BELİRSİZ ALACAK DAVASININ ŞARTLARINI TAŞIMAYAN DAVA, SÜRE VERİLMEKSİZİN HUKUKÎ YARAR YOKLUĞUNDAN REDDEDİLMELİDİR.
T.C.
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2022/6872
KARAR NO : 2022/17896
TÜRK MİLLETİ ADINA
Y A R G I T A Y İ L A M I
MAHKEMESİ : Ankara 30. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 08.03.2022
NUMARASI : 2022/496 - 2022/505
DAVACI : M.P. VEKİLİ AVUKAT S.E.
DAVALI : SAĞLIK BAKANLIĞI VEKİLİ AVUKAT A.H.S.
DAVA TÜRÜ : ALACAK
İLK DERECE
MAHKEMESİ : Ankara 44. İş Mahkemesi
TARİHİ : 19.10.2021
NUMARASI : 2021/595 - 2021/609
Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesinin 20.05.2021 tarihli ve 2020/301 Esas, 2021/250 Karar sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın; davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesinin 17.09.2021 tarihli ve 2021/2231 Esas, 2021/2120 Karar sayılı kararı ile kaldırılmasına ve dosyanın İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesince kaldırma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda, hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; davacı asılın davalı Sağlık Bakanlığına bağlı işyerinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında çalışmaktayken 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (696 sayılı KHK) hükümlerine göre 02.04.2018 tarihinde sürekli işçi kadrosuna geçirildiğini, davalı Bakanlık ile davacı arasında sürekli işçi kadrosuna geçirilirken imzalanan belirsiz süreli iş sözleşmesinde asgari ücretin belirli bir oran fazlasının davacının ücreti olarak öngörüldüğünü, sözleşme hükmüne göre ücretin her yıl asgari ücretin belirli bir oran fazlası olarak belirlenmesi gerekmesine karşın 2019 yılından itibaren sözleşmeye aykırı olarak davacının ücretine sadece %4 oranında ücret zammı uygulanmak suretiyle eksik ödeme yapıldığını, 2018 yılına ait ödenmeyen 5 günlük ikramiye fark alacağının da bulunduğunu ileri sürerek davacının eksik ödemeden kaynaklı fark ücret, ikramiye ve ilave tediye alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; zamanaşımı def'inde bulunduklarını, kadroya geçiş sonrası Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanan toplu iş sözleşmesi dikkate alınarak ücretin belirlendiğini, davacının asgari ücretin belirli bir oranda fazlasını almasını gerektirir bir iş sözleşmesi bulunmadığını, hukuka aykırı bir uygulamanın söz konusu olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının belirtildiği, uyuşmazlık konusu alacaklar bakımından davacının toplu iş sözleşmesinden yararlanabileceği tarihi, çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını, ödenmesi gereken fark ücret alacağı, ilave tediye, akdi ikramiye tutarlarını davasına dayanak yaptığı iş sözleşmesi hükümleri ve yasal düzenlemeler çerçevesinde belirleyebilecek durumda olduğu, Yargıtayın emsal içtihatları da dikkate alındığında dava konusu alacakların belirsiz alacak olmadıkları gerekçesiyle hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Davacı vekili; davanın kısmi dava şeklinde görülmesi gerektiğini, verilen usulden ret kararının hatalı olduğunu, hukuki dinlenilme ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini belirterek İlk Derece Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi istemi ile istinaf yoluna başvurmuştur.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"...
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, taleplerin belirsiz alacak davası olarak ileri sürülmesinde hukuki yarar bulunup bulunmadığı noktasındadır.
Somut olayda davacı tarafın iddiasının, davalı tarafın cevabının, taraflarca ibraz edilen ve mahkemece celp edilen kayıt ve belgelerin bir bütün halinde Dairemizce dosya üzerinden yapılan incelemesi sonucunda, davacı vekili tarafından ibraz edilen dava dilekçesinde, davanın belirsiz alacak davası türünde açıldığı ifade edilmiş olup ileri sürülen alacaklar bakımından; talep içeriğinden de anlaşıldığı üzere, davacı taraf çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücretin miktarını, ödenmesi gereken fark ücret alacağı, ilave tediye ve akdi ikramiye tutarlarını davasına dayanak yaptığı iş sözleşmesi hükümleri ve yasal düzenlemeler çerçevesinde belirleyebilecek durumdadır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin uygulaması ve içtihatları da dikkate alındığında, uyuşmazlık konusu alacakların belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle, davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi isabetli olup davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddi gerekmiştir. ..." gerekçesiyle oy çokluğu ile davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; istinaf dilekçesinde ileri sürülen gerekçelerin yanında Bölge Adliye Mahkemesinin kaldırma kararından sonra davanın usulden reddine karar verilmesinin kabul edilemeyeceğini, dava dilekçesinde talep edilen 2018 yılı Temmuz ayına ilişkin fark ikramiye alacağı ile ilgili değerlendirme yapılmadığını belirterek Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi için İlk Derece Mahkemesi kararının bozulması istemi ile temyiz yoluna başvurmuştur.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık; sürekli işçi kadrosuna geçirilen davacının, kadroya geçişte düzenlenen belirsiz süreli iş sözleşmesi hükümlerine göre ücretinin tespiti ile fark ücret, ikramiye ve ilave tediye alacak taleplerini içeren davanın belirsiz alacak davası olarak açılıp açılamayacağı noktasındadır.
2. İlgili Hukuk
1.2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 13 ve 36 ncı maddeleri ile 148 inci maddesinin dördüncü fıkrası ve 153 üncü maddesinin altıncı fıkrası.
2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 24, 25, 26, 31, 33, 36, 106, 114, 115 ve 119 uncu maddeleri ile 369 uncu maddesinin birinci fıkrası, 370 ve 371 inci maddeleri.
3. 6100 sayılı Kanun'un "Belirsiz alacak davası" kenar başlıklı 107 nci maddesi şöyledir:
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)”
4. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 158 inci maddesi.
5. 696 sayılı KHK ile 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye eklenen geçici 23 üncü madde.
6. Anayasa Mahkemesinin 09.06.2016 tarihli ve 2014/819 Başvuru numaralı Muammer Tatar kararı; 10.02.2021 tarihli ve 2018/2784 Başvuru numaralı Bişar Yusufoğlu kararı; 22.02.2022 tarihli ve 2019/12190 Başvuru Numaralı İsmail Avcı kararı.
7. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 03.05.2022 tarihli ve 59914/16 Başvuru numaralı Nalbant ve Diğerleri/Türkiye kararı.
8. İsviçre Federal Mahkemesinin 15.06.2020 tarihli ve 4A_502/2019 sayılı kararı; Zürih Kantonu Yüksek Mahkemesinin 20.10.2015 tarihli ve LB150038 sayılı kararı.
3. Değerlendirme
1. Bölge Adliye Mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Dairemiz uygulamasına göre belirsiz alacak davasında, davanın açıldığı tarih itibarıyla uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenememesinden anlaşılması gereken; davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi ya da objektif olarak imkânsız olmasıdır. Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, iddianın ispata muhtaç olması ve bilirkişi raporu alınması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. İş yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz konusu olmakla alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı değerlendirilmeli ve şartları taşımayan davanın usulden reddine karar verilmelidir (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 14.09.2020 tarihli ve 2016/26476 Esas, 2020/7547 Karar sayılı; 31.05.2022 tarihli ve 2022/5909 Esas, 2022/6892 Karar sayılı; 09.02.2022 tarihli ve 2022/829 Esas, 2022/1542 karar sayılı kararları). İşçilik alacaklarının hangi hâllerde belirsiz, hangi hâllerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu, 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 Esas, 2017/5 Karar sayılı kararı).
3. Anayasa Mahkemesinin İsmail Avcı, Başvuru No:2019/12190, 22.02.2022 tarihli kararında ise başvurucunun şartları oluşmadan açtığı belirsiz alacak davasının dava şartı yokluğundan reddedilmesinin -usul hukukundaki imkânlar gözetildiğinde- başvurulabilecek son çare olmadığı, davanın hukuki yarar yokluğundan reddi suretiyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
4. Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında, belirsiz alacak davasında davacının hukuki yararının bulunmadığını belirtmenin güç olduğuna değinildikten sonra usulden ret kararı verilmeden önce başvurulacak usuli imkânların mevcut olduğu, şartları bulunmadığı hâlde belirsiz alacak davası olarak açılan davada 6100 sayılı Kanun’un hâkimin belirsiz veya çelişki gördüğü hususları açıklatma yetkisini haiz olduğunu düzenleyen 31 inci maddesi ile dava dilekçesinde talep sonucunun eksik olması hâlinde hâkimin davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre vereceğini öngören 119 uncu maddesi ve dava şartı noksanlığının giderilmesinin mümkün olması durumunda bunun tamamlanması için kesin süre verileceği yönündeki 115 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmünün uygulanması gerektiği belirtilmektedir.
5. Belirsiz alacak davasının usulden reddinden önce başvurulması gerektiği belirtilen 6100 sayılı Kanun’un anılan hükümlerinin söz konusu usuli sorunun çözümünde uygulanma olanağı olup olmadığı önem arz etmektedir. Bu bağlamda belirtilen usul kurallarının Kanun’un amacı ve benimsediği sistematiğe uygun şekilde yorumlanması gerektiği açıktır. Bununla birlikte öncelikle ifade etmek gerekir ki belirtilen usul kurallarının yorumlanması derece mahkemelerinin ve içtihat mahkemesi olan Yargıtayın görev alanına girmektedir. Çünkü bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesinin bir temel hak ihlali iddiasını sadece Anayasa ve temel haklar açısından incelemesine olanak sağlayan bir hukuki çaredir. Anayasa’nın 148 inci maddesinin dördüncü fıkrasında ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49 uncu maddesinin altıncı fıkrasında belirtildiği üzere, kanun yolu denetiminde gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bu nedenle bir yargılamada usul meseleleri hakkında karar verilmesi, maddi vakıaların ortaya konması ve değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve somut uyuşmazlığa uygulanması Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.
6. Anayasa Mahkemesinin İsmail Avcı başvurusuna ilişkin kararında yaptığı değerlendirmeler, esasen münhasıran kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlar olup bireysel başvuru yolunda riayet edilmesi gereken inceleme kapsamında değildir (Mehmet Emin Alpaslan, Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru ve Kararların Medenî Usûl Hukukuna Etkileri, İstanbul, 2022, s.389 vd. ve özellikle s.393, dn.1573).
7. Anayasa Mahkemesi kararları hüküm fıkrası ve gerekçesi dâhil olmak üzere bağlayıcı olmakla birlikte, bu özel bağlayıcı etki sınırsız değildir. Anayasa Mahkemesi kararlarının özel bağlayıcı etkisi Anayasa’nın yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin meselelerle sınırlı olup bu etki, münhasıran kanun yolunda gözetilmesi gereken alelade kanun hükümlerinin yorumlanması bakımından geçerli değildir. Zira Anayasa Mahkemesi, genel yetkili en üst derece mahkemesi olmayıp özel bir mahkemedir ve vazifesi de anayasa hukuku meseleleri ile sınırlıdır. Bu nedenle yukarıda ifade edildiği üzere, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinin kapsamını aşan, alelade kanun hükümlerinin uygulanmasına ilişkin olan ve münhasıran kanun yolunda gözetilmesi gereken söz konusu değerlendirmelerin bağlayıcı etkisinden söz edilemez. Usul hukuku kuralları çerçevesinde kabulü mümkün görünmeyen söz konusu değerlendirmeler, Yargıtay ve derece mahkemeleri bakımından Anayasa’nın 153 üncü maddesinin altıncı fıkrasında öngörülen bağlayıcılıktan istifade edemez. Hatta belirsiz alacak davasının niteliğiyle bağdaşmayan bu değerlendirmelerin Yargıtay ve derece mahkemelerince kabulü, mevzuatın açıklığı karşısında kanuna aykırı ve hatta keyfî bir uygulama dahi oluşturabilecektir (Alpaslan, s.561-562, dn.2324).
8. Anayasa Mahkemesi kararlarına bahşedilen bu özel bağlayıcı etkinin gücü ve önemi, bireysel başvuru yolu incelemesinin kapsamının aşılmamasına azami hassasiyet gösterilmesini de gerektirmektedir. Zira Anayasa Mahkemesinin; yetkili olmadığı, sadece derece mahkemelerinin yetkisine giren ve münhasıran kanun yolunda incelenebilecek olan bir konuda karar vermesi, derece mahkemelerinin yetki alanlarına müdahale teşkil edeceği gibi kanunların kanun koyucunun öngörmediği bir şekilde uygulanmaya başlanması tehlikesini de beraberinde getirecektir (Alpaslan, s.393).
9. Kaldı ki belirsiz alacak davasında aranan hukuki yararın mevcut olup olmadığı ile şartları bulunmadığı hâlde belirsiz alacak davası olarak açılan bir davada 6100 sayılı Kanun’un 31, 115 ve 119 uncu maddelerinin uygulanması gerektiğine ilişkin Anayasa Mahkemesince yapılan yorumlar, aşağıda açıklanacağı üzere sözü edilen düzenlemelere uygun düşmemektedir.
10. 6100 sayılı Kanun'un İlgili Hukuk kısmında yer verilen 107 nci maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası, davacının dava açtığı anda miktar veya değerini tam ve kesin olarak belirleyemediği alacağının tümünün hüküm altına alınması amacıyla açtığı bir dava türüdür (Hakan Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası (HMK m.107), Ankara 2011, s.59; Cemil Simil, Belirsiz Alacak Davası, İstanbul, 2013, s.23, 111). Söz konusu dava, başlangıçta miktarı bilinmese de niteliği itibarıyla tam eda davasıdır (Pekcanıtez, s.31; Simil, s.23, 111).
11. Belirsiz alacak davası açılmak suretiyle davacıya hem maddi hukuka hem de usul hukukuna ilişkin pek çok imkân tanınmaktadır. Söz konusu imkânlar dikkate alındığında davacı ile davalı arasındaki dengenin, davacı lehine bozulduğu görülmektedir. Özellikle usul hukukuna ilişkin sonuçları göz önünde bulundurulduğunda, belirsiz alacak davasının silahların eşitliği ilkesi ile çeliştiği de söylenebilir (Murat Atalı, İbrahim Ermenek, Ersin Erdoğan, Medenî Usûl Hukuku, Ankara, 2022, s.331). Bu nedenle belirsiz alacak davasının talep sonucunu tam ve kesin olarak belirleyemeyenlere (rakamlandıramayanlara) tanınmış, istisnai bir dava türü olduğu kabul edilir. Belirsiz alacak davası, sadece davanın açıldığı anda alacağının miktarının kesin olarak belirlenmesinin imkânsız veya bunun davacıdan beklenemeyecek olması durumunda açılabilir. Bunun dışındaki hiçbir neden belirsiz alacak davasının açılmasına imkân tanımamaktadır (Simil, s.86-87).
12. Dava şartı, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi ve esasa ilişkin bir hüküm verebilmesi için gerekli şart olarak tanımlanmaktadır Hukuki yarar da açıkça 6100 sayılı Kanun'un 114 üncü maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde genel dava şartları arasında sayılmıştır. Hukuki yarar, dava ikamesiyle mahkemeye yöneltilen talebin esası hakkında incelemede bulunulabilmesi ve esasa ilişkin karar verilebilmesi için varlığı aranan olumlu bir dava şartı olarak kabul edilmektedir (Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Sema Taşpınar Ayvaz, Emel Hanağası, Medenî Usul Hukuku, Ankara 2022, s.332, 338; Hakan Pekcanıtez, Muhammet Özekes, Mine Akkan, Hülya Taş Korkmaz, Medeni Usûl Hukuku, Cilt II, İstanbul, On Beşinci Baskı, 2017, s.927, 947). Dava hakkı, Anayasa'nın 36 ncı maddesi gereğince herkese tanınmış anayasal temel bir haktır. Bununla birlikte dava hakkına sahip olmak, davada hukuki yararın varlığını göstermez. Zira bir dava şartı olarak hukuki yararın varlığını kabul etmek için davacının, mevcut hukuki durumunu değiştirecek ve iyileştirecek bir hükme ihtiyaç duyması gerekir (Emel Hanağası, Davada Menfaat, Ankara, 2009, s.155, 344). Davacının bu ihtiyacı kişisel, güncel ve hukuki nitelikte olmalıdır. Hukuki yararı dava şartı olarak düzenleyen 6100 sayılı Kanun'un 114 üncü maddesinin gerekçesinde de bu husus açıkça vurgulanmıştır.
13. Dava açmakta hukuki yararı olmayan bir kişi dava hakkına dayanarak dava açabilirse de dava, esastan incelenmeden reddedilir. Böylelikle hukuki yarar, haksız dava açmak suretiyle dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturmaktadır. Dava hakkının hiçbir ölçü ve sınırlama olmaksızın kullanılması kabul edilemez. Yargıtay da eskiden beri hukuki yararın dava şartı olduğunu kabul etmekte ve bir kişinin dava hakkına sahip olmasının dava açabilmesi için yeterli olmadığını, ayrıca o kişinin o davayı açmakta hukuki yararının bulunması gerektiğini ifade etmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.05.2001 tarihli ve 2001/443 Esas, 2001/458 Karar sayılı kararında bu husus şu şekilde vurgulanmıştır: “ … Bir kişinin dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Davanın dinlenebilmesi (esasına girebilmesi) için gerekli, şartlardan birisi ve en önemlisi, davacının o davayı açmakta hukuki yararının bulunmasıdır. O kişinin dava açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı yoksa, davanın bu yönden esasa girilmeden reddi gerekir. Çünkü hukuki yarar dava şartıdır ve mahkeme dava şartlarını kendiliğinden (re'sen) incelenmekle görevlidir. …” (Aynı yöndeki diğer bir karar için bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 15.11.2006 tarihli ve 2006/729 Esas, 2006/723 Karar sayılı kararı).
14. 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesinde talep sonucunu belirleyemeyen alacaklı bakımından bu dava türünde hukuki korunma ihtiyacı, özel bir dava şartı (genel dava şartı olan hukuki yarardan farklı şekilde özel bir hukuki yarar) olarak kabul edilmiştir. Maddenin gerekçesinde bu durum “… Alacaklarının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. ...” şeklinde ifade edilmiştir. Kanun koyucunun alacaklının bu dava türünde hukuki korunma ihtiyacını hukuki yarar olarak değerlendirdiği, hiçbir duraksamaya yer vermeyecek kadar açık ve nettir. Buna göre sadece talep sonucunu belirleyemeyen kişinin bu dava türünde korunma ihtiyacından ve dolayısıyla hukuki yararından söz edilebilir. Başka bir anlatımla talep sonucunu belirleyebilen kişinin, bu dava türünde korunma ihtiyacı bulunmadığından, böyle bir dava açmakta hukuki yararı yoktur.
15. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesinin birinci fıkrasına göre davanın koşullarından biri olarak davacı “hukuki ilişkiyi … belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.” Doktrinde de Türk hukukunda mehaz İsviçre hukukundan farklı olarak, belirsiz alacak davası açan davacının hukuki ilişkiyi göstermesinin zorunlu kılınmasının, belirli alacaklar için de belirsiz alacak davası açılmasının engellenmesi amacını taşıdığı ifade edilmektedir (Simil, s.238-239). Davacının hukuki ilişkiyi ortaya koyması, belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararının bulunup bulunmadığını belirler. Çünkü alacağın miktarı belirli ise veya belirlenebilir nitelikte ise davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararı bulunmamaktadır.
16. Eda davalarında hukuki yararın varlığı asıldır. Ancak şüphe hâlinde eda davalarında da hukuki yararın mevcut olup olmadığı inceleme konusu yapılır (Baki Kuru, Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Medenî Usul Hukuku, Ankara, 2013, s.250). Belirtelim ki 107 nci maddede belirsiz alacak davası açan alacaklının hukuki ilişkiyi belirtmek zorunda olmasının açıkça düzenlenmesi, bu davada davacının dava açtığı anda hukuki yararının bulunup bulunmadığının mahkemece özel olarak incelenmesi gerektiğini göstermektedir. Belirsiz alacak davasında davacının hukuki ilişkiyi belirtmesi, gerçekten dava açtığı anda alacağın miktarının belirli veya belirlenebilir olup olmadığının tespitini sağlamaktadır. Hâkim, talebin miktarının belirlenmesinin imkânsız veya davacıdan beklenemez olduğunu ancak davacının dava dilekçesinde ortaya koyacağı hukuki ilişkiye göre tespit edebilecektir. Bu nedenle belirsiz alacak davası bir eda davası olmasına rağmen bu davada hukuki yararın varlığı asıl olarak kabul edilemez. Mahkeme, özel olarak davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığını incelemek zorundadır. Sonuç olarak belirsiz alacak davası için aranan hukuki yarar, eda davalarında aranan hukuki yarardan farklıdır.
17. Kuşkusuz alacaklının belirsiz alacak davası açmak için eda davalarında aranan genel hukuki yararının varlığı kabul edilebilir. Ancak belirsiz alacak davası için davacının eda davaları için gerekli hukuki yararından farklı olarak bu dava türüne özgü yukarıda açıklanan özel hukuki yararı bulunmalıdır. Nitekim benzer durum tespit davaları için de söz konusu olup kanun koyucu eda davaları için aranan hukuki yarardan farklı olarak tespit davalarının özelliği gereği güncel hukuki yararı özel olarak belirtmiştir (Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), Resmî Gazete 27836, (04.02.2011), Kanun No. 6100, md.106, f.2). Bu da göstermektedir ki kanun koyucu özel durumlar için hak aramak bakımından, bazı özel dava şartlarının gerçekleşmesini aramaktadır. Kanun koyucunun öngördüğü özel dava şartlarını göz ardı edip mahkemeye erişim hakkını belirlemek doğru değildir; aksinin kabulü kanun koyucunun iradesine aykırı olacaktır.
18. Mahkemeye yöneltilmiş bir talepte, hukuki yararın varlığından söz edilebilmesi için, iddia düzeyinde de olsa bir sübjektif hakkın varlığı yanında, buna ilişkin mahkemeye müracaatın hukuki himaye için yeterli ve başvurulan yolun gerekli olması gerekir. Belirsiz alacak davasının açıldığı durumda, bir hak mevcut olduğu gibi nihai tahlilde bir eda davası olması dolayısıyla cebri icraya elverişli bir hüküm ortaya çıkacağı için başvurulan yolun yeterli olduğu söylenebilir. Ancak belirsiz alacak davası açılmasının gerekli olarak değerlendirilebilmesi için davacının talep sonucunu rakamsal olarak ifade edemiyor (veya etmesinin imkânsız) olması gerekir. Dava açtığı tarihte talep sonucunu belirleyebilen davacının, belirsiz alacak davası açması gerekli değildir ve bu nedenle belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararı yoktur.
19. Belirtilmelidir ki salt eda davası niteliğinden hareketle belirsiz alacak davası açan kişinin hukuki yararının mevcut olduğunun kabulü de davanın türüne uygun düşmemektedir. Çünkü genel bir kabul ile eda davalarında hukuki yararın daima mevcut olduğu şeklinde bir sonuca varılamaz. Örneğin, ilâm niteliğinde bir belgeye sahip bulunan kimsenin, belgeye konu alacağı için bir eda davası açması hâlinde, bu davanın da yine hukuki yarar yokluğundan reddi gerekir. Zira kişinin bu yola başvurması gerekli değildir. Görüldüğü üzere salt bir eda talebi de hukuki yararın mevcudiyeti için yeterli olmaz.
20. 6100 sayılı Kanun’un 114 üncü maddesinde dava şartları belirtilmiş olup bunların arasında hukuki yarar da sayılmıştır. Aynı Kanun’un 115 inci maddesine göre sonradan tamamlanması mümkün olmayan dava şartlarının eksikliği hâlinde, davacıya herhangi bir süre verilmeden, davanın usulden reddine karar verilir. Hukuki yarar; eksikliği belirli bir süre verilerek tamamlanabilecek, giderilebilecek bir dava şartı değildir. Davacının yararı kural olarak davanın açıldığı tarihte var olmalıdır. Aksi takdirde, davacının açmış olduğu dava kabule şayan değildir ve hukuki yarar yokluğu nedeniyle esası incelenmeksizin davanın reddedilmesi gerekir. Çünkü dava şartları davanın açıldığı ana göre belirlenir. Hukuki yarar da kanunda dava şartı olarak düzenlendiğine göre hukuki yararın varlığı davanın başında öncelikle incelenecektir. Hukuki yarar eksikliğinin sonradan tamamlanamayacak bir dava şartı olduğu Yargıtayın çok eski yıllara dayanan yerleşik bir uygulamasıdır (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 11.10.2001 tarihli ve 2001/5014 Esas, 2001/9347 Karar sayılı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 31.03.2004 tarihli ve 2004/411 Esas, 477 Karar sayılı; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 04.02.2002 tarihli ve 2002/385 Esas, 2002/1835 Karar sayılı; Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 31.12.1979 tarihli ve 1979/14213 Esas, 1979/15362 Karar sayılı; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 01.12.1997 tarihli ve 1997/6509 Esas, 1997/11434 Karar sayılı; Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 06.04.1981 tarihli ve 1981/917 Esas, 1981/2464 Karar sayılı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 11.03.1998 tarihli ve 1998/176 Esas, 1998/217 Karar sayılı; Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 06.04.1981 tarihli ve 1981/17 Esas, 1981/2464 Karar sayılı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 02.04.2003 tarihli ve 2003/7-256 Esas, 2003/269 Karar sayılı kararları). Ayrıca belirtelim ki dava türü değiştirilerek de hukuki yarar şartı tamamlanamaz. Zaten Kanun’da da dava şartı eksikliğinin tamamlanması genel bir ilke olmayıp “… dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise …” süre verilmesi öngörülmüştür ki Yargıtayın yerleşik uygulaması hukuki yararın bu kapsamda olmadığı yönündedir. Keza yine doktrinde de görüşler bu yöndedir (Hakan Pekcanıtez, Cemil Simil, "Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin Belirsiz Alacak Davasına İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi", İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 15, 2016, Sayı 1, Prof. Dr. Turhan Esener'e Armağan, s.301; Arslan vd. s.339; Aslan, Akyol Aslan, Kiraz, s.975-1024, 1000; Pekcanıtez vd., s.948).
21. Belirli bir alacak ancak tam eda davası şeklinde mahkemeye getirilirse dava açılmasında hukuki yarar olduğu kabul edilebilir. Mahkeme, kanunun öngördüğü koşulları taşımayan ve kendisinin de bu koşulların davacı tarafından tamamlanmasını temin ederek yargılamaya devam etme yetkisinin olmadığı bir davada, yargılama yaparak talebi esastan karara bağlayamaz. Bir başka deyişle mahkeme, kendisine kanunun öngördüğü şekilde yöneltilmeyen bir hukuki koruma talebinin gereğini, her hâlükârda uyuşmazlığın esası hakkında hüküm verecek şekilde yerine getirmek yükümlüğü altında olamaz. Önemli olan davacının tam eda davası açmasında hukuki yararının bulunması değil, belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararının bulunmamasıdır. Tam eda davası açılmasında hukuki yarar olsa bile, dava bu şekilde açılmamışsa mahkeme davacıya talebini ve davasını tam eda davasına dönüştürmesi için süre veremez (Kudret Aslan, Leyla Akyol Aslan, Taylan Özgür Kiraz, "Koşulları Oluşmadan Açılan Belirsiz Alacak Davasında Mahkemece Verilecek Karar", Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 16, Özel Sayı 2014, Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez’e Armağan, s.996)
22. Bu açıklamalar karşısında Anayasa Mahkemesinin İsmail Avcı başvurusuna ilişkin kararında yer alan “… Esasen eda davalarında hukuki yararın bulunduğu kural olarak kabul edilir. …belirsiz alacak davasının da bir eda davası olduğu hususu gözetildiğinde bir alacağın belirsiz alacak davasına konu edilmesinde hukuki yararın bulunmadığının söylenmesi güçtür. … Sonuç olarak, belirsiz alacak kapsamına girmediği değerlendirilen bir alacağın belirsiz alacak davasına konu edilmesinde hukuki yararın bulunmadığı yorumu -belirsiz alacak davasının da bir eda davası olduğu hususu dikkate alındığında- makul olarak öngörülebilecek bir yorum olarak değerlendirilmemiştir. …” (İsmail Avcı, B. No: 2019/12190, 22.02.2022, § 47,51,53) şeklindeki değerlendirmelerine katılmak mümkün değildir. Anayasa Mahkemesinin belirsiz alacak davasına özgü özel hukuki yararı dikkate almadan, salt eda davası niteliğinden hareketle, belirsiz alacak davası açan kişinin hukuki yararının bulunduğuna yönelik değerlendirmesi davanın türüne uygun düşmemektedir. Çünkü belirsiz alacak davası, eda davası olmakla birlikte ayrı bir dava türü olarak kabul edilmiştir.
23. 6100 sayılı Kanun’un 31 inci maddesine göre “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.” Somut olayda olduğu gibi belirsiz alacak davası olarak açıldığı açıkça belirtilen bir davada, dava türü bakımından aydınlatılması gereken belirsiz yahut çelişkili bir durumdan söz edilemez. Bu sebeple sözü edilen hükmün uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Belirsiz alacak davası açan alacaklı, talep sonucunu belirleyemediğini ve bu nedenle belirsiz alacak davası açmak zorunda kaldığını, başka bir ifade ile hukuki yararının varlığını ikna edici bir şekilde ortaya koymalıdır. Bu gereklilik karşısında, 6100 sayılı Kanun'un 33 üncü maddesine dayanılarak dava türünün hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün değildir. Diğer yandan dava türünün hukuki nitelendirmeden hareketle hâkim tarafından değiştirilmesi, 6100 sayılı Kanun'un 24 üncü maddesinde öngörülen tasarruf ilkesi ile 25 inci maddesinde öngörülen taraflarca getirilme ilkesine de uygun düşmez.
24. Diğer yandan, 6100 sayılı Kanun’un “Dava dilekçesinin içeriği” kenar başlıklı 119 uncu maddesinde dava dilekçesinde yer alması gereken unsurlar belirtilmiş; bazı unsurların eksikliği hâlinde davacıya eksikliği tamamlaması için süre tanınacağı, verilen süre içinde eksiklik tamamlanmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği düzenlenmiştir.
25. Belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açılması hâlinde, dava dilekçesinde bir eksiklik söz konusu değildir. Davacı dava dilekçesinde bir talep sonucu belirlemiştir. Davacının belirsiz alacak davası açma hakkı bulunmadığı hâlde, bu davayı açma hakkı olduğunu düşünerek dilekçesinde sadece geçici bir talep sonucuna yer vermiş olması, dilekçede talep sonucunun eksik olarak gösterildiği anlamına gelemez. Böyle bir durumda, aslında belirsiz alacak davasının koşullarının mevcut olmadığını tespit eden mahkeme, talep sonucunu tamamlaması ya da tam olarak belirlemesi için davacıya süre veremez. Zira hâkim kural olarak tarafların talep sonucuyla bağlı olup ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez (HMK md. 26). Taraflarca getirilme ilkesinin egemen olduğu bir yargılamada mahkemenin böyle bir görevi ve yetkisi söz konusu olamaz. Mahkeme, talep sonucunu eksik bildiren davacıdan, sırf onu korumak maksadıyla talebini artırmasını ve tam olarak belirlemesini isteyemez. Aksine davranış, taleple bağlılık ve taraflarca getirilme ilkesiyle bağdaşmaz. Kanun ancak koşulları mevcut olan belirsiz alacak davasında dilekçede geçici bir talep sonucunu belirtmenin yeterli olacağına cevaz vermiş; belirli alacaklar için açılan davada talep sonucunun bu şekilde belirtilmesini kabul etmemiştir. Kanunun dahi vermediği bir hakkı, mahkemenin 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmünü uygulayarak davacıya vermesi kabul edilemez. Belirsiz alacak davasının koşullarını taşımadığı için aslında reddedilmesi gereken bir davada, hâkimin davacıdan davasını tam eda davasına dönüştürmesini istemesi, davacıya yol göstermesi anlamına gelir. Hatta bu durum hâkimin davayla ilgili olarak kanunen gerekmediği hâlde görüşünü açıklaması (HMK md. 36, f. 1, b. (b)) yani ihsas-ı reyde bulunması anlamına geldiği için de hâkimin reddi için bir sebep teşkil edebilir. Tüm bu nedenlerle belirli alacak için belirsiz alacak davası açılan hâllerde, 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmü uygulanamaz ve mahkeme talebini belirlemesi için davacıya süre veremez (Aslan, Akyol Aslan, Kiraz, s.990-991).
26. Diğer yandan, yukarıda belirtildiği üzere 6100 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesi, dava dilekçesindeki bazı eksikliklerin tamamlattırılması ile ilgili olup dava türünün değiştirilmesine imkân veren bir düzenleme değildir. Belirtmek gerekir ki eksikliğin tamamlattırılması ile yanlış açılan davanın doğru dava türüne dönüştürülmesi tamamen farklı hususlardır. Medeni yargılama sistemimizde yanlış açılan davanın hâkim tarafından doğru dava türüne dönüştürülmesine imkân veren bir düzenleme bulunmamaktadır. Öyle ki ıslah ile dahi dava türü değiştirilemez (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 02.03.2021 tarihli ve 2017/432 Esas, 2021/184 Karar sayılı kararı). Hâkim yanlış olanı doğruya dönüştüremez, taraf yerine irade oluşturamaz. Davadaki eksikliği diğer tarafın aleyhine olacak şekilde düzeltemez veya bu yolu açamaz.
27. Özel dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi, dava hakkının ortadan kaldırılması ve dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlali anlamında yorumlanamaz. Çünkü özel dava şartı (hukuki yarar) yokluğu nedeniyle usulden reddedilen dava, yukarıda belirtilen kanuni düzenleme uyarınca açılmaması gereken bir davadır. Başka bir anlatımla yanlış açılmış bir davadır. Yanlış dava açanın mahkemeye erişim hakkının kısıtlandığından söz edilemez. Anayasa’nın 36 ncı maddesinde belirtildiği üzere “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Buna göre ancak usulüne uygun açılan bir dava söz konusu olduğunda, mahkemeye erişim hakkından söz edilebilir.
28. Davanın hukuki yarar eksikliği nedeniyle usulden reddedilmesi hâlinde, mahkemeye erişim hakkı sınırlandırılmaktadır; ancak bu sınırlama, davalının adil yargılanma hakkının (silahların eşitliği ilkesi boyutuyla) korunmasına yönelik meşru bir amaç taşır ve ölçüsüz bir sınırlama da değildir. Zira usulden ret kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden, ilgili eksiklik giderilerek söz konusu davanın, doğru bir şekilde yeniden açılması mümkündür.
29. Kanun’daki özel hukuki yararı göz ardı ederek bir tarafın mahkemeye erişim hakkını korumak gerekçesiyle diğer taraf aleyhine sonuç doğuracak şekilde dengenin bozulması, silahların eşitliği, savunma hakkı ve hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmesine de yol açacaktır. Zira belirsiz alacak davasında davacıya henüz somutlaştırıp tam belirtmediği bir alacağı için dava açma imkânı sağlanarak hak arama ve mahkemeye erişimde avantaj sağlanmıştır. Karşı taraf aslında dava açılırken tam olarak bilmediği bir talep sonucu için savunma yapmak durumunda bırakılmaktadır. İşte bu sebeple kanun koyucu davacıya tanınan bu avantaj ve imkânı, özel bir dava şartına bağlamış ve sınırlandırmıştır.
30. Hukuk sistemimiz, davanın usulden reddedilmesi nedeniyle alacağın zamanaşımına uğraması durumunda, davacının mağduriyetini önleyecek bir hukuki çareye de yer vermiştir. 6098 sayılı Kanun'un “Davanın reddinde ek süre” kenar başlıklı 158 inci maddesine göre “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir.” Yargıtayın (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi ile 9. Hukuk Dairesi, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddedilmesi hâlinde davacının 6098 sayılı Kanun’un 158 inci maddesinin öngördüğü imkândan yararlanabileceğine karar vermiştir (Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi, 29.11.2018 tarihli ve 2018/15434 Esas, 2018/25756 Karar sayılı; 24.10.2019 tarihli ve 2019/7815 Esas, 2019/19996 Karar sayılı; 21.01.2020 tarihli ve 2016/27790 Esas, 2020/825 Karar sayılı; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 28.06.2021 tarihli ve 2021/6019 Esas, 2021/10945 Karar sayılı kararları). Yargıtayın bu uygulaması doktrinde de kabul görmüş ve belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddi hâlinde alacaklının, 6098 sayılı Kanun’un 158 inci maddesindeki ek süre içinde usulüne uygun şekilde alacağın tamamı için tam eda davası açabileceği ifade edilmiştir (Cemil Simil, “Yargıtay Kararları Işığında Belirsiz Alacak Davası ve Kısmî Dava ile İlgili Sorunlar”, Medenî Usûl ve İcra İflâs Hukukunun Güncel Sorunları II, Lexpera Semineri, İstanbul, 2020, s.111,112). Bu nedenle belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesinin, davacının mahkemeye erişim hakkını engellediğini kabul etmek de mümkün değildir. Davacının, belirli veya belirlenebilir alacağının tamamı için usulüne uygun şekilde tam eda davası açmasına usuli açıdan bir engel bulunmamaktadır.
31. Anayasa Mahkemesine göre “… Dairenin somut olayda başvurucunun yaptığı usul hatasını düzeltilebilecek bir yanlışlık olarak kabul etmemiş olması, 6098 sayılı Kanun'un 158. maddesiyle getirilen imkândan yararlanmasının mümkün görüleceğini kuşkulu hâle getirmektedir. Bu sebeple başvurucunun açacağı yeni bir davanın başarı şansı sunabileceği kanaatine kesin olarak varılamamaktadır. … ” (İsmail Avcı, § 73). Oysa davanın usulden reddedilmesi, düzeltilebilir bir yanlışlığa işaret eder. Dairenin bireysel başvuruya konu kararında bu yönde olumsuz bir değerlendirmesi de bulunmamaktadır. 6098 sayılı Kanun’un 158 inci maddesinde belirtilen “düzeltilebilecek bir yanlışlık” ifadesi, davacının daha sonra usulüne uygun olarak açacağı davada dikkate alınması gereken bir husustur. Davacı usulüne uygun şekilde dava açarak yanlışını düzeltmiş olacaktır.
32. 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesine mehaz teşkil eden İsviçre Medeni Usul Kanunu’nun 85 inci maddesi ile ilgili olarak Zürih Kantonu Yüksek Mahkemesi, şartları bulunmadığı hâlde açılan belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini belirtmiş; buradaki hatanın, dilekçedeki basit bir şeklî eksiklik olarak kabul edilmek suretiyle İsviçre Medeni Usul Kanunu’nun 132 nci maddesinin uygulanamayacağını ifade etmiş, aynı Kanun’un 56 ncı maddesinde düzenlenen hâkimin davayı aydınlatma ödevinin de uygulama alanı bulamayacağını belirtmiştir (Obergericht des Kantons Zürich, 20.10.2015, LB150038). Söz konusu kararda, dava şartı eksikliğinin bulunduğu davaların, bu nedenle reddedilmesinin usul ekonomisine aykırı olduğu gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesi ve İsviçre Federal Anayasası’nın 29 uncu maddesine dayanılamayacağı ifade edilmiştir. Keza İsviçre Federal Mahkemesi de 2020 yılında verdiği bir kararında, şartları bulunmadığı hâlde açılan belirsiz alacak davasında, hâkimin davayı aydınlatma ödevine dayalı olarak tarafın talebinin düzeltilmesine imkân veremeyeceğini, bunun silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğunu belirtmiş; ayrıca taraf adına doğru bir hukuki himaye talebi formüle etmenin, mahkemenin görevi olmadığını ifade etmiştir (İsviçre Federal Mahkemesi, 15.06.2020, 4A_502/2019).
33. Uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkına, Anayasa’nın 13 üncü maddesi uyarınca kanunla sınırlamalar getirilebilecek olmakla birlikte, bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna aykırı olmaması, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyet’in gereklerine uygun olması, hakkın özünü zedelememesi, meşru bir amaç taşıması, açık ve ölçülü olması gerekir (Anayasa Mahkemesi, Muammer Tatar, B. No:2014/819, 09.06.2016, § 37 vd.; Anayasa Mahkemesi, Bişar Yusufoğlu, B. No:2018/2784, 10.02.2021, § 30 vd.). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığına vurgu yapmakta ve belli esaslara uygun hareket edilmesi kaydıyla sınırlanabileceğini belirtmektedir: “Mahkeme, mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını ve birtakım sınırlamalara maruz kalabileceğini; mahkemeye erişim hakkı, doğası gereği Devlet tarafından toplumun ve bireylerin ihtiyaçları ve kaynaklarına göre yer ve zaman açısından değişebilen düzenlemelerin yapılmasını gerektirdiğinden bu kısıtlamalara izin verildiğini yineler. Uygulanan sınırlamalar, söz konusu hakkın özünü bozacak bir biçimde veya kapsamda bireyin mahkemeye erişimini kısıtlamamalıdır. İlaveten, bir sınırlama meşru bir amaca hizmet etmediği ve kullanılan araçlar ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi olmadığı sürece Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi ile bağdaşmayacaktır (bk. Pasquini / San Marino, no. 50956/16, § 156, 2 Mayıs 2019).” (AİHM, Nalbant ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 59914/16, 03.05.2022, § 32).
34. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere ve yukarıda yapılan açıklamalara göre usul ve kanuna uygun olup davacı vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun'un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,
Aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
27.12.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
Dr. S. GÖKTAŞ Ö. F. HERDEM B. AZİZAĞAOĞLU H. AYDINLI H. SARIKAMIŞ
İÇTİHAT YORUMU : Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 27.12.2022, 6872/17896 sayılı Kararı’nda dört konuyu tartışmıştır.
Tartışılan konulardan birincisi, hak ihlâli üzerine verilen Anayasa Mahkemesi kararlarının sınırları hakkındadır.
Kararın 3.-9. numaralı kısımlarında, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, Mehmet Emin ALPASLAN tarafından doktora tezi olarak savunulmuş ve sonrasında yayımlanmış “Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru ve Kararların Medenî Usûl Hukukuna Etkileri” isimli eserinde savunulan görüşleri, kararının belli kısımlarında kararına dayanak yapmıştır.
Tartışılan konulardan ikincisi, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlâli kararı verirken ulaştığı sonuçlardır. Kararın 22., 30. ve. 31. kısımlarında bu konu tartışılmıştır.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlâli kararı verirken “… Dairenin somut olayda başvurucunun yaptığı usul hatasını düzeltilebilecek bir yanlışlık olarak kabul etmemiş olması, 6098 sayılı Kanun'un 158. maddesiyle getirilen imkândan yararlanmasının mümkün görüleceğini kuşkulu hâle getirmektedir. Bu sebeple başvurucunun açacağı yeni bir davanın başarı şansı sunabileceği kanaatine kesin olarak varılamamaktadır. … ” şeklinde ulaştığı sonucun hatalı olduğunu ifade etmektedir. Zira, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin de ifade ettiği üzere, bireysel başvuruya konu kararda bu yönde olumsuz bir değerlendirme de bulunmamaktadır. Kaldı ki, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin kararının 30. numaralı kısmında, Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi ile 9. Hukuk Dairesi’nin, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usûlden reddedilmesi hâlinde davacının 6098 sayılı TBK m. 158 hükmünün öngördüğü imkândan yararlanabileceğine ilişkin hak ihlâli kararı verilmeden önceki (29.11.2018, 24.10.2019, 21.01.2020 ve 28.06.2021 tarihli) kararları tek tek belirtilmiştir.
Tartışılan konulardan üçüncüsü, şartları oluşmadığı hâlde belirsiz alacak davası açılması durumunda, mahkemenin ne tür bir davranış sergilemesi gerektiği hakkındadır. Kararın 29.-39. kısımlarında bu konu tartışılmıştır.
Bu tartışma konusu ele alınırken Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.05.2019, 2016/22-1166 E. - 2019/576 K.; 17.11.2020, 2019/17-853 E. - 2020/907 K.; 24.03.2022, 2019/11-220 E. - 2022/376 K.; 18.05.2022, 2022/11-397 E. - 2022/701 K. ve 24.05.2022, 2019/(21)10-592 E. - 2022/706 K. sayılı kararlarındaki “… alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği konusuna dönecek olursak; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz.” şeklindeki bir tespitin hukukî anlamda hatalı olduğu da ortaya konulmuştur.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, üçüncü tartışma konusunu ele alırken haklı olarak şu tespitlerde bulunmuştur.
- Salt bir eda talebi de hukukî yararın mevcudiyeti için yeterli olmaz.
- Hukukî yarar; eksikliği belirli bir süre verilerek tamamlanabilecek, giderilebilecek bir dava şartı değildir.
- Tam eda davası açılmasında hukukî yarar olsa bile, dava bu şekilde açılmamışsa mahkeme davacıya talebini ve davasını tam eda davasına dönüştürmesi için süre veremez.
- 6100 sayılı HMK m. 33 hükmüne dayanılarak dava türünün hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün değildir. Diğer yandan dava türünün hukuki nitelendirmeden hareketle hâkim tarafından değiştirilmesi, HMK m. 24 hükmünde öngörülen tasarruf ilkesi ile HMK m. 25 hükmünde öngörülen taraflarca getirilme ilkesine de uygun düşmez. Kaldı ki, HMK’nın dahi vermediği bir hakkı, mahkemenin HMK m. 119/2 hükmünü uygulayarak davacıya vermesi kabul edilemez. Belirsiz alacak davasının koşullarını taşımadığı için aslında reddedilmesi gereken bir davada, hâkimin davacıdan davasını tam eda davasına dönüştürmesini istemesi, davacıya yol göstermesi anlamına gelir. Hatta bu durum hâkimin davayla ilgili olarak kanunen gerekmediği hâlde görüşünü açıklaması, HMK m. 36/1-b) hükmünü karşılamakta yani ihsas-ı reyde bulunması anlamına geldiği için de hâkimin reddi için bir sebep teşkil edebilir.
- Medeni yargılama sistemimizde yanlış açılan davanın hâkim tarafından doğru dava türüne dönüştürülmesine imkân veren bir düzenleme bulunmamaktadır. Öyle ki, ıslah ile dahi dava türü değiştirilemez.
- Yanlış dava açanın mahkemeye erişim hakkının kısıtlandığından söz edilemez. Zira usûlden ret kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden, ilgili eksiklik giderilerek söz konusu davanın, doğru bir şekilde yeniden açılması mümkündür.
- Bir tarafın mahkemeye erişim hakkını korumak gerekçesiyle diğer taraf aleyhine sonuç doğuracak şekilde dengenin bozulması, silahların eşitliği, savunma hakkı ve hukukî dinlenilme hakkının ihlal edilmesine de yol açacaktır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay Hukuk Daireleri tarafından verilmiş kararları analiz ettiğimiz 21.12.2021, 01.04.2022, 29.06.2022, 25.07.2022 ve 14.11.2022 tarihli paylaşımlarımızda AYNEN şu şekilde tespitlerde bulunmuştuk.
“Görüldüğü üzere, belirsiz alacak davası ile kısmî davanın tespit edilmesi noktasında, Yargıtay tarafından belirlenmiş kesin bir belirleme söz konusu olmayıp davalı açısından “silahların eşitliği” ilkesine zarar verecek tarzda Yargıtay içtihatları oluşturulmaktadır.
Belirsiz alacak davasının, alacağın tümünün hüküm altına alınmasını amaçlayan TAM BİR EDA DAVASI olduğu gözden kaçırılmayarak, en azından FİHS tutulduğu dava dilekçelerinde, açılan davanın belirsiz alacak davası niteliği taşıması durumunda bile açılan davanın kısmî dava olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Böyle bir durumda, hâkimin HMK m. 31 hükmü doğrultusunda aydınlatma ödevi gereğince açıklama isteyebileceği düşünülse bile katı teksif ilkesinin benimsendiği HMK sistematiği ve uygulama açısından en erken ön incelemede bu ödevin yerine getirildiği göz önüne alındığında ve davacının kendi ihmâli veya kusuru ile üstün körü hazırlamış olduğu dilekçe ve talep sonucu nedeniyle, davalının savunmasını genişletmesi ve değiştirmesi gelinen aşama itibarı ile elinden alındığı için tekrar ifade etmek gerekirse “silahların eşitliği” ilkesi zarar görecektir.
Son zamanlarda, belirsiz alacak davası ile ilgili olarak davacı tarafların, bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğuna ve Anayasa Mahkemesi’nin de belirsiz alacak davası ile ilgili verdiği kararlara şahit olunmaktadır. Ancak, davalı taraflar, Yargıtay’ın vermiş olduğu bu gibi kararlara karşı bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunda, Anayasa Mahkemesi’nin “silahların eşitliği” ve “taleple bağlılık” ilkesi çerçevesinde hak ihlâli kararı verip veremeyeceği ise tam anlamı ile merak uyandırmaktadır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden bugüne kadar 10 yılı aşkın bir süre geçmiştir. Bu süre zarfında, HMK hükümlerinin eğilip bükülerek her somut olaya özgü uygulamasından dolayı, HMK’nın bazı hükümleri uygulan(a)mamaktadır. Örneğin, dava dilekçelerinde HMK m. 119/1-e) bendi hükmüne aykırı şekilde numaralandırma yapılmadan dava ve cevap dilekçeleri hazırlanmaktadır. Taraflar, haklı olarak sıra numarası belirtilmediği için sıra numarası karşılıkları ile birbirlerine cevap verememektedir. Yargılamayı yürüten hâkim de, her iki dilekçenin analizini sağlıklı olarak yapamamaktadır.
Bu nedenle, kanımızca, dava dilekçesinde niyet okumak yerine davacının kendi ihmâli veya kusuru ile hazırladığı dilekçesinin sonuçlarına katlanması, “silahların eşitliği” ilkesine uygun olacaktır.”
Tartışılan konulardan dördüncüsü, mehaz kanunumuz olan İsviçre Hukuku’ndaki üst kanun yolu mercilerin verdiği kararlardır. Kararın 32. kısmında bu konu tartışılmıştır.
Görüldüğü üzere, mehaz kanunumuz olan İsviçre Hukuku’ndaki üst kanun yolu mercileri de şartları bulunmadığı hâlde açılan belirsiz alacak davasının hukukî yarar yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini belirtmiş ve hâkimin davayı aydınlatma ödevinin de uygulama alanı bulamayacağını belirtmiştir.
İsviçre Hukuku’nda geçerli bir belirsiz alacak davası açabilmek için davacı, davanın başında mahkemeye belirsiz alacak davası açmada korunmaya değer hukukî yarının olduğunu, çünkü talep sonucunu belirlemenin kendisi için imkânsızlığını ve bunun kendisinden beklenemeyeceğini, elinden gelen tüm araştırmayı yapmasına rağmen belirlemenin kendisi için mümkün olmadığını net ve ikna edici bir şekilde ispatlamak zorundadır. (OBERHAMMER, Paul, Schweizerische Zivilprozessordnung Kurzkommentar, Helbing Lichtenhahn Verlag, 2010, Art. 85, Rn. 6; KURTOĞLU, Bahar Tuna, Die unbezifferte Forderungsklage, Analyse, Problemstellungen und Lösungsansaetze, bezogen auf das türkische, schweizerische und deutsche Recht, Helbing Lichtenhahn Verlag, 2019, s. 159; BAUMANN WEY, Sabine, Unbezifferte Forderungsklage nach Art. 85 ZPO, Schulthess Verlag, 2013, s. 159, Rn. 425; MEIER, Isaak, Unbezifferte Forderungsklage: ein fragwürdiges Instrument zur Verminderung des Kostenrisikos, HAVE Haftpflichtprozess, Schulthess Verlag, 2010, s. 13)
Davacı bakımından davanın başında talep sonucunu belirlemenin imkânsız ve beklenilemez olmasının yani davacının belirsiz alacak davası açmada hukukî yararının varlığı mahkemeye ispatlanamadığı takdirde mahkeme davayı usûlden reddedecektir, çünkü belirsiz alacak davaları için talep sonucunun belirlenemiyor olması bu dava türü bakımından korunmaya değer hukukî yararı gösterir bu da bir dava şartıdır. (KURTOĞLU, s. 160, 315, 316; SPÜHLER, Karl, Schweizerische Zivilprozessordnung, Basler Kommentar, 2. Auflage, Helbing Lichtenhahn Verlag 2013, Art. 85, Rn. 6; COURVOISIER, Matthias, Baker&McKenzie Schweizerische Zivilprozessordnung Handkommentar, 1. Auflage, Stämpfli Verlag, 2010, Art. 85, Rn. 3)
Ayrıca, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin kararına konu olan İsviçre Federal Mahkemesi’nin 15.06.2020 tarihli kararına ek olarak İsviçre Federal Mahkemesi’nin 25.07.2022 tarihli (BGer 4A_170/2022 E. 4.2.4.) Kararı’na göre de, taraflar yerine doğru bir yasal talep oluşturmak mahkemeye bağlı değildir.
BELİRSİZ ALACAK DAVASININ ŞARTLARINI TAŞIMAYAN DAVA, SÜRE VERİLMEKSİZİN HUKUKÎ YARAR YOKLUĞUNDAN REDDEDİLMELİDİR.
T.C.
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2022/6872
KARAR NO : 2022/17896
TÜRK MİLLETİ ADINA
Y A R G I T A Y İ L A M I
MAHKEMESİ : Ankara 30. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 08.03.2022
NUMARASI : 2022/496 - 2022/505
DAVACI : M.P. VEKİLİ AVUKAT S.E.
DAVALI : SAĞLIK BAKANLIĞI VEKİLİ AVUKAT A.H.S.
DAVA TÜRÜ : ALACAK
İLK DERECE
MAHKEMESİ : Ankara 44. İş Mahkemesi
TARİHİ : 19.10.2021
NUMARASI : 2021/595 - 2021/609
Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesinin 20.05.2021 tarihli ve 2020/301 Esas, 2021/250 Karar sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın; davacı vekilince istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesinin 17.09.2021 tarihli ve 2021/2231 Esas, 2021/2120 Karar sayılı kararı ile kaldırılmasına ve dosyanın İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesince kaldırma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda, hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; davacı asılın davalı Sağlık Bakanlığına bağlı işyerinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında çalışmaktayken 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (696 sayılı KHK) hükümlerine göre 02.04.2018 tarihinde sürekli işçi kadrosuna geçirildiğini, davalı Bakanlık ile davacı arasında sürekli işçi kadrosuna geçirilirken imzalanan belirsiz süreli iş sözleşmesinde asgari ücretin belirli bir oran fazlasının davacının ücreti olarak öngörüldüğünü, sözleşme hükmüne göre ücretin her yıl asgari ücretin belirli bir oran fazlası olarak belirlenmesi gerekmesine karşın 2019 yılından itibaren sözleşmeye aykırı olarak davacının ücretine sadece %4 oranında ücret zammı uygulanmak suretiyle eksik ödeme yapıldığını, 2018 yılına ait ödenmeyen 5 günlük ikramiye fark alacağının da bulunduğunu ileri sürerek davacının eksik ödemeden kaynaklı fark ücret, ikramiye ve ilave tediye alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; zamanaşımı def'inde bulunduklarını, kadroya geçiş sonrası Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanan toplu iş sözleşmesi dikkate alınarak ücretin belirlendiğini, davacının asgari ücretin belirli bir oranda fazlasını almasını gerektirir bir iş sözleşmesi bulunmadığını, hukuka aykırı bir uygulamanın söz konusu olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının belirtildiği, uyuşmazlık konusu alacaklar bakımından davacının toplu iş sözleşmesinden yararlanabileceği tarihi, çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını, ödenmesi gereken fark ücret alacağı, ilave tediye, akdi ikramiye tutarlarını davasına dayanak yaptığı iş sözleşmesi hükümleri ve yasal düzenlemeler çerçevesinde belirleyebilecek durumda olduğu, Yargıtayın emsal içtihatları da dikkate alındığında dava konusu alacakların belirsiz alacak olmadıkları gerekçesiyle hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Davacı vekili; davanın kısmi dava şeklinde görülmesi gerektiğini, verilen usulden ret kararının hatalı olduğunu, hukuki dinlenilme ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini belirterek İlk Derece Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi istemi ile istinaf yoluna başvurmuştur.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"...
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, taleplerin belirsiz alacak davası olarak ileri sürülmesinde hukuki yarar bulunup bulunmadığı noktasındadır.
Somut olayda davacı tarafın iddiasının, davalı tarafın cevabının, taraflarca ibraz edilen ve mahkemece celp edilen kayıt ve belgelerin bir bütün halinde Dairemizce dosya üzerinden yapılan incelemesi sonucunda, davacı vekili tarafından ibraz edilen dava dilekçesinde, davanın belirsiz alacak davası türünde açıldığı ifade edilmiş olup ileri sürülen alacaklar bakımından; talep içeriğinden de anlaşıldığı üzere, davacı taraf çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücretin miktarını, ödenmesi gereken fark ücret alacağı, ilave tediye ve akdi ikramiye tutarlarını davasına dayanak yaptığı iş sözleşmesi hükümleri ve yasal düzenlemeler çerçevesinde belirleyebilecek durumdadır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin uygulaması ve içtihatları da dikkate alındığında, uyuşmazlık konusu alacakların belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle, davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi isabetli olup davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddi gerekmiştir. ..." gerekçesiyle oy çokluğu ile davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; istinaf dilekçesinde ileri sürülen gerekçelerin yanında Bölge Adliye Mahkemesinin kaldırma kararından sonra davanın usulden reddine karar verilmesinin kabul edilemeyeceğini, dava dilekçesinde talep edilen 2018 yılı Temmuz ayına ilişkin fark ikramiye alacağı ile ilgili değerlendirme yapılmadığını belirterek Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi için İlk Derece Mahkemesi kararının bozulması istemi ile temyiz yoluna başvurmuştur.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık; sürekli işçi kadrosuna geçirilen davacının, kadroya geçişte düzenlenen belirsiz süreli iş sözleşmesi hükümlerine göre ücretinin tespiti ile fark ücret, ikramiye ve ilave tediye alacak taleplerini içeren davanın belirsiz alacak davası olarak açılıp açılamayacağı noktasındadır.
2. İlgili Hukuk
1.2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın (Anayasa) 13 ve 36 ncı maddeleri ile 148 inci maddesinin dördüncü fıkrası ve 153 üncü maddesinin altıncı fıkrası.
2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 24, 25, 26, 31, 33, 36, 106, 114, 115 ve 119 uncu maddeleri ile 369 uncu maddesinin birinci fıkrası, 370 ve 371 inci maddeleri.
3. 6100 sayılı Kanun'un "Belirsiz alacak davası" kenar başlıklı 107 nci maddesi şöyledir:
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)”
4. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 158 inci maddesi.
5. 696 sayılı KHK ile 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye eklenen geçici 23 üncü madde.
6. Anayasa Mahkemesinin 09.06.2016 tarihli ve 2014/819 Başvuru numaralı Muammer Tatar kararı; 10.02.2021 tarihli ve 2018/2784 Başvuru numaralı Bişar Yusufoğlu kararı; 22.02.2022 tarihli ve 2019/12190 Başvuru Numaralı İsmail Avcı kararı.
7. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 03.05.2022 tarihli ve 59914/16 Başvuru numaralı Nalbant ve Diğerleri/Türkiye kararı.
8. İsviçre Federal Mahkemesinin 15.06.2020 tarihli ve 4A_502/2019 sayılı kararı; Zürih Kantonu Yüksek Mahkemesinin 20.10.2015 tarihli ve LB150038 sayılı kararı.
3. Değerlendirme
1. Bölge Adliye Mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Dairemiz uygulamasına göre belirsiz alacak davasında, davanın açıldığı tarih itibarıyla uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenememesinden anlaşılması gereken; davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi ya da objektif olarak imkânsız olmasıdır. Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, iddianın ispata muhtaç olması ve bilirkişi raporu alınması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. İş yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz konusu olmakla alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı değerlendirilmeli ve şartları taşımayan davanın usulden reddine karar verilmelidir (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 14.09.2020 tarihli ve 2016/26476 Esas, 2020/7547 Karar sayılı; 31.05.2022 tarihli ve 2022/5909 Esas, 2022/6892 Karar sayılı; 09.02.2022 tarihli ve 2022/829 Esas, 2022/1542 karar sayılı kararları). İşçilik alacaklarının hangi hâllerde belirsiz, hangi hâllerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu, 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 Esas, 2017/5 Karar sayılı kararı).
3. Anayasa Mahkemesinin İsmail Avcı, Başvuru No:2019/12190, 22.02.2022 tarihli kararında ise başvurucunun şartları oluşmadan açtığı belirsiz alacak davasının dava şartı yokluğundan reddedilmesinin -usul hukukundaki imkânlar gözetildiğinde- başvurulabilecek son çare olmadığı, davanın hukuki yarar yokluğundan reddi suretiyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
4. Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında, belirsiz alacak davasında davacının hukuki yararının bulunmadığını belirtmenin güç olduğuna değinildikten sonra usulden ret kararı verilmeden önce başvurulacak usuli imkânların mevcut olduğu, şartları bulunmadığı hâlde belirsiz alacak davası olarak açılan davada 6100 sayılı Kanun’un hâkimin belirsiz veya çelişki gördüğü hususları açıklatma yetkisini haiz olduğunu düzenleyen 31 inci maddesi ile dava dilekçesinde talep sonucunun eksik olması hâlinde hâkimin davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre vereceğini öngören 119 uncu maddesi ve dava şartı noksanlığının giderilmesinin mümkün olması durumunda bunun tamamlanması için kesin süre verileceği yönündeki 115 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmünün uygulanması gerektiği belirtilmektedir.
5. Belirsiz alacak davasının usulden reddinden önce başvurulması gerektiği belirtilen 6100 sayılı Kanun’un anılan hükümlerinin söz konusu usuli sorunun çözümünde uygulanma olanağı olup olmadığı önem arz etmektedir. Bu bağlamda belirtilen usul kurallarının Kanun’un amacı ve benimsediği sistematiğe uygun şekilde yorumlanması gerektiği açıktır. Bununla birlikte öncelikle ifade etmek gerekir ki belirtilen usul kurallarının yorumlanması derece mahkemelerinin ve içtihat mahkemesi olan Yargıtayın görev alanına girmektedir. Çünkü bireysel başvuru, Anayasa Mahkemesinin bir temel hak ihlali iddiasını sadece Anayasa ve temel haklar açısından incelemesine olanak sağlayan bir hukuki çaredir. Anayasa’nın 148 inci maddesinin dördüncü fıkrasında ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 49 uncu maddesinin altıncı fıkrasında belirtildiği üzere, kanun yolu denetiminde gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. Bu nedenle bir yargılamada usul meseleleri hakkında karar verilmesi, maddi vakıaların ortaya konması ve değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve somut uyuşmazlığa uygulanması Anayasa Mahkemesinin yetkisi dışında kalmaktadır.
6. Anayasa Mahkemesinin İsmail Avcı başvurusuna ilişkin kararında yaptığı değerlendirmeler, esasen münhasıran kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlar olup bireysel başvuru yolunda riayet edilmesi gereken inceleme kapsamında değildir (Mehmet Emin Alpaslan, Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru ve Kararların Medenî Usûl Hukukuna Etkileri, İstanbul, 2022, s.389 vd. ve özellikle s.393, dn.1573).
7. Anayasa Mahkemesi kararları hüküm fıkrası ve gerekçesi dâhil olmak üzere bağlayıcı olmakla birlikte, bu özel bağlayıcı etki sınırsız değildir. Anayasa Mahkemesi kararlarının özel bağlayıcı etkisi Anayasa’nın yorumlanması ve uygulanmasına ilişkin meselelerle sınırlı olup bu etki, münhasıran kanun yolunda gözetilmesi gereken alelade kanun hükümlerinin yorumlanması bakımından geçerli değildir. Zira Anayasa Mahkemesi, genel yetkili en üst derece mahkemesi olmayıp özel bir mahkemedir ve vazifesi de anayasa hukuku meseleleri ile sınırlıdır. Bu nedenle yukarıda ifade edildiği üzere, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinin kapsamını aşan, alelade kanun hükümlerinin uygulanmasına ilişkin olan ve münhasıran kanun yolunda gözetilmesi gereken söz konusu değerlendirmelerin bağlayıcı etkisinden söz edilemez. Usul hukuku kuralları çerçevesinde kabulü mümkün görünmeyen söz konusu değerlendirmeler, Yargıtay ve derece mahkemeleri bakımından Anayasa’nın 153 üncü maddesinin altıncı fıkrasında öngörülen bağlayıcılıktan istifade edemez. Hatta belirsiz alacak davasının niteliğiyle bağdaşmayan bu değerlendirmelerin Yargıtay ve derece mahkemelerince kabulü, mevzuatın açıklığı karşısında kanuna aykırı ve hatta keyfî bir uygulama dahi oluşturabilecektir (Alpaslan, s.561-562, dn.2324).
8. Anayasa Mahkemesi kararlarına bahşedilen bu özel bağlayıcı etkinin gücü ve önemi, bireysel başvuru yolu incelemesinin kapsamının aşılmamasına azami hassasiyet gösterilmesini de gerektirmektedir. Zira Anayasa Mahkemesinin; yetkili olmadığı, sadece derece mahkemelerinin yetkisine giren ve münhasıran kanun yolunda incelenebilecek olan bir konuda karar vermesi, derece mahkemelerinin yetki alanlarına müdahale teşkil edeceği gibi kanunların kanun koyucunun öngörmediği bir şekilde uygulanmaya başlanması tehlikesini de beraberinde getirecektir (Alpaslan, s.393).
9. Kaldı ki belirsiz alacak davasında aranan hukuki yararın mevcut olup olmadığı ile şartları bulunmadığı hâlde belirsiz alacak davası olarak açılan bir davada 6100 sayılı Kanun’un 31, 115 ve 119 uncu maddelerinin uygulanması gerektiğine ilişkin Anayasa Mahkemesince yapılan yorumlar, aşağıda açıklanacağı üzere sözü edilen düzenlemelere uygun düşmemektedir.
10. 6100 sayılı Kanun'un İlgili Hukuk kısmında yer verilen 107 nci maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası, davacının dava açtığı anda miktar veya değerini tam ve kesin olarak belirleyemediği alacağının tümünün hüküm altına alınması amacıyla açtığı bir dava türüdür (Hakan Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası (HMK m.107), Ankara 2011, s.59; Cemil Simil, Belirsiz Alacak Davası, İstanbul, 2013, s.23, 111). Söz konusu dava, başlangıçta miktarı bilinmese de niteliği itibarıyla tam eda davasıdır (Pekcanıtez, s.31; Simil, s.23, 111).
11. Belirsiz alacak davası açılmak suretiyle davacıya hem maddi hukuka hem de usul hukukuna ilişkin pek çok imkân tanınmaktadır. Söz konusu imkânlar dikkate alındığında davacı ile davalı arasındaki dengenin, davacı lehine bozulduğu görülmektedir. Özellikle usul hukukuna ilişkin sonuçları göz önünde bulundurulduğunda, belirsiz alacak davasının silahların eşitliği ilkesi ile çeliştiği de söylenebilir (Murat Atalı, İbrahim Ermenek, Ersin Erdoğan, Medenî Usûl Hukuku, Ankara, 2022, s.331). Bu nedenle belirsiz alacak davasının talep sonucunu tam ve kesin olarak belirleyemeyenlere (rakamlandıramayanlara) tanınmış, istisnai bir dava türü olduğu kabul edilir. Belirsiz alacak davası, sadece davanın açıldığı anda alacağının miktarının kesin olarak belirlenmesinin imkânsız veya bunun davacıdan beklenemeyecek olması durumunda açılabilir. Bunun dışındaki hiçbir neden belirsiz alacak davasının açılmasına imkân tanımamaktadır (Simil, s.86-87).
12. Dava şartı, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi ve esasa ilişkin bir hüküm verebilmesi için gerekli şart olarak tanımlanmaktadır Hukuki yarar da açıkça 6100 sayılı Kanun'un 114 üncü maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde genel dava şartları arasında sayılmıştır. Hukuki yarar, dava ikamesiyle mahkemeye yöneltilen talebin esası hakkında incelemede bulunulabilmesi ve esasa ilişkin karar verilebilmesi için varlığı aranan olumlu bir dava şartı olarak kabul edilmektedir (Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Sema Taşpınar Ayvaz, Emel Hanağası, Medenî Usul Hukuku, Ankara 2022, s.332, 338; Hakan Pekcanıtez, Muhammet Özekes, Mine Akkan, Hülya Taş Korkmaz, Medeni Usûl Hukuku, Cilt II, İstanbul, On Beşinci Baskı, 2017, s.927, 947). Dava hakkı, Anayasa'nın 36 ncı maddesi gereğince herkese tanınmış anayasal temel bir haktır. Bununla birlikte dava hakkına sahip olmak, davada hukuki yararın varlığını göstermez. Zira bir dava şartı olarak hukuki yararın varlığını kabul etmek için davacının, mevcut hukuki durumunu değiştirecek ve iyileştirecek bir hükme ihtiyaç duyması gerekir (Emel Hanağası, Davada Menfaat, Ankara, 2009, s.155, 344). Davacının bu ihtiyacı kişisel, güncel ve hukuki nitelikte olmalıdır. Hukuki yararı dava şartı olarak düzenleyen 6100 sayılı Kanun'un 114 üncü maddesinin gerekçesinde de bu husus açıkça vurgulanmıştır.
13. Dava açmakta hukuki yararı olmayan bir kişi dava hakkına dayanarak dava açabilirse de dava, esastan incelenmeden reddedilir. Böylelikle hukuki yarar, haksız dava açmak suretiyle dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturmaktadır. Dava hakkının hiçbir ölçü ve sınırlama olmaksızın kullanılması kabul edilemez. Yargıtay da eskiden beri hukuki yararın dava şartı olduğunu kabul etmekte ve bir kişinin dava hakkına sahip olmasının dava açabilmesi için yeterli olmadığını, ayrıca o kişinin o davayı açmakta hukuki yararının bulunması gerektiğini ifade etmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.05.2001 tarihli ve 2001/443 Esas, 2001/458 Karar sayılı kararında bu husus şu şekilde vurgulanmıştır: “ … Bir kişinin dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Davanın dinlenebilmesi (esasına girebilmesi) için gerekli, şartlardan birisi ve en önemlisi, davacının o davayı açmakta hukuki yararının bulunmasıdır. O kişinin dava açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı yoksa, davanın bu yönden esasa girilmeden reddi gerekir. Çünkü hukuki yarar dava şartıdır ve mahkeme dava şartlarını kendiliğinden (re'sen) incelenmekle görevlidir. …” (Aynı yöndeki diğer bir karar için bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 15.11.2006 tarihli ve 2006/729 Esas, 2006/723 Karar sayılı kararı).
14. 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesinde talep sonucunu belirleyemeyen alacaklı bakımından bu dava türünde hukuki korunma ihtiyacı, özel bir dava şartı (genel dava şartı olan hukuki yarardan farklı şekilde özel bir hukuki yarar) olarak kabul edilmiştir. Maddenin gerekçesinde bu durum “… Alacaklarının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. ...” şeklinde ifade edilmiştir. Kanun koyucunun alacaklının bu dava türünde hukuki korunma ihtiyacını hukuki yarar olarak değerlendirdiği, hiçbir duraksamaya yer vermeyecek kadar açık ve nettir. Buna göre sadece talep sonucunu belirleyemeyen kişinin bu dava türünde korunma ihtiyacından ve dolayısıyla hukuki yararından söz edilebilir. Başka bir anlatımla talep sonucunu belirleyebilen kişinin, bu dava türünde korunma ihtiyacı bulunmadığından, böyle bir dava açmakta hukuki yararı yoktur.
15. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesinin birinci fıkrasına göre davanın koşullarından biri olarak davacı “hukuki ilişkiyi … belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.” Doktrinde de Türk hukukunda mehaz İsviçre hukukundan farklı olarak, belirsiz alacak davası açan davacının hukuki ilişkiyi göstermesinin zorunlu kılınmasının, belirli alacaklar için de belirsiz alacak davası açılmasının engellenmesi amacını taşıdığı ifade edilmektedir (Simil, s.238-239). Davacının hukuki ilişkiyi ortaya koyması, belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararının bulunup bulunmadığını belirler. Çünkü alacağın miktarı belirli ise veya belirlenebilir nitelikte ise davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararı bulunmamaktadır.
16. Eda davalarında hukuki yararın varlığı asıldır. Ancak şüphe hâlinde eda davalarında da hukuki yararın mevcut olup olmadığı inceleme konusu yapılır (Baki Kuru, Ramazan Arslan, Ejder Yılmaz, Medenî Usul Hukuku, Ankara, 2013, s.250). Belirtelim ki 107 nci maddede belirsiz alacak davası açan alacaklının hukuki ilişkiyi belirtmek zorunda olmasının açıkça düzenlenmesi, bu davada davacının dava açtığı anda hukuki yararının bulunup bulunmadığının mahkemece özel olarak incelenmesi gerektiğini göstermektedir. Belirsiz alacak davasında davacının hukuki ilişkiyi belirtmesi, gerçekten dava açtığı anda alacağın miktarının belirli veya belirlenebilir olup olmadığının tespitini sağlamaktadır. Hâkim, talebin miktarının belirlenmesinin imkânsız veya davacıdan beklenemez olduğunu ancak davacının dava dilekçesinde ortaya koyacağı hukuki ilişkiye göre tespit edebilecektir. Bu nedenle belirsiz alacak davası bir eda davası olmasına rağmen bu davada hukuki yararın varlığı asıl olarak kabul edilemez. Mahkeme, özel olarak davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığını incelemek zorundadır. Sonuç olarak belirsiz alacak davası için aranan hukuki yarar, eda davalarında aranan hukuki yarardan farklıdır.
17. Kuşkusuz alacaklının belirsiz alacak davası açmak için eda davalarında aranan genel hukuki yararının varlığı kabul edilebilir. Ancak belirsiz alacak davası için davacının eda davaları için gerekli hukuki yararından farklı olarak bu dava türüne özgü yukarıda açıklanan özel hukuki yararı bulunmalıdır. Nitekim benzer durum tespit davaları için de söz konusu olup kanun koyucu eda davaları için aranan hukuki yarardan farklı olarak tespit davalarının özelliği gereği güncel hukuki yararı özel olarak belirtmiştir (Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), Resmî Gazete 27836, (04.02.2011), Kanun No. 6100, md.106, f.2). Bu da göstermektedir ki kanun koyucu özel durumlar için hak aramak bakımından, bazı özel dava şartlarının gerçekleşmesini aramaktadır. Kanun koyucunun öngördüğü özel dava şartlarını göz ardı edip mahkemeye erişim hakkını belirlemek doğru değildir; aksinin kabulü kanun koyucunun iradesine aykırı olacaktır.
18. Mahkemeye yöneltilmiş bir talepte, hukuki yararın varlığından söz edilebilmesi için, iddia düzeyinde de olsa bir sübjektif hakkın varlığı yanında, buna ilişkin mahkemeye müracaatın hukuki himaye için yeterli ve başvurulan yolun gerekli olması gerekir. Belirsiz alacak davasının açıldığı durumda, bir hak mevcut olduğu gibi nihai tahlilde bir eda davası olması dolayısıyla cebri icraya elverişli bir hüküm ortaya çıkacağı için başvurulan yolun yeterli olduğu söylenebilir. Ancak belirsiz alacak davası açılmasının gerekli olarak değerlendirilebilmesi için davacının talep sonucunu rakamsal olarak ifade edemiyor (veya etmesinin imkânsız) olması gerekir. Dava açtığı tarihte talep sonucunu belirleyebilen davacının, belirsiz alacak davası açması gerekli değildir ve bu nedenle belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararı yoktur.
19. Belirtilmelidir ki salt eda davası niteliğinden hareketle belirsiz alacak davası açan kişinin hukuki yararının mevcut olduğunun kabulü de davanın türüne uygun düşmemektedir. Çünkü genel bir kabul ile eda davalarında hukuki yararın daima mevcut olduğu şeklinde bir sonuca varılamaz. Örneğin, ilâm niteliğinde bir belgeye sahip bulunan kimsenin, belgeye konu alacağı için bir eda davası açması hâlinde, bu davanın da yine hukuki yarar yokluğundan reddi gerekir. Zira kişinin bu yola başvurması gerekli değildir. Görüldüğü üzere salt bir eda talebi de hukuki yararın mevcudiyeti için yeterli olmaz.
20. 6100 sayılı Kanun’un 114 üncü maddesinde dava şartları belirtilmiş olup bunların arasında hukuki yarar da sayılmıştır. Aynı Kanun’un 115 inci maddesine göre sonradan tamamlanması mümkün olmayan dava şartlarının eksikliği hâlinde, davacıya herhangi bir süre verilmeden, davanın usulden reddine karar verilir. Hukuki yarar; eksikliği belirli bir süre verilerek tamamlanabilecek, giderilebilecek bir dava şartı değildir. Davacının yararı kural olarak davanın açıldığı tarihte var olmalıdır. Aksi takdirde, davacının açmış olduğu dava kabule şayan değildir ve hukuki yarar yokluğu nedeniyle esası incelenmeksizin davanın reddedilmesi gerekir. Çünkü dava şartları davanın açıldığı ana göre belirlenir. Hukuki yarar da kanunda dava şartı olarak düzenlendiğine göre hukuki yararın varlığı davanın başında öncelikle incelenecektir. Hukuki yarar eksikliğinin sonradan tamamlanamayacak bir dava şartı olduğu Yargıtayın çok eski yıllara dayanan yerleşik bir uygulamasıdır (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 11.10.2001 tarihli ve 2001/5014 Esas, 2001/9347 Karar sayılı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 31.03.2004 tarihli ve 2004/411 Esas, 477 Karar sayılı; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 04.02.2002 tarihli ve 2002/385 Esas, 2002/1835 Karar sayılı; Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 31.12.1979 tarihli ve 1979/14213 Esas, 1979/15362 Karar sayılı; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 01.12.1997 tarihli ve 1997/6509 Esas, 1997/11434 Karar sayılı; Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 06.04.1981 tarihli ve 1981/917 Esas, 1981/2464 Karar sayılı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 11.03.1998 tarihli ve 1998/176 Esas, 1998/217 Karar sayılı; Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 06.04.1981 tarihli ve 1981/17 Esas, 1981/2464 Karar sayılı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 02.04.2003 tarihli ve 2003/7-256 Esas, 2003/269 Karar sayılı kararları). Ayrıca belirtelim ki dava türü değiştirilerek de hukuki yarar şartı tamamlanamaz. Zaten Kanun’da da dava şartı eksikliğinin tamamlanması genel bir ilke olmayıp “… dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise …” süre verilmesi öngörülmüştür ki Yargıtayın yerleşik uygulaması hukuki yararın bu kapsamda olmadığı yönündedir. Keza yine doktrinde de görüşler bu yöndedir (Hakan Pekcanıtez, Cemil Simil, "Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin Belirsiz Alacak Davasına İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi", İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 15, 2016, Sayı 1, Prof. Dr. Turhan Esener'e Armağan, s.301; Arslan vd. s.339; Aslan, Akyol Aslan, Kiraz, s.975-1024, 1000; Pekcanıtez vd., s.948).
21. Belirli bir alacak ancak tam eda davası şeklinde mahkemeye getirilirse dava açılmasında hukuki yarar olduğu kabul edilebilir. Mahkeme, kanunun öngördüğü koşulları taşımayan ve kendisinin de bu koşulların davacı tarafından tamamlanmasını temin ederek yargılamaya devam etme yetkisinin olmadığı bir davada, yargılama yaparak talebi esastan karara bağlayamaz. Bir başka deyişle mahkeme, kendisine kanunun öngördüğü şekilde yöneltilmeyen bir hukuki koruma talebinin gereğini, her hâlükârda uyuşmazlığın esası hakkında hüküm verecek şekilde yerine getirmek yükümlüğü altında olamaz. Önemli olan davacının tam eda davası açmasında hukuki yararının bulunması değil, belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararının bulunmamasıdır. Tam eda davası açılmasında hukuki yarar olsa bile, dava bu şekilde açılmamışsa mahkeme davacıya talebini ve davasını tam eda davasına dönüştürmesi için süre veremez (Kudret Aslan, Leyla Akyol Aslan, Taylan Özgür Kiraz, "Koşulları Oluşmadan Açılan Belirsiz Alacak Davasında Mahkemece Verilecek Karar", Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 16, Özel Sayı 2014, Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez’e Armağan, s.996)
22. Bu açıklamalar karşısında Anayasa Mahkemesinin İsmail Avcı başvurusuna ilişkin kararında yer alan “… Esasen eda davalarında hukuki yararın bulunduğu kural olarak kabul edilir. …belirsiz alacak davasının da bir eda davası olduğu hususu gözetildiğinde bir alacağın belirsiz alacak davasına konu edilmesinde hukuki yararın bulunmadığının söylenmesi güçtür. … Sonuç olarak, belirsiz alacak kapsamına girmediği değerlendirilen bir alacağın belirsiz alacak davasına konu edilmesinde hukuki yararın bulunmadığı yorumu -belirsiz alacak davasının da bir eda davası olduğu hususu dikkate alındığında- makul olarak öngörülebilecek bir yorum olarak değerlendirilmemiştir. …” (İsmail Avcı, B. No: 2019/12190, 22.02.2022, § 47,51,53) şeklindeki değerlendirmelerine katılmak mümkün değildir. Anayasa Mahkemesinin belirsiz alacak davasına özgü özel hukuki yararı dikkate almadan, salt eda davası niteliğinden hareketle, belirsiz alacak davası açan kişinin hukuki yararının bulunduğuna yönelik değerlendirmesi davanın türüne uygun düşmemektedir. Çünkü belirsiz alacak davası, eda davası olmakla birlikte ayrı bir dava türü olarak kabul edilmiştir.
23. 6100 sayılı Kanun’un 31 inci maddesine göre “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.” Somut olayda olduğu gibi belirsiz alacak davası olarak açıldığı açıkça belirtilen bir davada, dava türü bakımından aydınlatılması gereken belirsiz yahut çelişkili bir durumdan söz edilemez. Bu sebeple sözü edilen hükmün uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Belirsiz alacak davası açan alacaklı, talep sonucunu belirleyemediğini ve bu nedenle belirsiz alacak davası açmak zorunda kaldığını, başka bir ifade ile hukuki yararının varlığını ikna edici bir şekilde ortaya koymalıdır. Bu gereklilik karşısında, 6100 sayılı Kanun'un 33 üncü maddesine dayanılarak dava türünün hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün değildir. Diğer yandan dava türünün hukuki nitelendirmeden hareketle hâkim tarafından değiştirilmesi, 6100 sayılı Kanun'un 24 üncü maddesinde öngörülen tasarruf ilkesi ile 25 inci maddesinde öngörülen taraflarca getirilme ilkesine de uygun düşmez.
24. Diğer yandan, 6100 sayılı Kanun’un “Dava dilekçesinin içeriği” kenar başlıklı 119 uncu maddesinde dava dilekçesinde yer alması gereken unsurlar belirtilmiş; bazı unsurların eksikliği hâlinde davacıya eksikliği tamamlaması için süre tanınacağı, verilen süre içinde eksiklik tamamlanmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği düzenlenmiştir.
25. Belirli bir alacak için belirsiz alacak davası açılması hâlinde, dava dilekçesinde bir eksiklik söz konusu değildir. Davacı dava dilekçesinde bir talep sonucu belirlemiştir. Davacının belirsiz alacak davası açma hakkı bulunmadığı hâlde, bu davayı açma hakkı olduğunu düşünerek dilekçesinde sadece geçici bir talep sonucuna yer vermiş olması, dilekçede talep sonucunun eksik olarak gösterildiği anlamına gelemez. Böyle bir durumda, aslında belirsiz alacak davasının koşullarının mevcut olmadığını tespit eden mahkeme, talep sonucunu tamamlaması ya da tam olarak belirlemesi için davacıya süre veremez. Zira hâkim kural olarak tarafların talep sonucuyla bağlı olup ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez (HMK md. 26). Taraflarca getirilme ilkesinin egemen olduğu bir yargılamada mahkemenin böyle bir görevi ve yetkisi söz konusu olamaz. Mahkeme, talep sonucunu eksik bildiren davacıdan, sırf onu korumak maksadıyla talebini artırmasını ve tam olarak belirlemesini isteyemez. Aksine davranış, taleple bağlılık ve taraflarca getirilme ilkesiyle bağdaşmaz. Kanun ancak koşulları mevcut olan belirsiz alacak davasında dilekçede geçici bir talep sonucunu belirtmenin yeterli olacağına cevaz vermiş; belirli alacaklar için açılan davada talep sonucunun bu şekilde belirtilmesini kabul etmemiştir. Kanunun dahi vermediği bir hakkı, mahkemenin 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmünü uygulayarak davacıya vermesi kabul edilemez. Belirsiz alacak davasının koşullarını taşımadığı için aslında reddedilmesi gereken bir davada, hâkimin davacıdan davasını tam eda davasına dönüştürmesini istemesi, davacıya yol göstermesi anlamına gelir. Hatta bu durum hâkimin davayla ilgili olarak kanunen gerekmediği hâlde görüşünü açıklaması (HMK md. 36, f. 1, b. (b)) yani ihsas-ı reyde bulunması anlamına geldiği için de hâkimin reddi için bir sebep teşkil edebilir. Tüm bu nedenlerle belirli alacak için belirsiz alacak davası açılan hâllerde, 6100 sayılı Kanun'un 119 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmü uygulanamaz ve mahkeme talebini belirlemesi için davacıya süre veremez (Aslan, Akyol Aslan, Kiraz, s.990-991).
26. Diğer yandan, yukarıda belirtildiği üzere 6100 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesi, dava dilekçesindeki bazı eksikliklerin tamamlattırılması ile ilgili olup dava türünün değiştirilmesine imkân veren bir düzenleme değildir. Belirtmek gerekir ki eksikliğin tamamlattırılması ile yanlış açılan davanın doğru dava türüne dönüştürülmesi tamamen farklı hususlardır. Medeni yargılama sistemimizde yanlış açılan davanın hâkim tarafından doğru dava türüne dönüştürülmesine imkân veren bir düzenleme bulunmamaktadır. Öyle ki ıslah ile dahi dava türü değiştirilemez (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 02.03.2021 tarihli ve 2017/432 Esas, 2021/184 Karar sayılı kararı). Hâkim yanlış olanı doğruya dönüştüremez, taraf yerine irade oluşturamaz. Davadaki eksikliği diğer tarafın aleyhine olacak şekilde düzeltemez veya bu yolu açamaz.
27. Özel dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi, dava hakkının ortadan kaldırılması ve dolayısıyla mahkemeye erişim hakkının ihlali anlamında yorumlanamaz. Çünkü özel dava şartı (hukuki yarar) yokluğu nedeniyle usulden reddedilen dava, yukarıda belirtilen kanuni düzenleme uyarınca açılmaması gereken bir davadır. Başka bir anlatımla yanlış açılmış bir davadır. Yanlış dava açanın mahkemeye erişim hakkının kısıtlandığından söz edilemez. Anayasa’nın 36 ncı maddesinde belirtildiği üzere “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Buna göre ancak usulüne uygun açılan bir dava söz konusu olduğunda, mahkemeye erişim hakkından söz edilebilir.
28. Davanın hukuki yarar eksikliği nedeniyle usulden reddedilmesi hâlinde, mahkemeye erişim hakkı sınırlandırılmaktadır; ancak bu sınırlama, davalının adil yargılanma hakkının (silahların eşitliği ilkesi boyutuyla) korunmasına yönelik meşru bir amaç taşır ve ölçüsüz bir sınırlama da değildir. Zira usulden ret kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden, ilgili eksiklik giderilerek söz konusu davanın, doğru bir şekilde yeniden açılması mümkündür.
29. Kanun’daki özel hukuki yararı göz ardı ederek bir tarafın mahkemeye erişim hakkını korumak gerekçesiyle diğer taraf aleyhine sonuç doğuracak şekilde dengenin bozulması, silahların eşitliği, savunma hakkı ve hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmesine de yol açacaktır. Zira belirsiz alacak davasında davacıya henüz somutlaştırıp tam belirtmediği bir alacağı için dava açma imkânı sağlanarak hak arama ve mahkemeye erişimde avantaj sağlanmıştır. Karşı taraf aslında dava açılırken tam olarak bilmediği bir talep sonucu için savunma yapmak durumunda bırakılmaktadır. İşte bu sebeple kanun koyucu davacıya tanınan bu avantaj ve imkânı, özel bir dava şartına bağlamış ve sınırlandırmıştır.
30. Hukuk sistemimiz, davanın usulden reddedilmesi nedeniyle alacağın zamanaşımına uğraması durumunda, davacının mağduriyetini önleyecek bir hukuki çareye de yer vermiştir. 6098 sayılı Kanun'un “Davanın reddinde ek süre” kenar başlıklı 158 inci maddesine göre “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir.” Yargıtayın (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi ile 9. Hukuk Dairesi, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddedilmesi hâlinde davacının 6098 sayılı Kanun’un 158 inci maddesinin öngördüğü imkândan yararlanabileceğine karar vermiştir (Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi, 29.11.2018 tarihli ve 2018/15434 Esas, 2018/25756 Karar sayılı; 24.10.2019 tarihli ve 2019/7815 Esas, 2019/19996 Karar sayılı; 21.01.2020 tarihli ve 2016/27790 Esas, 2020/825 Karar sayılı; Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 28.06.2021 tarihli ve 2021/6019 Esas, 2021/10945 Karar sayılı kararları). Yargıtayın bu uygulaması doktrinde de kabul görmüş ve belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddi hâlinde alacaklının, 6098 sayılı Kanun’un 158 inci maddesindeki ek süre içinde usulüne uygun şekilde alacağın tamamı için tam eda davası açabileceği ifade edilmiştir (Cemil Simil, “Yargıtay Kararları Işığında Belirsiz Alacak Davası ve Kısmî Dava ile İlgili Sorunlar”, Medenî Usûl ve İcra İflâs Hukukunun Güncel Sorunları II, Lexpera Semineri, İstanbul, 2020, s.111,112). Bu nedenle belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmesinin, davacının mahkemeye erişim hakkını engellediğini kabul etmek de mümkün değildir. Davacının, belirli veya belirlenebilir alacağının tamamı için usulüne uygun şekilde tam eda davası açmasına usuli açıdan bir engel bulunmamaktadır.
31. Anayasa Mahkemesine göre “… Dairenin somut olayda başvurucunun yaptığı usul hatasını düzeltilebilecek bir yanlışlık olarak kabul etmemiş olması, 6098 sayılı Kanun'un 158. maddesiyle getirilen imkândan yararlanmasının mümkün görüleceğini kuşkulu hâle getirmektedir. Bu sebeple başvurucunun açacağı yeni bir davanın başarı şansı sunabileceği kanaatine kesin olarak varılamamaktadır. … ” (İsmail Avcı, § 73). Oysa davanın usulden reddedilmesi, düzeltilebilir bir yanlışlığa işaret eder. Dairenin bireysel başvuruya konu kararında bu yönde olumsuz bir değerlendirmesi de bulunmamaktadır. 6098 sayılı Kanun’un 158 inci maddesinde belirtilen “düzeltilebilecek bir yanlışlık” ifadesi, davacının daha sonra usulüne uygun olarak açacağı davada dikkate alınması gereken bir husustur. Davacı usulüne uygun şekilde dava açarak yanlışını düzeltmiş olacaktır.
32. 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesine mehaz teşkil eden İsviçre Medeni Usul Kanunu’nun 85 inci maddesi ile ilgili olarak Zürih Kantonu Yüksek Mahkemesi, şartları bulunmadığı hâlde açılan belirsiz alacak davasının hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini belirtmiş; buradaki hatanın, dilekçedeki basit bir şeklî eksiklik olarak kabul edilmek suretiyle İsviçre Medeni Usul Kanunu’nun 132 nci maddesinin uygulanamayacağını ifade etmiş, aynı Kanun’un 56 ncı maddesinde düzenlenen hâkimin davayı aydınlatma ödevinin de uygulama alanı bulamayacağını belirtmiştir (Obergericht des Kantons Zürich, 20.10.2015, LB150038). Söz konusu kararda, dava şartı eksikliğinin bulunduğu davaların, bu nedenle reddedilmesinin usul ekonomisine aykırı olduğu gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesi ve İsviçre Federal Anayasası’nın 29 uncu maddesine dayanılamayacağı ifade edilmiştir. Keza İsviçre Federal Mahkemesi de 2020 yılında verdiği bir kararında, şartları bulunmadığı hâlde açılan belirsiz alacak davasında, hâkimin davayı aydınlatma ödevine dayalı olarak tarafın talebinin düzeltilmesine imkân veremeyeceğini, bunun silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğunu belirtmiş; ayrıca taraf adına doğru bir hukuki himaye talebi formüle etmenin, mahkemenin görevi olmadığını ifade etmiştir (İsviçre Federal Mahkemesi, 15.06.2020, 4A_502/2019).
33. Uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkına, Anayasa’nın 13 üncü maddesi uyarınca kanunla sınırlamalar getirilebilecek olmakla birlikte, bu sınırlamaların Anayasa’nın sözüne ve ruhuna aykırı olmaması, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyet’in gereklerine uygun olması, hakkın özünü zedelememesi, meşru bir amaç taşıması, açık ve ölçülü olması gerekir (Anayasa Mahkemesi, Muammer Tatar, B. No:2014/819, 09.06.2016, § 37 vd.; Anayasa Mahkemesi, Bişar Yusufoğlu, B. No:2018/2784, 10.02.2021, § 30 vd.). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığına vurgu yapmakta ve belli esaslara uygun hareket edilmesi kaydıyla sınırlanabileceğini belirtmektedir: “Mahkeme, mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını ve birtakım sınırlamalara maruz kalabileceğini; mahkemeye erişim hakkı, doğası gereği Devlet tarafından toplumun ve bireylerin ihtiyaçları ve kaynaklarına göre yer ve zaman açısından değişebilen düzenlemelerin yapılmasını gerektirdiğinden bu kısıtlamalara izin verildiğini yineler. Uygulanan sınırlamalar, söz konusu hakkın özünü bozacak bir biçimde veya kapsamda bireyin mahkemeye erişimini kısıtlamamalıdır. İlaveten, bir sınırlama meşru bir amaca hizmet etmediği ve kullanılan araçlar ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi olmadığı sürece Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi ile bağdaşmayacaktır (bk. Pasquini / San Marino, no. 50956/16, § 156, 2 Mayıs 2019).” (AİHM, Nalbant ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 59914/16, 03.05.2022, § 32).
34. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere ve yukarıda yapılan açıklamalara göre usul ve kanuna uygun olup davacı vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun'un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,
Aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
27.12.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
Dr. S. GÖKTAŞ Ö. F. HERDEM B. AZİZAĞAOĞLU H. AYDINLI H. SARIKAMIŞ
İÇTİHAT YORUMU : Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 27.12.2022, 6872/17896 sayılı Kararı’nda dört konuyu tartışmıştır.
Tartışılan konulardan birincisi, hak ihlâli üzerine verilen Anayasa Mahkemesi kararlarının sınırları hakkındadır.
Kararın 3.-9. numaralı kısımlarında, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, Mehmet Emin ALPASLAN tarafından doktora tezi olarak savunulmuş ve sonrasında yayımlanmış “Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru ve Kararların Medenî Usûl Hukukuna Etkileri” isimli eserinde savunulan görüşleri, kararının belli kısımlarında kararına dayanak yapmıştır.
Tartışılan konulardan ikincisi, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlâli kararı verirken ulaştığı sonuçlardır. Kararın 22., 30. ve. 31. kısımlarında bu konu tartışılmıştır.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlâli kararı verirken “… Dairenin somut olayda başvurucunun yaptığı usul hatasını düzeltilebilecek bir yanlışlık olarak kabul etmemiş olması, 6098 sayılı Kanun'un 158. maddesiyle getirilen imkândan yararlanmasının mümkün görüleceğini kuşkulu hâle getirmektedir. Bu sebeple başvurucunun açacağı yeni bir davanın başarı şansı sunabileceği kanaatine kesin olarak varılamamaktadır. … ” şeklinde ulaştığı sonucun hatalı olduğunu ifade etmektedir. Zira, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin de ifade ettiği üzere, bireysel başvuruya konu kararda bu yönde olumsuz bir değerlendirme de bulunmamaktadır. Kaldı ki, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin kararının 30. numaralı kısmında, Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi ile 9. Hukuk Dairesi’nin, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usûlden reddedilmesi hâlinde davacının 6098 sayılı TBK m. 158 hükmünün öngördüğü imkândan yararlanabileceğine ilişkin hak ihlâli kararı verilmeden önceki (29.11.2018, 24.10.2019, 21.01.2020 ve 28.06.2021 tarihli) kararları tek tek belirtilmiştir.
Tartışılan konulardan üçüncüsü, şartları oluşmadığı hâlde belirsiz alacak davası açılması durumunda, mahkemenin ne tür bir davranış sergilemesi gerektiği hakkındadır. Kararın 29.-39. kısımlarında bu konu tartışılmıştır.
Bu tartışma konusu ele alınırken Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.05.2019, 2016/22-1166 E. - 2019/576 K.; 17.11.2020, 2019/17-853 E. - 2020/907 K.; 24.03.2022, 2019/11-220 E. - 2022/376 K.; 18.05.2022, 2022/11-397 E. - 2022/701 K. ve 24.05.2022, 2019/(21)10-592 E. - 2022/706 K. sayılı kararlarındaki “… alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği konusuna dönecek olursak; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz.” şeklindeki bir tespitin hukukî anlamda hatalı olduğu da ortaya konulmuştur.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, üçüncü tartışma konusunu ele alırken haklı olarak şu tespitlerde bulunmuştur.
- Salt bir eda talebi de hukukî yararın mevcudiyeti için yeterli olmaz.
- Hukukî yarar; eksikliği belirli bir süre verilerek tamamlanabilecek, giderilebilecek bir dava şartı değildir.
- Tam eda davası açılmasında hukukî yarar olsa bile, dava bu şekilde açılmamışsa mahkeme davacıya talebini ve davasını tam eda davasına dönüştürmesi için süre veremez.
- 6100 sayılı HMK m. 33 hükmüne dayanılarak dava türünün hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün değildir. Diğer yandan dava türünün hukuki nitelendirmeden hareketle hâkim tarafından değiştirilmesi, HMK m. 24 hükmünde öngörülen tasarruf ilkesi ile HMK m. 25 hükmünde öngörülen taraflarca getirilme ilkesine de uygun düşmez. Kaldı ki, HMK’nın dahi vermediği bir hakkı, mahkemenin HMK m. 119/2 hükmünü uygulayarak davacıya vermesi kabul edilemez. Belirsiz alacak davasının koşullarını taşımadığı için aslında reddedilmesi gereken bir davada, hâkimin davacıdan davasını tam eda davasına dönüştürmesini istemesi, davacıya yol göstermesi anlamına gelir. Hatta bu durum hâkimin davayla ilgili olarak kanunen gerekmediği hâlde görüşünü açıklaması, HMK m. 36/1-b) hükmünü karşılamakta yani ihsas-ı reyde bulunması anlamına geldiği için de hâkimin reddi için bir sebep teşkil edebilir.
- Medeni yargılama sistemimizde yanlış açılan davanın hâkim tarafından doğru dava türüne dönüştürülmesine imkân veren bir düzenleme bulunmamaktadır. Öyle ki, ıslah ile dahi dava türü değiştirilemez.
- Yanlış dava açanın mahkemeye erişim hakkının kısıtlandığından söz edilemez. Zira usûlden ret kararları maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden, ilgili eksiklik giderilerek söz konusu davanın, doğru bir şekilde yeniden açılması mümkündür.
- Bir tarafın mahkemeye erişim hakkını korumak gerekçesiyle diğer taraf aleyhine sonuç doğuracak şekilde dengenin bozulması, silahların eşitliği, savunma hakkı ve hukukî dinlenilme hakkının ihlal edilmesine de yol açacaktır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay Hukuk Daireleri tarafından verilmiş kararları analiz ettiğimiz 21.12.2021, 01.04.2022, 29.06.2022, 25.07.2022 ve 14.11.2022 tarihli paylaşımlarımızda AYNEN şu şekilde tespitlerde bulunmuştuk.
“Görüldüğü üzere, belirsiz alacak davası ile kısmî davanın tespit edilmesi noktasında, Yargıtay tarafından belirlenmiş kesin bir belirleme söz konusu olmayıp davalı açısından “silahların eşitliği” ilkesine zarar verecek tarzda Yargıtay içtihatları oluşturulmaktadır.
Belirsiz alacak davasının, alacağın tümünün hüküm altına alınmasını amaçlayan TAM BİR EDA DAVASI olduğu gözden kaçırılmayarak, en azından FİHS tutulduğu dava dilekçelerinde, açılan davanın belirsiz alacak davası niteliği taşıması durumunda bile açılan davanın kısmî dava olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Böyle bir durumda, hâkimin HMK m. 31 hükmü doğrultusunda aydınlatma ödevi gereğince açıklama isteyebileceği düşünülse bile katı teksif ilkesinin benimsendiği HMK sistematiği ve uygulama açısından en erken ön incelemede bu ödevin yerine getirildiği göz önüne alındığında ve davacının kendi ihmâli veya kusuru ile üstün körü hazırlamış olduğu dilekçe ve talep sonucu nedeniyle, davalının savunmasını genişletmesi ve değiştirmesi gelinen aşama itibarı ile elinden alındığı için tekrar ifade etmek gerekirse “silahların eşitliği” ilkesi zarar görecektir.
Son zamanlarda, belirsiz alacak davası ile ilgili olarak davacı tarafların, bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğuna ve Anayasa Mahkemesi’nin de belirsiz alacak davası ile ilgili verdiği kararlara şahit olunmaktadır. Ancak, davalı taraflar, Yargıtay’ın vermiş olduğu bu gibi kararlara karşı bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunda, Anayasa Mahkemesi’nin “silahların eşitliği” ve “taleple bağlılık” ilkesi çerçevesinde hak ihlâli kararı verip veremeyeceği ise tam anlamı ile merak uyandırmaktadır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden bugüne kadar 10 yılı aşkın bir süre geçmiştir. Bu süre zarfında, HMK hükümlerinin eğilip bükülerek her somut olaya özgü uygulamasından dolayı, HMK’nın bazı hükümleri uygulan(a)mamaktadır. Örneğin, dava dilekçelerinde HMK m. 119/1-e) bendi hükmüne aykırı şekilde numaralandırma yapılmadan dava ve cevap dilekçeleri hazırlanmaktadır. Taraflar, haklı olarak sıra numarası belirtilmediği için sıra numarası karşılıkları ile birbirlerine cevap verememektedir. Yargılamayı yürüten hâkim de, her iki dilekçenin analizini sağlıklı olarak yapamamaktadır.
Bu nedenle, kanımızca, dava dilekçesinde niyet okumak yerine davacının kendi ihmâli veya kusuru ile hazırladığı dilekçesinin sonuçlarına katlanması, “silahların eşitliği” ilkesine uygun olacaktır.”
Tartışılan konulardan dördüncüsü, mehaz kanunumuz olan İsviçre Hukuku’ndaki üst kanun yolu mercilerin verdiği kararlardır. Kararın 32. kısmında bu konu tartışılmıştır.
Görüldüğü üzere, mehaz kanunumuz olan İsviçre Hukuku’ndaki üst kanun yolu mercileri de şartları bulunmadığı hâlde açılan belirsiz alacak davasının hukukî yarar yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini belirtmiş ve hâkimin davayı aydınlatma ödevinin de uygulama alanı bulamayacağını belirtmiştir.
İsviçre Hukuku’nda geçerli bir belirsiz alacak davası açabilmek için davacı, davanın başında mahkemeye belirsiz alacak davası açmada korunmaya değer hukukî yarının olduğunu, çünkü talep sonucunu belirlemenin kendisi için imkânsızlığını ve bunun kendisinden beklenemeyeceğini, elinden gelen tüm araştırmayı yapmasına rağmen belirlemenin kendisi için mümkün olmadığını net ve ikna edici bir şekilde ispatlamak zorundadır. (OBERHAMMER, Paul, Schweizerische Zivilprozessordnung Kurzkommentar, Helbing Lichtenhahn Verlag, 2010, Art. 85, Rn. 6; KURTOĞLU, Bahar Tuna, Die unbezifferte Forderungsklage, Analyse, Problemstellungen und Lösungsansaetze, bezogen auf das türkische, schweizerische und deutsche Recht, Helbing Lichtenhahn Verlag, 2019, s. 159; BAUMANN WEY, Sabine, Unbezifferte Forderungsklage nach Art. 85 ZPO, Schulthess Verlag, 2013, s. 159, Rn. 425; MEIER, Isaak, Unbezifferte Forderungsklage: ein fragwürdiges Instrument zur Verminderung des Kostenrisikos, HAVE Haftpflichtprozess, Schulthess Verlag, 2010, s. 13)
Davacı bakımından davanın başında talep sonucunu belirlemenin imkânsız ve beklenilemez olmasının yani davacının belirsiz alacak davası açmada hukukî yararının varlığı mahkemeye ispatlanamadığı takdirde mahkeme davayı usûlden reddedecektir, çünkü belirsiz alacak davaları için talep sonucunun belirlenemiyor olması bu dava türü bakımından korunmaya değer hukukî yararı gösterir bu da bir dava şartıdır. (KURTOĞLU, s. 160, 315, 316; SPÜHLER, Karl, Schweizerische Zivilprozessordnung, Basler Kommentar, 2. Auflage, Helbing Lichtenhahn Verlag 2013, Art. 85, Rn. 6; COURVOISIER, Matthias, Baker&McKenzie Schweizerische Zivilprozessordnung Handkommentar, 1. Auflage, Stämpfli Verlag, 2010, Art. 85, Rn. 3)
Ayrıca, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin kararına konu olan İsviçre Federal Mahkemesi’nin 15.06.2020 tarihli kararına ek olarak İsviçre Federal Mahkemesi’nin 25.07.2022 tarihli (BGer 4A_170/2022 E. 4.2.4.) Kararı’na göre de, taraflar yerine doğru bir yasal talep oluşturmak mahkemeye bağlı değildir.