DAVANIN HUSUMET NEDENİYLE REDDEDİLMESİ DURUMUNDA TBK 158 HÜKMÜNDEKİ EK SÜRE UYGULANAMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


08 Eki
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/15-427
KARAR NO   : 2021/685

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                         : 23/10/2015
NUMARASI                  : 2015/609 - 2015/668
DAVACI                        : D. Telekominikasyon İnşaat İş Makinaları Otomotiv Sanayi ve 
                                        Ticaret Limited Şirketi vekili Av. E.B.
DAVALI                        D. İnşaat Doğalgaz Tekstil Gıda Tic. Ltd. Şti. vekili Av. V.A.Ş.

1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; taraflar arasındaki iş ilişkisi nedeniyle 10.03.2005-27.10.2005 tarihleri arasında düzenlenen dava konusu yirmi iki adet faturanın davalıya gönderildiğini, 18.11.2005 tarihinde düzenlenen temlikname ile 72.932,85 TL alacağın davacı tarafından dava dışı üçüncü kişi Nazif Serdar D.'a temlik edildiğini ve bu alacak nedeniyle Nazif Serdar D.’ın davalı şirket aleyhine 24.04.2006 (doğrusu 19.04.2006) tarihinde Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2006/205 E. sayılı dosyasında alacak davası açtığını, davalı ile imzalanan sözleşmede alacağın üçüncü kişilere temlik edilmesi yasak olduğundan müvekkilinin, dava dışı Nazif Serdar D. ile 20.03.2007 tarihinde düzenlediği “Temlik İadesine Dair Temlikname” başlıklı anlaşmaya göre alacağın tekrar davacıya temlik edildiğini, temlik iadesine dair temliknameden sonra davayı Nazif Serdar D. yerine müvekkilinin takip ettiğini, davada 01.12.2010 tarihinde sıfat yönünden ret kararı verildiğini, verilen kararın kanun yollarından geçerek kesinleştiğini, Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2006/205 E. sayılı dosyasında faturalar ve şirketlerin ticari defterlerinin incelenmesi sonucu alınan bilirkişi raporunda, davalının müvekkiline 80.107,08 TL borçlu olduğunun tespit edildiğini ileri sürerek davanın sıfat yokluğundan reddi kararından sonra faturalardan kaynaklanan bakiye alacağın tahsili amacıyla davalı aleyhine başlatılan icra takibine itirazın iptali ve takibin devamına, %20'den aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davalı şirketin yüklenicisi olduğu ‘‘Denizli- Kütahya-Uşak Global Telekomünikasyon İhalesi’’ kapsamındaki ‘‘Kütahya Global Erişim Şebekesi’’ işlerinin taşeronluğunu üstlenen davacının sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini, geriye kalan işlerin müvekkili tarafından davacı nam ve hesabına yaptırıldığını, davacının hiçbir hak ve alacağının bulunmadığını, aksine müvekkiline borçlu olduğunu, bir an için alacaklı olduğu iddia edilse dahi davacı ile sözleşme ilişkisinin bitiminden yedi yıl sonra 2013 yılında yapılan icra takibi ile talep edilen bu alacağın zamanaşımına uğradığını belirterek davanın öncelikle zamanaşımından, olmadığı takdirde esastan reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 02.06.2014 tarihli ve 2013/662 E.,2014/356 K. sayılı kararı ile; davacının, davalı ile imzaladığı 24.01.2005 tarihli eser sözleşmesi kapsamında yaptığı işlerle ilgili 2005 yılında düzenlediği faturalarından kaynaklanan alacağının tahsili için davalı aleyhine başlattığı icra takibine itiraz üzerine bu davanın açıldığı, davalının davacıya gönderdiği 16.08.2005 tarihli ihtarname ile eksik işlerin üç gün içinde tamamlanması, aksi hâlde sözleşmenin feshedileceğinin bildirildiği, davada ayıplı eser veya ağır kusur durumu bulunmayıp, eksik işler olduğunu ve kalan işlerin üçüncü kişiye tamamlatıldığının savunulduğu, davanın niteliği gereği beş yıllık zamanaşımına tabi olduğu, eser sözleşmelerinde zamanaşımının; akdin feshedildiği, işin teslim edildiği ya da kesin hesabın düzenlendiği tarihlerden başlayacağı, dava konusu olayda 2005 yılı içerisinde faturaların düzenlendiği ve 2005 yılında feshin ileri sürüldüğü, takip tarihi 2013 yılı itibariyle beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, sıfat yokluğundan ret kararı verilen Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2006/205 E., 2010/618 K. sayılı dosyasının zamanaşımını kesici nitelikte sayılamayacağı, işbu davanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 18.11.2014 tarihli ve 2014/6213 E., 2014/6648 K. sayılı kararı ile, mahkeme kararı onanmış ise de; davacı vekilinin karar düzeltme isteminde bulunması üzerine, Özel Dairenin 09.07.2015 tarihli ve 2015/473 E., 2015/4078 K. sayılı kararı ile karar düzeltme istemi kabul edilerek onama kararı kaldırılmış ve;

“… Uyuşmazlık, eser sözleşmesi ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Davada 24.01.2005 tarihli sözleşmeden kaynaklanan bakiye iş bedeli alacağının tahsili istemiyle girişilen ilâmsız icra takibine davalı borçlu tarafından yapılan itirazın iptâli ile takibin devamı ve %20'den aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatının tahsili istenmiş, davalı süresi içinde verdiği cevap dilekçesiyle zamanaşımı def'inde bulunmuş, mahkemece iş bedeline ilişkin faturaların düzenlendiği ve feshin ileri sürüldüğü 2005 yılı ile icra takibinin yapıldığı 2013 yılı arasında 818 sayılı BK'nın 126/IV. maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davalının zamanaşımı def''i yerinde görülerek dava zamanaşımından reddedilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine karar Dairemizin 18.11.2014 tarih, 2014/6213 Esas, 2014/6648 Karar sayılı ilâmı ile onanmış, onama ilâmına karşı davacı vekili tarafından karar düzeltme yoluna başvurulmuştur.

Davacının karar düzeltme istemi üzerine yeniden yapılan incelemede; yanlar arasında Denizli-Kütahya-Uşak Global Telekomünikasyon ihalesi işiyle ilgili olarak 24.01.2005 tarihli sözleşme imzalandığı, bu sözleşme uyarınca 10.03.2005-27.10.2005 tarihleri arasında 22 adet fatura düzenlendiği, faturalardan kaynaklanan alacağın 72.932,57 TL'lik kısmının davacı yüklenici tarafından 18.11.2005 tarihli temlikname ile dava dışı Nazif Serdar D.'a temlik edildiği, temlik alan Nazif Serdar D.'ın temliknameye dayanarak 24.04.2006 tarihinde Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2006/2005 Esas sayılı dosyası ile davalı şirket hakkında alacak davası açtığı, sözleşmede temlik yasağı olması nedeniyle taraflar arasında 20.03.2007 tarihli "temlik iadesine dair temlikname" başlıklı protokol düzenlenerek temlik konusu alacağın tekrar davacıya döndüğü, protokol tarihinden sonra davanın davacı şirket tarafından takip edildiği, yapılan yargılama sonunda davanın sıfat yokluğundan reddedildiği, davacının temyizi üzerine Dairemizin 10.07.2012 tarih ve 2011/3955 Esas, 2012/5250 Karar sayılı ilâmı ile kararın onandığı, davacının karar düzeltme talebinin de Dairemizin 25.03.2013 tarih, 2012/6817 Esas, 2013/2030 Karar sayılı ilâmıyla reddedildiği, kararın kesinleştiği 20.03.2013 tarihinden itibaren 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 137. maddesinde öngörülen 60 günlük ek süre içinde 15.05.2013 tarihinde davacının davalı hakkında dava konusu alacakla ilgili olarak Ankara 15. İcra Müdürlüğü'nün 2013/7.82 Esas sayılı dosyası ile icra takibine geçtiği, itiraz üzerine takibin durduğu, 09.10.2013 tarihinde eldeki itirazın iptâli davasının açıldığı anlaşılmıştır.

Temlik alan tarafından açılan ve davacı tarafından sürdürülen alacak davası sıfat yokluğundan reddedildiğinden ve red gerekçesine göre eldeki itirazın iptâli davasına konu olan icra takibi BK'nın 137. maddesinde öngörülen 60 günlük ek süre içinde yapılmış bulunduğundan davacı vekilinin karar düzeltme talebi yerinde görülerek Dairemizin onama ilâmı kaldırılmış, mahkemece davalının zamanaşımı def'inin reddedilerek işin esası incelenmek, taraf delilleri toplanarak ve değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre karar verilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 23.10.2015 tarihli ve 2015/609 E., 2015/668 K. sayılı kararı ile; BK’nın 137. maddesindeki (TBK’nın 158. maddesi) altmış günlük ek süreden; ilk dava yetkisizlik veya görevsizlik ya da zamanından önce açılmış olması nedeniyle veya düzeltilebilecek ve şekle ilişkin bir noksanlık nedeniyle reddedilmişse yararlanılabileceği, davanın husumet yönünden reddinde BK’nın 137. maddesinin uygulanamayacağı, maddenin aynı kimsenin açtığı ve bu maddede sayılan nedenlerle reddedilen davalara ilişkin olduğu, mahkemenin kesinleşen 2006/205 E., 2010/618 K. sayılı dosyasında Nazif Serdar D.'ın, davacı ile imzaladığı 18.11.2005 tarihli temliknameye dayanarak davalı aleyhine alacak davası açtığı, yargılama sırasında Nazif Serdar D. ile davacı şirket arasında düzenlenen 20.03.2007 tarihli iade temliknamesi ile davacı şirketin temlik alan sıfatıyla davayı sürdürmek istediği, mahkemenin ret gerekçesinde de belirtildiği üzere Nazif Serdar D.'ın sözleşmedeki temlik yasağı nedeniyle dava açma hakkının ve taraf sıfatının bulunmadığı, davayı açan Nazif Serdar D.'ın usulüne uygun bir temliknamesi olmadığından davacı şirkete yapılan iade temlik de geçersiz olduğundan davanın sıfat yönünden reddedildiği, Nazif Serdar D.'ın usulüne uygun temliknamesinin olmadığının açık olduğu, husumet yönünden ret kararı verilen davada davacının Nazif Serdar D., davalının Di..ün İnşaat Doğalgaz…Tic. Ltd. Şti. olduğu, De.ay Telekomünikasyon İnşaat…San. ve Tic. Ltd. Şti.'nin ise temlik alan sıfatının geçersiz olduğu, işbu davanın De.ay Telekomünikasyon İnşaat…San. ve Tic. Ltd. Şti. tarafından Di..ün İnşaat Doğalgaz…Tic. Ltd. Şti.'ne karşı açıldığı ve tarafları aynı olan davadan söz edilemeyeceği, bu hâliyle davacının BK’nın 137. maddesindeki (TBK 158. maddesi) ek süreden yararlanamayacağı, dava konusu olayda faturaların 2005 yılı içinde düzenlendiği ve feshin ileri sürüldüğü, takip tarihi 2013 yılı itibariyle beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, sıfat yönünden ret kararı verilen mahkemenin 2006/205E., 2010/618 K. sayılı kararının zamanaşımını kesici nitelikte sayılamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıdan 18.11.2005 tarihli temlikname ile alacağı temlik alan üçüncü kişi Nazif Serdar D. tarafından 19.04.2006 tarihinde davalı hakkında açılan, ancak yargılama sırasında davacı ile davalının imzaladığı 24.01.2005 tarihli sözleşmenin 35/son maddesinde temlik yasağı bulunması nedeniyle 20.03.2007 tarihli temlik iadesine dair temlikname ile temlik konusu alacağın tekrar davacıya dönmesi sonucu davacı tarafından takip edilen ve sıfat yokluğundan ret kararı verilerek 25.03.2013 tarihinde kesinleşen Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2006/205 E., 2010/618 K. sayılı davasından sonra, davacı tarafça alacağının tahsili için 15.05.2013 tarihinde davalı aleyhine başlatılan icra takibine itirazın iptali istemiyle açılan eldeki davada; davacının TBK’nın 158. maddesinde (BK’nın 137. maddesi) öngörülen altmış günlük ek süreden yararlanıp yararlanamayacağı, dolayısıyla bu davanın zamanaşımı süresi sona ermeden açılıp açılmadığı, davalının zamanaşımı def’inin reddi ile işin esasının incelenmesinin gerekli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.

13. Bilindiği üzere sözleşme; hukukî bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarının uyuşmasını ifade eder. Borç doğuran sözleşmelerden birisi olan “Eser sözleşmesi’’ ise; sözleşmenin imzalandığı ve uyuşmazlığın ortaya çıktığı tarihte yürürlükte bulunan ve somut olayda uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 355. maddesinde “istisna akdi” olarak adlandırılmış olup, “İstisna bir akittir ki onunla bir taraf (müteahhit), diğer tarafın (iş sahibi) vermeği taahhüt eylediği semen mukabilinde bir şey imalini iltizam eder” şeklinde ifade edilmiş; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 470. maddesinde de, "Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir” şeklinde tanımlanmıştır.

14. Taraflara karşılıklı borç yükleyen eser sözleşmesinde; yüklenici, iş sahibine karşı yüklendiği özen borcu nedeniyle eseri yasa ve sözleşme hükümlerine, fen, teknik ve sanat kurallarına uygun olarak yaparak ve zamanında tamamlayarak iş sahibine teslim etmekle, iş sahibi de bu çalışma karşılığında yükleniciye bedel ödemekle yükümlüdür.

15. Bu arada “alacağın temliki” konusuna değinmekte fayda bulunmaktadır. Alacağın temliki (devri), mevcut bir alacağın alacaklısının değişmesi işlemidir. Alacaklının bir borç ilişkisinden doğan alacağını borçlunun rızasına gerek olmadan bir sözleşmeye dayanarak üçüncü bir kişiye devretmesine alacağın temliki adı verilir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara 2017, s.1248). Alacağın temliki ile borç münasebetinde alacaklının şahsında bir değişiklik vuku bulmakta, eski alacaklının (temlik edenin) yerini yeni alacaklı (temellük eden) almaktadır.

16. Borçlar Kanunu’nun alacağın rızai temlikine, başka bir anlatımla iradi devrine ilişkin 162. maddesinde (TBK m.183);

“Kanun veya akit ile veya işin mahiyeti icabı olarak menedilmiş olmadıkça borçlunun rızasını aramaksızın alacaklı, alacağını üçüncü bir şahsa temlik edebilir.

Borçlu, alacağın temlik edilmemesi şart edilmiş olduğunu bu şartı ihtiva etmeyen bir ikrarı bilkitabeye istinat ile, alacağını temellük eden üçüncü bir şahsa karşı iddia edemez” düzenlemesine yer verilmiştir.

17. Kural olarak, bütün alacaklar temlik edilebilir. Böylece hâlen iktisap edilmiş (kazanılmış) bir alacak kadar ileride iktisap olunacak bir alacak da; keza muaccel bir alacak kadar bir vadeye veya şarta bağlanmış olan alacaklar da temlik olunabilir. Alacağın hukukî muameleden, haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden veya doğrudan doğruya kanundan doğmuş olmasının da bir önemi yoktur. Nitekim aynı hususlar, Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2019 tarihli ve 2017/11-2630 E., 2019/328 K. sayılı kararında da açıklanmıştır.

18. Borçlar Kanunu’nun 162. maddesinde bazı alacakların temlikine izin verilmemiştir. Devri caiz olmayan alacaklar kanundan, sözleşmeden veya işin niteliğinden doğmaktadır. Devri, sözleşme ile menedilmiş alacaklarda; alacaklı ve borçlu anlaşarak, kısmen veya tamamen belli kişilere karşı veya belli bir süre ile sınırlı olarak alacağın devrini menedebilir. Bu sözleşme, şekle bağlı değildir. Ancak üçüncü şahıslara karşı ileri sürülebilmesi için, devir yasağının yazılı olması ve bu şartın borç senedinde belirtilmiş olması gerekir (Feyzioğlu, F. N.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. II, İstanbul 1977, s.631,632). Devri caiz olmayan bir alacak hakkında yapılan temlik işlemi ilke olarak geçersiz olup; böyle bir devir sadece borçlu karşısında değil, temlik edenle temlik alan arasında da hüküm ve sonuç doğurmaz. Sözleşmede temlik yasağı bulunması ya da borçlunun rızasına bağlanmış olup, borçlunun rızasının bulunmaması hâlinde alacağın temliki borçluya karşı ileri sürülemez.

19. Uyuşmazlığın çözümü için “zamanaşımı” ve “davanın reddinde ek süre” ile ilgili hükümlere de değinmek gereklidir. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalınması anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle zamanaşımı bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır (Hukuk Genel Kurulunun 17.10.2019 tarihli ve 2019/11-327 E., 2019/1072 K. sayılı kararı).

20. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilâflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def'ide bulunması gerekir. Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulamalarına göre, zamanaşımı hukukî niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır. Nitekim bu ilkelere Hukuk Genel Kurulunun 04.03.2021 tarihli ve 2020/(21)-10-196 E., 2021/195 K. sayılı kararında da değinilmiştir.

21. Bir alacağın zamanaşımına uğraması için aranan şartları iki grupta toplamak mümkündür. Şöyle ki; alacak zamanaşımına tabi olmalıdır ve zamanaşımı süresi geçmelidir (Oğuzman, M. K./ Öz, M. T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. I, İstanbul 2015, s.583). BK'nın 125. maddesine göre “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.” TBK'nın 146. maddesinde de benzer bir düzenleme ile, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir” hükmüne yer verilmiştir. Kanun koyucu hem BK'nın 125. maddesi hem de TBK'nın 146. maddesi ile alacak haklarının tabi olacağı genel zamanaşımı süresini düzenlemiş olup, aksine yasal düzenleme olmayan hâllerde on yıllık sürenin uygulanması gerektiği açıktır. Aksine hükmün bulunduğu hâllerden birisi BK’nın 126. maddesinde düzenlenen beş yıllık zamanaşımı süresidir. 01.01.1957 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun ile BK’nın 126’ıncı maddesine eklenen 4. bentteki düzenleme gereğince yüklenicinin kasıt veya ağır kusuru ile akdi hiç veya gereği gibi yerine getirmemiş ve bilhassa ayıplı malzeme kullanmış veya ayıplı bir iş meydana getirmiş olması sebebiyle açılacak davalar hariç olmak üzere, eser sözleşmesinden doğan tüm davalar beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

22. Borçlar Kanunu’nun 128. maddesine göre zamanaşımı süresi, alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren işlemeye başlar. BK’nın 74. maddesi (TBK m. 90) uyarınca ifa zamanı taraflarca kararlaştırılmadıkça veya hukukî ilişkinin özelliğinden anlaşılmadıkça her borç, doğumu anında muaccel olur. Sözleşmeden doğan borçlarda zamanaşımının işlemeye başlaması için alacağın muaccel (istenebilir) olması yeterlidir. Alacaklı, alacağının varlığından haberdar olmasa dahi, alacağın muaccel olmasıyla birlikte zamanaşımı süresi işler. Borcun ifası bir süreye bağlanmışsa, alacak sürenin dolması ve ifa gününün gelmesiyle muaccel olur, o günden itibaren de zamanaşımı işler. Alacağın muacceliyeti, alacaklının bir bildirimine (ihbarına) bağlı ise, zamanaşımı bu bildirimin yapıldığı günden itibaren işlemeye başlar (BK m. 128; TBK m. 149/2).

23. Zamanaşımı süresi işlemeye başladıktan sonra borçlunun bazı eylemleri borçla ilişkisinin devam ettiğini ve bu ilişkiyi devam ettirdiğini, alacaklının bazı eylemleri ise alacakla ilişkisinin devam ettiği ve hakkının peşinde olduğunu ortaya koyabilir. Bu eylemlere rağmen, zamanaşımı süresinin işlemeye devam ettiğini ve borcu sona erdirdiğini kabul etmek güçtür. Bunun dışında bazı alacakların nitelikleri ya da alacaklı ile borçlu arasındaki ilişkinin özel niteliği zamanaşımı süresinin işlemesini haklı göstermeyebilir. Bu mantıktan hareket eden Borçlar Kanunumuz, zamanaşımını durduran ve kesen sebeplere yer vermiştir (Kılıçoğlu, M. A.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2005, s.651).

24. Zamanaşımının durması demek, o ana kadar işlemiş olan zamanaşımı süresinin işlediği noktada durması, buna yol açan sebebin ortadan kalktığı andan itibaren kaldığı yerden işlemeye devam etmesi demektir. Zamanaşımının kesilmesi (kat'ı) ise, borçlunun veya alacaklının ya da hâkimin belli fiillerinin sonucu olarak işlemiş bulunan zamanaşımı süresinin yanması ve kesilmeye neden olan olaydan itibaren yeni bir zamanaşımı süresinin işlemeye başlamasıdır. Zamanaşımının kesilmesi için, zamanaşımının işlemekte olması gerekir. Zamanaşımı süresi dolmuşsa, zamanaşımının kesilmesi söz konusu olmaz. Zamanaşımını kesen sebepler BK’nın 133. ve 136. maddelerinde (TBK m. 154 ve 157) gösterilmiştir. Bu maddelere göre zamanaşımı: borçlunun bir fiili ile; alacaklının bir fiili ile; yargılama ve takibe ilişkin bir işlemle; yargıcın emir ve hükmüyle kesilebilir.

25. Zamanaşımını kesen dava veya def’i, sonuçta yargıç tarafından kabul edilmiş olan davayı veya def’i ifade eder. Yoksa reddedilen bir davanın veya def’in zamanaşımını kesen etkisinden söz edilemez. Davanın veya def’in mahkemece reddedilmesi tamamen usulî bir sebepten ileri gelmiş ve asıl hakkın reddini kapsamamış olsa bile çözüm tarzı aynıdır. Yani usulî bir sebeple de olsa, sonuçta reddedilen bir dava veya def’i zamanaşımını kesmiş olmayacağı gibi, yeni bir zamanaşımı süresinin işlemesine de esas olamaz. Bu çözüm tarzı alacaklı için bir noktada tehlike arz eder. Farzedelim ki dava, zamanaşımı süresi dolmadan önce, fakat yetkisiz bir mahkemede açılmıştır. O takdirde davanın yetkisizlik sebebiyle reddi gerekir. Oysa, yetkisizlik kararının kesinleşmesine kadar geçecek zaman içinde, zamanaşımı süresinin dolmuş olması mümkündür. Alacaklının böyle bir durum karşısında dava hakkını kaybetme tehlikesine uğraması adalete uygun düşmez. İşte Kanunun 137’inci maddesi, bazı usul yanlışlıkları yüzünden davanın reddedilmesinden doğabilecek bu tür adaletsizliklere meydan vermemek için düzenlenmiştir (Akman S./Burcuoğlu H./Altop A./Tekinay S.S.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 1067-1068).

26. Borçlar Kanunu’nun “Davanın reddi hâlinde munzam müddet” başlıklı 137. maddesindeki; “Dava veya defi, vazıyed eden hakimin salahiyeti olmaması veya tamiri kabil ve şekle müteallik bir noksan veya vaktinden evvel ikame edilmiş olması sebebi ile reddolunmuş olupta arada müruru zaman müddeti hitam bulmuş ise alacaklı hakkını talep etmek için altmış günlük munzam bir müddetten istifade eder” hükmü gereğince; davanın reddi, mahkemenin yetkisizliğinden ya da görevsizliğinden, tamiri kabil bir şekil eksikliğinden ya da vaktinden önce açılmış olmasından ileri gelmiş ve bu arada zamanaşımı süresi dolmuş ise, alacaklı hakkını talep etmek için altmış günlük ek bir süreden faydalanır. Aynı maddenin TBK’daki karşılığı “Davanın reddinde ek süre” başlığı altındaki 158. maddesine göre ise; dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da, o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir. TBK’nın 158. maddesinde yapılan arılaştırma dışında, maddede, BK’nın 137. maddesine göre bir değişiklik bulunmamakla birlikte; BK’nın 137. maddesinde, hak düşürücü süre bakımından bir açıklık yok iken, TBK’nın 158. maddesi ile altmış günlük ek süreye ilişkin kuralın, hem zamanaşımı hem de hak düşürücü süre bakımından uygulanacağı kabul edilmiştir.

27. Borçlar Kanunu’nun 137. maddesinde hangi hâllerde zamanaşımına ilaveten altmış günlük munzam müddetten yararlanılacağı sınırlı bir biçimde sayılmış, ayrıca sayılan hususlardan dolayı daha önce davanın reddedilmiş olması koşulu öngörülmüştür. Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 tarihli ve 2013/9-1559 E., 2013/1461 K. sayılı kararı ile Hukuk Genel Kurulunun 26.06.2013 tarihli ve 2012/9-1924 E., 2013/882 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

28. Öte yandan Hukuk Genel Kurulunun 16.12.1967 tarihli ve 1967/3-413 E., 1967/623 K. sayılı kararında; “…Kanun koyucu evvelki davanın husumet bakımından reddedilmiş olması durumunu, 60 günlük sürenin uygulanmasını gerektiren sebepler arasında saymamıştır. 137. madde taraflar değişmeden, hâkimin yetkili olmaması, tamiri kabil şekle müteallik bir noksanlık bulunması, vaktinden evvel açılması sebebiyle davanın reddi hâlinde, bu arada tamamlanan zamanaşımı süresinin alacaklı aleyhine bir sonuç doğurmamasını hedef tutmaktadır. Yanlış hasım gösterilerek açılan dava Borçlar Kanununun 133. maddesinin 2. bendi uyarınca, hakiki hasma karşı zamanaşımını kesen bir sebep olamaz. 137. maddeyi, metninden anlaşıldığı üzere sınırlandırılan sebeplere, hakiki hasım için mütalaa etmek gerekir.” şeklinde karar verilerek davanın husumet nedeniyle reddedilmesi hâlinde, munzam sürenin uygulanmayacağı açıkça belirtilmiştir.

29. Kısaca özetlemek gerekir ise; BK’nın 137. maddesindeki altmış günlük ek süre istisnaî bir imkân olup, maddede sınırlı (tahdîdî) olarak sayılan hâllere özgüdür. Husumet yönünden reddedilen bir dava, davacıya sonradan gerçek hasım aleyhine açılacak dava için, BK’nın 137. maddesindeki ek süreden yararlanma olanağı vermemektedir.

30. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının 15.05.2013 tarihinde 2005 yılında düzenlediği faturalarını dayanak göstererek icra takibi başlattığı; davalının 16.08.2005 tarihli ihtarnamesinde davacıdan eksik işlerin üç gün içinde tamamlanmasını istediği, aksi hâlde sözleşmeyi feshedeceğini bildirdiği, 13.10.2005 tarihli ihtarnamesinde de benzer beyanlarda bulunduğu; davacı tarafından da yargılama sırasında 2005 yılından sonra işe devam edildiğine yönelik bir iddianın ileri sürülmediği anlaşıldığından, takip ve dava tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin sona erdiği açıktır.

31. Bu durumda davalının taşeronu olarak 24.01.2005 tarihli sözleşmede kararlaştırılan imalatların yapımını üstlenen davacıdan alacağını temlik alan Nazif Serdar D. tarafından davalı aleyhine açılan, ancak yargılamanın devamı sırasında 24.01.2005 tarihli sözleşmenin 35/son maddesinde düzenlenen temlik yasağı nedeniyle davacı şirketin, temlik alacaklısı ile imzaladığı 20.03.2007 tarihli “Temlik İadesine Dair Temlikname” başlıklı protokol gereğince temlik konusu alacağın tekrar davacıya dönmesi sonucu, davacı tarafından takip edilen ve sıfat yokluğundan ret kararı verilerek kanun yollarından geçmek suretiyle kesinleşen Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2006/205 E., 2010/618 K. sayılı dosyası BK’nın 133. maddesi uyarınca zamanaşımını kesen nedenler arasında bulunmadığından ve davanın husumet yönünden reddinde davacı tarafın BK’nın 137. maddesinde düzenlenen altmış günlük ek süreden yararlanmasından söz edilemeyeceğinden, mahkemece verilen direnme kararı yerinde ve doğru olmuştur.

32. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 03.06.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

BİLGİ : “Hasım eksikliği nedeniyle usulden red kararı verilirse TBK 158 hükmündeki ek süre uygulanabilir” şeklindeki Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 07 Aralık 2020 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/hasim-eksikligi-nedeniyle-usulden-red-karari-verilirse-tbk-158-hukmundeki-ek-sure-uygulanabilir