BOŞANMADA EŞLERİN BİRBİRLERİNE KARŞI YARALAMA SUÇU İŞLEMESİ KARARI

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


16 Haz
2015

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO            : 2013/2-1928
KARAR NO          : 2015/1140       

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                            :
Ankara 6. Aile Mahkemesi
TARİHİ                                     : 08/05/2013
NUMARASI                               : 2013/13 - 2013/551
DAVACI-BİRLEŞEN DAVANIN
DAVALISI                                 :
Ş.B. vekili Av. Y.G.
DAVALI-BİRLEŞEN DAVANIN
DAVACISI                                 :
F.B. vekili Av. A.Z.D.

Taraflar arasındaki “karşılıklı boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 6. Aile Mahkemesince asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine dair verilen 29.06.2011 gün ve 2010/641 E. 2011/878 K.  sayılı kararın incelenmesi davalı-davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 14.06.2012 gün ve 2011/19677 E. 2012/16287 K. sayılı ilamı ile;

“... Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden eşine birden fazla şiddet uygulayıp, hakaret eden davalı-davacı koca yanında, aşırı kıskanç davranan ve birlik görevlerini yerine getirmeyen davacı-davalı kadının da kusurlu olduğu anlaşılmaktadır. Kocanın davası yönünden Türk Medeni Kanununun 166/2. maddesi koşulları gerçekleşmiştir. Bu durum karşısında boşanmaya, dava açmakta haklı bulunan davalı-davacı kocanın davası da kabul edilmek suretiyle karar verilmesi gerekirken yetersiz gerekçe ile davalı-davacı kocanın davasının reddi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir...“    

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı-davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, karşılıklı boşanma istemine ilişkindir.

Davacı - davalı Ş.B. vekili dava dilekçesinde özetle;  tarafların 2003 yılında evlendiklerini, bir müşterek çocuklarının bulunduğunu, davalının iş toplantıları olduğunu söyleyerek eve gelmediğini, davacı bir şey sorduğunda ise şiddet uyguladığını, ancak iş toplantılarını, seyahatlerini bahane ederek başka kadınlarla birlikte olduğunu bizzat kendisinin davacıya söylediğini, davacının gece hayatı olduğunu, saunalarda başka bayanlarla günü birlik ilişkiler kurduğu gibi sürekli kalıcı ilişkilerinin de olduğunu, en son davalının kredi kartı ekstreleri üzerinde oynayarak, istediği kalemleri çıkararak ve üzerine banka logosunu da koyarak kendisine gösterdiğini ve kendisini kandırdığını tesadüfen öğrendiğini ve gördüğü gerçek ekstrede kendisinin doğum yapmak için hastaneye yattığı ve karnında olan bebeğin ciğerinin gelişimi için elzem olan ve sadece davalıda bulunan bir ilacı getirmesi için telefonla davalıyı aradığını ve yakınlarına arattığını, telefonlara önce cevap vermeyen davalının daha sonra da telefonunu kapattığını, davalının o gece sinemaya iki kişilik bilet aldığını ekstrede gördüğünü, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını belirterek tarafların boşanmalarına, müşterek çocuk H.İ.'in velayetinin davacı anneye verilmesine, müşterek çocuk H.İ. için her ay 1.000,00 TL tedbir ve iştirak nafakasına, davacı için 2.000,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakasına, davacı lehine 100.000,00 TL manevi, 100.000,00 TL maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

Davalı-davacı F.B. vekili cevap ve birleşen dava dilekçesinde; davacının ileri sürdüğü iddiaları kabul etmediklerini, davacının iki farklı aile şirketinin hissedarı olduğunu, gelirinin davalının aylık gelirinden daha fazla olduğunu, dava dilekçesinin büyük bir kısmının mesnetsiz ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiş,  birleşen dava dilekçesinde ise tarafların boşanmalarına karar verilmesini istemiştir.

Yerel Mahkemece; evlilik birliğinin devam sırasında davalının davacıya şiddet uyguladığı, hakaret ettiği, dövmeden mütevellit davacının yüzünde morluklar bulunduğu, en son dövme olayından sonra tarafların bir daha barışarak bir araya gelmedikleri, davalıdan kaynaklanan kusurlu hareketler nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılarak çekilmez hale geldiği anlaşıldığından TMK. 166/1 maddesi gereğince davanın kabulüne, tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun yaşı, baştan beri davacı anne yanında bulunuyor olması ve menfaatine olacağı anlaşıldığından velayetinin davacı anneye verilmesine, müşterek çocuk ve davacı için verilen tedbir nafakasının karar kesinleşinceye kadar devamına, küçük için yapılacak masraflara her iki tarafın ekonomik güçleri oranında katılmalarının gerekliliği nazara alınarak davalının müşterek çocuk için TMK. 182/2 maddesi gereğince her ay 1.000,00 TL iştirak nafakası ödemesine, davacının çalışmadığı, boşanmakla yoksulluğa düşeceği anlaşıldığından davalının davacıya TMK. 175. maddesi gereğince her ay 2.000,00 TL yoksulluk nafakası ödemesine, davacının boşanmakla gelecekteki maddi beklentilerinin sonuçsuz kalacak olması, şiddet ve hakarete maruz kalmakla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu anlaşıldığından TMK. 174/1 ve 2 maddeleri gereğince davalının davacıya 40.000,00 TL manevi, 60.000,00 TL maddi tazminat ödemesine, kusurlu birleşen davacının tam kusurlu olması nedeniyle birleşen davanın reddine …” dair verilen karar; davalı-davacı F.B. vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece bozma öncesi gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı-davacı vekili F.B. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık davacı-davalı kadının boşanmaya neden olan olaylarda kusurlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Somut uyuşmazlıkta tartışılması gereken husus 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 166/2 maddesindeki koşulların davası reddedilen kocanın davasında gerçekleşip gerçekleşmediği noktasındadır.

TMK'nun 166. maddesi;

“… Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir…” hükmünü içermektedir.

Dosyada mevcut tanıklar beyanlarında, davacı-davalı Ş.B.’nın eşi F.‘e zaman zaman hakaret ettiğini, aşırı kıskançlık oluşturan davranışlarının olduğunu, evlilik birliğinin gerektirdiği bazı görevleri yerine getirmediğini belirtmişlerdir. Diğer yandan Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23.02.2012 tarihli 2009/…. E, 2012/… K sayılı kararına ile tarafların birbirlerine karşı basit müessir fiilde bulunmaktan dolayı ceza aldıkları da sabit olup, bu deliller çerçevesinde davalı koca yanında davalı kadının da boşanmaya neden olan olaylarda kusurlu olduğu anlaşıldığından; davalı-davacı kocanın davası da kabul edilmek suretiyle karar verilmesi gerekmektedir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, davacı-davalı Ş.B.’nın kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

O halde, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı-davalı F.B. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine 01.04.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Davaya konu somut olayda, tarafların 2003 yılında evlendikleri ve bir müşterek çocuklarının bulunduğu, iş toplantıları ve iş seyahatleri olduğunu söyleyerek eve gelmeyen davalı kocanın sürekli başka kadınlarla birlikte olduğu, gece hayatını alışkanlık haline getirdiği, saunalarda başka kadınlarla günü birlik ilişkiler kurduğu, bazı kadınlarla ilişkisini devamlı hale getirdiği, ciğerlerinden sağlık sorunları olan bir bebek dünyaya getiren davacı kadının ilaç getirmesi için davalı kocasını telefonla aradığı, davalının telefona cevap vermediği gibi o gece birisiyle sinemaya gittiği; davalı kocanın, evlilik birliğinin devamı süresince davacı kadına sürekli şiddet uyguladığı, hakaret edip aşağıladığı, dövmeden mütevellit davacının yüzünde morluklar bulunduğu, davalı kocanın hamile olan ve doğum tarihi yaklaşan eşine karşı fiziksel ve ruhsal şiddet uygulamayı bırakmadığı, son dövme olayından sonra tarafların bir daha barışarak bir araya gelmedikleri, davalıdan kaynaklanan kusurlu hareketler nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsılarak çekilmez hale geldiği dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece tespit edilen ve hükme esas alınan söz konusu durumun özel dairece de kabul edildiği, dolayısıyla uyuşmazlık dışında kaldığı sabittir.

Bozma kararında Özel Dairece, “...Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden eşine birden fazla şiddet uygulayıp, hakaret eden davalı-davacı koca yanında, aşırı kıskanç davranan ve birlik görevlerini yerine getirmeyen davacı-davalı kadının da kusurlu olduğu anlaşılmaktadır. Kocanın davası yönünden Türk Medeni Kanununun 166/2. maddesi koşulları gerçekleşmiştir…” denilmektedir.  Sürekli olarak değişik kadınlarla aldatılan, aşağılanan, hakarete, fiziksel, psikolojik ve ruhsal şiddete maruz kalan, hamile olduğu ve doğuma yaklaştığı halde dövülen, evlilik birliği süresince kadınlık ve insanlık onuru devamlı şekilde kırılan, zaman zaman kriz ve sıkıntılı bir hamilelik dönemi geçiren, sevgi, saygı ve şefkatten yoksun bırakılan bir kadından aile birliği görevlerini kusursuz yerine getirmeyi, kıskançlık göstermemeyi, eşinin gayri insani ve onur kırıcı davranışlarına katlanmayı, aile içinde ortak kullanılan dizüstü bilgisayarda kocasına ait genel mahiyetteki bilgilere bakmamayı beklemek ve aksine bir hareketi de kusurlu bir davranış olarak görmek hayatın olağan akışına, insanın ve özellikle de kadının ruhsal, psikolojik ve duygusal yapısına ve hakkaniyete uygun değildir.

Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesi, “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.” demektedir. Bu hükme göre evlilik birliğinin temelden sarsılmış olması için taraflardan birisinin tamamen ya da ağırlıklı olarak kusurlu olması zorunlu değildir. Taraflar arasında duygu, düşünce, eğitim, kültür, dünya görüşü, yaşam biçimi, alışkanlıklar, karakter ve kişilik gibi özellikler arasındaki farklılıklar evlilik birliğini temelinden sarsabilir. Somut olayda evlilik birliğinin sarsılmasında temel neden davalı kocanın aldatma, hakaret etme, aşağılama, küçümseme, onur kırıcı davranışlarda bulunma, fiziksel ve ruhsal şiddet gösterme şeklindeki alışkanlık haline gelen tutum ve davranışlarıdır. Aksi halde boşanmak isteyen bir koca, eşine şiddet uygulayarak onun ailevi sorumluluklarını gereği gibi yerine getirmesine engel olup kusurlu duruma getirebilir. Uğradığı ağır haksızlıklar ve şiddet karşısında aile birliğinin gerektirdiği bir kısım görevlerini yerine getiremeyen kadının kusurlu görülmesi, kastı veya ağır kusuru ile buna neden olan kocayı ödüllendirmek olacağı gibi kadına karşı da haksızlık olur.

Kadına yönelik şiddetin acil önlemler alınmasını gerektirecek kadar arttığı, kadın cinayetlerinin fütursuzca ve canavarca saiklerle işlendiği günümüzde, sürekli aldatılan, dövülen, fiziksel ve ruhsal şiddete, hakarete ve aşağılanmaya maruz bırakılan bir kadından ütü, yemek ve temizlik gibi ev işleri yapmasını, sürekli evde oturmasını, eşine rahatsız edici soru sormamasını ve ilgi göstermesini beklemek, bunların yokluğunu da bir kusur olarak nitelendirmek insani ve hukuki görülemez. Aile birliğinin taraflara bir kısım haklar, yükümlülükler ve sorumluluklar getirdiği tartışmasız olsa da söz konusu yükümlülük ve sorumluluklar bir iş sözleşmesinde geçen görev tanımı şeklinde algılanamaz. Haksızlık karşısında kendini savunmak ve bu durumu sorgulamak olması gereken sağlıklı bir tepkidir. Söz konusu tepkisel davranışların kusur olarak nitelendirilmesi hatalıdır.

Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı yerel mahkemenin kararının bozulması gerektiğine ilişkin sayın çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
                                                                                                             Ahmet TAŞKIN
                                                                                                      22. Hukuk Dairesi Üyesi