BARIŞMA GİRİŞİMİ KABUL İLE SONUÇLANMADIĞINDAN BİR AFTAN SÖZ EDİLEMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


23 Kas
2020

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/2-2651
KARAR NO   : 2020/333

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                   : 
Ankara Batı 3. Aile Mahkemesi
TARİHİ                             : 30/06/2015
NUMARASI                     : 2015/441 - 2015/479
DAVACI-KARŞI DAVALI : O.G. vekili Av. Z.T.
DAVALI-KARŞI DAVACI : E.G. vekili Av. S.B.K.
BİRLEŞEN DAVA            : Sincan 4. Aile Mahkemesinin 2013/147 Esas

1. Taraflar arasındaki “evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı karşılıklı boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Sincan 3. Aile Mahkemesince (kapatılan) verilen asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne dair karar davacı-birleşen davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı-birleşen davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı-Birleşen Davalı İstemi:

4. Davacı-birleşen davalı erkek vekili dava dilekçesinde; tarafların 13.02.2012 tarihinde resmî nikah yaptıklarını, sonrasında kadının tutum ve davranışlarının değişmeye başladığını, müvekkilini kendinden soğutmak ve düğünün iptali için her türlü harekette bulunduğunu ve müvekkilinin iyi niyetli yaklaşımına rağmen düğünün iptal edildiğinin bildirildiğini ileri sürerek boşanmalarına, 20.000,00TL maddi ve 20.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

Davalı-Birleşen Davacı İstemi:

5. Davalı-birleşen davacı kadın vekili birleşen dava dilekçesinde; müvekkilinin evlilik öncesinde davacı-birleşen davalının annesi ile aynı evde yaşamayı kabul ettiğini, fakat annesinin resmî nikahtan sonra her şeye müdahil olduğunu, hatta müvekkilinin ablasına ve ailesine de müdahalede bulunduğunu, müvekkilini başkaları ile kıyaslayıp aşağıladığını, hakaret ettiğini, davacı-birleşen davalının da bu duruma sessiz kaldığını, resmî nikah öncesi her şeyi kabul eden davacı-birleşen davalının resmî nikahtan sonra düğün dahi yapmak istemediğini, "Ben düğün sevmem, boş yere para harcıyorum, niye yapıyoruz ki?" dediğini, müvekkilini ve ailesini küçük düşürdüğünü ve hakaret ettiğini belirterek boşanmalarına, aylık 1.000,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 50.000,00TL maddi ve 100.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı: 

6. Sincan 3. Aile Mahkemesinin (kapatılan) 04.03.2014 tarihli ve 2012/467 E., 2014/130 K. sayılı kararı ile; davacı-birleşen davalının eşini affetmesi ile davalı-birleşen davacı üzerinde kusurun kalmadığı, davacı-birleşen davalının ve annesinin davalı-birleşen davacıya hakaret ettiği, boşanmaya sebep olan olaylarda davacı-birleşen davalının kusurlu olduğu gerekçesiyle asıl davanın reddine, birleşen boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına, davalı-birleşen davacı lehine aylık 250,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ile yasal faizi ile 6.000,00TL maddi ve 4.000,00TL manevi tazminata, yasal şartları oluşmadığından davacı-birleşen davalının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. 

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 01.12.2014 tarihli ve 2014/13829 E., 2014/24317 K. sayılı kararı ile;

"… Hüküm, davacı-karşı davalı (koca) tarafından, her iki boşanma davası ve kadın lehine hükmedilen yoksulluk nafakası ile tazminatlar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece, "kocanın barışma girişiminde bulunmakla eşini affettiği, bu hâlde kadının üzerinde bir kusur kalmadığı, kocanın ise eşine hakaret ettiği bu sebeple tam kusurlu olduğu" kabul edilerek kocanın boşanma davasının reddine, kadının karşı boşanma davasının kabulüne karar verilmiş, kadın yararına yoksulluk nafakası ve maddi tazminata hükmedilmiştir. Oysa, davalı-karşı davacı (kadın)'ın "bu evliliği yapmayacağını" söyleyerek eşiyle birlikte yaşamaktan kaçındığı, kocasının "yeni bir başlangıç yaparak dügün merasimini icra edelim" yönünde iyiniyetli girişimine rağmen, müşterek yaşamın kurulmasını kabul etmediği, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Kocanın "yeni bir başlangıç yapalım" şeklindeki sözleri, iyiniyetle yapılmış bir girişim olup, af niteliğinde değildir. Kaldı ki, davalı-karşı davacı (kadın) buna rağmen müşterek yaşamın kurulmasını kabul etmemekle, eşiyle birlikte yaşamaktan haklı hiç bir sebebi bulunmaksızın ısrarla kaçınmıştır. Bu hâlde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân bırakmayacak nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Bu koşullar altında koca da dava açmakta haklıdır. Öyleyse kocanın boşanma davasının da kabulüne karar verilmesi gerekirken, yetersiz gerekçe ile reddi doğru bulunmamıştır…’’ gerekçesiyle hükmün bozulmasına, bozma sebebine göre davalı-birleşen davacının birleşen boşanma davası ve boşanmanın ferileri hakkında yeniden hüküm kurulması gerekli hâle geldiğinden, bu yönlerin şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. 

Direnme Kararı:

8. Ankara Batı 3. Aile Mahkemesinin 30.06.2015 tarihli ve 2015/441 E., 2015/479 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçeye yer verildikten sonra; özellikle tanık Tuğba’nın beyanından anlaşıldığı üzere davacı-birleşen davalının ve annesinin davalı-birleşen davacıya yönelik hakaret eylemlerinin sabit olduğu, tanık Fatma’nın ifadesinde yer aldığı şekilde davacı-birleşen davalının düğün yapıp müşterek yaşamlarının ailesi yanında kurulmasına yönelik teklifine karşı davalı-birleşen davacının bağımsız ev isteğini de haksız bir talep olarak görmenin mümkün olmadığı, davacı-birleşen davalının yeni bir başlangıç teklifi ile davalı-birleşen davacıya atfedilen bağışlanmış bir kusurun varlığının da olmadığı, hakaret eden davacı-birleşen davalının annesi ile yaşama konusunda isteksiz kalan davalı-birleşen davacının birlikte yaşamaktan kaçındığını kabul etmenin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, yerleşik uygulamada yeni bir başlangıç teklifinin, müşterek yaşamın kurulamaması hâlinde en fazla iyi niyet göstergesi "bir barışma teklifi" olarak kabul edildiği, bu hâli ile davacı-birleşen davalının yeni bir başlangıç teklifine mevcut uygulamanın ötesinde karşı tarafın kabul zorunluluğu bulunduğu, aksi hâlde en azından birlikte yaşamaktan kaçınmış olacağının kabulünün yerleşik uygulama yanında hayatın olağan akışına da uygun düşmeyeceği, davacı-birleşen davalının ve annesinin davalı-birleşen davacıya hakaret ettiği, davalı-birleşen davacının kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. 

Direnme Kararının Temyizi: 

9. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı-birleşen davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davalı-birleşen davacının boşanmaya sebep olan olaylarda kusurunun bulunup bulunmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı-birleşen davalının, davalı-birleşen davacıyı affedip affetmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili kanun maddelerinin incelenmesinde yarar görülmektedir.

12. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166/I-II. maddesi; 

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir” hükmünü içermektedir. 

13. Anılan maddenin birinci fıkrası gereğince evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi için başlıca iki şartın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. İlki, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, diğeri ise ortak hayatın çekilmez hâle gelmiş bulunmasıdır. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş birçok konuda evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime takdir hakkı tanımıştır. Dolayısıyla olayın özellikleri, oluş biçimi, eşlerin kültürel sosyal durumları, eğitim durumları, mali durumları, eşlerin birbirleri ve çocukları ile olan ilişkileri, yaşadıkları çevrenin özellikleri, toplumun değer yargıları gibi hususlar dikkate alınarak evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı tespit edilecektir. 

14. Öte yandan, söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması, tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki birlik artık sarsılmış diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m.2). 

15. Bu durumda anılan madde hükmüne göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olunması gerekmeyip daha fazla kusurlu bulunan tarafın bile dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu hâlin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır (TMK m. 166/2).

16. Hemen belirtmek gerekir ki, boşanma, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanma kararının kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Boşanmanın eşler bakımından kişisel ve mali olmak üzere birtakım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Maddi ve manevi tazminat talepleri ile yoksulluk nafakası da boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarındandır.

17. Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için üzerinde durulması gereken bir diğer husus ‘’af’’tır. "Af" sözlük anlamı ile bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama olarak tanımlanmış olup, ceza hukukunda yer verildiği gibi özel hukuk bakımından da kanunlarımızda düzenleme yeri bulan, esasen bir haktan vazgeçmeyi içeren bir his açıklaması veya bir davranış şeklidir (YHGK, 14.03.2019 tarih, 2017/2-2067 E. ve 2019/296 K.).

18. Boşanma davalarında da, eşlerin dava tarihinden önce gerçekleştiğini iddia ve savunmalarında belirttikleri, boşanma davasına konu ettikleri olaylardan sonra barışmaları, barıştıklarını beyan ederek birbirilerine karşı yürüttükleri hukuki süreçleri sonlandırmaları veya gerçekleştiği iddia edilen olaylara rağmen evlilik birliğini makul bir süre sürdürmeye devam etmeleri hâllerinde "af" niteliğindeki davranışlardan söz edilir.

19. Kural olarak, her dava açıldığı tarihteki fiili ve hukuki duruma göre karara bağlanır. Bir başka ifadeyle hüküm, uyuşmazlığın başlangıcından davanın açılma zamanına kadar gerçekleşmiş vakıaları kapsar. Aksinin kabulü; tarafların dayandığı olguların, dolayısıyla elde etmek istediği nihai talebin dışına çıkılması sonucunu doğuracağı gibi; temyiz ve karar düzeltme süreçleri de dâhil, yargılamanın son aşamasına kadar gerçekleşecek hukuki ve fiili olguların nazara alınması gerektiği sorununu ortaya çıkaracaktır ki bu şekilde uyuşmazlıklar adil yargılanma süresi içinde ve yasanın amir hükümlerine göre sonuçlandırılamayacaktır. 

20. Somut olay incelendiğinde; asıl davanın 20.07.2012, birleşen davanın 25.02.2013 tarihinde evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı olarak açıldıkları, davacı-birleşen davalının kesinleşen kusurlu davranışlarına göre kendisinin ve annesinin davalı-birleşen davacıya hakaret ettikleri, davacı-birleşen davalı vekili tarafından kusur belirlemesi, nafakalar ve tazminatlar yönünden direnme kararının temyiz edildiği, boşanmaya yönelik hükmün kesinleştiği anlaşılmaktadır. Toplanan delillerin değerlendirilmesiyle; davacı-birleşen davalının kesinleşen kusurlu davranışlarının yanında, düğün merasiminin yapılacağı tarihe yakın bir zamanda "bu evliliği yapmayacağını" söyleyen, davacı-birleşen davalının "yeni bir başlangıç yaparak düğün merasimini icra edelim" yönündeki barışma girişimine rağmen davalı-birleşen davacının birlikte yaşamaktan kaçındığı, ortak yaşamın fiilen de kurulmasını istemediği görülmektedir. Davacı-birleşen davalının, davalı-birleşen davacının evliliği yapmayacağını dile getirmesi üzerine davalı-birleşen davacı ile görüşmesi bir barışma girişimi olup bu girişim sonrası taraflar arasında barışma gerçekleşmediği gibi bir arada da yaşamadıkları da anlaşıldığından davacı-birleşen davalının bu eyleminin af olarak nitelendirilmesi somut olayın özelliğine de uygun düşmemektedir. Eş anlatımla barışma girişimi kabul ile sonuçlanmadığından, bir aftan söz etme olanağı bulunmamaktadır. Ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân bırakmayacak nitelikteki geçimsizlikte davalı-birleşen davacı da kusurludur.

21. O hâlde, direnme kararının Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilâve gerekçe ve nedenlerle bozulmasına, davacı-birleşen davalı vekilinin tazminatlara ve nafakalara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar vermek gerekmiştir. 

 IV. SONUÇ: 

Açıklanan nedenlerle;

Davacı-birleşen davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 

Sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince bu işlemlerin yerine getirilmesine, karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Özel Daireye gönderilmesine, aynı Yasa’nın 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 03.06.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2020/2-244
KARAR NO   : 2020/881

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
Adana 3. Aile Mahkemesi
TARİHİ                         : 05/11/2019
NUMARASI                 : 2019/493 - 2019/659
DAVACI-DAVALI         : C.T. vekilleri Av. G., Av. R.T.
DAVALI-DAVACI         : B.T. vekilleri Av. K.O., Av. M.K.Ç.

1. Taraflar arasındaki "karşılıklı boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Adana 3. Aile Mahkemesince verilen asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine ilişkin karar, davalı-karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı-karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı-Karşı Davalı İstemi:

4. Davacı-karşı davalı vekili 30.09.2011 tarihli dava dilekçesinde; tarafların geçimsizlik nedeniyle fiilen ayrı olduklarını, davacı tarafından Adana 1. Aile Mahkemesinin 2007/721 E. ve 2008/10 K. sayılı dosyası ile boşanma davası açıldığını ve davanın reddedildiğini, kararın 15.09.2008 tarihinde kesinleştiğini, kesinleşme tarihinden itibaren aradan üç yıl geçmiş olmasına rağmen ortak hayatın kurulmadığını ve halen ayrı yaşadıklarını ileri sürerek tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı-Karşı Davacı Cevabı:

5. Davalı-karşı davacı asil 21.10.2011 tarihli cevap ve karşı dava dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davacının ruh sağlığının bozuk olduğunu, kıskançlık ve öfke krizleri geçirdiğini, psikolojik ilaçlar kullandığını, sürekli aldatmayla suçlandığını, onur kırıcı, şeref ve haysiyetini incitici söz ve davranışlarıyla kendisine kötü muamelede bulunan davacıdan boşanmak istediğini ileri sürerek öncelikle asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile boşanmaya, ergin olmayan ortak çocuğun velayetinin kendisine verilmesine, çocuk yararına 1.000,00TL tedbir-iştirak nafakası ile kendi yararına da 150.000,00TL maddi ve 150.000,00TL manevi tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir. 

İlk Derece Mahkemesi Kararı: 

6. Adana 3. Aile Mahkemesi’nin 13.11.2012 tarihli ve 2011/1105 E., 2012/955 K. sayılı kararı ile; dinlenen tanık ve müşterek çocukların beyanları uyarınca tarafların ayrılmasından sonra davalı- karşı davacı Bilgi T.'nun birkaç kez eşi Cem ile barışmak istediği ancak Cem'in kabul etmediği, bu durum karşısında davalı karşı davacı kadının eşi Cem'in varsa kusurlu davranışlarını affettiği gerekçesiyle kadının davasının reddine, ret ile sonuçlanan boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren üç yıllık sürenin geçmesine rağmen tarafların bir araya gelmedikleri gerekçesiyle erkeğin davasının TMK’nın 166/son maddesi uyarınca kabulüne
karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 14.05.2013 tarihli ve 2013/1267 E., 2013/13712 K. sayılı kararı ile; 

"... Hüküm davalı-karşı davacı (kadın) tarafından her iki boşanma davası yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece; davalı kadın tarafından açılan “evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK.md.166/1) sebebine dayanan karşı boşanma davası, “tarafların fiilen ayrılmalarından sonra davalının birkaç kez eşiyle barışmak istediği, bu sebeple kocasının kusurlarını affettiği” gerekçesiyle reddedilmiştir. Davacı-karşı davalı koca tarafından daha önce açılan boşanma davası “davalıdan kaynaklanan bir geçimsizliğin ispat edilmediği” gerekçesiyle reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kocanın eşine hakaret ettiği, onu haksız olarak başkalarıyla ilişki kurmakla itham ettiği ve evi terk ettiği anlaşılmaktadır. Davalı-karşı davacı kadının, önceki boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra ki fiili ayrılık süresi içinde barışma önerisinde bulunmuş olması, ortak hayatın yeniden kurulması için bir girişim olup, kocadan karşılık görmediğine ve kabul edilmediğine göre, girişimden öteye ulaşmamıştır. Kadının bu iyiniyetli davranışının diğer tarafı af olarak kabul edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Öyleyse davalı tarafından açılan karşı boşanma davasının da kabulü gerekirken, yetersiz gerekçe ile reddi doğru bulunmamıştır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

8. Adana 3. Aile Mahkemesinin 25.09.2013 tarihli, 2013/571 E., 2013/839 K. sayılı direnme kararı davalı karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.03.2018 tarihli ve 2017/2-1929 E., 2018/447 K. sayılı kararı ile usulden bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Adana 3. Aile Mahkemesinin 05.11.2019 tarihli ve 2019/493 E., 2019/659 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı yasal süresi içinde davalı-karşı davacı vekilince temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı-karşı davacı kadının fiili ayrılık sırasında barışma girişiminde bulunmasının af niteliğinde olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davalı-karşı davacı kadının boşanma davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

13. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddenin bir ve ikinci fıkraları; 

"Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır. 

14. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır.

15. Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m.2). Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.

16. Yargıtay boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, ferileri ve boşanmanın mali sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusurluluk durumlarını ise “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların kusurluluk durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.

17. Evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddiasıyla boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz, az kusurlu veya eşit kusurlu (TMK m.166/1) olmaya gerek olmayıp, ağır kusurlu tarafın dahi (TMK m.166/2) dava hakkı vardır. Maddenin ikinci fıkrası uyarınca boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Tarafların TMK’nın 166/2. maddesine göre boşanmalarına karar verilirken dikkat edilmesi gereken husus; az kusurlu durumda olan davalı eşin açılan davaya itiraz hakkı olduğudur. Böyle bir durumda hâkim “ileri sürülen itirazın, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğuna ve ayrıca evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmadığı” kanaatine vardığı takdirde boşanmaya karar verilebilecektir. 

18. Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için üzerinde durulması gereken diğer olgu “af” hususudur. "Af" sözlük anlamı ile bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama olarak tanımlanmış olup, ceza hukukunda yer verildiği gibi özel hukuk bakımından da kanunlarımızda düzenleme yeri bulan, esasen bir haktan vazgeçmeyi içeren bir his açıklaması veya bir davranış şeklidir (YHGK, 14.03.2019 tarih, 2017/2-2067 E. ve 2019/296 K.).

19. Evlilik birliğinin sarsılması sebebiyle boşanma davasında af niteliğinde davranışlar gerçekleşmişse, artık bu davranışlar, boşanma davasının reddine gerekçe oluşturur. Boşanma davalarında af olgusunun gerçekleştiğinin kabul edilebilmesi için öncelikle bu yönde bir iddia ve bu iddianın; kayıtsız şartsız bir irade beyanı, eğer yoksa en azından affı gösterir nitelikte tutum ve davranış ile ispatlanmış olması gerekmektedir. Genel bir ifadeyle af niteliğinde sayılabilecek davranışlar; barışmış olmak, af iradesini göstermek, hoşgörü ile karşılamak ve olaylara rağmen birliği sürdürmek şeklinde ifade edilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta “barışma girişiminin” af niteliğinde olup olmadığı hususudur. Eşlerin evlilik birliğini kurtarmak maksadıyla birliğin devamı yönünde iyi niyetli girişim ve barış müzakerelerinin boşanma davalarında af niteliğinde sayılamayacağı kuşkusuzdur. Buradan hareketle “af niteliğinde bir barışma girişiminden” söz edilebilmek için; bu girişimin, boşanma sebebi olarak kabul edilen olayların hoşgörü ile karşılandığını gösterir şekilde gerçekleşmesi gerekir. Diğer bir ifadeyle, boşanmaya sebep olan olayların hoşgörü ile karşılanması nedeniyle af girişimi gerçekleşmeli ve bunun sonucunda da; tarafların yeniden birlikte olmaları veya birbirlerine karşılıksız kazandırmalarda bulunmaları, eğer varsa aralarında devam eden hukuki süreci sonlandırmaları gibi ortak hayatın yeniden kurulduğuna dair önemli emareleri ispatlar deliller karşısında "af" niteliğindeki davranışlardan söz edilebilecektir. 

20. Somut olayda; erkek eşin, kadın eşe karşı “evlilik birliğinin sarsılması” nedenine dayalı boşanma davası açtığı, davanın reddine karar verildiği ve kararın 15.09.2008 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine eldeki karşılıklı boşanma davalarından ilkinin “eylemli ayrılık” sebebiyle TMK’nın 166/4. maddesine dayalı olarak erkek eş, karşı davanın ise “evlilik birliğinin sarsılması” sebebiyle 166/1. maddesine dayalı olarak kadın eş tarafından açıldığı, şartları oluştuğu gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, fiili ayrılık döneminde barışma önerisi sunan kadın eşin ise kusurlu davranışları affettiği gerekçesiyle karşı davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; TMK’nın 166/4. maddesine dayanak boşanma davasını açmak ve reddinden sonra ortak hayatın yeniden kurulması yönünde girişimde bulunmamakla zaten kusurlu durumda olan erkek eşin, ayrıca eşini haksız olarak başkalarıyla ilişki kurmakla suçladığı, hakaret ettiği ve son olarak ortak konutu terk ettiği görülmüştür. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; kadın eşin ilk davanın kesinleşmesinden sonraki fiili ayrılık süresi içinde evlilik birliğini kurtarmak amacıyla sunmuş olduğu barışma önerisi, ortak hayatın yeniden kurulması için iyi niyetli bir girişim olup, erkek eş tarafından kabul edilmemiştir. Kadın eşin iyi niyetli teklifi sonrasında taraflar arasında barışma gerçekleşerek ortak hayat yeniden kurulmadığı gibi erkek eş tarafından böyle bir iddianın ileri sürülmemiş olduğu gözetildiğinde kadın eşin bu eyleminin “af” olarak nitelendirilmesi somut olayın özelliğine uygun düşmemektedir. Eş anlatımla barışma girişimi kabul ile sonuçlanmadığından, bir aftan söz etme olanağı bulunmamaktadır. Nitekim aynı ilkeler HGK’nın 27.11.2015 tarihli ve 2014/2-5871 E., 2015/2704 K. ve 03.06.2020 tarihli ve 2017/2-2651 E., 2020/333 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir. 

21. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ: 

Açıklanan nedenlerle;

Davalı-karşı davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.11.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/2-523
KARAR NO   : 2022/1271

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
Adana 8. Aile Mahkemesi
TARİHİ                         : 18/01/2018
NUMARASI                 : 2017/915 - 2018/45
DAVACI                       : C.T. vekili Av. H.Ö.
DAVALI                       : R.Y. vekili Av. E.A.

 1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Adana 8. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Geçici Madde 3” hükmüne göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacı vekilinin duruşma isteminin reddine oy birliği ile karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 20.06.2014 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 31.05.2009 tarihinde evlendiklerini, ortak bir çocuklarının bulunduğunu, davalının ısrarı sonucunda müvekkilinin işten ayrıldığını, evliliğin hemen ardından davacının hamile kaldığını, bundan sonra davalının sürekli şekilde alkol alarak eve geç gelmeye başladığını, eşine karşı ilgisiz ve sevgisiz davrandığını, bazı hafta sonları iş bahanesiyle eve gelmediğini, doğumla birlikte eşinden iyice uzaklaştığını, bahaneler bulup kavga çıkardığını, küsüp yatağını ayırdığını, ortak çocuk doğduktan sonra çocuğu istemediğini söylediğini, eşine fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığını, hakaret ve küfür etiğini, sadakatsiz davrandığını, 04.05.2011 tarihinde haklı bir sebep olmaksızın evi terk ettiğini, fiili ayrılık döneminde eşine maddi destek olmaması nedeniyle müvekkilinin davalıya bağımsız tedbir nafakası davası açmak zorunda kaldığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velâyetin anneye verilmesine, çocuk yararına 2.500 TL tedbir-iştirak, müvekkili yararına 4.000 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 250.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili 11.07.2014 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, müvekkilinin kusurunun bulunmadığını, davacının temel ve nihai amacının müvekkilinin bu yaşına kadar edindiği mal varlığına el koymak olduğunu, iddia edilenin aksine davacının bizzat kendisinin çalışmamayı tercih ettiğini, evi terk iddiasının da gerçeği yansıtmadığını, Adana 6. Aile Mahkemesinin 2011/6. D. İş sayılı dosyası ile sabit olduğu üzere davacının evin kilidini değiştirmek suretiyle eşini eve almadığını, önceki evliliğinden olan çocuklarına kötü davrandığını, evdeki huzursuzlukları işyerine taşıdığını, müvekkilinin profesyonel ressam olduğunu, ulusal ve uluslararası sergiler açtığını, davacının özellikle sergi dönemlerinde tamamen hırçınlaşarak eşinin sergi ve sanata ilişkin faaliyetlerini sabote etmeye çalıştığını, davalının evden kovulması nedeniyle aile mahkemesinden delil tespiti istemek zorunda bırakıldığını, ortak konutta emanet olarak bulunan paraların davacı eş tarafından izinsiz şekilde harcandığını, davacı tarafından açılan ve yargılaması yapılan tedbir nafakası davasında davacının kusurlu davranışlarının tespit edildiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. Adana 8. Aile Mahkemesinin 10.02.2015 tarihli ve 2014/458 E., 2015/98 K. sayılı kararı ile; tarafların 31.05.2009 tarihinde evlendikleri, kadın eşin evde yemek yapmadığı, iş ve arkadaş ortamlarında eşini küçük düşürdüğü, “şerefsiz” şeklinde hakaret ettiği, şirket defterlerini kontrol ettiği, işyerine gelen kadınlardan rahatsız olduğu, davalının önceki evliliğinden olan çocuklarına kötü davrandığı, çocukların işyerine ve eve gelmelerine izin vermediği, davalı ile çocukların görüşmesine ve yakın ilişki kurmasına karşı çıktığı, ekonomik çıkarları doğrultusunda hareket ettiği, davalıdan kendi üzerine mal yapmasını istediği, bu yönde hakaret ve küfür ettiği, davalının işyerine giderek çalışanlar önünde huzursuzluk çıkardığı, son olarak davalının önceki evliliğinden olan oğlu Can'ın intihara kalkışması nedeniyle hastaneye kaldırıldığı gece hastanede oğlunun yanında olan eşini sürekli arayarak eve gelmesi hususunda baskı yaptığı, buna sinirlenen davalının on gün süreyle eve gitmediği, davacı kadının da bu süre içerisinde ortak konutun kilidini değiştirdiği ve taraflar arasındaki fiili ayrılığın böylece başladığı; buna karşılık erkeğin de yaklaşık onuncu günün sonunda ortak konuta gidip kapıyı tekmelediği, evde bulunan parayı istediği, paranın sadece bir kısmının kaldığını söyleyen eşine “ahlaksız, hırsız, paramı çaldın, namussuz, şerefsiz” şeklinde hakaret ettiği, fiili ayrılık döneminde eşi ve çocuğu ile maddi-manevi olarak ilgilenmediği, bunun dışında fiili ayrılıktan önceki dönemde ortak çocuk Cansu'nun doğumunu istemediğini dile getirdiği, eve geç geldiği, çocuğun hastalığı ile ilgilenmediği, eşinin babasının cenazesine katılmadığı, eşi hamileyken “özgürlüğümü kısıtlıyor, onursuz, şerefsiz, ahlaksız, anam mısın, babam mısın” şeklinde sözler söylediği, Mayıs 2011 başında eşine “onursuz, ahlaksız, çete, sende onur olsa bu evde oturmazsın, bu evden çocuğunu al git” diyerek bağırıp çağırdığı, eve bir daha dönmediği dosyadaki kanıtlardan anlaşılmışsa da davacı kadının 22.09.2011 tarihinde gerçekleşen darp olayına kadar geçen sürede “sözle, mesaj yoluyla ve dahi başkalarını araya sokarak” barışma girişiminde bulunduğu, eşiyle yeniden bir araya gelme iradesi gösterdiği, dolayısıyla kadının 22.09.2011 tarihine kadar gerçekleşen olayları hukuken affettiği en azından hoşgörü ile karşılamış sayılacağı, iddia edildiği gibi erkeğin güven sarsıcı davranışının ispatlanamadığı, belirlenen bu vakıalar karşısında kadının erkeğe göre ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, tarafların TMK’nın 166/2. maddesi uyarınca boşanmalarına, boşanmaya sebep olan olaylarda ağır kusurlu bulunan davacının yoksulluk nafakası ve maddi-manevi tazminat taleplerinin reddine, ortak çocuğun velâyetinin anneye verilmesine, çocuk yararına aylık 1.250 TL tedbir ve iştirak nafakası ödenmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraf vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 28.09.2016 tarihli ve 2016/4948 E., 2016/13216 K. sayılı kararı ile;

“… 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalının tüm, davacının ise aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2- Mahkemece; davacı kadının tarafların fiilen ayrılmasından sonra sürekli barışma girişimlerinin olduğu, davalıyla tekrar bir araya gelmek isteğini ortaya koyduğu, telefonda eşine "evine dön, her şeye yeniden başlayalım, olanları unutalım, çocuğumuz var, bu evliliği bitirmek istemiyorum, bu benim ilk evliliğim" diyerek 02/09/2011 tarihinde gerçekleşen fiziksel şiddet olayına kadar davalıdan kaynaklanan tüm kusurlu davranışlarını hukuken affettiği gerekçesiyle boşanmaya sebep olan olaylarda davacı kadının davalı erkeğe nazaran daha ziyade kusurlu olduğu kabul edilerek, davacının maddi ve manevi tazminat (TMK m.174/1-2) ile yoksulluk nafakası (TMK m.175) talepleri reddedilmiştir.

Mahkemece, davacı kadının eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığı 02.09.2011 tarihine kadar, evi terk eden davalı eşinin evine dönmesi yönünde yaptığı girişimler af olarak kabul edilmiş ise de, tarafların fiilen ayrılmalarından sonra davacı kadının evlilik birliğini devam ettirmek adına eşinin ortak konuta dönmesini istemesi ya da üçüncü kişilerden kendilerini barıştırmalarını istemesi; af iradesini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyan başka olgu ve deliller bulunmadıkça, önceki olaylardan dolayı davacı kadının eşini affettiği anlamına gelmez.

Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden; mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, davalı erkeğin eşine sürekli olarak ağır hakaretler ettiği, eşine fiziksel şiddet uyguladığı, ortak konutun kapısını tekmelediği, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğu ile ilgilenmediği, "çocuğu alsın bu evden s..ktirip gitsin, boşanma davası açsın, er geç bu evden onu atacağım'' diyerek eşinin ortak konuttan gitmesini istediği, buna karşılık davacı kadının da eşine ağır hakaretler ettiği, eşinin önceki evliliğinden olan çocuklarını görmek istemediği, birlik görevlerini ihmal ettiği, eşini arkadaşlarının yanında ve işyerinde küçük düşürecek davranışlar sergilediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu olaylara göre boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkeğin davacı kadına nazaran ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Davalının kusurlu davranışları kadının kişilik haklarına saldırı teşkil edecek niteliktedir. Hal böyleyken, davacı kadın yararına tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK m.4, TBK 50,51,52,58) dikkate alınarak uygun miktarda maddi ve manevi tazminata (TMK174/1-2) hükmedilmesi gerekirken, davacı kadının eşinin kusurlu davranışlarını affettiği gerekçesiyle yapılan hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak yazılı şekilde bu taleplerin reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

3- Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. (TMK md.175) Yukarıda ki bentte açıklandığı üzere, boşanmaya sebep olan olaylarda davacı kadının daha ağır kusurlu olmadığı, her hangi bir geliri ve malvarlığının bulunmadığı, boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği gerçekleşmiştir. O halde, davacı yararına geçimi için uygun miktarda yoksulluk nafakası takdiri gerekirken isteğin reddi doğru görülmemiştir,,…” gerekçesiyle karar, 2. ve 3. bentte gösterilen sebepler yönünden bozulmuş, diğer yönlerden ise onanmıştır.

Direnme Kararı:

9. Adana 8. Aile Mahkemesinin 18.01.2018 tarihli ve 2017/915 E., 2018/45 K. sayılı kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; bozma ilamına göre davacı kadının eşine ağır hakaretler ettiği, eşinin önceki evliliğinden olan çocuklarını görmek istemediği, birlik görevlerini ihmal ettiği, eşine arkadaşlarının yanında ve işyerinde küçük düşürücü davranışlar sergilediği; buna karşılık erkeğin de eşine sürekli ağır hakaretler ettiği, fiziksel şiddet uyguladığı, ortak konutun kapısını tekmelediği, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğuyla ilgilenmediği, “Çocuğu alsın bu evden s...tirip gitsin, boşanma davası açsın, er geç bu evden onu atacağım” diyerek eşinin ortak konuttan gitmesini istediği böyle olunca da boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin ağır kusurlu olduğu sonucuna varılmış ise de Özel Dairenin bu kararına iştirak etmenin mümkün olmadığı, eşlerin kusur derecelerinin yoğunluğu kıyaslandığında olayların tanık ifadelerine göre oluş şekilleri, adetleri, yerleri ve mekânları dikkate alındığında kadının daha fazla kusurlu olduğu, bunun da ötesinde Özel Dairece “af iradesini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyan başka olgu ve deliller bulunmadıkça, önceki olaylardan dolayı davacı kadının eşini affettiği anlamı taşımayacağının” vurgulanmış olması karşısında, somut olayda; eşine “evine dön, her şeye yeniden başlayalım, olanları unutalım, çocuğumuz var, bu evliliği bitirmek istemiyorum” dediği, bu söylemlerin davacının davalıyı açıkça affettiğini gösterdiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda davacının mı yoksa davalının mı ağır kusurlu olduğu, buradan varılacak sonuca göre kadın eş yararına Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesinde yer alan maddi-manevi tazminat ile 175. maddesinde yer alan yoksulluk nafakası koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

13. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1 ve 2. fıkraları;

"Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

 Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.

14. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. Bu bağlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası açan davacının, davasının kabul edilerek, boşanma kararı elde edebilmesi için iki koşulun gerçekleştiğini kanıtlamış olması gerekir. Bunlardan ilkinde davacı; kendisinden, evlilik birliğinin devamı için gereken “ortak hayatın sürdürülmesi” olgusunun artık beklenmeyecek derecede birliğin temelinden sarsıldığını, ikinci olarak “temelden sarsılmanın” karşı tarafın kusurlu davranışları sonucu gerçekleştiğini ispatlamak zorundadır.

15. Yargıtay kararlarında boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer’îleri ve boşanmanın malî sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumlarının “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların boşanmaya esas teşkil eden kusur durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.

16. Diğer yandan, boşanma, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanma kararının kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Boşanmanın eşler bakımından kişisel ve malî olmak üzere bir takım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Maddi ve manevi tazminat talepleri de boşanmanın eşlerle ilgili malî sonuçlarındandır.

17. Türk Medeni Kanunu’nun “Maddi ve manevi tazminat” başlıklı 174. maddesinde "Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." hükmü düzenleme altına alınmıştır. Görülüyor ki hâkim, boşanmaya sebep olan olaylarda kusursuz veya az kusurlu bulunan eş yararına tazminat ödenmesine karar vermek yetkisine sahiptir.

18. Maddi tazminat, kişinin malvarlığında iradesi dışında gerçekleşen azalmanın karşılığını oluşturan giderimdir (Türk Hukuk Lugatı, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 746). Boşanma nedeniyle, mevcut veya beklenen menfaatleri zedelenen, kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun miktarda tazminat talep edebilir. Maddi tazminatın ön koşulu, talep edenin boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfaatlerinin zedelenmesi, boşanma ve maddi zarar arasında nedensellik bağının bulunmasıdır. Başka bir sebepten kaynaklı kayıplar maddi tazminat kapsamında yer alamaz. Mevcut menfaatlerin belirlenmesinde evliliğin taraflara sağladığı yararlar göz önünde bulundurularak tarafın maddi tazminat talebi değerlendirilir. Evliliğin boşanma ile sona ermesi hâlinde taraflar birliğin sağladığı menfaatlerden ileriye dönük olarak faydalanamayacaklardır. Beklenen menfaatler ise evlilik birliği sona ermeseydi kazanılacak olan olası çıkarları ifade eder.

19. Türk Medeni Kanunu’nun 174/2. maddesinde düzenlenen manevi tazminata boşanmaya sebep olan olayın, kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi hâlinde hükmedilir (Türk Hukuk Lugatı, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 763). Manevi zarar ise, insan ruhunda kişinin iradesi dışında meydana gelen acı, ızdırap ve elem olarak ifade edilmektedir. Manevi tazminat da, bozulan manevi dengenin yerine gelmesi için kabul edilen bir telafi şeklidir. Hukuka aykırı ve kusurlu bir davranış sonucu hakkı ihlâl edilenin zararının giderilmesi, menfaatinin denkleştirilmesi hukukun temel ilkesidir. Ancak TMK’nın 174/2. maddesi genel tazminat esaslarından ayrılmış, aile hukukunda getirilmiş, kendine özgü bir haksız fiil düzenlemesidir. Eşler arasındaki ilişkinin özelliği itibariyle burada manevi zararı tam olarak belirlemek zordur. Manevi tazminat miktarı, maddi olarak kesin bir miktar değildir. Manevi tazminat talep eden eşin ruhen uğramış olduğu çöküntü ile psikolojik olarak yaşamış olduğu sıkıntılara karşılık olarak onu rahatlatacak olan bir bedeldir. Bu özelliği nedeniyledir ki; yasa, menfaati zedelenen ve kişilik hakları ihlâl edilen eşe “uygun bir tazminat” verileceğini belirtmektedir. O hâlde hâkim; manevi tazminatın miktarını belirlerken, kişilik haklarına yapılan saldırının niteliği ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınarak takdir hakkını kullanmalıdır.

20. Türk Medeni Kanunu’nun “Yoksulluk nafakası” başlıklı 175. maddesi ile “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Maddede geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 1998/688 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 2007/275 K.; 20.06.2019 tarihli ve 2017/2-2424 E., 2019/751 K. sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi malî kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir.

21. Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için üzerinde durulması gereken diğer olgu “af” hususudur. Af; sözlük anlamı ile bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama olarak tanımlanmış olup, ceza hukukunda yer verildiği gibi özel hukuk bakımından da kanunlarımızda düzenleme yeri bulan, esasen bir haktan vazgeçmeyi içeren bir his açıklaması veya bir davranış şeklidir (HGK’nın 14.03.2019 tarihli ve 2017/2-2067 E. ve 2019/296 K.).

22. Evlilik birliğinin sarsılması sebebiyle boşanma davasında af niteliğinde davranışlar gerçekleşmişse, artık bu davranışlar boşanma hükmüne esas alınamaz. Boşanma davalarında af olgusunun gerçekleştiğinin kabul edilebilmesi için öncelikle bu yönde bir iddia ve bu iddianın; kayıtsız şartsız bir irade beyanı, eğer yoksa en azından affı gösterir nitelikte tutum ve davranış ile ispatlanmış olması gerekmektedir. Genel bir ifadeyle af niteliğinde sayılabilecek davranışlar; barışmış olmak, af iradesini göstermek, hoşgörü ile karşılamak ve olaylara rağmen birliği sürdürmek şeklinde ifade edilebilir. Eşlerin evlilik birliğini kurtarmak maksadıyla birliğin devamı yönünde iyi niyetli girişim ve barış müzakerelerinin boşanma davalarında af niteliğinde sayılamayacağı kuşkusuzdur. Boşanmaya sebep olan olayların hoşgörü ile karşılanması nedeniyle af gerçekleşmeli ve bunun sonucunda da; tarafların yeniden birlikte olmaları yani ortak hayatın yeniden kurulmuş olması gereklidir.

23. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; Mahkeme ile Özel Dairenin de kabulünde olduğu üzere, boşanmaya sebep olan olaylarda, erkeğin; eşine sürekli olarak ağır hakaretler ettiği, eşine fiziksel şiddet uyguladığı, ortak konutun kapısını tekmelediği, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğu ile ilgilenmediği, “çocuğu alsın bu evden s..ktirip gitsin, boşanma davası açsın, er geç bu evden onu atacağım” diyerek eşinin ortak konuttan gitmesini istediği, buna karşılık kadının da; eşine ağır hakaretler ettiği, eşinin önceki evliliğinden olan çocuklarını görmek istemediği, birlik görevlerini ihmal ettiği, eşini arkadaşlarının yanında ve işyerinde küçük düşürecek davranışlar sergilediği hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık öncelikli olarak; eşler arasında fiili ayrılığın başladığı 14.05.2011 tarihinden, 22.09.2011 tarihinde gerçekleşen darp olayına kadar geçen sürede kadının sözle, mesaj yoluyla ve dahi başkalarını araya sokarak, eşine “evine dön, her şeye yeniden başlayalım, olanları unutalım, çocuğumuz var, bu evliliği bitirmek istemiyorum” şeklindeki beyanlarının “af niteliğinde” sayılıp sayılmayacağı hususudur. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, kadının; 14.05.2011 tarihinde eşinin evi terk etmesi üzerine, evlilik birliğini kurtarmak amacıyla sunmuş olduğu barışma önerisi, ortak hayatın yeniden kurulması için iyi niyetli bir girişim olup, erkek eş tarafından kabul edilmemiştir. Kadın eşin iyi niyetli teklifi sonrasında taraflar arasında barışma gerçekleşerek ortak hayat yeniden kurulmadığı gibi erkek eş tarafından böyle bir iddianın ileri sürülmemiş olduğu gözetildiğinde kadın eşin bu eyleminin “af” olarak nitelendirilmesi somut olayın özelliğine uygun düşmemektedir. Eş anlatımla barışma girişimi kabul ile sonuçlanmadığından, Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere kadının, erkeğin önceki kusurlu davranışlarını affettiğinden söz etme olanağı bulunmamaktadır. Nitekim aynı ilkeler HGK’nın 11.11.2020 tarihli ve 2020/2-244 E., 2020/881 K.; 18.01.2022 tarihli ve 2019/2-92 E., 2022/13 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir.

24. Hâl böyle olunca; 31.05.2009 tarihinde evlenen ve ortak bir çocukları olan eşler arasında gerçekleşen evlilik süresince; erkeğin eşine sürekli olarak ağır hakaret etmesi, fiziksel şiddet uygulaması, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğu ile ilgilenmemesi ve yukarıda aynen verilen sözleri söyleyerek, eşinin ortak konuttan gitmesini istemesi karşısında kadının da; eşine ağır hakaret etmesi, eşinin önceki evliliğinden olan çocuklarını görmek istememesi, birlik görevlerini ihmal etmesi eşini arkadaşlarının yanında ve işyerinde küçük düşürecek davranışlar sergilediği anlaşılmakta olup, eşlerin kusurları birbiri ile kıyaslandığında boşanmaya sebep olan olaylarda erkek eşin ağır kusurlu olduğunun kabulü ile kadın eş yararına TMK’nın 174. maddesinde yer alan maddi-manevi tazminat ile 175. maddesinde yer alan yoksulluk nafakası şartları oluşmuştur.

25. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

26. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.10.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.