AKRABALIK VEYA DİĞER BİR YAKINLIK BAŞLI BAŞINA TANIK BEYANINI DEĞERDEN DÜŞÜRÜCÜ BİR SEBEP SAYILAMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


18 Nis
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/2-2487
KARAR NO   : 2020/799

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
Küçükçekmece 1. Aile Mahkemesi
TARİHİ                        : 03/05/2016
NUMARASI                : 2016/191 - 2016/381
DAVACI                      : S.E. vekili Av. N.T.
DAVALI                      : G.E. vekili Av. K.K.

1. Taraflar arasındaki "boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Küçükçekmece 1. Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 20.08.2014 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 13.10.2008 tarihinde evlendiklerini, ortak bir kızlarının bulunduğunu, davalının eşine ve ailesine karşı sürekli saygısızlık yaptığını, hakaret ve küfürler ettiğini, müvekkilini sadakatsizlikle suçladığını, bu yönde huzursuzluklar çıkardığını, gece yarısı yatağa bıçak koyarak "ya benim dediğimi yaparsın ya da beni öldür” dediğini, büyük bir ev ve kendine ait araba gibi müvekkilinin kazancını aşar şekilde maddi taleplerde bulunduğunu, sosyal medya hesabından müvekkilinin erkek arkadaşına ait telefon numarasını istediğini, aile ve arkadaş ortamlarında davalının müvekkiline karşı gerçekleştirdiği onur ve haysiyet kırıcı eylemleri nedeniyle görüşebilecekleri kimsenin kalmadığını söylediği gibi, sürekli bağırıp, çağırarak sinir krizi geçirdiğini, müvekkilinin ve ortak çocuğun hayati tehlike altında bulunduğunu, 01.08.2014 tarihli raporla sabit olduğu üzere davalı tarafından fiziksel şiddete uğradığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velâyetin babaya verilmesine, müvekkili yararına 1.000,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı, 10.09.2014 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davacının sebepsiz şekilde kendisini boşamak istediğini, iki aydır eve gelmediğini, birlik görevlerini yerine getirmediğini, geçimi için uygun miktarda nafaka talep ettiğini, evlilik birliği içerisinde edinilen mallarda yasal haklarını istediğini, eşini sevdiğini ve boşanmak istemediğini belirtmiş, 28.01.2015 tarihli vekil tarafından sunulan dilekçede ise; tarafların birbirlerini çok severek evlendikleri, davacının sebep göstermeksizin 2014 yılı mayıs ayında boşanmak istediğini söyleyerek eve gelmemeye başladığı, sonrasında müvekkili aleyhinde uydurma bir koruma kararı almak suretiyle müşterek konuttan ayrılmak zorunda bırakıldığı, davalının mecburen Ordu ilinde ailesinin yanında yaşamaya başladığı, bu sürede davacının çocukla ilgilenmediği, maddi ve manevi destek sağlamadığı belirtilerek tüm yaşananlara rağmen taraflar yönünden en doğru kararın alınabilmesi için öncelikli olarak boşanma talebinin reddine, bunun yerine taraflar adına bir yıllık ayrılık kararı verilmesine, bu süreçte müvekkili yararına 600,00 TL tedbir-yoksulluk, ortak çocuk yararına ise 400,00 TL tedbir-iştirak nafakasına hükmedilmesine, mahkemenin boşanma kararı vermesi hâlinde ise talep edilen nafakalar ile birlikte ortak çocuğun velayetinin anneye verilmesine, müvekkili yararına 30.000,00 TL maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. 

İlk Derece Mahkemesi Kararı: 

6. Küçükçekmece 1. Aile Mahkemesinin 02.04.2015 tarihli ve 2014/674 E., 2015/262 K. sayılı kararı ile; davacının annesinin ev işlerine sürekli karıştığı, kendi sözlerini dinletemeyince davacıyı boşanmaya yönelttiği, kadın eşin erkek eşe sürekli hakaret ettiği ve bu kadar hakaret karşısında erkek eşin sukut durduğu anlatımının inandırıcı olmadığı gibi hayatın olağan akışına aykırı görüldüğü, en son olaydan sonra tarafları barıştırmak için aracı olan davalının annesine davacının annesinin "...kızınıza koca çok, oğluma kadın çok...'' demek sureti ile boşanmayı teşvik ettiği, kadın eşin tekme atarak erkek eşe saldırmasının ve geç saatlere kadar sokaklarda dolaşmasının inandırıcı olmadığı, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin kararlarında "her tanığın beyanlarının esas olduğu bu beyanların yalan olduğu kanıtlanmadığı sürece hükme esas alınacağı" belirtilmekte ise de, iki tarafın da tanıklarının dinlenmesi sonucunda davacı tanıklarının her türlü olayı belli bir anlatım hâlinde davacı yararına boşanma sebebi olacak şekilde anlatımları nedeniyle davacı tanık beyanlarına itibar edilmediği, davacının fiziksel şiddet iddiasına dayanak raporun incelenmesinde ise söz konusu ödem ve yaraların "davacının davalıya fiziksel şiddet uygulamasını engellemek amacıyla, davalı tanıklarının anlatımlarına uygun olarak annesi tarafından arkasından çekildiği anda" oluştuğunun kabulü ile fiziksel şiddet iddiasının ispatlanmadığı, boşanmaya sebep olan olaylarda kadın eşin kusursuz, buna karşılık erkek eşin ise annesinin ve ailesinin talebiyle boşanmak istemesi nedeniyle tam kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 21.01.2016 tarihli ve 2015/11175 E., 2016/1097 K. sayılı kararı ile; 

"... Hüküm davacı erkek tarafından temyiz edilmekle, evrek okunup gereği düşünüldü:

Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden davalı kadının davacı eşine fiziksel şiddet uyguladığı ve hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Bu hâlde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya (TMK md. 166/1) karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır,..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

8. Küçükçekmece 1. Aile Mahkemesinin 03.05.2016 tarihli ve 2016/191 E., 2016/381 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçe yanında; bozma kararında belirtildiği gibi davalı kadın eşin davacı erkek eşe fiziksel şiddet uygulamasının mümkün olmadığı, dosyada bulunan tıbbi rapordaki fiziksel şiddet olayının davalı kadın eş tarafından yapılmasının mümkün görülmediği, genç bir hanımın genç bir erkeğe tekme tokat girişerek dövmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, taraflar arasındaki anlaşmazlığın boyutları ve duruşmada görünen fiziki görünüşleri itibariyle kadın eşin erkek eşe fiziksel şiddet uygulaması hâlinde, kadın eşin daha ağır bir fiziksel şiddet ile karşılaşacağının muhakkak olduğu, direnme öncesi verilen ilk kararda "meydana gelen tırnak izinin" ne şekilde oluştuğunun açık bir şekilde anlatıldığı, ayrıca bozma ilamında "hakaret iddiasının da ispatlanmış olduğunun" belirtilmesine karşın bu gerekçenin de, aynen fiziksel şiddet iddiasında olduğu gibi dosya kapsamına uygun düşmediği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda davalı eşin kusurlu davranışlarının ispat edilip edilmediği, burada varılacak sonuca göre davacı eşin evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin bir ve ikinci fıkraları;

"Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır. 

13. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır.

14. Boşanma hukukuna yön veren temel ilkeler; irade ilkesi, kusur ilkesi, evlilik birliğinin sarsılması ilkesi, elverişsizlik ilkesi ve eylemli ayrılık ilkesi olarak beş grupta toplanmaktadır. Maddenin bir ve ikinci fıkraları, esasen evlilik birliğinin sarsılması ilkesine dayalı olup, birliğin sarsılıp sarsılmadığı hususunda karar vermeye yetkili hâkimin ise tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştirdikleri kusurlu davranışları uyarınca bir karar vermesi gerekliliği nedeniyle; kusur ve evlilik birliğinin sarsılması ilkelerinin her ikisinin de varlığını kapsamaktadır. Bu bağlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası açan davacının, davasının kabul edilerek, boşanma kararı elde edebilmesi için iki koşulun gerçekleştiğini kanıtlamış olması gerekmektedir. Bunlardan ilkinde davacı; kendisinden, evlilik birliğinin devamı için gereken “ortak hayatın sürdürülmesi” olgusunun artık beklenmeyecek derecede birliğin temelinden sarsıldığını, ikinci olarak “temelden sarsılmanın” karşı tarafın kusurlu davranışları sonucu gerçekleştiğini ispatlamak zorundadır. 

15. Öte yandan, söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m.2). Benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir. 

16. Yargıtay boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, ferileri ve boşanmanın mali sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusurluluk durumlarını ise “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların kusurluluk durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.

17. Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddiasıyla boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz, az kusurlu veya eşit kusurlu (TMK m.166/1) olmaya gerek olmayıp, ağır kusurlu tarafın dahi (TMK m.166/2) dava hakkı vardır. Maddenin ikinci fıkrası uyarınca boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Tarafların TMK’nın 166/2. maddesine göre boşanmalarına karar verilirken dikkat edilmesi gereken husus; az kusurlu durumda olan davalı eşin açılan davaya itiraz hakkı olduğudur. Böyle bir durumda hâkim “ileri sürülen itirazın, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğuna ve ayrıca evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmadığı” kanaatine vardığı takdirde boşanmaya karar verilebilecektir. Başka bir ifadeyle davacının ağır kusurlu olduğu durumlarda, az kusurlu davalının boşanmak istememesi tek başına hâkimin davayı reddetmesini gerektirmez, az kusurlu eşin karşı çıkmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, ayrıca eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığının anlaşılması karşısında hâkim boşanma kararı vermelidir. 

18. Kanunda açık şekilde bir ayrım yapılmamasına rağmen, hukukumuzda deliller; kesin ve takdiri delil ayrımı esas alınarak incelenmektedir. Kesin delil terimi takdiri delil teriminin karşıtıdır. Takdiri deliller; tanık (HMK m. 240-265), bilirkişi (HMK m. 266-287), keşif (HMK m. 288-292), senet dışında ki belgeler (HMK m. 199) ve kanunda düzenlenmemiş (HMK m. 192) deliller olup; bu deliller, koşullarını ve hükümlerini kanunun tayin etmediği, hâkimi bağlamayan, hâkimin üzerinde serbestçe takdir hakkını kullanabildiği delillerdir. 

19. Yukarıda açıklandığı üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) uyarınca tanık delili takdiri delildir. Aynı kanunun “Delillerin değerlendirilmesi” başlıklı 198. maddesine göre “kanuni istisnalar dışında hâkimin delilleri serbestçe” değerlendirebileceği açıklanmıştır. Burada hâkimin; tanık delili altında yer alan beyanları hükmün gerekçe bölümünde serbestçe takdir ederken, sadece kendi vicdani kanaatinden bahsetmesi yeterli olmayıp ayrıca dinlenen tanığın ifadesinin, hangi nedenlerle hükme esas alınıp alınmadığını da belirtmesi gerekmektedir. Başka bir olayda da Hukuk Genel Kurulu 20.02.2013 tarihli ve 2012/9-843 E., 2013/253 K. sayılı kararında bu hususu “….sıklıkla başvurulan delillerden biri olan tanık beyanı, takdiri bir delildir, hâkimi bağlamaz ancak hâkim, tanık beyanını serbestçe takdir ederken sadece vicdani kanaati ile karar veremez. Tanık beyanları yönünde ya da aksine hüküm tesis edilmesi durumunda, tanık beyanının neden kabul edildiği ya da edilmediği açıklanmalıdır,…” şeklinde açıklamıştır.

20. HMK’nın 255. maddesi uyarınca aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 12.09.2012 tarihli ve 2012/2-387 E., 2012/551 K. sayılı ilamında da benimsenmiştir. Aynı maddeyle; taraflardan her birinin, tanığın davada yararı olduğu, tanıklığının doğruluğu konusunda kuşkuyu gerektiren sebepler bulunduğu gibi nedenlerle, tanığın doğruyu söylemediğini iddia ve ispat edilebileceği düzenlenmiştir. 

21. Bu açıklamalar kapsamında eldeki davaya gelince; yerel mahkemece boşanmaya sebep olan olaylarda davalı eşin kusursuz olduğu kabul edilerek boşanma davasının reddine karar verildiği, davacı vekilinin kararı bu nedenle temyizi üzerine Özel Dairece davalının boşanmaya sebep olan olaylarda davacıya fiziksel şiddet uyguladığı ve hakaret ettiği gerekçesiyle kusurlu olduğu belirtilerek kararın bozulduğu anlaşılmıştır.

22. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacı tanık beyanlarına göre davalının davacıya sürekli hakaret ettiği, bu beyanların aksine dosyada ciddi ve inandırıcı delil ve olayların bulunmadığı gibi davalı tarafça davacı tanıklarının doğruyu söylemediklerinin iddia ve ispat edilmediği anlaşılmıştır. Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davalının boşanmaya sebebiyet veren olaylarda “hakaret” ve davacı eşe ait 01.08.2014 tarihli raporla sabit tırnak izi nedeniyle “fiziksel şiddet” şeklinde gerçekleşen eylemleriyle kusurlu olduğu, hâl böyle olunca Kanun’un 166/1- 2. maddesi uyarınca boşanmaya karar verilmesi şartlarının oluştuğu, bu nedenle boşanmaya karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek isabetli bulunmayan gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; bir kısım üyelerce mahkemece verilen direnme kararının onanması gerektiği, direnme gerekçesinin isabetli olduğu görüşü, bir kısım üyelerce de davalı erkek eşin kötü niyetinin korunmaması gerektiği gerekçesiyle hükmün bu değişik gerekçeyle onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüşler, Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.

24. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

25. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.10.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI  OY

1. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki temel uyuşmazlık, “boşanmaya sebep olan olaylarda davalı eşin kusurlu davranışlarının ispat edilip edilmediği, burada varılacak sonuca göre davacı eşin evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

2. Yerel mahkemece yapılan yargılama sonunda “davacının şiddet iddiasına dayanak raporun incelenmesinde ise söz konusu ödem ve yaraların "davacının davalıya şiddet uygulamasını engellemek amacıyla, davalı tanıklarının anlatımlarına uygun olarak annesi tarafından arkasından çekildiği anda" oluştuğunun kabulü ile fiziksel şiddet iddiasının ispatlanmadığı, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı kadın eşin kusursuz, buna karşılık davacı erkek eşin ise annesinin ve ailesinin talebiyle boşanmak istemesi nedeniyle tam kusurlu olduğu” gerekçesi ile davacı erkeğin açtığı davanın reddine karar verilmiştir. 

3. Yerel mahkeme kararının davacı tarafından temyizi üzerine Özel Dairece “davalı kadının eşine fiziksel şiddet uyguladığı ve hakaret ettiği, bu nedenlerle taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizliğin sabit olduğu, olayların akışı karşısında davacının dava açmakta haklı olduğu gözetilerek davanın kabulü yerine yetersiz gerekçe ile reddi doğru bulunmadığı” gerekçesi ile kararın bozulmasına karar verilmiştir. 

4. Yerel mahkemenin önceki gerekçelere ilaveten “davalı kadın eşin davacı erkek eşe fiziksel şiddet uygulamasının mümkün olmadığı, dosyada bulunan tıbbi rapordaki şiddet olayının davalı kadın eş tarafından yerine getirilmesinin mümkün görülmediği, genç bir hanımın genç bir erkeğe tekme tokat girişerek dövmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, taraflar arasındaki anlaşmazlığın boyutları ve duruşmada görünen fiziki görünüşleri itibariyle kadın eşin erkek eşe şiddet uygulaması halinde, kadın eşin daha ağır bir şiddet ile karşılaşacağının muhakkak olduğu, direnme öncesi verilen ilk kararda "meydana gelen tırnak izinin" ne şekilde oluştuğunun açık bir şekilde anlatıldığı, buna göre taraflar arasında çıkan olayın büyümemesi ve davacının davalıyı dövmemesi için, davacının annesinin şiddeti önlemek üzere davacıyı arkasından tuttuğu anda davacının boynunda tırnak izlerinin kaldığının açık bir şekilde anlaşıldığı, ayrıca bozma ilamında "hakaret iddiasının da ispatlanmış olduğunun" belirtilmesine karşın bu gerekçenin de, aynen fiziksel şiddet iddiasında olduğu gibi dosya kapsamına uygun düşmediği” gerekçesi ile verdiği direnme kararının davacı tarafından temyizi üzerine, çoğunluk görüşü ile Özel Dairenin bozma kararı benimsenerek, ceza dosyası ve adli rapora göre davalı kadının fiziksel şiddetinin, tanık beyanlarına göre ise hakaretinin sabit olduğu, davalının kusurlu olması nedeni ile davanın kabulü gerektiği” gerekçesi ile bozulmasına verilmiştir. 

5. Somut uyuşmazlıkta, dosya kapsamına göre daha önceden boşanma isteğini belirten ve bu nedenle davalı kadının evden kovulmasına da neden olan davacı erkeğin, davalı kadın tarafından evine dönüşte yaşanan tartışma sonrası fiziksel şiddete maruz kalıp kalmadığı, aynı zamanda hakaretinin olup olmadığı tartışma konusudur. Bu konuda delil olarak 01.08.2014 tarihli davacı erkeğin boyunda tırnak izini oluşturan adli rapor, bu raporu ve tek tanık olarak dinlenen davacı erkek annesinin beyanını esas alan, ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin Asliye Ceza Mahkemesi kararıdır. 

6. Uyuşmazlığın çözümü için, hükmün açıklanmasının geri bırakılma kararının hukuk davasına etkisi, taraf yakını tanıklarının beyanının delil olarak etkisi ve tarafların dürüstlük kuralına uygun hareket edip etmediğinin araştırılması gerekir. 

6.1. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hukuk yargılamasına etkisi: "Kurulan hükmün sanık hakkında hukuksal bir sonuç doğurmamasını” ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, davayı sonuçlandıran ve uyuşmazlığı çözen bir “hüküm” değildir. Bunun sonucu olarak, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar, CMK’nın 223. maddesinde sayılan hükümlerden olmadığından, bu tür kararların yasa yararına bozulması durumunda yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar bulunmadığı için verilecek hüküm veya kararlarda lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 gün ve 2011/4-61 E., 2011/79 K.; 06.10.2009 gün ve 2009/4-169 E., 2009/223 K. sayılı kararları). Kaldı ki, CMK'nın 231. maddesinin 5. fıkrasında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmayacağı açıkça ifade edilmiştir.

Böylece hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile kurulan hüküm, belli bir süre sanık hakkında hüküm ifade etmemekte, herhangi bir sonuç doğurmamaktadır. Sanık aynen yargılanan kimsenin durumunda kalmakta ve yapılan yargılama geçici bir süre askıda kalmaktadır. Askı süresi boyunca, yargılanan kimsenin sanık sıfatı devam eder ise de, hiçbir şekilde bu kimse hükümlü sayılamaz. Bu nedenle hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen kimse, hiçbir haktan yoksun bırakılamaz ve ayrıca bu karara dayanarak hiçbir hukuki statüden dışarıya çıkarılamaz.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı kesin bir mahkûmiyet kararı değildir. Bu nedenle ortada ceza hukuku anlamında kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmadığından 6098 sayılı TBK.’un 74. maddesi uyarınca hukuk hâkimini bağlamayacaktır.

6.2. Taraf yakını tanıkların beyanın değerlendirilmesi: 6100 HMK.’un tanıkla ilgili hükümleri incelendiğinde, 240/1 maddesinde “Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir”, 250. maddesinde “Tanığın davada yararı bulunmak gibi tanıklığının doğruluğu konusunda kuşkuyu gerektiren sebepler varsa, bunu iki taraftan biri iddia ve ispat edebilir” ve 254. maddesinde ise “Dinleme sırasında öncelikle tanıktan adı, soyadı, doğum tarihi, mesleği, adresi, taraflarla akrabalığının veya başka bir yakınlığının bulunup bulunmadığı, tanıklığına duyulacak güveni etkileyebilecek bir durumu olup olmadığı sorulur” kurallarına yer verilmiştir.

6.3. Dürüstlük kuralı: Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca “herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Objektif iyiniyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen madde, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanılmasını yasanın korumayacağını belirtmiştir. 

Keza 6100 Sayılı HMK.’un 29. maddesine göre “Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler.”. Bu ilke gereğince taraflar doğruyu söyleme ve açıklamalarını da gerçeğe uygun bir biçimde yapma yükümlülüğü altındadır. Tarafların iyiniyeti veya kötü niyeti (Y. İBK. 14.2.1951 gün ve 17/1), taraflarca ileri sürülmese dahi dosyadan anlaşıldığı takdirde hakim resen dikkate alacaktır (Y. HGK. 21.10.1983 gün ve 1981/1-30 E, 1983/1000 K).

7. Davacı erkek ve davalı kadın arasındaki boşanma davasında somut uyuşmazlık incelendiğinde;

Öncelikle davacı erkeğin son zamanlarda boşanma isteğini dile getirdiği, dinlettiği tanık annenin davacı ile birlikte hareket ettiği ve aile yaşamının içinde yer aldığı, davacı kadının birkaç ay önce evden kovulduğu ve kızını alarak akrabalarının yanına gittiği sabittir. Davalı kadının eşine fiziki şiddet uyguladığı ise son olay olup, davacı erkeğin şikayeti üzerine ceza davası açılmış, bu davada tek tanık olarak davacı annesi dinlenmiş ve ceza mahkemesince tanık beyanı ve adli rapor değerlendirilerek, sonuç itibari ile hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı vermiştir.

Boşanma dosyasında davacı annesi dışında dinlenen iki komşu tanığı, tartışma yaşandığını, belirtmiş, fiziki şiddet konusunda beyanları olmamış ve olayı görmelerine rağmen ceza dosyasında tanık olarak dinlenmemişlerdir. 

Diğer taraftan fiziki şiddet olayında şikayetçi olan davacı erkek, aynı olayda hakaret edildiğini belirtmesine rağmen, hakaret nedeni ile şikayetçi olmamıştır. 

8. Sonuç: Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hukuk hakimini bağlamayacağı açıktır. Dosyaya sunulan adli rapor, boyunda tırnak izine ilişkin olup, davalının davranışı ile meydana geldiği, taraflı ve çelişkili tanık beyanları dışında delil yoktur. Davacı erkek annesinin taraf gibi davrandığı, tanıklığına güveni etkileyecek durumunun olduğu açıktır. Yerel mahkeme hakiminin yüz yüze ilkesi uyarınca tarafları gözlemlemesi ve gözlemine dayalı sonuca ulaşması da vicdani kanaatini etkileyecek bir durumdur. 

Somut uyuşmazlıkta, davacı erkek daha önce davalı kadını boşayacağını açıklamıştır. Bu beyanı ile kalmamış davalı kadının bu nedenle ortak haneden ayrılmasına neden olmuştur. Son tartışma da ise davacının boşanmak için delil yarattığı izlenimi vermektedir. 

Davalı kadın baştan beri evliliği devam ettirme niyeti ile hareket ettiği, davacı erkeğin ise dürüstlük kuralı uyarınca hareket etmediği anlaşılmaktadır. Davacı erkeğin bu kötü niyetinin korunmaması, genel olarak dürüstlük kuralına uymayan tarafın hukuken korunmaması gerekir. Sonuç itibari ile yerel mahkemenin ret kararı isabetlidir. Açıklanan gerekçelerle sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılınmamıştır.

Bektaş KAR
Üye

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 20 üyenin 17'si BOZMA, 2'si ONAMA, 1'i ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/2-1586
KARAR NO   : 2021/247

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
İzmir 13. Aile Mahkemesi
TARİHİ                        : 01/11/2016
NUMARASI                : 2016/647 - 2016/776
DAVACI                      : F.G. vekilleri Av. N.Ö.
DAVALI                      : H.G. vekili Av. A.Ü.

1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 13. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 20.08.2014 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 24.01.1995 tarihinde evlendiklerini, ortak bir çocuklarının olduğunu, tarafların evlenerek Almanya'ya yerleştiklerini, davalının emeklilik süresini doldurarak emekliye ayrıldığını, evliliğin başından itibaren davalının anlaşmazlık ortamı yaratıp huzursuzluk çıkardığını, Almanya 'da sağlanan iş ortamı ve kurulu bulunan düzene rağmen sürekli Türkiye'ye dönmek istediğini, son olarak 2004 yılında ortak çocuk ile birlikte Türkiye'ye gelip yerleştiğini, davalının ayrı yaşama konusundaki bu olumsuz tavrına rağmen müvekkilinin maddi imkânlarını zorlayarak eşi ve ortak çocuğun tüm konforunu sağladığını, İzmir Güzelbahçe'de villada oturttuğunu, davalının bu villada müvekkilinden izinsiz şekilde gereksiz tadilat ve lüks harcamalar yaparak eşini zor durumda bıraktığını, bu durumun huzursuzluğu arttırıp tartışma ortamları doğurduğunu, davalının kendine ait dairesini eşinden habersiz sattığını ileri sürerek, tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili 11.09.2014 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, ortak çocuk Bora'nın İzmir Amerikan Koleji son sınıf öğrencisi olduğunu, üniversite sınavına gireceğini, davacının Almanya’da çalıştığı firmanın iflas ettiğini, bu nedenle işsiz kaldığını, bu duruma rağmen Türkiye'ye dönmediğini, müvekkilinin gerek Almanya'da gerek Türkiye'de çocuğu ile birlikte maddi ve manevi zorluklar yaşadığını, çocuğunu tek başına büyüttüğünü, davacının birlik görevlerini yerine getirmediğini, sadakatsiz davrandığını, maddi katkıda bulunmadığını ileri sürerek davanın reddine, aksi hâlde müvekkili yararına 1.500,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 50.000,00 TL maddi, 150.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. İzmir 13. Aile Mahkemesinin 02.09.2015 tarihli ve 2014/569 E., 2015/568 K. sayılı kararı ile; tarafların 24.01.1995 tarihinde evlendikleri, 1996 doğumlu Bora isimli bir çocuklarının olduğu, her iki tarafın da on yıldır sağlanamayan evlilik birliği konusunda diğer eşi kusurlu görüp suçladığı, bu durum gözetildiğinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, bu noktaya gelinmesinde, davalı kadın eşin ısrarla Türkiye 'de yaşamak istediği, tarafların ortak çocuğun eğitimi konusunda anlaşamadıkları, buna rağmen davalı kadın eşin ısrarı ve baskısı ile Bora'nın Türkiye'deki özel okulda eğitim hayatına devam ettiği, buna karşılık davacı erkek eşin yurtdışında uzun yıllar mesleğini sürdürdüğü, iş ve çevre sahibi olmanın yanı sıra Almanya'da yaşayan bir çocuğunun daha bulunduğu nazara alındığında Almanya'da kalma kararının anlaşılabilir olduğu, dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; kadın eşin birliğin mutluluğunu el birliği ile sağlamak, birlikte yaşamak ve yardım yükümlülüklerinden kaçınmak suretiyle evliliğin temelinden sarsılmasında asli kusurlu olduğu, erkek eşe yönelttiği iddialarını ise ispatlayamadığı gibi şüpheli duyumlardan hareketle eşini aldatma ile suçladığı, eve kabul etmediği, beraberliği reddetmek suretiyle birlikte yaşama yükümlülüğünden kaçındığı gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, kadın eşin boşanmaya sebep olan olaylarda ağır kusurlu olması ayrıca boşanma nedeniyle yoksulluğa düşmeyeceği gözetilerek tazminat ve nafaka taleplerinin reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 30.05.2016 tarihli ve 2015/23958 E. ve 2016/10592 K. sayılı kararı ile;

“... Hüküm davalı kadın tarafından temyiz edilerek dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı tanıklarının 3. kişilerden aktardığı vakıalar hükme esas alınamaz.

Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi uyarınca; boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Oysa dinlenen davacı tanıklarının sözlerinin bir kısmı Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise, sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davanın reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır,..” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

8. İzmir 13. Aile Mahkemesinin 01.11.2016 tarihli ve 2016/647 E., 2016/776 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; eşlerin birliğin mutluluğunu el birliği ile sağlamakla yükümlü oldukları, hâkimin en temel birlik yükümlülüğü olan mutluluğun sağlanıp sağlanmadığını gözetmesi gerektiği, bu noktada TMK'nun 184. maddesi uyarınca ''Hâkim'' sıfatı ile yapılan değerlendirmede erkek eşin mutsuzluğu, kadın eşin tanıklar yanında eşi ile ilgili küçültücü ve hakarete varan sözler söylediği, kanıtlayamadığı ithamlarıyla evlilik birliğinin mutluluğunu gölgelediği kanaatine varıldığı ve davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda davalıdan kaynaklanan kusurlu bir davranışın ispatlanıp ispatlanmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin bir ve ikinci fıkraları;

"Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

 Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.

13. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır.

14. Boşanma hukukuna yön veren temel ilkeler; irade ilkesi, kusur ilkesi, evlilik birliğinin sarsılması ilkesi, elverişsizlik ilkesi ve eylemli ayrılık ilkesi olarak beş grupta toplanmaktadır. Maddenin bir ve ikinci fıkraları, esasen evlilik birliğinin sarsılması ilkesine dayalı olup, birliğin sarsılıp sarsılmadığı hususunda karar vermeye yetkili hâkimin ise tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştirdikleri kusurlu davranışları uyarınca bir karar vermesi gerekliliği nedeniyle; kusur ve evlilik birliğinin sarsılması ilkelerinin her ikisinin de varlığını kapsamaktadır. Bu bağlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası açan davacının, davasının kabul edilerek, boşanma kararı elde edebilmesi için iki koşulun gerçekleştiğini kanıtlamış olması gerekmektedir. Bunlardan ilkinde davacı; kendisinden, evlilik birliğinin devamı için gereken “ortak hayatın sürdürülmesi” olgusunun artık beklenmeyecek derecede birliğin temelinden sarsıldığını, ikinci olarak “temelden sarsılmanın” karşı tarafın kusurlu davranışları sonucu gerçekleştiğini ispatlamak zorundadır.

15. Öte yandan, söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m.2). Benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.

16. Yargıtay boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer'ileri ve boşanmanın mali sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusurluluk durumlarını ise “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların kusurluluk durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.

17. Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddiasıyla boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz, az kusurlu veya eşit kusurlu (TMK m.166/1) olmaya gerek olmayıp, ağır kusurlu tarafın dahi (TMK m.166/2) dava hakkı vardır. Maddenin ikinci fıkrası uyarınca boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Tarafların TMK’nın 166/2. maddesine göre boşanmalarına karar verilirken dikkat edilmesi gereken husus; az kusurlu durumda olan davalı eşin açılan davaya itiraz hakkı olduğudur. Böyle bir durumda hâkim “ileri sürülen itirazın, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğuna ve ayrıca evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmadığı” kanaatine vardığı takdirde boşanmaya karar verilebilecektir. Başka bir ifadeyle davacının ağır kusurlu olduğu durumlarda, az kusurlu davalının boşanmak istememesi tek başına hâkimin davayı reddetmesini gerektirmez, az kusurlu eşin karşı çıkmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, ayrıca eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığının anlaşılması karşısında hâkim boşanma kararı vermelidir.

18. Kanunda açık şekilde bir ayrım yapılmamasına rağmen, hukukumuzda deliller; kesin ve takdiri delil ayrımı esas alınarak incelenmektedir. Kesin delil terimi takdiri delil teriminin karşıtıdır. Takdiri deliller; tanık (HMK m. 240-265), bilirkişi (HMK m. 266-287), keşif (HMK m. 288-292), senet dışındaki belgeler (HMK m. 199) ve kanunda düzenlenmemiş (HMK m. 192) deliller olup; bu deliller, koşullarını ve hükümlerini kanunun tayin etmediği, hâkimi bağlamayan, hâkimin üzerinde serbestçe takdir hakkını kullanabildiği delillerdir.

19. Yukarıda açıklandığı üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) uyarınca tanık delili takdiri delildir. Aynı kanunun “Delillerin değerlendirilmesi” başlıklı 198. maddesine göre “kanuni istisnalar dışında hâkimin delilleri serbestçe” değerlendirebileceği açıklanmıştır. Burada hâkimin; tanık beyanlarını hükmün gerekçe bölümünde serbestçe takdir ederken, sadece kendi vicdani kanaatinden bahsetmesi yeterli olmayıp ayrıca dinlenen tanığın ifadesinin, hangi nedenlerle hükme esas alınıp alınmadığını da belirtmesi gerekmektedir. Hukuk Genel Kurulu 20.02.2013 tarihli ve 2012/9-843 E., 2013/253 K. sayılı kararında bu hususu “….sıklıkla başvurulan delillerden biri olan tanık beyanı, takdiri bir delildir, hâkimi bağlamaz ancak hâkim, tanık beyanını serbestçe takdir ederken sadece vicdani kanaati ile karar veremez. Tanık beyanları yönünde ya da aksine hüküm tesis edilmesi durumunda, tanık beyanının neden kabul edildiği ya da edilmediği açıklanmalıdır,…” şeklinde açıklamıştır.

20. HMK’nın 255. maddesi uyarınca aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 12.09.2012 tarihli ve 2012/2-387 E., 2012/551 K. sayılı ilamında da benimsenmiştir. Aynı maddeyle; taraflardan her birinin, tanığın davada yararı olduğu, tanıklığının doğruluğu konusunda kuşkuyu gerektiren sebepler bulunduğu gibi nedenlerle, tanığın doğruyu söylemediğini iddia ve ispat edilebileceği düzenlenmiştir.

21. Bu açıklamalar kapsamında eldeki davaya gelince; yerel mahkemece boşanmaya sebep olan olaylarda davalı eşin ağır kusurlu olduğu kabul edilerek davanın kabulüne karar verildiği, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, davacı tanık beyanlarının üçüncü kişilerden aktarılan vakıalar olması nedeniyle hükme esas alınamayacağı belirtilerek kararın bozulduğu anlaşılmıştır. Oysaki dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; davalı kadın eşin birlikte yaşamaktan kaçındığı gibi ayrıca davacı tanığı Muharrem K.’nın beyanına göre “geri zekâlı, beceriksiz, kişiliği bozuk” şeklinde söylemlerle davacıyı aşağıladığı anlaşılmaktadır. Dosyada tanığın bu beyanının aksini gösteren dosyada ciddi ve inandırıcı delil ve olayların bulunmadığı gibi davalı tarafça davacı tanıklarının doğruyu söylemedikleri de iddia ve ispat edilmemiştir.

22. Hâl böyle olunca; taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın kanunen mümkün görülmemesine göre, yerel mahkemece TMK’nın 166/1- 2. maddesi uyarınca tarafların boşanmasına karar verilmesi yerinde görülmüştür.

23. Ne var ki, davalı vekilinin kusur belirlemesi ve buna bağlı olarak boşanmanın mali sonuçlarına ilişkin sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, gerçekleşen olaylara göre tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda kusur durumlarının tespit edilerek boşanmanın fer'ileri hakkında gerekli inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme kararı yerinde olup davalı vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle Hukuk Genel Kurulu kararının mahkemesince taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise doğrudan Yargıtay 2. Hukuk Dairesine Gönderilmesine,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.03.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.