DELİLLER ISLAH YOLUYLA DÜZELTİLEBİLİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


13 Ara
2018

Yazdır

T.C.
YARGITAY 
1. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2018/4576
KARAR NO    : 2018/14351

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A

 Y A R G I T A Y   İ L A M I

DAVA TÜRÜ          : TAPU  İPTALİ  VE  TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Aysun Işık'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacılar, mirasbırakan İbrahim A.'ın 447 ada 1, 5, 7 ve 8 parsel sayılı taşınmazlarını muvazaalı olarak satış yolu ile davalılara temlik ettiğini, 449 ada 1 parseli ise dava dışı İlyas K.'e temlik ettiğini ve satış bedelini davalıların aldığını ileri sürerek, 447 ada 1, 5, 7 ve 8 parsel sayılı taşınmazların davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini, diğer parselin ise bedelinin tespit edilerek davalılardan tahsilini istemişler, 15.07.2014 havale tarihli dilekçelerinde ise, dava konusu taşınmazlara ek olarak 448 ada 1, 2, 3, 4 ve 5 parsel sayılı taşınmazlar ile 449 ada 5 parsel sayılı taşınmazların satış bedellerinin tespiti ile miras payları oranında davalılardan tahsilini istemişlerdir

Davalılar, dava konusu imar parsellerinin geldisi olan 85 ada 245 kadastral parselde kendilerinin de payı olduğunu, son 5 yılda durumu iyice kötüleşen, yatalak hale gelen mirasbırakana ölene kadar baktıklarını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, iddianın sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan İbrahim A.'ın 21.07.2012 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak çocukları ve torunları olan davacılar ile davalı oğlu Hayrettin ve dava dışı çocuklarını bıraktığı, murisin 85 ada 245 kadastral parselde payının bir kısmı olan 80/320 oranındaki payı 15.12.2005 tarihinde gelini davalı Sebile'ye satış yoluyla temlik ettiği, Sebile'nin iş bu payı 13.12.2007 tarihinde diğer davalı Hayrettin'e yine satış yolu ile devrettiği parselin 09.09.2008 tarihinde imar gördüğü, 447, 448 ve 449 adadan oluşan 24 parsele ayrıldığı, 447 ada 1 ve 5 parsel sayılı taşınmazlar ile 449 ada 1 parsel sayılı taşınmazın bu imar işlemi sonucu mirasbırakan adına tescil edildiği 447 ada 7 ve 8 parsel sayılı taşınmazların ise kök parseldeki payına karşılık doğrudan Hayrettin adına tescil olunduğu, mirasbırakanın 447 ada 1 parsel sayılı taşınmazın tamamını 23.03.2009 tarihinde Hayrettin'e satış yolu ile temlik ettiği, Hayrettin'in 07.09.2009 tarihinde 58/408 payı mirasbırakana, mirasbırakanın bu payı yeniden 18.05.2012 tarihinde satış işlemi ile Hayrettin'e devri ile Hayrettin'in taşınmazda tam malik olduğu, 447 ada 5 parsel sayılı taşınmazı Hayrettin'e, Hayrettin'in tekrar mirasbırakana devrettiği, en son 11.11.2011 tarihinde mirasbırakanın Sebile'ye satış yolu ile temlik ettiği, 449 ada 1 parsel sayılı taşınmazın ise mirasbırakan tarafından 18.05.2011 tarihinde Hayrettin'e, Hayrettin'in de 07.06.2012 tarihinde dava dışı İlyas K.'e satış yolu ile devrettiği anlaşılmıştır.

Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. 

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olayda, davalıların, mirasbırakanın yaşamı boyunca tüm ihtiyaçlarını karşıladıklarını, özellikle durumu son 5 yılda iyice kötüleşen, yatalak olan mirasbırakana ölene kadar bakmaları nedeniyle minnet duygusu ile taşınmazın kendilerine temlik edildiğini savundukları, özellikle mirasbırakanın dava dışı oğlu İrfan'ın tanık sıfatıyla verdiği ifadesinde "... babam sağlığında 2006-2007 yıllarında yerleri bölüştürdü, bana 2008 yılında bir arsa verdi, en küçük arsa da benim oldu, bildiğim kadarı ile davacıya 7 adet arsa verdi, kızlar da dahil olmak üzere diğer tüm çocuklarına ise birer arsa verdi, babam ölmeden önceki 5 yıl içerisinde çok hastaydı, 5 yıl altından alındı, ihtiyaçlarını İbrahim gördü, babam en küçük rahatsızlığında hastaneye gitmeyi severdi, İbrahim her gün bazen günde iki defa onu hastaneye götürürdü, bir hafta kadar da yoğun bakımda kaldı ve sonunda da vefat etti, sağlık güvencesi de vardı, yeşil kartı vardı, sonrasında yeşil kartını iptali etti, Hayrettin'in sağlık güvencesinden yararlandı, ancak hastanelere gidip gelmeler sırasında masraflar olmuş olabilir, ben Hayrettin'le beraber 3 ay babama baktım, ancak diğer kardeşlerim hiç bakmadı, ziyaret bile etmediler, ben babamın rahatsız olduğunu söylememe rağmen kayıtsız kaldılar, babamın çocuklarına kızgın olduğunu, kalan taşınmazları Hayrettin'e devredeceğini hissediyordum, bu nedenle babamı kardeşler arasında doğru olmaz, sorun çıkar diye de uyardım, ancak bana küfretti ve yine dediğini yaptı, devirler sırasında Hayretin'den para aldı mı aldı ise ne kadar aldı hiç bilemiyorum, babamın yeşil kartlı olması sebebi ile taşınmazları Hayrettin'e devrettiğini tahmin ediyorum ama kesin bir şey de bilmiyorum, Hayrettin'in dava konusu taşınmazları alabilecek ekonomik gücü yoktur, amcam miras hakkının karşılığı olan Terme'deki arsalardan hakkından vazgeçerken, babama o arsaların Hayrettin'e devredilmesi şartını koşmuş, belki de bu devirlen ondan kaynaklanmıştır, ortada gerçek bir satış olduğunu düşünmüyorum, babam Hayrettin'e duyduğu minnettarlık ve kardeşlerime duyduğu kızgınlık sebebi ile öyle yapmış da olabilir", beyanlarından ve tüm dosya kapsamından davalıların gerçekten de durumu giderek ağırlaşan, sürekli tedavi gören mirasbırakanı hastane hastane dolaştırdıkları, davalı Hayrettin'in bu hastalıklar ile uğraşabilmek için işinden ayrıldığı ve ölene kadar bakımını üstlendiği sabittir.

Hemen belirtilmelidir ki; satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin (bir başka ifade ile malın bedelinin) ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet ya da emek de olabileceği kabul edilmelidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 29.4.2009 günlü 2009/1-130 sayılı kararı). Esasen, yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 günlü 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında mirasbırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir. Başka bir ifade ile murisin iradesi önem taşır. Muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda HMK 190. madde ve TMK. 6 madde gereğince herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Davacıların bu iddialarını ispatladıklarını söylemek mümkün değildir.

O halde, yukarıda değinilen somut olgular, açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde mirasbırakan İbrahim A.'ın gerçek irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmadığı, kendisine özenle bakan oğlu ve gelini davalılara duyduğu minnet duyguları ile çekişmeli taşınmazları temlik ettiği, temlikin, bakım, hizmet ve emek karşılığı gerçekleştirildiği kabul edilmelidir.

Öte yandan, başta dava konusu edilmeyen sonrasında ıslah yolu ile davaya ithal edilen 6 adet taşınmazın mahkemece kabul kapsamına alınması doğru değildir. Şöyle ki, Yargıtay Genel Kurulu'nun 29.06.2011 tarih ve 2011/1-364 Esas ve 2011/453 Karar sayılı ilamında da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere "...hiç dava konusu edilmemiş bir unsurun, başka dava konularına ilişkin davada ıslah yoluyla davaya dahil edilip edilemeyeceğinin; eş söyleyişle, sadece bir konu hakkında dava açılmışken, bu dava konusundan farklı dava konularının ıslah yoluyla eldeki davaya dahiline olanak bulunup bulunmadığının; böyle bir durumda, ilk dava konusu edilen yönünden açılan davanın kısmi dava, daha sonra başka dava konuları için ileri sürülen talebin de bunun ıslahı olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğinin, ayrıca irdelenmesi gerekir. 

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında da, bu husus öncelikle ve özellikle tartışılmış; daha somut ifadeyle, ketmi verese iddiasına dayalı eldeki dava yönünden ilk önce tek taşınmaz dava edilmişken, sonradan dört parça taşınmazın ıslah yoluyla “dava konusu” haline getirilip getirilemeyeceği üzerinde durulmuştur. 

Vurgulamakta yarar vardır ki, kısmi bir dava açılmışsa, bu davanın kalan kısmı yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde ıslaha konu olabilecektir. 

Ancak bir dava konusu bizatihi kendisi davayı oluşturuyor ise, burada kısmi dava bulunmadığından ıslah edilebilecek bir dava da bulunmamaktadır (Örn. Bir taşınmazın tamamı hakkında iptal ve tescil istemiyle açılan davada, davanın konusunu bu taşınmazın bizatihi kendisi teşkil etmekle, bu taşınmazdan başka bir taşınmaz davaya dahil edilmek istenirse bu halde ıslah söz konusu olamayacaktır) . 

Eğer bir davanın konusunu teşkil eden taleplerden sadece bir bölümü istenmiş ve kısmi davaya konu edilmişse daha sonra kalan bölümü için ıslah söz konusu olabilecektir (Örn.Bir taşınmaza el atma nedeniyle istenen tazminat miktarının kısmen talep edilip, daha sonra ıslaha konu edilmesi, bir taşınmazın bir bölümü dava edilmişken diğer bölümünün de ıslahen dava edilmesi gibi). 

Şu hale göre kural olarak; dava açıldıktan sonra sebebinde, konusunda, delillerde ve diğer hususlarda usulüne ilişkin işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi mümkün olduğu gibi davanın konusunda da ıslah mümkündür. Nitekim, HUMK’ nun 185. maddesinin 2. bendinde de davacının karşı tarafın rızası olmaksızın ıslah yoluyla davasının mahiyetini tebdil edebileceği kabul edilmiştir.

Ne var ki, açıklanan tüm hükümler göstermektedir ki, ıslahla kastedilen dava konusu edilen hususların genişletilmesi veya değiştirilmesidir. 

Dava konusu edilmeyen bir şeyin ıslah yoluyla davaya ithaline ve dava konusu haline getirilmesine yasal açıdan olanak bulunmamaktadır."

Islah dilekçesi ile belirtilen taşınmazlara ilişkin olarak usulüne göre açılmış ve harçlandırılmış bir dava da bulunmamaktadır.

Hâl böyle olunca, ilk dava konusu 5 taşınmaz hakkında davanın reddine karar verilmesi, sonradan eklenen taşınmazların ise yargılamaya dahil edilmemesi gerekirken, usulde ve delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Davalıların yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan                Üye                   Üye                 Üye                Üye
A. S. TOGAY        F. AKBABA      R. ÜLGER      T. T. GENÇ     İ. AYSAL

İÇTİHAT YORUMU : 
"... taraflar ıslahla ancak davada dayandıkları vakıaları ve buna bağlı olan talep sonucunu genişletip değiştirebilirler, bunun dışında bir usûl işleminde düzeltme yapamazlar. Ayrıca dilekçede delillerin nasıl ve ne zamana kadar belirtileceği ve sunulacağı konusunda da Kanun’da özel hükümler ve sınırlamalar mevcuttur (örneğin, m. 119/1-f, 121, 129/1-e, 129/2, 140/5, 145). Bu çerçevede kanunda belirtilen süre ve şekil dışında delil bildirmek, delilleri değiştirmek veya düzeltmek mümkün değildir. Deliller bakımından bazı konularda da, hâkimin kendiliğinden delillere başvurması mümkün olduğundan zaten bir sınırlamadan ve bunun aşılmasından söz edilemez (örneğin, bilirkişi bakımından m. 266, c. 1; keşif bakımından m. 288/1, c. 2). Bunun dışında vakıaları değiştirmeden delil değiştirmek veya yeni delil ileri sürmek vs. mümkün değildir veya tersinden vakıalar değişiyorsa ona bağlı olarak deliller de değişecektir. Yine m. 141/2 hükmü de dikkate alındığında, ıslahın iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının istisnası dışında bir işlevi bulunmamaktadır. Bu sebeple ıslahı sanki tüm taraf usûl işlemlerinde düzeltmeye imkân tanıyan bir yolmuş gibi ifade etmek, amaç bu olmasa da doğru değildir ve bu şekilde bir tanımlama yanıltıcı olacağı gibi, bazen de bu yanlış tanımlamadan hareketle aslında mümkün olmadığı hâlde ıslaha başvurulması veya ıslah üzerinde tartışmalar yapılması sonucunu doğuracaktır. Nitekim, zaman zaman uygulamada ve yargı kararlarında bu yanlışlığa düşüldüğü görülmekte, aslında ıslaha gerek olmayan veya ıslahın mümkün olmadığı hâllerde de ıslahla her taraf usûl işlemi düzeltilebilir anlayışıyla ıslaha başvurulabilmektedir." (ÖZEKES, Muhammet, Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku, 15. Bası, C: II, İstanbul, 2017, s. 1488, 1489)