BELİRSİZ ALACAK DAVASININ ŞARTLARINI TAŞIMAYAN DAVA, HUKUKÎ YARAR YOKLUĞUNDAN REDDEDİLEMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


27 Kas
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/11-220
KARAR NO   : 2022/376

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 11/12/2018
NUMARASI                 :  2018/467 - 2018/1016
DAVACI                       : V.A. vekilleri Av. R.A., Av. F.Ç.
DAVALILAR                : S.T.Ö. Turizm İnşaat San. Tic. Ltd. Şti. vekili Av. A.G.

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; davalı şirketin 2010 yılında faaliyete başlaması sonrasında müvekkilinin 2011 yılının sonuna kadar davalıya ait devre mülklerin tanıtımı, organizasyonu, satışı ve pazarlaması konusunda 05.02.2011 tarihine kadar bölge koordinatörü, bu tarihten ayrıldığı tarihe kadar da koordinatör olarak çalıştığını, davalı şirket ile müvekkilinin bizzat kendisinin yapmış olduğu her bir devre mülk satışı ile ilk yıl için 1.600 TL prim ödenmesi, 05.02.2011 tarihinden itibaren ise koordinatör görevi verilmesi sebebiyle her bir devre mülk satışı için 1.750 TL prim ödenmesi hususunda anlaşıldığını, ayrıca ekibinin satışlarından da müvekkilinin prim alacağı hakkına sahip olacağının kararlaştırıldığını, müvekkilinin ve ekibinin yapmış olduğu satışların neticesinde hak edilen primlerin tahmini olarak 80.000 TL’lik cüzi bir kısmının ödendiğini, mevcut kayıtlardan tespit edilebildiği kadarıyla müvekkilinin asgari olarak 250.000 TL prim alacağının ödenmediğini, alacaklardan haksız kesintiler yapıldığını, müvekkiline ait olmayan masrafların müvekkilinin alacaklarından mahsup edildiğini, bu hususta davalı tarafa gönderilen ihtarnameye karşı ödeme yapılmadığı gibi aslı olmayan iddialar içeren ihtarnamenin gönderildiğini, müşteri tarafından cayılan sözleşmelere dair peşinatların satış sözleşmelerin 3. maddesi gereği davalı uhdesinde olduğundan bu sözleşmeler nedeniyle de müvekkilinin alacaklı olduğunu, müvekkiline satılan üç adet devre mülkün bir tanesinin teslim edilmeyerek ve satış bedellerinin gerçek bedelden daha fazla bir bedel üzerinden hesaplanarak müvekkilinin alacaklarından mahsup edildiğini, müvekkilinin prim alacaklarının ödenmesinin çeşitli yöntemlerle engellendiğini ileri sürerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 107. maddesi kapsamında belirsiz alacak davası olarak açılan iş bu davada fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 50.000 TL prim alacağının ve haksız olarak yapılan kesintiler ile primlerin tahakkuk ettiği tarihler ve kesinti yapıldığı tarihlerden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 13.01.2016 tarihli ıslah dilekçesiyle talebini 61.690 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesi sunmamış, yargılama aşamasında vermiş olduğu beyanlarla davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.02.2016 tarihli ve 2012/519 E., 2016/32 K. sayılı kararı ile; davacının, davalı şirketin işlettiği termal turizm tesisinde 05.02.2011 tarihine kadar bölge koordinatörü ve bu tarihten sonra koordinatör olarak görev yaptığı, hükme esas alınan 17.12.2015 tarihli bilirkişi ek raporu itibariyle davacının bizzat yaptığı yirmi altı adet devre mülk satışından 42.050 TL prime hak kazandığı, kendisine bağlı ekibin yaptığı üç yüz altı adet devre mülk satışından da 160.200 TL prime hak kazandığı, davalının ticari kayıtlarına göre davacının iptal edilen satışlardan alması gereken prim tutarının 800 TL olduğu, böylece davacının toplam prim alacağının 203.050 TL olduğu, bilirkişi raporu itibariyle davacıya 145.360 TL’nin ödendiği, davacıya yapılan 3.500 TL ödemenin davalı şirkete ait jeneratörün tamiri için davacı tarafından bulunan tamirciye ödendiği iddiasının yazılı delille ispatlanamadığı, belirtilen miktarın yazılı belge ile ispatlanması gerektiğinden tanık beyanının hükme esas alınamayacağı, davacının bahsi geçen 3.500 TL’nin tamir ödemesi için yapıldığı hususunda yemin deliline başvurmayacağını belirttiği, bu sebeple anılan bedelin davacıya yapılan prim ödemesi olarak kabul edildiği, yapılan ödemelerin mahsubu ile davacı alacağının 57.690 TL olarak belirlendiği, davacı Bakırköy 40. Noterliğinin 06.08.2012 tarihli ve 17318 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile hak edilen prim ve kesintilerin tebliğ tarihinden üç gün içerisinde ödenmesini ihtar etmiş olup ihtarnamenin 08.08.2012 tarihinde davalı şirkete tebliğ edildiği, ihtarname ile verilen üç günlük sürenin bitimi olan 11.08.2012 tarihi itibariyle temerrüdün gerçekleştiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 57.690 TL’nin 11.08.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 03.04.2018 tarihli ve 2016/12191 E., 2018/2340 K. sayılı kararı ile “… Dava, davacı ve ekibinin davalı şirket adına yaptığı devre mülk satışlarından kaynaklanan bakiye komisyon alacağının tahsili istemine ilişkin belirsiz alacak davası olup, mahkemece yazılı gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Ancak, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesi; "(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." hükmünü içermektedir.

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. 6100 sayılı HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir. Hâkime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hâkimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkânsız olduğu kabul edilmelidir.

6100 sayılı HMK ile birlikte, belirsiz alacak davası açma imkânı tanınmak suretiyle belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkânı da sınırlandırılmıştır. Zaman zaman, 6100 sayılı HMK ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür. Kanunun kısmi dava açma imkânını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkândan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü belirsiz alacak davası, zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkânlardan yararlanarak açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı kanunun 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; davacı taraf, dava dilekçesinde davalı şirketin yönetim kurulu tarafından alınan 05.02.2011 tarihli karara atıf yapılması suretiyle bu tarihten sonra satılan devre mülklerden kendisi tarafından veya ekibinden yapılan satışlardan ne miktarda komisyon alması gerektiğini belirtmiştir. Yine bu tarihten öncesinde de ne miktarda komisyon alması gerektiğini belirttiği gibi kendisi ve ekibinde yer alanların satımını yaptığı devre mülk sayısını da belirmiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık davalının davadan önce ödediği komisyon miktarı ve taraflar arasında kararlaştırılan devre mülk satımı başına ödenmesi gereken komisyon miktarıdır. Bu durumda uyuşmazlık belirlenebilir nitelikte bulunmaktadır.

Bu itibarla, mahkemece, davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olmadığı kabul edilerek hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bozulmasına karar verilmiştir…” gerekçesi ile karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Direnme Kararı:

8. Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.12.2018 tarihli ve 2018/467 E., 2018/1016 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeye ek olarak; HMK’nın 107. maddesi (7251 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâli) ve 109. maddesi (6644 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâli) nazara alındığında davacının dava dilekçesinde belirsiz alacak davası açtığını belirtmesine karşın “fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak üzere” ibaresinin kullandıktan sonra alacağın 50.000 TL’lik kısmının tahsilini talep ettiği, bu hâliyle açılan davanın kısmi dava niteliğinde olduğu, HMK’nın 33. maddesi uyarınca hâkimin davacının hukukî nitelendirmesi bağlı olmadığı, davacının yapmış olduğu ıslah işleminin de HMK’nın 107/2. kapsamında bir değer artırımı olarak nitelendirilemeyeceği, dava konusu miktar taraflar arasında tartışmalı olduğundan davacının kısmi dava açmakta hukukî yararının bulunduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava dilekçesinde devre mülk satışından kaynaklanan bakiye komisyon alacağının tahsili istemiyle açılan eldeki davanın HMK’nın 107. maddesi kapsamında belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmiş olması karşısında davanın belirsiz alacak mı yoksa kısmi dava olarak mı açıldığı, buradan varılacak sonuca göre davacının bu davayı açmada hukukî yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

12. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan HMK’nın 107. maddesinde (7251 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâlinde) yer alan; "(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.

13. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.

14. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

15. Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacının kendisinden beklenememesi, bunun olanaksız olması ve açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

16. Bir talep konusunun belirli olup olmadığının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K., 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2177 E., 2018/29 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24 K, 07.03.2018 tarihli ve 2014/22-2350 E., 2018/439 K., 14.03.2018 tarihli ve 2015/22-186 E., 2018/479 K. ile 28.03.2018 tarihli ve 2015/22-127 E., 2018/559 K.; 16.04.2019 tarihli ve 2017/17-1099 E., 2019/460 K., 02.07.2019 tarihli ve 2016/22-1610 E., 2019/841 K., 16.05.2019 tarihli ve 2016/22-1166 E., 2019/576 K., 19.12.2019 tarihli ve 2018/22-1122 E., 2019/1413 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.

17. Mevcut durum itibariyle 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 7. maddesi ile HMK’nın 107. madde başlığı “Belirsiz alacak davası”; 2. fıkrası “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş; maddenin 3. fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.

18. Uyuşmazlığın niteliği itibariyle üzerinde durulması gereken diğer hususlar ise kısmi dava, dava şartları, dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar, hukukî yarar, hâkimin davayı aydınlatma ödevi, hâkimin Türk hukukunu re’sen uygulama ödevi, usul ekonomisi ve mahkemeye erişim hakkı kavramları üzerinde kısaca durmak gerekir.

19. Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukukî ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde "fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usul Hukuku, C. II, İstanbul 2017, s. 1000).

20. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) açıkça kısmi dava düzenlenmediği hâlde, söz konusu Kanun'un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, HMK'nın 109. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrasında ise, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmişti. Ancak dava tarihinden sonra 109. maddenin ikinci fıkrası 01.04.2015 tarihli ve 6444 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığından artık talep konusunun taraflar arasında tartışmasız veya belirli olması hâlinde de kısmi dava açılması mümkün hâle gelmiştir.

21. Mevcut durum itibariyle HMK’nın 109. maddesi “(1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.

(2) (Mülga: 1/4/2015-6644/4 md.)

(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.

22. Dava şartları ise, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.

23. Dava şartları HMK’nın 114. maddesinde; "Dava şartları şunlardır:

a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.

b) Yargı yolunun caiz olması.

c) Mahkemenin görevli olması.

ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.

d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.

e) Dava takip yetkisine sahip olunması.

f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.

g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.

ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.

h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.

ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.

i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.

(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır." şeklindeki hükümle düzenleme altına alınmıştır. Bu hükme göre, dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli), bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.

24. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 115. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Bu düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre ise; dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.

25. Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar HMK'nın 119. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda maddenin birinci fıkrasının 1. bendi uyarınca dava dilekçesinde;

a) Mahkemenin adı.

b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.

c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.

ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.

d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.

e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.

f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.

g) Dayanılan hukuki sebepler.

ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.

h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası bulunması gerekir. Bu unsurların bir kısmı dava dilekçesinde mutlaka bulunması gereken zorunlu unsurlardır. Bazıları ise dava dilekçesinde bulunması zorunlu olmayan, ihtiyari niteliktedir. Zorunlu unsurlar davanın temelini oluşturur; bunlar hukukî güvenlik ve açıklığı sağladığından kamu yararı amacı taşır. Hâkimin tarafların talebine ve uyuşmazlığın esasına uygun inceleme yaparak karar vermesini temin etmesi yanında davalının da etkili savunma yapmasına hizmet etmek sureti ile onun menfaatini korur.

26. Öte yandan HMK’nın 119/2. maddesi uyarınca "Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır". Şu hâlde mahkemenin adı, dava konusu ve değeri, vakıalar, deliller ve hukukî sebepler dışında kalan unsurlardan herhangi birinin eksik bırakılmış, yazılmamış olması durumunda, hâkim tarafından verilen bir haftalık kesin süre içerisinde eksikliğin tamamlanmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilecektir.

27. Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. HMK’nın sözü edilen maddesinin gerekçesinde de "...Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir..." yönünde açıklamalar yer verilmiştir. Öte yandan bu yararın "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması da gerekir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s. 135).

28. Hukukî yarar, dava şartlarından olup HMK'nın 114. maddesine göre, davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan, olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, s. 19-21). Bir davada, menfaat (hukukî yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle bir davada hukukî menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, s.946-949). Nitekim aynı görüş Hukuk Genel Kurulunun 24.11.1982 tarihli ve 1982/7-1874 E., 1982/914 K., 05.06.1996 tarihli ve 1996/18-337 E., 1996/542 K., 10.11.1999 tarihli ve 1999/1-937 E., 1999/946 K., 25.05.2011 tarihli ve 2011/11-186 E., 2011/352 K. ve 01.02.2012 tarihli 2011/10-642 E., 38 K. sayılı kararları ve yukarıda emsal olarak gösterilen diğer kararlarda da benimsenmiştir.

29. Uyuşmazlığın çözümü için usul ekonomisine de değinmek gerekmektedir. Usul hukuku biçimsellik (şekilcilik, formalizim) üzerine kurulmuştur ve bu nedenle “şeklî (biçimsel) hukuk” olarak adlandırılır. Davalarda biçimsellik tarafların yargılamanın sonucunu hesaplayabilmesi, yasa yolları ile bunu denetleyebilmesi, keyfilikten korunma, eşit davranılma gibi güvenceler sağlamakla birlikte; sıkı sıkıya şekle bağlılık olarak görülmemeli, maddi gerçeği bulmak ve adaletli karar vermek adına hakkaniyete uygun olarak değerlendirilmelidir. Biçimselliğin bu doğrultuda yorumlanmasında usul ekonomisi ilkesi devreye girmektedir. HMK'nın 30. maddesinde düzenlenen usul ekonomisi ilkesi, Anayasal dayanağı olan bir ilke olup 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141. maddesinin 4. bendinde davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğuna açıkça işaret edilmiştir.

30. Türk hukuk öğretisinde dava ekonomisi olarak da anılan usul ekonomisi ilkesi, genel olarak boş yere dava açılmasını, yargılama sırasında gereksiz işlemlerin yapılmasını ve zor yöntemlerin seçilmesini önlemeye hizmet eder. Bunun yanı sıra anılan ilke, yargılamada emekten, zamandan ve masraftan mümkün olduğu ölçüde tasarruf edilmesine yönelik bir işlevi de yerine getirir. Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, ihlâl edilen hukuk düzeninin en az giderle, en kısa sürede ve en az zorlukla gerçekleştirilmesini ve boş yere davalar açılmasının önüne geçilmesini sağlamaya yönelik bir yargılama hukuku ilkesidir (Hanağası, s. 32). Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, yasalarda öngörülen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler (Yılmaz, Ejder, Usul Ekonomisi, AÜHFD, 2008, s. 243). Usul ekonomisi adaletin ucuz, çabuk ve isabetli olarak sağlanmasının temel kurallarındandır (HGK'nın 10.4.1991 tarihli ve 1991/15 E., 1991/202 K. sayılı kararı).

31. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hâkimin davayı aydınlatma görevi” başlıklı 31. maddesine göre, “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukukî açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.”

32. Hâkimin davayı aydınlatma ödevi olarak ifade edilen bu düzenleme ile doğru hüküm verebilmesi ve maddi gerçeğin bulunabilmesi amaçlanmıştır. Düzenlemede her ne kadar “açıklama yaptırabilir” denilmişse de, bunun, hâkimin davayı aydınlatması için bir “ödev” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü davayı aydınlatma ödevi sayesinde hâkim, iddia ve savunmanın doğru ve tam olarak anlaşılmasını sağlayacak ve bu şekilde doğru olmayan bir kararın verilmesini önleyecektir (Pekcanıtez, Hakan/ Atalay, Oğuz / Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukuku, 2011, 11. Bası, s. 248 vd). Görüldüğü üzere, hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. maddede, hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukukî açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir. Öte yandan HMK'nın 33. maddesi uyarınca hâkim Türk hukukunu re’sen uygular. Bu nedenledir ki, dava dilekçesinde davacının talebini dayandırdığı vakıalara uygun hukukî sebepleri dava dilekçesinin zorunlu unsurları arasında sayılmamıştır. Zira davacının dayandığı vakıalara uygun hukukî sebepleri hâkim kendiliğinden bulup uygulamakla yükümlüdür.

33. Yine Anayasa'nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Anayasa Mahkemesinin B. No: 2013/8896, 23/2/2016 tarihli Mohammed Aynosah kararından, § 33).

34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da; "Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ...konusunda karar verecek olan,...bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..." yönünde düzenleme bulunduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin başka bir kararında da "...Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilir (Anayasa Mahkemesinin 07.11.2013 tarihli ve 2012/791 B.N. kararı, § 52)" şeklinde tespitlere yer verilmiştir.

35. Dava çeşitleri HMK’nın 105 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukukî yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukukî yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukukî sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.

36. Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukukî yarar olmadığından söz edilemeyecek, alacağın istenmesinde hukukî yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.

37. Bu açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği hususunda; talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukukî yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukukî yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukukî yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukukî yararı ortadan kaldırmaz.

38. Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmi davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK'nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir.

39. Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (HMK m. 26) öncelikle, HMK'nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda mahkemece, açılmış olan dava, kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır.

40. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tarafından açılan davada, davalı şirkette görev aldığı tüm süreç boyunca kendisinin veya ekibinin devre mülk satışının miktarı ve bu satışların her birinden ne miktarda komisyon alması gerektiği dava dilekçesinde açıkça belirtilmiştir. Bu çerçevede yapılan devre mülk satış miktarı ile bu satışların her biri için ödenecek komisyon toplamı ile dava tarihinden önce ödenen bedel arasındaki farkın iş bu dava konusunu oluşturması sebebiyle somut olayda davalıdan tahsili talep edilen miktarın belirlenebilir nitelikte olması uyuşmazlık kapsamı dışında olup davacının dava açarken dava konusu alacakların miktarını belirleyebilmesi için uhdesinde gerekli veri ve bilgilerin bulunduğunun kabulü zorunludur. Hâl böyle olunca dava konusu edilen alacakların belirsiz alacak olmadığı açıktır.

41. Dava dilekçesinde davacı, davalı şirkette görev aldığı dönem boyunca kendisinin ve ekibinin gerçekleştirdiği devre mülk satışlarından bölge koordinatörü olduğu dönem için 1.600 TL prim ödenmesi, 05.02.2011 tarihinden itibaren ise koordinatör görevi verilmesi sebebiyle her bir devre mülk satışı için 1.750 TL prim ödenmesi hususunda anlaşıldığı, davacının ve ekibinin yapmış olduğu satışların neticesinde hak edilen primlerin bir kısmının ödenmesine rağmen asgari olarak 250.000 TL prim alacağının ödenmediği belirtilerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 50.000 TL bedel üzerinden belirsiz alacak davası açtığını bildirerek talepte bulunmuş, davasını belirsiz alacak davası olarak nitelendirmiştir.

42. Davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasına rağmen alacakların belirli olduğu sonucuna ulaşıldığından somut olayda belirsiz alacak davasının koşulları bulunmamakta ise de; alacağının ödenmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkânı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında eldeki davayı açmakta hukukî yararının bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Başka bir anlatımla alacağı olduğunu iddia eden davacının alacağının tahsili amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukukî yararı vardır. Zira davacı davalıdan olan alacağını istemektedir.

43. Bu itibarla alacağın tartışmasız veya belirli olması hâlinde kısmi dava açılamayacağına ilişkin HMK'nın 109. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olmasından, yeni düzenleme ile dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılmasında, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmeyeceğinin belirtilmiş olmasından dolayı belirli alacaklar için de artık kısmi dava açılması mümkün hâle geldiğine ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmasına, başka bir anlatımla davanın kısmi dava olarak görülmesi için gerekli koşulların somut olayda bulunmasına göre, davanın hukukî yarar yokluğundan reddedilmeyerek bir ara karar ile kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılması gerekir.

44. Bu yöndeki kabulün Anayasa'nın 141 ve HMK'nın 30. maddelerinde düzenlenen davaların en az giderle ve mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını öngören "usul ekonomisi" ilkesine de uygun olacağı, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hak arama özgürlüğüne ve mahkemeye erişim hakkına da hizmet edeceği açıktır.

45. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.

46. Ne var ki, Özel Dairece davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun olduğundan davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.03.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY    
11. Hukuk Dairesi

ESAS NO            : 2021/4318
KARAR NO         : 2022/5118

Y A R G I T A Y   İ L A M I

MAHKEMESİ            : İSTANBUL ANADOLU 9. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ                      : 10/03/2017
NUMARASI              : 2017/1009 - 2017/1009
DAVACI                    : M.M.G.
VEKİLİ                     : AV. Ş.A.
DAVALI                    : TARIM SİGORTALARI HAVUZ İŞLETMESİ A.Ş.
VEKİLİ                     : AV. F.Ü.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasındaki davada Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti'nce verilen 21.02.2017 gün ve 2017/İHK-602 sayılı karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için mahalline gönderilen dosyanın eksikliklerin giderilmesinden sonra gönderildiği anlaşılmakla, saklanmak üzere tevdi edildiği İstanbul Anadolu 9. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından temyiz incelemesi yapılmak üzere Dairemize gönderilmiş olup, dosya için Tetkik Hakimi Mehmet Atanur Yağmurcu tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkilinin Adana ili, Ceyhan İlçesi, Kurtkulağı ve Doruk köylerinde bulunan farklı ada/parsel numaralarına kayıtlı arazileri üzerindeki badem ağaçlarında oluşabilecek riskler için 21.01.2016 tarihinden başlamak üzere 6022.97, 6022123, 6021.86, 6022352 ve 6022.01 sayılı Devlet Destekli Bitkisel Ürün Sigorta Poliçeleri ile sigortalattığını, 17-18 Mart 2016 tarihlerinde oluşan don sebebi ile teminat kapsamında bulunan badem ağaçlarının zarara uğradığını ve ağaçların veriminin yaklaşık 4,4 kg düştüğünü, bu hususun sigorta şirketince yapılan ekspertiz raporu ile sabit olduğunu, 25.03.2016 tarihinde sigorta şirketine zararın karşılanması için başvuruda bulunduğunu, ancak sigorta şirketince zararın teminat kapsamı dışında kaldığını belirtmek suretiyle 30.03.2016 tarihinde red edildiğini, sigorta şirketince yapılan ekspertiz raporları verilmemesi nedeniyle ihtarda bulunulduğunu, sigorta şirketince verilen cevabı ihtarnamede ağaçların küçük meyve döneminde olduğu ve don hasarı kaynaklı bir etkilenmenin olmadığı, verim düşüklüğünün kış donları kaynaklı meyve gözlerinin etkilenmesi nedeniyle oluştuğu şeklinde ilk teminat dışı kalma gerekçelerinden farklı gerekçelerde bulunduklarını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 50.000,00 TL tutarındaki sigorta tazminatının 07.06.2016 ihtarname tebliğ tarihinden itibaren işletilecek avans faizi ile birlikte davalı Tarım Sigortaları Havuzu A.Ş. (TARSİM) tarafından tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, sigortalı tarafından 6022.97, 6022.23, 6021.86, 6022352 ve 6022.01 sayılı poliçeler için 11.03.2016 tarihinde don hasarı olduğu gerekçesiyle 25.03.2016 tarihinde acenteye başvurulduğunu, 28.03.2016 ve 29.03.2016 tarihinde ilgili acente tarafından hasar ihbarında bulunulduğunu ve 30.03.2016 tarihinde yerinde tespit yapıldığını, sigortalının hasar tespiti için gelen eksperlere kendi arazisi olduğunu belirttiği tek bir araziyi göstererek 5 poliçenin de bu araziye ilişkin olduğunu beyan ettiğini, ancak poliçenin 3 adedinin Kurtkulağı Köyünde, 2 adedinin de Doruk Köyünde olduğunu, eksperlere gösterilen yerin koordinatları ile poliçelerdeki koordinatların uyuşmaması üzerine ihbarların reddedildiğini, sadece Doruk Köyündeki arazilerini gösterdiğini, bütün poliçelere ait arazinin olduğunu beyan etmesi nedeniyle Kurtkulağı köyünde hasar tespiti yapılmadığını, belirtilen tarihlerde de Ceyhan İlçesinde bir don hasarının gerçekleşmediğini, mart ayında sigortalı dışında herhangi bir hasar ihbarı yapılmadığını, meyvelerde don hasarına bağlı belirtilerin olmadığını, teminat başlamadan önce oluşan kış donlarından kaynaklı verim kayıplarının Devlet Destekli Bitkisel Ürün Sigortası Genel Şartları A.9. Sigorta Teminatının Başlangıcı ve Sonu başlıklı maddesinin A.9.1.2 gereğince fenolojik olarak ilk çiçeklenme evresine girmesinden sonra teminatın başlayacağı düzenlendiğinden verim kayıplarının tazminin mümkün olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakem Heyetince, tüm dosya kapsamına göre, başvuru sahibine ait tarımsal üründe don zararı oluştuğu ve meydana gelen zararın 33.826,00 TL tutarında olduğu gerekçesiyle başvurunun kısmen kabulü ile 33.826,00 TL tutarındaki sigorta tazminatının 07.06.2016 tarihinden itibaren işletilecek avans faizi ile birlikte aleyhine başvuru yapılan sigorta şirketinden alınarak başvuru sahibine ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

Karara karşı taraf vekillerince yapılan itiraz uyarınca İtiraz Hakem Heyetince, başvuranın Sigorta Tahkim Komisyonuna başvurmadan önce, TARSİM'e gönderdiği 30.05.2016 tarihli ihtarnamede meydana gelen zararın riziko kapsamında kabul edilerek, poliçede belirtilen hesap kalemleriyle hesaplama yapıldığı, oluşan zararın toplamının 1.080.053,24 TL olduğunun ihtar edildiği, ayrıca başvuran tarafından verilen 24.11.2016 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilkeçesinde de aynı hesaplamayı yaptığı ve 1.080.053,24 TL olduğunun üzerinde durulduğu, başvuru sahibi söz konusu davayı açarken alacağını tam ve kesin olarak hesaplayabilir nitelikte olduğundan başvurusunu belirsiz alacak davası şeklinde açmasında hukuki yararının bulunmadığı, hukuki yararda dava şartı olduğundan hakemin dava şartı yokluğundan usulden reddi gerektiği ve yokluğunun sonradan giderilebilecek bir dava şartı niteliğinde olmadığı gerekçesiyle başvuru sahibi Mehmet Murşit Güllüoğlu'nun itirazlarının reddine ve sigorta şirketi Tarım Sigortaları Havuz İşletmesi A.Ş.'nin itirazının re'sen kabulüne, 21.12.2016 tarihli, 2016/k. 37010 sayılı Uyuşmazlık Hakem Heyeti Kararının kaldırılmasına, başvurunun belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararı bulunmadığından, dava şartı eksikliği nedeniyle başvurunun usulden reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, taraflar arasında düzenlenen Devlet destekli Bitkisel Ürün Sigorta Poliçesine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, Uyuşmazlık Hakem Heyetince başvuru sahibine ait tarımsal üründe don zararı oluştuğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karara karşı taraf vekillerinin itirazı üzerine İtiraz Hakem Heyetince, başvuru sahibinin hem Tahkime başvuru öncesinde davalı sigorta şirketine gönderdiği ihtarnamede hem de Hakem Heyetince alınan bilirkişi raporuna karşı vermiş olduğu itiraz dilekçesinde meydana gelen zararı poliçede belirlenen hesap kalemleriyle hesaplaması neticesinde zarar toplamını tam ve kesin nitelikte belirlemiş olması nedeniyle başvurusunu belirsiz alacak davası olarak açmasında hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davalı şirketin itirazının re’sen kabulüyle Hakem Heyeti kararının kaldırılarak hukuki yarar dava şartı eksikliği nedeniyle başvurunun usulden reddine karar verilmiştir.

6100 sayılı H.M.K. 33. maddesinde "Hakemin, Türk Hukukunun re'sen uygulayacağı", HMK 107/1. maddesinde "davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde alacaklının, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değer belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği", HMK 109/2. maddesinde düzenlenen kısmi dava açma yasağına ilişkin hükmün davadan önce 01.04.2015 tarih ve 6444 sayılı Yasa'nın 4. maddesi ile yürürlükten kaldırılması sonucu dava tarihi itibari ile kısmi dava açmanın mümkün olduğu, HMK- 115/2 maddesinde "mahkemenin dava şartı noksanlığını tesbit etmesi halinde davanın usulden reddine karar verileceği", HMK 115/3. maddesinde de, "dava şartı noksanlığı mahkemece davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse dava şartı noksanlığından ötürü davanın usulden reddedilmeyeceği " düzenlenmiştir.

Bu açıklamalar kapsamında somut uyuşmazlığa bakıldığında, 22.07.2016 dava tarihinde başvuru sahibi vekilince, tarımsal ürünlerinde 17-18 Mart 2016 tarihleri arasında meydana gelen don nedeniyle poliçe teminat kapsamında bulunan badem ağaçlarının zarara uğradığı iddiasıyla fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 50.000,00 TL değer gösterilmek suretiyle belirsiz alacak davası açılmış, davalıda başvurunun reddini savunmuş, Hakem Heyetince verilen kısmi kabul kararına karşı itiraz neticesinde İtiraz Hakem Heyetince başvurunun hukuki yarar şartı eksikliği nedeniyle usulden reddine karar verilmiş, oysa, dava belirsiz alacak davası olarak açılmakla birlikte HMK 107/1. maddesinde düzenlenen koşulların bulunmaması nedeniyle alacak belirli bulunduğundan, davanın belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün değil ise de, zararının tazmin edilmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında zararının tazmini amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukuki yararı vardır. Dava tarihi itibariyle belirli alacaklar içinde artık kısmi dava açılması mümkün hale geldiğinden ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmış olması nedeniyle İtiraz Hakem Heyetince davanın kısmi eda davası olduğunu kabul edip işin esasına yönelik itiraz incelenmesinde bulunması gerekirken yanlış ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetinin 21.02.2017 gün ve 2017/İHK-602 sayılı kararının BOZULMASINA, dava dosyasının Sigorta Tahkim Kurulu İtiraz Hakem Heyeti’ne gönderilmek üzere yerel mahkemesine iadesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 21/06/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

Başkan Vekili                     Üye                  Üye                    Üye                         Üye
Refik Cemal HANEDAN    D. İ. TOROS     M. DURGUN     Dr. O. SEKMEN      Ş. KAZDAL
                                                                                                                             (M)

MUHALEFET ŞERHİ

Uyuşmazlık, şartları oluşmadığı halde belirsiz alacak davası şeklinde açılan davanın hukuki yarar dava şartı yokluğundan reddedilip reddedilemeyeceği yahut davaya kısmi dava olarak bakılıp bakılamayacağında temerküz etmektedir.

Belirsiz alacak davası hukuk sistemimize ilk kez 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile girmiştir. HMK'nın 107. maddesinde belirsiz alacak davası açılmasının şartları düzenlenmiştir.

Niteliği itibariyle bir eda davası olan belirsiz alacak davasında tam eda davasından farklı olarak dava dilekçesinde tespit edilebildiği ölçüde geçici bir talep sonucunun belirtilmesi yeterlidir.

Belirsiz alacak davasının amaçlarından birisi, davanın başında talep sonucunu tam olarak belirleyemeyen davacının yüksek yargılama giderine mahkum olma riskinin giderilmesidir. Dava açarken alacak miktarını tam olarak bilemeyen ve bu nedenle talep sonucunu tam olarak yazamayan davacı, talep sonucunu yüksek tutarsa, alacağının kabul edilmeyen bölümü için, davada haksız çıkmış olacak ve bu miktar için yüksek bir yargılama giderine mahkum edilebilecektir. Belirsiz alacak davası, davacının alacağını tahkikat aşamasında belirlenmesinden sonra, belirlemesi ve talep etmesine imkan tanıyarak bu riski ortadan kaldırmaktadır.

Belirsiz alacak davası ile davacı yanlış ya da düşük talepte bulunma riskinden de kurtulmuş olacaktır. Davacı yüksek yargılama giderlerinden korkarak talebini az ileri sürerse, maddi hukuk açısından haklı olduğundan daha az bir alacağa sahip olacaktır.

Belirsiz alacak davası, kısmi davanın ardından talep sonucunun artırılması halinde zamanaşımı süresinin dolması riskini de bertaraf etmektedir. Zamanaşımı süresi, belirsiz alacak davasının açılması ile tüm alacak için kesildiğinden, davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması riski bulunmamaktadır.

Belirsiz alacak davası, davacının gereksiz masraf yapmasına, ikinci bir dava açmasına ve çelişik hüküm verilmesine engel olmaktadır. Bu aslında usûl ekonomisine de uygundur. Böylelikle ikinci bir dava açılmasına ya da aynı davada ıslah yoluna başvurulmasına gerek kalmamakta, dolayısıyla zaman ve masraf yönünden tasarruf sağlamaktadır.

Talep sonucunun belirli olması, alacağın dava açılırken belirlenebildiği hallerde zorunlu bir unsur olarak aranmalıdır. Buna karşılık, alacağın belirlenemediği hallerde davacıdan mutlaka talep sonucunu belirlemesi beklenmemelidir. Ancak bu sayede usûl hukukunun amacı olan subjektif hakların gerçekleşmesi sağlanabilir.

Belirsiz alacak davasının kabul edilmesinin bir başka nedeni, alacaklının dava açarken talep sonucunu tam olarak belirleyemediği hâllerde, davacıya hakka ulaşmasını sağlayan bir imkân tanınmam istenmesidir. Bu durum özellikle maddi tazminat davalarında ortaya çıkmaktadır.

Belirsiz alacak davası bu gibi hallerde alacaklının dava dilekçesinde alacağını belirlemek yerine, dava açarken belirleyebildiği kadarını talep ederek, geri kalan kısmını daha sonra belirlenebildiği zaman isteyebilme imkânını tanımaktadır. Usûl hukuku maddi hukuka hizmet etmelidir. Belirsiz alacak davası usûl hukukundaki talep sonucunun mutlaka belirli olmasının istisnasıdır ve böylelikle maddi hukuka ilişkin hakların tam olarak elde edilebilmesini ve usûl hukukundaki şeklilik sebebiyle hak kaybının önlenmesini sağlamaktadır.

Belirsiz alacak davası genel olarak hak arama özgürlüğü önündeki engelin de kaldırılmasını sağlamaktadır. Zira dava açarken alacağını belirleyemeyen davacı, belirsiz alacak davası sayesinde herhangi bir sınırlama olmaksızın hakkını dava edebilmekte ve elde edebilmektedir. Bu aynı zamanda etkin hukuki korumanın da bir gereğidir.

Belirsiz alacak davasının bütün olumlu yönlerine rağmen, aslında tam bir eda davası olarak açılabilecek davaların şartları mevcut olmadığı halde belirsiz alacak davası olarak açılmasına izin verilmemesi gerekmektedir. Zira belirsiz alacak davası asıl olarak alacaklının menfaati esas alınarak kabul edilmiş bir davadır. Bu açıdan davalı tarafa getirdiği bazı olumsuzlukları mevcuttur.

Davalı taraf talep sonucunu tam olarak bilemediğinden savunma hakkını kısıtlı olarak kullanabilmektedir. Tahkikat boyunca davacının talep sonucu değişebileceğinden, sulh olma, davayı kabul yönünden ciddi sorunlar bulunmaktadır. Bu nedenle Kanun'daki şartların mevcut olmadığı hallerde belirsiz alacak davasının açılmasına izin verilmemelidir (Bkz: Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ, Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 15, Özel Sayı 2013 s. 933-968).

Belirsiz alacak davasının şartları HMK md. 107'de belirtilmiştir. Buna göre; talep sonucunun belirlenmesinin imkansız veya davacıdan beklenemeyecek olması gerekir. Bu imkansızlık alacaklının kim olduğuna göre, onun subjektif niteliklerine göre değişkenlik göstermeyen objektif bir imkansızlıktır. Alacaklı hukuki ilişkiyi somut olarak ortaya koymalıdır. Başka bir anlatımla belirsiz alacak davası açan davacı talep sonucunu dayandırdığı tüm vakıaları eksiksiz olarak belirlemelidir. Madde de belirtilen hukuki ilişkiden maksat talep sonucunun dayandığı tüm vakıalardır. Bundan başka alacaklı dava dilekçesinde geçici talep sonucunu da belirtmelidir.

Yukarıda da değinildiği üzere belirsiz alacak davası niteliği itibariyle bir eda davası olmakla birlikte tam eda davasından davanın yürütülmesi ve karara bağlanması açısından önemli farklılıkları bulunmaktadır. İddiayı genişletme yasağı engeline takılmadan ve karşı tarafın rızası ile ıslaha ihtiyaç duymadan talep sonucunun artırılabilmesi, alacağın tamamı için davanın açıldığı andan itibaren faize hükmedilebilmesi, alacağın tamamı için davanın açıldığı anda zamanaşımının kesilmesi belirsiz alacak davasını tam eda davasından ayıran önemli farklılıklardandır.

Yukarıda amacı, şartları ve tam eda davasından farkları ayrıntılı bir şekilde açıklanan belirsiz alacak davası nitelik olarak bir eda davası ise de, genel eda davasına oranla istisnaî nitelikte bir dava olduğunun unutulmaması gerekir. Mahkeme belirsiz alacak davasının istinaîlik niteliğini daima göz önünde bulundurmalıdır. Dolayısıyla mahkemeye yöneltilen her eda talebinin, belirsiz alacak davası şekilde açılması mümkün değildir.

Kanunda öngörülen şartlar mevcut olmadığı halde belirsiz alacak davası açılması halinde, mahkemenin davacıya HMK 119/2 hükmüne göre süre vermesi mümkün değildir. Zira HMK m. 119/2 hükmünün uygulanabilmesi için dava dilekçesinin zorunlu unsurlarında bir eksikliğin bulunması gerekir. Oysa belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açılan hallerde, davacı dava dilekçesinde talep sonucunu belirttiğine göre, m. 119/2 hükmünün uygulanmasını gerektiren bir eksiklikten söz edilemez.

Şartları oluşmadığı halde belirsiz alacak davası açılan hallerde, mahkemenin m. 115/2 hükmüne göre de davacıya süre vermesi mümkün değildir. Zira m. 115/2 hükmü, tamamlanması mümkün olan dava şartı noksanlıklarında uygulanabilecek bir hükümdür. Alacak belirli olduğu için mahkemenin süre vermesi halinde alacak belirsiz hale gelecek de değildir. Belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yarar yoktur. Çünkü kanun belirsiz alacak davası açılmasında hukuki yararı, onun koşullarının gerçekleşmiş olmasında görmüştür. Dolayısıyla ancak bu koşulların gerçekleşmesi halinde davacının tam eda davasında sahip olmadığı bazı avantajlardan yararlanabilmesi mümkün olacaktır.

Hukuki yarar davanın açıldığı ana göre tespit edilir. Bundan dolayıdır ki davanın açıldığı anda noksan olan hukuki yararın sonradan tamamlanması da mümkün değildir. Mahkemenin koşullarını taşımayan bir belirsiz alacak davasındaki hukuki yarar noksanlığını gidermesi ve davayı başka bir davaya dönüştürmesi için davacıya süre vermesi söz konusu olamaz. Mahkemenin böyle bir yola başvurması tarafa yol göstermek (m.36/1-a) anlamına geleceği gibi hakimin ihsası reyde bulunması (m.36/1-b) anlamına da gelebilir ve bu durumlar hakimin reddi sebebi teşkil eder. Yine bu şekilde davranış açmak davacının aslında istemediği bir davayı açmaya zorlamak anlamına geleceğinden tasarruf ilkesine (m.24/2), davacının söylemediği bir şeyi (alacağın belirli olduğunu) veya vakıaları hakim kendiliğinden dikkate almış olacağından taraflarca getirilme ilkesine (m. 25/1) ve davacının talep etmediği bir hususu re'sen gözetmiş olacağından taleple bağlılık ilkesine (m.26) de aykırılık teşkil edecektir.

Şartlar oluşmadan açılan belirsiz alacak davasının, hakimin davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde tam eda davasına dönüştürülmesi de mümkün değildir. Mahkemenin davayı aydınlatma ödevini gerekçe göstererek, talebini tam eda davasına dönüştürmesi için davacıya süre vermesi söz konusu olamaz. Davacının talebi, çelişkili ya da müphem olmadığına göre, burada hakimin davayı aydınlatma görevine ilişkin hükmün (m.31) uygulanmasını gerektiren bir durum yoktur.

Şartlar oluşmadan açılmış olan bir belirsiz alacak davasının yukarıda belirtilen gerekçelerle mahkemece kendiliğinden tam eda davası olarak kabul edilmesi de mümkün değildir. Zira davacının iradesi tam eda davası açmak değil belirsiz alacak davası açmaktır. Mahkeme kendiliğinden davacının iradesinin yerine geçerek ona yol gösterici davranışlarda bulunamaz. Ayrıca belirli bir alacak için açılmış olan böyle bir davaya kısmi davanın şartlarını taşımayacağı için kısmî dava olarak da devam edilemez.

Sonuç olarak, HMK m. 107 hükmünde belirtilen koşulları taşımadığı halde belirsiz alacak davası şeklinde dava açılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Hukuki yarar m. 114 hükmüne göre dava şartı teşkil etmektedir. Dava şartı olan hukuki yararın m. 115/2 hükmüne göre mahkemece süre verilerek tamamlanması da mümkün değildir. Bu nedenle, şartları oluşmadan belirsiz alacak davası şeklinde açılan davanın, dava şartı noksanlığı nedeniyle mahkemece usulden reddedilmesi gerekir (Yrd. Doç. Dr. Kudret ASLAN, Yrd. Doç. Dr. Leyla AKYOL ASLAN, Yrd. Doç. Dr. Taylan Özgür KİRAZ, Koşulları Oluşmadan Açılan Belirsiz Alacak Davasında Mahkemece Verilecek Karar, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C.16 Özel Sayı 2014 s. 975-1024 - Prof. Dr. Ejder YILMAZ, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi CİH 2 s. 1594).

Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan bilgiler ışığında somut uyuşmazlığa gelirsek, dava konusu alacağın belirli ve belirlenebilir olduğu hususunda sayın çoğunlukla aramızda görüş farklılığı yoktur. Kuşkusuz vakıaları dercetme davacının, onları niteleyip yorumlamak ise hakimin görevidir. Ancak davacı taraf dava dilekçesinde davasını açıkça belirsiz alacak davası olarak açtığını beyan etmiş ve iradesini bu şekilde açıklamıştır. Yukarıda da bahsedildiği üzere burada artık hakim davacının iradesinin yerine geçip davacıyı açmadığı bir davaya yönlendirme yetkisine sahip değildir. Bu durumda yukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yönündeki Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına hükmetmek gerekirken aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

ŞABAN KAZDAL
Üye