AÇIKLAMASIZ HAVALENİN MAL ALIMI İÇİN GÖNDERİLDİĞİ İDDİA EDİLMİŞ BORÇ İÇİN GÖNDERİLDİĞİ DE SAVUNULMUŞSA İSPAT YÜKÜ DAVACIDADIR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


24 Ara
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/3-1772
KARAR NO   : 2021/1011

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 Samsun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                        : 18/10/2016
NUMARASI                : 2016/393 - 2016/401
DAVACI                      : N.Y. vekili Av. S.Ç.K.
DAVALI                      : F.T. vekili Av. L.Ö.

1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Samsun 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:  

4. Davacı vekili; E.E-9 isimli teknenin alınması için davalıya 26.09.2011 tarihli banka havalesiyle 17.500 TL gönderdiğini, kalan 30.000 TL'yi ise davalının eşi Ahmet T.’a senet ile elden verdiğini, davalının eşinin tekneyi önceki maliki Mehmet Emin K.’dan satın aldığını ancak kendisine değil davalıya devrettiğini, ödenen bedelin iadesini sağlamak için başlattığı icra takibine haksız şekilde itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili; dava dilekçesindeki iddiaların haksız ve kötü niyetli olduğunu, davaya konu havalenin müvekkiline olan borcun ödenmesi amacıyla yapıldığını, havaleye ilişkin yasal karinenin aksini ispat yükünün davacı üzerinde olduğunu ve iddianın ancak yazılı belge ile ispat edilebileceğini, tanık dinlenmesine muvafakatlerinin olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.  

Mahkeme Kararı:

6. Samsun 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.07.2014 tarihli ve 2013/451 E., 2014/251 K. sayılı kararı ile; tarafların davacı adına tekne alımı konusunda anlaştıkları ancak teknenin bedelinin ödenmesine ve sahibinden alınmasına rağmen davacıya teslim edilmeyip davalı Filiz T. üzerine mülkiyetinin geçirildiği, davacı tanığının beyanına göre teknenin davacıya teslim edilmediği, davalının 17.500 TL'lik havaleyi ve borcunu kabul ettiğine yönelik beyanı dikkate alındığında icra takibine itirazın haksız olduğu kanaatine varıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesince 29.03.2016 tarihli ve 2015/12687 E., 2016/4808 K. sayılı karar ile;

“… Davada, davacı tarafından davalıya banka havalesi ile gönderilen paranın sebepsiz zenginleşme kurallarına göre tahsili talep edilmektedir.

Davalının gönderilen paraların tahsil edildiği yönünde bir itirazı bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, davalının iddia ettiği gibi davacının daha önce aldığı borcun ödenmesi şeklinde olup olmadığı ve buna bağlı olarak ispat yükünün hangi tarafta olduğu konusunda toplanmaktadır.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 236. maddesinde (HMK.nun 188.madde de); taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. (İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için, Bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, sayfa: 2037 ve devamı; Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1–2, 3. Bası, Formül Matbaası, İstanbul 1984, Sayfa: 549 ve devamı; Prof. Dr. Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara 1978, sayfa: 510 ve devamı; Dr. Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa: 212 ve devamı.).

İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.

Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.

Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.

Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.

İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkâr da denilmektedir.

Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.

Vasıflı ikrarda, (gerekçeli inkârda) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.

Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.

Yukarıda da değinildiği üzere, öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.

Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde:

Davacının, havalelerin tekne bedeli olarak davalıya gönderildiği yönündeki iddiası davalıca kabul edilmemiş, tersine, bu paraların, davacının borcunun ifası amacı ile gönderildiği savunulmuştur.        

 Böylece davalı, davaya konu paraların kendilerine gönderildiğini (maddi vakıayı) ikrar etmiş, ancak, bunların davacı tarafından ileri sürülen nedenle değil, başka bir nedenle (mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla) gönderildiklerini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmiştir.

Davalının, ikrar ettiği maddi vakıanın hukuki vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmesi karşısında, somut olayda, basit (adi) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır.

Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukuki vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarıda açıklanmıştır.

O halde, somut olayda davalının savunması, vasıflı ikrar (gerekçeli inkâr) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Çünkü, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa (davalıya) değil, vakıayı ileri süren tarafa (davacıya) aittir.

Bu durumda, davacı taraf, davaya konu paraların tekne bedeli olarak gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalı savunmasını ispat ile yükümlü olmayacaktır.

Öte yandan, Borçlar Kanunu’nun 457 vd. (TBK.nun 555 vd) maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe (tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini (havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını) ileri süren havaleci (muhil), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. (Havale kavramı hakkında geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Arif B.Kocaman. Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2001; Yargıtay’ın bu konudaki uygulamasına örnek olarak: 11.Hukuk Dairesi’nin 28.9.1992 gün ve 1991/1956- 1992/9316 sayılı kararı).

Somut olayda, davacı bu yasal karine karşısında, davalı tarafa yapılan dava konusu havalenin tekne alımı için yapıldığını, kanıtlama yükümlülüğü altındadır.

Başka bir ifadeyle, havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü yine davacı tarafa aittir.

Bu durumda, mahkemece; ispat yükünün davacıda olduğu gözetilerek, olayın niteliği itibariyle tanık ile ispat mümkün bulunmayıp, davacının "yemin" deliline de dayanmadığının anlaşılması karşısında, davacının iddiasını ispat edemediği kabul edilip, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.” şeklindeki gerekçeyle bozma kararı verilmiştir.

Direnme Kararı:

9. Mahkemece 18.10.2016 tarihli ve 2016/393 E., 2016/401 K. sayılı karar ile; ilk karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tekne alımı için gerçekleştiği ileri sürülen ve herhangi bir açıklama içermeyen banka havalesine dayalı olarak başlatılan takibe vaki itirazın iptali davasında ispat yükünün hangi tarafa ait olduğu noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Mahkeme ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın çözümünde öncelikle ispat yükü konusuna değinilmelidir.

13. Eldeki uyuşmazlıkta uygulanması gereken 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 25. maddesine göre “Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.

(2) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz”.

14. Taraflarca getirilme ilkesi olarak adlandırılan bu kural gereği özel hukuka ilişkin bir davada, hâkim kural olarak doğduğu iddia edilen bir hukukî sonucun, gerçekten doğup doğmadığını belirleyebilmek için, o hukukî sonucu öngören hukuk kuralındaki şartların (unsur vakıaların, öğe olayların), somut olarak ortaya çıkıp çıkmadıklarını kendiliğinden araştıramaz. O hukukî sonucun doğduğunu iddia eden taraf, gerçekleşmesi gereken şartların, unsur ve vakıaların somut olarak gerçekleştiğini ispat etmelidir. Bu çerçevede ispat, bir davada ileri sürülen hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların gerçekten mevcut olup olmadıkları konusunda, birtakım araçlarla mahkemeye kanaat verme işlemi olarak tanımlanabilir.

15. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi:

“Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” hükmünü içermektedir.

16. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 187. maddesine göre de ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Kanun’un “İspat yükü” başlığını taşıyan 190. maddesinde de;

“(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.

(2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.”

şeklinde düzenleme mevcuttur.

17. Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü üzerinde taşıyacaktır. İkinci fıkrada ise karinelerin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir.

18. Bu noktada ispatla ilgili karine oluşturan hâllerden biri ve somut uyuşmazlıkta da tartışılması gereken asıl nokta olan “havale” ile ilgili açıklamada bulunmak yerinde olacaktır.

19. Eldeki davaya konu havalenin gönderildiği tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 457 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan havale (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, m. 555 v.), hukuksal niteliği itibariyle bir ödeme vasıtasıdır. Başka bir anlatımla, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini (havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını) ileri süren havaleci (muhil), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.03.2021 tarihli, 2017/(13)3-575 E., 2021/353 K.; 12.03.2003 tarihli, 2003/3-118 E., 2003/158 K. sayılı kararları).     

20. Havalenin gönderiliş amacı, işlemin gerçekleştirilmesi anında düşülecek bir kayıtla (açıklamayla) yahut karşı tarafça inkâr edilecek olursa sonradan ispat vasıtaları kullanılarak da ortaya konulabilir.

21. Eldeki uyuşmazlığa konu havalede havalenin gönderiliş amacına ilişkin herhangi bir açıklama bulunmamaktadır ve yukarıda yapılan açıklamalar ışığında bakıldığında karine olarak ödeme amacıyla yapıldığının kabulü gerekir.

22. Nitekim davalı taraf da havalenin kendisine olan borcun davacı tarafından ödenmesi amacıyla gönderildiği savunmasında bulunulmuştur.

23. Ne var ki mahkemece bu savunmanın davalı tarafa, davacının kendisine borçlu olduğu yönünde ispat yükü getirdiği ve davalının bu yönde delil sunamadığı değerlendirmesi yapılmıştır. Hâl böyle olunca gelinen aşamada davalının bu savunmasının hukukî mahiyetinin tartışılarak ortaya konulması gerekir.

24. Somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken HMK’nın 188. maddesinde (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, m. 236), taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır. Öğretideki tanımlamalara göre, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukukî sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir (İkrar kavramıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız; Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt:2, Ankara 2001, s. 2037 vd.; Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, İstanbul 1984, s.549 vd.; Tanrıver, S.: Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, s.212 vd.).

25. İkrardan söz edilebilmesi için bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi karşı tarafın ileri sürdüğü hukukî sebepler de ikrara konu olamazlar.

26. İçeriği itibariyle ikrar basit (adi), vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir.

27. Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.

28. Vasıflı ikrarda (ki buna gerekçeli inkâr da denilmektedir), karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukukî niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.

29. Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.

30. Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.

31. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli, 2013/13-2338 E., 2015/1499 K.; 12.3.2003 tarihli, 2003/3-118 E., 2003/158 K.; 28.4.2010 tarihli, 2010/14-222 E., 2010/234 K.; 10.10.2012 tarihli 2012/13-264 E., 2012/700 K. sayılı kararlarında da aynı görüş benimsenmiştir.

32. Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde; davacının, sebebine ilişkin açıklama içermeyen havaleyi, kendisine tekne alınması için gönderdiğine ilişkin iddiası davalı tarafça kabul edilmemiş, tersine, bu paranın bir borç ödemesi olduğu savunulmuştur. Böylece davalı davaya konu paranın kendisine gönderildiğini (maddi vakıayı) ikrar etmiş, ancak, bunun davacı tarafından ileri sürülen nedenle değil, başka bir nedenle gönderildiğini savunmak suretiyle vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmiştir. Bu savunmanın basit (adi) veya bileşik ikrar olarak değerlendirilemeyeceği çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukukî vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Bu nedenle, mahkeme kararındaki, davalının havaleyi ve dolayısıyla borcu kabul ettiği yönündeki değerlendirmesi isabetsizdir.

33. Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukukî vasıfta olduğu ileri sürüldüğünden somut olayda davalının savunması, vasıflı ikrar (gerekçeli inkâr) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Buna göre, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, davalıya değil, vakıayı ileri süren tarafa (davacıya) aittir. Nitekim Özel Daire de aynı yöne işaret etmiştir.

34. İspat yükünün davacı üzerinde olduğunun tespitinden sonra tartışılması gereken husus davacının dosya kapsamı itibariyle iddiasını ispatlayıp ispatlayamadığı meselesidir.            

35. Dava konusu edilen alacağın miktar itibariyle HMK’nın 200/1. maddesi gereğince senetle ispat kuralına tabi olduğunda anlaşmazlık bulunmamaktadır. Senetle ispat zorunluluğu bulunan durumlarda tanık dinlenebilmesi için HMK’nın 200/2. maddesine göre karşı tarafın tanık dinlenmesine açıkça muvafakat etmesi ya da 202. maddede düzenlenen delil başlangıcının yahut 203. maddesinde sayılan istisnalardan birinin mevcut olması gerekir. Yazılı delille (senetle) ispatı gereken hususlar, istisnalar dışında takdiri delillerle ve bu kapsamdaki tanık delili ile ispatlanamaz ise de bu hususların senet dışındaki yemin, ikrar ve ticari defterler gibi diğer kesin delillerle kanıtlanması mümkündür.

36. Mahkeme davacının sunduğu havale dekontunu delil başlangıcı olarak kabul etmiş ve davacı tanıklarını dinleyerek hüküm tesis etmiştir. Oysa ki delil başlangıcından söz edilebilmesi için “iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belge”nin varlığı gereklidir (HMK, m.202/II). Davacının gönderdiği para havalesine ilişkin dekontun davalı aleyhine delil başlangıcı olarak kabul edilemeyeceği açıktır.

37. Hâl böyle olunca ispat yükü üzerine düşen davacının iddiasını yazılı delille ispat edemediği, yemin deliline de dayanmadığı gözetildiğinde ispatlanamayan davanın reddi gerekir.

38. Sonuç itibariyle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

39. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ :

Açıklanan nedenlerle,

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “Geçici madde 3.” hükmü uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 16.09.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.