DOKTORUN GÖREVİ İLE İLGİLİ KUSURUNA DAYANAN TAZMİNAT İSTEMİ İDAREYE YÖNELTİLMELİDİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


19 Mar
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/4-2599
KARAR NO   : 2020/732

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                        : 13/12/2016
NUMARASI                : 2016/472 - 2016/703
DAVACILAR              : 1- A.Ç., 2- H.Ç. vekilleri Av. K.G.
DAVALI                      : M.D. vekili Av. A.U.G.

1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı Muammer D. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 

2. Direnme kararı davalı Muammer D. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi: 

4. Davacılar vekili, Muammer D. ve Sağlık Bakanlığını davalı olarak gösterdiği 23.05.2008 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkillerinin 12.05.2003 doğumlu çocukları Muhittin Ç.'in rahatsızlığı sebebiyle getirildiği Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Konya Doğumevi ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinde doktor Muammer D.'un ihmali, hastane personelinin zamanında gerekli acil müdahaleyi yapmaması ve cankurtaran aracı temin edilmemesi sebebiyle 25.05.2003 tarihinde vefat ettiğini, bu olay üzerine müvekkili Ahmet Ç. tarafından suç duyurusunda bulunulduğunu ve davalı Muammer D. hakkında kamu davası açıldığını, bebeğin vefat etmesi ile ilgili olarak davalı doktor Muammer D.'un kusuru yanında, ağır hasta olan bebeğe cankurtaran temin edilmemesi ve gerekli ilaçların hastanede bulundurulmaması sebebiyle Sağlık Bakanlığının da kusurlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davacı Ahmet Ç. için 3.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi, davacı Hacer Ç. için 12.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 65.000,00 TL maddi ve manevi tazminatın olay tarihi olan 25.05.2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 05.05.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini Ahmet Ç. için 10.619,05TL, Hacer Ç. için 12.353,77TL’ye çıkartmıştır. 

Davalı Cevabı:

5. Dava dilekçesi usulüne uygun olarak taraflara tebliğ edilmiştir.

5.1. Davalı Muammer D. 30.01.2009 havale tarihli cevap dilekçesinde; olay tarihinde Konya SSK Hastanesi acil servisinde nöbetçi doktor olarak görev yaptığını, davacıların müşterek çocuklarının rahatsızlanması sebebiyle acil servise getirildiğini ve tarafınca muayene edildiğini, muayene sonucunda bazı tahliller yapılması için reçete yazıp bu tahlillerin yapılmasını istediğini, davacıların gerekli tahlilleri yaptırmadan hastaneyi terk ettiklerini, hastanın ve davacıların hastanede bekletilmelerinin söz konusu olmadığını, ilaç ve cankurtaran temin edilmemesinin idari bir işlem olduğunu ve kendisiyle ilgisinin bulunmadığını, Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporda kendisine kusur verilmediğini, talep edilen maddi ve manevi tazminat miktarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. 

5.2. Davalı Sağlık Bakanlığı vekili 20.06.2008 havale tarihli cevap dilekçesinde; müvekkili Sağlık Bakanlığı aleyhine açılan davanın öncelikle görev yönünden reddini talep ettiklerini, davanın idari yargıda görülmesi gerektiğini, hizmet kusuru nedeniyle açılan tazminat davalarının 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 129/5. maddesi gereğince ancak idare aleyhine açılabileceğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. 

İlk Derece Mahkemesi Birinci Kararı:

6. Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.06.2009 tarihli ve 2008/213 E., 2009/187 K. sayılı kararı ile; Anayasa’nın 129/5 ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği, davalılardan Muammer D.'un hastane personeli doktor, diğer davalı Sağlık Bakanlığının ise hastanenin bağlı olduğu idare olduğu, bu nedenle davanın idari yargının görev alanında kaldığı gerekçesiyle görev yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
7. Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin bu kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

Özel Daire Birinci Bozma Kararı:

8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 25.03.2010 tarihli ve 2010/2353 E., 2010/3434 K. sayılı kararı ile; birinci bentte davacıların, davalılardan Sağlık Bakanlığına yönelik temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra “… 2- Davacıların diğer davalı Muammer D.’a yönelik temyiz itirazına gelince; dava, yanlış tedavi nedeniyle desteğin ölümünden dolayı uğranılan zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, idari iş ve işlemlerden doğan uyuşmazlığa ilişkin davaya idari yargı yerinde bakılması gerektiği gerekçesiyle, yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesi reddedilmiş; karar, davacılar tarafından temyiz olunmuştur.

İdari yargı yerlerinde açılacak davalarda husumetin kimlere yönletileceğine ilişkin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası'nın 2. maddesi gereğince idari yargı yerlerinde ancak ilgili idare dava edilebilir. Bu yasal düzenlemeye göre gerçek kişiler aleyhine idare mahkemelerinde dava açılamaz.

Davacılar, gerçek kişi olan davalılardan Muammer D.’un haksız eylemi nedeniyle zarara uğradıklarını ileri sürüp onun kişisel kusuruna dayanarak istekte bulunduklarına göre uyuşmazlığın görüm ve çözüm yeri idari yargı yeri olmayıp adli yargı yeridir.

Yerel mahkemece açıklanan olgular gözetilerek, işin esası incelenip varılacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile ikinci bent yönünden oy çokluğu ile karar bozulmuştur.

İlk Derece Mahkemesi İkinci Kararı:

9. Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.05.2015 tarihli ve 2010/594 E., 2015/340 K. sayılı kararı ile; Özel Dairenin bozma kararına uyularak davalı Muammer D. hakkında yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

10. Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin bu kararına karşı süresi içinde davalı Muammer D. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

Özel Daire İkinci Bozma Kararı:

11. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19.11.2015 tarihli ve 2015/11965 E., 2015/13323 K. sayılı kararı ile; “… Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi, ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır (TC Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler, emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan sorumluluk hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.

Davaya konu edilen olayda; davalının, davacıların çocuğuna gerekli muayeneyi yapmaması nedeniyle kusurlu olduğu ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur. 

Mahkemece açıklanan olgular ve yasal düzenleme gözetilerek davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, kısmen kabulü doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

12. Konya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.12.2016 tarihli ve 2016/472 E., 2016/703 K. sayılı kararı ile; Adli Tıp raporu ve raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi için alınan Adli Tıp Genel Kurul raporu ile davalı Muammer D.'un 1/8 oranda kişisel kusurunun kesinleştiği, bu itibarla Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 25.03.2010 tarihli ve 2010/2353 E., 2010/3434 K. sayılı ilamıyla oluşan usulü süreçte aynı Dairece bu kez yeniden görev bozması gibi görünse de husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulmasının usul ve kanuna aykırı olduğu, davalı Muammer D.'un kişisel kusurunun sabit olduğu, kişisel kusurun hizmet kusurundan ayrıldığı, bu durumun Adli Tıp Genel Kurulu raporunda gayet açık bir şekilde dile getirildiği gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

13. Direnme kararı süresi içinde davalı Muammer D. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davanın kamu görevlisinin hizmet kusurundan mı yoksa kişisel kusurundan mı kaynaklandığı, burada varılacak sonuca göre; davalıya husumet yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

15. Uyuşmazlığın çözümü için, konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır.

16. Kamu personelinin mali sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler öncelikle Anayasa olmak üzere ilgili kanunlarda yer almaktadır. 

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının: “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40/3. maddesi “…Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”

İdareye karşı yargı yolunu düzenleyen “Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinin 1. fıkrasının ilk cümlesi: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.”, son fıkrası da “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” 

Kamu görevlilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen 129. maddesinin 1. fıkrası “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.” aynı maddenin 5. fıkrasında ise; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” hükümlerini içermektedir.

17. Görülmektedir ki, Anayasa'nın 40/3, 125/son ve 129/5. maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş; “memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, rücu edilmek şartı ile idare aleyhine açılabileceği” açıkça ifade edilmiştir.

18. Anayasa’nın bu hükümleri ile amaçlanan, memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan Devlet gibi bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır. 

19. Bu Anayasal hükümlerle aynı doğrultuda düzenleme 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesinde de yer almaktadır. 657 sayılı Kanun’un “Kişilerin Uğradıkları Zararlar” başlıklı 13. maddesinin 06.06.1990 tarih 3657 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile değişik 1. fıkrasında; “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kâğıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi hâlinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.” hükmü düzenlenmiştir.

20. Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümünde Anayasa’nın 129/5. maddesinde yer alan “yetkilerini kullanırken işledikleri kusur” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır ki, bu noktada “kusur” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır. 

21. Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Uygulama ve öğretide kabul edilen tanıma göre kusur, hukuk düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası kusur, genel tanımıyla hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması olup bu kınama, o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır. 

22. Yine öğreti ve uygulamadaki hâkim görüşe göre, sorumluluk hukuku açısından kusurun, kast ve ihmal (taksir) olmak üzere ikiye ayrılacağı kabul edilmektedir. Bu bağlamda kast, hukuka aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi; ihmal ise, hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir.

23. Yeri gelmişken “yetkilerini kullanırken” ve “bu görevleri yerine getiren personel” kavramlarıyla amaçlananın ne olduğu üzerinde de durulmalıdır.

24. Devletin sorumluluğunun diğer bir şartı da zararın, memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından “görevini yerine getirirken” ve “görevle ilgili yetkilerini kullanırken” gerçekleştirilmiş olmasıdır.

25. Şu hâlde “görevin ifası” ve “yetkinin kullanılması” ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel (görevsel) bir bağ bulunmalı; zarar, kamu görevi (kamu yetkisi) yerine getirilirken, bu görev ve yetki nedeni ile doğmalıdır.

26. Memur ve diğer resmî görevliler kamu görevlisi sıfat ve kapasiteleri dışında özel bir kişi olarak, özel hukuk hükümlerine göre özel işlerini yaparken üçüncü kişilere verdikleri zarardan doğrudan doğruya kendileri sorumludur (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, 10. Bası, İstanbul 2010, s. 590 vd.). 

27. Ne var ki, personelin kişisel eylem ve davranışlarının idari eylem ve işlem sayılmadığını da burada hemen belirtmek gerekir. Gerçekten de Anayasa’nın 125/son fıkrası uyarınca idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür ve konusu suç olan emri yerine getiren kimsenin sorumluluktan kurtulamayacağı (m. 137) düzenlenmiştir.

28. Görüldüğü üzere Anayasa’da kamu personelinin kanuna aykırı eylem ve işlemlerinden şahsen sorumlu tutulacağı ilkesinin de ayrıca kabul edildiği çok açıktır. 

29. Memur veya kamu görevlisinin tamamen kendi iradesi ile kasten ya da kanunlardaki açık hükümler dışına çıkarak ve bunlara aykırı olarak suç sayılan eylemiyle verdiği zararlarda, eylem ile kamu görevinin yürütülmesi arasında objektif bir illiyet bağının varlığından söz edilemez. Bu gibi hâllerin 657 sayılı Kanun'un 13. maddesinin hukuksal alanı dışında tutulduğunda şüphe olmamalıdır.

30. Zira, görevden kolayca ayrılabilen ve görev dışında kalan kusurlu eylem ile kamu görevi arasındaki bağ kesilerek salt memurun ya da kamu görevlisinin kişisel kusuru ile karşı karşıya kalınmaktadır. İşte bu noktada görev kusuru ile kişisel kusurun ayrımında kişisel kusurun alanı ve unsurlarının açık bir biçimde saptanması önem taşımaktadır. 

31. Bilindiği gibi, görev kusuru daha çok kamu görevlisinin görevinden ayrılamayan kişisel kusuru olarak kendini gösterir. Bu kişisel kusur, görev içinde ve dolayısıyla idarenin ajanına yüklediği ödev, yetki ve araçlarla işlenmektedir. Kişisel kusurda ise; kamu görevlisinin eyleminde açıkça ve kolayca görevinden ayrılabilen tasarruf ve hatalar görülür. Bir başka deyişle, kişisel kusurda idare nam ve hesabına hareket eden bir kamu görevlisinin idareye atıf ve izafe olunacak yerde, doğrudan doğruya kendi şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu intaç eden hukuka aykırı eylem ve işlemleri belirgindir ve burada kamu görevlisi zarar doğurucu eylemini kamusal görevin yerine getirilmesi saiki ile ancak salt kişisel kusuru ile işlemiştir. Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda personelin kişisel eylem ve davranışları idari eylem ve işlem sayılmamış, kişisel kusura dayanan davaların inceleme yerinin adli yargı olduğu, hasmının da kişinin kendisi olduğu kabul edilmiştir (Tekinay, S.S./Akman, S./Burcuoğlu, H./Altop, A.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Bası, İstanbul 1993, s. 505; Ozansoy, C.: Tarihsel ve Kuramsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan Sorumluluğu, Doktora Tezi, 1989, s. 330) .

32. Sonuç olarak, Anayasa’nın 129/5 ve 657 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabilir. İdare aleyhine böyle bir davanın açılabilmesi, hizmet kusurundan kaynaklanmış, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Kamu görevlisinin, özellikle haksız eylemlerde, Anayasa ve özel yasalardaki bu güvenceden yararlanma olanağı bulunmamaktadır.

33. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.01.2013 tarihli ve 2012/4-729 E., 2013/163 K.; 10.07.2013 tarihli ve 2013/4-4 E., 2013/1035 K.; 26.02.2014 tarihli ve 2013/4-579 E., 2014/155 K.; 19.11.2014 tarihli ve 2013/4-1120 E., 2014/922 K.; 27.03.2015 tarihli ve 2013/4-1533 E., 2015/1099 K. ve 14.02.2018 tarihli ve 2017/4-1366 E., 2018/210 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

34. Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Davacıların, 12.05.2003 doğumlu çocukları Muhittin Ç.'in rahatsızlığı sebebiyle getirildiği Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Konya Doğumevi ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinde doktor Muammer D.'un ihmali sebebiyle 25.05.2003 tarihinde vefat ettiğini ileri sürerek ve davalı doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açtıkları anlaşılmaktadır.

35. Davacıların bu iddiası, içerik bakımından davalı doktorun görevi sırasında ve yetkisini kullanırken işlediği bir kusura ve bu kusurun niteliği itibariyle de kamu görevlisinin ihmaline dayanmaktadır.

36. Hâl böyle olunca, davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlilerine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir.

37. O hâlde, yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davalı doktor hakkındaki davanın husumet yokluğu nedeni ile reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

38. Bu nedenle, yerel mahkemece verilen direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulması gerekir.

IV. SONUÇ: 

Açıklanan nedenlerle;

Davalı Muammer D. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 

Aynı Kanunun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.10.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.