DAVA TARİHİNDEN SONRA MEYDANA GELEN OLAYLAR ISLAHLA BİLE DAVAYA DAHİL EDİLEMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


03 Eyl
2019

Yazdır

T.C.
Y A R G I T A Y
2. Hukuk Dairesi

ESAS NO:           KARAR NO:
2017/198             2018/11592

TÜRK MİLLETİ ADINA

Y A R G I T A Y   İ L A M I

DAVA TÜRÜ        : Boşanma
TEMYİZ EDEN     : Taraflar

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından tazminatların miktarı ile reddedilen yoksulluk nafakası yönünden; davalı erkek tarafından ise, hükmün tamamı yönünden temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 22.10.2018 günü yapılan tebligata rağmen taraflar adına gelen olmadı. İşin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava 24.01.2014 tarihinde evlilik birliğinin sarsılması (TMK m.166/1) hukuksal sebebine dayalı olarak açılmış, davacı kadın tarafından 04.07.2014 tarihinde dava tamamen ıslah edilerek zina (TMK m. 161) ve evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1) hukuksal sebeplerine dayalı olarak boşanma talep edilmiş, mahkemece davanın kabulü ile tarafların zina (TMK m. 161) sebebiyle boşanmalarına karar verilmiştir. 

Yapılan yargılama ve toplanan delillerden ve özellikle de, 04.07.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile kadın vekilinin 14.10.2014 tarihli beyan dilekçesinden, tarafların dava tarihinden sonra yeniden bir araya gelerek evlilik birliğini devam ettirdikleri, ıslah dilekçesi ile dayanılan zina fiilinin ise davanın devamı sırasında tarafların bir araya gelmelerinden sonra gerçekleşen bir olaya ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre davanın devamında taraflar arasında evlilik birliği yeniden tesis edilmesi sebebiyle, tarafların eldeki davadan önce gerçekleşen karşılıklı kusurlu davranışlarının taraflarca affedildiğinin, en azından hoşgörü ile karşılandığının kabulü gerekli olup, kusur belirlemesinde dikkate alınması mümkün değildir. Her dava açıldığı tarihteki koşullara tabi olup dava tarihinden sonra meydana gelen olaylar eldeki boşanma davasında taraflara kusur olarak yüklenemez. Bu sebeple, davacı ıslah yoluyla, dayandığı vakıaları değiştirebilir veya davaya yeni vakıaları dahil edebilir ise de, eldeki boşanma davasının devamı sırasında işlendiği iddia olunan zina fiilinin veya başkaca bir kusurlu davranışın ıslah yoluyla olsa dahi eldeki boşanma davasında davalı erkeğe kusur olarak yüklenmesi ve davanın bu sebeple kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Açıklanan sebeplerle, davanın reddine karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 22.10.2018 (Pzt.) 

Başkan                           Üye                    Üye                    Üye                   Üye
Ömer Uğur Gençcan      Aysel Koçak       Çetin Durak       Harun Can        Hatıran Alper

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
Y A R G I T A Y
2. Hukuk Dairesi

ESAS NO:           KARAR NO:
2018/4441            2019/6576

TÜRK MİLLETİ ADINA

Y A R G I T A Y   İ L A M I

DAVA TÜRÜ        : Boşanma
TEMYİZ EDEN     : Taraflar

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından; kusur belirlemesi, velayet düzenlemesi ve reddedilen tazminat talepleri yönünden, davalı-karşı davacı kadın tarafından ise; erkeğin davasının kabulü, kusur belirlemesi, ve reddedilen tazminat talepleri yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı-karşı davalı erkek 04.09.2015 tarihinde evlilik birliğinin sarsılması (TMK m.166/1) ve hayata kast, pek kötü muamele veya onur kırıcı davranış (TMK m. 162) hukuki sebeplerine dayalı boşanma davası açmış, davacı-karşı davalı erkek tarafından 31.05.2016 tarihinde dava tamamen ıslah edilerek zina (TMK m. 161) olmazsa evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1) hukuksal sebeplerine dayalı olarak boşanma talep edilmiş, mahkemece davacı-karşı davalı erkeğin davasının kabulü ile tarafların zina (TMK m. 161) hukuki sebebiyle boşanmalarına karar verilmiştir.

Yapılan yargılama ve toplanan delillerden ıslah dilekçesi ile iddia edilen zina vakıasının yargılamanın devamı sırasında davacı-karşı davalı erkek tarafından açılan dava tarihinden sonra 04.12.2015 tarihinde gerçekleşen bir olaya ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Her dava açıldığı tarihteki koşullara tabi olup dava tarihinden sonra meydana gelen olaylar eldeki boşanma davasında taraflara kusur olarak yüklenemez. Bu sebeple, davacı ıslah yoluyla, dayandığı vakıaları değiştirebilir veya davaya yeni vakıaları dahil edebilir ise de, boşanma davasının devamı sırasında işlendiği iddia olunan zina fiilinin veya başkaca bir kusurlu davranışın ıslah yoluyla olsa dahi eldeki boşanma davasında davalı-karşı davacı kadına kusur olarak yüklenmesi ve davanın bu sebeple kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Açıklanan sebeplerle, davacı-karşı davalı erkeğin zina (TMK m. 161) hukuki sebebine dayalı boşanma davasının reddine karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıranlara geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oyçokluğuyla karar verildi. 22.05.2019 (Çrş.)

Başkan                             Üye                 Üye                    Üye                       Üye
Ömer Uğur Gençcan        İnci Aytaç        Harun Can         Erdem Şimşek      Hatıran Alper
                                                                                           (Muhalif)

KARŞI OY YAZISI 

Değerli çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık, dava açılmasından sonra gerçekleşen vakıaların, ıslah yoluyla davaya dahil edilip edilemeyeceğine ilişkindir. Konunun iki başlık altında ele alınmasında yarar vardır.

i. Genel Olarak;

HMK’daki ıslahla ile ilgili düzenlemelere (HMK m. 176-182) göre, dava açıldıktan sonra doğan/gerçekleşen vakıaların ıslahla davaya dahil edilmesine yasal bir engel bulunmamaktadır.

Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir [ HMK m. 176- (1) ].

Ayrıca, 04.02.1948 tarih ve 10/3 E.K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’ na (Y.İ.B.K) göre; ıslahın Yargıtay’ca hüküm bozulduktan sonra yapılamayacağının yanında, davadan sonra ortaya çıkan vakıaların ıslahla davaya dahil edilebileceği de anlaşılmaktadır (Kuru B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Bası, İstanbul 2001, c.2, s.1733-1737., Yılmaz E., Islah, 4. Bası, Ankara 2013, s. 177-178, Özekes M., Pekcanıtez Usûl, 15.Bası, İstanbul 2017, s.1492-1493).

Öğretide, yukarıda sözü geçen Y.İ.B.K. eleştirilerek, gelecekte ne olacağının bilinmesi taraflardan beklenemeyeceğinden, dava açıldıktan sonra ortaya çıkan vakıaların, yargılamanın kapsamına girmesi koşuluyla, iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı sayılmadan ve ıslaha gerek olmadan davaya dahil edilebileceği, bu gibi durumlarda tarafları ıslah yolunu kullanmaya zorlamanın yargılama ilkelerine aykırı olduğu görüşü savunulmaktadır (Kuru B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Bası, İstanbul 2001, c.2, s.1733-1737 ve c.4, s. 4047-4048, Yılmaz Ejder, Islah, 4. Bası, s. 177-182, Özekes M., Pekcanıtez Usûl, 15.Bası, İstanbul 2017, s.1490-1502).

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (Y.H.G.K.) dava açıldıktan sonra gerçekleşen vakıa ile ilgili bir konuda; … "Bilindiği gibi davacı, kural olarak dava açıldıktan sonra, davalının açık ya da kapalı (zımnî) muvafakatı olmaksızın davasını genişletemez veya değiştiremez (HUMK. mad. 185/2). Ancak bu yasak, dava açıldığı sırada mevcut olan ve dava dilekçesinde ileri sürülmesi mümkün olduğu halde, ileri sürülmemiş bulunan vakıalar için söz konusudur. Buna karşılık, dava açıldıktan sonra doğmuş olan ve taraflar arasında aynı konuda açılacak yeni bir davanın sebebebini oluşturabilecek nitelikte bulunan maddi vakıaların (olayların) ileri sürülmesi ise, davayı genişletme veya değiştirme sayılamaz. Çünkü, dava açıldığı zaman henüz doğmamış olan bir olayın, dava açılırken öngörülmesi ve dava dilekçesinde bildirilmesi esasen mümkün değildir. Bu nedenle davacı, davalının rızası ile bağlı olmaksızın bu yeni vakıayı ileri sürebilir. Aksi görüşün kabulü, davacıyı gereksiz yere ikinci bir dava açmaya zorlamak olur ki böyle bir kabul ve uygulama dava ekonomisi ile bağdaşmaz" şeklinde bir karar vermiştir (Y.H.G.K., 16.02.1983 tarih ve E: 1982/2-268 - K: 1983/136). 

Öğreti ve yukarıya bir bölümü alınan Y.H.G.K. kararına göre, dava açıldıktan sonra ortaya çıkan yeni vakıların belli koşullar altında ıslaha dahi gerek olmadan davaya dahil edilebileceği savunulurken, bu gibi durumlarda ıslah yolunu dahi kapamak, usûl ekonomisine (HMK m. 30) aykırı olduğu  gibi, hak arama hürriyetine (T.C.A. m.36) de yasal olmayan bir müdahale niteliğini oluşturmaktadır.

ii. Somut Olay Açısından;

Davacı-karşı davalı erkek dava dilekçesinde, pek kötü veya onur kırıcı davranış (TMK m.162) ve evlilik birliğinin sarsılması (TMK m.1661/1) hukuksal sebebine dayanarak boşanma davası açmış, daha sonra davasını tamamen ıslah ederek, öncelikle zina (TMK m.161), bunun kabul edilmemesi durumunda ise evlilik birliğinin sarsılması (TMK m.166/1) hukuksal sebebiyle boşanmalarına karar verilmesini istemiştir. İlk derece mahkemesi davacı-karşı davalı erkeğin davasını reddetmiş, davalı-karşı davacı kadının karşı davasının kabulüyle, tarafların evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1 ) sebebiyle boşanmalarına karar vermiştir. Bu kararın taraflarca istinaf edilmesi üzerine, bölge adliye mahkemesi, davalı-karşı davacı kadının istinaf isteminin esastan reddine, davacı-karşı davalı erkeğin istinaf isteminin ise kısmen kabulüyle ilk derece mahkemesinin kararının tamamen kaldırılmasına ve davacı-karşı davalı erkeğin zina (TMK m. 161) sebebine dayalı boşanma davası ile davalı-karşı davacı kadının evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1) sebebine dayalı karşı boşanma davasının ayrı ayrı kabulüyle, eşit kusurlu olduğu belirlenen tarafların boşanmalarına karar vermiştir.

Değerli çoğunluk görüşü özetle; zina vakıasının dava tarihinden sonra gerçekleştiği gerekçesi ile ıslahın mümkün olamayacağı ve dava açıldıktan sonra meydana gelen vakıaların karşı tarafa kusur olarak dahi yüklenemeyeceği, davacı-karşı davalı erkeğin zina sebebine (TMK m.161) dayalı boşanma davasının reddine karar verilmesi gerektiği, bu sebeple hükmün bozulması ve tarafların diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmemesi yönündedir.

Öncelikle, yukarıda yapılan genel açıklamalara göre, davacı-karşı davalının önünde, davasını tamamen ıslah etmesi yönünde yasal olarak bir engel bulunmadığından, sayın çoğunluğun görüşüne katılmak mümkün değildir.

Diğer yandan, somut olaya göre davacı-karşı davalının ıslah başvurusunu kabul etmemek ve davacı-karşı davalıdan zina sebebiyle yeni bir dava açmasını beklemek bir takım sorunları da beraberinde getirecektir. Sorunlardan birincisi, davalı-karşı davacı kadının davasında verilen boşanma kararı temyiz edilmemesi nedeniyle boşanma hükmü kesinleşmiş olduğundan, boşanma davası konusuz kalmış olmakla, davacı-karşı davalının bir daha boşanma davası açamayacak duruma gelmesidir. Diğer bir sorun ise, davacı-karşı davalı erkeğin bir an için zina nedeniyle yeni bir dava açabilme hakkının bulunduğu düşünülse bile, zina davası için öngörülen 6 aylık hak düşürücü sürenin (TMK m.161/2) geçip geçmediği tartışmasının gündeme gelecek olmasıdır. Bu sorunlar nedeniyle, davacı-karşı davalı açısından, karşı tarafa kusur isnat edebilme, savunma yapabilme ve hukuki dinlenilme (HMK m.27) haklarının elinden alınması gündeme gelmektedir.

Diğer bir anlatımla, davacı-karşı davalının usule uygun olarak kullanmış olduğu ıslah hakkının kabul edilmemesi, böylesine ağır hak ihlali ve karmaşık sorunların doğmasına neden olacaktır.

Sonuç olarak; davacı-karşı davalının ıslah isteminin usule uygun olduğu kabul edilerek, tarafların diğer tüm temyiz itirazların incelenmesi hukuka uygun çözüm yoludur.

Yukarıda açıklanan sebeplerle, sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

Üye
Erdem Şimşek

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi

ESAS NO             : 2018/2099
KARAR NO          : 2019/3784

Y A R G I T A Y   İ L A M I

MAHKEMESİ       : KONYA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ                 : 18/01/2018
NUMARASI         : 2017/8 - 2018/94
DAVACI               : C.H.
VEKİLİ                : AV. M.N.Ç.
DAVALILAR       : 1- A.R.K.
                              2- S.K.
VEKİLİ                : AV. A.U.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince bozmaya uyularak verilen 18/01/2018 tarih ve 2017/8-2018/94 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davalılar vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Tuba Oymak tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, tarafların dava dışı Umak Makine İmalat San. İç ve Dış Tic. Ltd. Şti.'nin hissedarı olduğunu, davacının dava dışı şirketteki mevcut 5.000.- TL bedelli hissesinin tamamını İstanbul 24. Noterliğinin 01/05/2008 tarih 0.0.1 yevmiye no ile bütün aktif ve pasifi ile birlikte davalı Ali Rüştü K.'ya devir ve temlik ettiğini, şirkete dair hiçbir hak ve yükümlülüğünün kalmadığını, hisse devrinin ticaret sicilinde ilan edilmediğinden ve şirket malvarlığı bulunmadığından dava dışı şirketin kamuya olan borçlarının muhatabının davacı olduğunu, davacının dava dışı şirketin Vergi Dairesine 138.195,65 TL ve SGK'na 242.319,39 TL olmak üzere yaklaşık 381.000,00 TL'nin ödenmesi sorumluluğu altına girdiğini, taksitler halinde yaklaşık 100.000.- TL ödemek zorunda kaldığını belirterek davacının ödemek zorunda kaldığı fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000.- TL' nin davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiş, 10/11/2017 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 189.797,05 TL’ye yükseltmiştir.

Davalılar vekili, limited şirketlerde hisse devrinin noterden satış sözleşmesinin ticaret odasına kayıt ve tesciliyle ve TSG’de ilanı ile gerçekleşeceğini, noter işleminin kendi başına hukuki bir anlam ifade etmediğini, davacının diğer işlemleri yaptırmadığından halen şirket hissedarı ve ayrıca müdürü olduğunu, taraflar arasında kamuya ödenen borçların davalılarca ödeneceğine dair bir sözleşme bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Bozmaya uyularak yapılan yargılamada mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, limited şirket ortaklarının şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacaklarından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu oldukları, 6102 sayılı TTK.’nın 598. maddesine göre şirket hisse devrinin TSG’de yayınlanması ile kesinleşeceği, tescil ve ilanı yapılmayan devirler tamamlanmamış işlemler olduğundan eski ortağın hissedar olmaya devam edeceği, bu nedenle davacının şirketteki ortaklığının devam ettiğinin kabul edilmesi gerektiği, davacının ortağı olduğu limited şirketin amme borcunu ödediği, hissesinden fazla yapılan ödemelerde davalıların sermaye payı oranında sorumlu oldukları gerekçesi ile 189.797,05 TL alacağın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Kararı, davalılar vekili temyiz etmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalılar vekilinin aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Dava, limited şirketin kamu borçlarını ödediğini iddia eden ortağın diğer ortaklardan rücuen tahsili istemine ilişkindir. 

Davacı vekili davacının dava dışı U. Makine İmalat Sanayi İç ve Dış Tic. Ltd. Şti.'nin ortağı ve yetkilisi iken sahip olduğu hisseleri 01.05.2008 tarihinde davalı ortak Ali Rüştü K.'ya devretmesine rağmen söz konusu devrin pay defteri ve ticaret siciline tescil ettirilmemesi nedeniyle şirketin ödenmeyen vergi ve SGK borçlarından dolayı kanuni takibata maruz kaldığını, 6111 sayılı Yasa'dan yararlanarak Maliye ve SGK'ya ödemeler yaptığını iddia etmiş ve ödemek zorunda kaldığı bedellerin davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir. 

Tarafların dava dışı limited şirkette pay sahibi oldukları, davacının resmi kayıtlara göre ortaklık sıfatının devam ettiği dönemle ilgili olarak dava dışı limited şirket adına tahakkuk ettirilen vergi ve SGK prim borçlarını ödediği hususu dosya kapsamıyla sabittir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacı tarafından ödenmek zorunda kalındığı iddia edilen şirket adına tahakkuk eden kamu borçlarından davalıların payı oranında sorumlu olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır. Limited şirket ortaklarının asli borcu, tüzel kişiliğe karşı taahhüt ettikleri sermayeyle sınırlı olup, ortak bu borcu yerine getirmekle sorumluluktan kurtulmuş olur. Bu nedenle, ortağın limited şirketin borçlarından dolayı kural olarak sorumluluğu bulunmamaktadır. Anılan kuralın istisnalarından biri, AATUHK'nun 35. maddesinde düzenlenen limited şirketin kamu idaresine karşı ödenmeyen veya ödenmeyeceği anlaşılan borçlarıdır. Ortaklar, bu borçlarından dolayı payları oranında idareye karşı sorumludurlar. Bu sorumluluk, idareye karşı bağımsız bir sorumluluk olup, anılan Kanuna 5766 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle payın devri halinde dahi ortadan kalkmayan bir nitelik kazanmıştır.

Somut olayda mahkemece, davacının, ortağı olduğu limited şirketin amme borcunu ödediği, hissesinden fazla yapılan ödemelerde davalıların sorumlu oldukları gerekçesi ile alacağın davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmişse de, 6163 sayılı Kanun 35. madde düzenlemesine göre, limited şirketin malvarlığından tahsil edilemeyen kamu alacakları, ortaklardan ortaklık payı oranında istenebileceğinden, tespit edilen alacaktan şirket ortağı davalıların payları oranında sorumlu tutulmaları gerekirken, davalılardan müştereken tahsili şeklinde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

3- Davacı, davayı fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 10.000 TL üzerinden açmış, bozmaya uyulduktan sonra alınan bilirkişi raporu doğrultusunda davasını 189.797,05 TL'ye yükseltmiş, mahkemece ıslah edilen kısmı da kapsar şekilde hüküm kurulmuştur. Ancak, 04.02.1948 tarih ve 10-3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca hükmün, Yargıtay’ca bozulmasından sonra ıslah yapılamayacağından, ıslah miktarının da nazara alınarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

4- Ayrıca, dava 10.01.2012 tarihinde açılmış olup, hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının 2011, 2012, 2013 ve 2014 yıllarında yapmış olduğu ödemeler dikkate alınarak alacak tespit edilmiş ve mahkemece de rapor hükme esas alınmıştır. Davanın, dava tarihindeki duruma göre değerlendirilmesi gerekmekte olup, dava tarihinden sonra yapılan ödemelerin, ıslah yoluyla talep edilmesi halinde dahi dikkate alınması mümkün değildir. Bu nedenle, dava tarihinden sonra yapılan ödemelerin dikkate alınarak hüküm kurulması doğru görülmediği gibi, ayrıca kabul biçimi itibariyle dava tarihinden sonra yapılan ödemelere de dava tarihi itibariyle faiz işletilerek hüküm kurulması da yerinde olmamıştır.

SONUÇ : Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2, 3 ve 4) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle, davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalılar yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalılara iadesine, 15/05/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 

Başkan                   Üye                       Üye                      Üye                   Üye
Ahmet ÖZGAN       R. C.HANEDAN    E. S. BAYDAR     M. DURGUN    Ş. KAZDAL

BİLGİ : Ayrıca, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun "Dava açıldıktan sonra oluşan yeni durumlar ve olaylar ıslah yolu ile mevcut davaya dahil edilemez" şeklindeki 03 Mayıs 2017 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/dava-acildiktan-sonra-olusan-yeni-durumlar-olaylar-islahla-davaya-dahil-edilemez

İÇTİHAT YORUMU : Doktrindeki bir görüş, davanın açılmasından sonra oluşan olayların ıslah yoluyla mevcut davaya sokulabileceğini belirtmektedir.

"Sonradan doğan dâva vakıları da ıslâh yolu ile usule sokulabilecektir. Islâh müessesesinin sadece başlangıçta ileri sürülmesi ihmal edilmiş olan dâva vakılarına hasrı caiz değildir." (ÜSTÜNDAĞ, Saim, İddia ve Müdafaanın Değiştirilmesi Yasağı, İstanbul, 1967, s. 122, 123)

"Islâh müessesesi sadece dâvanın ikame edilmesinden önce doğmuş olup da lâyihalar teatisi safhasında ileri sürülmemiş olan dâva vakıaları hakkında cari olmayıp, hatta dâvanın seyri esnasında doğmuş olan dâva vakıaları hakkında da uygulanmalıdır." (ÜSTÜNDAĞ, s. 127)

"Islaha sadece davanın açılmasından önce doğmuş olup da dilekçelerin teatisi aşamasında ileri sürülmemiş olan dava vakıaları için değil; davanın seyri esnasında doğmuş bulunan vakıalar için de başvurulabilir." (AKİL, Cenk, Boşanma Davalarında Vakıaların İleri Sürülmesi Zamanı Meselesinin Yargıtay Kararlarındaki Görünümü, DEÜHFD, C: 12, S: 1, Y: 2010, s. 15, 16)

Doktrindeki diğer bir görüş ise davanın açılmasından sonra oluşan olayların ıslaha bile gerek olmaksızın mevcut davaya sokulabileceğini belirtmektedir.

"Dava açılmasından sonra doğan olayların ileri sürülmesi, davayı değiştirme yasağına (m. 141, 2) tâbi değildir. Bu nedenle, davacının, dava açılmasından sonra doğan olayları ileri sürebilmesi için, davalının açık rızasına ihtiyacı olmadığı gibi, ıslah yoluna da başvurmasına gerek yoktur. Bunun gibi, cevap dilekçelerinin verilmesinden (veya cevap süresinin geçmesinden) sonra doğan savunma sebeplerinin ileri sürülmesi, savunma genişletme yasağına (m. 141, 2) tâbi değildir. Bu nedenle davalının, sonradan doğan savunma sebeplerini ileri sürebilmesi için, davacının açık rızasın ihtiyacı olmadığı gibi, ıslah yoluna başvurmasına da gerek yoktur." (ARSLAN, Ramazan; YILMAZ, Ejder; TAŞPINAR AYVAZ, Sema, Medenî Usul Hukuku, 3. Baskı, Ankara, 2017, s. 522)

"Kanaatimizce de, bu şekilde sonradan ortaya çıkan olayların yargılamanın kapsamına girmesi şartıyla yasak kapsamında sayılmadan ve ıslaha gerek olmadan davaya dahil edilmesi kabul edilmelidir. Çünkü böyle bir durumun ortaya çıkmasında, tarafın kusuru bulunmadığı gibi, gelecekte ne olacağını bilmesi de taraftan beklenemez. Böyle bir durumda hak aramanın bir parçası sayılan ıslah yoluna başvurmaya zorlamak, davada bir kez kullanılabilen ıslah hakkının gerekmediği hâlde kullanılması, ayrıca ıslahın sonuçları sebebiyle de usûlî bazı yaptırımlara muhatap olunması anlamına gelecektir. Burada bir ayrım yapılması daha uygun olacaktır. Şayet, dava açıldıktan sonra tarafın kendi bilgi, fiil veya kusuru ile mevcut durumda bir değişiklik oluyorsa ortaya çıkan bu yeni vakıaların ıslah yoluyla davaya dahil edilmesini aramak; bunun dışındaki hâllerde ise davadan sonra ortaya çıkan yeni durum ve olayları ıslaha gerek duyulmadan davaya dahil edebilmek gerektiği kanaatindeyiz." (ÖZEKES, Muhammet, Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku, 15. Bası, C: II, İstanbul, 2017, s. 1492, 1493)

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
Y A R G I T A Y
2. Hukuk Dairesi

ESAS NO:           KARAR NO:
2019/8315            2020/1068

TÜRK MİLLETİ ADINA

Y A R G I T A Y   İ L A M I

DAVA TÜRÜ        : Boşanma
TEMYİZ EDEN    : Taraflar

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından kusur belirlemesi, tazminatların miktarı ve velayet yönünden; davalı erkek tarafından ise kusur belirlemesi, tazminatlar ve kişisel ilişki yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine, peşin alınan harcın mahsubuna ve 218.50 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oyçokluğuyla karar verildi. 13.02.2020 (Prş.) 

Başkan                            Üye                       Üye                Üye                      Üye
Ömer Uğur Gençcan      Sedat Demirtaş      Harun Can     Erdem Şimşek     Hatıran Alper
                                                                                            (Muhalif)

KARŞI OY YAZISI

Değerli çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık, dava açılmasından sonra gerçekleşen vakıaların, ıslah yoluyla davaya dahil edilip edilemeyeceğine ilişkindir. Konunun iki başlık altında ele alınmasında yarar vardır.

i. Genel Olarak;

Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun ıslahla ile ilgili düzenlemelerine (HMK m. 176-182) göre, dava açıldıktan sonra doğan/gerçekleşen vakıaların ıslahla davaya dahil edilmesine yasal bir engel bulunmamaktadır. Taraflardan her biri, yapmış olduğu usûl işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir [HMK m. 176- (1)].

Ayrıca, 04.02.1948 tarih ve 10/3 E.K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına (Y.İ.B.K) göre; ıslahın Yargıtayca hüküm bozulduktan sonra yapılamayacağının yanında, davadan sonra ortaya çıkan vakıaların ıslahla davaya dahil edilebileceği de anlaşılmaktadır (Kuru B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Bası, İstanbul 2001, c.2, s.1733-1737., Yılmaz E., Islah, 4. Bası, Ankara 2013, s. 177-178, Özekes M., Pekcanıtez Usûl, 15. Bası, İstanbul 2017, s.1492-1493).

Öğretide, yukarıda sözü geçen Y.İ.B.K. eleştirilerek, gelecekte ne olacağının bilinmesi taraflardan beklenemeyeceğinden, dava açıldıktan sonra ortaya çıkan vakıaların, yargılamanın kapsamına girmesi koşuluyla, iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı sayılmadan  ve ıslaha gerek olmadan davaya dahil edilebileceği, bu gibi durumlarda tarafları ıslah yolunu kullanmaya zorlamanın yargılama ilkelerine aykırı olduğu görüşü savunulmaktadır (Kuru B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Bası, İstanbul 2001, c.2, s.1733-1737 ve c.4, s. 4047-4048, Yılmaz Ejder, Islah, 4. Bası, s. 177-182, Özekes M., Pekcanıtez Usûl, 15. Bası, İstanbul 2017, s.1490-1502).

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (Y.H.G.K.) dava açıldıktan sonra gerçekleşen vakıa ile ilgili bir konuda; "… Bilindiği gibi davacı, kural olarak dava açıldıktan sonra, davalının açık ya da kapalı (zımnî) muvafakatı olmaksızın davasını genişletemez veya değiştiremez (HUMK. mad. 185/2). Ancak bu yasak, dava açıldığı sırada mevcut olan ve dava dilekçesinde ileri sürülmesi mümkün olduğu halde, ileri sürülmemiş bulunan vakıalar için söz konusudur. Buna karşılık, dava açıldıktan sonra doğmuş olan ve taraflar arasında aynı konuda açılacak yeni bir davanın sebebebini oluşturabilecek nitelikte bulunan maddi vakıaların (olayların) ileri sürülmesi ise, davayı genişletme veya değiştirme sayılamaz. Çünkü, dava açıldığı zaman henüz doğmamış olan bir olayın, dava açılırken öngörülmesi ve dava dilekçesinde bildirilmesi esasen mümkün değildir. Bu nedenle davacı, davalının rızası ile bağlı olmaksızın bu yeni vakıayı ileri sürebilir. Aksi görüşün kabulü, davacıyı gereksiz yere ikinci bir dava açmaya zorlamak olur ki böyle bir kabul ve uygulama dava ekonomisi ile bağdaşmaz" şeklinde bir karar vermiştir (Y.H.G.K., 16.02.1983 tarih ve E: 1982/2-268 - K: 1983/136). 

Öğreti ve yukarıya bir bölümü alınan Y.H.G.K. kararına göre, dava açıldıktan sonra ortaya çıkan yeni vakıların belli koşullar altında ıslaha dahi gerek olmadan davaya dahil edilebileceği savunulurken, bu gibi durumlarda ıslah yolunu dahi kapamak, usûl ekonomisine (HMK m. 30) aykırı olduğu  gibi, hak arama hürriyetine (T.C.A. m.36) de yasal olmayan bir müdahale niteliğini oluşturmaktadır.

ii. Somut Olay Açısından;

Davalı cevap dilekçesini ıslah ederek davalının sadakatsiz davranışlar sergilediğini savunmuş ve sadakatsizlik vakıasına da dayanmıştır. Bölge adliye mahkemesine ait kararda özetle; boşanma davasının devamı sırasında işlediği iddia olunan sadakatsizlik fiilinin veya başka bir kusurlu davranışın ıslah yoluyla olsa dahi eldeki boşanma davasında kadına kusur olarak yüklenmesi ve bu sebeple tarafların eşit kusurlu olduğuna karar verilmesi doğru değildir şeklindeki gerekçeyle, davalının ıslah dilekçesinin kusur belirlemesi açısından dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır.

Oysa, yukarıda yapılan genel açıklamalara göre davalının önünde, cevap dilekçesini ıslah etmesi ve savunmasında sonradan ortaya çıkmış yeni bir vakıaya dayanması yönünde yasal olarak bir engel bulunmamaktadır.

Diğer yandan somut olaya göre, davalının ıslah başvurusunu kabul etmemek, karşı tarafa kusur isnat edebilme ve bunun sonucunda hukuki dinlenilme (HMK m. 27) hakkının elinden alınması anlamını taşımaktadır. 

Bu durumda bölge adliye mahkemesince yapılacak iş, davalının ıslah dilekçesi de dikkate alınarak, delillerin yeniden değerlendirilmesi ve sonucunda tarafların kusur oranları yeniden belirlendikten sonra kusur durumu ve kusura bağlı konularda yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Temyiz edilen hüküm bu yönlerden hukuka uygun olmayıp bozulmalıdır.

Bu sebeplerle, sayın çoğunluğun onama yönündeki görüşüne yukarıda açıkladığım yönlerden katılmıyorum.

Üye 
Erdem Şimşek

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
Y A R G I T A Y
2. Hukuk Dairesi

ESAS NO:           KARAR NO:
2020/6051            2021/1004

TÜRK MİLLETİ ADINA

Y A R G I T A Y   İ L A M I

DAVA TÜRÜ        : Boşanma
TEMYİZ EDEN    : Davacı

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine, peşin alınan harcın mahsubuna ve 267.80 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oyçokluğuyla karar verildi. 03.02.2021 (Çrş.) 

Başkan                            Üye                       Üye                Üye                      Üye
Ömer Uğur Gençcan      Sedat Demirtaş      Harun Can     Erdem Şimşek     Hatıran Alper
                                                                                            (Muhalif)

KARŞI OY YAZISI

Değerli çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık, dava açılmasından sonra gerçekleşen vakıaların, ıslah yoluyla davaya dahil edilip edilemeyeceğine ilişkindir. Konunun iki başlık altında ele alınmasında yarar vardır.

i. Genel Olarak;

HMK’daki ıslahla ile ilgili düzenlemelere (HMK m. 176-182) göre, dava açıldıktan sonra doğan/gerçekleşen vakıaların ıslahla davaya dahil edilmesine yasal bir engel bulunmamaktadır.

Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir [HMK m. 176- (1) ]. Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir [HMK m. 177-(1)].

Ayrıca, 04.02.1948 tarih ve 10/3 E.K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına (Y.İ.B.K) göre; davadan sonra ortaya çıkan vakıaların ıslahla davaya dahil edilebileceği anlaşılmaktadır (KURU B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Bası, İstanbul 2001, c.2, s.1733-1737., YILMAZ E., Islah, 4. Bası, Ankara 2013, s. 177-178, ÖZEKES M., Pekcanıtez Usûl, 15.Bası, İstanbul 2017, s.1492-1493).

Yukarıda sözü geçen Y.İ.B.K.'na göre, davadan sonra ortaya çıkan vakıaların ıslahla davaya dahil edilebileceği kabul edilmesine karşın, öğretiye göre bu konuda ıslaha da gerek olmadığı görüşü ileri sürülerek Y.İ.B.K. eleştirilmektedir. Çünkü öğretiye göre, gelecekte ne olacağının bilinmesi taraflardan beklenemeyeceğinden, dava açıldıktan sonra ortaya çıkan vakıaların, yargılamanın kapsamına girmesi koşuluyla, iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı sayılmadan ve ıslaha dahi gerek olmadan davaya dahil edilebileceği, bu gibi durumlarda tarafları ıslah yolunu kullanmaya zorlamanın yargılama ilkelerine aykırı olduğu görüşü savunulmaktadır (KURU B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Bası, İstanbul 2001, c.2, s. 1733-1737, c.4, s. 4047-4048 ve Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Ankara Mart 2020, s.1277; YILMAZ E., Islah, 4. Bası, s. 177-182; ÖZEKES M., Pekcanıtez Usûl, 15.Bası, İstanbul 2017, s.1490-1502).

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (Y.H.G.K.) dava açıldıktan sonra gerçekleşen vakıa ile ilgili bir konuda; … "Bilindiği gibi davacı, kural olarak dava açıldıktan sonra, davalının açık ya da kapalı (zımnî) muvafakatı olmaksızın davasını genişletemez veya değiştiremez (HUMK. mad. 185/2). Ancak bu yasak, dava açıldığı sırada mevcut olan ve dava dilekçesinde ileri sürülmesi mümkün olduğu halde, ileri sürülmemiş bulunan vakıalar için söz konusudur. Buna karşılık, dava açıldıktan sonra doğmuş olan ve taraflar arasında aynı konuda açılacak yeni bir davanın sebebebini oluşturabilecek nitelikte bulunan maddi vakıaların (olayların) ileri sürülmesi ise, davayı genişletme veya değiştirme sayılamaz. Çünkü, dava açıldığı zaman henüz doğmamış olan bir olayın, dava açılırken öngörülmesi ve dava dilekçesinde bildirilmesi esasen mümkün değildir. Bu nedenle davacı, davalının rızası ile bağlı olmaksızın bu yeni vakıayı ileri sürebilir. Aksi görüşün kabulü, davacıyı gereksiz yere ikinci bir dava açmaya zorlamak olur ki böyle bir kabul ve uygulama dava ekonomisi ile bağdaşmaz" şeklinde bir karar vermiştir (Y.H.G.K., 16.02.1983 tarih ve E: 1982/2-268 - K: 1983/136). 

Bu durumda, öğreti ve yukarıya bir bölümü alınan Y.H.G.K. kararına göre, dava açıldıktan sonra ortaya çıkan yeni vakıların belli koşullar altında ıslaha dahi gerek olmadan davaya dahil edilebileceği savunulurken, bu gibi durumlarda ıslah yolunu dahi kapamak, usûl ekonomisine (HMK m. 30) aykırı olduğu gibi, hak arama hürriyetine (T.C.A. m.36) de yasal olmayan bir müdahale niteliğini oluşturmaktadır.

ii. Somut Olay Açısından;

Davacı, anlaşmalı boşanma (TMK m.166/3) davası açmış, yargılama sırasında davasını ıslah edip yeni vakıalara da dayanarak davasının evlilik birliğinin sarsılması sebebine (TMK m. 166/1) dayalı çekişmeli boşanma davasına çevirmiştir.

İlk derece mahkemesince davanın kabulüyle tarafların TMK m. 166/1 gereğince boşanmalarına karar verilmiştir. Kararı davalı istinaf etmiştir. Bölge adliye mahkemesince, davacı kadının dayandığı "birlik görevlerini yerine getirmeme" vakıasının kanıtlanamadığı, "tehdit" ve "eşinin aracına zarar verme" vakıalarının ise dava tarihinden sonra gerçekleştiği, her davanın açıldığı tarihteki şartlara göre değerlendirileceği, davadan sonra meydana gelen olayların, bağımsız bir dava konusu yapılmadan ıslah yolu ile eldeki davaya dahil edilmesinin olanaklı olmadığı gerekçesiyle, ilk derece mahkemesince verilen hüküm kaldırılarak boşanma davasının reddine karar verilmiştir.

Ancak, yukarıda açıklandığı üzere, tarafların, davadan sonra gerçekleşen vakıaları ıslah yoluyla davaya dahil etmeleri yönünden yasal bir engel bulunmamaktadır.

O halde; davacının ıslah dilekçesinde ileri sürdüğü tüm vakıalar dikkate alınarak, delillerin buna göre değerlendirilip sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde verilen hüküm hukuka uygun olmamıştır. Temyiz edilen hükmün bozulması gerekir.

Bu sebeple, değerli çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

Üye
Erdem Şimşek