ASIL VE BİRLEŞEN DAVA İÇİN AYRI HÜKÜM KURULMASI GEREKİRSE DE OLAYDA TASARRUF VE TALEPLE BAĞLILIK İLKESİ GEREĞİ TEK HÜKÜM KURULABİLİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


15 Kas
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/(19)11-720
KARAR NO   : 2022/836

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                         : 07/03/2019
NUMARASI                 : 2019/42 - 2019/198
ASIL DAVADA
DAVACILAR                :
1- A.K. 2- E.K. vekilleri Av. A.Y.
BİRLEŞEN DAVADA 
DAVACI                        :
Z.M. mirasçısı A.K. vekili Av. A.Y.
ASIL VE BİRLEŞEN
DAVADA DAVALI         :
K. İnş. San. ve İhr. A.Ş. vekili Av. N.K.

1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar asıl ve birleşen davada davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı asıl ve birleşen davada davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Asıl Dava:

Davacı İstemi:              

4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin Zabel M. ile birlikte hissedarı oldukları Mecidiyeköy, Fulya Mahallesi 1.73 ada, 57 pafta üzerinde kurulu kargir binanın betonunu sözleşme gereği davalıdan satın aldıklarını, kargir binanın B Blok 11. ve 12. katlarında çalışan teknik personelin bina betonunun çürük olduğundan şüphelenmeleri üzerine taraflarınca İ.T.Ü. İnşaat Fakültesine başvurulup betonun incelenmesinin istendiğini, İ.T.Ü. İnşaat Fakültesi Yapı Malzeme Laboratuvarınca düzenlenen 21.6.2004 tarihli ve 616 sayılı; 20.7.2004 tarihli ve 758 sayılı teknik raporlarda beton kalitesinin taşıması gereken değerden düşük olduğunun belirlendiğini, beton dökme aşamasında ürünün kalite ve mukavemetini ölçmek için numune alındığını, beton alımı sırasında düzenlenen bütün direnç raporlarının kendilerinden gizlendiğini; beton kolon ve perdelerinin çelik takviyesi, betonun güçlendirilmesi ve binanın standart sağlamlığa kavuşması için O. İş Proje Taahhüt Ltd. Şti.'ye başvurulup, fizibilite raporu istendiğini, bu şirket tarafından düzenlenen 28.08.2004 tarihli teklifte tüm işin 37.700 USD+KDV'ye mal olacağının saptandığını, bu durum tespitinden sonra kendilerince alttan ve üstten geçici takviye yapıldığını ve hâlen bu takviyenin devam ettiğini, 1700 USD tespiti yapılmamış kolonun takviyesi ve 4.368 USD 234 torba epoksili çelik strüksiyon katkı maddesi bedeli olmak üzere toplam 43.768 USD+%18 KDV (7878 USD)=51.646 USD talep etme zarureti doğduğunu, zararın tespiti için Şişli 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2004/289 D. İş sayılı dosyası ile bir tespit yaptırıldığını, ayıplı betonun satılmasından dolayı standart sağlamlıktan uzak inşaat yapılmak zorunda kalındığını, bu hususun anlaşılması hâlinde binanın değer kaybedeceğinin açık olduğunu, davalının haksız fiili sonucu meydana gelen 51.646 USD zararın tespit sonucu ortaya çıkacak miktar da değerlendirilerek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla davalıdan faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; 13.09.2005 tarihinde ıslah ile talep 69.346 USD’ye yükseltilmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; talep konusunun zamanaşımına uğradığını, dava konusu betonun teslim alınması ve uygulanmasının davacının yetkili mühendisleri kontrolünde yapıldığını, 06.12.2001 tarihinden itibaren alınan ve kullanılan betonun kalitesiz ve standardı olmadığı iddiasının yasal dayanaktan yoksun olduğunu; dava konusu inşaatın hazır betonlarının karşılanması için müvekkili ile Zabel M. arasında 2001 yılında bir sözleşme düzenlendiğini, müvekkilinin davacıları tanımadığını ve davacılara hiçbir şekilde beton satmadığını, yapılan sözleşmeyle Zabel M.'a ait İstanbul Mecidiyeköy mevkiinde bulunan inşaata hazır betonların Zabel M.'ın tayin ettiği şantiye şefine teslim edildiğini ve şantiye şefinin istediği yere döküldüğünü, vekil edeninin hazır betonun Türkiye'de uygulanmasında öncelik eden ve çok uzun yıllardır bu konu ile iştigal eden bir kuruluş olduğunu, bu nedenle müvekkilinin bütün dünyada uygulanan ve kabul edilen standartlara uyarak ürettiği betonun üretim tarihini ve üretim saatini net olarak belirtmekte olduğunu ve kendi laboratuvarında kalite kontrolü yaparak sevkiyatını yaptığını, ancak hazır betonun döküleceği yerlerin hazırlanmasını ve uygulamasını müvekkilinin yapmadığını, beton dökümünün yapılacağı yerde inşaat alanına park etmiş özel araç nedeniyle beton pompasının kurulamadığını, beton nakliye araçlarının inşaata yaklaşamadığını, bundan dolayı betonun dökümünde aksamalar olduğunu, ayrıca davacı tarafından hazırlanan beton kalıplarında meydana gelen sorunlar nedeniyle istekleri doğrultusunda betonun yavaş dökülmek zorunda kalındığını, bu durumun da betonun kalitesinde düşüşlere sebebiyet verdiğini, bu aksamaların betonun uzun süre beklemesine ve betonda slap kaybının oluşmasına yol açtığını, Zabel M.'ın şantiye şefinin talimatıyla betona su ilâve edildiğini ve istenilen yere betonun döküldüğünü, ayrıca kalıptaki problemler nedeniyle tespit raporunda da belirtildiği gibi davacılar tarafından betonun dökümünde vibratör ile gerekli sıkıştırmanın yapılmadığını, dava konusu inşaata hazır beton verilen zamanlarda müvekkili tarafından başka pek çok inşaata da aynı tesislerde üretilen aynı nitelikteki betondan verildiğini, ancak hiçbirinde böyle bir sorun yaşanmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Birleşen Dava:

Davacı İstemi:

6. Davacı vekili dava dilekçesinde; asıl davadaki aynı beyanları yineleyerek 51.646 USD miktarı talep zarureti doğduğunu, ayrıca beton kolon ve perdelerin çelik takviyelerinin yapılabilmesi için etrafındaki duvarların yıkımı, takviye işi tamamlandıktan sonra duvarların yeniden örtülmesi ve sıvanması, çelik takviyeler tamamlandıktan sonra saçların üzerine 5mm kalınlıkta Y.K.S. concresive 1410 tamir harcı ile macun şeklinde sıvanması işleri için 15.000 USD + KDV (%18=2.700 USD)=17.700 USD daha gerektiği, bu açıklamalardan davalıdan toplam 63.346 USD talep zarureti doğduğunun ortaya çıktığını, taraflarına ayıplı beton satılması sonucu gerçekleşen, davalının haksız fiili neticesi meydana gelen 69.346 USD'nin tespit dosyasında belirlenecek miktar da değerlendirilerek beton alımı ile ilgili fazlaya dair talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla, Devlet Bankalarınca yıllık uygulanan mevduat faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

7. Davalı vekili cevap dilekçesinde; asıl davada ileri sürdüğü savunmaları aynen tekrar ettiği gibi; hazır betonun uzun süre bekletilerek kullanılmasının betonda kalite sorunları yarattığının inşaat sektöründe çalışan herkes tarafından bilindiğini, ayrıca bu konuda müvekkili şirket yetkilileri tarafından davacı ve tayin ettiği şantiye şefinin defalarca sözlü olarak uyarıldığını, bu konuda bilgi ve görgüsü olan tanıklarının da mevcut olduğunu, dava konusu inşaata hazır beton verilen zamanlarda müvekkili şirket tarafından birçok inşaata da aynı tesislerde üretilen ve aynı nitelikteki betondan verildiğini, bu inşaatların hiçbirinde müvekkili şirket tarafından verilen betonun kalitesinde bir sorun yaşanmadığını, davacı tarafın tamamen kendi kusuru ile meydana gelen bu zarardan vekil edeni şirketi sorumlu tutmasının imkânsız olduğunu, ayrıca müvekkili şirketin uzun yıllardır faaliyet gösteren bir kuruluş olduğundan ve meydana gelen zararda hiçbir kusuru olmadığını belirterek haksız ve mesnetsiz davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı ve Devamında İzlenen Süreç:

8. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.11.2012 tarihli ve 2006/606 E., 2012/328 K. sayılı kararı ile; 1999 büyük depreminden sonra tüm inşaatlarda temelden çatıya kaba ve ince yapı kontrolü yapılması için Yapı Denetim Bürosu mecburiyeti konulmuş olduğu, davacı inşaat sahibinin bir yapı denetim bürosu ile anlaşarak beton dökümlerini de takip ettirme sorumluluğu bulunduğu, fakat piyasada bu işlemin hafife alınarak ucuza mal etme ile yapı denetim bürosu kontrolünün kalkarak sadece imza safhasına kadar indiği, işte bu piyasa inşaatının bunlardan biri olup dosyanın hiçbir yerinde yapı denetim bürosu kontrolü ve ismine dahi rastlanmadığı, eğer yapı denetim bürosu olsaydı, beton dökümleri sırasında yetkili teknik eleman bulundurma mecburiyetiyle fazladan sulandırılmış ve bekletilmiş betonun dökülmesini engelleyeceği, bu durumun doğmasına davacı inşaat sahibinin sebep olduğunun keşif anında gözlemlendiği, davacının binada oluşan "değer kaybı" ve "inşaatın gecikmesi dolayısıyla meydana gelen zarar" dolayısıyla talep ettiği tazminatların kabul edilemez olduğu, keza inşaatın başından itibaren davacının görevlendirme sorumluluğundaki yapı denetim bürosu olmayışı sonucu doğan hatalı imalatların baş müsebbibi olduğu ve bu hatanın da davacının kendisinden kaynaklandığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davaların ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.

9. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 27.01.2014 tarihli ve 2013/4080 E., 2014/1949 K. sayılı kararı ile; “… Mahkemece aldırılan 12.04.2010 ve 15.12.2011 tarihli bilirkişi raporlarında davacının %25 oranında davalının ise %75 oranında kusurlu oldukları bildirilmiş, itiraz üzerine alınan ve hükme esas alındığı bildirilen 25.09.2012 tarihli bilirkişi raporunun 7. sayfasında sebepleri açıklandıktan sonra davalı ve davacının %50' şer oranında kusurlu oldukları belirtildiği halde 8. sayfasında davanın reddi gerektiği bildirilmiştir.

Bu durumda önceki alınan bilirkişi raporları ile ve kendi içinde çelişkili olan 25.09.2012 tarihli bilirkişi raporu hükme esas alınarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir,…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:

 11. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesince bozma kararına uyularak, 28.05.2015 tarihli ve 2014/282 E., 2015/395 K. sayılı karar ile; toplanan deliller ve bilirkişi raporuna göre, asıl ve birleşen dava konusu hazır betonun ayıplı olduğu ve davacıların zarara uğradığı gerekçeleriyle asıl ve birleşen davanın kısmen kabulü ile, 24.780 USD alacağın 7.080 USD’sinin 22.11.2004 dava tarihinden, 17.700 USD’sinin ıslah ve birleşen dava tarihi 13.09.2005 olan tarihinden itibaren 3095 sayılı Yasanın 4/a maddesi gereğince USD cinsi bir yıllık mevduata kamu bankalarınca uygulanan en yüksek mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

Özel Daire İkinci Bozma Kararı:

12. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen ikinci kararına karşı da süresi içinde asıl ve birleşen davada davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

13. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 03.05.2016 tarihli ve 2015/16137 E., 2016/8174 K. sayılı kararı ile;

“… Birleşen davalar bağımsızlıklarını koruduklarından mahkemece asıl ve birleşen dava yönünden HMK’nın 297. maddesine uygun biçimde ayrı ayrı hüküm tesisi gerekirken, bu yön gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuş, bozma nedenine göre diğer yönlerin şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Birinci Direnme Kararı:

14. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesinin 29.11.2016 tarihli ve 2016/980 E., 2016/860 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, davacıların asıl ve birleşen davada aynı taşınmazın hissedarları olup, davalı ile birlikte yaptıkları sözleşme gereği satın alınan betondan kaynaklı zararın tazminini talep ettikleri, her ne kadar hissedarlar tarafından ayrı davalar açılmış ise de; taleplerinin davaların birleştirilerek üç davacı yönünden tek hüküm oluşturulmasından ibaret olduğu, kaldı ki birleşen davanın davacısı Zabel M.’ın yargılama sırasında öldüğü, geriye mirasçısı olarak asıl davanın davacısı Artin K.’ın kaldığı, davacıların zararlarının 69.346 USD olduğunu beyanla şimdilik bu zararın davalıdan tahsilini talep ettikleri, bu doğrultuda mahkemece verilen 28.05.2015 tarihli hükümde infazda tereddüt oluşacak şekilde herhangi bir çelişki olmadığı gibi davanın mahiyeti ve özellikle davacıların talebi esas alınarak asıl ve birleşen dava yönünden birlikte hüküm kurulduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

15. Direnme kararı süresi içinde asıl ve birleşen davada davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu Bozma Kararı:

16. Hukuk Genel Kurulunun 20.12.2018 tarihli ve 2017/19-2483 E., 2018/2022 K. sayılı kararı ile;

“… Bu itibarla, bozulan ilk karar ile direnme kararı arasında farklılık bulunduğundan yerel mahkemece usule uygun direnme hükmü kurulması için, işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin kararın usulden bozulması gerekmiştir,…” gerekçesiyle direnme kararı belirtilen usulü nedenle bozulmuştur.

İkinci Direnme Kararı:

 17. İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesinin 07.03.2019 tarihli ve 2019/42 E., 2019/198 K. sayılı kararı ile; Hukuk Genel Kurulu kararındaki belirtilen usulî eksiklik giderilmek suretiyle önceki direnme kararındaki gerekçeye dayalı olarak direnme kararı verilmiştir.

İkinci Direnme Kararının Temyizi:

18. Direnme kararı süresi içinde asıl ve birleşen davada davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

19. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece asıl ve birleşen dava yönünden HMK’nın 297. maddesine uygun biçimde ayrı ayrı hüküm tesisinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

20. Medeni usul hukuku alanında yıllar boyunca süren uygulamalar neticesinde doğru ve adil bir yargılama için bazı temel ilkeler kabul edilmiştir. Bir davanın gerek tarafları gerekse mahkeme için bağlayıcı olan ve yargılamaya yön veren bu ilkeler, mahkemelerde sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesini sağlayan en temel unsurlardır. Bu kuralların yargılamanın her kesitinde gözetilmesi, hatta usul hükümleri yorumlanırken bu ilkelere aykırı ve onlarla çelişkili olacak şekilde yorum yapılmaması gerekir.

21. Medeni yargılama hukukuna hâkim olan ilkelerin bir bölümü 6100 Sayılı HMK'da açık olarak düzenlenmiş ve 24. maddesinde "tasarruf ilkesi"ne, 26. maddesinde ise "taleple bağlılık ilkesi"ne yer verilmiştir.

22. Özel hukuk, taraflara kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı vermiştir. Özel hukuktan kaynaklanan tasarruf yetkisi, uyuşmazlıktan önce başlayıp uyuşmazlığın yargı organına intikal ettiği ve onun önünde görüldüğü anda da devam eder. Hak sahibi, uyuşmazlık konusu hakkını dava edip etmemekte, dava ettikten sonra davalı ile yargılama içinde ya da dışında uzlaşmakta, arabulucuya gitmekte, sulh olmakta veya açtığı davadan feragat etmekte serbesttir. Taraflar uyuşmazlığı başlatmak, uyuşmazlık konusunu belirlemek ve uyuşmazlığı sürdürmek veya sona erdirmek hakkına sahiptirler (Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2017, C.I, s. 783 ). HMK'nın 24. maddesinde düzenlenen "tasarruf ilkesi" kapsamında; dava açma konusundaki inisiyatif davacıya ait olduğu gibi taraflar dava üzerinde tümüyle tasarruf edebilme, dava konusunu (müddeabihi) belirleme, dilekçeler vermek suretiyle davaya etki etme ve mahkemenin karar vermesine gerek kalmadan davayı sona erdiren işlemleri yapabilme yetkisine sahiplerdir. Tasarruf ilkesi nedeniyle hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe, kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz (HMK m. 24/2).

23. Tasarruf ilkesinin bir görünümü olan taleple bağlılık ilkesi ise hâkimin, tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olduğu, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremeyeceği anlamına gelmektedir. Bu ilke HMK'nın 26. maddesinde;

"(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.

(2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır" şeklinde düzenlenmiştir.

24. Taleple bağlılık ilkesi uyarınca, dava konusunu (müddeabihi) davacı belirler. Mahkeme ancak davacı tarafından belirlenen konuda karar verebilir. Davacının talep etmediği bir şey hakkında karar verilemez. Mahkemece talepten daha azına karar verilebilir ise de dava sonucunda kurulacak hükmün sınırını, tarafların karara bağlanmasını istediği talep sonucu belirler. Bu nedenle talep sonucu yeterince açık değilse hâkimin davayı aydınlatma ödevi (HMK m. 31) kapsamında açık olmayan talep sonucunu açıklatması gerekir.

25. Öte yandan taleple bağlılık ilkesi, kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda geçerli değildir. Buna karşılık taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı davalarda da kimi zaman, hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri nedeniyle bu ilke uygulanmaz. Örneğin davada yargılama giderleri talep edilmemiş olsa bile, hâkim, kendiliğinden davada haksız çıkan tarafı yargılama giderlerine mahkûm eder (HMK m. 332/1).

26. Bilindiği üzere HMK’nın 297. maddesinde hükmün kapsamı;

“…(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.

d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.

e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir…” şeklinde düzenlenmiştir.

27. Maddeye göre; mahkemece, hükümde taleplerden her biri hakkında ayrı ayrı karar verilmesi, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresinin açıkça, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi zorunludur.

28. Öte yandan uyuşmazlığın çözümü için “birleşen dava” konusunun açıklığa kavuşturulmasında fayda vardır.

29. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Davaların birleştirilmesi” başlıklı 166. maddesi;

“(1) Aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalar, aralarında bağlantı bulunması durumunda, davanın her aşamasında, talep üzerine veya kendiliğinden ilk davanın açıldığı mahkemede birleştirilebilir. Birleştirme kararı, ikinci davanın açıldığı mahkemece verilir ve bu karar, diğer mahkemeyi bağlar.

(2) Davalar, ayrı yargı çevrelerinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış ise bağlantı sebebiyle birleştirme ikinci davanın açıldığı mahkemeden talep edilebilir. Birinci davanın açıldığı mahkeme, talebin kabulü ile davaların birleştirilmesine ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren, bununla bağlıdır.

(3) Birleştirme kararı, derhâl ilk davanın açıldığı mahkemeye bildirilir.

(4) Davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantı var sayılır.

(5) İstinaf incelemesi ayrı dairelerde yapılması gereken davaların da bu madde hükmüne göre birleştirilmesine karar verilebilir. Bu hâlde istinaf incelemesi, birleştirilen davalarda uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait kararı inceleyen bölge adliye mahkemesi dairesinde yapılır” hükmünü içermektedir.

30. Aralarında bağlantı bulunduğu için birden çok davanın HMK’nın 166/1. maddesi çerçevesinde birleştirildiği durumlarda; yargılama birlikte görülmüş olsa dahi ortada birleştirilen dava sayısı kadar birbirinden bağımsız davalar bulunur. Bu nedenle HMK’nın 297. maddesinde sayılan hükmün unsurları hem asıl hem de birleşen dava yönünden geçerlidir ve gerekçeli kararda yer almalıdır. Dolayısıyla, tek bir dosya üzerinden sürdürülmekle birlikte, bağımsızlığını koruyan her bir dava bakımından talepler ayrı ayrı değerlendirilerek gerekçe yazılması, karar başlığında da asıl ve birleşen dava bilgileri belirtilmek suretiyle hüküm kurulması, harç, yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin her dava için ayrı ayrı belirlenerek hüküm altına alınması zorunludur.

31. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; asıl ve birleşen dava, ayıplı beton satışı nedeniyle uğranılan zararın tahsili istemine ilişkin olup, gerek ilk hükme dayanak edilen 25.09.2012 tarihli rapor, gerek bozmadan sonra alınan 23.01.2015 tarihli bilirkişiler heyeti raporunda açıklandığı üzere, davalı şirketin betonun kalıplara yerleştirilmesi süresinde ortaya çıkan gecikmeler nedeniyle beton sevkiyatını durdurması ve alıcıyı yazılı bir belge ile ikaz etmesi, davacı tarafın şantiye şefinin izin vermesi hâlinde bile kesinlikle gerekli miktardan fazla su ekleyerek, düşük basınç dayanımlı beton satmaması ve dökmemesi gerektiği, dolaysıyla meydana gelen zarardan davalı şirketin %50 oranında sorumlu olduğu; davacı taraf şantiye şefinin yukarıda belirtilen hususları bilmesi gerektiği ve taşıma süresinde ortaya çıkan gecikmeler nedeniyle gerekli önlemlerini alması veya beton dökümüne izin vermemesi gerekirken izin verdiği, diğer yandan, 1999 depreminden sonra tüm inşaatlarda temelden çatıya kaba ve ince yapı kontrolü-yapılması için yapı denetim bürosu mecburiyeti konulduğu, inşaat sahibinin bir yapı denetim bürosu ile anlaşarak, beton dökümlerini takip ettirme sorumluluğunun olduğu, dosya kapsamında yapı denetim firması ile ilgili bir bilgiye rastlanılmadığı, dolayısıyla davacı yanın da, meydana gelen zararlardan %50 oranında sorumlu olduğu gerekçesiyle asıl ve birleşen davada davanın kısmen kabulüne, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.

32. Asıl davada davacılar vekili; davayı fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydıyla 51.646 USD tazminatın davalıdan tahsili talebiyle açmış; birleşen davanın açıldığı 13.09.2005 tarihinde verdiği ıslah dilekçesinde ise, dava değerini 69.346 USD’ye yükseltmek suretiyle davaya konu edilen bu zarar taşınmazın hissedarları Zabel M. ve müvekkillerinin birlikte uğradıkları ortak zarar olduğundan Zabel M.’ın aynı zarar ile ilgili, aynı davalı şirkete açtığı davanın eldeki dava ile birleştirilmesine karar verilmesi ve 69.346 USD’nin her üç alıcı ve taşınmaz hissedarları lehine tahsili talep edilmiştir.

33. Birleşen davada davacı vekilinin talebi ''...davalıdan toplam 69.346,00 USD talep zarureti doğduğunu beyanla, aynı haksız fiil ile doğan zararın tazmini için vekil edeninin beton alımını birlikte gerçekleştirdiği taşınmazın diğer hissedarları Artin K. ve Edward K. tarafından İstanbul 2 Nolu Tüketici Mahkemesi'nin 2005/826 nolu dosyasıyla başlatılan aynı alacakla ilgili dava derdest olmakla, açılan iş bu davanın bu dosya ile birleştirilerek neticede toplam talep konusu 69.346 USD 'nin her üç hissedar lehine tek alacak olarak hükmedilmesine, diğer zararlarını ve takip haklarını saklı tuttuklarına,…'' karar verilmesine ilişkindir.

34. İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 11.12.2007 tarihli ve 2007/758 E., 2007/755 K. sayılı kararı ile; İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2007/758 E. sayılı dosyasının taraf ve konu birliği bakımından İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2006/606 E. sayılı dosyasıyla ile birleştirilmesine karar verilmiştir.

35. Birleşen dosyada davacı Zabel M.'ın dava tarihinden sonra 19.05.2006 tarihinde dul ve çocuksuz olarak vefat ettiği, geriye tek mirasçısı olarak manevi evladı Artin K.'ın (asıl davada davacı) kaldığı, dosyaya ibraz edilen veraset ilamından anlaşılmaktadır.

36. 02.04.2015 tarihli celsede davacılar vekili; ''…birleşen davanın davacısı Zabel M. ölmüştür, tek mirasçısı bu davada davacı olan Artin K.'dır, biz asıl ve birleşen dava yönünden talep ettiğimiz miktarın davalıdan tahsili ile yine talebimiz doğrultusunda faizi ile birlikte vekil edenlerim davacılara verilmesini talep ediyoruz'' şeklindeki beyanda bulunmuştur.

37. Davacılar asıl ve birleşen davada aynı taşınmazın hissedarları olup, davalı ile birlikte yaptıkları sözleşme gereği satın alınan betondan kaynaklı zararın tazminini talep etmişlerdir. Her ne kadar hissedarlar tarafından iki ayrı dava açılmış ise de; davacılar vekilinin yukarıda belirtilen yazılı ve sözlü beyanları esas alındığında, gerçekte taleplerinin aynı zarara ilişkin olduğu ve her üç davacı yönünden tek bir hüküm oluşturulmasını istedikleri anlaşılmaktadır. Kaldı ki, birleşen davanın davacısı Zabel M. yargılama sırasında ölmüş, geriye mirasçısı olarak asıl davanın davacılarından olan Artin K. kalmıştır.

38. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesi gereğince asıl ve birleşen davalar bakımından ayrı ayrı hüküm kurulması gerekmekte ise de, eldeki dava davacılar vekilinin yazılı ve sözlü beyanları değerlendirildiğinde, usul hukuku ilkelerinden tasarruf ilkesi ve bu ilkeden doğan taleple bağlılık ilkesi gereğince özünde tek dava niteliğinde olup, mahkemece belirtildiği şekilde tek hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

39. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; birleşen davalar bağımsızlıklarını koruduklarından mahkemece asıl ve birleşen dava yönünden HMK’nın 297. maddesine uygun biçimde ayrı ayrı hüküm tesisi gerektiğinden bahisle direnme kararının bozulması gerektiği yönünde görüş bildirilmiş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

40. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan gerekçeler kapsamında eldeki davanın tek dava olduğu kabul edilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.

41. Ne var ki, Özel Dairece esas yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun olduğundan, davalı vekilinin esasa yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

 Ancak karar düzeltme yolunun açık olması nedeniyle öncelikle mahkemesince Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme açık olmak üzere, 07.06.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava ve birleşen davadaki davacılar dava konusu İstanbul Dikilitaş 1.73/13 ada parselde müşterek malik olup, birleşen dava davacısı taşınmaz paydaşı Zabel M.’ın ölümü ile mirasçı olarak asıl davanın davacılarından ve müşterek maliklerden olan Artin K.’ı tek mirasçı olarak bırakmıştır.

Her iki davada da, sözleşme gereği parsel üzerindeki kargir binanın betonunu davalıdan satın aldıkları ancak beton kalitesinin olması gereken değerden düşük olduğu ve ayıplı beton satılmasından dolayı standart sağlamlıktan uzak inşaat yapıldığı, binanın değer kaybı olduğu belirtilerek haksız fiil sonucu binadaki değer kaybı olarak ıslahla 69.346 USD talep edilmiş, birleşen dava dilekçesinde bu dosyaların birleştirilerek bu miktarın her üç hissedar lehine tek alacak olarak hüküm altına alınması, 13.9.2005 tarihli ıslah dilekçesinde hissedarların uğradığı ortak zarar olduğu belirtilerek davaların birleştirilmesi, 2.4.2015 tarihli celsede, talep edilen miktarın davalıdan tahsili ile davacılara verilmesi istenmiştir.

Davalının dava konusu bina inşası için verdiği betonun bozuk olduğundan binanın değer kaybı talep edildiğine ve taşınmaz maliki olan asıl ve birleşen dava davacıları müşterek malik olduklarına göre, aralarında zorunlu dava arkadaşlığı ve müteselsil alacaklılık durumu bulunmamaktadır. Bu nedenle, müşterek maliklerden her biri değer kaybını hisseleri oranında talep edebilirler. Zorunlu dava arkadaşlığı olduğundan birleşen dava ile taraf teşkilinin tamamlanması gibi bir usulî durum da söz konusu değildir. İki paydaş asıl davayı, bir diğer müşterek malik de birleşen davayı açmıştır. Dilekçe ve beyanlarında talep edilen miktarın davacılara tek zarar miktarı olarak verilmesini istemişlerdir. Sayın çoğunluğun görüşü gibi tek bir hükümle zarar miktarına hükmedildiğinde pay belirtilmediği için, icraya konduğunda, üç davacıya müştereken verilecektir. Taşınmazdaki payları oranında talep etmediklerine göre, her birinin hissesinden fazlayı alıp almaması kendi aralarındaki sorundur. Ancak bu durum, her bir davanın bağımsız olduğunu ortadan kaldırmaz. Asıl ve birleşen dava için tek hüküm kurulması HMK 297. maddesine aykırıdır. Asıl ve birleşen dava her biri bağımsız ayrı davadır, irtibat nedeniyle birleştirilmiştir. Hükmün 297. maddeye uygun olup olmadığı, temyiz konusu olmasa da Yargıtayca re’sen bakılacak bir husustur. HMK 166. maddede davaların birleştirilmesi düzenlenmiş olup, aralarında bağlantı bulunduğu için birleştirilen davalarda, yargılama birlikte görülmüş olsa dahi ortadan birbirinden bağımsız ve birleşen dava sayısı kadar dava vardır. Herbiri için ayrı ayrı hüküm kurulması, yargılama gideri ve vekâlet ücretlerinin her bir davadaki taleplere göre değerlendirilerek HMK 297. maddeye uygun hüküm verilmesi gerekir (HGK 9.12.2021 gün 2017(15)6-3099 E. 2021/1647K.). Davacıların her iki dava bakımından tek karar verilmesi talebi, HMK’nın 166 ve 297. madde hükümlerine aykırı olarak tek karar verilmesini gerektirmez. Ancak, davalardaki talep tek miktara hükmedilmesi yönünde olduğundan ve bir davacıya payından daha çoğa hükmedilmesi hâli kendi aralarındaki mesele olup buna da razı olduklarına göre, asıl dava ve birleşen dava için ayrı ayrı hüküm kurulması, gerek asıl davada gerek birleşen davadaki hükümlerde diğer dava belirtilerek “tahsilde tekerrür etmemek üzere” hüküm kurulması, davacıların talebine ve HMK 297. maddeye uygun olacaktır.

Bu nedenlerle bozma görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun direnme uygun daireye görüşüne katılamıyoruz.

Hafize Gülgün VURALOĞLU        Fatma AKYÜZ
Üye                                                Üye