AÇIĞA ATILAN İMZANIN KÖTÜYE KULLANILDIĞI SAVUNMASI KESİN DELİLLE İSPATLANMALIDIR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


31 Tem
2018

Yazdır

T.C.
ANKARA
6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO       : 2013/549 
KARAR NO    : 2014/325

DAVA                  : İtirazın İptali
DAVA TARİHİ     : 28/06/2010
KARAR TARİHİ  : 10/06/2014
YAZIM TARİHİ    : 07/07/2014

Mahkememizde görülmekte bulunan İtirazın İptali davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :

Davacı vekili tarafından verilen ve mahkememize tevzi edilen 28/06/2010 kayıt tarihli dava dilekçesinde; davacı tarafından davalı aleyhine Ankara 32. İcra Müdürlüğünün 2009/1...4 Esas sayılı dosyasından icra takibi yapıldığını, davalının yaptığı gecikmiş itirazla takibin durduğunu, takibin dayanağı belgeden anlaşılacağı üzere davacının davalıya geri ödenmek üzere 30.000.- TL verdiğini, buna karşılık belge düzenlendiğini, itirazın yersiz olduğunu ileri sürerek, itirazın iptaline, takibin devamına, %40 kötüniyet tazminatına karar verilmesi talep edilmiştir.

Davalı vekili tarafından verilen 19/07/2010 havale tarihli cevap dilekçesinde; davalının 14/09/2009 tarihinde eşinden boşandığını, davacının boşandığı eşinin kızkardeşi olduğunu, davalının davacıya borcunun olmadığını, takibin dayanağı belgenin ibraz edilmediğini, bu nedenle davanın reddi gerektiğini ileri sürmüş, 28/02/2011 havale tarihli cevap dilekçesinde; takibin dayanağı belgenin davalı 2009 yılı Ağustos ayında Gülhane Askeri Hastanesinde tedavi gördüğü sırada eski eşinin hastaneye gelip, evi taşıyacaklarını, evdeki telefonu kapatabilmek için boş kağıda imza aldığını, bu imzanın üzeri doldurularak takibe konduğunu, belgede yazılı borcu olmadığını ileri sürmüştür.

Açılan dava; davacı tarafından yapılan icra takibine davalının itirazı nedeniyle itirazın iptali ve takibin devamı istemine ilişkindir. 

Davanın çözümü; takip dayanağı belgede yazılı borcun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Celp edilen Ankara 3. Aile Mahkemesinin 2009/9.6 Esas sayılı dosyasının tetkikinde; davalı ile eşi Reyhan E.'ın 14/09/2009 tarihinde boşandıkları ve boşanma kararının 29/09/2009 tarihinde kesinleştiği, davacının davalının boşandığı eşinin kardeşi olduğu, davalının belli sürelerde Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Eğitim Hastanesinde değişik tarihlerde tedavi gördüğü, davacının yurt dışında kaldığı, zaman zaman Türkiye'ye giriş yaptığı, genellikle 1 ay kalıp döndüğü, takip dayanağı belgenin tanzim tarihinin 23 Temmuz 2007, ödeme tarihinin 05 Ocak 2008, takip tarihinin 24 Kasım 2009 tarihi olduğu, vade tarihinden yaklaşık 2 sene sonra takibe konulduğu, belge altındaki imzayı davacının kabul ettiği, ancak isim ve imzasının üstündeki yazının kendisine ait olmadığını savunduğu, davacı tarafından da bu yazının davalıya ait olduğunun iddia edilmediği, belgeye bakıldığını, davacının isim ve imzasının üstündeki yazının farklı bir yazı olduğunun açıkça görüldüğü, bu belgenin matbu olarak düzenlenmiş veya özenle karşılıklı olarak düzenlenmiş bir belge olmadığı, dolayısıyla bu belgenin borç ikrarını ihtiva eden bir belge olarak kabulünün mümkün olmadığı, yukarıda açıklanan olgulara göre, davalının savunmasının tutarlı olduğu, olağan şekilde ve içerikte olmayan bu belgedeki borcun mevcut olduğunun, davacı tarafça ispat edilmesi gerektiği, bu yönde mahkemeye kanaat bahşedecek makul ve mantıklı bir açıklama ve belge ileri sürülmediği, bu nedenle takip dayanağı belgenin sahih olmadığı anlaşıldığından, 22/11/2012 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. 

Kararın davacı tarafça temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2013/7756 Esasında incelenerek ihdas edilen 2013/22029 sayılı 19/09/2013 tarihli ilam ile ve özetle; "Yargıtay'ın yerleşik içtihatları gereğince imza atan sonucuna katlanır, belgenin anlaşmaya aykırı doldurulduğu hususunun davalı tarafından aynı kuvvetteki delillerle ispatı gerekir. Davalı dosya kapsamındaki delillerle davasını ispatlayamamıştır. Öyle olunca mahkemece varsa davalıya yemin delili hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ile ispat külfeti ters çevrilerek yazılı şekilde davanın reddedilmesi usül ve yasaya aykırı" gerekçesiyle bozulmuştur. 

Ancak bozmadan önce verilen kararda belirtilen gerekçelerle ve aşağıda açıklanacak nedenlerle önceki kararda ısrar edilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır. 

Açığa imza söz konusu olan hallerde, açığa imza atılan belgede yazılı hususların aksinin aynı güçteki belgelerle ispat edilmesi gerektiği Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarındandır. 

Ancak her somut olayın kendi özel şartları içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Davalı taraf yargılamanın başından beri, söz konusu belgenin davalının, davacının eşi ile evli bulunduğu sırada ve hastanede yatarken başka bir amaçla imzalayarak eşine verdiğini savunmuş ve bu savunmasını celp edilen belgelerle ispat etmiştir. 

Davalının, davacının kardeşi ile evli bulunduğu, bu evliliğin 14/09/2009 tarihli verilen boşanma kararı ile sonuçlandığı, davalının Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığı Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanlığında 03/07/2009-15/07/2009, 25/11/2009-09/12/2009, 24/02/2010-10/03/2010, 23/11/2010-15/12/2010 tarihleri ile 11 Nisan 2011-18 Nisan 2011 tarihlerinde tedavi gördüğü getirtilen belgelerle sabittir.

Davacının Hollanda'da yaşadığı, Türkiye'ye giriş çıkışlar yaptığı Emniyet Müdürlüğünden getirtilen belgelerden anlaşılmıştır.

Dava ve takip konusu belge incelendiğinde; belgedeki imza ve altındaki isim sadece davalıya ait olup, belgenin tanzim tarihi, vade tarihi ve diğer kısımlar sahibi açıklanmayan bir yazı ile doldurulmuştur. Bu belge Ankara 32.İcra Müdürlüğünün 2009/1...4 Esas sayılı dosyasında 24/11/2009 tarihinde icra takibine konu yapılmıştır.

Davalı ile davacının kız kardeşi ise 14/09/2009 tarihli karar ile boşanmışlardır. Boşanma kararından yaklaşık 2 ay 10 gün sonra, 23 Temmuz 2007 tanzim tarihli 15/01/2008 vade tarihli belge tahsile konmuştur. Bu olgular karşısında Yargıtay'ın yukarıda değinilen yerleşmiş görüşünü somut olaya uygulama konusunda mahkemede vijdani kanaat oluşmamıştır. 

Maddi gerçeğin şekli gerçeğe feda edilmesi mahkemece kabul edilmemiştir.

 Davacı tarafın somut olaydaki bu çelişkileri; öncelikle belgede yazılı 30.000,00 TL'yi hangi amaçla ne zaman verdiğini, 15 Ocak 2008 vade tarihli belgeyi vade tarihinden hemen sonra neden takibe koymadığını, kardeşi ile davalının boşanmasından sonrayı neden beklediğini, 30.000,00 liralık bir borçlanma senedinin neden borçlu tarafından bizzat yazılmadığı, açığa imza yerine neden matbu olarak hazırlanmış bono düzenlenmediğinin makul ve mantıklı şekilde açıklaması gerekir. 

Açıklanan bu nedenlerle önceki kararda ısrar edilerek, davanın reddine karar verilmiştir.

HÜKÜM :

Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1- Önceki kararda ısrar edilmesine ve sabit olmayan davanın reddine, 

2- Peşin alınan 540,75 TL harcın 25,20 TL'lik kısmının maktu karar harcı olarak mahsubu ile bakiye 515,55 TL'nin karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacı tarafa iadesine, 

3- Kendisini vekille temsil ettiren davalı lehine, davanın değeri gözetilerek 4.255,38 TL nispi vekalet ücreti takdirine, davacıdan tahsili ile bu davalıya ödenmesine,

4- Davacı tarafın yapmış olduğu masrafların üzerinde bırakılmasına, 

5- Davalı tarafından yapılmış herhangi bir gider bulunmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına, 

Dair; taraf vekillerinin yüzlerine karşı, tebliğden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay nezdinde temyizi kabil olmak üzere verilen karar, açıkça okunup, usulen anlatıldı. 10/06/2014

 

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/13-619
KARAR NO   : 2018/919

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           :
Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                     : 10/06/2014
NUMARASI              : 2013/549 - 2014/325
DAVACI                    : A.G. vekili Av. H.A.
DAVALI                    : D.E. vekili Av. N.T.

Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 22.11.2012 gün ve 2010/288 E., 2012/485 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 19.09.2013 gün ve 2013/7756 E., 2013/22029 K. sayılı kararı ile; 

“... Davacı, davalının 23.07.2007 tarihli belgeye göre kendisinden 30.000,00 TL borç aldığını, borcun geri ödememesi nedeniyle başlattıkları icra takibine davalının haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek, davalının icra takibine vaki itirazının iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiştir.

Davalı, davacının boşandığı eşinin kardeşi olduğunu, Ağustos 2009 tarihinde hastanede yattığı esnada eşinin evdeki telefonu kapatmak (kayınbiraderi) için kendisine boş belge imzalattığını, daha sonra üst kısmın doldurulduğunu, borçlu olmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davacının altındaki imzayı kabul ettiği, ancak isim ve imzasının üstündeki yazının kendisine ait olmadığını savunduğu, davacı tarafından da bu yazının davalıya ait olduğunu iddia edilmediği, davacının isim ve imzasının üstündeki yazının farklı bir yazı olduğunu açıkça görüldüğü, bu belgenin matbu olarak düzenlenmiş veya özenle karşılıklı olarak düzenlenmiş bir belge olmadığı, dolayısıyla bu belgenin borç ikrarını ihtiva eden bir belge olarak kabulünün mümkün olmadığı, olağan şekilde ve içerikte olmayan bir belgedeki borcun mevcut olduğunun, davacı tarafça ispat edilmesi gerektiği, bu yönde mahkemeye kanaat bahşedecek makul ve mantıklı bir açıklama ve belge ileri sürülmediği, bu nedenle takip dayanağı belgenin sahih olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, karz akdi niteliğindeki belgeye dayalı olarak yapılan icra takibine vaki itirazın iptali isteğine ilişkindir. Davacı, takibe konu 23.07.2007 tarihli belgeye göre davalıya 30.000,00TL borç verdiğini ileri sürmüş, davalı, belgeyi başka nedenle boş olarak imzaladığını, üst kısmının sonradan doldurularak borç belgesi yapıldığını, davacıya borcunun olmadığını savunmuştur. Mahkemece takip dayanağı belgenin sahih olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davaya konu belge altındaki imzanın davalıya ait olduğu hususunda taraflar arasında ihtilaf yoktur. Yargıtay’ın yerleşik içtihatları gereğince açığa imza atan sonucuna katlanır. Belgenin anlaşmaya aykırı doldurulduğu hususunun davalı tarafından aynı kuvvetteki delillerle ispatı gerekir. Davalı, dosya kapsamındaki delillerle iddiasını ispatlayamamıştır. Öyle olunca mahkemece, varsa davalıya yemin delili hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile ispat külfeti ters çevrilerek yazılı şekilde davanın reddi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…”

gerekçesi ile hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin davalıya borç olarak verdiği 30.000,00 TL’nin geri ödenmemesi üzerine başlatılan takibe davalının haksız şekilde itiraz ettiğini, takip dayanağının davalı imzasını taşıyan ve borç ikrarını içeren 23.07.2007 tarihli belge olduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının, müvekkilinin boşandığı eşinin kardeşi olduğunu, borç iddialarının gerçeği yansıtmadığını, takipte ve dava dosyasında iddiaya konu belgenin sunulmadığını, soyut iddia dışında delilin de mevcut olmadığını savunmuş, belgenin sunulması sonrasında ise söz konusu imzanın müvekkiline ait olmakla birlikte hastanede yattığı sırada eski eşinin telefon hattını kapattırmak bahanesi ile boşa imza attırdığını, borç ilişkisinin söz konusu olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece davalının imzasını ikrar ettiği belge metninde bulunan yazıların davalıya ait olduğunun iddia ve ispat edilemediği, borç iddiasının bu belgedeki vade tarihinden iki yıl sonra takibe konu edildiği, yapılan değerlendirmede davalının savunmasının tutarlı olduğu sonucuna varıldığı, olağan biçim ve içeriğe sahip olmayan belgedeki alacak iddiasının davacı tarafça ispat edilmesi gerektiği, bu yönde makul ve mantıklı bir açıklama ve belge ileri sürülmediği, bu nedenle takip dayanağı belgenin sahih sayılamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece ilk karar gerekçelerinin yanında maddi gerçeğin şekle feda edilmemesi gerektiği yönünde oluşan kanaat de belirtilmek suretiyle direnme kararı vermiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde işin esasının incelenmesinden önce, bozma kararı sonrasında yapılan yargılama sırasında davacı vekilinin hazır olduğu 26.12.2013 tarihli birinci celsede 20.03.2014 tarihine ertelenen ve “9. Asliye Hukuk Mahkemesine mahsus duruşma salonunda duruşma yapıldı” açıklaması ile başka bir mahkeme salonunda yapılan duruşmaya davacı tarafın iştirak etmeyip herhangi bir mazeret de bildirmediği, mahkemece davalı vekilinin başka bir duruşma nedeniyle celseye katılamayacağına dair gönderdiği mazeret dilekçesi kabul edilerek duruşmanın ertelendiği olayda, yerel mahkemece 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 150’nci maddesi çerçevesinde işlem yapmasının mümkün ve gerekli olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.

Kural olarak HMK’nın 150’inci maddesinin birinci bendi uyarınca usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan tarafların duruşmaya gelmemeleri veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirmeleri hâlinde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir. Aynı maddenin ikinci bendinde ise usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan birinin duruşmaya gelip diğer tarafın gelmemesi hâlinde, gelen tarafın talebine göre yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edileceği veya dosya işlemden kaldırılacağı hükme bağlanmıştır.

Eldeki davada 20.03.2014 tarihli duruşmaya her iki taraf da katılmamış, yalnızca davalı vekili tarafından mazeret dilekçesi gönderilmiş olup, bu dilekçe üzerinden duruşma ileriki tarihe ertelenmiş olmakla birlikte Kanun’un 150’nci maddesinin ikinci bendi hükmü gereğince duruşmaya gelen taraftan yargılamaya devam etmek isteyip istemediği yönünde iradesinin sorulması imkânı bulunmaksızın ertelenen celseye her iki taraf vekili de katılmış olup, bu yönde herhangi bir itirazlarının bulunmadığının da anlaşılması karşısında, tarafların iradelerinin yargılamanın devam etmesi yönünde olduğunun kabulü gerekeceğinden oy birliği ile ön sorunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

İşin esasının incelenmesinde;

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: taraflar arasındaki yazılı ödünç sözleşmesine dayalı borcun ödenmediği iddiası ile başlatılan takibe vaki itirazın iptali davasında ispat yükünün hangi tarafta olduğu, burada varılacak sonuca göre yerel mahkemenin açığa atılan imzanın kötüye kullanıldığı savunmasında bulunan davalının savunmasını dikkate alarak ispat külfetinin davacıda olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar vermesinin hukuka uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümünde ispat ve ispat yükü kavramlarının kısaca açıklanması yerinde olacaktır.

İspat; dava konusu yapılan hakkın gerçekten var olup olmadığının anlaşılması, maddî hukukun o hakkın doğumunu veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıaların doğru olup olmadığının tespit edilmesi sonucunda mümkün olur. İşte dava konusu hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemidir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001,6. b., 2.c., s. 1966).

Hâkim, davada hangi çekişmeli vakıanın ispat edilmesi gerektiğini tespit ettikten sonra bu vakıaların kimin tarafından ispat edilmesi sorusu ile karşılaşır; buna da ispat yükü denir.

İspat yükü, hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşer ve yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; kendisine ispat yükü düşen taraf için bu bir yükümlülük (mükellefiyet) değil, sadece bir yüktür (külfettir). Zira taraf kendisi tarafından ispatı gereken bir vakıayı ispat edemezse, karşı taraf (ve mahkeme) onu mutlaka ispat etmesini isteyemez (yükümlülük). Bilâkis, kendisine ispat yükü düşen taraf, o vakıayı ispat edememiş sayılır; mesela, kendisine ispat yükü düşen ve fakat bunu yerine getiremeyen taraf davacı ise, davasını ispat edememiş sayılır ve dava bu nedenle reddedilir (Kuru, s.1972).

Konu ile ilgili genel kural 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6’ncı maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”

İspat aracı olan ve kendi içinde kesin - takdiri olmak üzere ikiye ayrılan deliller, kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanamayacağı davalarda kural olarak taraflarca ileri sürülmedikleri müddetçe hâkim tarafından resen dikkate alınamaz.

Hâkimi bağlayıcı nitelikteki (kesin) delillerden belki de en önemlisi “senet”tir.

İspat yükü üzerine düşen taraf iddiasını yahut savunmasını adi yazılı senede dayandırır ve bu adi senet altında imzası bulunup senet kendisine karşı delil teşkil edecek olan kimse tarafından ikrar edilirse, o senet kesin delil teşkil edecektir [1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK), m. 296/2; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), m.205/1].

Senetle ilgili ilk kural, kesin delille ispat zorunluluğu veya tanıkla ispat yasağı da denilen, kanun koyucunun bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacı ile yapılan hukuki işlemlerin değerinin belli bir miktarın üzerinde olması hâlinde ispatının ancak senetle yapılabileceği kuralıdır (HUMK, m.288/1; HMK, m. 200). Bu husus kısaca ispat sınırı olarak da anılabilir.

Senetle ispat zorunluluğu hakkındaki ikinci kural ise senede karşı senetle ispat zorunluluğudur.

Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi (savunma) olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler, senetle ispat sınırından az bir miktara ilişkin olsa bile tanıkla ispat olunamaz, ancak ve ancak senet (kesin delil) ile ispat olunabilir (HUMK, m. 290; HMK, m. 201).

Senedin tamamlanmış sayıldığını söyleyebilmek için imza kurucu bir unsurdur. İmzanın senet metni oluşturulmadan da atılabilmesi mümkündür. Bu hâlde “beyaza imza”dan söz etmek gerekir (Yavaş, M.: Senetle İspat ve Senede Karşı Senetle İspat Kuralları ile Bu Kuralların İstisnaları). 

Kuşkusuz böyle bir imza onu atan için çok tehlikelidir. Zira genel hayat tecrübesi, imzalı boş kâğıdı karşısındakine veren kimsenin onun üzerine kendisini zararlandırıcı mahiyette ilaveler yapılabileceğini bilmesini gerektirir. Buna rağmen imzalı boş kâğıdı veren kimse, ki imzalı boş belge vermek de bir hukuki işlemdir, tehlikeleri peşinen kabul etmiş sayılacağı gibi, kendisinden beklenen dikkat ve ihtimamı sarf etmediğinden hukukun himayesinden yararlanamaz.

Beyaza imza atan kimse karşı tarafın anlaşmaya uygun olarak daha önceden belirlenen esaslara göre senet metninin oluşturulacağı konusunda bir güvene sahiptir ve senet metnindeki borç kapsamından sorumludur. Bu sorumluluk beyaza imza atan kimsenin sözleşme metnindeki ifadelerin kendi iradesinin ürünü olmadığını ispat yükünü üzerine alması suretiyle tezahür eder. Ancak böyle bir iddia ile senedin hüküm ve kuvveti azalacağından Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun 201. (HUMK'nın 290.) maddesi çerçevesinde bu iddianın kesin delille ispat gerekir. 

Hukukun amacının maddi gerçeğe ulaşmak olduğu şüphesizdir. Ne var ki bu amacın sağlanmasında hâkimin izleyeceği yol kanun koyucu tarafından sübjektiflikten olabildiğince uzaklaşmış usul hükümleri ile çizilmiş olup, aksi düşünce ile verilecek kararlar uygulayıcı elinde değişkenlik göstererek hukuk güvenliğini ortadan kaldıracaktır. 

Somut uyuşmazlıkta da davalı açığa attığı imzanın kötüye kullanıldığı savunmasını, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, ispata yeter güçte belge sunamamıştır.

Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. 

S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440’ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 18.04.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.