BONONUN ÖDEME NEDENİYLE BEDELSİZ OLDUĞUNA DAİR ŞAHSİ DEFİLERE İLİŞKİN KARAR

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


17 Haz
2015

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO             : 2013/19-2238
KARAR NO          : 2015/1062

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           :
Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                     : 19/06/2013
NUMARASI              : 2013/271 - 2013/390
DAVACI                    : M.U.A. vekili Av. H.S.
DAVALILAR             : 1- E.G. vekili Av. N.S. 2- M.M., 3- A.Ö., 4- M.Y.

Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.07.2011 gün ve 2008/611 E., 2011/371 K. sayılı kararın incelenmesi davalılardan Erkan G. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 02.05.2012 gün ve 2011/14950 E., 2012/7342 K. sayılı ilamı ile;

(... Davacı vekili, müvekkilinin davalılardan Mehmet M.'e olan borcuna karşılık vade kısmı boş 03.06.2006 tanzim tarihli, 250.000 USD bedelli bono verdiğini, davalıya olan borcunu dava dışı Nurettin M. vasıtasıyla ödediği halde dava dışı Nurettin M.'nun sahte imza ile senedi davalı Mehmet M. adına ciro ettiğini, senedin arkasında diğer davalılar Ahmet Ö. ve Mustafa Y.'ın ciranta olarak gözüktüğünü, son hamil durumundaki davalı Erkan G.'in bu senede dayalı olarak müvekkili aleyhine icra takibi yaptığını, adı geçenin yetkili hamil sayılamayacağını ileri sürerek senetten dolayı davalılara borçlu olunmadığının tespitine, icra takibinin iptaline, % 40 tazminatın davalı Erkan G.'den tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Mehmet M., davacının dava konusu bonoya bağlanmış borcunu dava dışı Nurettin M. aracılığıyla ödediğini, kendisinin de senedi bu kişiye verdiğini, ancak sahte imza ile senedin ciro edildiğini belirterek, hakkında açılan davayı kabul ettiğini bildirmiştir.

Davalı Erkan G. vekili, müvekkilinin iyi niyetli üçüncü kişi hamil olduğunu, davacının lehtara karşı ileri sürebileceği def'ileri müvekkiline karşı ileri süremeyeceğini belirterek davanın reddine, % 40 tazminata karar verilmesini istemiştir.

Diğer davalılar davaya cevap vermemişlerdir.

Mahkemece, davacının bedelsizlik konusundaki iddiasını, senedin lehtarı Mehmet M.'in ikrarı ve düzenlediği ibraname ile kanıtladığı, senedin kötü niyetle veya ağır kusurla iktisap edildiği yolundaki iddiasını haksız fiilin söz konusu olmasından dolayı tanık dahil her türlü delille kanıtlayabileceği, davalı Erkan G.'in senedi kendisinden önceki ciranta davalı Mustafa Y.'a elden verdiği 250.000 USD borç paraya karşılık ciro ile devraldığını, ancak adı geçen cirantanın açık adresini bilmediğini belirttiği, bir kimsenin bu miktardaki parayı açık adresini ve kimlik bilgilerini bilmediği bir kişiye vermesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, senedin lehtarı Mehmet M.'in yerine sahte imza atılarak tedavüle sokulduğunun icra mahkemesince alınan raporla tespit edilmiş olduğu, davalılar Ahmet ve Mustafa'nın gerçekte olmayıp var sanılan şahıslar olmasına göre davalı hamil Erkan G.'in senedi kötü niyetle iktisap ettiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının 15.07.2008 vade tarihli 250.000 USD bedelli bonodan dolayı davalılara borçlu olmadığının tespitine, % 40 kötü niyet tazminatının davalı takip alacaklısı Erkan G.'den tahsil edilerek davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalılardan Erkan G. vekilince temyiz edilmiştir.

TTK.nun 690. maddesi yollaması ile bonolarda da uygulanması gereken aynı yasanın 589. maddesi uyarınca; “poliçe, poliçe ile borçlanmaya ehil olmayan kimselerin imzasını, sahte imzaları, mevhum şahısların imzalarını yahut imzalayan veya namlarına imzalanmış olan şahısları herhangi bir sebep dolayısıyla ilzam etmeyen imzaları taşırsa, diğer imzaların sıhhatine bu yüzden halel gelmez.”

İmzaların bağımsızlığı (istiklali) şeklinde tanımlanan bu ilke, poliçeye atılan her geçerli imzanın (keşidecinin, cirantanın, avalistin, kabul eden muhatabın imzası gibi) sahibini bağladığını, geçersiz imzanın sahiplerini sorumlu kılmamalarına rağmen poliçenin geçerliliğini ortadan kaldırmadığını ifade eder. Geçerli imzaların sahipleri, başkasının imzasının geçersiz olduğunu ileri sürerek kambiyo sorumluluğundan kurtulamazlar; geçersiz bir imza sahibini bağlamaz. Ancak, ciro zincirini de koparmaz. İmzaların bağımsızlığı ilkesi, ciro zincirinde bulunan imzalardan birinin veya bazılarının sahteliğine dayanılarak menfi tespit davası açılmasına olanak sağlamaz. Diğer bir deyişle, “İmzaların istiklali (bağımsızlığı)” ilkesine göre, senet lehtarının veya diğer cirantaların ciro imzasının sahte olması hali, diğer imza sahiplerinin ve özellikle senedin asıl borçlusu olan keşidecinin senetten kaynaklanan sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Poliçeye imza koyan kişi, diğer imzaların geçersiz veya sahte ya da mevhum kişilere ait olmasının riskini de taşır. Buna göre her imza kendi sahibini, diğer imzalardan bağımsız olarak bağlar. Poliçe üzerinde şekil bakımından tamam ve görünüşe göre sahibini bağlayan bir imzanın bulunması yeterlidir. Kanun yapıcı, TTK.nun 589. maddesinde senedin geçerliliğinin, sorumluluktan tamamen bağımsız şekilde mevcut olabileceğini kabul etmiştir. Senetteki imzalar, bu imzalarda ismi geçen şahıslar yönünden herhangi bir sorumluluk yaratmasa bile, senet yine de geçerli kalır. Senedin geçerli kalmasının sonucu ise, diğer imzaların sahiplerinin sorumluluklarının devam etmesidir. (Bu açıklamalar için bkz, Prof.Dr. Reha Poray/Prof. Dr. Ünal Tekinalp; Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 17. Baskı, İstanbul 2006, Sayfa 141-142; Prof. Dr. Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku 2.Bası, Ankara 1997, Sayfa 414 vd; Prof. Dr. Hüseyin Ülgen /Doç. Dr. Mehmet Helvacı /Doç. Dr. Abuzer Kendigelen/Doç. Dr. Arslan Kaya; Kıymetli Evrak Hukuku Ders Kitabı, İstanbul 2004, Sayfa 126 vd; Prof. Dr. Naci Kınacıoğlu Kıymetli Evrak Hukuku, 5.Baskı, Ankara 1999, Sayfa 122 vd;Gönen Eriş; Türk Ticaret Kanunu İkinci Cilt-Kıymetli Evrak ve Taşıma Ankara 1988 sh. 174 vd- sh.286-Yargıtay 11.HD.3.11.1987 tarih, 347/5865 Esas ve Karar sayılı kararı; Prof.Dr. Oğuz İmregün; Kıymetli Evrak Hukuku, İstanbul 1998, sh.58 vd; İsmail Doğanay; Türk Ticaret Kanunu Şerhi, İkinci Cilt, Üçüncü Baskı Ankara 1990 sh.1611 vd.).

TTK’nun 690.maddesi yollamasıyla bonolarda da uygulanması gereken aynı Kanunun 598/1.maddesi uyarınca; “Bir poliçeyi elinde bulunduran kimse, son ciro beyaz ciro olsa dahi kendi hakkı müteselsil ve birbirine bağlı cirolardan anlaşıldığı takdirde selahiyetli hamil sayılır.”

Zincirleme ve birbirine bağlı, lehtardan hamile değin tam ve düzenli yani kesintisiz cirolar hak sahipliğine karine sayılır. Cirolar arasındaki zincirleme bağlılığın gözlenmesi sadece dış görünüm bakımından yapılır. Başka bir anlatımla, ciro silsilesinin (zincirinin) muntazam bir şekilde birbirini takip edip etmediğini incelerken dış görünüşü incelemek yeterli olup, cirantalardan birinin imzasının sahte olması veya temsilci sıfatıyla senedi imzalayan şahsın imza yetkisinden yoksun olması ciro zincirini etkilemez (Hulusi Gürbüz, Yargıtay Uygulaması Işığında Ticari Senetlerin iptali Davaları ve Ticari Senetlere Özgü Sorunlar, İstanbul 1984, sh.295; İsmail Doğanay; Türk Ticaret Kanunu Şerhi, İkinci Cilt, Üçüncü Baskı, Ankara 1990, sh. 1646-1647; Murat Alışkan, Kambiyo Senetlerinde Temlik Cirosu, İstanbul 1998 sh. 255 vd; Tarık Başbuğoğlu; Uygulamalı Türk Ticaret Kanunu, 1.cilt Ankara 1988, sh. 807; Erol Ertekin/İzzet Karataş; Uygulamada Ticari Senetler: Ankara 1998 sh. 363).

Yine TTK’nun 690. maddesi yollamasıyla bonolarda da uygulanması gereken aynı Kanunun 622/2. maddesi uyarınca; “Hile veya ağır kusuru bulunmadıkça poliçeyi vadesinde ödeyen kimse borcundan kurtulmuş olur. Ödeyen kimse, cirolar arasında muntazam bir teselsülün mevcut olup olmadığını incelemeye mecbur ise de, cirantaların imzalarının sıhhatini araştırmaya mecbur değildir.”

Bu açıklamalar karşısında somut olayın değerlendirilmesine gelince;

Dava konusu bonoda davacı keşideci durumunda olup, davalı senede ciro yoluyla hamil olmuştur. Görünüşe göre ilk ciro, senedin lehtarı durumundaki Mehmet M. imzası ile yapılmıştır. Davacı keşideci, kendi imzasını inkar etmemektedir. Senet metnine göre ciro silsilesinde şeklen bir kopukluk bulunmamaktadır. Mahkemece, davalılardan lehtar Mehmet M.'in yerine sahte imza atılarak senedin tedavüle sokulduğunun Ankara 9. İcra Hukuk Mahkemesi tarafından alınan raporla belirlendiği kabul edilmişse de yukarıda açıklanan imzaların istiklali ilkesi karşısında bu durum davacı keşideciyi sorumluluktan kurtarmaz. Yerel mahkemenin, lehtardan sonra ciro silsilesinde yer alan Ahmet Ö. ve Mustafa Y.'ın mefhum şahıslardan olduğu, davalı hamilin cirantası olan Mustafa Y.'ın açık adresini ve kimlik bilgilerini bilmediği halde bu kişiye 250.000 USD vererek davaya konu senedi almasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu yolundaki gerekçesi de kambiyo hukuku ilkelerine uygun düşmemektedir. Hamilin ciro yoluyla senedi devraldıktan sonra cirantasını takip etme gibi yasal bir zorunluluğu bulunmamaktadır. TTK’da yer alan ve kambiyo hukukuna ilişkin ilkeleri belirleyen kuralların kişiden kişiye değişebilen “hayatın olağan akışı” şeklindeki subjektif bir takım değerlendirmelerle ortadan kaldırılması doğru görülemez. Kambiyo senetlerinde imzaların istiklali (bağımsızlığı) ilkesi ile ilgili olarak Dairemiz uygulaması istikrar kazanmıştır (Yargıtay 19.HD.’nin 17.02.2011 tarih, 2010/7937 E, 2011/2072 K; 31.03.2011 tarih 2010/8614 E, 2011/4185 K; 18.04.2011 tarih 2011/3624 E, 2011/5149 K; 13.05.2010 tarih 2009/7134 E, 2010/6030 K; 14.10.2010 tarih, 2010/4431 E, 2010/11296 K; 21.03.2012 tarih 2011/13865 E, 2012/4619 K. sayılı kararları).

Her ne kadar, davacı keşideci, lehtara ödeme yaptığını iddia etmiş, buna ilişkin ibraname sunmuş ve davalı Mehmet M. ödeme iddiasını ve davayı kabul etmişse de keşideci ile lehtar arasındaki şahsi def’ilerin hamile karşı ileri sürülebilmesi için hamilin senedi iktisabında kötüniyetli olduğunun kanıtlanması gerekir. Aksi takdirde, keşideci ile lehdar arasında doğrudan doğruya mevcut olan münasebetlere dayanan şahsi def’iler müracaatta bulunan iyiniyetli hamile karşı ileri sürülemez (TTK.madde 599). Somut olayda, hamil Erkan G.’in senedi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket ettiği, başka bir anlatımla kötüniyetli hamil olduğu kanıtlanamamıştır. O halde davacı keşideci, lehtara ödeme yaptığına ilişkin şahsi def’iyi bu davalıya karşı ileri süremez. Mahkemece, belirtilen bu yönler gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme ve somut olaya uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…)

gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalılardan Erkan G. vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, bonoya dayalı menfi tespit istemine ilişkindir.

Mahkemece, “…davacının bedelsizlik konusundaki iddiasını, senedin lehtarı Mehmet M.’in ikrarı ve düzenlediği ibraname ile kanıtladığı, senedin kötüniyetle veya ağır kusurla iktisap edildiği yolundaki iddiasını haksız fiilin söz konusu olmasından dolayı tanık dahil her türlü delille kanıtlanabileceği, davalı Erkan G.’in senedi kendisinden önceki ciranta davalı Mustafa Y.’a elden verdiği 250.000 USD (Amerikan Doları) borç paraya karşılık ciro ile devraldığı, ancak adı geçen cirantanın açık adresini ve kimlik bilgilerini bilmediği bir kişiye vermesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, sadece dava dışı Nurettin M.’nun bildiği taşınmaza haciz koydurulduğu, senedin lehtarı Mehmet M.’in yerine sahte imza atılarak tedavüle sokulduğunun icra mahkemesince alınan raporla tesbit edilmiş olduğu, davalılar Ahmet ve Mustafa’nın gerçekte olmayıp var sanılan şahıslar olmasına göre davalı hamil Erkan G.’in senedi kötüniyetle iktisap ettiğinin anlaşıldığı…” gerekçeleriyle davanın kabulüne, davacının 15.07.2008 vade tarihli 250.000 USD bedelli bonodan dolayı davalılara borçlu olmadığının tespitine, % 40 kötü niyet tazminatının davalı takip alacaklısı Erkan G.'den tahsil edilerek davacıya verilmesine karar verilmiştir. 

Hüküm, davalılardan Erkan G. vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuş; mahkemece önceki gerekçelerine ilave olarak, “bozma ilamında belirtilen kambiyo ilkelerinin doğru olduğu ve bunların mahkemenin de kabulünde olduğu ancak senedin kötüniyetle iktisabının haksız fiil niteliğinde olduğu, bu nedenle tanık dahil her türlü delille ispatlanabileceği, hayatın olağan akışına aykırılık durumunun delil olarak değerlendirilmesinin kambiyo hukuku ilkelerine aykırı olmadığı, bunu engelleyen yasal bir düzenlemenin de bulunmadığı, kötüniyetle iktisabın fiili bir durum olduğu, hukuk sistemimizde hayatın olağan akışının fiili karine olarak kabul gören bir ispat vasıtası olduğu, fiili karine denen yaşam deneyi kurallarının tarafların olay iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında, hakimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam deneylerinin ortaya koyduğu değer hükümleri olduğu (Bilge Umar/Ejder Yılmaz:İspat Yükü, 2. Bası, İstanbul 1980, s.165 vd.174 ve 60 vd.), hemen bütün ilim adamlarının birleştiği ve Yargıtay uygulamasında kararlılık ifade eden ölçüye göre, ispat yükünün hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşeceği (Prof.Dr. Baki Kuru:Hukuku Muhakemeleri Usulü, C.II, İstanbul 2001, s.2011), somut olayda da ispat yükünün hayatın olağan akışına aykırı savunmada bulunan davalıya düştüğü…” kabul edilerek, önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını, davalılardan hamil Erkan G. vekili temyize getirmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, Ankara 29. İcra Müdürlüğü’nün 2008/….. Esas sayılı dosyasında; alacaklı Erkan G. vekili tarafından 05.11.2008 tarihinde borçlular (1-Mehmet Umur A., 2-Mehmet M., 3-Ahmet Ö., 4-Mustafa Y.) hakkında başlatılan kambiyo senetlerine özgü icra takibinde; 392.750,00 TL asıl alacağın (250.000 USD karşılığı) faiziyle tahsili istenilmiştir. Borcun sebebi olarak “250.000 USD 15.07.2008 vadeli bono” gösterilmiştir.

Takibe ve eldeki davaya konu yapılan bononun keşidecisi davacı Mehmet Umur A., lehtarı davalı Mehmet M., senedin sırasıyla ilk cirantası lehtar, ondan sonraki cirantaları sırasıyla davalılar Ahmet Ö. ve Mustafa Y. ile senedin hamili davalı Erkan G.’dir.

Davalı lehtar Mehmet M.’in imzasını taşıyan 07.11.2008 tarihli ibraname içeriğinden, takibe konu yapılan bonodaki ilk ciro (lehtar) imzasının kendisine ait olmadığını, keşideciden olan alacağının tamamını aldığını ifade ederek, keşideci-borçlu davacıyı ibra ettiği anlaşılmaktadır.

Ankara 9. İcra Hukuk Mahkemesinin 18.06.2008 tarih ve E:2008/1210, K:2009/833 sayılı dosyasında bonodaki lehtar Mehmet M. imzasının sahte olduğu ve bu nedenle imzaya itirazın kabulü ile Mehmet M. yönünden takibin iptaline karar verilmiştir.

Davacı tanıkları beyanlarında özetle; davacının senet borcunu dava dışı Nurettin M. aracılığıyla ödediği, aralarında daha sonra ihtilaf çıkması nedeniyle davaya konu yapılan bononun takibe konulduğunu ifade etmişlerdir.

Davalı hamil Erkan G. dosyadaki beyanlarında özetle; bonoyu komisyonculuk yapan Mustafa Y. isimli kişiden borca karşılık aldığını, bu kişinin açık kimlik ve adresini bilmediğini, bu kişiyi sürekli işyerine gelmesi nedeniyle tanıdığını, büyük ihtimalle bu kişinin Karadenizli olduğunu, toptancı halinde balıkçılık yaptığını, Mustafa Y. dışındaki cirantaları ve keşideciyi tanımadığını beyan ve ifade etmiştir.

Gerek maddi olgu, gerekse bozma ilamında kambiyo senetlerine özgü belirtilen ilkeler bakımından hem yerel mahkeme hem de Özel Daire arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Nitekim, Hukuk Genel Kurulundaki görüşmelerde de bozma ilamında belirtilen; imzaların istiklali 6762 sayılı TTK. m.589; meşru hamil m.598/1; ödeme-borçtan kurtulma m.622/2; iyiniyetli hamile karşı şahsi defiler ileri sürülemez, meğer ki kötüniyetle iktisabı kanıtlanmış olsun m.599 ilkeler, kambiyo hukukunun temelini oluşturması nedeniyle ilke düzeyinde oybirliğiyle benimsenmiştir.

Şu halde, uyuşmazlık; eldeki davada, hamil Erkan G.’in (davalı-takip alacaklısının) senedi iktisap ederken bile bile keşidecinin (davacı-takip borçlusu) zararına hareket ettiği, başka bir anlatımla kötüniyetli hamil olduğunun kanıtlanıp kanıtlanamadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle uyuşmazlığa ilişkin hukuki kavram ve kurumların irdelenmesinde yarar vardır:

Karine, sözlük anlamı bakımından karışık bir iş veya sorunun anlaşılmasına ve çözümlenmesine yarayan durum, ipucu, belirtidir. En genel anlamıyla karine, bilinen bir olgudan bilinmeyen bir olgunun çıkarımıdır. Dolayısıyla karine, bilinen bir olaydan, bilinmeyen diğer bir olayın veya hukuki durumun varlığı veya yokluğu sonucunun çıkarılmasına olanak vermektedir. Genel olarak karineleri, fiili ve kanuni olmak üzere, iki grupta toplanmaktadır. Bu bağlamda, fiili karineler, bir hukuk kuralı ile bağlı olmaksızın, hakimin insanlar ve yaşam konusunda ortaya çıkan tecrübe kurallarından yararlanarak belli olmayan olaylar hakkında sonuç çıkarmasına yaramaktadır. Bu yönüyle, fiili karineler, hakimin kanaat edinmesine yardımcı olmaktadır. Görüldüğü üzere, fiili karinelerin temelinde tecrübe kuralları (yaşam deneyi kuralları) yatmaktadır. (Bilge Umar-Ejder Yılmaz:İsbat Yükü, Büyükçekmece 1980, Sahife:165 vd.; Ahmet, Başözen:Medeni Usul Hukukunda İlk Görünüş İspatı, Ankara 2010, Sahife:63 vd.; Gökçen, Topuz:Medeni Usul Hukukunda Karinelerle İspat, Ankara 2012, Sahife:50, 56, 121 vd.; Ayrıca bakınız.Yavuz, Alongoya:Senede Karşı Senetle İspat Kuralı ve “Hayatın Olağan Akışı” Kavramı, Prof. Dr. Necip Kocayusufpaşaoğlu İçin Armağan, Ankara 2004, Sahife:528, dipnot 32; Baki, Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:II, Ankara 2001, Sahife:2006 vd.).

Nitekim, Yargıtay da kararlarında tecrübe (yaşam deneyi) kurallarına dayanmakta ve bu konuda genellikle “hayatın olağan akışı” kavramını kullanmaktadır (Hukuk Genel Kurulunun 21.04.982 gün ve E:4/1528, K:412; 17.12.2003 gün ve E:2003/13-787, K:2003/774; 6.6.2007 gün ve E:2007/2-331, K:2007/332; 08.12.2010 gün ve E:2010/19-590, K:2010/640; 12.09.2012 gün ve E:2012/8-365, K:2012/561; 28.03.2014 gün ve E:2013/21-2219, K:2014/411 sayılı kararları).

Delillerin gösterilmesi ve bunun hakim tarafından ispat vasıtası olarak kabulünden sonraki aşamada delillerin değerlendirilmesi gündeme gelmektedir. Kural olarak (kanunda gösterilen istisnalar dışında), hakim delilleri serbestçe değerlendirecektir.

Bu kapsamda, delillerin takdiri, hakimin vicdani kanaatinin esas olduğu bir aşamayı ifade etmektedir (Haluk, Konuralp:Medeni Usul Hukukunda İspat Kurallarının Zorlanan Sınırları, Ankara 1999, Sahife:46 vd.).

Öte yandan, mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (eTTK)'nun kambiyo senetlerine ilişkin hükümleri poliçe esası üzerine kurulmuştur. Kanun, kambiyo senetlerinin ortak olan hükümlerine poliçe başlığı altında yer vermiş; bono ve çek hakkında ise, ortak hükümlere yollama yapmakla yetinmiştir (eTTK. 690, 730).

eTTK.nun 690. maddesi yollaması ile bonolarda da uygulanması gereken aynı yasanın 599. maddesi;

“Poliçeden dolayı kendisine müracaat olunan kimse keşideci veya önceki hamillerden biriyle kendi arasında doğrudan doğruya mevcut olan münasebetlere dayanan defileri müracaatta bulunan hamile karşı ileri süremez; meğer ki, hamil, poliçeyi iktisabederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun.

Alacağın temliki yoliyle yapılan devirlere ait hükümler mahfuzdur.” hükmünü içermektedir.

Görüldüğü üzere, poliçede şahsi defiyi düzenleyen yukarıdaki madde metninde kural olarak, şahsi defilerin, iyiniyetli hamile karşı ileri sürülemeyeceği belirtilmiş; bu kuralın tek istisnası ise, hamilin bilerek borçlunun zararına hareket etmiş olması yani kötüniyetle senedi iktisap etmesi gösterilmiştir. Madde hükmüyle, kanun koyucu kambiyo senetlerine özgü katı kurallar karşısında, bir kapı aralayarak, kötüniyetin ispatına olanak tanımış ve bu konuda bir sınır da koymamıştır.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olayın değerlendirilmesinde; takibe ve eldeki davaya konu bononun lehtar Mehmet M.’in aşamalardaki ikrarı ve davayı kabul beyanından da anlaşılacağı üzere, davacı keşideci tarafından yapılan ödeme ile bedelsiz olduğu sabittir.

Bononun bedelsiz olduğuna ilişkin şahsi defiyi davacı keşidecinin kural olarak, davalı lehtara karşı ileri sürebilir ise de, hamil davalı Erkan G.’e karşı ileri sürülebilmesi için kötüniyetle iktisabının ispatı gerekir.

Dosya kapsamından, taraflar arasındaki maddi ve hukuki olguların gerçekleşme biçimi bir bütün olarak değerlendirildiğinde; senet lehtarının ilk cirosunun sahte oluşu, ondan sonraki Ahmet ve Mustafa adındaki davalı cirantaların bilinememesi, bedelsiz olduğu sabit olan bononun, davalı hamil tarafından açık kimlik ve adresini bilmediği Mustafa Y. adındaki kişiden miktarı oldukça yüksek borç para karşılığında devraldığını beyan etmesi, dinlenen davacı tanıklarının beyanlarında adı geçen dava dışı Nurettin M.’nun bildiği Muğla ili Milas ilçesindeki davacı taşınmazlarına takibin kesinleşmesini müteakip hemen haciz konulması karşısında, davalı hamil Erkan G.’in bonoyu davalı ciranta Mustafa Y.’dan iktisabederken, iyiniyetli olduğunu ileri sürmesi hayatın olağan akışına aykırı düşmektedir. Zira, lehtarın ilk cirosunun sahte olduğunu hamilin bilmesi gerekmez ise de, bonoyu devraldığı kendi cirantası Mustafa Y.’ın kim olduğunu bilmediğini ileri sürerek, senedi iyiniyetle devraldığını ileri süremez. Dolayısıyla, davalı hamil Erkan G.’in bonoyu kötüniyetle iktisabettiğinin kabulü gerekir.

Şu halde, bononun ödeme nedeniyle bedelsiz olduğuna ilişkin şahsi defiyi davacı keşidecinin, senedi kötüniyetle devralan hamil davalı Erkan G.’e karşı ileri sürerek, borçtan kurtulabilir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde azınlıkta kalan bir kısım üyelerce; ibranamede keşideci tarafından yapılan ödeme nedeniyle senet aslının lehtar tarafından keşideciye verildiği belirtilmesine karşın, keşideci tarafından senet aslının dava dışı Nurettin M.’ya verildiği belirtilerek çelişkinin ortaya çıktığını, ibranamedeki beyanın aksinin ancak yazılı delille ispatlanabileceğini, dinlenen davacı tanıklarının dava dışı Nurettin M. hakkında beyanlarda bulunduğunu, doğrudan davalı hamil Erkan hakkında kötüniyetine ilişkin bir beyanlarının bulunmadığını, ayrıca tanıkların davacının yakınları (eşi, eşinin eczanesinde çalışan işçisi, eniştesi ve oğlu) olduğunu ve yeminsiz dinlenildiklerini, esasen ödeme yapan keşideci davacının senet aslını alıp imha etmemesi nedeniyle kusurlu olduğunu, bu nedenle kötü ödeyen keşidecinin bu davranışının sonuçlarına katlanması gerektiğini, kambiyo senetlerinde hayatın olağan akışı kavramına yer verilmemesi gerektiğini, dosyadaki delillerin davalı hamil Erkan’ın kötüniyetli olduğunu göstermeye elverişli olmadığını, hamilin senedi devraldıktan sonra kendi cirantasını takip etme ve durumunu araştırma yükümlü olmadığı gibi bu konudaki ağır ihmalinin de sonucu değiştirmeyeceğini, hayatın olağan akışı kavramının objektif olmayıp, subjektif bir olgu olduğunu ve bu nedenle kişiden kişiye değişebileceğini, böyle bir kavrama üstünlük tanınamayacağını, bu nedenlerle Özel Daire bozma ilamının yerinde olduğu ve direnme kararının bu yönde bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de; yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul Çoğunluğunca bu görüş benimsenmemiştir.

O halde, mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar da gözetilerek, Özel Daire bozma ilamına karşı, davalı hamil Erkan G.’in bonoyu devralırken kötüniyetli olduğu ve bu nedenle eldeki menfi tespit davasının kabulüne yönelik önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya uygun olup, onanması gerekir.

SONUÇ: Davalı Erkan G. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (20.121,75 TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 25.03.2015 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi. 

KARŞI OY YAZISI

Dava, davacının keşideci, davalı (temyiz eden) Erkan G.'in hamil olduğu 03.06.2006 tanzim tarihli 250.000 USD bedelli bonodan dolayı borçlu bulunulmadığının tespiti istemine ilişkindir.

Yerel mahkemenin “davanın kabulü”ne ilişkin kararı, davalı Erkan G. vekilinin temyizi üzerine Yüksek Dairece yapılan temyiz incelemesi sonucunda bozulmuş ve bozma kararında özetle; “TTK'nun 690. maddesi yollamasıyla bonolarda da uygulanması gereken aynı yasanın 589. maddesinde hükme bağlanan “İmzaların bağımsızlığı (istiklali)” ilkesi, aynı yasanın 598/1. maddesinde düzenlenen “hak sahipliğini ispat vazifesi” başlıklı yetkili hamilin müteselsil ve birbirine bağlı cirolardan anlaşılması ilkesi, 622. maddesinde hükme bağlanan “hile veya ağır kusuru bulunmadıkça poliçeyi vadesinde ödeyen kimsenin borcundan kurtulmuş olacağı” ilkesi, “şahsi def'ilerin hamile karşı ileri sürülebilmesi için aynı Kanunun 599. maddesi uyarınca hamilin bile bile borçlunun zararına hareket ettiğinin borçlu tarafından kanıtlanması gerektiği” ilkesi ile ilgili açıklamalar yapıldıktan sonra somut olay bakımından davalının bile bile borçlunun zararına hareket ettiği kanıtlanamadığından keşideci davacının lehdara ödeme yaptığına ilişkin kişisel def'inin iyiniyetli hamil durumundaki davalı Erkan G.'e ileri sürülemeyeceği gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesinin doğru görülmediği” belirtilmiş, karar düzeltme talebi de reddedilmiştir.

Mahkemece bozma kararına uyulmamış, direnme kararında özetle; “bozma kararında bahsedilen imzaların bağımsızlığı ilkesinin mahkemenin önceki kararında gözardı edilmediği, önceki kararın lehdar imzasının sahteliği vakıasına dayanılarak verilmediği, yine TTK'nun 622. maddesi hükmünün de önceki kararda gözardı edilmediği, mahkemenin, lehdardan sonra ciro silsilesinde yer alan Ahmet Ö. ve Mustafa Y.'ın mevhum şahıslardan olduğu, davalı hamilin, cirantası olan Mustafa Y.'ın açık adresini ve kimlik bilgilerini bilmediği halde böyle bir kişiye 250.000 USD vererek davaya konu senedi almasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu yolundaki gerekçesi de, hamilin hilesi ve ağır kusuru konusundaki iddiaların, tanık dahil her türlü delille kanıtlanabileceği konusundaki ilkenin somut uyuşmazlık yönünden açıklanmasına ilişkin olduğu, bu konudaki kabulün yani hayatın olağan akışına aykırılık durumunun delil olarak değerlendirilmesinin kambiyo hukuku ilkelerine aykırılığının bulunmadığı, kambiyo senedinin hile veya ağır kusurla iktisabının fiili bir durum olup bu konudaki iddiaların tanık dahil her türlü delille kanıtlanabileceğinin kabul edilmekte olduğu, hayatın olağan akışı da fiili bir karine olup bu fiili karinenin aksine savunmada bulunan davalının ispat yükünü üstüne aldığı, bu bakımdan senet hamili/takip alacaklısı Erkan G.'in senedi nasıl iktisap ettiği yönündeki beyanının önem taşıdığı, adı geçen davalının 15.09.2009 havale tarihli dilekçesinde senedi, kendinden önceki ciranta Mustafa Y.'dan iktisap ettiğini, bu kişiye 250.000 USD elden borç para verdiğini, açık adresi ve kimlik bilgilerini bilmediğini belirttiği, bu durumun hayatın olağan akışına uygun düşmediği, dinlenen tanık anlatımları, senedin lehdar yerine sahte imza atılmak suretiyle tedavüle sokulduğunun imza incelemesi sonucu ortaya çıkmış bulunması, bu nedenle icra mahkemesinin lehdar yönünden takibi iptal etmesi, sadece Nurettin M. isimli kişinin bildiği taşınmaza haciz koydurulmuş olması, aradaki cirantaların kimlik ve adreslerinin tespit edilememesi, bu şahısların muhtemelen mevhum şahıslar olmaları itibariyle davalı Erkan G.'in senedi kötüniyetle iktisap ettiği sonuç ve kanaatine” varıldığı belirtilmiştir.

Direnme kararındaki bu gerekçeler karşısında, yerel mahkeme ile Yüksek 19. Hukuk Dairesi arasında, “imzaların istiklali” “Görünürdeki ciro silsilesinin düzgün olması nedeniyle davalı Erkan G.'in yetkili hamil olduğu” konularında uyuşmazlık bulunmadığı, uyuşmazlığın, keşidecinin ödeme def'inin hamil – davalı Erkan G.'e ileri sürülüp sürülemeyeceği, bu cümleden olarak adı geçen davalının senedi ciro yoluyla devralırken bile bile borçlunun zararına hareket edip etmediği noktasında toplandığı görülmektedir.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle konuya ilişkin kıymetli evrak hükümlerine değinmek gerekmektedir.

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK.'nun 690. maddesi yollamasıyla bononun mahiyetine aykırı düşmedikçe poliçelerin cirosuna ait aynı yasanın 593-602. maddeleri hükümleri bonolar hakkında da uygulanır.

Hemen belirtilmelidir ki, bono kanunen emre yazılı senetlerdendir. 6762 sayılı TTK'nun 560/1. maddesi uyarınca ''Bütün hallerde ciro, poliçenin cirosu hakkındaki hükümlere göre yapılır.'' Poliçenin cirosu TTK'nun 593. vd. maddelerinde düzenlenmiştir. TTK'nun 593/1. maddesinde ''Her poliçenin sarahaten, emre yazılı olmasa dahi, ciro ve teslim yoluyla devrolunabileceği hükme bağlanmış, 594. maddesinde ''cironun kayıtsız ve şartsız olması gerektiği'', 595. maddesinde ''cironun şekli'' düzenlenmiştir. TTK'nun 595/2. maddesine göre; ''lehine ciro yapılan kimsenin ciroda gösterilmesine lüzum olmadığı gibi, ciro, cirantanın sadece imzasından bile ibaret olabilir. Bu şekildeki cirolara beyaz ciro denilir. Bunun muteber olması için cironun poliçenin arkasına veya alonj üzerine yapılması lazımdır.''

TTK'nun 596/1. maddesi uyarınca; ''ciro ve teslim neticesinde poliçeden doğan bütün haklar devredilmiş olur.''

TTK'nun 598. maddesine göre; ''Bir poliçeyi elinde bulunduran kimse, son ciro beyaz ciro olsa dahi kendi hakkı müteselsil ve birbirine bağlı cirolardan anlaşıldığı takdirde selahiyetli hamil sayılır.''

Def'iler başlıklı TTK'nun 599. maddesinde ise; ''poliçeden dolayı kendisine müracaat olunan kimse, keşideci veya önceki hamillerden biriyle kendi arasında doğrudan doğruya mevcut olan münasebetlere dayanan def'ileri müracaatta bulunan hamile karşı ileri süremez; meğer ki, hamil, poliçeyi iktisap ederken bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun. Alacağın temliki yoluyla yapılan devirlere ait hükümler mahfuzdur.'' hükmüne yer verilmiştir.

Aynı Kanunun emre yazılı senetlerle ilgili 737. maddesinde de ''Borçlunun Def'ileri'' kenar başlığı altında; ''Borçlu, emre yazılı bir senetten doğan alacağa karşı ancak, senedin hükümsüzlüğüne taalluk eden veya senet metninden anlaşılan def'ilerle alacaklı kim ise ona karşı şahsen haiz olduğu def'ileri ileri sürebilir.

Borçlu ile önceki hamillerden birisi veya senedi tanzim eden kimse arasında doğrudan doğruya mevcut münasebetlere dayanan def'ilerin dermeyanı, ancak senedi iktisap ederken hamilin bilerek borçlunun zararına hareket etmiş olması halinde caizdir.'' hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre kıymetli evrakta def'iler genel olarak ''mutlak def'iler'' ve ''nispi def'iler'' olarak iki grupta değerlendirilmektedir. Mutlak def'iler de kendi içinde ''senet metninden anlaşılan def'iler'', ''senedin geçersizliğine ilişkin def'iler'' olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Yine nispi def'iler de kendi içinde ''kişisel def'iler'', ''kişisel olmayan def'iler'' olarak iki alt gruba ayrılmaktadır.

Burada konumuzla ilgisi bakımından sadece ''kişisel def'iler'' üzerinde durulacaktır.

Şahsi (kişisel) def'iler, emre yazılı senetlerdeki borç taahhüdünün objektif mevcudiyetine hiçbir etkisi olmayan, borçlunun belli bir alacaklı ile arasındaki hukuki münasebetten doğan def'ilerdir. Başka bir anlatımla, kişisel def'iler, taraflar arasındaki ilişkinin sonucudurlar. Şahsi, dolayısıyla belli bir alacaklıyla olan özel ilişkiden kaynaklanan bu def'iler, ancak bu alacaklıya karşı ileri sürülebilir; daha sonraki alacaklılara karşı ileri sürülemez. Şahsi def'ilerin dermeyanı ile ilgili bu sınırlama, 6762 sayılı TTK'nun 599. maddesinde açıkça ifadesini bulmuştur. Bu maddeye göre, poliçe borçlusunun keşideci veya sonraki hamillerle doğrudan doğruya ilişkilerinden kaynaklanan def'ileri hamile karşı dermeyan etmesi mümkün değildir. Kişisel def'iler, emre yazılı senetlerdeki soyutluk ilkesinin ve ciro ile devredilmesinin bir sonucudur. Bu husus, senedin, alacağın temliki yoluyla devri ile ciro suretiyle devir arasındaki temel farkı teşkil eder. Ciro, temlik beyanı gibi temlik edenin sahip olduğu hakları değil, senetten doğan hakkı devreder. Dolayısıyla, ciro edene karşı haiz olunan kişisel def'iler, senedi devralana karşı ileri sürülemez (Prof. Dr. Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku 2. Bası, Ankara 1997 sh. 234-235; Prof. Dr. Hasan Pulaşlı; Kıymetli Evrak Hukuku, Yenilenmiş 8. Baskı, Ankara 2007 sh. 55; Prof. Dr. Hüseyin Ülgen, Prof. Dr. Mehmet Helvacı, Prof. Dr. Abuzer Kendigelen, Prof. Dr. Arslan Kaya, Kıymetli Evrak Hukuku, Genişletilmiş 7. Bası İstanbul 2013 sh. 68; Prof. Dr. Reha Poroy- Prof. Dr. Ünal Tekinalp, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları 17. Bası, İstanbul 2006 sh. 84-85; Dr. Yaşar Karayalçın, Ticari Senetler (Kambiyo Senetleri) 4. Baskı, Ankara 1970 sh. 31; Prof. Dr. Oğuz İmregün, Kara Ticaret Hukuku Dersleri-Genel Hükümler-Ortaklıklar-Kıymetli Evrak, Yeniden Gözden Geçirilmiş Dokuzuncu Bası İstanbul 1991 sh. 543)

Şahsi def'ilerin dermeyanı konusundaki sınırlama, emre yazılı senetlerin iktisadi fonksiyonlarıyla yakından ilgilidir. Bu suretle iyiniyetli üçüncü şahıs müktesipler korunmaktadır. Senet iyiniyetli üçüncü şahıs tarafından iktisap edilirse, şahsi def'i dermeyan imkanı sona erer. Ortada, doğrudan doğruya bir ilişkinin bulunup bulunmadığı, bir hukuki değerlendirme meselesidir. Bu hususun tespitinde poliçe hukukunun şekilciliği gözden kaçırılmamalıdır. (Prof.Dr.Fırat Öztan, age sh.235)

Yasa koyucu, TTK'nun 599/1.maddesindeki sınırlamaya bir istisna getirmiştir. Buna göre; "hamilin senedi iktisap ederken, bilerek borçlunun zararına hareket etmiş olması halinde, borçlunun şahsi def'ileri dermeyan etmesi mümkündür.” Kanunda bu husus "bile bile borçlunun zararına hareket etmek" şeklinde ifade olunmuştur. Buna göre sadece bilmek yeterli değildir. Borçlunun zararına hareket etmek kastı aranmaktadır. Hamilin, durumu öğrenme hususunda herhangi bir araştırma yapmak mükellefiyeti yoktur. Ağır ihmali dahi bu sonucu değiştirmez. Zarar kastının bulunduğunu borçlunun ispat etmesi lazımdır. Bu sebeple borçlu, senedi devraldığı sırada hamilin, devredene karşı dermeyan olunabilecek şahsi def'ilerin varlığını bildiğini ispat etmelidir. (Prof. Dr. Fırat Öztan, age sh.241,242)

1926 tarihli eski Türk Ticaret Kanunu, şahsi def'ilerin hamile karşı ileri sürülebilmesi için hileli anlaşmanın varlığını arıyordu. Ancak 1956 tarihli 6762 sayılı TTK'nun 599.maddesi, hileli anlaşma yerine sadece hamilin iktisabında bilerek borçlunun zararına hareket edip etmediğini aramakta ve bu konuda ispat yükünü (genel kurala uygun olarak) bilerek borçlunun zararına hareket iddiasını ileri sürene yüklemektedir. (Prof.Dr.Hüseyin Ülgen, Prof.Dr.Mehmet Helvacı, Prof.Dr.Abuzer Kendigelen, Prof.;Dr.Arslan Kaya, age sh.68; Prof.Dr.Reha Poroy, Prof.Dr.Ünal Tekinalp, age.sh.86)

Bu açıklamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; yerel mahkemenin direnme kararında, hem imzaların istiklali ilkesini gözardı etmediğini söyleyip hem de lehdarın ciro imzasının sahte olduğu hususunu maddi vakıa olarak da olsa gerekçesine dahil etmesi kendi içinde çelişki yaratmaktadır. Zira, hamil, senedi Mustafa Y.'dan ciro yoluyla devralmıştır. Lehdarın cirosunun sahte olduğunu bilebilecek durumda değildir. Zaten, hamil, sadece dış görünüş itibariyle ciro silsilesinde kopukluk olup olmadığını kontrol etmekle yükümlü olup diğer ciro imzalarının sahte olup olmadığını araştırma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bu nedenle, mahkemece, hükmün gerekçesinde bu hususa yer verilmesi isabetsizdir.

Davalı Erkan G.'in yetkili hamil olduğu senetteki dış görünüş itibariyle, düzgün ciro zincirinden anlaşılmaktadır. Esasen bu yön yerel mahkemenin de kabulündedir. Bu durumda uyuşmazlık, davacının ödeme iddiasının davalı-hamil Erkan G.'e karşı ileri sürülüp sürülemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Yukarıda hukuki açıklamalarda da belirtildiği üzere, ödeme iddiası şahsi (kişisel), def'iler kapsamında olup hamile karşı ileri sürülebilmesi TTK'nun 599. maddesi uyarınca, hamilin bile bile borçlunun zararına hareket ettiğinin kanıtlanması koşuluna bağlıdır. Kanıt yükü, iddia sahibi olan davacı borçludadır.

Yeri gelmişken hemen belirtmek gerekir ki, yerel mahkeme hükmünün gerekçesinde, "hamilin hilesi veya ağır kusuru", "kambiyo senedinin hile veya ağır kusurla iktisabı" gibi ifadelere yer verilmiş ve bunların fiili bir durum olmaları nedeniyle her türlü delille kanıtlanabileceği, hayatın olağan akışının da fiili bir karine olarak kabul gören bir ispat vasıtası olup fiili karinenin aksini savunan davalının ispat külfetini üstüne aldığı belirtilmiştir. Oysa somut olayda uygulanması gereken yasa hükmü TTK'nun 599. maddesi hükmü olup bu hükümde hile veya ağır kusurdan söz edilmemektedir. Ağır kusur poliçenin hamilin elinden rızası hilafına çıkması halinde yeni hamilin durumunu düzenleyen TTK.nun 598/2. maddesinde ve kaybedilen çekle ilgili TTK.nun 704. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan yasa hükümlerinin ise somut olayda uygulama yeri bulunmamaktadır. Bu itibarla yerel mahkeme hükmünün gerekçesinde hile veya ağır kusurdan söz edilmesi de isabetsizdir.

TTK.nun 595/2. maddesi, cironun, cirantanın sadece imzasından ibaret olabileceğini, bu şekildeki cirolara beyaz ciro denileceğini hükme bağlamıştır. Görüldüğü gibi, kanun koyucu, ciro edenin kimlik bilgilerinin tespiti gibi bir zorunluluğa ihtiyaç duymamış, beyaz ciro ve teslimle senedin devrini yeterli saymıştır. Bu nedenle, yerel mahkemenin, hamilin, kimliğini ve açık adresini bilmediği bir kişiye bu miktarda borç para vermesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği yolundaki gerekçesinin de hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Aksinin kabulü, kambiyo senetlerinin sebepten mücerretliği ve tedavül kolaylığı gibi ilkelerinin zedelenmesi sonucunu doğurur. Kaldı ki, davalı-hamil, kendisinin toptancı halinde toptan balıkçılık yaptığını, senedi kendisine ciro eden Mustafa Y.’ın da komisyonculuk yaptığını ve ara sıra dükkanına geldiğini, Karadenizli olduğunu bildiğini beyan etmiştir. Yani senedi hiç tanımadığı kişiden almış değildir. Hamilin cirantanın kimliğini ve açık adresini tespit etmesi ve sonrasında adresini takip etmesi gibi bir zorunluluk yasalarımızda öngörülmemiştir.

Yerel mahkeme hükmünün gerekçesinde ayrıca aradaki cirantaların “muhtemelen mevhum şahıslar” olduklarından söz edilmiştir. İhtimallere dayanılarak hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır. Kaldı ki, TTK.nun 589/1. maddesinde “mevhum şahısların imzalarını taşısa bile” diğer imzaların sıhhatine bu yüzden halel gelmeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır. Bu hüküm karşısında yerel mahkemenin bu yöne ilişkin gerekçesinde de isabet bulunmamaktadır.

TTK.nun 599. maddesine dayalı iddianın ispat külfeti davacı borçludadır. Hamilin, bile bile borçlunun zararına hareketle senedi devraldığı yolundaki iddia tanık dahil her türlü delille ispat edilebilir. Nitekim, davacı vekili bu konuda tanık dinletmiştir. Ne var ki, davacı tanıklarının tümü, davacı-borçlu, dava dışı Nurettin M., davalı-lehdar Mehmet M. arasındaki ilişkilerden bahsetmişler, diğer cirantalar ve davalı-hamil Erkan G.’i tanımadıklarını beyan etmişlerdir. Başka bir anlatımla, davacı tanıkları, davalı-hamilin, senedi bile bile borçlunun zararına hareket ederek kötüniyetle iktisap ettiği konusunda herhangi bir beyanda bulunmamışlardır. Dosyadaki diğer bilgi ve belgeler de bu yöndeki iddiayı kanıtlamaya elverişli ve yeterli nitelikte değildir. Yerel mahkemenin “hayatın olağan akışı” kapsamındaki değerlendirmeleri tamamen varsayımlara dayalı yorumlardan ibaret olup, subjektif nitelikteki bu değerlendirmelere itibar edilmesi halinde kambiyo hukukunun kamu düzenine ilişkin ilke niteliğindeki kurallarının giderek eylemli durumda uygulanmayacağı tehlikeli bir ortam yaratılmış olur.

Yerel mahkeme hükmünün gerekçesinde, hamilin, açık kimliğini ve adresini bilmediği bir kişiye yüklü miktarda borç vermesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği belirtilmiş ancak, davacı borçlunun yüklü miktardaki borcunu bizzat kendisi değil de, bir başkası vasıtasıyla lehdara ödediği halde senedi niçin geri almadığı, senedi yırttığını söylediğini bildirdiği arkadaşından da hesap sormadığı şeklindeki olayların, hayatın olağan akışına nasıl uygun düştüğü açıklanmamış, böylece mahkemenin gerekçesi bu yönden de kendi içinde çelişki yaratmıştır.

Şunu da belirtmek gerekir, davacı, ödeme sonucunda, senedin arkadaşı Nurettin’e verildiğini iddia etmiş, lehdar Mehmet M. de ifadesinde bu şekilde beyanda bulunmuş ise de, “ibraname” başlıklı belgede senedi bizzat borçlu-davacıya teslim ettiğini yazıp, belge altını imzalamıştır. Dava dışı Nurettin M., Cumhuriyet Savcılığındaki ifadesinde, iddia edildiği gibi davacı adına davalı Mehmet M.'e ödeme yapmadığını, ondan senet almadığını, böyle bir olay yaşanmadığını beyan etmiştir. Dosyaya sunulan ibraname başlıklı belge her zaman düzenlenmesi mümkün olan adi yazılı belgelerden olup lehdarı bağlarsa da, bundan haberi olmayan iyiniyetli hamili bağlamaz.

Davacının şikayeti üzerine yürütülen hazırlık soruşturması takipsizlik kararıyla sonuçlanmış, itiraz da reddedildiğinden takipsizlik kararı kesinleşmiştir. Bu durumda ortada ceza mahkemesine açılmış bir dava ve kesinleşmiş bir ceza mahkumiyeti kararı bulunmadığından somut olayda 818 sayılı BK'nun 53. md. çerçevesinde hukuk hakimini bağlayıcı bir hüküm de mevcut değildir. Takipsizlik kararı kapsamındaki davalı ifadesi ise bu davanın sonucunu etkileyecek nitelikte bir delil olarak kabul edilemez. Zira, davalı-hamilin dava konusu senedi, davacının borçlu olmadığını bile bile devraldığı yolunda “ikrar” niteliğinde bir beyanı bulunmamaktadır.

Sonuç olarak, davalı Erkan G. yetkili hamil olup, senedi ciro yoluyla devralırken bilerek borçlunun zararına hareket ettiği iddiası davacı tarafça ispat edilemediğinden ve bu nedenle davacının şahsi def’i niteliğindeki ödeme iddiasını iyiniyetli hamile karşı ileri süremeyeceği TTK.nun 599.maddesi hükmü gereği olduğundan yerinde görülmeyen direnme kararının bozulması gerektiğini düşündüğümüzden sayın çoğunluğun onama yönündeki görüşüne katılamıyoruz.

Seyit ÇAVDAR                           Şükrü SARAÇ 
Birinci Başkanvekili                   19. Hukuk Dairesi Başkanı

KARŞI OY YAZISI

Davacı-keşideci keşidecisi olduğu bononun bedelini üçüncü bir kişiyle lehtara göndererek bonoyu ondan aldırdığını ancak üçüncü kişinin bonoyu yırttığından bahisle kendisine vermediğini, daha sonra bu bononun son hamili tarafından takibe konulduğunu, belirterek; dava konusu bononun bedeli lehtara ödendiği için bedelsiz olduğunu ve son hamilin bu durumu bilerek kötüniyetli takip yaptığını ileri sürerek menfi tespit talebinde bulunmuştur.

Davalı-bono lehtarı davacı-keşideciye verdiği ve dosyaya sunulan ibranamede bono bedelini keşideciden alarak bonoyu keşidecinin kendisine iade ettiğini bildirmiştir.

Davacı-keşideci tarafından yapılan şikayet üzerine Cumhuriyet Savcılığı'nda yapılan soruşturmada üçüncü kişi davacı keşidecinin bono bedelinin kendisi aracılığıyla ödendiği iddiasını reddetmiş, bononun son hamili ise ifadesinde çeki beyaz ciro ile aldığı kendisinden önceki cirantanın açık kimlik bilgilerini ve adresini bilmediğini bonoyu bu şahısa daha önce elden verdiği para karşılığında aldığını bildirmiştir.

Yerel mahkemece davacı-keşidecinin davalı-lehtara yönelik davasını lehtarın verdiği ibranameye dayanarak ve davalı-son hamile karşı açtığı davayı ise bu şahsın hayatın olağan akışına aykırı açıklamalarını kötüniyetinin delili sayarak kabul etmiştir.

Yerel mahkemenin özel daire bozma kararına karşı direnmesi üzerine bu kere Hukuk Genel Kurulu'nca yerel mahkeme kararının onanmasına ikinci görüşmede ve oyçokluğuyla karar verilmiştir.

Dava konusu bono bedeli 250.000,00 USD'dir.

Davacı-keşidecinin davayla ilgili iddiasının doğru olmadığı dosyaya delil olarak sunulan verdiği ibraname içeriğinden ve iddiada adı geçen üçüncü kişinin Cumhuriyet Savcılığı'ndaki ifadesinden anlaşılmıştır.

Gerçekten 250.000,00 USD bedelli bir bono bedelini ödeyecek olan keşidecinin bu parayı üçüncü kişi eliyle göndermesi ve sonra ödenen bononun akıbetini araştırmaması hayatın olağan akışına uygun değildir.

Öte yandan davacı-keşideci tarafından dosyaya sunulan davalı-lehtarın adi yazılı şekilde hazırlanmış ibranamesi her zaman düzenlenebilecek belgelerden olması nedeniyle davalı-lehtarı bağlamakla birlikte davalı-son hamili bononun bedelsizliği yönünden bağlamaz.

Dava konusu bononun davalı-son hamil yönünden bedelsizliği ispatlanmış sayılamayacağından onun iyiniyetli hamil olup olmadığının araştırılmasına da gerek bulunmamaktadır.

Bu hususun bir tarafa bırakılması halinde ise; davalı-son hamilin Cumhuriyet Savcılığı'ndaki ifadesinde, çeki beyaz ciro ile aldığı kendisinden önceki cirantanın açık kimlik bilgilerini ve adresini bilmediğini söylemesi ve bu şahsa bononun ciro ve tesliminden önce bono bedeli kadar büyük bir parayı elden vermiş olması hayatın olağan akışına uygun değilse de bu beyanlar davalı -son hamilin bononun bedelsizliğini bildiği sonucuna varmak için yeterli ve elverişli değildir.

İşbu davada hem davacı-keşidecinin ve hem de davalı-son hamilin dava konusu bonoyla ilişkileri konusundaki beyanları hayatın olağan akışına ve makul bir kişinin davranış biçimine uygun değildir. Bu olgudan hareket eden yerel mahkemenin somut olay adaletini gerçekleştirmek için sarfettiği fikri mesaiye ve vardığı sonuca büyük bir saygı duyulması gerekmektedir.

Ancak bir olgunun hissedilmesi ve hatta bilinmesi hüküm kurmak için yeterli sayılamaz. Hükmün dayandırıldığı olgunun hissedilmesi veya bilinmesi değil ispatlanması gerekir.

Bu bakımdan yerel mahkemenin davalı-son hamilin kötüniyetli olduğu kabulüne dayalı kararı yerinde olmadığından direnme kararının bozulması gerekirken onama şeklinde gerçekleşen saygıdeğer çoğunluğun kararına karşıyım.

M. Bülent SELÇUK
19. Hukuk Dairesi Üyesi