T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/1452
KARAR NO   : 2021/251

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 02/07/2015
NUMARASI                 : 2015/219 - 2015/355
DAVACILAR               : 1- N.T., 2- A.G. E. (T.), vekilleri Av. M.G.O.
BİRLEŞEN DAVADA
DAVACI                       :
O.T. vekili Av. M.G.O.
DAVALI                       : C.T. vekili Av. H.Ç.

1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacılar Ayşe Gül T. ve Neşide T. vekili asıl dava dilekçesinde; davacılardan Neşide ile davalının 26.01.1987 tarihinde evlendiklerini, evliliklerinin 15.09.2009 tarihinde sona erdiğini, bu evlilikten 1992 doğumlu Ayşe Gül ve 1995 doğumlu Oğuz’un dünyaya geldiğini, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra çocuklarıyla hiç ilgilenmeyen davalının boşanma davasında ileri sürmemesine rağmen 2011 yılında soybağının reddi davası açması ile davacı eski eşe çok ağır isnatlarda bulunarak toplum içinde küçük düşürdüğünü, eski eş ve çocuklarını toplum dışına itmek istediğini, davacı kadının sokağa çıkamaz hâle geldiğini, davacı çocuklar yönünden duygusal boşluk ve güvensizlik oluştuğunu, bu durumun davacıların kişilik değerlerine ağır saldırı teşkil ettiğini ileri sürerek davacı anne Neşide için 50.000 TL, davacı çocuk Ayşe Gül için 50.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

5. Davacı Oğuz T. vekili birleşen dava dilekçesinde; asıl dava dilekçesinde belirtilen iddiaları tekrarlayarak 30.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

6. Davalı vekili asıl davaya cevaplarını bildirdiği dilekçesinde; davalının hastanede yaptırdığı tetkikler sonucunda sperm sayısında azlık nedeniyle kısır olabileceğinin, çocuğu olamayacağının söylendiğini, çocukların davacıya düşman gibi davrandığını, on yıla yakın süren boşanma davasında mağdur edildiğini, alınan raporlar, evliliklerinin ilk dört yılında çocuklarının olmaması ve kadının davalıyı eş, çocukların ise baba olarak görmemeleri karşısında kuşkuya kapılan davalının hak arama özgürlüğü çerçevesinde yasal hakkını kullanarak soybağının reddi davası açtığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

7. Davalı vekili birleşen davaya cevaplarını bildirdiği cevap dilekçesinde; asıl davada ileri sürdüğü gerekçelerle davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

8. Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 07.11.2013 tarihli ve 2012/421 E., 2013/592 K. sayılı kararı ile; davacı Neşide ile davalının boşanan eşler, diğer davacıların ise tarafların müşterek çocukları olduğu, davalının Bakırköy 6. Aile Mahkemesinde 23.05.2011 tarihinde açtığı davada Oğuz ve Ayşe Gül'ün çocukları olmadığından bahisle soybağının reddi talebinde bulunduğu, mahkemece aldırılan adli tıp raporlarına göre her iki çocuğun da %99,99 ihtimalle davalının çocukları olduğunun tespiti üzerine 28.12.2011 tarihli ve 2011/473 E., 2011/1071 K. sayılı karar ile davanın reddine karar verildiği ve kararın kesinleştiği, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin emsal dosyasında da boşandığı eşinin iffetsiz olduğunu ileri sürüp çocuklarının gayrimeşru ilişkiden doğduğu iddiası ile soybağının reddi davası açan davalının bu eyleminin hem davacı eşin hem de davacı çocukların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiğinin kabul edildiği, davaya konu olayın özelliği, davalının haksız eyleminin ağırlığı, tarafların sosyal ve ekonomik durumları gözetilerek asıl ve birleşen davaların ayrı ayrı kısmen kabulleri ile her bir davacı için 5.000 TL manevi tazminatın haksız fiil tarihi olan 23.05.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 22.01.2015 tarihli ve 2014/4463 E., 2015/744 K. sayılı kararı ile; “… davalı hakkında düzenlenen raporlar ve taraflar arasında açılan boşanma davaları gözönüne alındığında; soybağının reddi davası açılması, Anayasal şikayet hakkının kullanılması anlamında olup kişilik haklarına saldırı oluşturmayacağından davanın tümden reddi gerekirken, Mahkemece yerinde olmayan yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru olmadığından, kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle oy çokluğuyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

11. Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.07.2015 tarihli ve 2015/219 E., 2015/355 K. sayılı kararı ile; önceki kararda belirtilen gerekçeler yanında, 2011 yılına kadar davalının çocukların kendisinden olmadığına dair bir iddiasının bulunmadığı, boşanma gerçekleştikten sonra bir takım rahatsızlıklarını ileri sürerek 2011 yılında aldığı bir raporu dayanak yaparak boşandığı davacı eşinin iffetsiz olduğunu ileri sürüp soybağının reddi davası açtığı hususu birlikte değerlendirildiğinde; çocuklarının gayrimeşru ilişkiden doğduğu iddiasının, iddianın ileri sürülüş tarihine göre hem davacı eşin hem de davacı çocukların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 15.09.2009 tarihinde boşanan eşlerin evlilik birliği içinde doğan 1992 ve 1995 doğumlu çocuklarının gerçek çocukları olup olmadığının tespiti için 23.05.2011 tarihinde davalı erkeğin soybağının reddi davası açmasının Anayasal dava açma hakkının kullanılması kapsamında kalıp kalmadığı, davacı olan eski eş ile çocuklarının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği buradan varılacak sonuca göre davacıların manevi tazminat isteminde bulunup bulunamayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

14. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.

15. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.

16. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2), bedensel zarar ve ölüme neden olma [Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.

17. 4721 sayılı TMK’nın 24. maddesi ile 6098 sayılı TBK’nın 58. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.

18. 4721 sayılı TMK’nın;

 24. maddesinde;

“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”

25. maddesinde;

“Davacı, hakimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.

Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.

Davacının, maddi ve manevi tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.

Manevi tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.

Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir.”

Düzenlemeleri bulunmaktadır.

19. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nın 58. maddesinde ise;

“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.

20. TMK’nın 24 ve TBK’nın 58. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.

21. Görüldüğü üzere TBK’nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.

22. Bu aşamada “hak arama hürriyeti” kavramına değinmekte fayda bulunmaktadır.

23. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa), “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesine göre;

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

24. Bu düzenleme ile kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.

25. Yine Anayasa’nın 12. maddesinde;

“Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.

Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir.

26. Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır. Ancak bazı durumlarda hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.

27. Bu durumda; yani hukuki çıkarların (yararların) çatışması hâlinde çatışan çıkarlar arasındaki sınırın TMK'nın 1. maddesindeki ana kural uyarınca, hâkim tarafından büyük bir özenle çizilmesi gerekir (Selim Kaneti, Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru, Kazancı, 1. Bası, İstanbul 2007, s. 231, 263).

28. Hâkim, çatışan çıkarlar arasındaki bu sınırı TMK'nın anılan maddesi uyarınca hukuk yaratarak belirlerken, adalete uygun bir sonuca varması için öğretide ve uygulamada kabul edilmiş ve genelleşmiş olan kıstaslardan da yararlanmalıdır. Kabul olunan bu genel kıstaslara göre; kişilik haklarına vaki saldırının hukuka uygun sayılması için (özellikle hak arama özgürlüğü söz konusu olan hâllerde); herşeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün hak ve çıkarının bulunması gerekir. Bir başka söyleyişle, kişilik haklarının ihlali görünümünü taşıyan açıklamalar, başkalarının ya da kamunun üstün çıkarlarını korumak amacıyla yapılmışsa, doğru amaca yönelik olduklarından hukuka aykırı sayılamaz. Bu açıdan zabıtaya ya da suçları kovuşturmaya yetkili makamlara yapılan ceza şikayetleri, ihbarlar, kişisel ceza davaları, yetkili merciler nezdinde yapılan icra kovuşturmaları, açılan hukuk davaları kural olarak hukuka aykırı değildir. Zira, hukukça korunan haklı bir çıkarın elde edilmesi için hareket edildiği sırada bir başkasının kişilik hakkı saldırıya uğramış ise, artık kişilik hakkı üzerindeki hukuki himaye, başkalarının hak ve özgürlüğü yararına ortadan kalkmalıdır. Hiç kuşku yok ki, hukuken korunan varlıklar olarak haysiyet, şeref ve hak arama özgürlüğü soyut kavramlar olarak ele alındığında birinin diğerine üstünlüğü yoktur (Haluk Tandoğan, Şahsiyetin Akit Dışı İhlallere Karşı Korunması, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt XX, 1963, Sayı: 4, Sayfa:1-36).

29. Kişilik haklarına yapılan tecavüzün hukuka uygun olduğunu kabul edebilmek için, hukukça korunan üstün hak ve çıkarın var olması asla yeterli değildir; aynı zamanda bu hak ve çıkarın kötüye kullanılmamış olması da gerekir. Aksi halde Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanma söz konusu olmayacaktır.

30. Anayasa’nın yukarıda belirtilen 36. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez” şeklindeki 128. maddesi ile iddia ve savunma dokunulmazlığı anayasal ve yasal teminat altına alınmıştır. Her hakta olduğu gibi iddia ve savunma dokunulmazlığı da sınırsız olmayıp, madde devamında, "Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması" gerektiği belirtilmiştir.

31. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da; maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir. Yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının Anayasa'nın 36. maddesi altında güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdırlar (Anayasa Mahkemesi, 19.02.2019 tarihli, Kenan Gül, B. No: 2015/17892,§ 45-46).

32. Hak arama hürriyeti ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.

33. Dava açma hakkı, amaca uygun olmak yanında uygun araçlarla da kullanılmalı, hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Salt kötü düşünce ile yapılan ve temelindeki olaylar gerçek olmayan davanın açılması hukuka aykırı davranış niteliğindedir.

34. Dava açma hakkının kötüye kullanıldığından söz edebilmek için karşı tarafın suçsuzluğunu bilerek zararlandırmak veya küçük düşürmek amacıyla yapılması yahut dava konusu hakkında delil ve emare olmadığı hâlde davanın açılmış olması gerekir.

35. Bu nedenle davanın temelini oluşturan maddi olguların ciddi ve inandırıcı kanıtlarla desteklenmesi gereklidir. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, dava edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir.

36. Davayı haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği, diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan dava hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi hâlde davanın hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve dava edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.

37. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davacı kadın ile davalı erkeğin 26.01.1987 tarihinde evlendikleri, bu evlilikten 1992 doğumlu davacı Ayşe Gül ve 1995 doğumlu davacı Oğuz’un doğduğu, davalı erkek tarafından davacı kadın aleyhine önce 02.10.2000 tarihinde zina nedeniyle boşanma davası açıldığı, davalı erkeğin bu davasından feragat etmesinden sonra 03.06.2003 tarihinde şiddetli geçimsizlik sebebiyle açılan davanın da davalı kadının kusurunun ispatlanamadığı gerekçesi ile reddedildiği, bu davalardan sonra davalı erkeğin 08.06.2006 tarihinde açtığı boşanma davasının kabul edildiği ve tarafların boşandıkları, boşanma davasında davacı erkeğin kusurunun daha ağır olması nedeniyle davalı kadın yararına tazminata hükmedilerek müşterek çocukların velayetinin de davalı kadına bırakıldığı, kararın 15.09.2009 tarihinde kesinleştiği, davalı erkeğin boşanma davasının kesinleşmesinden bir buçuk yıl kadar sonra hastanede sperm testi yaptırarak test sonuçlarına göre de 23.05.2011 tarihinde soybağının reddi davası açtığı, açılan davada yapılan DNA testleri sonucunda davacı çocukların babasının davalı olduğunun %99,99 ihtimalle ortaya konduğu ve davanın reddedildiği anlaşılmıştır.

38. Bu kapsamda eşiyle boşanma sürecinde çocukların velayetini isteyen, boşandıktan sonra da çocukları ile görüşmeye çalışarak onlarla ilgilenen davalının, çocukların doğumları üzerinden geçen uzunca süre de göz önünde bulundurulduğunda alınan rapora dayanarak soybağının reddi davası açması hayatın olağan akışına uygun görünmemektedir. Kaldı ki davalı, eşinin zina yaptığı iddiası ile açtığı boşanma davasından da feragat etmiştir. Davalının açtığı soybağının reddi davasında dayanak yaptığı tek uzman hekim tarafından düzenlenmiş raporların yakın tarihlerde alınmasına rağmen farklı değerler içerdiği ve alındığı tarih itibariyle davalı erkeğin yaşının da ilerlediği göz önüne alındığında iddialarını kanıtlama yolunda güçlü bir delil veya emare değildir.

39. Açıklanan nedenlerle; mahkemece değinilen yönler gözetilerek davalı tarafından ileri sürülen iddiaların soyut niteliği, dava tarihleri, rapor tarihleri ve boşanma sonrası tarafların içinde bulundukları durumlar gözetildiğinde davalının soybağının reddi davası açmasının iddia ve savunma sınırları içerisinde değerlendirilmesi mümkün değildir. Davalının eylemi hukuka uygunluk nedeni taşımamakta olup, davacıların kişilik hakları zarar görmüştür.

40. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı erkeğin soybağının reddi davasını açması kendi kişilik haklarını da etkileyeceğinden keyfi olarak açılmayacağı, bu nedenle Anayasal dava açma hakkını kullandığı, aksi düşüncenin dava açma hakkını kısıtlayacağı görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

41. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.

42. Ne var ki, Özel Dairece tazminat miktarı yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun olduğundan, davalı vekilinin hükmedilen tazminat miktarına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 11.03.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 17 üyenin 16’sı DİRENME UYGUN DAİREYE, 1’ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.