AĞIRLIKLI OLARAK BAĞLANTISIZ BİLEŞİK İKRAR DIŞINDAKİ İKRAR TÜRLERİNİN BÖLÜNEMEYECEĞİ KABUL EDİLMEKTEDİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


12 Şub
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/(13)3-3146
KARAR NO   : 2021/1051

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                        : 04/07/2017
NUMARASI                : 2017/215 - 2017/319
DAVACILAR              : A.Ö. mirasçıları;
                                     1- E. Ö. 2- S.Ö.Ç. 3- S.Ö. 4- S.Ö. vekilleri Av. B.Y.
DAVALILAR              : U.C. mirasçıları;
                                     1- D.Y. 2- İ. G. 3- M.C. vekilleri Av. S.B.

1. Taraflar arasındaki “rücuen alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:  

4. Davacılar vekili; davalılar murisi Uğur C.'ın 2005 yılı Aralık ayından vefat ettiği tarihe kadar dava dışı Lütfi B.'tan toplam 700.000 TL borç aldığını, davacılar murisi Abdurrahman Ö.'in de bu borca kefil olduğunu ve borca karşılık Lütfü B.’a tevdi edilmek üzere Akbank hesabından toplam 700.000 TL bedelli üç adet hatır çeki verdiğini, Uğur C.’ın vefatından sonra ise Lütfü B.’a olan borçların ödenmesi konusunda 11.11.2010 tarihli protokol imzalandığını, protokol gereğince davacılar murisi adına kayıtlı taşınmazın 600.000 TL değerinde kabul edilerek alacaklı Lütfi B.'a devir edilerek hatır çeklerinin geri alındığını, murisin kefil olarak 600.000 TL ödeme yapmasıyla alacaklının haklarına halef olduğunu ileri sürerek 600.000 TL'nin taşınmazın devredildiği tarihten itibaren faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalılar vekili; müvekkillerinin murisi Uğur C. ile davacılar murisi arasında bir kefalet ilişkisinin bulunmadığını, davacılar murisinin davalılar murisine 600.000 TL borcu bulunduğunu ve bu borcuna karşılık olarak protokolde belirtilen taşınmazı devrettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.12.2014 tarihli ve 2014/216 E., 2014/558 K. sayılı kararı ile; davacılar murisi ile davalılar murisi arasında kefalet ilişkisinden değil, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 110. maddesinde düzenlenen başkasının fiilini taahhütten bahsedilebileceği, buna göre alacaklıya taşınmazın devri ile davacılar murisinin alacaklının haklarına halef olduğu, davalıların daha önce temerrüde düşürülmediği gerekçesiyle davanın kabulü ile 600.000 TL bedelin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 10.03.2016 tarihli ve 2015/9694 E., 2016/7422 K. sayılı kararı ile ; “… Davacılar, murisleri Abdurrahman Ö.'in davalılar murisi Uğur Canpolat'a kefaleten alacaklı dava dışı Lütfi B.'a 600.000 TL. değerinde taşınmaz devir ettiğini ileri sürerek, bu bedelin ödetilmesi isteği ile eldeki davayı açmışlardır. Davalılar ise aralarında bir kefalet ilişkisinin bulunmadığını, davacılar murisi Abdurrahman'ın murisleri olan Uğur'a 600.000 TL borcunun bulunduğunu ve borcunu bu şekilde protokolde belirtilen taşınmazı devir ederek ödediğini savunmuşlardır. Gerçekten de, 11.11.2010 tarihli, davacılar murisi Abdurrahman Ö., davalılar ve dava dışı Lütfi B.'un taraf olarak imzaladığı, "protokol" başlıklı belgede; protokolün konusunun , müteveffa Uğur C.'ın vefat tarihine kadar Lütfi B.'tan aldığı toplam 700.000 TL.lik borcun ne şekilde tasfiye edileceğine ilişkin olduğu açıklandıktan sonra, alacaklı Lütfi B.'un Uğur Canpolat'tan olan 700.000 TL.lik alacağının, davacılar murisi Abdurrahman Ö. tarafından adına kayıtlı 10 nolu bağımsız bölümün 600.000 TL. sayılarak, tapusunu alacaklı Lütfi B.'a devir edileceğinin, 100.000 TL.nin de davalılar tarafından alacaklı Lütfi'ye ödeneceğinin ve verilen çeklerin de davacılar murisine iade edileceğinin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Davalılar, kendi murislerine davacılar murisi Abdurrahman'ın 600.000 TL lik borcunu, bu protokol gereğince dava dışı alacaklı Lütfi'ye tapu devri yaparak ödediğini başkaca kefalet vs. ilişkilerinin bulunmadığını savunmuşlardır. Davalıların bu şekildeki savunmaları, vasıflı ikrar (gerekçeli inkar) niteliğinde olup, bölünemez. O halde somut olayda davacılar, davalılar adına yapılan ödemenin kefaleten ya da başka bir hukuki ilişki nedeni yapıldığını isbat etmelidirler. Bu nedenle mahkemece, davacılara iddiaları hususunda isbat imkanı verilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken , yanlış değerlendirme ile , davacıların murisinin üçüncü kişinin fiilini taahhüt ederek ödediği bedeli alacaklının haklarına halef olarak talebe hakkının bulunduğu kabul edilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Mahkemenin 04.07.2017 tarihli ve 2017/215 E., 2017/319 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.      

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davaya konu 11.11.2010 tarihli protokol ile Abdurrahman Ö.’e ait taşınmazın Lütfü B.’a devrinin, Abdurrahman Ö.’in Uğur C.’a olan borcunun karşılanması için mi yoksa Uğur C.’ın fiilini üstlenmek amacıyla mı yapıldığı, buradan varılacak sonuca göre davanın kabulünün yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Mahkeme ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın çözümünde öncelikle ispat yükü konusuna değinilmelidir.

13. Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir.

14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 187/1. maddesi;

“İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

15. Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukukî sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir.

16. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise HMK’nın “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde yer almakta olup;

“İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.

Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

17. Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü üzerinde taşıyacaktır. İkinci fıkrada ise, karinelerin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir

18. Bu hüküm, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde yer alan: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." ifadesine paralel olarak düzenlenmiştir.

19. Çekişmeli vakıaların ispatı için ise delillere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada kesin deliller arasında sayılan “ikrar” kavramı hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır.

20. HMK’nın 188. maddesinde taraflar veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıaların çekişmeli olmaktan çıkacağı ve ispatının gerekmediği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.

21. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukukî sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir (İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için bakınız. Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt:2, Ankara 2001, s.2037 ve devamı; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, İstanbul 1984, s.549 ve devamı; Bilge, Necip: Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3.Baskı, Ankara 1978, s.510 ve devamı; Tanrıver, Süha: Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, s. 212 ve devamı.).

22. İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi karşı tarafın ileri sürdüğü hukukî sebepler de ikrara konu olamazlar.

23. Öğretide ve uygulamada ikrar, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.

24. Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.

25. İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.

26. Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.

27. Vasıflı ikrarda, (ki buna gerekçeli inkar da denilmektedir) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukukî niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir. Örneğin; davalı, davacıdan 1.000 TL aldığını ikrar eder, fakat bu parayı ödünç olarak değil, hibe olarak aldığını bildirmesi hâlinde olduğu gibi, vasıflı ikrar bölünemeyeceğinden, davacı iddiasını, yani parayı ödünç verdiğini kanıtlamalıdır.

28. Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.

29. Ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.

30. Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 10.10.2012 tarihli ve 2012/13-264 E., 2012/700 K.; 05.06.2015 tarihli ve 2013/13-2338 E., 2015/1499 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

31. Eldeki davada; davacılar murisi Abdurrahman Ö.’in keşidecisi olduğu toplam 700.000 TL bedelli üç adet çekten 100.000 TL ve 200.000 TL bedelli olanlar davalılar murisi Uğur C. adına, 400.000 TL bedelli olan çek ise hamiline düzenlenerek Uğur C.’a verilmiş akabinde anılan çekler ciro edilmek suretiyle dava dışı Lütfü B.’a verilmiş olup, bu hususlar çekişme dışıdır.

32. Gelinen noktada çekin hukukî mahiyetine değinmek yerinde olacaktır.

33. Somut olaya uygulanması gereken mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 557. maddesinde kıymetli evrak “Kıymetli evrak öyle senetlerdir ki, bunlarda mündemiç olan hak senetten ayrı olarak dermeyan edilemediği gibi başkalarına da devredilemez.” şeklinde tanımlanmıştır. Kıymetli evrak olmasının yanında kambiyo senedi olan çek; Kanun’da öngörülen sıkı şekil şartlarına bağlı olarak düzenlenen, para borçlarını ödeme amacına özgülenmiş, yazılı ve soyut bir havaledir. BK’daki düzenlemeden farkı ise, düzenleyenin senette yazılı bedelin ödenmemesinden sorumlu olması ve bu sorumluluktan kurtulmayı senette şart edememesidir. Çek kanunen emre yazılıdır (nama veya hamiline de yazılabilir). Çek açıkça emre kaydını içermese bile ciro ve zilyetliğin geçirilmesi yoluyla devredilir. Çek düzenleyen muhataba belirli bir bedeli lehtara ödeme, lehtara da tahsil yetkisi veren bir kambiyo senedidir. Çek bir ödeme aracıdır. Ancak poliçe ve bonodaki gibi kredi işlevine haiz değildir. Çek bir ödeme aracı olduğundan çekte vade olmaz, ibraz süreleri Kanun’da olabildiğince kısa tutulmuştur. Çek muhatap bankaca görüldüğünde ödenir (Poroy, Reha/ Tekinalp, Ünal: Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, Ankara 2018, s.309 vd.).

34. Ticari hayatta yaygın olarak ileri tarihli çek düzenlenerek çekin kredi veya teminat aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu kullanım şeklinin dahi çekin ödeme aracı olma özelliğini ortadan kaldıramayacağı unutulmamalıdır. Çek muhatap banka tarafından görüldüğünde meşru hamil olan kişiye nakden ödenir. Çekin muhatap bankaya ibrazı, çekin, ödenmesi için bankaya, dolayısıyla bankanın incelemesine sunulması, zilyetliğin geçici olarak bankaya bırakılmasıdır. Çekin bir takas odasına ibrazı da, ödeme için ibraz yerine geçer. Banka çekin karşılığının hesapta kısmen ya da tamamen bulunması hâlinde ödeme yapmakla yükümlüdür. Hesapta çek meblağı kısmen ya da tamamen bulunmadığında yapılan “karşılıksız” işlemi ise maddi bir olgunun tespitidir. Karşılıksızdır işlemi yetkili hamilin talepte bulunulması hâlinde bankaca gerçekleştirilir (Poroy, Reha/ Tekinalp, Ünal, s.379, 381).

35. 6762 sayılı TTK’nın 730. maddesi uyarınca 621. maddede yer alan “Muhatap poliçeyi öderken hamil tarafından bir ibra şerhi yazılarak poliçenin kendisine verilmesini isteyebilir. Hamil kısmi ödemeyi reddedemez. Kısmi ödeme hâlinde muhatap bu ödemenin poliçe üzerine işaret edilmesini ve kendisine bir makbuz verilmesini isteyebilir.” kuralı çekler hakkında da uygulanır.

36. Her senedin düzenlenmesinin altında yatan bir neden/ilişki vardır. İlletten mücerret olan kambiyo senetleri “ifa amacıyla” ya da "ifa yerine" düzenlenebilir. İfa amacıyla düzenlendiğinde, taraflarca aksi kararlaştırılmadığı sürece asıl borç ilişkisi ortadan kalkmaz. Kambiyo senedinin bu iki nedenden hangisi için düzenlendiğinin açıkça belirtilmediği durumlarda, kambiyo senedinin ifa amacıyla düzenlendiği kabul edilir. Bir başka anlatımla, kambiyo senedinin mevcut asıl borç ilişkisinden doğan alacağın ifasını teminen, bu alacağın ifasının gerçekleştirilmesi uğruna düzenlenmesi esastır (Bozer, Ali/Göle, Celal.: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2018, s.68).

37. Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 02.03.2021 tarihli ve 2017/(19)11-926 E., 2021/177 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

38. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacılar murisi Abdurrahman Ö.’in Uğur C.’ın borcuna kefaleten Lütfi B.’a hatır çeki olarak verdiği iddia olunan çeklerin, ödeme vasıtası olduğu yönündeki karine karşısında, Uğur C.’a olan borcun ödemesi mahiyetinde verildiğinin kabulü gerekir. Yasal karine olan bu durumun aksini, başka bir deyişle bahsi geçen çeklerin iddia olunduğu üzere kefaleten veya başkasının edimini taahhüt etmek suretiyle verildiğini ispat yükü davacıya aittir.

39. Yine eldeki davada, davacılar murisi Abdurrahman Ö., davalılar ve dava dışı Lütfi B.'un 11.11.2010 tarihinde "protokol" başlıklı belge imzaladıkları, anılan protokol konusunun müteveffa Uğur C.'ın vefat tarihine kadar Lütfi B.'tan aldığı toplam 700.000 TL borcun ne şekilde tasfiye edileceğine ilişkin olduğu, alacaklı Lütfi B.'un Uğur C.'tan olan 700.000 TL alacağının, davacılar murisi Abdurrahman Ö. tarafından adına kayıtlı 10 nolu bağımsız bölümün 600.000 TL sayılarak, tapusunun alacaklı Lütfi B.'a devredileceği, 100.000 TL nin ise davalılar tarafından alacaklı Lütfi'ye ödeneceği ve verilen çeklerin davacılar murisine iade edileceği hususlarının kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.

40. Davacılar murisi Abdurrahman Ö. tarafından verilen çeklerin borç ödemesi dışında başka bir amaçla verildiği davacı tarafından ispatlanamadığı durumda anılan çeklerin geri verilmesi karşılığında daire tapusunun devrinin de aynı mahiyete borç ödemesi niteliğini taşıyacağından kuşku duyulmaması gerekir.

41. Hâl böyle olunca, davacılar her ne kadar murisin taşınmaz tapusunu kefaleten devrettiğini iddia etmişler ve buna dayanarak alacak isteminde bulunmuş iseler de, davalılar protokol gereği tapu devrinin yapıldığını kabul etmekle birlikte bu durumun var olan borcun ifası niteliğinde olduğunu savunarak az yukarda yapılan açıklamalar doğrultusunda vasıflı ikrarda bulunduklarından, taşınmazın kefaleten veya başkasının edimini taahhüt etmek suretiyle devredildiği iddiasının ispat külfeti davacı taraftadır.

42. Protokolün 8. maddesinde taşınmazın tapuda devri ve nakit tutarların ödenmiş olma şartı ile sözleşme taraflarının birbirini karşılıklı olarak ibra edecekleri hükmü düzenlenmiştir. Bu maddeden dolayı davacılar murisine ait taşınmazın devriyle birlikte ödemelerin gerçekleşmesi ve çeklerin iade edilmesi üzerine ibra beyanının hüküm doğuracağı ve böylece davacıların taşınmazın devrine dayalı alacak isteminde bulunamayacakları düşünülebilir ise de protokolün 3. maddesinde; bu belgenin davalılar murisinin Lütfü B.’a olan borcunun tasfiyesinin ne şekilde yapılacağını belirlemek amacıyla tanzim edildiği belirtilmiştir. Dolayısıyla ibraya ilişkin hükümden alacaklı ve borçlu tarafın, yani Lütfü B. ve Uğur C. mirasçılarının birbirlerini ibra ettiklerinin anlaşılması gerekir ki, bu durumun davacıları bağlamayacağı açıktır. Keza, 07.07.2014 tarihinde Lütfü B. tarafından noterde hazırlanmış olan “ibraname” başlıklı belgeye de, işbu dava tarihinden sonra düzenlenmiş olduğu gözetilerek hukukî değer atfedilemeyecektir. Bu durumda ispat külfetini davacı tarafa yükleyen ve iddiaları hususunda ispat imkânı veren bozma kararı yerindedir.

43. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, taraflar arasında düzenlenen protokolde yapılan ödeme ile verilen çeklerin iade edileceğinin ve tarafların birbirini ibra edeceklerinin düzenlenmiş olmasıyla davacıların davaya konu çeklerin hatır çeki olduğunu ve yapılan ödeme nedeniyle alacaklı olduklarını ispatlayarak talepte bulunma haklarının ortadan kalktığı, uyuşmazlığın ibra beyanı içeren protokol hükümleri gözetilerek çözümlenmesinin gerektiği, direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulmasının yerinde olacağı görüşü ile davaya konu çeklerin varolan borcun karşılığı olarak verildiğinin açık olduğu, davacılar murisine ait taşınmazın çeklerin karşılığı olmak üzere verildiği, bu durumda artık davacıların alacağının kalmadığı, davanın reddinin uygun olduğu, direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşler açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

44. Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

45. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ :

Açıklanan nedenlerle;

Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “Geçici Madde 3” hükmüne göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.09.2021 tarihinde, oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Davacılar murisi Abdurrahman Ö.’in keşidecisi olduğu toplam 600.000 TL bedelli üç adet çekten, 400.000 TL bedelli olan hamiline, 100.000'er TL bedelli olan iki çekin ise lehtarı davalılar murisi olarak düzenlendiği ve bu çeklerin dava dışı Lütfi B.’a verildiği konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Bu hâliyle Abdurrahman Ö. bu çeklerden dolayı çekleri elinde bulundurana karşı keşideci borçlu olarak sorumludur. Bu şekilde çeklerden dolayı sorumluluk devam etmekte iken Abdurrahman Ö., Lütfi B. ve çeklerin verildiği Uğur mirasçıları arasında 11 Kasım 2010 tarihinde protokol düzenlenmiş olup Uğur’un dava dışı Lütfi B.’a olan 700.000 TL borcunun 600.000 TL’sinin Abdurrahman’ın devrini yapacağı taşınmaz ile kalan 100.000 TL’nin ise Uğur mirasçıları tarafından ödeneceği ve ödemeler yapılınca çeklerin Abdurrahman Ö.’e iptal edilmiş olarak iade edileceği kararlaştırılmıştır.

Protokolün ibra başlıklı 8. maddesinde ise taşınmazın tapuda devri ve nakit tutarların ödenmiş olması şartı ile sözleşmenin tarafları birbirlerini karşılıklı olarak ibra ederler hükmüne yer verilmiştir.

İbra ve makbuz borç ifasıyla ilgili kavramlar olup buna ilişkin belgeler borcun ifa edilmiş olduğu veya ifa edilmiş sayıldığını gösteren belgelerdir

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda (TBK) ibra genel hüküm olarak 132. maddede düzenlenmiş ve “borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir.” hükmüne yer verilmiştir. Devir ve ödemeler yapıldığı için çeklerin iade edildiği protokoldeki şartın gerçekleştiği ve ibra beyanının hüküm doğurur hâle geldiği açıkça anlaşılmaktadır.

Muris Abdurrahman mirasçısı davacılar ise bu çeklerin hatır çeki olduğunu davalılar murisince Lütfi’den alınan borca kefil olunması nedeniyle verildiğini ve taşınmaz devri suretiyle yapılan ödeme nedeniyle alacaklıya halef olunduğunu belirterek alacak talebinde bulunmaktadırlar.

Borçlar Kanunu 484. madde gereğince kefalet sözleşmesinin geçerli olması için yazılı şekilde yapılması kefilin sorumlu olduğu belli bir miktarın gösterilmesi gerekir. Bu şekilde yapılmış geçerli bir kefalet sözleşmesi sunulmamıştır. Üçüncü kişinin fiilinin taahhüt edildiğine dair de bir sözleşme sunulmamıştır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; dayanılan protokolde muris Uğur’un borçlarının ödenmesinden söz edilmiş ise de bu borcun 600.000 TL’si zaten çeke dayalı olup Abdurrahman Ö. bu çeklerin keşidecisi olduğundan zaten bu çeklerden dolayı sorumluluğu bulunmaktadır. Taşınmaz devriyle yapılan ödemeyle çekleri iptal edilmiş olarak alan muris Abdurrahman aynı zamanda kendi borcundan kurtulmuştur. Protokol kapsamı ile yapılan ödemenin bir kefalet sözleşmesine veya üçüncü kişinin fiilini taahhüt esasına dayanmadığı da açıkça anlaşılmaktadır.

Ödemeye konu çekler ve protokol kapsamına göre taraflar arasındaki ilişkinin görünen yüzüyle davacının davalılardan talep edebileceği bir alacak yoktur. Ancak çeklerin hatır çeki olması ve gerçek bir borç için verilmediği hâlde ödeme yapılmış olması hâlinde diğer bir ifadeyle hukukî ilişkinin görünmeyen yüzüyle davacılar murisinin Uğur’a borçlu olmadığı bir parayı ödemek durumunda kalmış olması hâlinde bunu ileri sürerek Uğur mirasçılarından talepte bulunulması mümkündür. Davacıların talebi de bu şekildedir.

Buna ilişkin olarak davacıların delil gösterip iddiaları ispatlamasının mümkün olduğu düşünülebilir ise de somut olayda bu da mümkün olmaktan çıkmıştır. Zira 2010 tarihli protokolde yapılan ödeme ile bu çeklerin iade edileceği ve tarafların birbirlerini ibra edecekleri açıkça düzenlendiğinden davacıların bu çeklerin hatır çeki olduğu ve yapılan ödeme nedeniyle alacaklı olduklarını ispatlayıp talepte bulunma hakları ortadan kalkmıştır.

Çok açık hüküm taşıyan ibra beyanı ile davacılar murisinin gerçekte talep edebileceği bir alacak olsa bile ortadan kalkmış olduğundan davacıların hatır çeki verdikleri ve kefil oldukları iddiasıyla talepte bulunmalarına da olanak kalmamıştır.

Davacılar irade fesadı nedeniyle ibranamenin geçersiz olduğu yönünde bir iddia da ileri sürmemişler ve ibranamenin iptalini de talep etmemişlerdir. O hâlde uyuşmazlığın ibra beyanı içeren protokol hükümleri gözetilerek çözümlenmesi gerekir.

İbra beyanını içeren bu protokolün düzenlenip edimlerin yerine getirilmesinden uzun süre sonra 07.07.2014 tarihinde Lütfi B. tarafından noterde imza onaylı ibraname düzenlenmiş ve bu ibranamede Uğur C.’ın tarafıma olan 700.000 TL borcun 600.000 TL’sini kefili olan ve herhangi bir ticari ilişkimiz olmayan Abdurrahman Ö.’den tamamen ve haricen aldım. Bu kısımla ilgili borçluyu (kefilin her türlü rücu hakkı kendisine ait olmak üzere) ibra ettiğimi beyan kabul ve ikrar ederim beyanı yer almakta ise de taşınmaz devrinden sonra düzenlenen bu ibraname, Uğur mirasçılarının sorumluluğunu gerektirecek bir beyan değildir. Çünkü bu beyanın aksine ve önceki protokoldeki ibrayı hükümden düşürecek şekilde Uğur veya mirasçılarının taraf olduğu bir sözleşme sunulmuş değildir. Bu hâliyle bu ibraname de davacı iddialarının davalılar yönünden dinlenebilmesini mümkün kılan bir belge niteliğini taşımamaktadır.

Tüm bu nedenlerle davacıların ödemelerin kefalet veya başka bir hukukî ilişki nedeniyle verildiğini ispat etmeleri sonucu değiştirmeyeceğinden bu iddiaları ispat imkânı tanınarak sonucuna göre karar verilmesi için yeni araştırma yapılmasına ve delil toplanmasına da gerek olmaksızın davanın reddi gerekmektedir.

Sonuç olarak hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan davacı delilleri üzerinde durularak araştırma ve değerlendirme yapılması için hükmün bozulmasına değinen Özel Daire kararı gibi hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Zeki GÖZÜTOK
Üye

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2018/(13)3-979
KARAR NO   : 2021/1589  

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                        : 12/07/2018
NUMARASI                : 2017/446 - 2018/193
DAVACI                      : M.K. vekili Av. Ç.Y.B.
DAVALI                      : B. (B.) B. vekilleri Av. S.Y. ve diğerleri

1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; davalıya banka havalesi yoluyla 10.11.2009 tarihinde 120.000 TL, 08.12.2009 tarihinde 110.000 TL olmak üzere toplam 230.000 TL borç para gönderdiğini, borç alınan paranın ödenmemesi üzerine tahsili için başlattığı icra takibine haksız itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptaline ve icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı cevabı:

5. Davalı vekili; davacı yanın eşi ve oğlunun ortak olduğu K. İnş. Taah. San. ve Tic. A.Ş.'nin dava dışı B.K.v.K. Bankası A.Ş.'ye olan yüklü borçlarının yapılandırılması için müvekkilinin babası dava dışı Alber Rıfat B.’ın yardımı ile protokol imzalandığını, protokol gereği ödenmesi gereken bedellerin Alber Rıfat B. tarafından ödenmesinden sonra davacının eşi Mahmut K.'ın hesabında haciz olması nedeniyle davacının hesabından müvekkiline, oradan babasına gönderildiğini, davacı yanın havale açıklamasına kötüniyetli olarak borç para olarak verildiğini belirten ibareyi yazdığını ve bu durumun fark edilmediğini, davacı yanın, eşinin ve şirketlerinin aleyhine yüksek bedelli takipler varken hiç tanımadığı müvekkiline 230.000 TL borç para göndermesinin hayatın olağan akışına uygun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuş ve kötüniyet tazminatına karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

6. İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.02.2014 tarihli ve 2011/42 E., 2014/33 K. sayılı kararı ile; davacı ve eşinin ortağı olduğu şirketlerin B.K.v.K. Bankası A.Ş.'ye olan borçları için yapılan yapılandırma sözleşmesinde ödeme taahhüdünde bulunan dava dışı üçüncü kişi Alber Rıfat B.'ın kızı olan davalı Belde B.'ın hesabına "borç olarak gönderilmiştir" ibaresi ile gönderdiği havalelerin gerçekte borç ödemesi için yapıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 25.05.2016 tarihli ve 2015/7361 E., 2016/13580 K. sayılı kararı ile; “… Davacı, davalıya ödünç para gönderdiğini iddia etmiş, davalı ise davacının da ortak olduğu dava dışı şirketin bankaya olan borcunun protokol kapsamında babası tarafından ödendiğini, kendi hesabı üzerinden gönderilen paraların babasına aktarıldığını savunmuştur. Davacı toplamda 5 ayrı havale yapıldığını, diğer gönderilen paraların protokol kapsamında olduğunu, dava konusu gönderilen paraların borç olduğunu belirtmiştir. Davalının savunması gerekçeli inkardır. Davacının davalı hesabına gönderdiği havalelerde borç olarak kaydı bulunmaktadır. İspat yükü kendinde bulunan davacı iddiasını ispat etmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksine düşüncelerle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Mahkemenin 12.07.2018 tarihli ve 2017/446 E., 2018/193 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.          

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacı tarafından “borç olarak gönderilmiştir” kaydıyla davalıya gönderilen havalelerin borç ödemesi olarak kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davanın reddinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Mahkeme ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın çözümünde öncelikle ispat yükü konusuna değinilmelidir.

13. Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir.

14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 187/1. maddesi;

“İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir” şeklinde düzenlenmiştir.

15. Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukukî sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir.

16. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise HMK’nın “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde yer almakta olup;

“İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.

Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

17. Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü üzerinde taşıyacaktır. İkinci fıkrada ise, karinelerin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir.

18. Bu hüküm, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde yer alan: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür" ifadesine paralel olarak düzenlenmiştir.

19. Çekişmeli vakıaların ispatı için ise delillere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada kesin deliller arasında sayılan “ikrar” kavramı hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır.

20. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 188. maddesinde taraflar veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıaların çekişmeli olmaktan çıkacağı ve ispatının gerekmediği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.

21. Türk Hukuk Lûgatında ikrar; aleyhine hukukî sonucu yaratabilecek maddi ya da hukukî bir olgunun doğruluğunu belirterek onama, şeklinde tanımlanmıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukukî sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir (İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için bakınız. Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, s. 2037 ve devamı; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, İstanbul 1984, s. 549 ve devamı; Bilge, Necip: Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3.Baskı, Ankara 1978, s. 510 ve devamı; Tanrıver, Süha: Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, s. 212 ve devamı).

22. İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi karşı tarafın ileri sürdüğü hukukî sebepler de ikrara konu olamazlar.

23. Öğretide ve uygulamada ikrar, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.

24. Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.

25. İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkâr da denilmektedir.

26. Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.

27. Vasıflı ikrarda, (ki buna gerekçeli inkâr da denilmektedir) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukukî niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir. Örneğin; davalı, davacıdan 1.000 TL aldığını ikrar eder, fakat bu parayı ödünç olarak değil hibe olarak aldığını bildirmesi hâlinde olduğu gibi, vasıflı ikrar bölünemeyeceğinden, davacı iddiasını, yani parayı ödünç verdiğini kanıtlamalıdır.

28. Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.

29. Ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.

30. Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2013/13-2338 E., 2015/1499 K.; 21.09.2021 tarihli ve 2017/(13)3-3146 E., 2021/1051 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

31. Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde; davaya konu edilen iki havalenin davalıya borç olarak gönderildiğine dair davacı iddiası davalı tarafça kabul edilmemiş, borç ödemesi olduğu savunulmuştur. Böylece davalı, davaya konu paraların kendisine gönderildiğini (maddi vakıayı) ikrar etmiş, ancak, bunların davacı tarafından ileri sürülen nedenle (borç olarak alınması) değil, başka bir nedenle (davacının ve eşinin ortağı olduğu şirketlerin borçlarının babası Alber Rıfat B. tarafından ödenmesi nedeniyle kendisi kanalıyla babasına ödenmesi amacıyla) gönderildiğini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmiştir.

32. Davalının, ikrar ettiği maddi vakıanın hukukî vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmesi karşısında, somut olayda, basit (adi) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukukî vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır.

33. Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukukî vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarıda açıklanmıştır.

34. O hâlde, somut olayda davalının savunması, vasıflı ikrar (gerekçeli inkâr) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Buna göre, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa (davalı Belde B.’a) değil, vakıayı ileri süren tarafa (davacıya) aittir.

35. Bu durumda, davacı, davaya konu paraların borç olarak gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür.

36. Öte yandan, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 457 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe (tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini (havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını) ileri süren havaleci (muhil), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür (Havale kavramı hakkında geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Arif. B. Kocaman, Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2001; Hukuk Genel Kurulunun 12.03.2003 tarihli ve 2003/3-118 E., 2003/158 K. sayılı kararı).

37. Somut olayda, davaya konu edilen 10.11.2009 tarihli 120.000 TL bedelli ve 08.12.2009 tarihli ve 110.000 TL bedelli havalelerde “borç olarak gönderilmiştir” ibaresi bulunmaktadır. Gelinen noktada davacı üzerine düşen ispat yükünü yerine getirmişse de, bu husus davanın kabulü sonucu doğurmayıp ispat yükünün davalıya geçmesine neden olacaktır. O hâlde, davalının savunmasını ispat amacıyla dosyaya sunduğu delillerin değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Davalının delilleri arasında saydığı; davacının ailesinin ortaklarını oluşturduğu şirketlerin dava dışı B.K.v.K. Bankası A.Ş.'ye olan borçlarının ödenmesi hususunda imzalanan ön protokol, bu protokolde borcu ödemeyi taahhüt eden kişinin davalının babası Alber Rıfat B. oluşu, davacının davaya konu edilen iki havale dışında davalıya üç ayrı havale daha gönderdiği ve bu ödemelerin anılan ön protokol kapsamında borç ödemesi olduğunun kabul edilmesine rağmen havale kaydında davaya konu edilenlerle aynı şekilde “borç olarak gönderilmiştir” ibaresini taşımaları, davacının davalıya gönderdiği beş havalenin büyük kısmının davalı tarafından babası Alber Rıfat B.’a gönderildiğinin de hesap dökümleri ve tüm dosya kapsamından anlaşılması karşısında, davalının savunmasını ispatlandığının kabulü hakkaniyet gereğidir.

38. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacının üzerine düşen ispat yükünü gönderdiği havalelere düştüğü “borç olarak gönderilmiştir” kaydı ile ispatladığı, bundan sonra artık davalının aksi yöndeki iddiasını ancak alacağın miktarı itibariyle yazılı belge ile ispat edebileceği, bu yönde bir delil sunulmadığı, delil olarak gösterilen protokolü imzalayanların bu davanın tarafları olmamaları nedeniyle bağlayıcılığının bulunmadığı, somut olayda ispat hususunun takdire bırakılamayacağı, direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

39. O hâlde; usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.12.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede, oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Uyuşmazlık, somut olayda; davacı tarafından “borç olarak gönderilmiştir” kaydıyla davalıya gönderilen havalelerin borç ödemesi olarak kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Havale mevcut bir borcun alacaklısına ödendiğine dair bir karine teşkil eder. Çünkü kural olarak havale bir ödeme vasıtasıdır ve mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapılır. Havale ödeme belgesi olup, ödünç akdinin varlığını kanıtlamaz. Ödünç ilişkisinin inkâr edilmesi hâlinde, ödünç ilişkisinin varlığını davacının kanıtlaması gerekir. Yapılan bir havalenin ödünç sözleşmesine dayalı olması hâlinde, havale açıklamasında ödünç olarak verildiğine dair bir açıklama bulunması gerekir.

Dekontta paranın karz olarak gönderildiğine dair bir açıklama yok ise, borç olarak gönderildiğini ispat yükü davacıya aittir. Havalede borç olarak gönderildiği açıklaması var ise, bu durumda bunun aksini de ispat yükü davalıya aittir.

Somut uyuşmazlıkta davacı davalıya banka havalesi yoluyla “Borç olarak ödenmiştir” açıklamasıyla toplam 230.000 TL göndermiş, borcun ödenmemesi üzerine tahsili için icra takibine itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptalini talep etmiştir.

Davalı, davacının eşi ve oğlunun ortak olduğu şirketin dava dışı bankaya olan borçların yapılandırılması için babasının yardımı ile protokol imzalandığını, protokol gereği ödenmesi gereken bedellerin babası tarafından ödenmesinden sonra, Mahmut K.’ın hesabında haciz olması nedeniyle eşi olan davacının hesabından kendisine gönderildiğini bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Davalının savunmasında dayandığı protokol borçlu K. İnşaat İthalat İhracaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. Mahmut K. ve borcu ödemeyi taahhüt eden Alber Rıfat B. arasında düzenlenmiştir. Davalı ve davacı bu protokolün tarafı olmadığı gibi, ödemelerin davacı tarafından davalının hesabına yatırılacağına ilişkin bir açıklamaya da protokolde yer verilmemiştir.

Davacının alacağı “Borç olarak ödenmiştir” açıklamasını içerir, iki adet havale makbuzuna ilişkindir. Bu nedenle artık somut olayda davalı savunmasını alacağın miktarı itibari ile HMK 200. maddesi gereğince yazılı delille ispatlayabilir. Davalı bu konuda yazılı delil sunmamış ve yemin deliline de dayanmamıştır. Davalının savunmasında bildirdiği protokolde davacının eşi ve oğlunun ortak olduğu şirket ile davalının babası arasında düzenlenmiş olup, tarafları bağlamayacağından bu protokol kapsamında ödemelerin yapıldığı savunmasına da itibar edilemez.

Bu nedenle direnme kararının bozulması düşüncesinde olduğumuzdan Sayın çoğunluğun aksi yöndeki düşüncesine katılamıyoruz.

Nurten ABACI UTKU      Nebahat ŞİMŞEK
Üye                                 Üye