DEVAM EDEN EYLEMLER BAKIMINDAN MAHKEMECE VERİLEN ÖNCEKİ DAVADAKİ KARAR KESİN HÜKÜM TEŞKİL ETMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


28 Mar
2018

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/14-2268
KARAR NO   : 2017/2020

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           : 
Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (Tüketici Mahkemesi sıfatıyla)
TARİHİ                     : 09/09/2015
NUMARASI             : 2015/371 - 2015/485
DAVACI                   : S.O. vekili Av. M.D. ve Av. E.D.
DAVALI                   : 1- A.E.
                                  2- Z.E.M. vekili Av. E.D.K.
                                  3- O..B.vekili Av. B.S.
                                  4- H. O. vekili Av. H.K.

Taraflar arasında görülen “tapu iptali ve tescil terditli olarak tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Muğla Asliye Hukuk Mahkemesince (Tüketici Mahkemesi sıfatıyla) davanın reddine dair verilen 10.06.2014 gün ve 2013/811 E. ve 2014/324 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 17.03.2015 gün ve 2014/16080 E. 2015/2946 K. sayılı kararı ile:

“… Dava, yüklenicinin temliki işlemine dayalı tapu iptali ve tescil, ikinci kademede tazminat isteğine ilişkindir. 

Davalı arsa sahibi mirasçıları, Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/6.5 Esas 2013/3. Karar sayılı ilamının kesin hüküm oluşturduğunu, dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddi gerektiğini, tescil isteme hakkının oluşmadığını, bedel yönünden de husumet yokluğu nedeniyle reddi gerektiğini savunmuşlardır.

Mahkemece, davalı yüklenici Hüseyin O. ile davalı arsa sahibi mirasçılarına karşı açılan tapu iptali ve tescil talebinin kesin hükmün varlığı nedeniyle reddine, davacının davalı arsa sahibi mirasçıları aleyhine açmış oldukları alacak talebinin bu davalılar yönünden husumet yokluğu nedeniyle reddine, davalı yüklenici Hüseyin O.'a yönelik açılan alacak talebinin ise yargılama esnasında ayrılmasına karar verilmiştir.                                                     

Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir. 

Hukuk düzeninde istikrar sağlama amacı taşıyan kesin hüküm, hükme karşı yasa yollarının tükenmesi (şekli anlamda kesin hüküm) ve taraflar arasındaki hukuki ilişkinin bir daha dava konusu yapılmaması (maddi anlamda kesin hüküm) şeklinde hukuk yargılama sistemimizde yer almaktadır. 

Şekli anlamda kesinleşmeyi zorunlu kılan, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin yeniden dava konusu yapılamaması amacını güden maddi anlamda kesin hüküm 6100 sayılı HMK’nun 303. maddesinde düzenlenmiştir.

Anılan maddeye göre bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın, taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.

Öte yandan, arsa sahipleri ile aralarında arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi bulunan yüklenicinin şahsi hakkını üçüncü kişiye devretmesi (temlik etmesi) halinde üçüncü kişinin ifa talep edip edemeyeceğinin saptanmasında öncelikle yüklenicinin edimini (eseri meydana getirme ve teslim borcunu) yerine getirip getirmediğinin, ardından sözleşme hükümlerindeki diğer borçlarını ifa edip etmediğinin açıklığa kavuşturulması zorunludur. 

Burada yüklenicinin eser sözleşmesinden kaynaklanan borçlarının neler olduğuna ilişkin bazı açıklamaların yapılması gerekmektedir. Genel olarak eser sözleşmelerinde yüklenici, belli bir eseri meydana getirerek onu iş sahibine teslim etmeyi taahhüt eder. Eser sözleşmelerinde yüklenicinin "eseri meydana getirme borcu" dayanağını Türk Borçlar Kanununun 470. maddesinden alır. Anılan hükme göre; “eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir." 

Bir iş görerek eseri meydana getirmek ve meydana getirilen eseri iş sahibine teslim etmek (arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde, binayı sözleşmeye, amacına ve fen ve sanat kurallarına uygun şekilde imal ederek arsa sahibine teslim etmek) yüklenicinin ana borcudur. Kural olarak da aslolan sözleşmenin kararlaştırıldığı şekilde eksiksiz ifasıdır. Aksi halde, sözleşmeden beklenen yararlar dengesi bir taraf aleyhine bozulur. Böyle bir durumda da yüklenici edimini yerine getirmiş kabul edilemez. 

Yukarıda belirtilen ilkeler ve yapılan açıklamaların ışığında somut olaya gelince; arsa sahibi ile yüklenici arasında 19.10.1990 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapılmış, davacı harici şekilde düzenlenmiş sözleşme ile dava konusu daireyi yükleniciden satın almıştır. Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/6.5 Esas, 2013/3. Karar sayılı dosyasında dosyamız davacısının da içinde bulunduğu davacılar tarafından aynı davalılar hakkında dava konusu dairenin tapusunun iptali için aynı hukuki sebebe dayalı açılan davada fen ve imar kurallarına uygun olarak imal edilme ediminin yerine getirilmediği, inşaatın kabul edilebilir seviyeye getirilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ve verilen hüküm Dairemizin temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. 

Mahkemece, kararın aynı hukuki nedenlere ve vakıalara dayalı olduğu, taraflarının ve konusunun aynı olduğu, dolayısıyla tapu iptali ve tescil talebi yönünden dava tarihi itibariyle kesin hüküm oluştuğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de bu tür davalarda yükleniciden temlik alınan kişisel hakka dayalı olarak açılan tescil isteğinin kabulü için yüklenicinin veya onun halefi olan davacının arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine göre binayı sözleşmeye, amacına, fen ve sanat kurallarına uygun imal ederek arsa sahibine teslim etmesi halinde şahsi hak kazanılmış olacağından önceki kararın kesin hüküm teşkil ettiğinden söz edilemez. Başka bir anlatımla, arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi nedeniyle yüklenicinin temlikine dayalı olarak açılan davalarda yapılan inşaatlar devamlılık gösterdiğinden ve her an inşaatın fiziki oranında değişiklik olabileceğinden bu konuda açılmış iki ayrı davada önceki dava sonraki dava için kesin hüküm oluşturmaz. Bu nedenle mahkemece, inşaatın seviyesinde veya gelişen yeni duruma göre dava açıldığına dair beyanda bulunulmadığı ve İmar Kanunundaki yükümlülükler yerine getirilmediği gerekçesiyle tapu iptali ve tescil talebi yönünden kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir. 

Ayrıca, davadaki istemin dayanağı yüklenicinin adi yazılı sözleşmeyle yaptığı temlik işlemidir. Bir tanımlama yapmak gerekirse alacağın temliki, alacaklı ile onu devralan üçüncü şahıs arasında borçlunun rızasına ihtiyaç göstermeden yapılabilen ve sadece kazandırıcı bir tasarruf işlemi niteliği taşıyan şekle bağlı bir akittir. Ne var ki, yapıldığı sırada temlik işlemine vakıf olmayan borçlu yeni alacaklının ifa talebi üzerine önceki alacaklıya karşı ne gibi itiraz ve defi hakkına sahipse bunları yeni alacaklıya da ileri sürebilir hale gelir (TBK m.188).

Ancak, yapılan temlik işlemine dayanan tarafın, temlik işleminin varlığını temlik işleminde bulunan kişiye, yapılan temlik sebebiyle de şahsi hak kazandığını borçluya karşı kanıtlaması gerekir. Bu bakımdan denilebilir ki, bu gibi davalarda yükleniciyle arsa sahipleri arasında zorunlu dava arkadaşlığı vardır. Zorunlu dava arkadaşlığının varlığı durumunda, hem yüklenicinin hem de arsa sahiplerinin aynı davada taraf olmaları gerekmektedir. Bu nedenle mahkemece yüklenici aleyhindeki tazminat talebinin ayrılmasına karar verilmesi HMK'nın 167.maddesine uygun düşmemiştir. 

Mahkemece davalı yüklenici Hüseyin O. hakkındaki tazminat talepli davanın bu dava ile birleştirilmesi beklenmeli ve işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken belirtilen hususlar gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir....." 

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava yüklenicinin temlikine dayalı tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde tazminatın tahsili istemine ilişkindir.

Davalılar vekilleri somut olay bakımından Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/6.5 E., 2013/3. K. sayılı kararının kesin hüküm oluşturduğunu ve dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddi gerektiğini, mahkemece kesin hüküm olduğunun kabul edilmemesi hâlinde yüklenicinin edimini yerine getirmemesi nedeniyle davacının tescil isteme hakkının oluşmadığını, taşınmaz bedelinin tahsili istemi yönünden de davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddi gerektiğini savunmuşlardır.

Yerel mahkemece yüklenici Hüseyin O.’a yönelik açılan alacağın tahsili talebi bu dava dosyasından tefrik edilerek ayrı bir esas numarasına kaydına karar verildikten sonra, davacı tarafından inşaatın seviyesine veya gelişen yeni duruma dair beyanda bulunulmadığı dikkate alındığında Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/6.5 Esas, 2013/3. Karar sayılı kararının davacının tapu iptali ve tescil talebi yönünden kesin hüküm oluşturduğu, davacının ödediği bedeli sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre yalnızca yükleniciden talep edebileceği dikkate alındığında arsa maliklerinin davada taraf sıfatları bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuş ve mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın tarafları, konusu ve sebebi aynı olduğu ileri sürülen Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.01.2013 gün ve 2009/6.5 E., 2013/3. K. sayılı kararının, eldeki dava bakımından kesin hüküm olarak kabul edilip edilmeyeceği; arsa payı devri karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca yükleniciye bırakılan taşınmazı temlik alan davacının taşınmazın rayiç değerinin tahsiline ilişkin istemi yönünden arsa maliki ile yüklenici arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Kesin hükme yönelik uyuşmazlık bakımından:

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; "dava şartı" ile "kesin hüküm" kurum ve kavramları üzerinde durulmasında yarar vardır.

Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

Mahkeme, hem davanın açıldığı günde hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114. maddesi “(1) Dava şartları şunlardır:

a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.
b) Yargı yolunun caiz olması.
c) Mahkemenin görevli olması. 
ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.
d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.
e) Dava takip yetkisine sahip olunması.
f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.
g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.
ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.
h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.
ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.
i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.
(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” hükmünü içermektedir. Buna göre dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli), bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.

Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) madde 114/1-i) çözümlenmiş olması da dava şartıdır. Bu şart, olumsuz dava şartı olarak adlandırılır.

Kesin hüküm (hem bireyler için hem de devlet için) hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla hukuki güvenlik ve yargı erkine güven sağlandığından kesin hüküm kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.

Hemen belirtilmelidir ki kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların hem kesinleşme anı hem de gelecek için çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem davanın taraflarının hem Devletin hem toplumun yararı vardır. Çünkü kişiler aralarındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bunda Devletin de yararı vardır. Çünkü Devlet mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık ile tekrar tekrar meşgul edilmesini istemez (Arslan, R./ Yılmaz, E./Taşpınar Ayvaz, S.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2016, s.664). 

Dava konusu uyuşmazlık hakkında kesin hüküm bulunuyorsa aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.

Kesin hüküm itirazı davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hüküm bulunduğu (dava şartı yokluğundan) gerekçesiyle reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi ilk defa Yargıtay'da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Kuru, B.:Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, 2001, C. V, s. 4980 vd.).

Bu bağlamda kesin delil ise yanları ve hâkimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesini gerektiren delillerdir. hâkimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır.

Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar senet (HMK. m.205), yemin (HMK. m. 229) ve kesin hükümdür (HMK. m.303). Kesin hüküm de aynı konuda daha sonra açılan davada kesin delil oluşturur (Kuru, C. II, s. 2034 vd). Kesin hüküm şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm, olmak üzere ikiye ayrılır.

Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (HMK. m. 361).Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme yoluna gidilip de bu istem reddedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir. Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse artık bu hükme karşı olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.

Maddi anlamda kesin hükmün koşulları 6100 sayılı HMK’nun 303/1. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre “Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.”.

Kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.

Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabihin, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hâkimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.

Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebepten farklı olarak, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir.

Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 2010/1-602 E. 2010/643 K. sayılı ilamında da vurgulanmıştır.

Kesin hüküm öncelikle (hükmü veren mahkeme de dâhil) diğer bütün mahkemeleri bağlar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdırlar; aynı uyuşmazlığı bir daha (yeniden) inceleyemezler (kesin hüküm itirazı) ve aynı konuya ilişkin yeni bir davada, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdırlar (Kuru, C. V, s. 5051- 5053).

Kesin hüküm kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve istidlallerden (delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir.

Somut olayın açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesine gelince; mahkemece Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.01.2013 gün ve 2009/6.5 E., 2013/3. K. sayılı dosyasının eldeki dava açısından kesin hüküm oluşturduğu kabul edilmiştir. Ne var ki her iki davanın konusu, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi olup, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı olarak açılan davalarda inşaatın devamlılık göstermesi ve inşaat seviyesinin sürekli değişebileceği dikkate alındığında önceki tarihli davanın konusu ile sonraki davanın konusunda ayniyet bulunmamakta ve önceki davada verilen hüküm sonraki dava için kesin hüküm oluşturmamaktadır.

Hâl böyle olunca, davacının yeni bir dava ile tapu iptali ve tescil istemesinde herhangi bir usulsüzlük bulunmamaktadır. O hâlde mahkemece tapu iptali ve tescil isteminin kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle reddine dair kararında direnmesi doğru değildir. 

Zorunlu dava arkadaşlığına ilişkin uyuşmazlık bakımından ise;

Öncelikle belirtilmelidir ki bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için aynı tarafta yer alanlar arasında hukuksal bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda bu bağlantı karşılığını “dava arkadaşlığı” kurumunda bulmaktadır. Dava arkadaşlığı zorunlu ve ihtiyari olmak üzere iki ana başlık altında incelenmektedir. Zorunlu dava arkadaşlığı da yine kendi içinde maddi ve şekli olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmektedir. 

Dava konusu olan hak, birden fazla kişi arasında ortak olup da bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hallerde dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle, bir hakkın birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının zorunlu olduğu hallerde, bu hak dava konusu edildiği zaman o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Zorunlu dava arkadaşlığında; dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan, bunlar davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise dava sonunda zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır. 

Bazı durumlarda ise birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı halde kanun, gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını ve taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez. 

Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı halleri dışında ise dava arkadaşlığı ihtiyaridir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) “Mecburi Dava Arkadaşlığı” başlıklı 59. maddesine göre; “(1) Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hallerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.” hükmü bulunmaktadır.

Şu durumda maddede açıkça sayılan dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı (veya benzer) sebepten doğmuş olması hâllerinde, birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. 

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tapu iptali ve tescil, bunun mümkün olmaması hâlinde konut değerinin davalılardan tahsilini talep etmiştir. Davacının tazminat isteminin dayanağı yüklenicinin adi yazılı sözleşme ile davacıya yaptığı temlik işlemidir. Hakkın kendisine devredildiğini iddia eden davacı, yüklenicinin edimini yerine getirdiğini, bir başka ifade ile şahsi hakkı talebe hak kazandığını arsa malikine (borçluya) kanıtlamalıdır. Bu nedenle yüklenici ile arsa sahipleri arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğunun kabulü gerekir. 

Sonuç itibariyle yerel mahkemece işin esasına girilerek bir sonuca varılması gerekirken, aksine düşünce ile yükleniciye yönelik açılan alacak talebinin bu davadan ayrılmasına ve arsa maliki bakımından da açılan davanın usulden reddine karar verilmesi doğru değildir.

Hâl böyle olunca yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.     

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 20.12.2017 gününde oy birliği ile karar verildi.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2018/(14)7-174
KARAR NO   : 2021/1712

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla)
TARİHİ                         : 14/12/2017
NUMARASI                 : 2017/533 - 2017/634
DAVACI                       : O.D. vekilleri Av. M.D., Av. E.D.
DAVALILAR                : 1- H.O. vekili Av. N.D.T.
                                       2- O.T.B.vekili Av. B.S.
                                       3- A.E. 4- Z.E.M.vekilleri Av. E.D.K.

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil, tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla) verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalıların murisi Gülsiye B. ile davalı yüklenici Hüseyin O. arasında düzenlenen 19.10.1990 tarihli arsa payı devri karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca yükleniciye bırakılan 702 parsel üzerindeki 4 nolu (yeni numarası 6) dubleks meskenin müvekkili tarafından kaba inşaat hâlinde yükleniciden satın alındığını, ince işlerini yaptırarak konutta fiilen oturduğunu ve 1993 yılından bu yana zilyetliğinin devam ettiğini, davalı arsa sahipleri tarafından Belediyenin imar uygulamaları, imar mevzuatı değişiklikleri ve iskan ruhsatı alınamayışı bahane edilerek tapu devrinin yapılmadığını ileri sürerek 702 parsel üzerindeki 4 nolu (yeni numarası 6) taşınmazın davalı arsa sahipleri adına olan tapu kaydının iptali ile, bu bağımsız bölüme isabet eden arsa payının müvekkili adına tesciline, bunun mümkün olmaması hâlinde ise konut değerinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalılar Ayser E., Zühre Emel M. ve Osman Tahir B. vekilleri cevap dilekçelerinde; Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli ve 2009/655 E., 2013/33 K. sayılı kararının somut olay bakımından kesin hüküm oluşturduğunu, öte yandan davacının yüklenici dışında diğer davalılar ile arasında hukukî ilişki bulunmadığını, aynı zamanda davacının talebi yönünden zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

6. Davalı Hüseyin O. vekili; davacı tarafından ödenmesi gereken taksitlerin zamanında ödenmediğini, ekonomik zorluk içerisine giren müvekkilin inşaatı yarım vaziyette bıraktığını, dolayısıyla diğer davalılara karşı mükellefiyetlerini yerine getirmediğini beyan ederek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

7. Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla) 13.05.2014 tarihli ve 2013/853 E., 2014/232 K. sayılı kararı ile; Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/655 E., 2013/33 K. sayılı dosyasında görülen ve davacının da o dosyadaki davacılar arasında bulunduğu davada, davanın konusu, dilekçe içeriği ve talep konularının eldeki davayla aynı olduğu ve davanın reddine karar verildiği, Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği, kesin hüküm bulunmaması dava şartı olduğundan davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 114/1-i maddesi gereğince dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

9. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 24.03.2015 tarihli ve 2014/17440 E., 2015/3196 K. sayılı kararı ile;

"… Mahkemece, kararın aynı hukuki nedenlere ve vakıalara dayalı olduğu, taraflarının ve konusunun aynı olduğu, dolayısıyla kesin hüküm oluştuğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de bu tür davalarda tapu iptali ve tescil talebi yönünden yükleniciden temlik alınan kişisel hakka dayalı olarak açılan tescil isteğinin kabulü için yüklenicinin veya onun halefi olan davacının arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine göre binayı sözleşmeye, amacına, fen ve sanat kurallarına uygun imal ederek arsa sahibine teslim etmesi halinde şahsi hak kazanılmış olacağından önceki kararın kesin hüküm teşkil ettiğinden söz edilemez. Başka bir anlatımla, arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi nedeniyle yüklenicinin temlikine dayalı olarak açılan davalarda yapılan inşaatlar devamlılık gösterdiğinden ve her an inşaatın fiziki oranında değişiklik olabileceğinden bu konuda açılmış iki ayrı davada önceki dava sonraki dava için kesin hüküm oluşturmaz.

Kaldı ki, iş bu dosyada tapu iptali ve tescil talebi kabul edilmediği takdirde Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/655 Esas, 2013/33 Karar sayılı dosyasından farklı olarak bedel talebi bulunmakta olup bu hususta da bir değerlendirme yapılmamıştır. Mahkemece, işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir…" gerekçesiyle karar bozulmuş, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Birinci Direnme Kararı:

10. Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Tüketici Mahkemesi sıfatıyla) 28.01.2016 tarihli ve 2015/503 E., 2016/55 K. sayılı kararı ile önceki gerekçelere ek olarak; inşaatın fiziki seviyesinde önceki davadan bu yana değişme olmadığı, İmar Kanunu'ndaki yükümlülüklerin davalı yüklenici tarafından önceki davadan sonra yerine getirilmediği ve bu konuda tarafların mutabık olduğu, her an inşaatın fiziki oranında değişiklik olabileceğinden önceki davanın bu dava yönünden kesin hüküm oluşturmayacağının kabul edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu Kararı:

11. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

12. Hukuk Genel Kurulunun 31.05.2017 tarihli ve 2017/14-2270 E., 2017/1061 K. sayılı kararı ile; mevzuat hükümlerine uygun şekilde kısa karar oluşturulmadığı gerekçesiyle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar kurulması için direnme kararı bozulmuş, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

İkinci Direnme Kararı:

13. Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Tüketici Mahkemesi Sıfatıyla) 14.12.2017 tarihli ve 2017/533 E., 2017/634 K. sayılı kararı ile; önceki direnme gerekçesi tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davanın tarafları, konusu ve sebebi aynı olduğu ileri sürülen Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli ve 2009/655 E., 2013/33 K. sayılı kararının, eldeki dava bakımından kesin hüküm olarak kabul edilip edilmeyeceği, arsa payı devri karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca yükleniciye bırakılan taşınmazı temlik alan davacının taşınmazın rayiç değerinin tahsiline ilişkin istemi yönünden değerlendirme yapılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; dava şartı ile kesin hüküm kavramları üzerinde durulmasında yarar vardır.

16. Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

17. Mahkeme, hem davanın açıldığı günde hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.

18. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114. maddesi “(1) Dava şartları şunlardır:

a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.

b) Yargı yolunun caiz olması.

c) Mahkemenin görevli olması.

ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.

d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.

e) Dava takip yetkisine sahip olunması.

f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.

g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.

ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.

h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.

ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.

i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.

(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” hükmünü içermektedir. Buna göre dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli), bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.

19. Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (HMK m. 114/1-i) çözümlenmemiş olması da dava şartıdır. Bu şart, olumsuz dava şartı olarak adlandırılır. Kesin hüküm (hem bireyler için hem de devlet için) hukukî durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla hukukî güvenlik ve yargı erkine güven sağlandığından kesin hüküm kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.

20. Hemen belirtilmelidir ki; kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların hem kesinleşme anı hem de gelecek için çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem davanın taraflarının hem Devletin hem de toplumun yararı vardır. Çünkü kişiler aralarındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bunda Devletin de yararı vardır. Çünkü Devlet mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık ile tekrar tekrar meşgul edilmesini istemez (Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder /Taşpınar Ayvaz, Sema: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2016, s. 664). Dava konusu uyuşmazlık hakkında kesin hüküm bulunuyorsa aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.

21. Kesin hüküm itirazı davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hüküm bulunduğu (dava şartı yokluğu) gerekçesiyle reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi ilk defa Yargıtayda (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, 2001, C. V, s. 4980 vd.).

22. Bu bağlamda kesin delil ise yanları ve hâkimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesini gerektiren delillerdir. Hâkimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar senet (HMK m. 205), yemin (HMK m. 229) ve kesin hükümdür (HMK m. 303). Kesin hüküm de aynı konuda daha sonra açılan davada kesin delil oluşturur (Kuru, C. II, s. 2034 vd).

23. Kesin hüküm şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere ikiye ayrılır. Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (HMK m. 361).Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme yoluna gidilip de bu istem reddedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir. Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse artık bu hükme karşı olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.

24. Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HMK’nın 303/1. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre “Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir”. Kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabihin aynılığı, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hâkimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.

25. Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukukî sebepten farklı olarak, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir.

26. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 20.12.2017 tarihli ve 2017/14-2268 E., 2017/2020 K., 20.12.2017 tarihli ve 2017/14-2272 E., 2017/2022 K. sayılı, 20.12.2017 tarihli ve 2017/14-2273 E., 2017/2023 K. sayılı, 24.01.2018 tarihli ve 2017/14-2534 E., 2018/88 K. sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.

27. Kesin hüküm öncelikle (hükmü veren mahkeme de dâhil) diğer bütün mahkemeleri bağlar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdırlar; aynı uyuşmazlığı bir daha (yeniden) inceleyemezler (kesin hüküm itirazı) ve aynı konuya ilişkin yeni bir davada, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdırlar (Kuru, C. V, s. 5051- 5053).

28. Kesin hüküm kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukukî ve mantıki tahlil ve istidlallerden (delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir.

29. Hemen burada, eser sözleşmesinin bir türü olan “kat karşılığı inşaat sözleşmesi" diğer bir ifadeyle "arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi"nin özelliklerine de değinmekte fayda vardır.

30. Kat karşılığı inşaat sözleşmesi; bir yönüyle arsa sahibinin koşullar gerçekleştiğinde sahibi olduğu taşınmazın mülkiyetinin bir kısmını yükleniciye devretmesini öngörürken, diğer yönüyle de, yüklenicinin yapacağı inşaat bakımından arsa sahibine karşı yükümlülüklerini gösteren, tapulu taşınmazın mülkiyetinin bir kısmının devrine ilişkin vaadi ve eser sözleşmesini içeren, iki tipli-karma bir sözleşmedir. Diğer bir anlatımla; arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi tam iki tarafa karşılıklı borç yükleyen (sinallagmatik) sözleşmelerden olup, sözleşme ile yüklenici arsa üzerinde taraflar arasında anlaşılmış bulunan vasıflarda ve imar mevzuatına uygun bir bina yapmayı üstlenirken, arsa sahibi ya da sahipleri de edim olarak belirlenen arsa payının devrini gerçekleştirmeyi üstlenmiştir.

31. Bu sözleşme türü Borçlar Kanunu'nda düzenlenmemiştir. Ancak sözleşme yapma serbestisi ilkesi çerçevesinde böyle bir sözleşme yapılabilir. Sözleşmede arsa sahibinin borcunun arsayı teslim ve payların mülkiyetini devretmek olması, bir başka ifade ile sözleşmenin bir taşınmazı konu alması nedeniyle hangi şekilde yapılacağı da önem arz etmektedir. Ancak taşınmaz mülkiyetinin devri söz konusu olduğu için bu sözleşmenin resmî biçimde yapılması gerekmektedir. Zira 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 213 [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) m. 237], 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706, Noterlik Kanunu'nun 60 ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde taşınmazların satışına ilişkin sözleşmelerin resmî şekilde yapılacağı düzenlenmiştir.

32. Buradaki şekil şartı ispat değil, bir geçerlilik şartı olup, resmî şekle uyulmadan yapılan sözleşme kesin hükümsüzlük yaptırımı ile karşılaşacak ise de, 30.09.1988 tarihli ve 1987/2 E., 1988/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile buna istisna getirilmiştir. Sözü geçen İçtihadı Birleştirme Kararı gerek kendi taşınmazı üzerine gerekse üçüncü kişi taşınmazı üzerine bina yapmakta olan kişilerin, binanın yapımı aşamasında sattığı bağımsız bölümlerin parasını kullanıp, daha sonra da enflasyon nedeniyle paranın değer kaybetmesi, bununla ters orantılı olarak satılan yerin kıymetlenmesi sonucu, yukarıda belirtilen yasa maddelerinin öngördüğü şekil zorunluluğundan yararlanmak istemelerini ve böylece TMK'nın 2. maddesine aykırı davranmalarını önlemeyi amaçlamıştır.

33. Düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi ile yüklenici arsa paylarının maliki olmamakta, buna karşılık arsa paylarının kendisine devredilmesi konusunda bir alacak hakkına sahip olmaktadır. Yüklenicinin arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinden doğan hakkına dayanarak arsa sahibinden kendi payına düşen bağımsız bölümlere ait arsa paylarının mülkiyetinin adına tescilini talep edebileceği gibi, bu hakkını üçüncü kişiye de devredebilir. Bu hâlde tapulu taşınmaza ilişkin satış sözleşmesi değil BK’nın 162 (TBK’nın 183) ve devamı maddelerinde düzenlenen alacağın temliki hükümlerine tabi bir işlemdir. Eş söyleyişle böyle durumlarda yüklenici sözleşme uyarınca arsa sahibinden talep edebileceği bağımsız bölüm ve buna bağlı arsa payının devrini talep etme hakkını üçüncü kişiye temlik etmiş sayılır. Kısaca böyle durumlarda yüklenici ile üçüncü kişi arasında alacağın temliki sözleşmesi bulunduğu kabul edilmelidir.

34. Üçüncü kişinin, arsa sahibi ile yüklenici arasında düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince yükleniciye bırakılması kararlaştırılan bağımsız bölümü yükleniciden temlik alması hâlinde arsa sahibini ifaya zorlayabilmesi için bazı koşulların varlığı gerekir. TBK'nın 188. maddesi gereğince; “Borçlu, devri öğrendiği sırada devredene karşı sahip olduğu savunmaları, devralana karşı da ileri sürebilir” Buna göre temliki öğrenen arsa sahibi, temlik olmasaydı önceki alacaklıya (yükleniciye) karşı ne tür def'îler ileri sürebilecekse, aynı def'îleri yeni alacaklıya (temlik alan davacıya) karşı da ileri sürebilir. Temlikin konusu, yüklenicinin arsa sahibi ile yaptığı sözleşme uyarınca hak kazandığı gerçek alacak ne ise o olacağından, temlik eden yüklenicinin arsa sahibinden kazanmadığı hakkı üçüncü kişiye temlik etmesinin arsa sahibi bakımından bir önemi bulunmamaktadır. Diğer taraftan, yüklenici arsa sahibine karşı edimini tamamen veya kısmen yerine getirmeden kazanacağı şahsi hakkı üçüncü kişiye (davacıya) temlik etmişse, üçüncü kişi (davacı) TBK'nın 97. maddesi hükmünden yararlanma hakkı bulunan arsa sahibini ifaya zorlayamaz.      

35. Bu itibarla, bu tür davalarda mahkemece öncelikle, yüklenicinin edimini (eseri meydana getirme ve teslim borcunu) yerine getirip getirmediğinin, ardından sözleşme hükümlerindeki iskân koşulu (oturma izni) vs. diğer borçlarını ifa edip etmediğinin açıklığa kavuşturulması zorunludur. Bunun için de davaya konu temlik işleminin geçerli olup olmadığının, arsa maliki ile yüklenici arasında düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince yüklenicinin borçlarının neler olduğunun sözleşme hükümleri çerçevesinde incelenip değerlendirilmesi gerekmektedir (Hukuk Genel Kurulunun 22.11.2017 tarihli ve 2017/14-2265 E., 2017/1435 K. ve 21.01.2020 tarihli ve 2018/23-240 E., 2020/43 K. sayılı kararları)                                                

36. Yapılan açıklamalar ışığında somut olayın incelenmesine gelince; davalı olan arsa sahipleri ile davalı yüklenici arasında 19.10.1990 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi ve 17.04.1996 tarihli ek sözleşme yapılmış, davacı harici şekilde düzenlenmiş sözleşme ile dava konusu daireyi yükleniciden satın almıştır. Mahkemece kesin hüküm olduğu belirtilen Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.01.2013 tarihli ve 2009/655 E., 2013/33 K. sayılı dosyasında, eldeki davada davacı olan Orhan D.'ın da içinde bulunduğu davacılar tarafından aynı davalılar hakkında aynı hukukî sebebe dayalı olarak dava konusu dairenin (ve diğer davacılar tarafından temlik alınan dairelerin) tapu kaydının iptali ve tescil isteminde bulunulmuş, fen ve imar kurallarına uygun olarak imal edilme ediminin yerine getirilmediği, inşaatın kabul edilebilir seviyeye ulaşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ve verilen karar temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Eldeki davada da davacı, yine yüklenicinin temliki işlemine dayalı tapu iptali ve tescil, bunun mümkün olmaması hâlinde taşınmazın rayiç değerinin tahsili isteminde bulunmuştur.

37. Yukarıda ayrıntılı olarak ifade edildiği üzere, bu tür davalarda, yüklenicinin veya onun halefi olan davacının, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine göre binayı sözleşmeye, amacına, fen ve sanat kurallarına uygun imal ederek arsa sahibine teslim etmesi hâlinde şahsi hak kazanılmış olacağından yüklenicinin edimini yerine getirip getirmediğinin, ardından sözleşme hükümlerindeki diğer borçlarını ifa edip etmediğinin açıklığa kavuşturulması zorunludur. Somut olayda, her iki davanın konusunun, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi olduğu görülmekte ise de, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı olarak açılan davalarda yüklenicinin ilim ve fenne uygun inşaat yaparak arsa sahibine teslim etme edimini yerine getirip getirmediği her davada ayrıca değerlendirilmesi gereklidir. Zira bu sözleşmelerde, sözleşmenin geçerli ve ayakta olduğu sürede, edimin konusunu oluşturan inşaatın devamlılık göstermesi nedeniyle inşaat seviyesinin sürekli değişebileceği dikkate alındığında, önceki tarihli davanın konusu ile sonraki dava konusunun aynı olduğunu kabul etmek mümkün değildir; dolayısıyla önceki davada verilen hüküm sonraki dava için kesin hüküm oluşturmayacaktır.

38. O hâlde, davacının yeni bir dava ile tapu iptali ve tescil istemesinde herhangi bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Bu durumda, mahkemece arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin geçerli ve ayakta olması, edimin konusunu oluşturan inşaatın devamlılık göstermesi göz önüne alınarak işin esasına girilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ve eksik incelemeyle karar verilmesi yerinde değildir.

39. Diğer taraftan; davacı önceki davadan farklı olarak tapu iptali ve tescil isteğinin yanında, bunun mümkün olmaması hâlinde taşınmazın rayiç değerinin davalılardan tahsilini talep etmiştir. Davacının tazminat isteminin dayanağı yüklenicinin adi yazılı sözleşme ile davacıya yaptığı temlik işlemidir. Mahkemece bu hususta da bir değerlendirme yapılmadan karar verilmiş olması da doğru görülmemiştir.

 40. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; kesin hükme konu olan mahkeme kararının tapu iptali isteğine ilişkin olduğu, tarafların dayandığı vakıalar değerlendirildiğinde önceki dava sonrasında ruhsatsız ve kaçak inşaata devam edildiği ve seviye artışı bulunduğu belirtilmediği gibi imar planı değişikliği yapıldığı ve yapılan kaçak binaların ruhsatlandırılarak imara uygun hâle getirilebilmesinin mümkün hâle geldiğinin de ileri sürülmediği, hâkimin uyuşmazlığı ileri sürülen vakıalara göre çözmek durumunda olduğu, ileri sürülmeyen vakıaların gerçekleşmiş olabileceği düşüncesiyle kendiliğinden araştırma yapmasının mümkün olmadığı, bu davada önceki vakıalardan farklı ve yeni gerçekleşmiş bir vakıaya dayanılmadığı, bu durumda inşaat seviyesinde bir değişme olmadığı ve imara aykırılığı gidermeyi mümkün kılabilecek bir imar planı değişikliği de bulunmadığına göre tapu iptali talebinin kesin hüküm nedeniyle usulden reddine karar verilmesi gerektiği, ne var ki davacının terditli dava açtığı, tazminat talebi bakımından önceki davada bir talep bulunmadığı gibi tazminat talebi yönünden mülkiyete ilişkin önceki davanın reddedilmiş olmasının kesin hüküm oluşturmayacağı gözetilmeksizin bu konuda bir inceleme ve değerlendirme yapılmadan davanın bir bütün olarak usulden reddine karar verilmesinin doğru olmadığı, direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

41. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

42. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen Geçici 3. maddeye göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.12.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Terditli davanın düzenlendiği HMK 111/1. maddeye göre; davacı, aynı davalıya karşı birden fazla talebini, aralarında aslilik-ferîlik ilişkisi kurmak suretiyle, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Bunun için, talepler arasında hukukî veya ekonomik bir bağlantının bulunması şarttır (HMK 111/1). Mahkeme, davacının asli talebinin esastan reddine karar vermedikçe, fer’î talebini inceleyemez ve hükme bağlayamaz (HMK 111/2).

Asli talebin reddine karar verilmiş ise fer’î talep incelenmeli ancak asıl talebin neden kabul edilmeyip reddedildiğinin de gerekçeleri gösterilmelidir. Hem asli talep hem de fer’î talep reddedilmiş ise her ikisi yönünden de gerekçesi gösterilmelidir. Asli talebin kabul edilmesi hâlinde ise fer’î talebin incelenmesine geçilmemelidir.

Terditli davada bu sıra ile inceleme yapılırken kesin hüküm bulunup bulunmadığı da her bir talep yönünden ayrı değerlendirilmelidir.

Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir (HMK 303/1).

Kesin hükmün düzenlendiği HMK 303/1. maddede sözü edilen dava sebepleri, hukukî sebep olmayıp davada dayanılan vakıalardır. Bu vakıalar sadece davacının dayandığı vakıalar olmayıp davalının da savunmasına dayanak yaptığı vakıalar ile mahkemece incelenip hükme dayanak yapılan vakıalar da buna dahildir. Diğer bir ifadeyle maddedeki dava sebebinden anlaşılması gereken önceki hükme dayanak olan vakıalardır.

Davacı dava dilekçesinde iddiasının dayanağı olan vakıaları (HMK 119/1-e), davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan vakıaları (HMK129/1-e) gösterir.

Uyuşmazlığın vakıalara göre belirlenip çözümlenmesi usulün temel ilkesidir. HMK’nun bu ilkeye verdiği önem, vakıalarla ilgili olarak pek çok hükme Kanunda yer verilmiş olmasından da anlaşılmaktadır.

Kesin hüküm dava şartı olup (HMK 114/1-i) hakim bu dava şartı yönünden eksiklik olup olmadığını her aşamada kendiliğinden araştırmalı (HMK 115/1) ve kesin hükmün varlığı hâlinde davanın usulden reddine karar vermelidir (HMK 115/2). Kesin hükmün varlığı belirlenirken önceki hükümde dayanılan vakıalarla, sonraki davada dayanılan vakıaların aynı olup olmadığı üzerinde de durulacaktır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacı dava dilekçesinde davalılardan yüklenici Hüseyin O. ile arsa sahibi diğer davalılar murisi arasında arsa payı devri karşılığı inşaat sözleşmesi bulunduğunu sözleşmeye göre yükleniciye ait olması gereken 702 parseldeki 4 nolu meskeni yükleniciden kaba inşaat hâlinde alıp kendisinin tamamladığını, meskenin yeni numarasının 6 olduğunu belirterek bu bağımsız bölüme isabet eden 1/6 paya ilişkin tapu kaydının iptali ile adına tescilini, bunun mümkün olmaması hâlinde ise konut değerinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tahsilini istemiştir.

Dava terditli dava olarak açılmış olup asli talep tapu iptali, terditli ikinci (fer'î) talep ise tazminat isteğine ilişkindir.

Mahkemece Muğla 2. Asliye Hukuk Makemesinin 2009/655 Esas, 2013/33 karar sayılı dosyada davacının da davacılar arasında bulunduğu dava konusu dilekçe içeriği ve talep konularının aynı olduğu ve davanın ret ile sonuçlandığı ve 10.09.2013 tarihinde kesinleştiği, kesin hüküm bulunmamasının dava şartı olduğu belirtilerek davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Özel daire bozma kararında inşaatın seviyesinde her an değişiklik olabileceği için önceki davanın kesin hüküm oluşturmayacağı ayrıca diğer davadan farklı olarak bu davada tazminat isteği olduğu hâlde bu talebin değerlendirilmemesinin doğru olmadığı belirtilmiş, mahkemece önceki davadan bu yana inşaatın fiziki seviyesinde değişiklik olmadığı ve İmar Kanunundan doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediği konusunda taraflar mutabık oldukları için kesin hüküm bulunduğu belirtilerek önceki hükümde direnilmiştir.

Kesin hükme konu olan mahkeme kararı tapu iptali isteğine ilişkin verilmiş olup, davanın reddi iki temel sebebe dayalıdır. Bunlardan birisi inşaatın geldiği seviye itibarıyla yüklenicinin tapu isteme hakkı kazanmadığı diğeri ise inşaatın imara aykırı ve kaçak olup mevcut imar durumuna göre ruhsatlandırılıp imara uygun hâle getirilebilmesinin mümkün olmayışıdır.

Tarafların dayandığı vakıalarla değerlendirildiğinde önceki dava sonrasında ruhsatsız ve kaçak inşaata devam edildiği ve seviye artışı bulunduğu belirtilmediği gibi imar planı değişikliği yapıldığı ve yapılan kaçak binaların ruhsatlandırılarak imara uygun hâle getirilebilmesinin mümkün hâle geldiği de ileri sürülmemiştir. Hakim uyuşmazlığı ileri sürülen vakıalara göre çözmek durumunda olup ileri sürülmeyen vakıaların gerçekleşmiş olabileceği düşüncesiyle hakimin kendiliğinden araştırma yapması da mümkün değildir. Dosya kapsamındaki dava sebepleri (dayanılan vakıalar) gözetildiğinde bu davada önceki vakıalardan farklı ve yeni gerçekleşmiş bir vakıaya dayanılmadığından önceki davanın reddine neden olan vakıalarda bir değişiklik olmadığının tarafların da kabulünde olduğu açıktır.

Bu durumda inşaat seviyesinde bir değişme olmadığı ve imara aykırılığı gidermeyi mümkün kılabilecek bir imar planı değişikliği de bulunmadığına göre tapu iptali talebinin kesin hüküm nedeniyle usulden reddine karar verilmesi gerekir.

Mahkemece bir bütün olarak kesin hüküm nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiş ise de davacının terditli dava açtığı gözetilmemiştir. Oysa ki tazminat talebi bakımından önceki davada bir talep bulunmadığı ve sadece mülkiyet isteğini içerdiği hâlde farklı bir talep sonucu içeren ikinci davadaki tazminat talebi yönünden mülkiyete ilişkin önceki davanın reddedilmiş olması kesin hüküm oluşturmaz. Bu nedenle terditli davada öncelikli birinci talep olan tapu iptali isteği hakkında kesin hüküm nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir ise de terditli ikinci talep yönünden önceki davanın kesin hüküm oluşturmayacağı gözetilmeksizin bu konuda bir inceleme ve değerlendirme de yapılmaksızın yazılı şekilde bir bütün olarak davanın usulden reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

Yukarıda açıklandığı şekilde değişik bozma yapılması gerektiği görüşünde olduğumuzdan hükmün Özel Daire kararı gibi bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Hafize Gülgün VURALOĞLU        Zeki GÖZÜTOK
Üye                                               Üye