BASİT YARGILAMA USULÜNDE HMK 140/5 MADDESİ HÜKMÜ UYGULANAMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


12 Şub
2018

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2015/8-881
KARAR NO   : 2017/518

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ          : 
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi (İlk Derece)
TARİHİ                    : 23/09/2014
NUMARASI            : 2013/1 - 2014/1
DAVACI                  : M.D. vekili Av. M.G.
DAVALI                   : Maliye Bakanlığı vekili Av. D.G.
İHBAR OLUNAN    : M.T.U.

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 8. Hukuk Dairesince; 

“Davacı vekili dava dilekçesinde alacaklı Rahmi Ö. tarafından Bakırköy 8. İcra Müdürlüğünün 2012/8..3 sayılı dosyasıyla borçlu Vahriç D. aleyhine icra takibi yapıldığını, bu takibe ilişkin ödeme emrinin Vahriç D.'nın “L.Ç. Sokak B. Apt. No:8 Z. Baba Bakırköy/İSTANBUL” adresine tebliğ edilerek takibin kesinleştirildiğini, borçlunun kardeşi olması dışında ikamet ve iş ilişkileri tamamen birbirlerinden ayrı olan vekil edeninin İstanbul Cağaloğlun'daki iş yerine hacze gelindiğini, vekil edeninin ısrarla karşı çıkışlarına karşın, menkul malları haczedilerek bir kısmı muhafaza altına alındığını, yapılan bu dava açma yükümlülüğü karşısında süresinde hem borçluya hem de alacaklıya karşı Bakırköy 2. İcra Hukuk Mahkemesinde 2012/1..7 Esas sayılı dosya ile istihkak davası açıldığını, bedelin 1550 TL olduğunu, dava dilekçesinde tüm olayların anlatıldığını ve dayanılan maddi vakıaların ispatı için hangi delillere dayanıldığını da dava dilekçesinde vurguladığını ve tanık delili ile gerektiğinde bilirkişi tahkikatı deliline de dayanıldığını açıkladığını, deliller arasında İcra Müdürlüklerine ait dosyalar, İcra Mahkemesi dosyası, haczin tatbik edildiği iş yerine ait kira kontratı, vergi levhası ile faturaların da sunulduğunu, mahkemenin 13.08.2012 tarihinde yapmış olduğu tensip tutanağı ile 08.11.2012 tarihini ön inceleme duruşması olarak belirlediğini, bu tarihte yargıç izinli olduğundan tarafların mazeret verdiğini, bunun üzerine ön inceleme duruşmasının 25.12.2012 tarihine ertelendiğini, bu duruşmada mahkeme tanık deliline başvurma şekli ve usulünün HMK'nun 240 ve 243. maddelerinde açıkladığını, davacının dava dilekçesinde dinletmek istediği tanıkların isim ve adres bilgilerini mahkemeye sunmadığını ve duruşmaya da bu tanıklarını getirmediğini gerekçe göstererek tanık dinlenilmesi taleplerinin reddine karar verildiğini, aynı duruşmada menkul eşyaların haciz tarihi itibariyle mülkiyet ve aidiyetlerinin defter, kayıt ve tüm taraf delilleri çerçevesinde yerinde tespiti amacıyla 05.03.2012 tarihinde bir teknik bilirkişi, bir mali müşavir ve bir hukukçu aracılığıyla keşif yapılmasına ve bilirkişi ücreti ile mahkeme giderleri olarak 1128,55 TL keşif avansının depo edilmesine karar verildiğini, bu ara kararından dönülmesi için 27.12.2012 tarihinde ayrıntılı bir dilekçe vererek istekte bulunduklarını, ancak, mahkemece sadece dilekçelerinin davalı yana gönderilmesine ve dilekçe üzerine kalemle yazılmak suretiyle karar verdiğini ve başka bir karar oluşturmadığını, bu durum karşısında bu kez 04.01.2013 tarihinde yeniden gerekçeli dilekçeyle başvurduğunu, ara kararlarından ısrarla dönülmesinin istenildiğini, bu istekler üzerine mahkemece, 16.01.2013 ve 11.02.2013 tarihinde iki ayrı ek karar tutanağı ile karar verdiğini ve bu kararlarda da tüm isteklerinin reddedilmesine karar verildiğini, 11.02.2013 tarihli kararda sadece teknik bilirkişi olarak kuyumculuk işinden anlayan bilirkişinin refakate alınması şeklinde bir değişiklik yaptığını, bunun üzerine gerekçesi de gösterilmek suretiyle keşif ücretini yatırmadıklarını ve 13.03.2013 tarihli yargılamada neden keşif ücretinin yatırılmadığı hususu zapta geçirilmek suretiyle ikinci kez vurgulandığını ve tanıkların dinlenilmesi gerektiği halde, isteklerinin reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, tanıklarının dinlenmesi ve ek bilirkişi aracılığıyla keşif yapılarak yargılamanın sürdürülmesi istenilmiş ise de, mahkemece ısrarla ve haksız olarak isteklerinin reddine karar verildiğini, tüm deliller toplanmadığı için mahkemece davanın her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve güçlü kanıtla kanıtlanamadığından söz edilerek reddine karar verildiğini, davanın miktarı temyiz sınırının altında olduğu için bu kararı da kesin olarak açıkladığını, aynı duruşmada mahkeme hakimi M.T.U.'ın yasa ve usule uygun tüm isteklerinin reddedilmesi nedeniyle reddi hakim isteğinde bulunulduğunu, çünkü aynı yargıcın yine aynı mahkemesinde açılan ve tarafları aynı olan 2012/1..2 sayılı dosyada da yasa ve usule aykırı işlemler nedeniyle kendisini reddettiklerini, red talebi üzerine dosyanın Bakırköy 1. İcra Mahkemesine gönderildiğini, mahkemece 2013/. Değişik İş sayılı kararla reddi hakim talebinin geri çevrilmesine karar verildiğini, bu kararın asıl kararla birlikte mümkün olduğundan bu hususa da mahkemece işaret edildiğini, ne var ki, kararın kesin nitelikte olması nedeniyle bu geri çevirme kararını da temyiz etmek mümkün olmadığını, temyiz incelemesinin yapılabilmesi bakımından kanun yararına temyiz yoluna gidilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunulduğunu, mahkeme hakiminin HMK'nun 46. maddesinin 1. fıkrasının c ve e bendlerine aykırı davrandığını, sorumluluğunun doğduğunu, maddenin c bendinde; “farklı bir anlam yüklenmeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması halinin”, e bendinde ise; “bir hakkı yerine getirmeden kaçınılmış olması” durumunun düzenlendiğini, bu nedenle mahkeme hakiminin yasa ve usul kurallarını uygulamada ihmal ve üşenme gösterdiğini, görevini tam olarak ifa etmediğini, bundan dolayı hak kaybına sebebiyet verdiğini, 6100 sayılı HMK'nun 119/1-f maddesinde; “iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin dava dilekçesinde gösterilmesi gerektiği” hükmüne yer verildiğini aynı kanunun 194. maddesine göre de, tarafların dayandıkları vakıları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar, ibaresine yer verildiğini, bunun zorunlu olduğunu, davacının genel ifadelerle delillerini belirtmesi yeterli sayılmayıp hangi delillere dayandığının dilekçeden anlaşılması gerektiğini, ancak tanık deliline dayanılmışsa sadece bunun belirtilmesinin yeterli olmayıp, tanık listesini daha sonra tanıkların dinlenilmesi aşaması geldiğinde verebileceğini, iddiasını tanıkla ispat etmek isteyen davacının, dava dilekçesinde, “tanıklarım” veya “şehadet” gibi tanık göstermek istediğini belirten bir deyim kullanmasının yeterli olduğunu, ayrıca tanıkların isimlerini de bildirmesi, yani tanık listesini de dava dilekçesiyle birlikte vermesinin gerekli olmadığını, başka bir deyimle HMK'nun 121. maddesindeki “belgelerin birlikte verilmesi” hükmünü tanık listesi hakkında uygulanamayacağını, dava dilekçesinde açıkça tanık deliline dayanıldığını, bu konudaki isteklerinin reddedildiğini, son derece açık yasa hükmünün mahkeme tarafından farklı değerlendirilerek kararın hukuka aykırılığına neden olduğunu, 6100 HMK'nun 140/5. maddesinin de olaya dayanak teşkil ettiğini, 1550 TL değer için 1250 TL bilirkişi ücretinin taktir edilmesinin doğru olmadığını, üç kişilik bilirkişi heyetine de gerek bulunmadığını, her ne kadar mahkeme red gerekçesinde her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve güçlü kanıt elde edilemediğini açıklamış ise de, bu kanıtların elde edilmesine yine kendisinin engel olduğunu, böylece mahkemenin vermiş olduğu bu karar ile yargılama faaliyeti sırasında gösterdiği hukuka aykırı tutum ve kararlardan dolayı vekil edeninin hem haklı davasının kaybına neden olduğunu ve bu nedenle borcu olmadığı halde, haczedilen menkul malların satılmasıyla zarara uğradığını, HMK'nun 46. maddesi gereğince hakimin hukuku sorumluluğunun doğduğunu, işte bu zararları için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşuluyla 2.000,00 TL maddi tazminatın ve yine bu haksız uygulamalardan dolayı vekil edeninin duyduğu elem ve ızdırabın bir nebze karşılanması bakımından uzun müddet iş yerini kapatmış olması nedeniyle duyduğu üzüntüyü evine yansıtması ve aile hayatında da huzursuzluklar yaşamış olması gözetilerek 2.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline, yargılama giderlerinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini istemiştir. 

Davalı Hazine vekili 18.12.2013 tarihli cevap dilekçesinde kısaca; “...davacı Murat D. vekilinin alacaklı Rahmi Ö. tarafından Vahriç D. aleyhine Bakırköy 8. İcra Müdürlüğünün 2012/8..3 Esas sayılı dosyası üzerinden yapılarak kesinleşen icra takibi sonucunda borçlunun kardeşi olması dışında ilişkisi bulunmadığı halde, iş yerinde menkul mallarının haczedildiği, bunun üzerine Bakırköy 2. İcra Mahkemesinin 2012/1.7 Esas sayılı dosyası üzerinde açtığı istihkak davasının mahkemece, yeterli inceleme yapılmadan ispatlanamadığı gerekçesiyle reddedilmiş olması nedeniyle maddi ve manevi zararın söz konusu olduğu iddiasıyla tazminata hükmedilmesi isteğiyle eldeki davanın açıldığı, davacı tarafın kendi kusuruyla söz konusu davanın reddedilmesine sebebiyet verdiği, söz konusu edilen karar nedeniyle uğranıldığı iddia edilen zararın, maddi ve manevi tazminat isteğinin yasal dayanağının bulunmadığı, dava dilekçesi ekinde sunulan delillerin tazminat talebini ispata yaracak nitelikte olmadığı, iddia edilen bu olay nedeniyle zarar doğmadığı, aralarında illiyet bağının da oluşmadığı, HMK'nun 46. maddesinde belirtilen koşulların somut olayda gerçekleşmediği, bu nedenle haksız, yersiz ve mesnetsiz açılan davanın reddine, HMK'nun 49. maddesi uyarınca davacının disiplin para cezasına mahkum edilmesine, yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacıya yükletilmesine...” karar verilmesini istemiştir.

Dosyanın 21.11.2013 tarihli ön tensip tutanağıyla belirlenen naip üyeye tevdii edildiği, HMK'nun 137 ve devamı maddeleri gereğince, yöntemine uygun bir biçimde ön inceleme ile ön inceleme duruşmasının yapıldığı, dava ile ilgili dosyaların getirtilerek dosya arasına konulduğu ve bu dosyayla birlikte gerekli incelemenin yapıldığı, 30.04.2014 tarihli ara kararı ile ön inceleme aşamasında yapılacak başka bir işlem kalmadığından tahkikat duruşmasına geçilmesine karar verildiği, 27.05.2014 tarihinde tahkikat duruşmasının yapıldığı ve yargılamanın sürdürüldüğü saptanmıştır. 

Dava, 6100 sayılı HMK'nun 46. maddesi uyarınca, hakimin sorumluluğunu gerektiren maddi ve manevi tazminat isteğine ilişkindir.

Somut olayda, davacı tarafın dayandığı HMK'nun 46/c ve e bendlerinde açıklanan hususlardan dolayı hakimin hukuki sorumluluğunun doğup doğmadığı ve bundan hareketle Devletin sorumluluğuna gidilip gidilemeyeceği hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusunu oluşturmaktadır. 

Olayın dayanağını Bakırköy 2. İcra Hukuk Mahkemesinin 13.03.2013 tarih ve 2012/1..7 Esas, 2013/2.3 Karar sayılı istihkak davasına ilişkin dosya oluşturmaktadır. Yapılan yargılama sonunda söz konusu istihkak davası; “..davacının davasını şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve güçlü kanıtla kanıtlayamadığı gerekçesiyle tümden reddine ve yine unsurları oluşmayan kötü niyet tazminatının da reddine...” karar verildiği getirtilen dosya kapsamından anlaşılmıştır. İstihkak davasının dayanağı olan İstanbul 11. İcra Müdürlüğünün 2012/1.9 Esas sayılı talimat dosyasıyla Bakırköy 2. İcra Hukuk Mahkemesinin 2013/1..8 Esas ve 2013/1..3 Karar  sayılı dosyası ve Bakırköy 8. İcra Müdürlüğünün 8..3 Esas sayılı dosyalarının da dosya arasında olduğu ve istekle birlikte bu dosyalarında değerlendirildiği anlaşılmıştır. 

Bakırköy 2. İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/1..7 Esas sayılı dosyaya ait dava dilekçesi üzerinde yapılan incelemede, davacı vekilinin sadece “tanık beyanları” ibaresini kullanmak suretiyle tanık deliline dayandığı belirlenmiştir. Tanıkların isim ve adresleri ile kimlik bilgilerini yargılama süresince bazı ara kararlarına karşın bildirmediği görülmüştür. 

6100 sayılı HMK'nun 46. maddesinde, hakimin sorumluluğunu gerektiren sebepler sınırlı olarak sayılmıştır. Anılan maddeye göre, hakimlerin yargılama faaliyetinden dolayı ancak maddede gösterilen sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir. Somut olayda, HMK'nun 46/1. fıkrasının c ve e bendlerine dayanılarak maddi ve manevi tazminat davası açılmış bulunmaktadır. HMK'nun 46/1-c bendinde; “farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması..” hükmüne yer verilmiş, "e" bendinde ise; “hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması” hükmü yer almıştır. Dosyadaki tüm bilgi ve belgeler ile dayanağı olan tüm dosyalar birlikte değerlendirildiğinde davaya bakan hakimin HMK'nun 46/1 fıkranın c bendinde yer alan, “farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verdiğinin” kabulüne olanak görülmemektedir. Aynı maddenin e bendinde yer alan “hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması” unsuru da somut olayda gerçekleşmemiştir. Söz konusu bendlerdeki unsurların gerçekleştiğinin kabul edilebilmesi için davaya bakan hakimin bir bakıma kasıtlı tutum ve davranışı ile zararın oluşmasına maddi ve manevi tazminatın meydana getirilmesine sebebiyet vermiş olması gerekmektedir. 

Öte yandan, davacı vekili az yukarıda da açıklandığı üzere istihkak davasına ait dava dilekçesinde sadece "tanık beyanları" denilmek suretiyle ve bu ibare ile yetinilmiş olup, HMK'nun ilgili hüküm gereklerinin yerine getirilmediği ve göz ardı edildiği anlaşılmaktadır. HMK'nun “dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119/1. fıkrasının e bendinde; “davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri” f bendinde ise; “iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği” hükümlerine yer verilmiştir. Yine “somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı HMK'nun 194/1. fıkrasında; “taraflar, dayandıkları vakıaları (HMK. m. 119/1-e; 129/1-d) ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar”. Aynı maddenin 2. bendinde ise; “tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğinin açıkça belirtmeleri zorunludur” denilmiştir. Sözü edilen maddelerin açıklanan fıkra ve bendlerin kapsamlarından da anlaşıldığı üzere davacı vekili tarafından bu maddelerin gereklerinin yerine getirilmediği dosya kapsamıyla sabittir. HMK'nun 140/5. fıkrasının somut olguda uygulanıp uygulanmayacağı hususu oldukça tartışmalıdır. Söz konusu bendin kapsamında; "belgelerden" söz edilmektedir. Tanık beyanları ibaresinin bu kapsamda değerlendirilmesi de oldukça tartışmalıdır. Somut olaya özgü değerlendirme yapıldığında söz konusu madde ve bendin uygulanamayacağı sonucuna varılmıştır. 

Bundan ayrı, hakimin hukuki sorumluluğunu ön gören HMK'nun 46 ve devamı maddeleri hakimler bakımından özel olarak konulmuş ve düzenlenmiş hükümlerdir. Dava dilekçesi ve davanın ihbarı başlıklı HMK'nun 48. maddesinde; “tazminat davası dilekçesinde hangi sorumluluk sebebine dayanıldığı ve delilleri açıkça belirtir; varsa belgelerde eklenir,” amir hükmü yer almaktadır. Bu maddeden de anlaşıldığı üzere davacı tarafın delillerini açıkça belirterek göstermek isteği tanıkların açık kimlik bilgileri ve adreslerini mahkemeye sunması gerektiği sonucuna varılmaktadır. 

Bundan başka, Bakırköy 2. İcra Hukuk Mahkemesinde 2012/1..7 Esas ile görülen davanın basit yargılama usulüne tabi olduğu hususunda bir duraksama söz konusu olmamalıdır. Basit yargılama usulüne ilişkin Delillerin İkamesi başlıklı HMK'nun 318. maddesinde; “taraflar dilekçeleriyle birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın hangi delili olduğunu da belirterek bildirmek ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır” denilmiş, uygulanacak hükümler başlıklı aynı kanunun 322/1. fıkrasında da; “bu kanun ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hallerde yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır” denilmektedir. Görüldüğü gibi, basit yargılama usulüne ilişkin söz konusu kanunun 318. maddesinde, deliller için özel hüküm bulunduğuna göre, yazılı yargılama usulüne bir bakıma bu olaya özgü olmak üzere gitme olanağı da görülmemektedir. 

Olaya dayanak teşkil eden Bakırköy 2. İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/1..7 Esas ve 2013/2.3 Karar sayılı dava dosyasının karar düzeltmeye konu olduğu ve 8. Hukuk Dairesinin 2014/17196 Esasında kayıtlı olduğunun anlaşılması üzerine dosyanın getirtilerek incelendiği, dosya üzerinde yapılan incelemede 8. Hukuk Dairesinin 2014/17196 Esas ve 2014/16678 Karar sayılı kararı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebinin reddine karar verildiği anlaşılmıştır. 

Saptanan bu somut ve hukuki olgular karşısında hakimin hukuki sorumluluğu ve buna bağlı olarak Devletin hukuki sorumluluğunu öngören HMK'nun 146/1. fıkrasının c ve e bendlerindeki hususların somut olayda gerçekleşmediği, buna bağlı olarak maddi ve manevi tazminatın unsurlarının da somut olguda oluşmadığı sonucuna varıldığından davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir. 

Alacak miktarıyla bilirkişi ücreti arasındaki orantısızlık konusu ise temyize tabi hususlardan olduğu göz önünde tutulmalıdır. 

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ; Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere,

1- Basit yargılama usulüne ilişkin HMK'nun 318, 322, dava dilekçesinin kapsamını belirleyen 119/1. fıkrasının e ve f bendleri ile, somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi başlıklı aynı kanunun 194/1 ve 2. fıkraları ve özellikle HMK'nun hakimin (Devletin) hukuki sorumluluğunu düzenleyen 46/1. fıkrasının c ve e bendleri gereğince maddi ve manevi tazminatın unsurları somut olayda gerçekleşmediğinden açılan davanın ve isteklerin esastan REDDİNE,

2- 6100 sayılı HMK'nun 49. maddesi uyarınca, 600 TL disiplin para cezasının davacıdan alınarak davalı Hazineye verilmesine, 

3- Davanın reddedildiği gözetilerek alınması gereken 25,20 TL karar ve ilam harcının peşin alınan 274 TL harçtan indirilmesiyle kalan 248,80 TL harcın davacıya iadesine,

4- Reddedilen maddi tazminat için Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 12. maddesinin 2. fıkrası (bendi) uyarınca, 440 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı Hazineye verilmesine,

5- Reddedilen manevi tazminat için Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10. maddesinin 3. fıkrası (bendi) gereğince 440 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı Hazineye verilmesine,

6- Dairenin getirtilen 2014/17196 Esas sayılı dosyanın işi bittiğinde dosya arasından çıkartılarak Daireye geri çevrilmesine (çevrildi),

7- Davacı tarafın yaptığı tüm masrafların üzerinde bırakılmasına, 

8- 6100 sayılı HMK'nun 333. maddesi hükmü uyarınca, hükmün kesinleşmesinden sonra yatırılan avanstan kullanılmayan kısmın davacıya iadesine,”

dair oybirliği ile verilen 23.09.2014 gün ve 2013/1 E., 2014/1 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.     

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü: 

Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir. 

Davacı vekili müvekkilinin açmış olduğu istihkak davasında, dava dilekçesinde dinletilmek istenen tanıkların isim ve adres bilgilerinin mahkemeye sunulmadığı ve duruşmaya da bu tanıkların getirilmediği gerekçe gösterilerek tanık dinlenilmesi taleplerinin mahkemece ara karar ile reddine karar verildiğini, aynı ara kararda keşif yapılmasına ilişkin hüküm kurulduğunu, itirazlarına rağmen ara kararlardan dönülmediğini, bunun üzerine keşif ücretini yatırmadıklarını, mahkemece davanın her türlü şüpheden uzak, kesin, inandırıcı ve güçlü kanıtla kanıtlanamadığından söz edilerek reddine karar verildiğini, mahkemenin vermiş olduğu bu karar ile yargılama faaliyeti sırasında gösterdiği hukuka aykırı tutum ve kararlardan dolayı vekil edeninin hem haklı davasının kaybına neden olduğunu ve bu nedenle borcu olmadığı halde haczedilen menkul malların satılmasıyla zarara uğradığını, HMK'nun 46. maddesi gereğince hakimin hukuku sorumluluğunun doğduğunu ileri sürerek 2.000,00 TL maddi 2.000,00 TL manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Maliye Hazinesi vekili davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İhbar olunan yargılamaya katılmamış ve beyanda bulunmamıştır. 

Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir. 

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilamı harcı peşin alındığından başka harç alınmasına mahal olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 22.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.

BİLGİ : Bu konu ile ilgili doktrin görüşleri şu şekildedir.

“Yazılı yargılama usûlünde taraflara eksik bıraktıkları delilleri sunmaları için ön incelemede iki haftalık süre tanınırken (m. 140/5), basit yargılama usûlünde böyle bir süre öngörülmemiştir (m. 320). TARAFLARIN BU GEREKLERİ YERİNE GETİRMEMESİ HÂLİNDE, BELİRTİLEN DELİLE VAZGEÇMİŞ SAYILACAĞINI UNUTMAMALIDIRLAR.(PEKCANITEZ, Hakan; ATALAY, Oğuz; ÖZEKES, Muhammet, Medenî Usûl Hukuku, 14. Bası, Ankara, 2013, s. 862)

“Yazılı yargılama usûlünden farklı olarak BASİT YARGILAMA USÛLÜNDE, tarafların dilek­çelerinde göstermiş olmakla birlikte, MAHKEMEYE SUNMADIKLARI BELGELERİ ÖN İNCELEME AŞAMASINDA İBRAZ ETMELERİNE İMKÂN TANIYAN BİR DÜZENLEMEYE YER VERİLMEMİŞTİR. Böyle bir düzenlemenin yer almamasının sebebi, kanaati­mizce basit yargılama usûlünün amacına uygun olarak işlemlerin bir an önce bitirilip, delillerin kısa sürede toplanabilmesi düşüncesidir. (BOLAYIR, Nur, Hukuk Yargılamasında Delillerin Toplanmasında Tarafların ve Hâkimin Rolü, İstanbul, 2014, s. 245)

MAHKEME, BASİT YARGILAMA USÛLÜNDE, tarafların dilekçelerinde sö­zünü ettikleri yazılı belgeleri mahkemeye sunmamaları ve başka yer­den getirtilecek belgeler bağlamında herhangi bir izahatta bulunmama­ları halinde, YAZILI BELGELERİ SUNMALARI YAHUT İZAHAT VERMELERİ İÇİN, ON­LARA, İKİ HAFTALIK KESİN SÜRE VEREMEZ.(TANRIVER, Süha, Medenî Usûl Hukuku, C: I, Ankara, 2016, s. 1064)

“Davacı dava dilekçesi ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıa­nın delili olduğunu da belirterek bildirmek; elinde bulunan delillerini dava dilekçesine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dava dilekçesinde yer vermek zo­rundadır (m.318). BUNA GÖRE, BASİT YARGILAMA USULÜNDE DAVACI DAVA DİLEKÇE­SİNDE DELİLLERİNİ HASRETMİŞ OLUR. (KURU, Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, İstanbul, 2016, s. 861)

Özellikle belirtmek gerekir ki, yazılı yargılama usûlünün aksine (m. 140/5), basit yargılama usûlünde taraflara, dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için ayrıca süre verilmesi öngörülmemiştir. Bu sebeple tarafların söz konusu gereği yerine getirmemiş (dayandıkları belgeleri dilekçelerine eklememiş yahut başka yerden getirtilecekler hakkında gerekli bilgiyi vermemiş) olmaları hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağı unutulmamalıdır. Görüldüğü üzere, basit yargılama usûlünde taraflar, belge mahiyetindeki delillerini dilekçelerine eklemek ya da başka yerden getirilecekse bu konuda bilgi vermek zorunda olup daha sonra bu şekilde delillerini sunmaları ancak 145. maddedeki sınırlamalarla mümkündür.” (ATALI, Murat, Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku, 15. Bası, İstanbul, 2017, s. 2098, 2099)

“HMK m. 318 hükmüne benzer kesinlikte bir ifade yazılı yargılama usulünde, 121. maddede de yer almaktadır (ayrıca bkz. m. 129/2). Ne var ki, yazılı yargılama usulünde yer alan, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verileceğine ilişkin m. 140/5 hükmü basit yargılama usulünde yoktur. (BUDAK, Ali Cem; KARAASLAN, Varol, Medenî Usul Hukuku, Ankara, 2017, s. 299)

"Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır (m. 318). AKSİ HALDE BELİRTİLEN DELİLDEN GEÇİLMİŞ SAYILACAKTIR. İkinci dilekçe verme yasağı nedeniyle bu hususa dikkat edilmesi önemlidir." (GÖRGÜN, L. Şanal; BÖRÜ, Levent; TORAMAN, Barış; KODAKOĞLU, Mehmet, Medenî Usûl Hukuku, 6. Baskı, Ankara, 2017, s. 633)

Ayrıca, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22.03.2017, 2015/8-881 E. - 2017/518 K. sayılı Kararı'nın irdelemesi için bkz. TUTUMLU, Mehmet Akif, Basit Yargılama Usulünde Delilleri Somutlaştırma Yükü, Terazi Hukuk Dergisi, C: 12, S: 130, Y: 2017, s. 90-95.

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2015/5381
KARAR NO    : 2017/4426

Y A R G I T A Y   İ L A M I

DAVA TÜRÜ           : Şikayet

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiş olup hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR

Davacı alacaklı vekili, borçlu şirketin 3. kişi banka nezdindeki hesapları üzerine haciz ve bloke konulması için yazı gönderildiğini, tüm hesaplara haciz konulduğunu, ancak 01/04/2014 tarihli cevabi yazı ile borçluya ait hesaplar üzerinde rehin hakları olduğunun bildirildiğini, 3. kişi Bankanın rehin hakkına dayalı istihkak iddiasının hakkın kötüye kullanılması hükmünde olduğunu ileri sürerek, istihkak iddiasının reddine ve tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı 3. kişi vekili, davacı alacaklı yasal süre içinde dava açmadığı takdirde, istihkak iddiasını kabul etmiş sayılacağından bu hususun resen tetkiki ile usuli eksiklik halinde davanın reddini talep ettiklerini, esasa ilişkin olarak da davalı Banka ile borçlu şirket arasında yapılan genel kredi sözleşmesi gereğince bankanın borçlunun hak ve alacakları üzerinde rehin takas ve mahsup hakkı bulunduğunu, davalı Bankanın istihkak iddiasının mücerret bir iddia olmadığını, haciz yazısının tebliğ tarihi itibariyle sadece banka hesabında para bulunmasının 3. şahsın tazminata mahkum edilmesi için yeterli bir husus olmadığını beyan ederek davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, banka hesabında bulunan meblağın bankaya rehinli olmasına dayanılarak ileri sürülen istihkak iddiasının Bankanın kendi müşterilerini korumak amacıyla yapılmış mücerret bir iddia olduğu,aksi düşüncenin kabulü halinde banka hesaplarının banka alacağından başka hiçbir alacak için haczinin mümkün olmadığı sonucunun doğacağı, bu durumda borçlu şahıs ve şirketlerle ilgili olarak hiçbir bankaya haciz ihbarnamesi gönderilmesinin mümkün olmayacağı gerekçesiyle davanın kabulü ile, davalı Bankanın istihkak iddiasının reddine, davacının tazminat talebinin reddine karar verilmiş; hüküm,davalı 3. kişi vekili tarafından temyiz edilmiştir. 

Dava, alacaklının İİK’nun 99. maddesine dayalı 3. kişinin istihkak iddiasının reddi talebine ilişkindir.

6100 sayılı HMK'nun 140/5. maddesi "Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir" hükmünü, aynı Kanun'un 322. maddesinin 1. bendi ise "Bu kanun ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hallerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır." hükmünü taşımaktadır. 

Temyize konu dava dosyasında, davalı 3. kişi vekili, 02.10.2014 tarihli cevap dilekçesi içeriğinde takip borçlusuyla yapılan Genel Kredi sözleşmesine ve yine borçlu şirketle imzalanan "Nakit Teminat için Bloke ve Rehin Talimat Mektubu"na dayanmıştır. Ancak temyize konu kararın verildiği 13.01.2015 tarihli ilk celsede ise cevap dilekçesinde belirtilmesine rağmen davalının dayandığı delilleri bildirmesi için kendisine süre verilmediği ve HMK'nun 140/5 maddesinin dava konusu olayda uygulanmadığı görülmüştür.  

Bu sebeple, Mahkemece yapılması gereken iş, davalının cevap dilekçesinde dayandığı delilleri sunması için davalıya süre ve imkan verilmesi, davalı tarafından, dayanılan bilgi ve belgelerin sunulması durumunda öncelikle üçüncü kişi Banka'dan, davalı borçlu Şirket ile Banka arasında imzalanan sözleşmelere ilişkin ödeme planının ve varsa tahsilât makbuzlarının getirtilip, haciz müzekkeresinin davalı Banka'ya tebliğ edildiği tarih itibarı ile Banka'ya olan borcun varlığını koruyup korumadığı, borç var ise ne kadar olduğu, Bankanın herhangi bir riskinin olup olmadığı, varsa miktarının belirlenmesi, dosyadaki diğer deliller gözetilerek Banka hesap işleri konusunda uzman bilirkişi heyetinden ayrıntılı rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekir. 

Mahkemece eksik araştırma ve incelemeye dayalı olarak yazılı biçimde karar verilmesi doğru olmamıştır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı 3. kişi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün İİK'nun 366 ve 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK'nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 27.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan V.         Üye                            Üye                            Üye                Üye
N. ŞİMŞEK       A. KELLECİOĞLU     N. BEYAZITOĞLU     N. TAŞ           F. EROĞLU
                                                            KUŞÇUOĞLU

İÇTİHAT YORUMU : Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin temyiz başvurusu sonucu verdiği 27 Mart 2017 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi sıfatı ile verdiği ve temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu denetiminden geçmiş 22 Mart 2017 tarihli kararı birbirleri ile çelişmektedir. 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22 Mart 2017 tarihli kararı, "... Bakırköy 2. İcra Hukuk Mahkemesinde 2012/1..7 Esas ile görülen davanın basit yargılama usulüne tabi olduğu hususunda bir duraksama söz konusu olmamalıdır. Basit yargılama usulüne ilişkin Delillerin İkamesi başlıklı HMK'nun 318. maddesinde; “taraflar dilekçeleriyle birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın hangi delili olduğunu da belirterek bildirmek ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır” denilmiş, uygulanacak hükümler başlıklı aynı kanunun 322/1. fıkrasında da; “bu kanun ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hallerde yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır” denilmektedir. Görüldüğü gibi, basit yargılama usulüne ilişkin söz konusu kanunun 318. maddesinde, deliller için özel hüküm bulunduğuna göre, yazılı yargılama usulüne bir bakıma bu olaya özgü olmak üzere gitme olanağı da görülmemektedir." şeklindedir.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 27 Mart 2017 tarihli kararı ise, "6100 sayılı HMK'nun 140/5. maddesi "Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir" hükmünü, aynı Kanun'un 322. maddesinin 1. bendi ise "Bu kanun ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hallerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır." hükmünü taşımaktadır. 

Temyize konu dava dosyasında, davalı 3. kişi vekili, 02.10.2014 tarihli cevap dilekçesi içeriğinde takip borçlusuyla yapılan Genel Kredi sözleşmesine ve yine borçlu şirketle imzalanan "Nakit Teminat için Bloke ve Rehin Talimat Mektubu"na dayanmıştır. Ancak temyize konu kararın verildiği 13.01.2015 tarihli ilk celsede ise cevap dilekçesinde belirtilmesine rağmen davalının dayandığı delilleri bildirmesi için kendisine süre verilmediği ve HMK'nun 140/5 maddesinin dava konusu olayda uygulanmadığı görülmüştür.şeklindedir.