BAĞIMSIZ TEDBİR NAFAKASINDAKİ VAKIA KESİNLEŞMİŞSE BU VAKIAYA DAYALI BOŞANMADA TAZMİNAT İSTENEBİLİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


17 Şub
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/2-2297
KARAR NO   : 2020/672

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                   :
Ermenek Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mah. Sıfatıyla)
TARİHİ                             : 05/01/2016
NUMARASI                      : 2015/467 - 2016/5
DAVACI- KARŞI DAVALI : F.V. vekili Av. Ö.B. 
DAVALI-KARŞI DAVACI  : F. (İ.) V. vekili Av. K.Ç.

1. Taraflar arasındaki "karşılıklı boşanma” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ermenek Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesince verilen her iki boşanma davasının kabulü ile boşanmanın ferilerine ilişkin karar, davalı-karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda kısmen bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı-Karşı Davalı İstemi:

4. Davacı-karşı davalı 13.09.2013 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 10.12.2008 tarihinde evlendiklerini, müşterek çocuklarının bulunmadığını, müvekkilinin 08.09.2009 tarihinde Ermenek Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 2009/870 E. ve 2010/306 K. sayılı dosyasında TMK’nın 166/1. maddesine dayalı olarak boşanma davası açtığını, davanın 25.05.2010 tarihinde reddedilerek, kararın 21.07.2010 tarihinde kesinleştiğini, kesinleşme tarihi üzerinden üç yıl geçmesine rağmen ortak hayatın yeniden kurulamadığını belirterek tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı-Karşı Davacı İstemi:

5. Davalı-karşı davacı 01.10.2013 tarihli cevap ve karşı dava dilekçesinde; kesinleşen ret kararı neticesinde ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeninin karşı tarafın tutum ve davranışlarından kaynaklandığını, müvekkilinin evlilik süresince davalı erkek ve ailesinin hakaret, aşağılama, hor görme şeklinde gerçekleştirdikleri baskı ve fiziksel şiddete maruz kaldığını belirterek tarafların boşanmalarına aylık 750,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile 75.000,00 TL manevi tazminata karar verilmesini, asıl davanın ise reddini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı: 

6. Ermenek Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 17.06.2014 tarihli ve 2013/281 E., 2014/440 K. sayılı kararı ile; erkeğin birlik görevlerini yerine getirmediği, ortak konutun kapı kilidini değiştirip elektriğini kesmek suretiyle yakınlarının yanına giden eşinin konuta dönmesini engellediği, bu şekilde birlikte yaşamaktan kaçındığı, annesinin evlilik birliğine müdahalesine yönelik hakaretlerine kayıtsız kaldığı, ilk davanın açılmasından sonra tarafların bir araya geldikleri iddia edilmediği gibi sözü edilen boşanma davasının reddine ilişkin karar gerekçesinde "geçimsizliğin davalı kadından kaynaklanmadığı, davalıya atfedilebilecek bir kusurun ispatlanamadığı”nın ifade edilmesi nedeniyle mahkemenin ret kararından dava tarihine kadar ki olaylarda kadının kusurunun bulunmadığı hususunda kesin hüküm teşkil ettiğinin kabulü gerektiği, tüm dosya kapsamı ve alınan tanık beyanları içeriğinden ret kararının kesinleşmesinden sonra geçen fiili ayrılık süresinde kadına atfedilebilecek kusurlu bir davranışın veya yeni bir maddi olayın varlığının kanıtlanamadığı, bu hâliyle boşanmaya sebep olan olaylarda ilk davayı açarak boşanma sebebi yaratan erkeğin tamamen kusurlu olduğu, ne var ki belirlenen bu kusurlu davranışların kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte olmadığı, erkeğin davası yönünden ise; fiili ayrılık nedenine dayalı boşanma davası açıldığı, toplanan delillerden tarafların retle sonuçlanan boşanma davasından sonra bir araya gelmediklerinin anlaşıldığı gerekçeleriyle karşılıklı açılan her iki davanın da kabulü ile tarafların boşanmalarına, kadın yararına aylık 250,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası ödenmesine, koşulları oluşmadığından kadın eşin manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 28.09.2015 tarihli ve 2015/14909 E., 2015/16620 K. sayılı kararı ile; 

"... Hüküm, davalı-karşı davacı (Fadime) tarafından, diğer tarafın davasının kabulü, reddedilen manevi tazminat, yoksulluk nafakasının miktarı ve vekalet ücreti yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2- Mahkeme tarafından, davacı-karşı davalı erkeğe yüklenen kusurlu davranışların diğer tarafın kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği gerekçesiyle davalı-karşı davacı(nın) manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Kesinleşen Ermenek Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi'nin 2010/1126 esas, 2010/993 karar sayılı ilamı ile sabit olduğu üzere, davacı-karşı davalı erkeğe mahkemece kusur olarak yüklenen davranışların yanında, davacı-karşı davalı erkeğin ve annesinin davalı-karşı davacı kadına şiddet uyguladıkları anlaşılmaktadır. Davacı-karşı davalı erkek ve annesi tarafından gerçekleştirilen bu şiddet eylemi davalı-karşı davacı kadının kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. Davalı-karşı davacı kadın yararına uygun bir manevi tazminat takdiri gerekirken, yazılı gerekçe ile talebin reddine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir,.." gerekçesiyle hüküm oybirliğiyle 2. bentte gösterilen sebeple bozulmuş, bozma kapsamı dışında kalan bölümler ise 1. bentte gösterilen sebeple onanmıştır. 

Direnme Kararı:

8. Ermenek Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 05.01.2016 tarihli ve 2015/467 E., 2016/5 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçeler yanında; bozmaya dayanak Ermenek Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi'nin 2010/1126 E., 2010/993 K. sayılı ilam gerekçesinde her ne kadar darptan bahsedilmekte ise de dosya incelendiğinde darp olayının sabit olmadığı, soruşturma dosyasında mevcut adli raporda darp-cebir izi bulunmadığının belirtildiği, her iki dosyada dinlenen kadın tanıklarının şiddete ilişkin beyanlarının ise görgüye dayalı olmadığı, bu hâliyle kesinleşen nafaka davasında erkeğe kusur olarak yüklenen "darp vakıasının" manevi tazminat değerlendirmesinde mahkemece dikkate alınamayacağı, boşanmaya sebep olan olaylarda "kusur unsurunu" tespit edecek olan asıl boşanmaya ilişkin karar olduğu, bozmaya dayanak karar gerekçesinde "darp ettiği sabit olmakla" denilerek gerekçeye dahi yer verilmeksizin hüküm kurulduğu, bu yöndeki iddia ve delillerin tartışılmadığı, bu haliyle nafaka dosyasındaki gerekçe ve dolayısıyla kusura ilişkin kabulün kesinlik kazanmayacağı, boşanma davasıyla kesinleşen "kusur" olgusu istenecek nafaka (yoksulluk vs..) için kesin hüküm ve kesin delil oluşturur ise de boşanma davasının feri niteliğinde sayılabilecek tedbir nafakasında belirlenen ve gerekçelendirilmeyen yanlış kusur değerlendirmesinin asıl dava olan boşanma davasındaki kusur değerlendirmesini etkilemeyeceği ve boşanma davasında hakimi bağlamayacağı, dolayısıyla kesin delil olarak kabul edilemeyeceği, reddedilen önceki boşanma davasında ve fiili ayrılık süresinde kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eden bir olayın veya davranışın varlığının da kanıtlanamadığı olması gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında yargılaması yapılarak kesinleşen bağımsız tedbir nafakası davasında yer alan kusur belirlemesinin, sonradan açılan boşanma davasında kesin delil teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili kanun maddelerinin incelenmesinde yarar görülmektedir.

12. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin son fıkrası uyarınca, boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde, ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir. Boşanma hukukuna yön veren temel ilkelerin; irade ilkesi, kusur ilkesi, evlilik birliğinin sarsılması ilkesi, elverişsizlik ilkesi ve eylemli ayrılık ilkesi olarak beş grupta toplanmış olduğu gözetildiğinde; son fıkrayla “eşlerin sürekli ve fiili olarak ayrı yaşama biçimini benimsemeleri hâlinin, birlikte yaşama istek ve inancının kalmaması” değerlendirmesiyle, eylemli ayrılık ilkesi benimsenmiş olduğu görülmektedir.

13. Eldeki davada da davacı-karşı davalı erkeğin daha önce açtığı boşanma davası reddedilmiş, redde ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren üç yıl geçmesine rağmen ortak hayat yeniden kurulamamış, bunun üzerine mahkemece evlilik birliğinin temelden sarsıldığı kabul edilerek tarafların boşanmalarına karar verilmiştir.

Ne var ki, davacı-karşı davalı erkeğe yüklenen kusurlu davranışların diğer tarafın kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği gerekçesiyle davalı-karşı davacının manevi tazminat istemi reddedilmiştir.

14. Manevi tazminat talepleri boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup, boşanma nedeniyle hükmedilecek maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında TMK’nın 174. maddesi "Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." hükmünü taşımaktadır.

15. Maddenin ikinci fıkrasına göre boşanma sonucunda manevi tazminata karar verilebilmesi için diğer koşullar yanında manevi tazminat talebinde bulunan tarafın, boşanmaya sebep olan olaylar nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğraması gerekir. 

16. Kişilik hakları, bir bütün olarak kişinin maddi ve manevi varlığıyla ilişkili ve bu varlığın geliştirilmesini hedefleyen haklar ve özgürlükler olarak tanımlanır. Bu haklar; kişiliğe bağlı, dokunulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez haklardır. Kişilik haklarının mutlak bir hak oluşu, hak sahibine, bu hakka ve hakkın içerdiği değerlere herkesin saygı göstermesini isteme, kişisel değerlerin korunmasını herkesten isteme, yasaların, kamu düzeninin ve genel ahlak ile adabın çizdiği sınırlar içerisinde dilediği gibi kullanma hakkı verir. Kişilik hakkı kavramı; kişiyi var eden, kişiliğini serbestçe geliştirmesini sağlayan, diğer kişilerden farklılığını temin eden bütün değerler üzerindeki haktır. Yaşam, vücut bütünlüğü, özgürlükler, şeref ve haysiyet, özel yaşam, isim, resim gibi kişisel varlıklar üzerindeki haklar kişilik hakkını ifade eder. Bu varlıklara yönelen saldırılar ise kişilik hakkının ihlali sonucunu doğururlar.

17. Kişilik haklarının korunmasına ilişkin temel düzenleme TMK’nın 23, 24 ve 25. maddelerinde yer almakta; Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi ile bu düzenlemeler tamamlanmaktadır. Ancak bu genel korumanın dışında bazı kişisel değerleri koruyan özel hükümler de bulunmakta olup, TMK’nın 174. maddesi bu hükümlerden biridir.

18. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, davalı-karşı davacının daha önce açtığı ve temyiz incelemesinden geçerek kesinleşen bağımsız tedbir nafakası davasında karşı tarafça gerçekleştirildiği kabul edilen fiziksel şiddet vakıasının sonradan açılan eldeki boşanma davasında kesin delil olarak kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplandığından tedbir nafakası ile ilgili açıklama yapılmasında da yarar bulunmaktadır.

19. TMK’nın 185. maddesine göre evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar. Bir hayat ortaklığı olan evlilikte, bu madde uyarınca eşler birlikte yaşamak zorunda ise de bu her zaman mümkün olmayabilir ve eşler çeşitli nedenlerle ayrı yaşabilirler. Birlikte yaşamaya ara verilmesi hâlinde evlilik birliğinin korunması için alınacak önlemler TMK’nın 197. maddesinde düzenlenmiştir.

20. Anılan madde “Eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddî biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir.Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hâkim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır. Eşlerden biri, haklı bir sebep olmaksızın diğerinin birlikte yaşamaktan kaçınması veya ortak hayatın başka bir sebeple olanaksız hâle gelmesi üzerine de yukarıdaki istemlerde bulunabilir. Eşlerin ergin olmayan çocukları varsa hâkim, ana ve baba ile çocuklar arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümlere göre gereken önlemleri alır” hükmünü taşımakta olup, buna göre birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hâkim; eşlerden birinin istemiyle, diğer eşe bir miktar parasal katkı yapmasına karar verir. 

21. Uygulamada TMK'nın 197. maddesine göre gerek eş ve gerekse ergin olmayan çocuklar için hâkim tarafından belirlenen bu parasal katkıya bağımsız tedbir nafakası denilmektedir. Ancak, eş için bağımsız tedbir nafakasına karar verilebilmesi için açılan davada nafaka isteyen eşin ayrı yaşamda haklı olduğunu kanıtlaması gerekir.

22. Diğer yandan TMK’nın 169. maddesi uyarınca da tedbir nafakasına hükmedilebilir. Anılan maddede boşanma davası sırasında alınacak önlemlerin düzenlenmiş olup, boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri resen alır. Bu hükme göre hâkimin, bir talebin varlığını aramaksızın, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, mallarının yönetimine ilişkin önlemleri resen alması gerekir. Alınacak bu önlemlerden biri de geçici tedbir nafakasıdır. Ancak, TMK'nın 169 ve 197. maddelerinde düzenlenen tedbir nafakaları birbirinden farklıdır. Bu maddede düzenlenen tedbir nafakası, talebe bağlı olmaksızın (resen) takdir edilir ve geçici bir önlem olarak davanın başından itibaren karar kesinleşene kadar hüküm altına alınır. TMK'nın 197. maddesi uyarınca talep edilen nafaka ise bağımsız bir talep ve bağımsız bir davanın konusu olarak, eşlerin ayrı yaşama durumunun devamı süresince geçerli olur.

23. İspat hakkı, Anayasanın 36. maddesinde temel hak olarak garanti altına alınmış olup bu hak ancak kanunla sınırlanabilir. Hukuka aykırı delil veya teksif ilkesi, ispat hakkının sınırlamalarına örnek olarak verilebilir. Hukuki anlamda ispat faaliyetinde amaç; taraflar arasındaki uyuşmazlığa ilişkin dava tarihinden önce gerçekleşen vakıaların, gerçek olup olmadığı konusunda mahkemeyi ikna etmektir. Başka bir anlatımla ispat; gösterilen delillerle, hâkimin dışında geçmiş dış âlemde gerçekleştiği iddia edilen olay ve olguların, gerçekte var olup olmadığı hakkında, hâkimde uyandırılan kanaat vasıtasıyla maddi gerçeğin adli gerçeğe dönüştürülmesidir. 

24. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (HMK m.187/1). Kanunda açık şekilde bir ayrım yapılmamasına rağmen, hukukumuzda deliller; kesin ve takdiri delil ayrımı esas alınarak incelenmektedir. Kesin delil terimi takdiri delil teriminin karşıtıdır. Takdiri deliller; tanık (HMK m. 240-265), bilirkişi (HMK m. 266-287), keşif (HMK m. 288-292), senet dışında ki belgeler (HMK m. 199) ve kanunda düzenlenmemiş (HMK m. 192) deliller olup; bu deliller, koşullarını ve hükümlerini kanunun tayin etmediği, hâkimi bağlamayan, hâkimin üzerinde serbestçe takdir hakkını kullanabildiği delillerdir. 

25. Kesin delil kavramı ise; şartlarını, hükümlerini ve sonuçlarını kanunun belirlediği ve bu şartların mevcut olması hâlinde hâkimin bağlı olduğu ve takdir yetkisine sahip olmadığı delillerdir. Kesin delile HMK'nın gerekçesinde yazdığı şekilde kanuni delil de denmektedir. İddia edilen vakıanın ispatı için kanunda kesin delil öngörülmüşse, hâkim başka delil inceleyemeyeceği gibi iddia edilen vakıa kesin delille ispatlandığı takdirde hâkim o vakıanın doğruluğunu kabul etmek ve uygun karar vermek zorundadır.

26. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İlamların ve remi senetlerin ispat gücü" başlıklı 204/1 maddesinin "İlamlar ile düzenleme şeklinde ki noter senetleri, sahteliği ispat olunmadıkça kesin delil sayılırlar" hükmüyle, mahkeme ilamlarının sahte olduğu ispat olununcaya kadar kesin delil oluşturacağı açıkça kabul edilmiştir.

27. Kesin deliller; ikrar (HMK m. 188), senet (HMK m. 200 vd), yemin (HMK m. 225 vd) ve kesin hüküm (HMK m. 303 ve 204/1) olmak üzere dört tane olduğu hususu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.12.2014 tarihli ve 2014/17-1656 E., 2014/1099 K. sayılı kararında yaptığı tartışmada "....Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar, senet, yemin ve kesin hükümdür,..." şeklindeki gerekçeyle kabul edilmiştir.

28. Ermenek Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 21.12.2010 tarihli ve 2010/1126 E. ve 2010/993 K. sayılı kararının incelenmesinde; kadın eş tarafından 23.08.2010 tarihinde erkek eş aleyhine TMK'nın 197. maddesine dayalı bağımsız tedbir nafakası davasının açılmış, yapılan yargılama sonucunda "...davacının, davalı ve ailesi tarafından darbedilmesi sonucu evden ayrılarak babasının evinde yaşamaya başladığı, herhangi bir gelirinin bulunmadığı, ailesinin yardımı ile geçimini sağladığı,..." şeklindeki gerekçe ile kadının ayrı yaşamada haklı olduğunun kabulü ile dava kısmen kabul edilmiş, tarafların temyizi üzerine hüküm, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 28.03.2011 tarihli, 2011/2910 E. ve 2011/4964 K. sayılı ilamı ile düzeltilerek onanmış ve tarafların karar düzeltme isteminde bulunmaması üzerine 06.05.2011 tarihinde kesinleşmiştir. 

29. Böylelikle; Ermenek Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 2010/1126 E. ve 2010/993 K. sayılı kararı ile eldeki dosyada, davacı-karşı davalı olarak yer alan erkeğin, davalı-karşı davacı olarak yer alan kadına "fiziksel şiddet uyguladığı" tespit edilmiş olup, hüküm Yargıtayın onama ilamı ile kesinleşmiştir.

30. Kesin hüküm adli gerçeği ifade eder. Kesin hükümle amaçlanan ise; aynı kişiler arasında, aynı dava konusu uyuşmazlık hakkında mahkemelerin sınırsız şekilde meşgul edilmesini engellemektir. Bu şekilde hem kişiler, hem de devlet için hukuki güvenlik sağlamaktır. HMK'nın 303. maddesine göre kesin hüküm hakkında; "1- Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. 2- Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder,..." şeklindeki düzenlemeyle, şekli anlamda kesinlik (yani o hükme karşı artık başvurulabilecek bir olağan kanun yolunun kalmaması ya da baştan beri hiç olmaması), maddi anlamda kesinliğin ön şartı olarak kabul edilmiştir. Maddenin devamında ise; bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesini, her iki davanın da taraflarının, dava sebeplerinin ve son olarak dava konularının aynı olması şeklinde belirlenen üç şarta bağlamıştır. Kesin hüküm, öncelikle hükmü veren mahkeme de dahil olmak üzere bütün mahkemeleri bağlar. Bir hüküm maddi anlamda kesinleştikten ve hangi tarafın ne yönde haklı olduğu tespiti yapıldıktan sonra artık tüm mahkemeler, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanılarak, aynı dava konusu hakkında verilmiş bulunan kesin hüküm ile bağlıdırlar. Bunun sonucunda; aynı dava yeniden incelenemeyeceği (kesin hüküm itirazı) gibi, aynı konuya ilişkin yeni dava, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdır (kesin delil). Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.12.2014 tarihli ve 2014/17-1656 E., 2014/1099 K. ve 04.12.2013 tarihli ve 2013/20-300 E., 2013/1629 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir.

31. Kesin hükmün kesin delil teşkil etmesi ise; yine başka bir olayda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.06.2010 tarihli ve 2010/19-287 E., 2010/305 K. sayılı kararında tartışılmış ve anılan kararda "...Taraf ve maddi sebep birliği olan ilk davadaki, iki davanın da temelini oluşturan aynı hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığı yönündeki tespit kısmı, sonraki davada kesin delil oluşturur. Bu tespit, maddi olay bakımından kesinleşmiş olur. Bu hususun bir daha incelenmesi HUMK.nun 237.madde hükmü karşısında olanaklı değildir (Aynı yönde Prof Dr. Baki Kuru age. c. V, s. 5067 vd; YHGK 19.06.2002 gün ve 2002/2-484 E., 2002/544 K. sayılı ilamı). Hal böyle olunca, aynı taraflar arasında 160.000 YTL bedelli genel kredi sözleşmesinin geçerli olmadığı konusunda kesin hüküm oluştuğunun kabulü gerekir. Artık kesinleşen kararın içerisine girilerek; aynı hususlar yeni açılan bir davada yeniden tartışma konusu yapılamaz...." şeklinde gerekçeyle, bir davada verilmiş olan hüküm, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve aynı konuya ilişkin olarak açılan ikinci bir davada birinci davada kesin hükme bağlanmış olan talep (HMK m.303/2) hakkında, kesin delil teşkil edeceği açıklanmıştır. Kararın içeriğinde atıf yapılan kararla da "...aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve aynı hukuki ilişki hakkında açılan ikinci davanın konusu birinci davadakinden farklı olsa bile, birinci davada verilmiş olan kesin hüküm iki davanın da temelini oluşturan aynı hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığı hakkında ikinci davada kesin delil teşkil,..." edeceği açıklanmıştır. 

32. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; kadın eş tarafından, karşılıklı boşanma davalarından önce erkek eş aleyhine bağımsız tedbir nafakası davasında fiziksel şiddet vakıası kanıtlanarak ayrı yaşamada haklı olduğu sonucuna varılmış ve hüküm kesinleşmiştir. Tarafların bu dava tarihinden sonra bir araya gelmedikleri ve ortak hayatın yeniden kurulmadığı, sonrasında tarafların karşılıklı boşanma davası açtıkları, kadın eşin aynen bağımsız tedbir nafakası davasında olduğu gibi eldeki dava dosyasında da fiziksel şiddet vakıasına dayandığı, boşanma ile bağımsız tedbir nafakası dava konularının birbirinden farklı olmasına rağmen, her iki davanın temelinin de taraflar arasındaki evlilik birliğine dayalı hukuki ilişkiden kaynaklandığı, yukarıda da açıkça vurgulandığı üzere, aynı taraflar arasında, aynı hukuki ilişkinin temelini oluşturan sebebe dayalı olarak açılan ve sonuçlanan "kesin hüküm nedeniyle oluşan kesin delilin" tarafları ve hâkimi bağladığı, artık kesin delil ile kanıtlanan olayların hukuksal açıdan doğru olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu, hâkimin kesin delilleri takdir yetkisinin bulunmadığı, bu şekilde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorunda olduğu, kadın tarafından kanıtlanan fiziksel şiddet olgusunun ise kadının kişilik hakları arasında yer alan bedensel bütünlüğünü zedeleyici nitelikte olup, kişilik haklarına saldırı oluşturduğu gözetilmeksizin yerel mahkemece fiziksel şiddet iddiasının ispatlanamadığı gerekçesiyle manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

33. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, mahkemece verilen direnme kararının onanması gerektiği, direnme gerekçesinin isabetli olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.

34. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerle bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

35. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı-karşı davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.09.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Davacı dava dilekçesinde iddiasının dayanağı olan vakıaları (HMK 119/1-e), davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan vakıaları (HMK129/1-e) gösterir. Taraflar dilekçeler aşamasında iddia ve savunmalarını serbestçe değiştirebileceklerinden (HMK 141/1) ikinci dilekçelerinde yeni vakıalara dayanabilirler. İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı (HMK 141/1) başladıktan sonra taraflar karşı tarafın açık muvafakatı olmadıkça yeni vakıalara dayanamazlar. Çünkü yeni vakıalara dayanmak iddia veya savunmanın değiştirilmesi anlamına geleceğinden bu yasak başladıktan sonra yeni vakıalara da dayanılması mümkün değildir.

Ön inceleme duruşmasında hâkim tarafların anlaştıkları veya anlaşmadıkları hususları tek tek tespit edip (HMK 140/1), bunlar üzerinden sulhe teşvik eder (HMK 140/2) ve sulh faaliyetinden sonuç alınamazsa anlaşmadıkları hususların neler olduğunu tutanağa geçirir (HMK 140/3). Hâkimin uyuşmazlığın yol haritası olarak tespit ettiği bu hususlar dayanılan vakıalardan hangilerinde tarafların uyuşmadığının belirlenmesi olup bununla uyuşmazlıkta ispatı gereken vakıaların neler olduğu da tespit edilmiş olmaktadır.

İddia ve savunmaların birlikte incelendiği aşama olan tahkikat aşamasında (HMK 143) tarafların varlığında uyuşamadığı vakıalar incelenecek ve bunların ispatı için gösterilen deliller değerlendirilecektir. 

Bu kurallardan da anlaşıldığı üzere, hukuk davası vakıalar üzerinden incelemeyi gerektirir. Tarafların iddia ve savunmalarında ne derece haklı oldukları dayandıkları vakıalara göre belirlenecek ise de bu vakıaların ispatlanması gerekir. 

İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (HMK 187/1). Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz (HMK 187/2). İspatı gereken vakıalar, somut uyuşmazlığın çözümü bakımından kendisine hukuki sonuç bağlanan olaylardır.

İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. (HMK 190/1) Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür (TMK 6/1).

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davalı karşı davacı kadın evlilik süresince davacı erkek ve ailesinin hakaret, aşağılama ve hor görme şeklinde gerçekleştirdikleri baskı ve fiziksel şiddete maruz kaldığını belirtmiş ise de sözü edilen baskı ve fiziksel şiddet daha önce görülüp reddedilerek kesinleşen boşanma davasından önce yaşanan olaylara ilişkindir. Önceki boşanma davasında tarafların dayandığı vakıalar mahkemece incelenmiş ve toplanan deliller değerlendirilerek “davacı kocanın dava dilekçesindeki iddiaları ispatlayamadığı, aslında eşler arasında herhangi bir geçimsizlik sebebinin bulunmadığı, davacının ve ailesinden kaynaklanan davranışlar sebebiyle eşlerin şu anda ayrı yaşadıkları” belirtilmiştir. 

Kesinleşen bu boşanma davasında davalı kadının, davacı ve ailesi tarafından darp edilmesi sonucu evden ayrıldığı konusunda bir saptama yoktur. Üstelik aslında eşler arasında herhangi bir geçimsizlik sebebi bulunmadığı gerekçesiyle verilen bir karar darp edilme olayının varlığının boşanma davasında da kabul edilmediğini göstermektedir.

Mahkemece önceki boşanma davası dosyasındaki delillere göre darp edilme olayının varlığının kabul edilmemesi, tarafların ayrı yaşamasına neden olan olayların manevi tazminatı gerektirmediği sonucuna varılması boşanma davasının reddine ilişkin kesinleşen karar kapsamına uygun bir sonuçtur.

Bozma kararında da önceki boşanma davası dosyasına dayalı manevi tazminatı gerektiren bir eylemin varlığından söz edilmemiş sadece boşanma davasının kesinleşmesinden bir ay sonra kadının açtığı tedbir nafakası davasında, davacı karşı davalı erkek ve ailesinin davalı karşı davacı kadına şiddet uyguladıklarının sabit olduğunun anlaşıldığı belirtilerek, davalı kadının kişilik haklarına saldırı niteliğindeki bu eylem nedeniyle davalı kadın yararına manevi tazminat takdiri gerektiği belirtilmiştir.

Bozma kararında sözü edilen tedbir nafakası davasında verilen kararda; “davacının davalı ve ailesi tarafından darp edilmesi sonucu evden ayrılarak babasının evinde yaşamaya başladığı” saptamasına yer verilmiş ise de o dosyada nafaka isteyen kadın kesinleşen dosyadaki tespitlere uygun olarak kendisinin darp edildiğinden söz etmemiş ve böyle bir vakıaya da dayanmamıştır. Davacı ve davalı önceki boşanma davası açıldıktan sonra bir araya gelmemişler ve bu sürede böyle bir olay yaşanmadığı tarafların ileri sürdükleri vakıalar kapsamı ile de sabittir. Tedbir nafakası dosyasında yer alan darp edilme vakıasının önceki boşanma davasında tartışılan olayların dışında gerçekleşen yeni bir olay olmadığı da tarafların her üç davada dayandıkları vakıaların değerlendirilmesinden açıkça anlaşılmaktadır.

Bu durumda tedbir nafakası dosyasında bu ifadelerin yer alması önceki boşanma davasında ileri sürülen darp olayıyla ilgili olup bunu değerlendirerek kesin hüküm hâlini almış bir karar varken sonradan açılan tedbir nafakası davasında aynı olayın tekrar tartışılması ve farklı bir sonuca varılması kabul edilemez. Tedbir nafakası dosyasında sabit kabul edilen olguların boşanma davasında bağlayıcı olduğundan söz edebilmek için önceki davanın konusunu oluşturan vakıalar dışında ve daha sonra gerçekleşen bir vakıa olması gerekir. Oysa ki kararda geçen darp edilme olayı tamamen önceki davanın konusunu oluşturan bir vakıadır.

Bu durumda tedbir nafakası dosyasında sabit görülerek karara geçirilen darp edilme vakıasının bu dosyada bağlayıcı olduğundan söz edilemeyeceği çok açıktır. Özel Daire tarafından bunun dışında manevi tazminat gerektiren bir vakıanın varlığından söz edilerek bozma kararı verilmiş de olmadığından manevi tazminat koşulları gerçekleşmemiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, hükmün onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan, hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz. 

Fatma Feyza ŞAHİN     Zeki GÖZÜTOK
Üye                                Üye