mirasbırakanın ölümü ile kazanırlar. Yasal mirasçılar, atanmış mirasçılara düşen mirası onlara zilyetlik hükümleri uyarınca teslim etmekle yükümlüdürler".

31. Türk Medeni Kanunu’nun 599. maddesinin bu hükmü ile miras hukukunda, mirasın kazanılması (intikali) ile ilgili iki önemli ilkeye vurgu yapılmıştır. Bunlardan ilki, “kendiliğinden (otomatik) iktisap ilkesi”; diğeri ise "küllî halefiyet ilkesi”dir.

32. Külli halefiyet; bir kimseye ait malvarlığının parçalanmaksızın, tümüyle, alacak ve borçlarıyla birlikte ve tek bir hukuki işlemle başka bir kimseye geçmesidir. Böylece bu malvarlığına ait alacaklar, borçlar, taşınır ve taşınmaz tüm mallar tek hukuki işlemle devralana geçmiş olur.

33. Başka bir anlatımla bir kimsenin ölümü ile terekesi onun mirasçılarına geçer. Mirasın intikalinde, miras bırakanın bütün haklarının ve borçlarının mirasçıya geçmesi söz konusudur. Terekedeki haklar ve borçlar bir bütün (kül) olarak intikal eder. Böyle bir intikale külli halefiyet; böyle bir intikalle mirasçı olana da külli halef denir (Öztan, s.547).

34. Ölen her kimsenin mutlaka bir külli halefi vardır. Miras bırakanın külli halefleri, onun kanunî veya atanmış mirasçılarıdır. Bu külli halef mirasçılar, yani miras bırakanın kanunî veya atanmış mirasçıları, gerçek kişi olabileceği gibi tüzel kişi de olabilir (Karataş Ulusu, E.: Türk Miras Hukukunda Mirasın Kazanılmasında Halefiyet Türleri ve Türk Milletlerarası Özel Hukukundaki Yansımaları, İÜHFC M, LXXIII, 2015, S.2, s.362).

35. Mirasçıların miras bırakanın borçlarından ötürü sorumluluklarının kapsamının ne olacağı meselesinin yanı sıra, bu sorumluluğun konusu da önemlidir. Şöyle ki; miras bırakanın hangi borçlarından ötürü mirasçıların sorumlu tutulacağının da belirlenmesi gerekir. Bu itibarla, öncelikle belirtmek isteriz ki, mirasçıya ve mirasçılara, sadece miras bırakanın akdî borçları değil, akit dışı borç ilişkileri sebebiyle doğan borçları ve hatta bunlar yanında vergi borçları da intikal eder. Kısacası küllî halef mirasçılar, miras bırakanın kişisel edim borçları haricindeki tüm borçlarından sorumludurlar.. Bu kişisel edim borçlarına örnek vermek gerekirse; işçinin hizmet akdinden doğan edim borcu (TBK 441), yüklenicinin kişisel özellikleri nazara alınarak yapılmış eser sözleşmesinden doğan yüklenicinin edim borcu (TBK 486), vekil veya müvekkilin vekâlet akdi nedeniyle doğan edim borçları (TBK 513) örnek gösterilebilir (Karataş Ulusu, s. 364).

D. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'ndaki uyuşmazlık konusuyla ilgili düzenlemeler:

36. Gerek mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nda gerekse 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda işverenin devlete ve sigortalıya karşı yerine getirmesi gereken yükümlülük ve sorumluluklarına yer verilmiş, bu yükümlülük ve sorumlulukların yerine getirilmemesi hâlinde uygulanacak yaptırımlar düzenlenmiştir. Sosyal güvenlik mevzuatına aykırılık oluşturan bazı fiiler söz konusu olduğunda TCK'nın genel nitelikli hükümleri devreye girmekte ve söz konusu fiiller suç kapsamında değerlendirilmektedir. Bazı aykırılık hâlleri ise kabahat kabul edilerek idarî yaptırıma tâbi tutulmuş olup bu kapsamda sosyal güvenlik mevzuatını ihlal eden ve Kanun'da belirtilen fiillere Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından idarî para cezası, bazı durumlarda ise başkaca idarî yaptırımlar uygulanmaktadır.

37. Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 8. maddesinin 1. fıkrasında; işverenin, örneği Kurumca hazırlanacak işyeri bildirgesini en geç sigortalı çalıştırmaya başladığı tarihte Kuruma doğrudan vermek veya iadeli taahhütlü olarak göndermekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. Aynı yöndeki düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'un 11. maddesinin 3. fıkrasında da bulunmaktadır.

38. Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140. maddesinin 1. fıkrasına göre ise; "Kurumca dayanağı belirtilmek suretiyle;

a) Bu Kanunun 8 inci maddesinde belirtilen bildirgeyi Kanunda belirtilen tarihte Kuruma vermeyenlere;

1- Bilanço esasına göre defter tutmak zorunda olanlar için üç aylık asgari ücret tutarında,

2- Diğer defterleri tutmak zorunda olanlar için iki aylık asgari ücret tutarında,

3- Defter tutmakla yükümlü olmayanlar için bir aylık asgari ücret tutarında,..idarî para cezası verilir". 5510 sayılı Kanun'un 102. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendindeki hüküm de aynı yöndedir.

39. Öte yandan 506 sayılı Kanun'un 140. maddesinin 5. ve 6. fıkralarında;

(Değişik dördüncü fıkra: 9/5/2007-5655/2 md.) İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte birlik ceza tutarı, 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir.

(Değişik beşinci fıkra: 9/5/2007-5655/2 md.) Fiilin işlendiği günden itibaren beş yıl içinde tebliğ edilemeyen idarî para cezaları zamanaşımına uğrar. İdarî para cezaları hakkında, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır." hükmü yer almaktadır. 5510 sayılı Kanun'un 102. maddesinde de aynı düzenleme korunmuştur.

40. İlgisi nedeniyle 6183 sayılı Kanun'un konuyla ilgili düzenlemelerine de kısaca göz atılması gerekmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumunun gelirleri arasında sayılan sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası prim gelirleri, idarî para cezaları, gecikme zamları ve katılım paylarının ilgililerce ödenmemesi hâlinde Kurum tarafından tahsili gerekmektedir. 506 sayılı Kanun ile 5510 sayılı Kanun'un yukarıda yer verilen hükümleri uyarınca idarî para cezalarının tahsilinde 5326 sayılı Kanun'un 17. maddesine göre 6183 sayılı Kanun hükümleri uygulanmalıdır. Öte yandan 5510 sayılı Kanun’un 102. (506 sayılı Kanun'un 140.) maddesi uyarınca düzenlenen idarî para cezasının iptali için öncelikle tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilmeli, itirazın reddi hâlinde kararın tebliğinden itibaren 30 gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurulmalıdır. Bununla birlikte eğer idarî para cezası idarî aşamada kesinleşmiş veya ödeme emri düzenlenmiş ve ilgiliye tebliğ edilmiş ise artık idarî para cezası bir Kurum alacağına dönüşmüş olmaktadır.

41. Nitekim mülga 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu'nun 34. maddesinde Kurumun gelirleri arasında idarî para cezalarına da sayılmış, 37. maddesinin 2. fıkrasında da "Süresi içinde ödenmeyen sosyal sigorta ve genel sağlık sigortası primleri, işsizlik sigortası primleri, idarî para cezaları, gecikme zamları, katılım payları Kurum alacağına dönüşür ve bu alacakların tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç diğer maddeleri uygulanır." hükmüne yer verilmiştir. 5502 sayılı Kanun'un bazı hükümleri daha sonra 02.07.2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin (KHK) 88. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış ve 15.07.2018 tarihli 30479 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar İle Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 403 ve devamı maddelerinde Sosyal Güvenlik Kurumuna ilişkin düzenlemeler yapılmış ise de 5502 sayılı Kanun'un 37. maddesi yürürlükten kaldırılan hükümler arasında yer almamaktadır.

42. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 58. maddesine göre; "Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.

Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın cihet ve miktarını açıkça göstermesi lazımdır, aksi hâle itiraz edilmemiş sayılır.

İtirazda bulunan borçlu bu kanuna göre teminat gösterdiği takdirde takip muamelesi itirazlı borç miktarı için ve itiraz komisyonunca bu hususta karar verilinceye kadar durdurulur.

İtiraz komisyonu bu itirazları en geç 7 gün içinde karara bağlamak mecburiyetindedir.

İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu miktardaki amme alacağı % 10 zamla tahsil edilir.

İtiraz komisyonlarının bu konudaki kararları kesindir.

Borcun tamamına bu madde gereğince vakı itirazların tamamen veya kısmen reddi hâlinde, borçlu ret kararının kendisine tebliği tarihinden itibaren 7 gün içinde mal bildiriminde bulunmak mecburiyetindedir.

Borcun bir kısmına karşı bu madde gereğince vaki itirazlar mal bildiriminde bulunma müddetini uzatamaz".

43. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 58. maddesinin üçüncü fıkrası 28.01.2010 tarihli ve 5951 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış, maddenin 1. ve 7. fıkralarındaki "7" rakamı 28.11.2017 tarihli ve 7061 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile "15" olarak değiştirilmiş ve söz konusu değişikliğin 01.01.2018 tarihinden itibaren yürürlüğe gireceği anılan Kanun'un 123. maddesi ile hükme bağlanmıştır.

 44. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 58. madde metninde itirazın “vergi itiraz komisyonuna yapılacağı” hükmü yer almakta ise de, 506 sayılı Kanun’un 80. maddesinin “Kurum alacaklarının tahsilinde 21.07.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir” düzenlemesi ve yürürlükte bulunan 5510 sayılı Kanun’un 88. maddesinin “Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir” hükümleri ile davalı Kurum bünyesinde 6183 sayılı Kanun'un itiraz mercii olarak belirttiği vergi itiraz komisyonunun bulunmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, maddede belirtilen vergi itiraz komisyonuna itiraz yolunun; Sosyal Güvenlik Kurumu alacaklarının tahsili yönünden 6183 sayılı Kanun'un uygulanmasından doğacak uyuşmazlıklarda iş mahkemesine dava açılması yolu olarak kabulü zorunludur. Nitekim bu husus HGK'nın 30.06.2020 tarihli ve 2018/10-1022 E., 2020/496 K. ile 14.05.2019 tarihli ve 2015/10-3514 E., 2019/557 K. sayılı kararlarında da belirtilmiştir.

E. Somut olayın değerlendirilmesi:

45. Çorlu İlçe Jandarma Komutanlığının 02.07.2007 tarihli tutanağında Nurullah S., Ömer A. ve Hüseyin Ali'nin davacıların miras bırakanına (murisine) ait işyerinde çalıştıkları hâlde Kimlik Bildirme Kanunu'na göre jandarmaya bildirilmediği yönündeki tespit üzerine Kurum kontrol memuru tarafından yapılan inceleme sonucu düzenlenen 12.08.2008 tarihli ve 2007/4.5 sayılı inceleme raporuna istinaden 12.10.2008 tarihinde vefat eden muris Salim K. tarafından işletilen Yenice Beldesi Sahili Çorlu-Tekirdağ adresindeki büfe mahiyetindeki tescilsiz işyerinin 02.07.2007 tarihi itibariyle Kanun kapsamına alındığı, 31.07.2007 tarihinde Kanun kapsamından çıkarıldığı, raporda ayrıca çalıştığı tespit edilen sigortalıların 02.07.2007 tarihi itibariyle sigortalılık tescillerinin yapılması gerektiğinin belirtildiği görülmüştür.

46. Çorlu Sosyal Güvenlik Merkezinin Tekirdağ İl Müdürlüğüne hitaben yazdığı 25.04.2016 tarihli yazıda, jandarma tutanağı ve inceleme raporu kapsamında murise 5510 sayılı Kanun'un 102/b-2 (506 sayılı Kanun'un 140/a) maddesi uyarınca 1.170TL idarî para cezası verildiği, idarî para cezası kararının 30.03.2008 tarihinde tebliğ edildiği, muris tarafından Kurum nezdinde cezaya itiraz edilmediği bildirilmiştir.

47. Davacılar adına 12.08.2015 tarihinde 2014/030.80 takip nolu ödeme emirleri düzenlenerek 1.170TL tutarındaki idarî para cezasının gecikme zammı ile birlikte tahsili yoluna gidilmiş, ödeme emirlerinin davacı Aysun K.'ya 24.09.2015; diğer davacılara 19.08.2015 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine süresi içinde eldeki dava açılmıştır.

48. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacıların miras bırakanına işyerini Kuruma bildirme yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle verilen idarî para cezasının, gerek 5326 sayılı Kabahatler Kanunu gerekse 506 sayılı Kanun ve bu Kanun'a aynı yönde düzenlemeler içeren 5510 sayılı Kanun kapsamında kabahat sayılan bir fiil nedeniyle uygulanan idarî yaptırım niteliğinde olduğu açıktır. Bu nedenle hukuka aykırı bir eylemi cezalandırma amacıyla verilen uyuşmazlık konusu idarî para cezası yönünden de Anayasa'nın 38. maddesinin 7. fıkrasında ifadesini bulunan "ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesi"nin uygulanması gerekir. Bu durumda hukuka aykırı eylemi nedeniyle idarî yaptırıma tâbi tutulan murisin ölümü ile idarî para cezasının tahsil kabiliyeti ortadan kalkmış olup cezanın mirasçılara geçen borç olarak kabul edilmesi ve bunun sonucu olarak da davacılar hakkında takip yapılması mümkün değildir.

49. Hâl böyle olunca ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesinin idarî para cezaları için de geçerli olduğu, bu nedenle murise verilen idarî para cezasının tahsili için davacı mirasçılar hakkında takip yapılamayacağı gerekçesine dayanan direnme kararı usul ve yasaya uygundur.

50. O hâlde direnme kararı onanmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.07.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.