CULPA İN CONTRAHENDO HALLERİNDE HAKSIZ FİİL HÜKÜMLERİNİN DOĞRUDAN UYGULANMASI BU UYUŞMAZLIKLARI TATMİN ETMEKTE YETERSİZ KALACAKTIR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


14 Tem
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/(6)3-435
KARAR NO   : 2022/352

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                         : 25/09/2014
NUMARASI                 : 2014/931 - 2014/225
DAVACI                       : (Tasfiye Hâlinde) K. Turkey Ltd. Merkezi İngiltere İstanbul Şubesi vekili Av. R.S.
DAVALILAR                : 1- J. Gayrimenkul  Geliştirme Yatırım İnş. ve Tic. Ltd. Şti. 
                                           (B. Pendik Gayrimenkul Geliştirme Yatırım İnş. ve Tic. Ltd. Şti.) vekili Av. G.K.
                                      2- K. Gayrimenkul Geliştirme Yapım ve Yatırım A.Ş. vekili Av. B.B. 
                                      3- R. Gayrimenkul Yönetim Pazarlama ve Danışmanlık A.Ş. vekili Av. A.E.
KARŞI DAVADA
DAVACI                      :
 R. Gayrimenkul Yönetim Pazarlama ve Danışmanlık A.Ş. vekili Av. A.E.
DAVALI                       : K. Turkey Ltd. Merkezi İngiltere İstanbul Şubesi vekili Av. R.S.

1. Taraflar arasındaki asıl davada maddi ve manevi tazminat, karşı davada manevi tazminat davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 28. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın reddine ilişkin karar davalı J. Gayrimenkul Geliştirme Yatırım İnş. ve Tic. Ltd. Şti. [eski unvanıyla B.P. Gayrimenkul Geliştirme Yatırım İnş. Tic. Ltd. Şti. (B. Ltd. Şti.)] vekili ve K. Gayrimenkul Geliştirme Yapım ve Yatırım A.Ş. (K. A.Ş.) vekili ile davacı Tasfiye Hâlinde K. Turkey Limited Merkezi İngiltere Türkiye İst. Şubesi (K.) vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı (eski unvanıyla) B. Ltd. Şti. vekili ve K. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; “D.” hizmet markası adıyla elektronik eşya mağazacılığı alanında faaliyet gösteren tanınmış bir firma olan müvekkilinin, alışveriş merkezi yatırım ve işletmesiyle iştigal eden davalı şirketlerle temasa geçerek o dönemde inşası devam eden Pendik Neo Alışveriş Merkezi dâhilinde bir mağazanın kiralanması sürecini başlattıklarını, 2008 yılında taşınmazda faaliyete geçmeyi planlayan müvekkilinin ön hazırlıkları yaptığını, davalı şirketin müşterek merkezinde 18.03.2008 tarihinde toplantı yapılarak kiralanması öngörülen alanla ilgili konumlandırma ve düzenlemelerin yapıldığını, sonrasında 26.03.2008 tarihinde kira sözleşmesi taslağının davalı şirketlerin müzakerecisi tarafından müvekkiline gönderildiğini, ertesi gün inşaata davet edildiklerini, gerekli inceleme ve planlamaların yapıldığını, 17.04.2008 tarihinde davalı şirketlerin ofisinde yeniden toplantı yapıldığını ve sözleşmedeki bazı maddelerin ayrıntıları üzerinde konuşulup anlaşıldığını, 06.05.2008 tarihinde müvekkilinden nihai sözleşme için birtakım bilgi ve belgelerin elektronik postayla istendiğini, bu süreçte tarafların kira sözleşmesinde ve koşullarında mutabakata vardıklarını, başka bir anlatımla taraflar arasında kira kontratının kurulduğunu, üzerinde anlaşılan metnin şeklen de imzalanması için müvekkiline 15.05.2008 tarihinde sözleşmenin son hâlinin gönderildiğini, hatta anlaşmanın bir an önce imzalanması için davalı tarafın istek ve ısrarlı mesajlar attığını, metnin kabul edildiği ve fakat imza yetkilisinin yurt dışından dönüşünü müteakip imzalanarak kendilerine gönderileceğinin 20.05.2008 tarihli elektronik posta ile davalılara bildirildiğini, nitekim sözleşmenin 22.05.2008 tarihinde imzalanarak davalıya gönderildiğini, ertesi gün davalı şirket yetkilileriyle inşası süren projenin detayları ve hatta tabelanın konulacağı yerin dahi konuşulduğu bir görüşmede bulunduklarını, müvekkilinin kiralamayla ilgili duyurularını gerek şirket içi gerek şirket dışı muhataplara bildirdiğini ve kontratın gerektirdiği iş ve organizasyonlara başlandığını, ne var ki aylar süren bu hazırlıklardan ve taraflar kira sözleşmesinde mutabık kalarak sözleşme müvekkilince imzalandıktan sonra davalının 17.06.2008 tarihinde gönderdiği elektronik postayla “Neo-Pendik AVM-D. mağazası sözleşmenizi onay için yurtdışındaki yatırım komitesine gönderdik. Ancak üzülerek bildirmek istiyorum ki olumsuz yanıt aldık. Yatırım komitesi, Neo Eskişehir AVM'deki ortak çalışmamızı göz önünde bulundurarak, Neo Pendik AVM'de de TEKNOSA ile çalışma kararını aldı” diyerek sözleşmeyi ifa etmeyeceğini bildirdiğini ve gerçekten de mağazayı müvekkilinin Türk piyasasındaki en büyük rakibi olan şirkete kiraladıklarını, davalının bu davranışı ile müvekkilinin bağıtlanmış bulunan sözleşmeye olan güvenini ve aylar süren hazırlıklarını boşa çıkardığı gibi mağazayı işletme imkânından yoksun kılarak kâr mahrumiyetine sebep olduğunu, bir başka vahim hususun ise müvekkilinin kiraladığı taşınmazın adeta alay edilircesine ve fütursuzca en büyük rakiplerine kiralanması olduğunu ve bu davranışın müvekkilinin itibarını ciddi ölçüde zedelediğini, davalıların hukuksuz bu hareketleri nedeniyle doğan maddi ve manevi zararlardan müşterek sorumlu olduklarını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar Cevabı:

5. (Yeni unvanı J. Gayrimenkul Geliştirme Yatırım İnş. ve Tic. Ltd. Şti. olmakla birlikte anlatım bütünlüğü bakımından önceki ünvanıyla anılacak olan) Davalı B. Ltd. Şti. vekili; husumet yöneltilen her üç şirketin de Türkiye’de alışveriş merkezi yatırımcılığı ve işletmesiyle iştigal eden ve organik bir birliktelik içerisine hareket etmekte olan kuruluşlar olduğunu, buna bir itirazları olmamakla birlikte şirketler arasında daha rahat çalışabilmek adına yetki paylaşımları bulunduğunu, bu sözleşmelerle konuyla ilgili olarak yetkili kılınan müvekkilinin tek ve münhasır muhatap hâline gelmesinin sağlandığını, nitekim müvekkilinin diğer davalı R. Gayrimenkul Yönetim ve Pazarlama Danışmanlık A.Ş. (R. A.Ş.) ile imzaladığı 14.02.2008 tarihli sözleşmeyle alışveriş merkezindeki iş yerlerinin kiralanmasına yönelik münhasır yetkinin R. A.Ş.'ye ait olduğunun kararlaştırıldığını, dava konusu sürecin de R. A.Ş. tarafından yürütüldüğünü, kira sözleşmesine ilişkin görüşmelerden doğan sorumluluk iddiasının bu süreci yöneten R. A.Ş.'ye yönetltilmesi gerektiğini, dava dilekçesinde bahsi geçen yazışmaların da bu şirketin çalışanı olan kişiyle yapıldığını, ne şeklen ne de hukuken sorumluluğu bulunan müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, davanın esas yönünden de reddi gerektiğini zira henüz imzalanmış bir sözleşmenin bulunmadığını, dava dilekçesinde aktarılan davacı ve R. A.Ş. arasındaki süreç inkâr edilmemekle birlikte hukuken kira sözleşmesinin kurulduğunun kabul edilemeyeceğini, henüz tarafları bağlayan bir sözleşme bulunmadığı gibi iddia olunan zararı ispata yönelik hiçbir delilin de sunulmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı K. A.Ş. vekili; davada taraf sıfatlarının bulunmadığını, tüm davalıların organik bağ ile birlikte iştigal ettiğini ancak aralarında yetki paylaşımı olduğunu ve dava konusu mağazanın bulunduğu alışveriş merkeziyle ilgili kiralama işlemlerinde yalnızca diğer davalı R. A.Ş.'nin yetkili olduğunu, iddiaya konu kira sözleşmesi ilişkisinin gerek kuruluş gerekse ifa aşamasında hiçbir hukukî bağlantılarının bulunmadığını, kira sözleşmesinin kurulmadığını, davacının sözleşmesinin kurulduğunu ve iddia ettiği zararlarının varlığını ispata yönelik delil sunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

7. Davalı R. A.Ş. vekili; diğer davalı B. Ltd. Şti. ile aralarındaki anlaşma gereğince dava dilekçesinde bahsi geçen mağazanın kiralanması konusunda münhasır yetkinin müvekkiline ait olduğunu, bu nedenle açılan davada yalnızca müvekkilinin taraf sıfatını haiz bulunduğunu, müvekkilinin davacı şirketle kira sözleşmesinin kurulabilmesi için temasa geçtiğini, dava dilekçesinde sözü edilen tüm görüşme ve yazışmaların yapıldığını, ancak sözleşmenin kurulmuş olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığını, tarafların henüz kira sözleşmesinin pek çok esaslı unsurunda ihtilâfları devam etmekteyken tüm şartlar üzerinde anlaşıldığının iddia ve kabul edilmesinin mümkün olmadığını, üstelik müvekkili şirketin kira sözleşmesini imzalama yani akit kurma yetkisinin bulunmadığını, müvekkilinin kuracağı tüm kira sözleşmelerinde yurt dışındaki yatırım komitesinden onay alınmasının zorunlu olduğunu, onay alınmazsa kira sözleşmesinin kurulamayacağını davacının bildiğini, nitekim davacıyla yaşanan sürecin yatırım komitesine aktarıldığını ancak sözleşmeye onay verilmediğini, bu durumun davacıya iletildiğini ve sözleşmenin kurulamayacağının açıkça ortaya konulduğunu, sözlü olarak kurulduğu iddia edilen bir sözleşmeye dayanılarak tazminat talep edilemeyeceğini, yazılı bir sözleşme olmadığından tarafların sözleşmenin esaslı unsurlarında anlaştıklarını yani sözleşmenin varlığını davacının ispatla yükümlü olduğunu, bunun da miktar itibariyle ancak yazılı delil ile ispatlanabileceğini, elektronik posta mesajları ve yazışmaların yalnızca kendileri tarafından da kabul edilen ön görüşmelerin varlığına delil olabileceğini, iddia edilen maddi zararın ne şekilde oluştuğuna dair hiçbir delil sunulmadığını, oysa harcamaları yahut yoksun kaldığı kâr kalemlerini yazılı olarak ispat edilmesi gerektiğini, manevî tazminat talebinin de kabul edilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuş, karşı dava ile asıl dosya davacısı K.’nın bilerek ve isteyerek basına verdiği sözleşme süresi, bedeli gibi bilgiler doğrultusunda “alay edercesine”, “fütursuzca” gibi kelimeler kullanılarak kaleme alınan ticarî itibarı zedeleyici haberler nedeniyle müvekkilinin manevi zarara uğradığını ileri sürerek 8.000 TL manevi zararın davacı-karşı davalı şirketten tahsilini talep etmiştir.

8. Davacı-karşı davalı K. vekili karşı davaya cevabında; bahsi geçen basın kuruluşuyla müvekkilinin hiçbir teması olmadığını, bununla birlikte söz konusu yazıda dava dilekçelerinde alıntı yapıldığının anlaşıldığını, buna hiçbir dahli bulunmamakla birlikte anılan haberin müvekkiline yaşatılan mağduriyeti yansıttığını, kira ilişkisi, kira süresi ve bedelin yayınlandığından bahseden davalının bu suretle kira sözleşmesinin asli unsurlarının da kararlaştırıldığını yani sözleşmenin kurulduğunu kabul ve ikrar ettiğini belirterek karşı davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

9. İstanbul 28. Asliye Ticaret Mahkemesinin 25.01.2013 tarihli, 2011/116 E., 2013/8 K. sayılı kararıyla; taraflar arasında düzenlendiği iddia edilen sözleşmenin davacı tarafça imzalanarak davalıya gönderildiği ve imza aşaması tamamlanmadan davalıların bu kez başka bir firma ile anlaşarak davacı yanın yapmış olduğu tüm harcamalardan dolayı zarar görüp görmediği noktasında toplanan uyuşmazlıkta, anılan sözleşmenin varlığını ispat yükü davacıda olup 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 16. maddesi anlamında sözleşmenin geçerliliği için iradi bir geçerlilik şekli kararlaştırılıp kararlaştırılmadığının önem taşıdığı, tanık beyanları ve yapılan inceleme sonucunda dava konusu mağazanın beş yıl süre ile kiralanmak üzere taraflar arasında anlaşmanın kurulduğunun anlaşıldığı, zira davacının bütün ön hazırlıkların tamamlanması sonucu sözleşmeyi imzalayıp davalılara göndermesine rağmen davalıların imzadan kaçındığı ve mağazayı başka bir firmaya kiraladıklarını bildirdikleri, bu bildirimde herhangi bir sebep ortaya koymadıkları, buna göre taraflar arasında sözleşmenin kurulduğu ve davalı yanın sözleşmeyi ifadan vazgeçen taraf olması ve kira anlaşmasını yerine getirmemesi nedeniyle müspet zararları tazmin etmek durumunda olduğu, davacı yanın konumu, olayın özelliği ve kişilik hakları gözetilerek manevi tazminata da hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulüne, taleple bağlı kalınarak 50.000 TL maddi tazminat ve 20.000 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, karşı dava yönünden ise davalı-karşı davacı R. A.Ş.'nin açtığı dava ile ilgili somut olayda davacının haklı görüldüğü ve karşı tarafın kişilik haklarını zedeleyici bir eylemi bulunmadığı gerekçesiyle karşı davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı B. Ltd. Şti ve K. A.Ş. vekili ve (katılma yoluyla) davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

11. Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 24.09.2013 tarihli ve 2013/10098 E., 2013/12912 K. sayılı kararı ile; “… 1- Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına ve takdirde de bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin tüm, davalı B.P. Ltd Şti’nin ise aşağıda 3 nolu bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davalı K. Gayrimenkul A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarına gelince;

Davalı K. Gayrimenkul A.Ş., davacı tarafından dosyaya sunulan sözleşme örneğinde akdin tarafı olmadığı gibi, taraflar arasındaki sözleşme görüşmelerine katılmamış herhangi bir aşamasına iştirak etmemiştir. Zaten bu yönde bir iddia ya da kabul bulunmamaktadır. Bu durum karşısında mahkemece adı geçen davalının zarardan ne suretle sorumlu olduğu açıklanmaksızın davalı K. A.Ş. yönünden kabul kararı verilmesi doğru görülmemiştir.

3- Davalı B.P. Ltd Şti vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince;

Taraflar arasında sözleşme görüşmelerinin yapıldığı hususu uyuşmazlık konusu değildir. Kiralamaya yönelik olarak taraflar arasında bir süre yürütülen görüşmeler sonucunda oluşturulan sözleşme metni kiracı sıfatıyla davacı tarafından imzalanmış, kiralayan konumundaki B.P. Ltd Şti tarafından imzalanmamıştır. Yaşanan bu süreçte taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacı ile B. arasında kira ilişkisinin kurulup kurulmadığı ve sözleşme görüşmelerinde yer alan davalı R. A.Ş.’nin sıfat ve konumuna ilişkindir. Akit (sözleşme) bir anda kurulup meydana gelen hukuki bir işlem değildir. Akit kurulmadan önce tarafların akdin muhtevası, şartları içerdiği hak ve yükümlülükleri üzerinde görüşmeler yapmaları olağan ve beklenen bir durumdur. Somut olayda, sözleşmesinin kurulması ile birlikte sözleşmenin uygulanmasından doğan hak ve vecibelerin davalı B. Ltd Şti ile davacıya ait olacağı bir gerçektir. Nitekim davacı tarafından dosyaya sunulan sözleşme örneği de buna işaret etmekte olup, sözleşme örneğinde davacı kiracı, davalı B. Ltd Şti ise kiralayan konumunda yer almaktadır. Davalı R. A.Ş. ise vücut bulan akitte kendisi bir vecibe yüklenmediği halde taraflar arasında akdin yapılması aşamasında davalı B. Ltd Şti adına akit görüşmelerini yürütmektedir. Bu açıdan R. ile B. arasındaki ilişkinin temsil ilişkisi olduğu kabul edilmelidir. Davalı R.’in temsil yetkisinin kapsamı ve sınırları B. ile imzaladığı 14.02.2008 tarihli Pazarlama Yetki Sözleşmesinde belirtilmiş olup, bu kapsamda davalı R.’e, davacı tarafından yöneltilen icabı kabul yetkisi tanınmamıştır. Bu hususun davacı tarafından da bilinmekte olduğu dosyaya sunulan kira sözleşmesi örneğinden anlaşılmaktadır. Nitekim sözleşme metninin 1.bölümünde kira sözleşmesinin taraflarının B.P. Ltd Şti ve davacı K. Turkey Ltd Şti olduğu açıkça belirtilmiştir. Sözleşme görüşmeleri sırasında oluşturulan taslak metnin davacı tarafından imzalanarak karşı tarafa yöneltilmesi kural olarak bir icap ise de bu bildirimin sözleşme ilişkisine dönüşebilmesi karşı tarafın kabul beyanına muhtaçtır. Davacı tarafından yöneltilen icabın sözleşmenin diğer tarafı olan davalı B.P. Ltd Şti tarafından açık veya örtülü şekilde kabul edildiğine ilişkin dosyaya herhangi bir delil sunulmuş değildir. Bu durumda, mahkemece taraflar arasında sözleşme ilişkisinin kurulduğuna ilişkin kabul ve gerekçesi yerinde değildir. Bununla birlikte iddia, savunma ve toplanan deliller ışığında bir değerlendirme yapıldığında olaya "akit görüşmelerinden doğan sorumluluk" kurallarıyla bakılması gerektiğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Tarafların sözleşme görüşmelerine başlamış olması sözleşme yapma mecburiyetini doğurmasa da, sözleşme görüşmelerine başlayan taraflar başlamış oldukları sözleşme görüşmelerini belli bir ciddiyet içiresinde ve dürüstlük kuralına uygun olarak devam ettirmek zorundadırlar. Taraflardan birinin tutum ve davranışları ile karşı tarafa sözleşmenin yapılacağına dair beklentileri güçlendirmişse, manevi zarardan söz edilmez. Ancak, karşı tarafın bu beklentiden dolayı masraflar yapması nedeniyle uğradığı menfi zararın güven sorumluluğu uyarınca tazmin edilmesi gerekir. Mahkemece manevi tazminat isteminin reddi ile birlikte davalı B.’in sorumluluğunun bu kapsamda değerlendirilerek sonucuna göre maddi tazminat talebi yönünden de bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olmuştur…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

12. (Dosyanın devredildiği) İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesinin 25.09.2014 tarihli ve 2014/931 E., 2014/225 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

13. Direnme kararı süresi içinde davalı B. Ltd. Şti. ve davalı K. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;

(1) Somut olay bakımından davacının maddi ve manevi tazminat isteminin dayanağı olan kira sözleşmesinin kurulduğunun kabul edilip edilemeyeceği, burada varılacak sonuca göre mahkemenin taraflar arasındaki ihtilâfı sözleşme değil sözleşme öncesi görüşmelerden kaynaklanan sorumluluk ilkeleri çerçevesinde değerlendirmesinin gerekip gerekmediği,

(2) Davacı lehine manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı,

(3) İddia konusu hukukî ilişki nedeniyle davalılardan K. A.Ş.'nin sorumlu tutulup tutulamayacağı noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

(1) Numaralı Uyuşmazlık Noktası Yönünden Yapılan İnceleme:

15. Taraflar arasında kira sözleşmesi kurulduğunun kabul edilip edilemeyeceğine ilişkin uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için öncelikle genel olarak sözleşmelerin kurulmasıyla ilgili kavram ve hükümlere değinilmesi yerinde olacaktır.

16. Sözleşmeler tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur (Yürürlük tarihi itibariyle somut olayda uygulanması gereken BK m.1 ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m.1).

17. Birbirine uygun taraf iradesinin ortaya konulmasıyla sözleşme kurulurken taraflar sözleşmenin içeriğini de tespit ettiklerinden irade beyanları arasındaki uygunluğun kapsamına sözleşmenin içeriğini oluşturan hangi konuların girmesi gerektiği önem arz eder.

18. Bu kapsamda Borçlar Kanunu’nun 2. maddesi “İki taraf akdin esaslı noktalarında uyuşurlar ise ikinci derecedeki noktalar sükütla geçilmiş olsa bile akde münakit olmuş nazariyle bakılır.

İkinci derecedeki noktalar hakkında uyuşulamadığı takdirde hakim, işin mahiyetine bakarak onları tayin eyler.

Akitlerin şekillerine müteallik hükümler mahfuzdur” hükmünü içermektedir.

19. Nitekim TBK’nın 2. maddesine göre de taraflar sözleşmenin esaslı noktalarında uyuşmuşlarsa, ikinci derecedeki noktalar üzerinde durulmamış olsa bile, sözleşme kurulmuş sayılır ve ikinci derecedeki noktalarda uyuşulamazsa hâkim, uyuşmazlığı işin özelliğine bakarak karara bağlar.

20. İrade beyanının karşılıklı olması her iki tarafın beyanlarının aynı neticeyi doğrumak maksadıyla birbirine yöneltilmesi demektir ve bir sözleşmenin kurulması için gerekli karşılıklı irade beyanlarından zaman itibariyle önce yapılana “icap” (BK, m.3) ya da Türk Borçlar Kanunu kullanımıyla “öneri” denir. Ancak her sözleşme yapma çağrısı icap sayılmaz; bir irade beyanının icap sayılabilmesi için bu yöne ilişkin irade beyanının karşı tarafa yöneltilmiş olması, sözleşmenin bütün esaslı unsurlarını kapsaması gerektiği gibi beyanda bulunanın da icabıyla bağlı kalmak niyetinde olması şarttır (Uygur, Turgut: Açıklamalı ve İçtihatlı Borçlar Kanunu Genel Hükümler, I. Cilt, Ankara 1990, s.2). Sözleşmenin kurulması için gerekli unsurları içermeyen veya bu unsurları içermekle birlikte teklifte bulunanın kendisini önerisi ile bağlamadığı durumlarda karşımıza çıkan teklif ise “icaba davet”tir.

21. İcap (ve icaba davet) muhataba varması gerekli bir irade beyanı olarak tanımlansa da bu tanımı çok dar yorumlamak doğru olmayacaktır. Örneğin, özel bir muhatap belirlenmeden icabın umuma yapılması mümkündür ve bu durumda icabı kabule herkes yetkili olacaktır, ki bunlara “aleni icap” ismi verilmektedir. TBK’nın 8/2. maddesinde de (BK m. 7/3) bu hüküm kendine yer bulmakta ve kanun aleni icabın geçerliliğini belirtmektedir. Buna göre “Fiyatını göstererek mal sergilenmesi veya tarife, fiyat listesi ya da benzerlerinin gönderilmesi, aksi açıkça ve kolaylıkla anlaşılmadıkça öneri sayılır”.

22. İki taraf karşılıklı ve birbirine uygun surette iradelerini beyan ettiği ve sözleşmenin esaslı unsurları üzerinde anlaştıkları takdirde sözleşme tamamlanır ve taraflar kararlaştırdıkları şekilde edimlerini gereği gibi ifa borcu altına girerler.

23. Sözleşmelerin kurulmasında tarafların beyanları ile iradeleri arasında uyumsuzluk bulunması hâlinde, irade beyanına muhatap olan kimsenin bu beyana doğru, dürüst ve makul bir insan vasfıyla verebileceği anlamın hukuken geçerli kabul edilmesi ve korunması gerekir.

24. Güven kuralı olarak isimlendirilen bu görüşün niteliği objektif ve ferdiyetçidir. Muhatap, objektif olarak ortaya konan irade beyanını; örf-adet, işin niteliği, beyan sahibinin yapısı ve kendisiyle olan ilişkisini esas almak suretiyle şahsileştirmek zorundadır. Burada kişiden beklenen özen, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinin getirdiği kurallarla birlikte değerlendirilmelidir. Kişi kendisine yöneltilen iradeye, kendi dışında oluşan doğruluk ve dürüstlük (objektif hüsnüniyet) kurallarına uygun olarak anlam vermek zorundadır. İrade ve beyan arasındaki uyumsuzluk durumlarında gözetilmesi gerektiği yerleşik içtihatlarla [Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.01.2013 tarihli, 2012/19-670 E., 2013/171 K.; 02.12.2020 tarihli, 2017/(19)11-917 E., 2020/985 K. sayılı kararları] kabul edilen ve güven kuralı olarak adlandırılan görüşe göre ilk önce muhatabın ve sonra da beyan sahibinin çıkarlarını koruduğu için çağdaş hukuk içinde genel kabul görmüştür (Uygur: s. 8; Esener, Turhan: Akillerin İn'ikatında İtimat Prensibinin Ehemmiyeti-Ankara Hukuk Fakültesi Dergisi C:l, 1952, sayı:3-4, s. 166-197; Kocayusufpaşaoğlu, Necip: Güven Nazariyesi Karşısında Borç Sözleşmelerinde Hata Kavramı 1968, s. 1-18).

25. Dürüstlük ilkesini temel alan bu yaklaşım irade beyanlarının yorumunda ve dolayısıyla sözleşmelerin kurulup kurulmadığını tespitte “korunmaya layık haklı güveni” esas alır ve “hukukî görünüşe güvenin korunması” alt ilkesini doğurur.

26. “Bireylerin ilişkilerinde birbirine karşı olmama, birbirine dayanma” olarak tanımlanan (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, C.I, s. 438) güven kavramı, anlam itibariyle sadece etik ve moral beklentilerin mevcut olduğu bir kavram değil, aynı zamanda, toplum içerisindeki bireylerin iletişiminde çok ciddi rol oynayan ve bazı durumlarda eksik kalmış, tamamlanamamış ya da üstü kapalı olarak geçirilmiş, bazı irade beyanlarının yorumlanması ve tamamlanmasında önemli derecede etkisi olan psikolojik-sosyolojik bir kavramdır. Bilgilendirme gereksinimi içinde, güven kavramının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamları da mevcuttur. Bir görüşe göre güven kavramı, toplum içerisinde bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkilerini tamamlayan; bu ilişkilerin yorumlanmasında kullanılan; ya da o bireyin geleceği ile ilgili olan olaylarda yol gösterici bir rol oynayan, tamamen insanın kendi iç dünyasıyla ilgili bir davranış, bir ruh hâli, bir zihniyet, bir anlayıştır. Bu kavramın temelinde; doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmakta; güven kavramının anlamı da sayılan bu ilkelere dayanmaktadır. Bu anlamda güven, iki taraflıdır. Bir birey, ya karşısındakine güvenir, ya da karşısındaki o bireye güven verir. Bir kimsenin çevresine verdiği güven, aynı derecede bir karşılık ve hukukî olarak korunma gerektirmektedir.

27. Hukukî bir ilişkiye girmiş taraflardan biri, hukuka ve güven ihlali söz konusu olduğunda da hukukun öngördüğü yaptırıma güvenerek hareket eder. Karşı taraf da bu güvenden dolayı doğru ve dürüst davranmak ve sadakatli olmak yükümlülüğü altındadır. Bu ilkeye göre korunan, karşı tarafın haklı güvenidir (Hukuk Genel Kurulunun 02.12.2021 tarihli, 2018/(13)3-319 E., 2021/1561 K. sayılı kararı).

28. Genel nitelikteki bu açıklamalardan sonra somut olayda tartışma konusu olan kira sözleşmeleri özelinde de konunun irdelenmesi gerekir.

29. Kira sözleşmesi kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanılmasıyla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşmedir. Mülga Borçlar Kanunu’nun 248. maddesinde yer alan (TBK m. 299) “Adi icar, bir akittirki mucir onunla, müstecire ücret mukabilinde bir şeyin kullanılmasını terk etmeği iltizam eder” şeklindeki tanımdan da anlaşılacağı üzere kira sözleşmesi karşılıklı edimleri içeren bir sözleşmedir.

30. Başka bir anlatımla kira sözleşmesi, bir bedel karşılığında geçici bir süre için tarafa veya başkasına ait taşınır veya taşınmaz malın veya bir hakkın kullanımını sağlayan sözleşmedir. Kira sözleşmesi karşılıklı iradelerin birleşmesi suretiyle oluşur.

31. Kira sözleşmelerinde, kural olarak, şekil şartı bulunmamaktadır. 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkındaki Kanun’da da kira sözleşmesi için şekil şartı öngörülmemiştir. Buna göre, sözleşme yazılı olabileceği gibi sözlü olarak da kurulabilir (Hukuk Genel Kurulunun 30.11.2021 tarihli, 2017/(6)3-1541 E., 2021/1516 K. sayılı kararı).

32. Gelinen aşamada, yapılan açıklamalar ışığında somut olayda kira sözleşmesinin kurulduğunun kabul edilip edilemeyeceği değerlendirilmelidir.

33. Davacı K., inşaatı devam eden Pendik Neo Alışveriş Merkezindeki bir mağazanın kiralanması yolunda davalı şirketlerle temasa geçtiğini, gerekli inceleme ve planlamaların birlikte yapıldığını, ön görüşmeler sonrasında sözleşme metninin hazırlandığını ve müzakereler sonunda son şeklini alarak müvekkili tarafından imzalandığını, taraflar arasında sözleşme ilişkisinin bu suretle kurulduğunu ileri sürmektedir.

34. Dosya kapsamından bahsi geçen ön görüşmelerin ve 2008 yılı Ocak-Haziran aylarında gerçekleşen elektronik posta yazışmalarının davalılardan R. A.Ş. ile yapıldığı anlaşılmakta olup bu yön davalıların da kabulündedir.

35. Davalı R. A.Ş. kiralama sürecindeki iş ve eylemlerinin davalı B. Ltd. Şti. ile aralarındaki 14.02.2008 tarihli “Konsept Geliştirme, Pazarlama, Yönetim ve Tekrar Pazarlama Yetki Sözleşmesi”nden kaynaklandığını savunmuştur. Bu sözleşme incelendiğinde “yatırımcı” olarak sözleşmede yer alan B. Ltd. Şti.'nin alışveriş merkezinin sahibi olacağı, R. A.Ş.'nin mağazaların kiralanmasına yönelik pazarlama faaliyetlerinde yetkili kılındığı (Sözleşme, m.1.2.2), bu yetki çerçevesinde potansiyel kiracılarla ön görüşmeler yaparak her bir aday için ayrı bir dosya hazırlamak suretiyle yatırımcının onayına sunacağı, dosyaların yatırımcı tarafından onaylanması durumunda daha önceden yatırımcının onayından geçmiş kira sözleşmesi, şartname ve iç yönetmelikleri içeren imza dosyalarını hazırlayarak bu kez potansiyel kiracıların imzasına sunacağı (m.2.2), yatırımcının R. A.Ş.'nin önerdiği herhangi bir potansiyel kiracıyı reddetme hakkını saklı tuttuğu (m.4.3) anlaşılmaktadır.

36. Bu sözleşmeye göre kiralanacak yerin sahibinin B. Ltd. Şti. olup davalı R. A.Ş.'nin onun adına kira sözleşmelerine aracılık ettiği ancak sözleşmeyi kiraya veren sıfatıyla kabul ve imza edecek kişinin bizatihi B. Ltd. Şti. olduğu açıktır.

37. Davacı K. ve R. A.Ş. yetkilileri arasında yapılan görüşmelere ilişkin sunulan elektronik posta yazışmaları, dinlenen tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde “potansiyel kiracı” K. ile kiralanacak yerin yüz ölçümü, teknik şart ve koşulları, kira bedelinin ne olacağı gibi konularda müzakerelerde bulunulduğu, totem ve dış cephe tabelası gibi hususlarda tam uzlaşma sağlanamadığı, R. A.Ş. tarafından hazırlanan sözleşme metninin davacının imzasına sunulduğu anlaşılmaktadır.

38. Söz konusu sözleşme taslağından da açıkça anlaşılacağı üzere kiraya veren kişi davalılardan B. Ltd. Şti. dir ve bu şirket kira sözleşmesini kabul etmeyerek imzalamamıştır. Yukarıda değinildiği üzere kira sözleşmesinin kurulması için şekil şartı bulunmamakta ise de kiraya veren kişi ile kiracı arasında sözleşmenin esaslı unsurları üzerinde mutabık kalınarak tarafların iradelerinin sözleşmenin kurulması yönünde birleşmiş olması gerekir. Somut olayda R. A.Ş. kiraya veren B. Ltd.Şti. nin temsilcisi olarak hareket etmiş ise de yetkisi yalnızca kiracı adaylarıyla sözleşme zeminini hazırlamaktan ibaret olup kira sözleşmesi imzalama yetkisi bulunmamaktadır. Bu durumda B. Ltd. Şti. ile davacı arasında bir sözleşmenin kurulduğundan bahsedilemez.

39. Hâl böyle olunca Mahkemece sırf R. A.Ş.'nin eylemlerine dayanılarak davacı ve R. A.Ş. arasında kira sözleşmesinin kurulduğunun kabul edilmesi yerinde olmamıştır. Nitekim Özel Daire bozma kararında da aynı yöne işaret edilmiştir.

40. Taraflar arasında kurulmuş kira sözleşmesi bulunmadığının tespitinden sonra tartışılması gereken husus sözleşme öncesi yapılan görüşmeler yönünden davalıların sorumluluğunun bulunup bulunmadığı meselesidir.

41. Bireyin kişisel ilişkilerini herhangi bir sınırlamaya bağlı kalmaksızın, özgürce düzenleyebilmesi anlamını taşıyan irade özerkliği ilkesinin borçlar hukuku alanındaki en önemli görünümü sözleşme özgürlüğüdür (2709 sayılı T.C. Anayasası m.48/1, TBK m. 26). Sözleşme özgürlüğü taraflara, kişisel bir bağlılık altına girip girmeme hususunda serbest iradeleriyle hareket etme yetkisini verir. Bu çerçevede, bir sözleşme akdetmek amacıyla görüşmelere başlamak gibi, görüşmeleri sözleşmeyi akdetmeksizin, tek taraflı olarak kesmek de taraflara tanınmış bir özgürlüktür ve kural olarak herhangi bir sorumluluğa yol açmaz.

42. Ne var ki bu özgürlüğün mutlak ve sınırsız olduğunun kabulü bazı hâllerde, yine sözleşme özgürlüğü gibi temel ilkelerden olan, hukukî güvenlik ve hakkaniyet ilkelerine zarar verebilir. Zira sözleşmenin kurulması çoğunlukla belli bir süreci gerektirir ve sözleşme hazırlık görüşmelerine ilişkin bu süreç, tarafların birbirlerine zarar verme ihtimalini, imkânını ortaya çıkarır. Bu durum, doğan zarardan sorumlu olunup olunmayacağı ve kapsamının ne olacağı tartışmasını da beraberinde getirir.

43. Toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik olay ve problemlerin çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen, haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilme ve aynı unsurları bu yeni olay ve problemlere uygulayabilme hemen hemen imkânsız hâle gelmiştir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tip durumlara, 19. yüzyılın sonlarına doğru doktrin kayıtsız kalınamayacağını anlamış, özü ve niteliği farklı yeni hukukî müessese ve sorumluluk türlerini belirleme yoluna gitmiştir (Yalman, Süleyman: Türk-İsviçre Hukukunda Sözleşme Görüşmelerinden Doğan Sorumluluk, Ankara 2006, s. 37).

44. Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluğu (culpa in contrahendo) genel bir ifadeyle belirtmek gerekirse, sözleşme görüşmeleri aşamasında taraflardan birinin diğerine veya onun koruması altında bulunan kişilere, aralarında dürüstlük kuralı gereğince ortaya çıkan güven ilişkisinin ihlali sonucu meydana gelen sorumluluktur (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara 2017, s. 1156.; Ulusan, İlhan: Culpa in Contrahendo Üstüne, Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay Anısına Armağan, İstanbul 1982, s. 287). Başka bir ifadeyle sözleşme görüşmelerinde taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranma sonucu verdiği zararlarla ilgili sorumluluktur (Yalman; s. 38; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 01.12.2010 tarihli, 2010/13-593 E., 2010/623 K. sayılı kararı).

45. Bu sorumluluğa ilişkin olarak Alman hukukunun tersine (mevzuatımızda yetkisiz temsilcinin sorumluluğu (TBK, m. 39/1) gibi münferit bazı durumlara özgü düzenlenmiş sorumluluk hâlleri mevcut ise de) Türk hukukunda açık bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Bununla birlikte sorumluluğun kaynağı ve temel ilkeleri her iki sistemde de birbirine benzerdir. Zira Türk/İsviçre hukukunda da, söz konusu sorumluluğun kaynağını edim yükümlerinden bağımsız borç ilişkisi oluşturur (Demircioğlu, Huriye Reyhan: Güven Esası Uyarınca Sözleşme Görüşmelerindeki Kusurlu Davranıştan Doğan Sorumluluk-Culpa In Contrahendo Sorumluluğu, Ankara 2009, s. 72 vd.)

46. Tek fark, Alman hukukunda açıkça düzenlenen (BGB § 241/II) bu borç ilişkisinin varlığı sonucuna, Türk ve İsviçre hukuk düzenlerinde dürüstlük kuralına ilişkin düzenlemeden [4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) m.2] yola çıkılarak varılmasıdır. Gerçekten, sosyal temasla birlikte birbirlerinin hak ve menfaatlerine etki etme olanağına kavuşan taraflar arasında edim yükümlerinden bağımsız, koruma yükümlerinden ibaret bir borç ilişkisi kurulur ve dürüstlük kuralı gereği taraflar bu süreçte birbirlerinin hak ve menfaatlerini koruma yükümü altına girer.

47. Culpa in contrahendo sorumluluğunun genel şartları, her türlü hukukî sorumluluğun doğumu için gerekli olan zarar, kusur ve illiyet bağıdır.

48. Bu sorumluluk türünü diğerlerinden ayıran özel şartlar ise “normatif anlamda korunmaya değer güvenin ihlal edilmesi” cümlesinden yola çıkılarak tespit olunabilecektir.

49. Buna göre ilk şart olarak yukarıda sözleşmenin kurulması açıklamalarında da değinilen “güven” olgusunun, culpa in contrahendo vakıalarında pek çok kez “sözleşme görüşmecisi olmak”tan ibaret davranışlarla oluştuğu dikkatten kaçmamalıdır (Demircioğlu, s. 179). Güven, söz ve yazı gibi olumlu bir davranışla uyandırılabileceği gibi, açıklanması gereken bir hususun açıklanmaması suretiyle olumsuz bir davranışla da ortaya çıkarılabilir. Burada bahsedilen güven, ortalama, makul ve dürüst bir kişinin duyabileceği inançtır ve hukuk düzeni bu güveni, haklı güven olarak değerlendirerek koruma altına alır. Sözleşmenin kurulacağına dair ciddi bir güvenin varlığından ancak öngörülebilir bir tarihte kurulabilecek, somut bir sözleşmeye ilişkin görüşme ilişkisinde bahsedilebileceğinden ilişkinin tarafları da belirlilik arz etmelidir.

50. Diğer bir şart olan güvenin normatif anlamda “korunmaya değer olması”, bir başka anlatımla güvenin hukuk düzeni tarafından korunmaya değer olarak nitelendirilmesi için, güven duyan kişinin TMK’nın 3. maddesi çerçevesinde iyiniyetli olması aranacaktır (Güvenç, Özgür: Culpa In Contrahendo Sorumluluğu Bağlamında Sözleşme Görüşmelerinin Kesilmesi, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XVIII, Y. 2014, Sa. 3-4, s. 382).

51. Korunmaya değer güvenin ihlali şartı ise, en öz anlatımla haklı sebeplerle duyulan güvenin dürüstlüğe aykırı şekilde hayal kırıklığına uğratılmasıdır. Elbette ki bu durumun var olup olmadığı İsviçre Federal Mahkemesinin bir kararında da belirtildiği üzere her bir somut durumun bütün koşulları tespit edilerek belirlenecektir (BGE 120 II 331, 337- atıf yapan; Gezder, Ümit: Türk/İsviçre Hukukunda Culpa in contrahendo Sorumluluğu, İstanbul 2009, s.115).

52. Bu noktada sözleşme öncesi görüşmelerdeki kusurdan sorumluluğun hem somut olayda olduğu sözleşmenin kurulmaması durumda hem de sözleşmenin kurulduğu durumlarda da doğabileceği gözden kaçırılmamalıdır. Sözleşme öncesi görüşmelerden sorumluluğun kendine özgü ve temelini dürüstlük kuralından alan bir sorumluluk türü olduğu ve her olayın koşullarına göre mahkemece değerlendirilmesi gerektiği gözetildiğinde, kusurlu ihlalin hukukî sonuçlarının sözleşmenin kurulmuş yahut kurulmamış bulunmasına göre farklılık taşıyacağı muhakkaktır.

53. Doktrin ve uygulamada farklı görüşler bulunmakla beraber, culpa in contrahendo hâlleri bakımından haksız fiil hükümlerinin doğrudan uygulanması bu hâllere özgü ortaya çıkan uyuşmazlıkları tatmin etmekte yetersiz kalacaktır. Haksız fiil sorumluluğunun temeli herkesin başkalarının mutlak haklarına saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanır. Oysa kişilerin herkese karşı, her zaman ve her durumda dürüst davranma yükümlülüğü bulunmaz; bu yükümlülük, TMK’nın 2/1. maddesinde sadece haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken söz konusu olacaktır. Ortada kurulmuş ve geçerlilik kazanmış bir sözleşme bulunmasa dahi, tarafların sözleşme görüşmelerine girişmekle birbirlerine karşı elde ettikleri pozisyon (daha açık bir ifadeyle birbirlerinin özel menfaatlerine etki etme imkânına kavuşturan özel bağ), onları haksız fiilin genel koruma yükümlülük ve sahasının üstesine, birbirlerini haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerden bilhassa zamanaşımı, ispat yükü ve yardımcı kişilerden sorumluluk bakımından daha elverişli koruma sağlayan bir sahaya taşır.

54. Yapılan açıklamalar ışığında davacının sözleşme görüşmeleri yönünden korunmaya değer bir güveninin doğup doğmadığı ve bu güvenin ihlal edilip edilmediği değerlendirildiğinde; davalı B. Ltd. Şti.'nin inşa edeceği alışveriş merkezindeki mağazalara kiracı bulmak için davalı R. A.Ş.'yi vekil olarak kullandığı, bu yetkiden hareketle R. A.Ş.'nin davacıyla pek çok toplantı ve görüşmelerde bulunduğu, teknik birtakım ayrıntılar dışında mal sahibiyle imzalanacak sözleşmenin temel taslağının dahi oluşturulduğu, sözleşmenin tamamlanabilmesi için davacıdan vergi levhası, imza sirküleri gibi gerekli bazı evrakın istendiği, hatta taslak sözleşme metnine imzasını tamamlamasını müteakip davacıya durumun her iki taraf için de hayırlı olması şeklindeki ifadelerle sözleşmenin kurulacağından duyulan memnuniyeti bildirir temennilerde bulunulduğu davalılarca da kabul edilmektedir. Tüm bu hususlar göz önüne alındığında sözleşmenin kurulacağı yönünde davacıda güven oluşturacak şekilde hareket edildiği açıktır. Davacıyla aylar süren görüşmeler yapılmış, kurulabilecek anlaşmanın içeriği hakkında kararlar alınmış ancak sonra sözleşmenin kurulması reddedilmiştir.

55. Yukarıda ayrıntılarıyla açıklandığı üzere sözleşme görüşmeleri sırasında taraflar dürüstlük kuralına uygun davranma yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük sözleşmenin yapılması hususunda ciddi bir niyetle görüşmelere katılmayı gerekli kılar. Somut olayda vekil olarak hareket eden davalı R. A.Ş. ve temsilcisinin hareketlerinden sorumlu tutulması gerekliliği açık olan B. Ltd. Şti. objektif özen yükümlülüğünü ihlal etmiş ve davacının hukuken korunmaya değer güvenini zedelemiş, bir başka anlatımla haklı beklentisinde hayal kırıklığı yaratmıştır.

56. Bu durumda davalılar B. Ltd. Şti. ve R. A.Ş.'nin davacıya karşı kusurlu eylemleri nedeniyle sorumlu olduklarının kabulü gerekir. Hâl böyle olunca davacı sözleşme öncesi görüşmelerde kusurlu davranılması nedeniyle uğradığını ispat ettiği zararı bu davalılardan talep edebilecektir. Tam da bu noktada, talep edilebilecek zararın kapsam ve mahiyetinin belirlenmesi yerinde olacaktır.

57. Sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk, yalnızca sözleşmenin geçerliliğine güvenden doğan zarardan (olumsuz zarardan) sorumluluğu değil, dürüstlük kurallarına dayanan “güven ilkesi”nden kaynaklanan karşı tarafın kişi ve mal varlığına zarar vermemek yolundaki davranış yükümüne aykırılıktan doğan sorumluluğu da kapsar.

58. Güven zararı olarak ifade edilen bu zarar; esasen “uyulacağı ve yerine getirileceğine inanılan bir sözleşmenin hüküm ifade etmemesi yahut yerine getirilmemesi yüzünden güvenin boşa çıkması dolayısıyla uğranılan, başka bir deyişle, sözleşme yapılmasaydı uğranılmayacak olan zarar” olarak tanımlanabilecek “menfi zarar” kavramına paralel bir kavram olmakla birlikte görüşmelerden doğan zarar sözleşmenin hiç kurulmadığı hâllerde de doğabileceği gibi istisnai de olsa bazı durumlarla müspet zararı dahi aşabileceğinden daha geniş kapsamlıdır. Tazmini gereken zararın kapsamı her somut olayda hâkim tarafından olayın özelliklerine göre tayin ve takdir edilecektir.

59. Somut olayda davacının tazminini talep edebileceği zarar, sözleşmenin kurulacağına yönelik uyandırılan güven sebebiyle yaptığını, bir başka anlatımla sözleşme görüşmelerine girişilmeseydi yapmak durumunda kalmayacağını ispat edebildiği harcamalardan ibaret menfi zarardır. Ancak böylece davacı, amaçlamış olduğu borç ilişkisinin hüküm ifade edeceği yönündeki haklı güveninin boşa çıkarılmasından kaynaklanan kayıplarını giderebilecektir. Mahkemece bu çerçevede somut olayın özellikleri ve sunulan delillere göre, davacının zarar olarak talep ettiği alacak kalemlerinin hangileri yönünden davalılar B. Ltd. Şti. ve R. A.Ş.'nin sorumlu tutulabileceği ve kapsamı değerlendirilmelidir. Bununla birlikte davalı R. A.Ş.'nin sözleşmenin kurulduğu kabul edilerek zararın kapsamını belirleyen ilk karara karşı temyiz itirazında bulunmaması nedeniyle davacı yönünden doğan kazanılmış haklar da gözden kaçırılmamalıdır.

60. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; kira sözleşmesinin kurulmadığı ve bahsi geçen davalıların sözleşme öncesi görüşmeler çerçevesinde sorumluluğunun değerlendirilmesi gerektiği yönündeki kabulün haklı ve yerinde olduğu, ancak bu tip sorumluluğun, kaynağını haksız fiile ilişkin düzenlemelerden aldığı, taraflar arasındaki uyuşmazlığın bu çerçevede değerlendirilmesi yönünde direnme kararının genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından yukarıda 53. bentte açıklanan nedenlerle,

Yine, tazmin edilmesi gereken zararın tespitinde menfi zarar kavramının esas alınmasının culpa in contrahendo hâlleri yönünden yeterli sayılamacayağı, zira menfi zarar kurumunun kavramsal olarak sözleşmenin kurulduğu hâllerde geçerlilik kazanacağı, kararın bu yönden değişik gerekçeyle bozulması gerektiği yönünde ileri sürülen görüş de 57, 58 ve 59. bentlerde açıklanan nedenlerle,

Bir başka görüş olarak, somut olayda davacının sözleşme öncesi görüşmeler nedeniyle zarara uğradığını ispat edip edemediğinin de Hukuk Genel Kurulunca tartışılmasının yerinde olacağı, bu bağlamda dosya kapsamı itibariyle davacının maddi tazminat taleplerinin bu sorumluluk kapsamda değerlendirilemeyeceği, bu nedenle davanın reddine karar verilmesi yönündeki değişik gerekçeyle direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş, bu görüş ise henüz Mahkeme ve Özel Daire arasında bu konuda uyuşmazlık doğmadığından Kurul tarafından değerlendirme yapılamayacağı gerekçesiyle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

61. Netice itibariyle Mahkemece taraflar arasında kurulmuş bir kira sözleşmesinden bahsedilemeyeceği ve davalılar B. Ltd. Şti. ve R. A.Ş.'nin sorumluluğunun ancak sözleşme öncesi görüşmelerden sorumluluk hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği yönündeki Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesi hatalıdır.

(2) Numaralı Uyuşmazlık Noktası Yönünden Yapılan İnceleme:

62. Sözleşme öncesi görüşmelerde kusurlu davranarak karşı tarafın haklı güvenini ihlal eden kişinin maddi yönden sorumlu tutulabileceği zararın kapsamı yukarıda açıklanmıştır. Bu sorumluluğun kapsamına manevi zararların da girip girmediğinin belirlenebilmesi için manevi tazminat borcunun kapsam ve koşullarına kısaca değinilmesi yerinde olacaktır.

63. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir.

64. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 06.07.2018 tarihli, 2017/5 E., 2018/7 K. sayılı kararında “Kişilik hakları, kişiliği oluşturan değerler üzerindeki mutlak surette korunan, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları ifade eder. Kişinin hayatı, beden ve ruh sağlığı, beden bütünlüğü, özgürlüğü, onur ve saygınlığı, özel hayatının gizliliği, sırları gibi unsurlara yönelik bir saldırı kişilik hakkının ihlali sayılır. Ancak kişilik haklarının zamana ve durumun koşullarına göre değişebilen dinamik bir alan olması nedeniyle kapsamı konusunda sınırlayıcı bir sayım yapmak mümkün olmamaktadır. Kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir. 6098 sayılı TBK'nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir” ifadeleriyle tanımlanan kişilik hakkı, TMK’nın 24. maddesinde;

“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır” düzenlemesiyle korunmuştur.

65. Somut olayda uygulanması gereken BK’nın 49. maddesinde ise;

“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.

Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir” hükmüne yer verilmiştir.

66. Yargılama sırasında yürürlüğe giren TBK’nın “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde ise konu;

“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir” şeklinde düzenlenmiştir.

67. Görüldüğü üzere BK’nın 49. (TBK m. 58) maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır. Bunun yanı sıra TBK’nın 56. maddesinden farklı olarak TBK’nın 58/2. maddesi hâkimin, bu tazminatın ödenmesi yerine diğer bir giderim biçimi kararlaştırabileceğini veya bunu tazminata ekleyebileceğini, özellikle de saldırıyı kınayan bir karar verip bu kararın yayınlanmasına hükmedebileceğini düzenlemektedir. Anılan hüküm uyarınca manevi tazminatın içeriğinin belirlenmesi hususunun da hâkimin takdirine bırakılmış olduğu söylenebilir (Atlan, Hülya: Manevi Zararı Tazmin Yolları, İstanbul 2015, s. 85).

68. Kişilik hakkının ihlali nedeniyle manevi zarar sözleşmeye aykırı davranış ile de gerçekleşebilir.

69. Bu noktada sözleşmeye aykırı her davranışın, alacaklının kişilik hakkının ihlal edilmesine neden olmayacağı gözden kaçırılmamalıdır.

70. Kişilik hakkı ihlal edilmese bile alacaklı, borcun ifa edilmemesi nedeniyle duygusal hoşnutsuzluklar yaşayabilir; sinirlenebilir, durumdan memnun olmayabilirse de bu basit duygusal tepkiler, kişilik hakkı ihlali sonucunda ortaya çıkmadığı için manevi tazminat talep edilemez.

71. Yukarıda ayrıntıları ile değinildiği üzere sözleşme görüşmeleri sırasında doğan koruma yükümlülüklerinin bir bölümü, diğer tarafın kişilik değerlerine zarar vermemek için gerekli dikkat ve özeni gösterme yükümlülüğü şeklinde ortaya çıkar ve görüşmelerde bulunan taraflardan birisi, kusurlu olarak, bu yükümlülüğüne aykırı davranması nedeniyle karşı tarafın örneğin beden bütünlüğünü ihlal edebilir veya gizli veya özel alanına ilişkin bir sırrı açıklayabilir. İşte bu hâllerde, kişilik hakkı ihlal edilen, acı ve elem duyabilir, yaşama sevinci azalabilir, yani manevi zarara uğrayabilir. Bu durumda da kişilik hakları ihlal edilen kişinin manevi zararını talep edebileceği kabul edilmelidir.

72. Tüzel kişiler de, niteliği gereği insana özgü olan kişisel değerler dışında, gerçek kişiler gibi kişilik hakkına sahiptirler; unvanları, şeref ve haysiyetleri, ticarî itibar ve kredileri, sır yaşamı gibi kişisel değerlerinin ihlali hâlinde kişiliğinin korunmasına ilişkin hükümlerden yararlanabilirler. Zira tüzel kişinin ekonomik faaliyetini yürütürken kazandığı saygınlık, onun kişisel değerleri içinde yer alır. Ticarî şeref ve haysiyetin çiğnenmesi, onun ekonomik yaşam içindeki yerini ve durumunu sarsabilir. Tüzel kişinin kişilik haklarından olan onur ve saygınlığı onun korunan değerlerinin başında gelir. Bu sebeple tüzel kişi onur ve saygınlığından vazgeçemeyeceği gibi, bu değerlerini hukuka ve ahlaka aykırı olarak da sınırlayamaz. Ekonomik itibar da tüzel kişinin şeref ve haysiyetinin bir görüntüsüdür. Tüzel kişinin ekonomik faaliyetleri de toplum tarafından değerlendirilmektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 22.01.2016 tarihli, 2014/4-213 E., 2016/70 K. sayılı kararı).

73. Ne var ki somut olayda dosya kapsamı itibariyle davalılar B. Ltd. Şti. ve R. A.Ş.'nin sözleşme öncesi görüşmelerdeki iş ve eylemlerinin davacının kişilik haklarının ihlal eder mahiyette olmadığı taşınmazın davacı şirkete değil, şirketin sektördeki en büyük rakibine kiraya verilmesi hususunun kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı anlaşılmaktadır.

74. Bu nedenle Mahkemece aynı yöne işaret eden bozma kararına uyularak manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirmeyle kısmen kabulü doğru olmamıştır.

(3) Numaralı Uyuşmazlık Noktası Yönünden Yapılan İnceleme:

75. Davacı, somut olayda ileri sürdüğü zararından diğer davalılar yanında davalı K. A.Ş.'nin de müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmasını talep etmiştir. Ne var ki gerek dava dilekçesi anlatımı gerekse dosya kapsamında sunulan beyan ve toplanan delillerden iddiaya konu olaylarla ilgili olarak K. A.Ş.'nin herhangi bir şekil ve sıfatla dahli olmadığı anlaşılmaktadır. Bu yönde iddia ya da kabul bulunmazken Mahkemece adı geçen davalı yönünden de sorumluluğa hükmedilmesi yerinde değildir.

76. Hâl böyle olunca; her üç uyuşmazlık noktası yönünden Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

77. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı J. Gayrimenkul Geliştirme Yatırım İnş. ve Tic. Ltd. Şti. (eski unvanıyla B. Ltd. Şti.) ve K. A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” hükmü atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince,

(1) numaralı uyuşmazlık yönünden yukarıda 15-61. bentlerde açıklanan nedenlerle ve oy çokluğuyla,

(2) ve (3) numaralı uyuşmazlıklar yönünden 62-77. bentte açıklanan nedenlerle ve oy birliğiyle BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 22.03.2022 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY

Özel Daire ile Mahkeme arasında direnmeye konu olan uyuşmazlık; somut olay bakımından davacının maddi ve manevi tazminat isteminin dayanağı olan kira sözleşmesinin kurulduğunun kabul edilip edilemeyeceği, burada varılacak sonuca göre mahkemenin taraflar arasındaki ihtilâfı sözleşme hükümlerine göre mi yoksa sözleşme öncesi görüşmelerden kaynaklanan sorumluluk ilkeleri çerçevesinde mi değerlendirmesi gerektiği, iddia konusu hukukî ilişki nedeniyle davalılardan K. A.Ş.'nin sorumlu tutulup tutulamayacağı ve davacı lehine tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Dosya kapsamındaki delillerle davacının tazminat istemine dayanak yaptığı kira sözleşmesinin kurulmadığı anlaşılmakta olup kira sözleşmesine dayalı bir talepte bulunulamayacağı açık ise de sözleşmenin kurulmak istendiği aşamada tarafların davranışlarıyla bir zarara neden olup olmadıkları ve bu kapsamda akit öncesi sorumluluk hükümlerine göre tazminat istenip istenemeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.

Akit öncesi sorumluluk hükümlerine göre inceleme yapılması gerektiği bozma kararında belirtilmiş ve çoğunluk görüşünce de benimsenmiştir. Bu yönden çoğunluk görüşü ile aramızda görüş farklılığı yok ise de akit öncesi sorumluluğun hukukî niteliğinin ne olduğu ve buna bağlı olarak Türk Borçlar Kanunu'ndaki sözleşme hükümlerinin mi yoksa haksız fiil hükümlerinin mi uygulanması gerektiği konusunda genişletilecek gerekçenin kapsamı bakımından görüş farklılığı doğmuştur.

Borçlar Kanununda sözleşme öncesi sorumlulukla ilgili bir hükme yer verilmemiştir. Bu şekilde bir hüküm bulunmamasına rağmen sözleşme öncesi sorumluluğun varlığı gerek yargısal uygulamalarda gerekse öğreti görüşlerinde kabul edilmektedir

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 13.02.2013 tarihli, 2012/13-1220 Esas ve 2013/239 Karar sayılı ilamında ifade edildiği gibi, toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan bazı hukukî sorunların çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilmek her zaman mümkün değildir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tür durumlar için öğretide yeni hukukî müessese ve sorumluluk türleri belirlenmesi yoluna gidilmiştir. Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk (culpa in contrahendo), sözleşme görüşmeleri sırasında taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranması nedeniyle ortaya çıkan sorumluluk olarak tanımlanabilir. Zira sözleşme görüşmelerine başlanmakla taraflar arasında hukukî ilişki, başka bir deyişle bir güven ilişkisi meydana gelmektedir. Bu güven ilişkisi, TMK m. 2'de ifade bulan dürüstlük kuralı uyarınca belli ölçüde karşı tarafın çıkarlarını gözetme, böylece bildirim, aydınlatma, boş yere güven vermeme, güveni boşa çıkarmama gibi birtakım özen yükümlülükleri doğurmaktadır.

Sözleşme öncesi sorumluluğa dayanak teşkil eden TMK 2. maddede; herkesin, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı hükme bağlanmıştır. Bu madde ile haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunluluğu kişilere kanunî bir ödev olarak yüklenmiştir. Sözleşme öncesi sorumluluğun kaynağı da bu kanunî ödeve aykırı davranılmak suretiyle bir zarara neden olunmuş olmasıdır.

Kanunî bir ödev getirilmiş iken bu ödeve aykırı davranılmasından doğan zararın bir yaptırımla karşılanmamış olması düşünülemez. Bu yaptırım bazen açık bir Kanun hükmü ile düzenlenebileceği gibi açık hüküm bulunmayan hâllerde borç ilişkisi doğuran genel hükümlere başvurulmalıdır.

Hukukumuzda sözleşme öncesi görüşmelerden doğan sorumlulukla ilgili salt bu konuya özgü genel bir düzenleme bulunmamakta ise de özel bazı düzenlemeler vardır. Bu konuda Türk Borçlar Kanununda yer alan; yanılmasında kusurlu olan yanılanın sözleşmenin hükümsüzlüğünden doğan zararı gidermekle yükümlü olması (TBK 35), Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılmasının, tazminat hakkını ortadan kaldırmayacağı (TBK 39/2), Temsil olunanın açık veya örtülü olarak hukukî işlemi onamaması hâlinde, bu işlemin geçersiz olmasından doğan zararın giderilmesinin, yetkisiz temsilciden istenebileceği (TBK 47/1) hükümleri örnek olarak verilebilir.

Borçlar Kanununa göre borcun kaynakları sözleşme, haksız fiil ve sebepsiz zenginleşmedir. Bunun dışında borcun kaynağı bir kanun hükmü de olabilir.

Sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Haksız fiilde de uğranılan zararların giderilmesi talep edilir. Sebepsiz zenginleşmede ise, sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur. Borcun kaynağı bunların dışında bir kanun hükmü ise kanundaki düzenlemenin içeriğine bakılarak sonuca gidilecektir.

Türk Borçlar Kanununda borç ilişkisinin kaynağı olarak en önce düzenlenen sözleşmeden doğan borç ilişkileri 1 ila 48. maddelerde yer almaktadır. Bu hükümler arasında sözleşme öncesi görüşmelerde dürüst davranma yükümlülüğüne aykırılıktan doğan bir sorumluluk hükmüne yer verilmemiştir.

Borç ilişkisinin diğer kaynağı olan sebepsiz zenginleşme ise TBK 77 ila 82. maddelerde hükme bağlanmıştır. Sözleşme ilişkisi kurulamadığı hâlde sözleşme görüşmesi sırasındaki fiillerle taraflardan bir yararına bir zenginleşme meydana gelmiş ise bu hükümlere göre geri istenebilmesi mümkün olabilecektir. Somut olayda bu kapsamda bir zenginleşmenin varlığı ileri sürülmediğinden bu hükümlerle de sonuca gidilebilmesi mümkün değildir.

Borcun diğer kaynağı olan haksız fiiller TBK 49 ila 76. maddelerde düzenlenmiştir. Haksız fiilin temelinin düzenlendiği TBK 49. maddeye göre; kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Bu temel düzenleme ile bakıldığında, haksız fiil sorumluluğundan bahsedilebilmesi için bir fiilin bulunması, fiilin hukuka aykırı olması, kusurun bulunması, hukuka aykırı fiille zarar verilmesi ve hukuka aykırı fiil ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Böylelikle haksız fiilin; fiil, hukuka aykırılık, kusur, zarar ve uygun illiyet bağından ibaret olmak üzere beş unsuru bulunduğu söylenebilir. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemeyecektir.

Sözleşme öncesi görüşmeler sırasında gerçekte sözleşme kurma iradesi bulunmadığı hâlde bu irade varmış gibi hareket edilerek gerçekleştirilen eylemler fiil unsurunu, kanunî ödev olarak düzenlenen dürüst davranma zorunluluğuna aykırı davranılması hukuka aykırılık unsurunu, karşı yanda gereksiz bir güven oluşturularak yanıltılması kusur unsurunu, yapmak zorunda olduğu giderler veya başkaca uğranılan zararlar zarar unsurunu, zarar ile eylem arasında bir bağ varsa bu da uygun illiyet bağı unsurunu karşıladığından sözleşme öncesi sorumluluk bakımından TBK’nda yer alan haksız fiil hükümleri ile koruma sağlanabilmekte diğer bir ifadeyle verilen zararın yaptırımı karşılanabilmektedir.

Haksız fiil hükümleri ile sözleşme öncesi görüşmeden doğan sorumluluğun kanunî dayanağı belirlenebildiğine göre artık kıyasen sözleşme hükümlerine başvurmaya da gerek bulunmamaktadır. Sözleşmesel sorumluluk hükümleri sözleşmeye konu edim borçlarına aykırılık hükümleridir. Bir sözleşme kurulmamış, sözleşmeden kaynaklı bir edim borcu doğmamış iken edim borçlarına aykırılık hükümlerine başvurulması sözleşme görüşmelerinin mahiyeti ve hukukî niteliğine de aykırı olacaktır.

Borçların ifa edilmemesinin sonuçları TBK 112 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bu hükümler salt sözleşme ilişkisinden doğan borç için değil, niteliğine uygun düştüğü ölçüde borcun kaynakları olarak belirttiğimiz tüm borç ilişkileri için geçerli genel düzenlemelerdir. Borcun ifa edilmemesinden doğan giderim borcuyla ilgili olarak TBK 112 ila 116. maddelerde yapılan düzenlemeler bir borcun doğmasına kaynaklık eden hükümler olmayıp doğmuş bir borcun ifa edilmemesinden doğan sorumluluğa kaynaklık eden hükümlerdir. İfa edilmemiş borç sözleşmeden doğabileceği gibi haksız fiilden de doğabilir. Giderim yükümlülüğüne ilişkin hükümler salt sözleşmeye aykırılıkla ilgili olmayıp diğer borç ilişkilerini de kapsadığından bu hükümlerin uygulama alanı bulabilecek olması sözleşme öncesi sorumlulukta sözleşme hükümlerinin uygulanacağı anlamına da gelmemektedir.

Giderim borcuyla ilgili sorumluluk ve giderim borcu kapsamı TBK 114. maddede düzenlenmiş olup ikinci fıkrasında haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Haksız fiil hükümleri ile sorumluluğun kaynağı ve uygulanacak hükümleri doğrudan bulunabilir iken bu hükümleri uygulamak yerine hüküm bulunmadığı gerekçesiyle kıyasen sözleşme hükümlerine gidip oradan da 114/2. maddedeki yollama nedeniyle yine kıyasen haksız fiil hükümlerine gitmenin bir anlamı ve gereği de yoktur.

Şunu da belirtmeliyiz ki borcun kaynaklarının ne olduğu Kanunda açıkça ve ayrıntılı biçimde düzenlenmiş iken bu kaynaklardan bir borç doğmuyorsa kıyas yoluyla borç ilişkisi yaratılabileceğinden de söz edilemez. TBK 114/2 de kıyasen uygulamadan söz edilmiş olmasını da sözleşmeye aykırılıktan doğan zararların giderimine olanak sağlayan kanuna dayanma unsurunu gerçekleştiren bir hüküm olarak değerlendirmek gerekir. Sözleşme öncesi sorumlulukta kıyasen sözleşme hükümlerinin uygulanmasını mümkün kılan bir hüküm olmadığı için sözleşme hükümlerini uygulayarak bir sorumluluk yaratılması mümkün değildir. Ancak haksız fiilin unsurları itibarıyla sözleşme öncesi sorumluluk hükümlerine dayanak bulunabildiğinden doğrudan haksız fiil hükümlerinin uygulanma olanağı mevcuttur.

Sözleşme öncesi sorumluluk bakımından doğrudan haksız fiil hükümlerinin uygulanabileceği ve kıyasen sözleşme hükümlerinin uygulanması yoluyla çözüme gidilemeyeceği görüşünde olduğumuzdan, diğer yönlerden katılmakla birlikte haksız fiil hükümlerinin değil sözleşme hükümlerinin uygulanması gerektiği yönündeki gerekçesi bakımından değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Zeki GÖZÜTOK     Şahin ÇİL
Üye                        Üye

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18 üyenin 13’ü BOZMA, 3’ü GENİŞLETİLMİŞ GEREKÇELİ BOZMA, 1’i DEĞİŞİK GEREKÇELİ BOZMA, 1’i ise FARKLI DEĞİŞİK GEREKÇELİ BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.