BONO NAKDEN KAYDINI İÇERDİĞİNDEN BEDELSİZLİĞE DAYALI MENFİ TESPİT DAVASINDA İSPAT YÜKÜ BORÇLUDADIR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/19-832
KARAR NO : 2019/459
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 23/10/2014
NUMARASI : 2014/403 - 2014/414
DAVACI : M.K. vekili Av. M.A.
DAVALI : M.H. vekili Av. İ.E.
Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.06.2012 tarihli ve 2008/33 E., 2012/257 K. sayılı karar taraf vekillerince temyiz edilmekle; Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 16.09.2013 tarihli ve 2012/15364 E., 2013/13908 K. sayılı kararı ile;
(... Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında otel kira sözleşmesi imzalandığını, kira kontratının davalı tarafından düzenlendiğini, bu arada davalının ve dava dışı Yusuf E.'in toplam 3.290,000 TL olmak üzere müvekkili aleyhine kambiyo senetlerini tanzim ettiğini veya ettirdiklerini sahte senetlerin müvekkili aleyhine icra takibine konulduğunu, bu takiplerdeki adresinde dava dışı Yusuf E.'in adresi olarak gösterildiğini, davalının ayrıca üç adet toplam 2.500,000 TL'lik çek keşide ettiğini çeklerde müvekkilinin lehdar olarak gösterilerek sahte ciro ile çek bedelinin bankadan tahsili için anılan şahsa sahte taahhütname ile yetki verdiğini, müvekkilinin 73 yaşında olduğunu, davalı ile bu şekilde ticari ilişkisinin olamayacağını, hiç kimsenin aynı kişiye aynı gün ödemeli beş adet kambiyo senedi keşide ederek 3.290,000 TL bedelli borç senedi veremeyeceğini belirterek takibe konu senetlerin iptaline, borçlu olmadığının tespitine, müvekkilinin lehtar olarak gösterildiği çeklerin iptaline 25.11.2005 tarihli taahhütnamenin iptaline, 01.06.2005 tarihli kira kontratının iptaline, %40 tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, kira sözleşmelerine ilişkin iddia ve taleplerin muhatabının otelin kiracısı M. Turizm Ltd. Şti. olduğunu, husumetin anılan şirkete yöneltilmesi gerektiğini davacının nakdi borcu nedeniyle toplam beş adet bono verdiğini bildirerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, çekler yönünden davacının lehtar olduğu, davalının keşidecisi olduğu çeklere dayalı davacının dava açmasının mümkün olmadığı hukuki yarar yokluğundan reddine, karar verilmiş, bedelsizlik iddiası yönünden ise, kanıt yükünün davacıda olduğu ancak ispat yükünün yer değiştirip değiştirmediğinin incelenmesi gerektiği, davalının 24.05.2010 tarihli oturumda; çek bedellerinin davacıya ödendiğini, bono bedeli olarak verdiği paranın bu şekilde ödendiği ve paranın dava dışı Yusuf E.'e verildiği beyanı karşısında davalı ile Yusuf E. aleyhine “Bankacılık Kanuna” aykırılıktan dava açıldığı, üç adet çekle ilgili fiktif işlem yapıldığı, çeklerin banka hesabına yatırılarak ödenmediği davacı çek bedellerini Yusuf E.'e anılan kişinin de davacıya verildiği savunması karşısında bankada ise bir ödeme yapılmayıp işlemin fiktif olduğu, davalının duruşmadaki beyanı ile davacının lehtarı olduğu çekleri verdiği sırada 3.290,000 TL ödediğini kabul ettiği, davalının bu beyanı karşısında ispat külfetinin yer değiştirdiği, davacıya ödeme yapıldığına dair belge bulunmadığı, dava konusu taahhütnamenin ise düzenleniş şeklinin giriş kısmı ile de başka bir amaçla düzenlenmek istendiği şüphesini doğurduğu, bankadan tahsilat yapılmadığına göre taahhütname ile borçlu olunduğunun kabul edilemeyeceği, bedelsizlik iddiasının kanıtlandığı, bonolar yönünden bedelsizlik iddiasının kabulüne, sahtecilik iddiasının ve tazminat isteminin reddine karar verilmiş hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Davacı yan iş bu menfi tespit davasında Antalya 5. İcra Müdürlüğünün 2005/1.2.3 - 2005/1.2.4 Esas sayılı dosyalarında takibe konu edilen bonolardaki imzanın müvekkiline ait olmadığını bir başka deyişle sahtecilik iddiasına dayandığı gibi davalının anılan bonolardaki bedel kadar borç verme olanağı bulunmadığını bildirerek bedelsizlik iddiasına da dayanmıştır.
İİK 72. maddesinin hükmü gereği açılan menfi tespit davasında birbiri ile çelişmemek kaydıyla birden fazla nedene dayanılabilir.
Davacı yan sahtecilik (imza inkarı) iddiası bakımından dosya içerisinde mahkemece alınan rapor ile Kemer Cumhuriyet Savcılığınca alınan bilirkişi raporları arasında farklılık bulunmaktadır.
Hal böyle olunca; davacı yanın imza inkarı yönünden mahkemece raporlar arasındaki çelişkiyi giderici Adli Tıp Kurumundan veya Güzel Sanatlar Fakültesinden oluşacak bilirkişi kurullarından rapor alınıp bu istem hakkında karar verilmesi gerekirken bu yönün göz ardı edilerek eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Davacı yanın bedelsizlik iddiasına gelince takip konusu bonolar nakden kaydını içermektedir. Bu kayıt karşısında ispat külfeti bedelsizlik iddiasında bulunan davacı yandadır. Nitekim davacı bu iddiasının ispatı yönünden davalının bono bedeli olarak yapılan ödemenin bankada yapılan fiktif işlem olduğu, banka ilgilileri ve davalı hakkında ceza davası açıldığını iddia etmiştir. Öyleyse davacının bu iddiasını kanıtlaması yönünden bir karar verilebilmesi için öncelikle açılmış olan ceza davasının sonuçları beklenerek gerektiğinde banka kayıtları üzerinde konusunda uzman bilirkişi heyetinden rapor alınması için de hükmün bozulması gerekmiştir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Taraf vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, menfi tespit istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin maliki olduğu Antalya Beldibi’ndeki otelini 15.05.2005 tarihli 5 aylık kira sözleşmesi ile M. Turizm İnşaat Ticaret Ltd. Şti. yetkilisi davalı Mustafa H.’a aylık 3.000,00TL kira bedeli ile kiraladığını, kira sözleşmesinin bitiminde (15.10.2005) otelin müvekkiline teslim edildiğini, müvekkilinin 73 yaşında olduğunu ve oteli çalıştıramadığını, davalının 01.01.2006 tarihinde 10 ay süre ile aylık 3.000,00TL üzerinden oteli yeniden kiralamak istediğini, tarafların 10 ay süre ile otelin kiralanması konusunda anlaştıklarını, davalının önceden “kiracı” olarak imzalatılmış kira kontratını getirerek; daktilosunun arızalı olduğunu, kendisine güvendiğini, kira kontratının şartlarını yazabileceğini söyleyerek kontratı imzalaması için müvekkiline sunduğunu, müvekkilinin bu 01.01.2006 tarihli kontratın “kiraya veren” davalı tarafından sahte imza atılmak suretiyle düzenlendiğini aklına getirmediğinden imzaladığını, davalının ikinci kira dönemine ilişkin kira bedelini ödememek için müvekkili aleyhine 06.06.2005 tanzim, 01.12.2005 vade tarihli ve 430.000,00TL; 08.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade tarihli ve 950.000,00TL; 08.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 900.000,00TL; 24.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 360.000,00TL; 24.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 650.000,00TL bedelli olmak üzere toplam 3.290.000,00TL kambiyo senetleri tanzim ettiğini veya ettirdiğini, söz konusu senetlere yönelik Antalya 5. İcra Müdürlüğünün 2005/1.2.3 ve 2005/1.2.4 sayılı icra takip dosyalarından müvekkili aleyhine icra takibi başlattığını, davalının bu sahtekarlığı dünürü olan dava dışı Yusuf E. ile birlikte yaptığını, takiplerde borçlu adresi olarak Yusuf E.’in Ankara’da bulunan adresinin gösterildiğini, Yusuf E.’in bu ödeme emirlerini bilerek usulsüz olarak tebliğ aldığını, müvekkilinin sahte senet tanzimi yoluyla yapılmış olan bu icra takiplerinden tesadüfen haberdar olduğunu ve bu kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduğunu, ayrıca takibe konu senetlerdeki imzalara itiraz edildiğini ve usulsüz tebligat nedeniyle de şikâyet yoluna başvurduklarını, İcra Hukuk Mahkemesince verilen kararların temyiz incelemesinde olduğunu, davalının bu olayla da yetinmediğini, Vakıfbank Ankara Çayyolu Şubesi'nin 0.1.8.0.2.9.0.5.3 numaralı hesabına ait; 08.11.2005 keşide tarihli ve 900.000,00TL bedelli; 02.02.2006 keşide tarihli ve 950.000,00TL bedelli; 28.11. 2006 keşide tarihli ve 650.000,00TL bedelli olmak üzere toplam 2.500.000,00TL’lik üç adet çek keşide edip bu çeklerin arka yüzüne müvekkilinin imzasını taklit ederek veya ettirerek, müvekkil ciro etmiş gibi ciro ettiğini veya ettirdiğini, bu çekleri de bankadan tahsil ettirmek için işbirliği yaptığı Yusuf E.'e yetki verilen sahte bir taahhütname hazırladığını, bu taahhütnamede müvekkiline yapılacak tebligatların Yusuf E. ikametgâhına yapılacağının ve çeklerin de Yusuf E.’in ilgili bankadan tahsil etmesi konusunda kendisine yetki verdiğini beyan eden bir ifade kullandığını, Yusuf E.’in çekleri ilgili bankadan tahsil ettiğini veya etmiş gözüktüğünü, davalının bununla da kalmayarak 01.06.2005 başlangıç tarihli, 10 yıl 5 ay süreli, aylık 3.000,00TL bedelli bir adet de sahte kira kontratı tanzim ederek kiraya veren yerine kendisini veya Yusuf E.’i ya da bilemedikleri başka kişilere imza attırmak sureti ile müvekkilinin imzasını taklit ettiklerini, müvekkilinin maddi durumunun iyi olduğunu, kira gelirleriyle geçindiğini, ticaretle de iştigal etmediğinden borç almasını gerektiren bir durum bulunmadığını, taraflar arasında bir ticari ilişki bulunmadığını, kimsenin yedi gün için borç olarak aynı kişiye aynı gün ödemeli ve bu kadar büyük meblağlı beş adet kambiyo senedi keşide edip vermeyeceğini ileri sürerek 06.06.2005 tanzim, 01.12.2005 vade tarihli ve 430.000,00TL; 08.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade tarihli ve 950.000,00TL; 08.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 900.000,00TL; 24.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 360.000,00 TL; 24.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 650.000,00TL bedelli kambiyo senetlerine ilişkin olarak müvekkilinin borçlu olmadığının tespiti ile senetlerin iptaline; 08.11.2005 keşide tarihli ve 900.000,00TL bedelli; 02.02.2006 keşide tarihli ve 950.000,00TL bedelli; 28.11.2006 keşide tarihli ve 650.000,00TL bedelli çeklerin iptaline, 25.11.2005 tarihli taahhütnamenin ve 01.06.2005 tarihli 10 yıl 5 ay süreli kira kontratının iptaline, davalının %40'dan az olmamak üzere kötü niyet tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; kira sözleşmelerine ilişkin iddia ve taleplerin muhatabının otelin kiracısı olan M. Turizm San. ve Tic. Ltd. Şti.’ye yöneltilmesi gerektiğini, müvekkilinin pasif dava ehliyeti bulunmadığını, Kemer Sulh Hukuk Mahkemesinde aynı kira sözleşmeleri ile ilgili aynı konuda açılmış ve devam eden bir dava bulunduğundan davacının isteminin derdestlik nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini, davacının müvekkiline olan borcu nedeniyle takibin dayanağı olan beş adet bonoyu verdiğini, kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla icra takibine konulan bonolardan dolayı müvekkilinin alacaklı olduğunu, kambiyo senedine dayalı icra takibine ilişkin olarak borçtan kurtulma yollarının yasada sayıldığını, davacı borçlunun ise imza inkârından ve kendince ortaya atılmış soyut varsayımlardan başka yazılı belge ya da somut delil sunamadığını, ödeme emri tebligatlarının usulsüzlüğüne ilişkin iddialarının ise ayrı bir dava konusu olduğunu ve İcra Hukuk Mahkemesinde görüldüğünü, ödeme emrinin tebliğ edildiği tebligat adresinin bizzat borçlu tarafından verildiğini, 25.11.2005 tarihli taahhütname ile de borç ikrar edildiği gibi verilen adrese tebligat yapılması hususunun iradi olarak belirtildiği, Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesinin 2007/3.5 E. sayılı dosyalarında da borçlunun bonolardaki imzalara itiraz ettiğini, yapılan inceleme sonucunda bonolardaki imzaların davacıya ait olduğunun anlaşıldığını, imza inkârının reddine dair kararın da Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini, davacının müvekkili ve Yusuf E. hakkında aynı soyut iddialarla suç duyurusunda bulunduğunu, soruşturma esnasında bonolardaki tüm imzaların davacıya ait olduğu anlaşıldığından takipsizlik kararı verildiğini, illetten mücerret ve kayıtsız şartsız borç ikrarını içeren takip konusu bonolar karşısında davasını ispatla mükellef olan davacı borçlunun davasını ispata yarar yazılı delil sunamadığını, takibi sürüncemede bırakmak amacıyla dava açtığını belirterek davanın reddine karar verilmesini ve davalı lehine %40’tan aşağı olmamak üzere tazminata hükmolunması gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece; açılan menfi tespit davasında sahtecilik iddiası yanında bedelsizliğe de dayanıldığı, iddiaların ileri sürülüş şekline göre öncelikle sahtecilik iddiasının ardından bedelsizlik iddiasının incelenmesi gerektiği, sahtecilik iddiası yönünden alınan 15.03.2011 tarihli bilirkişi kurulu raporunda davaya konu bonolardaki, üç adet çekteki ve taahhütnamedeki davacıya atfen atılan imzaların davacı eli ürünü olduğunun bildirildiği, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/5.3.8 sayılı dosyasında Jandarma Kriminal’dan alınan 08.02.2008 tarihli raporda beş adet bonodaki imzaların davacının eli ürünü olduğunun belirtildiği, aynı dosyada alınan Adli Tıp Kurumu’nun 27.11.2007 tarihli raporunda bonolardaki imzaların davacının eli ürünü olduğunun tespit edildiği, Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesinin 2006/6.3 esas sayılı dosyasında alınan grafoloji uzmanı bilirkişi raporunda 360.000,00TL ve 430.000,00TL’lik bonolardaki imzaların davacının eli ürünü olduğunun belirtildiği, Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesinin 2006/6.5 esas sayılı dosyasında alınan grafoloji uzmanı bilirkişi raporunda diğer bonolardaki imzaların davacı eli ürünü olduğunu tespit ettiği, mahkemece alınan raporun daha önce alınan tüm raporlarla uyumlu olduğu ve sahtecilik iddiası yönünden karar vermek için yeterli bulunduğu, belge asılları incelenmeksizin özel olarak alınmış aksi yöndeki raporların yeniden incelemeyi gerektirecek nitelikte olmadığı, Kemer Cumhuriyet Başsavcılığına verilen 17.04.2012 tarihli raporda ise imzaların davacı eli ürünü olmadığı belirtilmiş ise de raporu düzenleyenlerin görev yaptığı kurumlardan alınan raporların aksi yönünde olduğu, daha donanımlı aygıtların bulunduğu kurumların aksine bu kurumlarda çalışanların farklı sonuç içeren ve mahkemece imza incelemesine ilişkin rapor alınması işlemleri tamamlandıktan sonra, başka bir hazırlık evrakında alınan bu raporların kanaat verici olmadığı, bu nedenle de ortaya çıkan çelişkili raporlardan ötürü mahkemece yeniden rapor alınmasına gerek görülmediği ve sözü edilen bonolardaki imzaların davacının eli ürünü olduğu yönünde mahkemece tam bir kanaat oluştuğu ve bonolar yönünden sahtecilik iddiasının yerinde görülmediğinden davanın reddine karar verildiği; taahhütname yönünden de sahtecilik iddiasının bulunduğu, taahhütnamede yazılı borç ile bonolarda yazılı borcun aynı borç olduğu konusunda bir ihtilaf bulunmadığı, taahhütnamedeki imzanın da davacı eli ürünü olduğu mahkemece alınan gerekçeli ve kanaat verici rapor ile anlaşıldığından taahhütname yönünden de sahteciliğe dayalı menfi tespit davasının yerinde olmadığı; çekler yönünden de sahtecilik nedeniyle menfi tespit davası açıldığı; çeklerin keşidecisinin Mustafa H. olduğu, davalının keşidecisi olduğu bu çeklere dayalı olarak çeklerde ciro imzası bulunan davacıya karşı her hangi bir talepte bulunmasının mümkün olmadığı, çeke göre davacının borçlu olmayıp çek lehtarı olduğu, davacının çeklere ilişkin davalıya karşı menfi tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığı; çeklere ilişkin bedelsizliğe dayalı olarak da davacının davalıya karşı menfi tespit davası açmakta aynı nedenlerle hukuki yararı olmadığı; bonolar ve taahhütnamedeki imza davacıya ait olduğundan bu belgelerin aksini davacının kural olarak yazılı delillerle ispatlaması gerektiği, ispat yükünün yer değiştirip değiştirmediğinin incelenmesi gerektiği, davalının 24.05.2010 tarihli oturumda davacı vekilinin iddiaları üzerine alınan beyanları ile çek bedellerinin davacıya ödendiğini çeklerin bankada hesaba yatırılarak hesaptan ödenmediği çeklere ilişkin bankaya para giriş çıkışı olmadığının, bankada yapılmış bir ödeme bulunmadığının, bankada yapılan işlemlerin fiktif olduğunun, çek bedelleri kadar ödemelerin banka tarafından gerçekleştirilmediğinin anlaşıldığı, davacının yukarıda belirtilen duruşmadaki beyanı nedeniyle davacıya bu kişinin lehtarı olduğu çekleri verdiği sırada 3.290.000TL’yi vermemiş olduğunu kabul etmiş durumda olduğunu, davalının beyanı nedeniyle ispat yükünün yer değiştirdiği, davalının keşidecisi olduğu 2.500.000TL bedelli bu çek ile ödeme yapılmış olsa bile davalının ancak çekteki borcu ödemiş olacağı, çek ile bankada fiktif olmayan gerçek işlemler ile ödeme yapılmış olsa bile bir borcun ödenmeyip borç verildiğini davalının ispatlamak durumunda olduğu, üstelik bankada gerçek ödemeler olmadığı sadece kayıtlar üzerinde ödeme yapıldığı görüntüsünün verilmeye çalışıldığının bankadan gelen cevapları ile de açıkça anlaşıldığı, davacıya ödeme yapıldığına dair bir belge bulunmadığı, bankadan tahsilat yapılamayacağından taahhütname ile de borçlu olunduğunun kabul edilemeyeceği; davalının ödemelerin bu çeklerle yapıldığını kabul ettiği ve bankada Yusuf E. vasıtasıyla ödemesi dışında ödeme yaptığını savunmadığı, tüm dosya kapsamı, Kemer Sulh Hukuk Mahkemesinin 2007/129 sayılı dosyasındaki belgeler ve davalının 24.05.2010 tarihi duruşmadaki beyanları karşısında bedelsizlik iddiasının ispatlandığı gerekçeleriyle davacının terditli birinci talebi olan imzanın kendisine ait olmadığı (sahteciliğe dayalı) davanın bonolar ve taahhüt yönünden sabit olmadığından reddine, terditli ikinci talep olan bedelsizliğe dayalı olarak açılan menfi tespit davasının bonolar ve taahhütname yönünden kabulüne; dava konusu olup Antalya 5. İcra Müdürlüğünün 2005/1.2.3 ve 2005/1.2.4 esas sayılı dosyalarında takibe konu tümü 1.12.2005 vade tarihli olan 24.11.2005 tanzim tarihli 360.000TL bedelli, 06.06.2005 tanzim tarihli 430.000TL bedelli 24.11.2005 tanzim tarihli 650.000TL bedelli, 08.10.2005 tarih 900.000TL bedelli, 08.11.2005 tarihli 950.000TL bedelli bonolardan dolayı ve ayrıca aynı borç nedeniyle verildiği belirtilen 25.11.2005 tanzim tarihli taahhütnamede belirtilen toplamı 3.190.000TL olan dökümünde ise 3.290.000TL olarak görülen borçtan dolayı davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine, çeklere ilişkin açılan menfi tespit davasının hukuki yarar yokluğundan usulden reddine, tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Özel Dairece; taraf vekillerinin karar düzeltme istemlerinin ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.
Yerel Mahkemece; raporlar arasındaki çelişkiyi giderici Adli Tıp Kurumundan veya Güzel Sanatlar Fakültesinden oluşacak bilirkişi kurullarından rapor alınıp bu istem hakkında karar verilmesi gerektiği hususunun ilk kararda değerlendirildiği ve bilirkişi olarak seçilen kişilerin donanımlı aygıtlara sahip olması gereken çalıştıkları kurumların düzenlediği raporların aksine olan rapora itibar edilmediğinin belirtildiği, mahkemece alınmış olmasa da Adli Tıp Kurumundan alınan raporda imzaların davacı eli ürünü olduğu bildirildiğinden aynı konuda aynı kurumdan yeniden rapor alınmasının bir yarar sağlamayacağı, yine mahkemece Güzel Sanatlar Fakültesinden seçilecek 3 kişilik bilirkişi kurulundan rapor alınması için talimat yazıldığı ve buna göre talimat mahkemesince bilirkişi seçilerek rapor alındığı, bozma kararında belirtilen ceza davasının sonuçları beklenerek gerektiğinde banka kayıtları üzerinde konusunda uzman bilirkişi heyetinden rapor alınması hususu yönünden de ilk kararda değerlendirme yapıldığı, bozma kararında belirtilen ispat yüküne ilişkin değerlendirme genel kural olsa da ispat yükünün açıklanan gerekçelerle yer değiştirdiği, davalının aynı alacağını üç değişik belgeye dayandırdığı, ödemelerin çek karşılığı bankada yapıldığı belirtildiği ve çeke ilişkin ödeme aşamaları ile ilgili davalı beyanı karşısında ispat yükünün artık yer değiştirdiği, aynı konuda dayanılan cirolu çek ile ispat yükü yer değiştirmiş iken artık aynı borçla ilgili bono nedeniyle ispat yükünün yine davacıda olduğundan söz edilemeyeceği, çeke ilişkin aşamalar ile bono için de ispat yükünün yer değiştirdiği, çek ve bono başka alacaklar için olmadığından çek ile ispat yükü yer değiştirmiş iken, ayrıca bono var diye ispat yükünün bu kez eski hâline gelmeyeceği, üstelik paranın bono karşılığı verilmediği cirolu çek ile bankada ödendiği iddia edildiğinden zaten bono için de ispat yükünün yer değiştirtidiği, ayrıca ceza dosyasındaki fiktif işleme konu belgelerin bozma kararında belirtilen bonolar ile ilgili olmayıp çekler ile ilgili olduğu, Bankacılık Kanunu’na muhalefet ile ilgili olan bu dosyanın daha önce incelendiği, sadece kayıtlarda para giriş çıkışı olduğu, gerçekte bu şekilde bankaya girip çıkmış bir para olmadığına dair görevlilerin beyanlarının bulunduğunun görüldüğü, banka görevlilerinin hakkında açılan dava kurallara aykırı işlem yapılması ile ilgili olup menfi tespit davasındaki taraf beyanlarını ortadan kaldıracak bir olgu belirlemesinden söz edilemeyeceği, bizzat davalının beyanları ile ispat yükü yer değiştirmiş olup ceza dosyası sonucunun beklenmesine gerek olmadığı, davanın 2008 yılı başında açıldığı, henüz sonuçlanmamış olan ceza davasının ne zaman kesinleşeceğinin belli olmadığı, ceza dosyasının sonucunun beklenmesine gerek olmadığı, bankadan gelen cevaplar, banka müfettiş raporu ve beyanlar ile bankada yapılan işlemler belli olup bu dava kapsamında bilirkişi raporu alınmasına da gerek olmadığı, davanın sonuçlandırılabilmesi için bozma kararı öncesi toplanan delillerin yeterli olduğu, davaların makul sürede sonuçlandırılması gerektiği de gözetilerek tartışılıp değerlendirilen beyan ve deliller ile mahkememizin ilk kararında açıklanan gerekçelerin yeterli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık:
I- Davacının sahtecilik (imza inkârı) iddiası bakımından mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre mahkemece alınan rapor ile Kemer Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla Adli Tıp Kurumundan veya Güzel Sanatlar Fakültesinden oluşacak bilirkişi kurullarından rapor alınıp sonucuna göre bu istem hakkında bir karar verilmesi gerekirip gerekmediği
II- Eldeki davada bedelsizlik iddiası dikkate alındığında ispat külfetinin hangi tarafa düştüğü ve somut olay bakımından ispat yükünün yer değiştirip değiştirmediği, burada varılacak sonuca göre davacının bedelsizlik iddiasının ispatı yönünden davalının bono bedeli olarak yapılan ödemenin bankada yapılan fiktif işlem olduğu, banka ilgilileri ve davalı hakkında ceza davası açıldığı yönündeki iddialarının kanıtı bakımından bir karar verilebilmesi için açılmış olan ceza davasının sonucunun beklenmesinin ve ceza davası sonuçlandıktan sonra da duruma göre banka kayıtları üzerinde konusunda uzman bilirkişi heyetinden rapor alınmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlıkların çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Davalı tarafından varlığı inkâr edilen bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, B: İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 136).
Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir.
Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.
Davacı menfi tespit davasını birbiriyle çelişmemek üzere birden fazla nedene dayandırabilir. Eş söyleyişle davacı; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) olmayan, ancak Yargıtay içtihatlarıyla “kademeli dava” olarak adlandırılan ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) terditli dava olarak yerini alıp Kanun’un 111. maddesinde düzenlenen biçimde de terditli dava açılabilir. Terditli davalarda aynı dava içerisinde, aynı davalıya karşı birden fazla talep arasında bir aslilik-ferilik ilişkisi kurmak suretiyle aynı dava dilekçesinde ileri sürülmektedir. Kademeli olarak ileri sürülen taleplerde (davada) hâkim öncelikle asli talebi inceleyecek ve asli talep bakımından bir karar verecektir. Ferî talep asıl talebe bağlı olarak ileri sürüldüğünden asıl talebin esastan reddine karar verilmedikçe ferî talep hüküm altına alınamayacaktır.
Eldeki dava da kademeli olarak sahtelik ve bedelsizlik nedenine dayalı olarak açılmıştır. Bu durumda mahkemece öncelikte sahtecilik iddiasının incelenmesi dava konusu senetlerde ve taahhütnamedeki imzaların davacı borçluya ait olduğunun anlaşılması hâlinde bu kez bedelsizlik iddiasının incelenmesi gerekmektedir. Açıklanan bu genel ilkeler bakımından Özel Daire ve Yerel Mahkeme arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. İlk uyuşmazlık; (I) numaralı maddede belirtildiği gibi, sahtecilik iddiası bakımından yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı noktasındadır.
Hemen belirtilmelidir ki, herhangi bir belgedeki imza veya yazının olmadığı hususunda yapılacak bilirkişi incelemesinin, konunun uzmanınca ve gerekli donanıma sahip bir laboratuvar ortamında, optik aletler ve o incelemenin gerektirdiği diğer cihazlar kullanılarak grafolojik ve grafometrik yöntemlerle yapılması; bu alet ve yöntemlerle gerek incelemeye konu ve gerekse karşılaştırmaya esas belgelerdeki imza veya yazının tersim, seyir baskı derecesi, eğim, doğrultu gibi yönlerden taşıdığı özellikleri tam ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenip karşılaştırılması; sonuçta imza veya yazının atfedilen kişiye ait olup olmadığının, dayanakların mahkemenin ve Yargıtay'ın denetimine elverişli bir raporla ortaya konulması; gerektiğinde karşılaştırılan imza veya yazının hangi nedenle farklı veya aynı kişinin eli ürünü olduğunun fotoğraf ya da diğer uygun görüntü teknikleriyle de desteklenmesi şarttır.
Mahkemece sahtecilik iddiası bakımından bilirkişi incelemesi yaptırılmış olup, 15.03.2011 tarihli bilirkişi kurulu raporunda; davaya konu bonolarda, üç adet çekte ve taahhütnamede davacıya atfedilen imzaların davacının eli ürünü olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Mahkemece alınan bu raporun; dosya kapsamında bulunan diğer raporlarla uyumlu olduğu, belge asılları incelenmeksizin özel olarak alınmış bulunan ve aksi yönde görüş belirten raporlara itibar edilemeyeceği, Kemer Cumhuriyet Başsavcılığına verilen 17.04.2012 tarihli raporda ise imzaların Mehmet Kendirci eli ürünü olmadığı yönündeki görüşün de; uyumlu olan bilirkişi raporlarının, çelişki içeren bu raporu düzenleyen bilirkişilerin görev yaptığı kurumlardan daha donanımlı cihazlar kullanılarak alınmış olduğundan ortaya çıkan çelişki nedeniyle yeniden inceleme yapılmasına gerek olmadığı belirtilmiştir.
Çelişkili rapora dayalı olarak eksik inceleme ve hatalı değerlendirme ile karar verilemez.
6100 sayılı HMK’nın 281/3. maddesinde mahkemenin gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla tekrar inceleme yapabileceği öngörüldüğünden ve 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddesinin üçüncü bendinde belirtilen “Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz” ilkesi de gözetilmek suretiyle tarafların sunmuş oldukları tüm delillerin ve açıklığa kavuşturdukları konuların değerlendirilmesi için davacı yanın imza inkârı yönünden mahkemece raporlar arasındaki çelişkiyi giderici Adli Tıp Kurumundan veya Güzel Sanatlar Fakültesinden ya da Jandarma Kriminal bölümlerinden oluşacak konusunda uzman olan ve önceki bilirkişi raporlarında imzası bulunmayan yeni bir bilirkişi kurulundan yukarıda açıklanan usule göre düzenlenmiş, çelişkiyi giderici ve denetime elverişli olacak şekilde bilirkişi raporu alınması gerekirken bu yönün göz ardı edilerek eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu noktada, ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, eş söyleyişle; ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır:
Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda (mülga) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 53. maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m.74) düzenlenmiş olup; hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını; öngörmesi esasına dayanmaktadır.
818 sayılı BK’nın “Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk Arasında Münasebet” başlıklı 53. maddesinde: “Hâkim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hâkimini takyit etmez.” hükmü yer almaktadır (6098 sayılı TBK’nın 74. maddesi hükmü de aynı yönde bir düzenlemeyi içermektedir.).
Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.1.975 tarihli, 1971/T-406 E. ve 1975/1 K; 23.1.1985 tarihli, 1983/10-372 E. ve 1985/21 K.; 27.04.2011 tarihli, 2011/17-50 E. ve 2011/231 K.; 03.04.2013 tarihli, 2012/19-873 E.,2013/433 K. sayılı kararları).
Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, BK’nın 53. maddesi bir engel oluşturmaz (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.09.1981 tarihli, 1979/1-131 E. ve 1981/587 K., 27.04.2011 tarihli 2011/17-50 E., 2011/231 K.; 03.04.2013 tarihli, 2012/19-873 E., 2013/433 K. sayılı kararları; Çenberci, M: Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, 1965,s.22 vd).
Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.10.1989 tarihli ve 1989/11-373 E., 472 K.; 27.04.2011 tarihli, 2011/17-50 E., 2011/231 K.; 03.04.2013 tarihli ve 2012/19-873 E., 2013/433 K. sayılı kararları).
Davacı yan sahtelik ve bedelsizlik iddiasına dayanırken, davalı tarafça iddialar reddedilerek yargılama aşamasında çeklerin bono bedellerine karşılık olarak ödendiği belirtilmiştir. Çek ile yapılan işlemlerin gerçek işlemler olmadığı, fiktif işlemler sonucu gerçek bir para giriş ve çıkışı olmadığı hâlde banka görevlileri tarafından para giriş ve çıkışı varmış gibi işlemler yapıldığının iddia edildiği, anılan olay ile ilgili olarak Banka müfettişlerince inceleme başlatıldığı, ilgililer hakkında da ceza soruşturması yürütülerek kamu davası açıldığı anlaşılmıştır. Mahkemece açılmış olan ceza davasının sonucu beklenmeyerek ceza dosyasındaki bir takım ifadelere ve Banka müfettişi tarafından yapılan inceleme raporundaki beyanlara istinaden işlemlerin fiktif olduğu belirtilmiştir. Oysa ki; sahtelik davasına konu senedin sahteliğini veya sahte olmadığını (maddi vakıayı) tespit eden kesinleşmiş ceza mahkemesi kararı, menfi tespit davası bakımından kesin delil teşkil eder ve hukuk hâkimini bağlar. Yine yapılan işlemlerin fiktif işlemler olup olmadığı hususu da eldeki davada çözümlenmesi gereken maddi vakıadır. Bu nedenle somut olay kapsamında maddi vakıayı çözümleyecek iddialara ilişkin olarak açılmış olan ceza davasında verilerek karar sonuca etkili olacağından ceza davasının menfi tespit davası bakımından bekletici mesele yapılması gerektiği noktasında da şüphe bulunmamaktadır.
Kademeli olarak açılan davada öncelikle davaya konu senetlerin ve taahhütnamenin sahtelik nedeniyle hükümsüz olduğu, hükümsüzlük talebi kabul görmediği takdirde de bedelsiz olduğundan borçlu bulunmadığının tespiti istendiğine göre; asli talep konusu olan sahtecilik iddiası bakımından çelişkiyi giderici rapor alındıktan ve maddi vakıanın tespiti bakımından beklenmesi gereken ceza davasının sonuçlanması gerekmektedir.
Kademeli olarak ileri sürülen ikinci neden bedelsizlik iddiası olduğundan ispat yükü üzerinde durulmalıdır.
Önemle vurgulanmalıdır ki; menfi tespit davasında deliller normal bir hukuk davasındaki gibidir:
Menfî tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat, davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır:
Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukuki ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü, hukuki ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (HMK m. 190; MK m.6).
Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru, s:143).
Davaya konu bonolar nakden kaydını içermekte olup; bu kayıt karşısında bedelsizlik bakımından açılan menfi tespit davasında da ispat yükü davacı borçludadır. Davalı tarafça belirtilen celsede yapılan açıklamalar senedin talili niteliğinde de değildir. Bu nedenle ispat yükünün yer değiştirdiğinden söz edilemeyecektir. Ne var ki; sahtecilik iddiası bakımından yukarıda açıklanan biçimde bir sonuca vardıktan sonra, davacının bedelsizlik iddiasını kanıtlaması yönünden bir karar verilebilmesi için de öncelikle açılmış olan ceza davasının sonucu beklenmeli ve sonucuna göre; yapılan işlemler bakımından gerektiğinde banka kayıtları üzerinde konusunda uzman bilirkişi heyetinden de bilirkişi raporu alınmalıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; bonoların vade tarihlerinin aynı olduğu ve büyük meblağlar içerdiği, iki ayrı senedin tanzim tarihi ile vade tarihi arasında bir hafta gibi bir süre bulunduğu ve bonoların her birinin en az üç ayrı kalemle tanzim edildiğinin tespit edildiği, davada bono bedellerinin çeklerle ödendiği savunulmuş ise de; banka memurlarının ceza mahkemesi huzurunda verdikleri ifadelerden ve müfettiş inceleme raporundaki beyanlardan çeklerle ilgili yapılan işlemlerin gerçeği yansıtmadığı ve fiktif işlemler olduğunun anlaşıldığı, davacının sahtelik ve bedelsizlik iddiasını kanıtladığı, yapılan inceleme ve araştırmanın yeterli olduğu ve yerel mahkeme kararının onanması gerektiği yönünde ileri sürülen görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Sonuç itibari ile direnme kararının, Özel Daire bozma kararında ve yapılacak bilirkişi incelemesi konusunda yukarıdaki belirtilen ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
S O N U Ç : Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma neden ve şekline göre taraf vekillerinin yukarıda yapılan açıklamalar dışında kalan temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.04.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava, İİK 72. maddesi gereğince açılmış menfi tespit davasıdır.
Davacı, bonolardaki borçlu, çeklerdeki ciranta ve taahhütnamedeki imzanın kendisine ait olmadığını, bonoların bedelsiz kaldığını, taahhütnamenin de geçersiz olduğunu iddia etmiştir.
Yerel Mahkemece, imza inkarına ilişkin talebin reddine, diğer taleplerin kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairece, imza incelemesinin yeterli olmadığı ve bedelsizlik iddiasının araştırılması gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuş, Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle kararda ısrar edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, araştırmanın yeterli olup olmadığına ilişkindir.
Davacının imzaladığı bonoların hepsi aynı vade tarihli olup toplamı 3.290.000TL tutarındadır. İki ayrı senedin tanzim tarihi ile vade tarihi arasında bir hafta gibi bir süre vardır. Diğer yandan bonoların her biri en az üç ayrı kalemle tanzim edilmiştir.
Davalı, bono bedellerinin çeklerle ödendiğini savunmuştur. Ne var ki banka memurları hem ceza mahkemesi huzurunda hem de banka müfettişi huzurunda alınan ifadelerinde açıkça çeklerin keşidecisi tarafından hesaba bir para yatırılmadığını, hesaptan da para çekilmediğini, para hesaba girmiş çıkmış gibi işlem yapıldığını beyan etmişlerdir.
Dava konusu bonoların bedelleri alacaklı tarafından ödenmediğine göre davacının senetlerin bedelsizlik iddiası ispatlanmıştır. Senetlerdeki imzanın davacıya ait olduğu kabul edilse dahi söz konusu senetler nedeniyle davacının borçlu olmadığı anlaşıldığından davanın kabulü doğru olmuştur.
Anlatılan ve Yerel Mahkeme gerekçesinde belirtilen nedenlerle kararın onanması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.
Hasan KAYA
Üye
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 20 üyenin 19'u İLAVELİ BOZMA, 1'i ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.
BONO NAKDEN KAYDINI İÇERDİĞİNDEN BEDELSİZLİĞE DAYALI MENFİ TESPİT DAVASINDA İSPAT YÜKÜ BORÇLUDADIR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/19-832
KARAR NO : 2019/459
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 23/10/2014
NUMARASI : 2014/403 - 2014/414
DAVACI : M.K. vekili Av. M.A.
DAVALI : M.H. vekili Av. İ.E.
Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.06.2012 tarihli ve 2008/33 E., 2012/257 K. sayılı karar taraf vekillerince temyiz edilmekle; Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 16.09.2013 tarihli ve 2012/15364 E., 2013/13908 K. sayılı kararı ile;
(... Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında otel kira sözleşmesi imzalandığını, kira kontratının davalı tarafından düzenlendiğini, bu arada davalının ve dava dışı Yusuf E.'in toplam 3.290,000 TL olmak üzere müvekkili aleyhine kambiyo senetlerini tanzim ettiğini veya ettirdiklerini sahte senetlerin müvekkili aleyhine icra takibine konulduğunu, bu takiplerdeki adresinde dava dışı Yusuf E.'in adresi olarak gösterildiğini, davalının ayrıca üç adet toplam 2.500,000 TL'lik çek keşide ettiğini çeklerde müvekkilinin lehdar olarak gösterilerek sahte ciro ile çek bedelinin bankadan tahsili için anılan şahsa sahte taahhütname ile yetki verdiğini, müvekkilinin 73 yaşında olduğunu, davalı ile bu şekilde ticari ilişkisinin olamayacağını, hiç kimsenin aynı kişiye aynı gün ödemeli beş adet kambiyo senedi keşide ederek 3.290,000 TL bedelli borç senedi veremeyeceğini belirterek takibe konu senetlerin iptaline, borçlu olmadığının tespitine, müvekkilinin lehtar olarak gösterildiği çeklerin iptaline 25.11.2005 tarihli taahhütnamenin iptaline, 01.06.2005 tarihli kira kontratının iptaline, %40 tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, kira sözleşmelerine ilişkin iddia ve taleplerin muhatabının otelin kiracısı M. Turizm Ltd. Şti. olduğunu, husumetin anılan şirkete yöneltilmesi gerektiğini davacının nakdi borcu nedeniyle toplam beş adet bono verdiğini bildirerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, çekler yönünden davacının lehtar olduğu, davalının keşidecisi olduğu çeklere dayalı davacının dava açmasının mümkün olmadığı hukuki yarar yokluğundan reddine, karar verilmiş, bedelsizlik iddiası yönünden ise, kanıt yükünün davacıda olduğu ancak ispat yükünün yer değiştirip değiştirmediğinin incelenmesi gerektiği, davalının 24.05.2010 tarihli oturumda; çek bedellerinin davacıya ödendiğini, bono bedeli olarak verdiği paranın bu şekilde ödendiği ve paranın dava dışı Yusuf E.'e verildiği beyanı karşısında davalı ile Yusuf E. aleyhine “Bankacılık Kanuna” aykırılıktan dava açıldığı, üç adet çekle ilgili fiktif işlem yapıldığı, çeklerin banka hesabına yatırılarak ödenmediği davacı çek bedellerini Yusuf E.'e anılan kişinin de davacıya verildiği savunması karşısında bankada ise bir ödeme yapılmayıp işlemin fiktif olduğu, davalının duruşmadaki beyanı ile davacının lehtarı olduğu çekleri verdiği sırada 3.290,000 TL ödediğini kabul ettiği, davalının bu beyanı karşısında ispat külfetinin yer değiştirdiği, davacıya ödeme yapıldığına dair belge bulunmadığı, dava konusu taahhütnamenin ise düzenleniş şeklinin giriş kısmı ile de başka bir amaçla düzenlenmek istendiği şüphesini doğurduğu, bankadan tahsilat yapılmadığına göre taahhütname ile borçlu olunduğunun kabul edilemeyeceği, bedelsizlik iddiasının kanıtlandığı, bonolar yönünden bedelsizlik iddiasının kabulüne, sahtecilik iddiasının ve tazminat isteminin reddine karar verilmiş hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Davacı yan iş bu menfi tespit davasında Antalya 5. İcra Müdürlüğünün 2005/1.2.3 - 2005/1.2.4 Esas sayılı dosyalarında takibe konu edilen bonolardaki imzanın müvekkiline ait olmadığını bir başka deyişle sahtecilik iddiasına dayandığı gibi davalının anılan bonolardaki bedel kadar borç verme olanağı bulunmadığını bildirerek bedelsizlik iddiasına da dayanmıştır.
İİK 72. maddesinin hükmü gereği açılan menfi tespit davasında birbiri ile çelişmemek kaydıyla birden fazla nedene dayanılabilir.
Davacı yan sahtecilik (imza inkarı) iddiası bakımından dosya içerisinde mahkemece alınan rapor ile Kemer Cumhuriyet Savcılığınca alınan bilirkişi raporları arasında farklılık bulunmaktadır.
Hal böyle olunca; davacı yanın imza inkarı yönünden mahkemece raporlar arasındaki çelişkiyi giderici Adli Tıp Kurumundan veya Güzel Sanatlar Fakültesinden oluşacak bilirkişi kurullarından rapor alınıp bu istem hakkında karar verilmesi gerekirken bu yönün göz ardı edilerek eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Davacı yanın bedelsizlik iddiasına gelince takip konusu bonolar nakden kaydını içermektedir. Bu kayıt karşısında ispat külfeti bedelsizlik iddiasında bulunan davacı yandadır. Nitekim davacı bu iddiasının ispatı yönünden davalının bono bedeli olarak yapılan ödemenin bankada yapılan fiktif işlem olduğu, banka ilgilileri ve davalı hakkında ceza davası açıldığını iddia etmiştir. Öyleyse davacının bu iddiasını kanıtlaması yönünden bir karar verilebilmesi için öncelikle açılmış olan ceza davasının sonuçları beklenerek gerektiğinde banka kayıtları üzerinde konusunda uzman bilirkişi heyetinden rapor alınması için de hükmün bozulması gerekmiştir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Taraf vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, menfi tespit istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin maliki olduğu Antalya Beldibi’ndeki otelini 15.05.2005 tarihli 5 aylık kira sözleşmesi ile M. Turizm İnşaat Ticaret Ltd. Şti. yetkilisi davalı Mustafa H.’a aylık 3.000,00TL kira bedeli ile kiraladığını, kira sözleşmesinin bitiminde (15.10.2005) otelin müvekkiline teslim edildiğini, müvekkilinin 73 yaşında olduğunu ve oteli çalıştıramadığını, davalının 01.01.2006 tarihinde 10 ay süre ile aylık 3.000,00TL üzerinden oteli yeniden kiralamak istediğini, tarafların 10 ay süre ile otelin kiralanması konusunda anlaştıklarını, davalının önceden “kiracı” olarak imzalatılmış kira kontratını getirerek; daktilosunun arızalı olduğunu, kendisine güvendiğini, kira kontratının şartlarını yazabileceğini söyleyerek kontratı imzalaması için müvekkiline sunduğunu, müvekkilinin bu 01.01.2006 tarihli kontratın “kiraya veren” davalı tarafından sahte imza atılmak suretiyle düzenlendiğini aklına getirmediğinden imzaladığını, davalının ikinci kira dönemine ilişkin kira bedelini ödememek için müvekkili aleyhine 06.06.2005 tanzim, 01.12.2005 vade tarihli ve 430.000,00TL; 08.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade tarihli ve 950.000,00TL; 08.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 900.000,00TL; 24.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 360.000,00TL; 24.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 650.000,00TL bedelli olmak üzere toplam 3.290.000,00TL kambiyo senetleri tanzim ettiğini veya ettirdiğini, söz konusu senetlere yönelik Antalya 5. İcra Müdürlüğünün 2005/1.2.3 ve 2005/1.2.4 sayılı icra takip dosyalarından müvekkili aleyhine icra takibi başlattığını, davalının bu sahtekarlığı dünürü olan dava dışı Yusuf E. ile birlikte yaptığını, takiplerde borçlu adresi olarak Yusuf E.’in Ankara’da bulunan adresinin gösterildiğini, Yusuf E.’in bu ödeme emirlerini bilerek usulsüz olarak tebliğ aldığını, müvekkilinin sahte senet tanzimi yoluyla yapılmış olan bu icra takiplerinden tesadüfen haberdar olduğunu ve bu kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduğunu, ayrıca takibe konu senetlerdeki imzalara itiraz edildiğini ve usulsüz tebligat nedeniyle de şikâyet yoluna başvurduklarını, İcra Hukuk Mahkemesince verilen kararların temyiz incelemesinde olduğunu, davalının bu olayla da yetinmediğini, Vakıfbank Ankara Çayyolu Şubesi'nin 0.1.8.0.2.9.0.5.3 numaralı hesabına ait; 08.11.2005 keşide tarihli ve 900.000,00TL bedelli; 02.02.2006 keşide tarihli ve 950.000,00TL bedelli; 28.11. 2006 keşide tarihli ve 650.000,00TL bedelli olmak üzere toplam 2.500.000,00TL’lik üç adet çek keşide edip bu çeklerin arka yüzüne müvekkilinin imzasını taklit ederek veya ettirerek, müvekkil ciro etmiş gibi ciro ettiğini veya ettirdiğini, bu çekleri de bankadan tahsil ettirmek için işbirliği yaptığı Yusuf E.'e yetki verilen sahte bir taahhütname hazırladığını, bu taahhütnamede müvekkiline yapılacak tebligatların Yusuf E. ikametgâhına yapılacağının ve çeklerin de Yusuf E.’in ilgili bankadan tahsil etmesi konusunda kendisine yetki verdiğini beyan eden bir ifade kullandığını, Yusuf E.’in çekleri ilgili bankadan tahsil ettiğini veya etmiş gözüktüğünü, davalının bununla da kalmayarak 01.06.2005 başlangıç tarihli, 10 yıl 5 ay süreli, aylık 3.000,00TL bedelli bir adet de sahte kira kontratı tanzim ederek kiraya veren yerine kendisini veya Yusuf E.’i ya da bilemedikleri başka kişilere imza attırmak sureti ile müvekkilinin imzasını taklit ettiklerini, müvekkilinin maddi durumunun iyi olduğunu, kira gelirleriyle geçindiğini, ticaretle de iştigal etmediğinden borç almasını gerektiren bir durum bulunmadığını, taraflar arasında bir ticari ilişki bulunmadığını, kimsenin yedi gün için borç olarak aynı kişiye aynı gün ödemeli ve bu kadar büyük meblağlı beş adet kambiyo senedi keşide edip vermeyeceğini ileri sürerek 06.06.2005 tanzim, 01.12.2005 vade tarihli ve 430.000,00TL; 08.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade tarihli ve 950.000,00TL; 08.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 900.000,00TL; 24.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 360.000,00 TL; 24.11.2005 tanzim, 01.12.2005 vade ve 650.000,00TL bedelli kambiyo senetlerine ilişkin olarak müvekkilinin borçlu olmadığının tespiti ile senetlerin iptaline; 08.11.2005 keşide tarihli ve 900.000,00TL bedelli; 02.02.2006 keşide tarihli ve 950.000,00TL bedelli; 28.11.2006 keşide tarihli ve 650.000,00TL bedelli çeklerin iptaline, 25.11.2005 tarihli taahhütnamenin ve 01.06.2005 tarihli 10 yıl 5 ay süreli kira kontratının iptaline, davalının %40'dan az olmamak üzere kötü niyet tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; kira sözleşmelerine ilişkin iddia ve taleplerin muhatabının otelin kiracısı olan M. Turizm San. ve Tic. Ltd. Şti.’ye yöneltilmesi gerektiğini, müvekkilinin pasif dava ehliyeti bulunmadığını, Kemer Sulh Hukuk Mahkemesinde aynı kira sözleşmeleri ile ilgili aynı konuda açılmış ve devam eden bir dava bulunduğundan davacının isteminin derdestlik nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini, davacının müvekkiline olan borcu nedeniyle takibin dayanağı olan beş adet bonoyu verdiğini, kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla icra takibine konulan bonolardan dolayı müvekkilinin alacaklı olduğunu, kambiyo senedine dayalı icra takibine ilişkin olarak borçtan kurtulma yollarının yasada sayıldığını, davacı borçlunun ise imza inkârından ve kendince ortaya atılmış soyut varsayımlardan başka yazılı belge ya da somut delil sunamadığını, ödeme emri tebligatlarının usulsüzlüğüne ilişkin iddialarının ise ayrı bir dava konusu olduğunu ve İcra Hukuk Mahkemesinde görüldüğünü, ödeme emrinin tebliğ edildiği tebligat adresinin bizzat borçlu tarafından verildiğini, 25.11.2005 tarihli taahhütname ile de borç ikrar edildiği gibi verilen adrese tebligat yapılması hususunun iradi olarak belirtildiği, Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesinin 2007/3.5 E. sayılı dosyalarında da borçlunun bonolardaki imzalara itiraz ettiğini, yapılan inceleme sonucunda bonolardaki imzaların davacıya ait olduğunun anlaşıldığını, imza inkârının reddine dair kararın da Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini, davacının müvekkili ve Yusuf E. hakkında aynı soyut iddialarla suç duyurusunda bulunduğunu, soruşturma esnasında bonolardaki tüm imzaların davacıya ait olduğu anlaşıldığından takipsizlik kararı verildiğini, illetten mücerret ve kayıtsız şartsız borç ikrarını içeren takip konusu bonolar karşısında davasını ispatla mükellef olan davacı borçlunun davasını ispata yarar yazılı delil sunamadığını, takibi sürüncemede bırakmak amacıyla dava açtığını belirterek davanın reddine karar verilmesini ve davalı lehine %40’tan aşağı olmamak üzere tazminata hükmolunması gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece; açılan menfi tespit davasında sahtecilik iddiası yanında bedelsizliğe de dayanıldığı, iddiaların ileri sürülüş şekline göre öncelikle sahtecilik iddiasının ardından bedelsizlik iddiasının incelenmesi gerektiği, sahtecilik iddiası yönünden alınan 15.03.2011 tarihli bilirkişi kurulu raporunda davaya konu bonolardaki, üç adet çekteki ve taahhütnamedeki davacıya atfen atılan imzaların davacı eli ürünü olduğunun bildirildiği, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/5.3.8 sayılı dosyasında Jandarma Kriminal’dan alınan 08.02.2008 tarihli raporda beş adet bonodaki imzaların davacının eli ürünü olduğunun belirtildiği, aynı dosyada alınan Adli Tıp Kurumu’nun 27.11.2007 tarihli raporunda bonolardaki imzaların davacının eli ürünü olduğunun tespit edildiği, Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesinin 2006/6.3 esas sayılı dosyasında alınan grafoloji uzmanı bilirkişi raporunda 360.000,00TL ve 430.000,00TL’lik bonolardaki imzaların davacının eli ürünü olduğunun belirtildiği, Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesinin 2006/6.5 esas sayılı dosyasında alınan grafoloji uzmanı bilirkişi raporunda diğer bonolardaki imzaların davacı eli ürünü olduğunu tespit ettiği, mahkemece alınan raporun daha önce alınan tüm raporlarla uyumlu olduğu ve sahtecilik iddiası yönünden karar vermek için yeterli bulunduğu, belge asılları incelenmeksizin özel olarak alınmış aksi yöndeki raporların yeniden incelemeyi gerektirecek nitelikte olmadığı, Kemer Cumhuriyet Başsavcılığına verilen 17.04.2012 tarihli raporda ise imzaların davacı eli ürünü olmadığı belirtilmiş ise de raporu düzenleyenlerin görev yaptığı kurumlardan alınan raporların aksi yönünde olduğu, daha donanımlı aygıtların bulunduğu kurumların aksine bu kurumlarda çalışanların farklı sonuç içeren ve mahkemece imza incelemesine ilişkin rapor alınması işlemleri tamamlandıktan sonra, başka bir hazırlık evrakında alınan bu raporların kanaat verici olmadığı, bu nedenle de ortaya çıkan çelişkili raporlardan ötürü mahkemece yeniden rapor alınmasına gerek görülmediği ve sözü edilen bonolardaki imzaların davacının eli ürünü olduğu yönünde mahkemece tam bir kanaat oluştuğu ve bonolar yönünden sahtecilik iddiasının yerinde görülmediğinden davanın reddine karar verildiği; taahhütname yönünden de sahtecilik iddiasının bulunduğu, taahhütnamede yazılı borç ile bonolarda yazılı borcun aynı borç olduğu konusunda bir ihtilaf bulunmadığı, taahhütnamedeki imzanın da davacı eli ürünü olduğu mahkemece alınan gerekçeli ve kanaat verici rapor ile anlaşıldığından taahhütname yönünden de sahteciliğe dayalı menfi tespit davasının yerinde olmadığı; çekler yönünden de sahtecilik nedeniyle menfi tespit davası açıldığı; çeklerin keşidecisinin Mustafa H. olduğu, davalının keşidecisi olduğu bu çeklere dayalı olarak çeklerde ciro imzası bulunan davacıya karşı her hangi bir talepte bulunmasının mümkün olmadığı, çeke göre davacının borçlu olmayıp çek lehtarı olduğu, davacının çeklere ilişkin davalıya karşı menfi tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığı; çeklere ilişkin bedelsizliğe dayalı olarak da davacının davalıya karşı menfi tespit davası açmakta aynı nedenlerle hukuki yararı olmadığı; bonolar ve taahhütnamedeki imza davacıya ait olduğundan bu belgelerin aksini davacının kural olarak yazılı delillerle ispatlaması gerektiği, ispat yükünün yer değiştirip değiştirmediğinin incelenmesi gerektiği, davalının 24.05.2010 tarihli oturumda davacı vekilinin iddiaları üzerine alınan beyanları ile çek bedellerinin davacıya ödendiğini çeklerin bankada hesaba yatırılarak hesaptan ödenmediği çeklere ilişkin bankaya para giriş çıkışı olmadığının, bankada yapılmış bir ödeme bulunmadığının, bankada yapılan işlemlerin fiktif olduğunun, çek bedelleri kadar ödemelerin banka tarafından gerçekleştirilmediğinin anlaşıldığı, davacının yukarıda belirtilen duruşmadaki beyanı nedeniyle davacıya bu kişinin lehtarı olduğu çekleri verdiği sırada 3.290.000TL’yi vermemiş olduğunu kabul etmiş durumda olduğunu, davalının beyanı nedeniyle ispat yükünün yer değiştirdiği, davalının keşidecisi olduğu 2.500.000TL bedelli bu çek ile ödeme yapılmış olsa bile davalının ancak çekteki borcu ödemiş olacağı, çek ile bankada fiktif olmayan gerçek işlemler ile ödeme yapılmış olsa bile bir borcun ödenmeyip borç verildiğini davalının ispatlamak durumunda olduğu, üstelik bankada gerçek ödemeler olmadığı sadece kayıtlar üzerinde ödeme yapıldığı görüntüsünün verilmeye çalışıldığının bankadan gelen cevapları ile de açıkça anlaşıldığı, davacıya ödeme yapıldığına dair bir belge bulunmadığı, bankadan tahsilat yapılamayacağından taahhütname ile de borçlu olunduğunun kabul edilemeyeceği; davalının ödemelerin bu çeklerle yapıldığını kabul ettiği ve bankada Yusuf E. vasıtasıyla ödemesi dışında ödeme yaptığını savunmadığı, tüm dosya kapsamı, Kemer Sulh Hukuk Mahkemesinin 2007/129 sayılı dosyasındaki belgeler ve davalının 24.05.2010 tarihi duruşmadaki beyanları karşısında bedelsizlik iddiasının ispatlandığı gerekçeleriyle davacının terditli birinci talebi olan imzanın kendisine ait olmadığı (sahteciliğe dayalı) davanın bonolar ve taahhüt yönünden sabit olmadığından reddine, terditli ikinci talep olan bedelsizliğe dayalı olarak açılan menfi tespit davasının bonolar ve taahhütname yönünden kabulüne; dava konusu olup Antalya 5. İcra Müdürlüğünün 2005/1.2.3 ve 2005/1.2.4 esas sayılı dosyalarında takibe konu tümü 1.12.2005 vade tarihli olan 24.11.2005 tanzim tarihli 360.000TL bedelli, 06.06.2005 tanzim tarihli 430.000TL bedelli 24.11.2005 tanzim tarihli 650.000TL bedelli, 08.10.2005 tarih 900.000TL bedelli, 08.11.2005 tarihli 950.000TL bedelli bonolardan dolayı ve ayrıca aynı borç nedeniyle verildiği belirtilen 25.11.2005 tanzim tarihli taahhütnamede belirtilen toplamı 3.190.000TL olan dökümünde ise 3.290.000TL olarak görülen borçtan dolayı davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine, çeklere ilişkin açılan menfi tespit davasının hukuki yarar yokluğundan usulden reddine, tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Özel Dairece; taraf vekillerinin karar düzeltme istemlerinin ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.
Yerel Mahkemece; raporlar arasındaki çelişkiyi giderici Adli Tıp Kurumundan veya Güzel Sanatlar Fakültesinden oluşacak bilirkişi kurullarından rapor alınıp bu istem hakkında karar verilmesi gerektiği hususunun ilk kararda değerlendirildiği ve bilirkişi olarak seçilen kişilerin donanımlı aygıtlara sahip olması gereken çalıştıkları kurumların düzenlediği raporların aksine olan rapora itibar edilmediğinin belirtildiği, mahkemece alınmış olmasa da Adli Tıp Kurumundan alınan raporda imzaların davacı eli ürünü olduğu bildirildiğinden aynı konuda aynı kurumdan yeniden rapor alınmasının bir yarar sağlamayacağı, yine mahkemece Güzel Sanatlar Fakültesinden seçilecek 3 kişilik bilirkişi kurulundan rapor alınması için talimat yazıldığı ve buna göre talimat mahkemesince bilirkişi seçilerek rapor alındığı, bozma kararında belirtilen ceza davasının sonuçları beklenerek gerektiğinde banka kayıtları üzerinde konusunda uzman bilirkişi heyetinden rapor alınması hususu yönünden de ilk kararda değerlendirme yapıldığı, bozma kararında belirtilen ispat yüküne ilişkin değerlendirme genel kural olsa da ispat yükünün açıklanan gerekçelerle yer değiştirdiği, davalının aynı alacağını üç değişik belgeye dayandırdığı, ödemelerin çek karşılığı bankada yapıldığı belirtildiği ve çeke ilişkin ödeme aşamaları ile ilgili davalı beyanı karşısında ispat yükünün artık yer değiştirdiği, aynı konuda dayanılan cirolu çek ile ispat yükü yer değiştirmiş iken artık aynı borçla ilgili bono nedeniyle ispat yükünün yine davacıda olduğundan söz edilemeyeceği, çeke ilişkin aşamalar ile bono için de ispat yükünün yer değiştirdiği, çek ve bono başka alacaklar için olmadığından çek ile ispat yükü yer değiştirmiş iken, ayrıca bono var diye ispat yükünün bu kez eski hâline gelmeyeceği, üstelik paranın bono karşılığı verilmediği cirolu çek ile bankada ödendiği iddia edildiğinden zaten bono için de ispat yükünün yer değiştirtidiği, ayrıca ceza dosyasındaki fiktif işleme konu belgelerin bozma kararında belirtilen bonolar ile ilgili olmayıp çekler ile ilgili olduğu, Bankacılık Kanunu’na muhalefet ile ilgili olan bu dosyanın daha önce incelendiği, sadece kayıtlarda para giriş çıkışı olduğu, gerçekte bu şekilde bankaya girip çıkmış bir para olmadığına dair görevlilerin beyanlarının bulunduğunun görüldüğü, banka görevlilerinin hakkında açılan dava kurallara aykırı işlem yapılması ile ilgili olup menfi tespit davasındaki taraf beyanlarını ortadan kaldıracak bir olgu belirlemesinden söz edilemeyeceği, bizzat davalının beyanları ile ispat yükü yer değiştirmiş olup ceza dosyası sonucunun beklenmesine gerek olmadığı, davanın 2008 yılı başında açıldığı, henüz sonuçlanmamış olan ceza davasının ne zaman kesinleşeceğinin belli olmadığı, ceza dosyasının sonucunun beklenmesine gerek olmadığı, bankadan gelen cevaplar, banka müfettiş raporu ve beyanlar ile bankada yapılan işlemler belli olup bu dava kapsamında bilirkişi raporu alınmasına da gerek olmadığı, davanın sonuçlandırılabilmesi için bozma kararı öncesi toplanan delillerin yeterli olduğu, davaların makul sürede sonuçlandırılması gerektiği de gözetilerek tartışılıp değerlendirilen beyan ve deliller ile mahkememizin ilk kararında açıklanan gerekçelerin yeterli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık:
I- Davacının sahtecilik (imza inkârı) iddiası bakımından mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre mahkemece alınan rapor ile Kemer Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla Adli Tıp Kurumundan veya Güzel Sanatlar Fakültesinden oluşacak bilirkişi kurullarından rapor alınıp sonucuna göre bu istem hakkında bir karar verilmesi gerekirip gerekmediği
II- Eldeki davada bedelsizlik iddiası dikkate alındığında ispat külfetinin hangi tarafa düştüğü ve somut olay bakımından ispat yükünün yer değiştirip değiştirmediği, burada varılacak sonuca göre davacının bedelsizlik iddiasının ispatı yönünden davalının bono bedeli olarak yapılan ödemenin bankada yapılan fiktif işlem olduğu, banka ilgilileri ve davalı hakkında ceza davası açıldığı yönündeki iddialarının kanıtı bakımından bir karar verilebilmesi için açılmış olan ceza davasının sonucunun beklenmesinin ve ceza davası sonuçlandıktan sonra da duruma göre banka kayıtları üzerinde konusunda uzman bilirkişi heyetinden rapor alınmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlıkların çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Davalı tarafından varlığı inkâr edilen bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, B: İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 136).
Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir.
Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.
Davacı menfi tespit davasını birbiriyle çelişmemek üzere birden fazla nedene dayandırabilir. Eş söyleyişle davacı; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) olmayan, ancak Yargıtay içtihatlarıyla “kademeli dava” olarak adlandırılan ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) terditli dava olarak yerini alıp Kanun’un 111. maddesinde düzenlenen biçimde de terditli dava açılabilir. Terditli davalarda aynı dava içerisinde, aynı davalıya karşı birden fazla talep arasında bir aslilik-ferilik ilişkisi kurmak suretiyle aynı dava dilekçesinde ileri sürülmektedir. Kademeli olarak ileri sürülen taleplerde (davada) hâkim öncelikle asli talebi inceleyecek ve asli talep bakımından bir karar verecektir. Ferî talep asıl talebe bağlı olarak ileri sürüldüğünden asıl talebin esastan reddine karar verilmedikçe ferî talep hüküm altına alınamayacaktır.
Eldeki dava da kademeli olarak sahtelik ve bedelsizlik nedenine dayalı olarak açılmıştır. Bu durumda mahkemece öncelikte sahtecilik iddiasının incelenmesi dava konusu senetlerde ve taahhütnamedeki imzaların davacı borçluya ait olduğunun anlaşılması hâlinde bu kez bedelsizlik iddiasının incelenmesi gerekmektedir. Açıklanan bu genel ilkeler bakımından Özel Daire ve Yerel Mahkeme arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. İlk uyuşmazlık; (I) numaralı maddede belirtildiği gibi, sahtecilik iddiası bakımından yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı noktasındadır.
Hemen belirtilmelidir ki, herhangi bir belgedeki imza veya yazının olmadığı hususunda yapılacak bilirkişi incelemesinin, konunun uzmanınca ve gerekli donanıma sahip bir laboratuvar ortamında, optik aletler ve o incelemenin gerektirdiği diğer cihazlar kullanılarak grafolojik ve grafometrik yöntemlerle yapılması; bu alet ve yöntemlerle gerek incelemeye konu ve gerekse karşılaştırmaya esas belgelerdeki imza veya yazının tersim, seyir baskı derecesi, eğim, doğrultu gibi yönlerden taşıdığı özellikleri tam ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenip karşılaştırılması; sonuçta imza veya yazının atfedilen kişiye ait olup olmadığının, dayanakların mahkemenin ve Yargıtay'ın denetimine elverişli bir raporla ortaya konulması; gerektiğinde karşılaştırılan imza veya yazının hangi nedenle farklı veya aynı kişinin eli ürünü olduğunun fotoğraf ya da diğer uygun görüntü teknikleriyle de desteklenmesi şarttır.
Mahkemece sahtecilik iddiası bakımından bilirkişi incelemesi yaptırılmış olup, 15.03.2011 tarihli bilirkişi kurulu raporunda; davaya konu bonolarda, üç adet çekte ve taahhütnamede davacıya atfedilen imzaların davacının eli ürünü olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Mahkemece alınan bu raporun; dosya kapsamında bulunan diğer raporlarla uyumlu olduğu, belge asılları incelenmeksizin özel olarak alınmış bulunan ve aksi yönde görüş belirten raporlara itibar edilemeyeceği, Kemer Cumhuriyet Başsavcılığına verilen 17.04.2012 tarihli raporda ise imzaların Mehmet Kendirci eli ürünü olmadığı yönündeki görüşün de; uyumlu olan bilirkişi raporlarının, çelişki içeren bu raporu düzenleyen bilirkişilerin görev yaptığı kurumlardan daha donanımlı cihazlar kullanılarak alınmış olduğundan ortaya çıkan çelişki nedeniyle yeniden inceleme yapılmasına gerek olmadığı belirtilmiştir.
Çelişkili rapora dayalı olarak eksik inceleme ve hatalı değerlendirme ile karar verilemez.
6100 sayılı HMK’nın 281/3. maddesinde mahkemenin gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla tekrar inceleme yapabileceği öngörüldüğünden ve 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddesinin üçüncü bendinde belirtilen “Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz” ilkesi de gözetilmek suretiyle tarafların sunmuş oldukları tüm delillerin ve açıklığa kavuşturdukları konuların değerlendirilmesi için davacı yanın imza inkârı yönünden mahkemece raporlar arasındaki çelişkiyi giderici Adli Tıp Kurumundan veya Güzel Sanatlar Fakültesinden ya da Jandarma Kriminal bölümlerinden oluşacak konusunda uzman olan ve önceki bilirkişi raporlarında imzası bulunmayan yeni bir bilirkişi kurulundan yukarıda açıklanan usule göre düzenlenmiş, çelişkiyi giderici ve denetime elverişli olacak şekilde bilirkişi raporu alınması gerekirken bu yönün göz ardı edilerek eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu noktada, ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, eş söyleyişle; ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır:
Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda (mülga) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 53. maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m.74) düzenlenmiş olup; hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını; öngörmesi esasına dayanmaktadır.
818 sayılı BK’nın “Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk Arasında Münasebet” başlıklı 53. maddesinde: “Hâkim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hâkimini takyit etmez.” hükmü yer almaktadır (6098 sayılı TBK’nın 74. maddesi hükmü de aynı yönde bir düzenlemeyi içermektedir.).
Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.1.975 tarihli, 1971/T-406 E. ve 1975/1 K; 23.1.1985 tarihli, 1983/10-372 E. ve 1985/21 K.; 27.04.2011 tarihli, 2011/17-50 E. ve 2011/231 K.; 03.04.2013 tarihli, 2012/19-873 E.,2013/433 K. sayılı kararları).
Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, BK’nın 53. maddesi bir engel oluşturmaz (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.09.1981 tarihli, 1979/1-131 E. ve 1981/587 K., 27.04.2011 tarihli 2011/17-50 E., 2011/231 K.; 03.04.2013 tarihli, 2012/19-873 E., 2013/433 K. sayılı kararları; Çenberci, M: Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, 1965,s.22 vd).
Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.10.1989 tarihli ve 1989/11-373 E., 472 K.; 27.04.2011 tarihli, 2011/17-50 E., 2011/231 K.; 03.04.2013 tarihli ve 2012/19-873 E., 2013/433 K. sayılı kararları).
Davacı yan sahtelik ve bedelsizlik iddiasına dayanırken, davalı tarafça iddialar reddedilerek yargılama aşamasında çeklerin bono bedellerine karşılık olarak ödendiği belirtilmiştir. Çek ile yapılan işlemlerin gerçek işlemler olmadığı, fiktif işlemler sonucu gerçek bir para giriş ve çıkışı olmadığı hâlde banka görevlileri tarafından para giriş ve çıkışı varmış gibi işlemler yapıldığının iddia edildiği, anılan olay ile ilgili olarak Banka müfettişlerince inceleme başlatıldığı, ilgililer hakkında da ceza soruşturması yürütülerek kamu davası açıldığı anlaşılmıştır. Mahkemece açılmış olan ceza davasının sonucu beklenmeyerek ceza dosyasındaki bir takım ifadelere ve Banka müfettişi tarafından yapılan inceleme raporundaki beyanlara istinaden işlemlerin fiktif olduğu belirtilmiştir. Oysa ki; sahtelik davasına konu senedin sahteliğini veya sahte olmadığını (maddi vakıayı) tespit eden kesinleşmiş ceza mahkemesi kararı, menfi tespit davası bakımından kesin delil teşkil eder ve hukuk hâkimini bağlar. Yine yapılan işlemlerin fiktif işlemler olup olmadığı hususu da eldeki davada çözümlenmesi gereken maddi vakıadır. Bu nedenle somut olay kapsamında maddi vakıayı çözümleyecek iddialara ilişkin olarak açılmış olan ceza davasında verilerek karar sonuca etkili olacağından ceza davasının menfi tespit davası bakımından bekletici mesele yapılması gerektiği noktasında da şüphe bulunmamaktadır.
Kademeli olarak açılan davada öncelikle davaya konu senetlerin ve taahhütnamenin sahtelik nedeniyle hükümsüz olduğu, hükümsüzlük talebi kabul görmediği takdirde de bedelsiz olduğundan borçlu bulunmadığının tespiti istendiğine göre; asli talep konusu olan sahtecilik iddiası bakımından çelişkiyi giderici rapor alındıktan ve maddi vakıanın tespiti bakımından beklenmesi gereken ceza davasının sonuçlanması gerekmektedir.
Kademeli olarak ileri sürülen ikinci neden bedelsizlik iddiası olduğundan ispat yükü üzerinde durulmalıdır.
Önemle vurgulanmalıdır ki; menfi tespit davasında deliller normal bir hukuk davasındaki gibidir:
Menfî tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer; fakat, davacıya (borçluya) düştüğü hâller de vardır:
Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukuki ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukuki ilişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü, hukuki ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (HMK m. 190; MK m.6).
Fakat, alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru, s:143).
Davaya konu bonolar nakden kaydını içermekte olup; bu kayıt karşısında bedelsizlik bakımından açılan menfi tespit davasında da ispat yükü davacı borçludadır. Davalı tarafça belirtilen celsede yapılan açıklamalar senedin talili niteliğinde de değildir. Bu nedenle ispat yükünün yer değiştirdiğinden söz edilemeyecektir. Ne var ki; sahtecilik iddiası bakımından yukarıda açıklanan biçimde bir sonuca vardıktan sonra, davacının bedelsizlik iddiasını kanıtlaması yönünden bir karar verilebilmesi için de öncelikle açılmış olan ceza davasının sonucu beklenmeli ve sonucuna göre; yapılan işlemler bakımından gerektiğinde banka kayıtları üzerinde konusunda uzman bilirkişi heyetinden de bilirkişi raporu alınmalıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; bonoların vade tarihlerinin aynı olduğu ve büyük meblağlar içerdiği, iki ayrı senedin tanzim tarihi ile vade tarihi arasında bir hafta gibi bir süre bulunduğu ve bonoların her birinin en az üç ayrı kalemle tanzim edildiğinin tespit edildiği, davada bono bedellerinin çeklerle ödendiği savunulmuş ise de; banka memurlarının ceza mahkemesi huzurunda verdikleri ifadelerden ve müfettiş inceleme raporundaki beyanlardan çeklerle ilgili yapılan işlemlerin gerçeği yansıtmadığı ve fiktif işlemler olduğunun anlaşıldığı, davacının sahtelik ve bedelsizlik iddiasını kanıtladığı, yapılan inceleme ve araştırmanın yeterli olduğu ve yerel mahkeme kararının onanması gerektiği yönünde ileri sürülen görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Sonuç itibari ile direnme kararının, Özel Daire bozma kararında ve yapılacak bilirkişi incelemesi konusunda yukarıdaki belirtilen ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
S O N U Ç : Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma neden ve şekline göre taraf vekillerinin yukarıda yapılan açıklamalar dışında kalan temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.04.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava, İİK 72. maddesi gereğince açılmış menfi tespit davasıdır.
Davacı, bonolardaki borçlu, çeklerdeki ciranta ve taahhütnamedeki imzanın kendisine ait olmadığını, bonoların bedelsiz kaldığını, taahhütnamenin de geçersiz olduğunu iddia etmiştir.
Yerel Mahkemece, imza inkarına ilişkin talebin reddine, diğer taleplerin kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairece, imza incelemesinin yeterli olmadığı ve bedelsizlik iddiasının araştırılması gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuş, Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle kararda ısrar edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, araştırmanın yeterli olup olmadığına ilişkindir.
Davacının imzaladığı bonoların hepsi aynı vade tarihli olup toplamı 3.290.000TL tutarındadır. İki ayrı senedin tanzim tarihi ile vade tarihi arasında bir hafta gibi bir süre vardır. Diğer yandan bonoların her biri en az üç ayrı kalemle tanzim edilmiştir.
Davalı, bono bedellerinin çeklerle ödendiğini savunmuştur. Ne var ki banka memurları hem ceza mahkemesi huzurunda hem de banka müfettişi huzurunda alınan ifadelerinde açıkça çeklerin keşidecisi tarafından hesaba bir para yatırılmadığını, hesaptan da para çekilmediğini, para hesaba girmiş çıkmış gibi işlem yapıldığını beyan etmişlerdir.
Dava konusu bonoların bedelleri alacaklı tarafından ödenmediğine göre davacının senetlerin bedelsizlik iddiası ispatlanmıştır. Senetlerdeki imzanın davacıya ait olduğu kabul edilse dahi söz konusu senetler nedeniyle davacının borçlu olmadığı anlaşıldığından davanın kabulü doğru olmuştur.
Anlatılan ve Yerel Mahkeme gerekçesinde belirtilen nedenlerle kararın onanması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.
Hasan KAYA
Üye
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 20 üyenin 19'u İLAVELİ BOZMA, 1'i ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.