DOSYA KAPSAMINA UYGUN OLMAYACAK ŞEKİLDE AÇIK MADDİ HATA NİTELİĞİNDE OLAN DEĞERLENDİRME SEBEBİYLE USULİ KAZANILMIŞ HAK DOĞMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


23 Ara
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/11-2796
KARAR NO   : 2021/1038

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                        : 30/09/2015
NUMARASI                : 2015/342 - 2015/512
DAVACI                      : Y.U. Sanayi Ticaret Ltd. Şti. vekili Av. Ü.Ü.
DAVALILAR               : 1- R.D. vekili Av. Ş.P.
                                      2- A.A. 3- Ş.D. vekilleri Av. S.Y. M.M. Mirasçıları;
                                      4- N.M. 5- A.M.
                                      6- M.M. 7- A.M.M.

1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın davalı Rukiye D. yönünden kabulüne ilişkin karar davalı Rukiye D. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı Rukiye D. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; müvekkili şirketin eski müdürü olan davalıların murisi müteveffa Mustafa M. döneminde oluşan kârların ortaklara dağıtılmadığını, elde edilen kâr ve işlemlerin şirket muhasebe kayıtlarında gösterilmediğini, bu sebeple vergi cezası ödenmek durumunda kalındığını, anılan şirket müdürünün 14.01.2003 tarihinde vefat ettiğini, şirket sermayesi artırılmasına rağmen sermayenin mevcut olmadığını, üretim yapılarak kâr elde edilmesine karşın şirket kayıtlarında bu tutarın gösterilmediğini, şirketin içinin boşaltıldığını ileri sürerek şimdilik 6.500 TL’nin şirket müdürü Mustafa M. mirasçıları olan davalılardan yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında verdiği 20.07.2011 tarihli ıslah dilekçesiyle davalılardan Aliye A., Şerife D. ve Rukiye D.’nun her biri bakımından ileri sürülen talepleri 14.373,38 TL’ye yükseltmiş, 14.04.2011 tarihli dilekçe ile müteveffa davalı Mehmet M. mirasçıları yönünden ise davadan feragat ettiğini bildirmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı Rukiye D. vekili; müvekkili adına şirket işlemleri sırasında atılan imzaların müvekkiline ait olmadığını, talep edilen tazminata ilişkin yeterli açıklamanın bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Diğer davalılar ise davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemenin Birinci Kararı:

7. Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 17.05.2012 tarihli ve 2009/414 E., 2012/253 K. sayılı kararı ile; davalıların murisi olan Mustafa M.’ın görev yaptığı dönemde, elektrik ve su sarfiyatı dikkate alınmak suretiyle belirlenen 50.004,70 TL kârın kayıtlara intikal ettirilmediği, kayıtların usulüne uygun tutulmaması sebebiyle Kalecik Mal Müdürlüğüne ödenmesi gereken verginin mahsubu ile bakiye 15.287,40 TL vergi cezası ödenmek durumunda kalındığı, şirketin toplam olarak 65.292,10 TL zarara uğratıldığı, bu miktarın zarara sebebiyet veren şirket müdürü mirasçılarından talep edilebileceği, davalıların 29.12.2003 tarihli karar ile şirket ortaklarının birbirlerine hiçbir hukukî ve mali dava açmayacaklarına dair karar alındığı, bu ibra sebebiyle eldeki davanın açılamayacağını savundukları, ancak söz konusu kararın dava konusu yapılan hususları açıkça içermediği ve şirketin defter ve kayıtlarında yer almayan ve usulüne uygun tutulmaması sebebiyle ödemek zorunda kalınan vergi cezası ile kârın ödenmemesinden kaynaklı zararın giderilmesi yönünde dava açıldığından söz konusu kararın işbu davayı engeller mahiyette açık bir ibra kararı olmadığı, her ne kadar ıslah edilen miktar yönünden bir kısım davalılar tarafından süresinde zamanaşımı def’inde bulunmuşsa da müteveffanın eylemine uyan ve suç teşkil eden güveni kötüye kullanma fiilinin ceza zamanaşımı gözetildiğinde zamanaşımı itirazının yerinde olmadığı, feragat edilen davalı hissesine veraset ilamındaki hissesi gözetilerek ve kabul edilen kısmın mahsubu ile bakiye zarardan daha az bir miktar yönünden dava ıslah edildiğinden davanın ıslah edilen miktar yönünden kabulüne karar verilmesinin gerektiği gerekçesiyle davalı Mehmet M.’ın mirasçıları hakkında açılan davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davalılar Aliye A., Şerife D. ve Rukiye D. hakkında açılan davanın kabulü ile 43.120,14 TL’nin davalılardan müteselsilen tahsiline, bu miktara dava ve ıslah tarihlerinden itibaren yasal faiz uygulanmasına karar verilmiştir.

Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar Şerife D., Aliye A. ve Rukiye D. vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.

 9. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12.06.2013 tarihli ve 2012/13297 E., 2013/12247 K. sayılı kararı ile “… 1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, mümeyyiz davalılar vekillerinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Dava limited şirket eski müdürünün gerçekleştirdiği iş ve işlemlere yönelik olarak mirasçıları aleyhine tazminat istemine ilişkin olup, mahkemece yapılan yargılama sonunda mümeyyiz davalılar hakkında açılan davanın kabulüne karar verilmiş ise de, yargılama sırasında davacı vekili tarafından verilen ıslah dilekçesiyle talebin arttırıldığı, buna karşın mümeyyiz davalılar vekilleri tarafından söz konusu ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı def’inde bulunulduğu, mahkemece davalıların murisinin eylemlerinin aynı zamanda Ceza Kanununun 155/2 maddesi kapsamında suç teşkil etmesi sebebiyle, ceza zamanaşımı gözetildiğinde zamanaşımı itirazının yerinde olmadığı gerekçesiyle zamanaşımı def’inin reddine karar verildiği dosya kapsamı ile sabittir. Ancak söz konusu ıslah dilekçesinin harcının 20/07/2011 tarihinde yatırıldığı, davalıların murisinin müdürlük görevinin ise 24/04/2002 tarihinde sona erdiği, bu haliyle davalıların murisinin görevde olduğu tarih itibariyle mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanununun yürürlükte bulunduğu ve zamanaşımı süresinin tespitinin değinilen Yasanın 102'nci maddesi kapsamına göre yapılmasının gerektiği göz önüne alınmaksızın, zamanaşımı hesabının 5237 sayılı mer’i Türk Ceza Kanunu göz önüne alınarak yapılması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Mahkemenin İkinci Kararı:

10. Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 22.04.2014 tarihli ve 2013/720 E., 2014/216 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak davalıların murisi Mustafa M.'ın eyleminin aynı zamanda güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu, müdürlük görevinin sona erdiği tarih olan 24.04.2002 tarihi itibariyle mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (765 sayılı TCK) yürürlükte bulunduğu, 765 sayılı TCK'nın 508, 510 ve 102/4. maddeleri gereğince zamanaşımının 5 yıl olduğu, davacı tarafın ıslah dilekçesine karşı davalılar Aliye A. ve Şerife D. vekilinin yasal süresi içerisinde zamanaşımı def'inde bulunduğu, buna karşılık davalı Rukiye D.'nun ıslah talebine karşı süresi içerisinde zamanaşımı def'inde bulunmadığı gerekçesiyle davalılar Aliye A. ve Şerife D. hakkında açılan davanın kısmen kabulü ile 6.500 TL'nin Aliye ve Şerife'den ayrı ayrı tahsiline, davalı Rukiye D. bakımından davanın kabulü ile 14.373,38 TL'nin anılan davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:

11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Rukiye D. vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

12. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12.01.2015 tarihli ve 2014/14566 E., 2015/133 K. sayılı kararı ile; “… 1- Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı Rukiye D. vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Mahkemece davalı Rukiye D.'nun süresinden sonra zamanaşımı def'inde bulunduğu gerekçesiyle ıslah edilen miktar yönünden de davanın kabulüne karar verilmiş ise de; Dairemizce 12/06/2013 tarihli bozma ilamında temyiz eden davalılar Şerife Demirolta, Aliye Altundal ve Rukiye D. hakkında zamanaşımı yönünden ıslah edilen kısımla ilgili olarak 765 sayılı TCK'nın 102. maddesine göre zamanaşımı süresinin tespiti gerektiği konusunda mümeyyiz davalılar lehine karar bozulmuş olup, bu bozmaya karşı davacı vekilince davalı Rukiye D.'nun zamanaşımı def'inin süresinde olmadığı ve muvafakatinin de bulunmadığına dair karar düzeltme talep edilmemiş ve bozma ilamına da mahkemece uyulmakla davalı Rukiye D. yararına usuli kazanılmış hak doğması sebebiyle davalı Rukiye D.'nun ıslah edilen kısma yönelik zamanaşımı def'inin de uyulan bozma ilamı uyarınca 765 sayılı TCK'nın 102. maddesi kapsamına göre değerlendirilerek karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile ıslah edilen miktar yönünden de davalı Rukiye D. hakkında davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

13. Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 30.09.2015 tarihli ve 2015/342 E., 2015/512 K. sayılı kararı ile önceki gerekçelere ek olarak; bozma ilamında zamanaşımı itirazının süresinde yapılıp yapılmadığının bozma konusu yapılmadığı gibi sadece zamanaşımı süresinin tespitinde uygulanacak kanunun yeniden değerlendirilmesi amacıyla kararın bozulduğu, bu karara karşı davacının karar düzeltme yoluna gitmemesinin davalı Rukiye D. yararına usulî kazanılmış hak doğurmayacağı, davalı Rukiye D.’nun da ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı itirazı bulunmadığından önceki kararda direnilmesi gerektiği, diğer davalılar Mehmet M. mirasçıları ve Aliye A. ve Şerife D. hakkında verilen karar kesinleştiğinden bu davalılar hakkında yeniden karar oluşturulmasına yer olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

14. Direnme kararı süresi içinde davalı Rukiye D. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

15. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Özel Dairenin 12.06.2013 tarihli ilk bozma ilamına uyulması sonrasında davalı Rukiye D. yararına usulî kazanılmış hakkın doğup doğmadığı ve buradan varılacak sonuca göre anılan davalı bakımdan ileri sürülen talebin ıslah ile artırılan kısım yönünden zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

16. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

17. Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle zamanaşımı; alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Zamanaşımı hukukî niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır [(Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:2, İstanbul 2001 s. 1761; Von Tuhr: Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s. 688 vd; Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet.: Türk Medeni Hukuku, C. 1, Cüz I, 6. Baskı, İstanbul 1959, s. 274]. Zamanaşımı def'i, davalının aslında var olan bir borcunu özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren bir haktır. Bu itibarla zamanaşımının sonucu alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç hâline getirme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır. Diğer bir ifadeyle özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.

18. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def'ide bulunması gerekir (Reisoğlu, Seza: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1998, s. 334; HGK’nın 05.05.2010 tarihli ve 2010/8-231 E., 2010/2553 K.; 03.05.2006 tarihli ve 2006/4-232 E., 2006/269 K. sayılı kararları). Diğer bir anlatımla, davalı tarafından zamanaşımı def'i ileri sürülmedikçe, o hak ve alacak için yasanın öngördüğü zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile hâkim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz. Ancak taraflarca ileri sürülmesi durumunda mahkemece, zamanaşımı def’inin incelenmesi sırasında dikkat edilecek ilk husus, zamanaşımı def’inin süresinde ileri sürülüp sürülmediğinin denetlenmesi, şayet def’inin kanunda belirlenen süreler içerisinde ileri sürüldüğünün belirlenmesi hâlinde ileri sürülen talep hakkında zamanaşımı olgusunun vuku bulup bulunmadığının incelenmesi gerekecektir. Zira taraflardan biri tarafından ileri sürülen zamanaşımı def’inin incelenmesi, doğal olarak yasal süresi içerisinde ileri sürülmüş bir zamanaşımı def’inin varlığına bağlı olup yasal süresinden sonra ileri sürülen zamanaşımı def’i hakkında esasen inceleme yapılamaz.

19. Maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i ve savunma aracı olan zamanaşımının yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği konusunda ise gerek dava tarihinde ve ıslah dilekçesinin davalılara tebliğ edildiği tarihte yürürlükte olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) olduğu gibi davalı Rukiye D. tarafından ıslah dilekçesine karşı itiraz ile ileri sürülen zamanaşımı def’ini içeren dilekçenin mahkemeye sunulduğu tarihte yürürlükte olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) da açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Zamanaşımı, Kanun’da (HUMK m. 187, HMK m. 116) sınırlı olarak sayılan ilk itirazlardan olmadığından cevap dilekçesi ile ileri sürülme zorunluluğu söz konusu olmayıp zamanaşımının ileri sürülme zamanı daha çok savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağıyla ilgilidir. Öğreti ve uygulamada “savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı” olarak adlandırılan bu yasak, davalının savunmasında ileri sürdüğü olgular, istemler ve itirazlarını sonradan genişletmesi ya da değiştirmesinin mümkün olmaması demektir. Kanunda gösterilen istisnalar dışında davacı davasını genişletip değiştiremeyeceği gibi davalı da savunmasını genişletip değiştiremez. Usul hukukunda benimsenen teksif ilkesinin önemli bir sonucu olan bu yasağın hangi anda başladığını belirlemek için yasal düzenlemelere bakmak gerekmektedir.

20. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 202. maddesi: "Davalı cevap dilekçesinde karşılık dava da dahil olmak üzere bütün iddia ve savunmaları ile sebeplerini birlikte bildirmeye mecburdur.

Müddeaaleyh cevap layihasını hasmına tebliğ ettirdikten sonra onun muvafakatı olmaksızın müdafaa sebeplerini tevsi veya tebdil edemez.

Ancak ıslah haliyle 186 ncı madde hükmü müstesnadır" hükmünü içermektedir. Görüldüğü üzere HUMK'nın yürürlükte olduğu dönemde savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin davacıya tebliği ile başlamakta olup bu yasağın istisnaları da aynı maddenin 3. fıkrasında gösterilmiş ve ıslah da bu istisnalar arasında sayılarak, ıslahla savunma sebeplerinin genişletileceği veya değiştirilebileceği kabul edilmiştir.

21. Davalı Rukiye D.’nun ıslah ile artırılan kısma ilişkin zamanaşımı def’ini ileri sürdüğü tarihte yürürlükte olan HMK’nın, 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (7251 sayılı Kanun) ile değiştirilmeden önceki hâli ise; “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklindedir. Buna göre tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmaksızın uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Şüphesiz ki bu imkân, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile söz konusudur. Bu iki dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Bununla birlikte, HMK'nın 141/2. maddesinde, iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümlerinin saklı olduğu belirtilmiştir.

22. Bu aşamada incelenmesi gereken kavram olan ıslah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesine denir (Kuru, s. 3965). Islah müessesesi, davayı değiştirme, başka deyişle iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkândır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf işlemi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itiraza imkân vermeksizin yapılabilmektedir (Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, C. I-II, İstanbul, 1992, s. 534). Islahın konusunun tarafların yapmış oldukları usul işlemleri olduğu için, ıslahla düzeltilecek usul işlemlerinin neler olduğundan da söz etmek gerekir.

23. Gerek öğreti, gerekse Yargıtay uygulaması davanın değiştirebileceğini ve genişletilebileceğini aynı şekilde savunmanın genişletilebileceğini ilke olarak kabul etmektedir. Yine müddeabihin artırılıp artırılmayacağı hususu da bir usul işlemi olup, ıslahın konusudur (Kuru: s. 4035). HUMK’nın 87. maddesinin son cümlesindeki “müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” hükmü Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarih ve 1999/1 E:, 1999/33 K. sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Bu suretle davacı, dava dilekçesinde gösterdiği müddeabihini aynı dava içinde ıslah yolu ile artırabilecektir. Aynı hususla alakalı olarak HMK’nın 176 ve devamındaki maddelerde de ıslah kurumu benzer şekilde düzenlenmiştir. Islah, sözlü veya yazılı olarak yapılabileceği gibi karşı taraf duruşmada hazır değilse veya ıslah talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber vermek amacıyla karşı tarafa bildirilerek de yapılabilir (HUMK m. 85, HMK m. 177). Bu kapsamda davacı tarafça gerçekleştirilen ıslahın davalı tarafa tebliği geçerlilik koşulu olmamakla birlikte davalı tarafın yokluğunda gerçekleştirilen ıslahtan haberdar edilip beyanı alınmaksızın ıslah ile ileri sürülen talebe göre inceleme yapılıp karar verilemez (Kuru, s. 3984). Zira adil yargılamanın önemli ilkelerinden biri olan “silahların eşitliği ilkesi” uyarınca tarafların yargılamada eşit usulî imkânlara sahip olmaları gerekmekte olup anılan ilke gereği tamamen veya kısmen ıslah ile ileri sürülen hususların karşı tarafın bilgisine sunulması ve cevap verme imkânının tanınması sonrasında yargılamaya devam edilmesi zorunludur.

24. Dava konusu müddeabihin ıslah ile artırımı, niteliği itibariyle davanın kısmen ıslahı niteliğinde olup davanın kısmen ıslahı durumunda ise davacı; kısmi davada saklı tuttuğu fazlaya ilişkin haklarını, ek bir dava açarak isteyebileceği gibi müddeabihi aynı davada kısmi ıslah dilekçesi verip harcını yatırmak suretiyle arttırabilecektir. Her ne kadar kısmi davanın açılmasından sonra alacağın geri kalan kısmının ıslah yolu ile talep edilmesi mümkün ise de, zamanaşımı yalnız alacağın kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilmektedir. Buradan hareketle açıklanması gereken bir diğer husus ise zamanaşımının kesilmesi konusudur.

25. 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun (BK) 133/2. maddesi [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 154/2] gereğince; alacaklı dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuşsa, icra takibinde bulunmuşsa ya da iflas masasına başvurmuşsa zamanaşımı kesilir. Öğreti ve uygulamada kısmi davada dava edilmeyen alacak kesimi için, fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmuş olmasının zamanaşımını kesmeyeceği kabul edilmektedir (Kuru, s. 1541 vd.; Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usul Hukuku, C. II, 15. baskı, İstanbul 2017, s. 1008). Başka deyişle kısmi dava açılması hâlinde zamanaşımı yalnız alacağın kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilecek, ancak talep konusu yapılmayan geri kalan kısım bakımından ise zamanaşımı işlemeye devam edecektir. Kısmi dava ile talep edilmeyen alacağın geri kalan kısmı için zamanaşımı BK’nın 133. (TBK m. 154) maddesindeki diğer kesilme nedenleri dışında ancak aynı yargılamada karşı tarafın rızası veya ıslah talebinde bulunma tarihinde yahut geri kalan kısım için ikinci dava açılacaksa ikinci davanın açıldığı tarihte kesilmiş olur. Davacının geri kalan kısım için ıslaha başvurması veya ikinci dava açması durumunda da davalının zamanaşımı def'inde bulunabileceğinden tereddüt etmemek gerekir (Pekcanıtez, s. 1008). Aynı hususla alakalı olarak verilen Hukuk Genel Kurulunun 06.03.2013 tarihli ve 2012/4-824 E., 2013/305 K. ile 22.10.2014 tarihli ve 2014/4-840 E., 2014/837 K. sayılı kararlarında da; kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması nedeniyle dava konusu yapılmayan alacak miktarının ek davaya veya kısmi ıslaha konu olması hâlinde, bu usul işlemine karşı davalının zamanaşımı def’ini ileri sürebileceği kabul edilmiştir.

26. Uyuşmazlık konusu itibariyle önem arz eden “usuli kazanılmış hak” kavramı; davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Bu kavrama ilişkin olarak HUMK’da ve HMK’da açık bir düzenleme bulunmamakta ise de; bu ilkenin uygulanma gerekliliği her iki Kanun hükümleri karşısında da varlığını sürdürmektedir. Keza bu kurum, 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 E., 1960/9 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; Yargıtay bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda lehine bozma yapılan taraf yararına usulî kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda mahkeme için de zorunluluk doğacağı, usulî kazanılmış hakka ilişkin açık kanun hükmü olmasa da temyiz sonucu verilecek bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan amacı ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukukî alanda istikrar amacıyla kabul edilmiş bulunması bakımından usulî kazanılmış hak müessesesi usul hukukunun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeniyle de ilgili olduğu belirtilmiştir. Bu doğrultuda Yargıtayın bozma kararına uyan mahkeme, bozma kararı uyarınca işlem yapmak ve hüküm vermek zorundadır; çünkü mahkemenin bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulî müktesep hak doğmuştur.

27. Yargısal ve bilimsel içtihatlarda “usuli kazanılmış hak” ya da “usuli müktesep hak” olarak adlandırılan bu ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.02.1988 tarihli ve 1987/2-520 E., 1988/89 K. sayılı kararında “Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince işlem yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisinin lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulü kazanılmış hak denilmektedir.” şeklinde tanımlanmakta olup ayrıca Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları da bulunmaktadır. Bu itibarla ele alınan usulî kazanılmış hak kurumunun istisnalarından da bahsedilmesi gerekmektedir.

28. Öncelikle belirtmelidir ki, mahkemenin görevi ile ilgili usulî kazanılmış haktan söz edilemez. Şöyle ki; Yargıtay mahkemenin kararını, görev itirazı olmaksızın görev dışında bir sebeple bozar ve mahkeme bu karara uyarsa bozma dışında kalan görev hususu usulî kazanılmış hak oluşturmayacak, yeniden yapılan yargılamada mahkeme tarafların itirazı üzerine ya da kendiliğinden görevsizlik kararı verebilecektir. Ancak temyizde açıkça görev itirazı ileri sürülmüş ve bu husus Yargıtay tarafından nazara alınmamış, açık ya da zımnî olarak reddedilmiş ise bu takdirde usulî kazanılmış hak görev konusunda da oluşacak ve yeniden yargılama yapan mahkeme görev konusunda karar veremeyecektir. Öte yandan Yargıtay'ın bozma kararından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararının çıkarılmış olması da usulî kazanılmış hakkın istisnasıdır. Az yukarıda bahsedilen 09.05.1960 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararına göre, içtihadı birleştirme kararları usulî kazanılmış hakka rağmen görülmekte olan davalara da uygulanır. İlk derece mahkemesi usulî kazanılmış hakka aykırı olsa bile yeni içtihadı birleştirme kararına göre karar verecektir.

29. Benzer şekilde henüz kesinleşmeden geçmişe etkili olarak çıkarılan bir kanun hükmü de usulî kazanılmış hakkın istisnasını oluşturacak olup bu durumda usulî kazanılmış hakka aykırı olsa da yeni çıkarılan ve geçmişe etkili olan kanun hükmünün uygulanması gerekir. Bundan başka bir kanun hükmü Anayasa Mahkemesince iptal edilirse iptal edilen kanun hükmü usulî kazanılmış hakka aykırı olsa bile uygulanacak öncelik usulî kazanılmış hakta değil Anayasa Mahkemesinin iptal kararında olacaktır. Usulî kazanılmış hakkın bir diğer istisnası ise kesin hükümdür. Bozmadan sonra usulî kazanılmış hak ile kesin hüküm çelişiyorsa öncelik usulî kazanılmış hak da değil, kamu düzeninden sayılan ve dava şartı olarak re'sen nazara alınması gereken kesin hükümdedir. Bu kapsamda kamu düzenine aykırılık da usulî kazanılmış hakkın istisnalarından bir diğeridir. Gerçekten de kamu düzeninden sayılan bir husus ile usulî kazanılmış hak çelişiyorsa bu hâlde kamu düzeninden sayılan hâl usulî kazanılmış hakkın önüne geçecektir.

30. Son olarak Yargıtay'ın kararı her türlü yorumun, hukukî değerlendirme veya delil takdiri dışında, açıkça ve tartışmasız şekilde başka bir şekilde yorumlanamayacak açıklıkta maddi hataya dayalı ise ve onunla sıkı sıkıya bağlı olduğu hâlde usulî kazanılmış hak ilkesi uygulanmayacaktır. Yargıtay tarafından dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddi hata yapılması hâlinde, bu hata, usulî kazanılmış hak oluşturmayacaktır.

31. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı tarafça yargılama sırasında 20.07.2011 tarihli ıslah dilekçesiyle davalılardan Aliye A., Şerife D. ve Rukiye D. aleyhine talep edilen miktarı anılan davalılardan her biri bakımından 14.373,38 TL’ye yükseltildiği, ıslah dilekçesinin anılan davalılardan Aliye A. ve Şerife D. vekiline 03.08.2011 tarihinde, diğer davalı Rukiye D. vekiline ise 08.08.2011 tarihinde tebliğ edildiği, ıslah dilekçesinin tebliği sonrasında davalılardan Aliye A. ve Şerife D. vekilince yasal süresi içerisinde 15.08.2011 havale tarihli dilekçeyle ıslah ile artırılarak miktara yönelik zamanaşımı def’i ileri sürüldüğü, ancak diğer davalı Rukiye D. tarafından ıslah ile artırılan miktara ilişkin olarak yasal süresinden sonra verilen 07.02.2012 havale tarihli dilekçeyle zamanaşımı def’inin ileri sürüldüğü, yine davalı Rukiye D. vekilince 19.04.2012 tarihli ek rapora beyan dilekçesiyle zamanaşımı def’inde bulunulduğu, bu itirazın anılan davalı vekilince 17.05.2012 tarihli duruşmada tekrar edildiği, dolayısıyla davalı Rukiye D. yönünden ıslah ile artırılan miktara ilişkin olarak yasal süresi içerisinde zamanaşımı def’inde bulunulmadığı anlaşılmaktadır.

32. Mahkemece verilmiş olan 17.05.2012 tarihli ilk kararda davalılar Aliye A., Şerife D. ve Rukiye D.’nun ıslah ile artırılan miktara ilişkin olarak ileri sürülen zamanaşmı def’ilerinin, yasal süresi içerisinde ileri sürülüp sürülmediğine dair yukarıda belirtildiği şekilde bir değerlendirme yapılmaksızın davalı Rukiye D. yönünden yasal süresinde ileri sürülmüş bir zamanaşımı def’i varmış gibi esasen incelenerek, zamanaşımı süresinin dolmadığından bahisle anılan davalıların zamanaşımı def’ilerinin reddine karar verilmiştir. Bu kararın davalılar Aliye A., Şerife D. ve Rukiye D. vekilleri tarafından temyizi üzerine Özel Dairece verilmiş olan 12.06.2013 tarihli ilk bozma kararında da yine; anılan davalılarca ileri sürülen zamanaşımı def’ilerinin yasal süresinde olup olmadığına dair bir denetleme yapılmaksızın, zamanaşımının süresinin belirlenmesi bağlamında suç tarihinde uygulanan ilga edilmiş kanun kapsamında bir değerlendirme yapılması gerektiğinden bahisle bir bozma kararı verilmiş, karara karşı karar düzeltme kanun yoluna başvurulmaması sonrasında mahkemece bozma kararına uyulmuştur.

33. Öncelikle hem Özel Dairece hem de mahkemece ıslah ile artırılan talep miktarına ilişkin olarak ileri sürülen zamanaşımı def’inin incelenmesi sırasında dikkat edilmesi gereken ilk husus, yasal süresi içerisinde ileri sürülmüş bir zamanaşımı def’inin bulunup bulunmadığıdır. Zira niteliği itibariyle bir def’i olan zamanaşımı, davalı tarafça ileri sürülmedikçe mahkemece re’sen incelenemeyecek olup usul kuralları gereği ancak yasal süresi içerisinde ileri sürülmüş bir zamanaşımı def’inin esası hakkında değerlendirme yapılarak bir karar verilebilir. Bu bağlamda zamanaşımı def’ine ilişkin verilecek karar süreci içerisinde, taraflarca ileri sürülmemiş olsa dahi zamanaşımı def’inin yasal süresi içerisinde yapılıp yapılmadığının denetlenmesi zorunludur.

34. Bu itibarla mahkemece verilen 17.05.2012 tarihli ilk karara karşı davalı Rukiye D. vekilince ileri sürülen temyiz itirazlarına ilişkin olarak Özel Dairece, 12.06.2013 tarihli ilk bozma kararında davalı Rukiye D. yönünden ileri sürülen zamanaşımı def’inin yasal süresinden sonra ileri sürülmesi olgusu üzerinde durulmaksızın zamanaşımı süresinin hesabına dair yapılan değerlendirme, usulî kazanılmış hakkın istisnalarından olan ve dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddi hata niteliğinde olup bu hususun davacı tarafça karar düzeltme yoluyla ileri sürülmemesi sonrasında mahkemece bozma kararına uyulmuş olması, davalı Rukiye D. yararına usulî kazanılmış hak oluşturmaz. Ayrıca 12.06.2013 tarihli ilk bozma kararında, davalı Rukiye D.’nun zamanaşımı def’i yönünden yapılan incelemede, anılan davalı yönünden ileri sürülen zamanaşımına ilişkin taleplerin, mümeyyiz davalıların sair temyiz itirazlarının reddedildiği birinci bent kapsamında, yasal süresi içerisinde ileri sürülmemesi nedeniyle reddedilme imkânı mevcuttur. Dolayısıyla davalı Rukiye D.’nun zamanaşımı def’inin yasal süresinde ileri sürülmemesi nedeniyle reddine dair Özel Dairece yapılabilecek olan değerlendirmenin aleyhe bozma yasağı kapsamında olduğu da söylenemez.

35. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı Rukiye D.’nun yasal süresi içerisinde zamanaşımı def’ini ileri sürmediği, ancak mahkemece verilen 17.05.2012 tarihli ilk kararda davalılar Aliye A., Şerife D. ve Rukiye D. vekillerinin yasal süresi içerisinde zamanaşımı def’inde bulundukları kabul edilerek ıslah ile artırılan kısım bakımından zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle anılan davalılar hakkında davanın kabulüne karar verildiği, bu karara karşı davalı Rukiye D.’nun zamanaşımı def’ine ilişkin gerekçe yönünden davacı tarafça temyiz isteminde bulunulmadığı, Özel Dairece verilen 12.06.2013 tarihli ilk bozma kararında temyiz edenlerin sıfatına ve temyiz sebeplerine göre mümeyyiz davalılar aleyhine değerlendirme yapılamayacağı göz önüne alınarak mümeyyiz davalı Rukiye D. aleyhine anılan davalının zamanaşımı def’inin süresinde olmadığından bahisle bir inceleme yapılmadığı, bu sebeple mahkemenin vermiş olduğu kararın mümeyyiz davalılar yararına bozulmasına karar verildiği, anılan bozma kararına karşı davacı tarafça karar düzeltme isteminde bulunulmaması sonrasında mahkemece bozma ilamına uyulmasına karar verildiği, mahkemenin uymuş olduğu bozma kararında gösterilen hususlarla sınırlı olarak inceleme yapması gerektiği, bu suretle davalı Rukiye D. lehine ıslah ile artırılan kısım yönünden ileri sürülen zamanaşımı def’ine ilişkin usulî kazanılmış hakkın doğduğu, usulî kazanılmış hakka ilişkin bir istisnanın da söz konusu olmadığı, bu nedenle direnme kararının Özel Daire kararında gösterilen nedenle bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

36. Hâl böyle olunca; Özel Dairenin 12.06.2013 tarihli ilk bozma ilamının zamanaşımına ilişkin gerekçesinde davalı Rukiye D. yönünden yapılan değerlendirmenin, dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddi hata niteliğinde oluşu nazara alındığında, bu karara karşı davacı tarafça karar düzeltme kanun yoluna başvurulmaması ve sonrasında anılan bozma kararına mahkemece uyulması, davalı Rukiye D. yararına usulî kazanılmış hak oluşturmaz. Bu sebeple ıslah ile artırılan kısım bakımından anılan davalı tarafından yasal süresinden sonra ileri sürülen zamanaşımı def’inin reddedilmesi isabetli olup direnme kararı yerindedir.

37. Ne var ki, hüküm altına alınan alacak miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun olup davalı Rukiye D. vekilinin sair yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Yargıtay 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Geçici 3.” maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.09.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Davacı şirketin eski müdürü ve davalıların murisi olan Mustafa M.’ın müdürlüğü döneminde davacı şirketi zarara uğrattığından bahisle davalı mirasçılara karşı açılan tazminat davasında davalılardan Aliye, Şerife ve Rukiye hakkında davanın kabulüne dair verilen hükmün Özel Dairece bozulması üzerine bozmaya uyan Mahkemece, Rukiye D. yönünden ıslah talebine karşı süresi içerisinde zamanaşımı def’inde bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, Özel Dairece bu hükmün de zamanaşımı süresinin 765 sayılı TCK’nın 102. maddesi kapsamına göre değerlendirilmesi gerektiği, RukiyeD.’nun ıslah edilen kısma ilişkin zamanaşımı def’inin süresi içerisinde ileri sürülüp sürülmediğinin artık incelenmeyeceği, usulî müktesep hak doğduğu gerekçesiyle bozulması üzerine Mahkemece direnme kararı verilmiş ve Rukiye D.’nun ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı def’inde bulunmadığı gerekçesine dayanılmıştır.

Özel Daire ile Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, birinci bozma ilamına uyulması sonrasında davalı Rukiye D. yararına, zamanaşımı def’inin süresi içerisinde yapıldığı konusunda usulî kazanılmış hak doğup doğmadığı, anılan davalı bakımından ıslah edilen kısım yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.

Davalıların dava dilekçesindeki talebe karşı zamanaşımı def’i ileri sürmedikleri, 20/07/2011 tarihli ıslah dilekçesinin 08/08/2011 tarihinde Rukiye D. vekiline tebliğ edildiği, Aliye ve Şerife vekiline 03/08/2011 tarihinde tebliğ edildiği, Rukiye’nin kendi verdiği 07/02/2012 tarihli dilekçede zamanaşımı def’inde bulunduğu, ayrıca Rukiye vekilinin 19/04/2012 tarihli ek rapora beyan dilekçesinde zamanaşımı savunmasında bulunduğu, 17/05/2012 tarihli celsede de tekrar ettiği, Aliye ve Şerife vekilinin 15/08/2011 tarihli dilekçede zamanaşımı savunmasında bulunduğu anlaşılmaktadır. Davalı Rukiye’nin ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı savunmasında bulunduğu ilk cevap dilekçesi, HMK’nın yürürlüğü sırasında olup HMK’nın 141. maddesine göre süresinde değildir. HMK’nın 116 maddesinde zamanaşımı ilk itiraz olarak düzenlenmemiş olup, HMK 136 ve 141. maddeleri kapsamında değerlendirilecek bir def’idir. Zamanaşımı, hâkim tarafından kendiliğinden nazara alınmaz. Hâkim zamanaşımı def'inin süresinde ileri sürüldüğünü kabul ettiği takdirde, zamanaşımı def’inin süresinde ileri sürülmediği hususunun temyiz sebebi olarak temyiz incelemesine getirilmesi gerekir. Temyiz nedeni olarak gösterilmeyen bu husus, re’sen incelenemez.

Mahkemece ilk kararda, her üç davalı için “her ne kadar ıslah edilen miktar yönünden bir kısım davalılar tarafından süresinde zamanaşımı def’inde bulunulmuşsa da müteveffanın eylemine uyan ve suç teşkil eden güveni kötüye kullanma fiilinin ceza zamanaşımı gözetildiğinde, zamanaşımı itirazının yerinde olmadığı …” gerekçesiyle Aliye, Şerife ve Rukiye D. hakkında açılan davanın kabulüne karar verilmiş, davalı Mehmet M. mirasçıları hakkında açılan dava, feragat nedeniyle reddedilmiştir. Karar gerekçesinde süresinde zamanaşımı def’inde bulunan bir kısım davalılar olarak Aliye, Şerife ve Rukiye belirtilmiştir.

Mahkemenin bu kararını davalılar Aliye ve Şerife vekili ile Rukiye D. vekili temyiz etmişler, Özel Dairece bozma ilamının birinci bendinde sair temyiz itirazları reddedilmiş, ikinci bentte ıslah dilekçesine karşı mümeyyiz davalılar vekilleri tarafından zamanaşımı def’inde bulunulduğu, Mahkemece TCK’nın 155/2 maddesi kapsamındaki suçun ceza zamanaşımına göre zamanaşımı def’inin reddine karar verildiği, murisin görevde olduğu tarih itibariyle 765 sayılı TCK yürürlükte bulunduğu, zamanaşımı süresinin tespitinin değinilen Yasanın 102. maddesi kapsamına göre yapılmasının gerektiği gerekçesiyle temyiz eden davalılar yararına karar bozulmuştur.

Mahkemece bu bozma kararına uyulduktan sonra 765 sayılı TCK’nın 102/4 maddesi gereğince zamanaşımının beş yıl olduğu, ıslah dilekçesine karşı davalılar Aliye ve Şerife vekilinin yasal süresi içerisinde zamanaşımı def’inde bulunduğu, buna karşılık davalı Rukiye D.’nun süresi içerisinde zamanaşımı def’inde bulunmadığı gerekçesiyle davalı Rukiye bakımından davanın tümden kabulüne karar verilmiştir.

Rukiye D. vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece ilk bozmaya karşı davacı vekilince karar düzeltme talep edilmediği ve bozma ilamına da Mahkemece uyulduğu, Rukiye D. yararına usulî kazanılmış hak doğması sebebiyle Rukiye D.’nun zamanaşımı def’inin de uyulan bozma ilamı uyarınca 765 sayılı TCK’nın 102. maddesi kapsamına göre değerlendirilerek karar verilmesi gerekçesiyle bozulması üzerine Mahkemece usulî kazanılmış hak doğmadığı ve davalı Rukiye D.’nun ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı itirazı bulunmadığı, bozma ilamında zamanaşımı itirazının süresinde yapılıp yapılmadığının bozma konusu yapılmadığı, sadece uygulanacak TCK’nın değerlendirilmesi amacıyla kararın bozulduğu gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

Davalılar, davacı şirketin eski müdürünün mirasçıları olup, talep edilen zarardan müteselsilen sorumlulukları söz konusudur. Ancak zamanaşımı def’i, müteselsil sorumlular için ortak savunma değildir. Zamanaşımı def’inden yalnızca bunu ileri süren yararlanır. Ayrıca, dava dilekçesinin sonuç kısmında mirasçılardan hisseleri oranında tahsil talep edilmiştir. Bu nedenle, her bir davalının zamanaşımı def’inin süresinde olup olmadığı belirlenecektir. Davalı Rukiye D. HMK zamanında ileri sürdüğü zamanaşımı def’i, süresinde değil ve davacı vekilinin buna açıkça muvafakatı yok ise de Mahkemece ilk kararda Rukiye, Şerife ve Aliye vekillerinin süresinde zamanaşımı def’inde bulundukları kabul edilerek ceza zamanaşımı gözetildiğinde ıslaha karşı zamanaşımı süresinin dolmadığı, bu nedenle davalılar hakkındaki davanın tümden kabulüne karar verilmiştir. Bu kararı, aleyhine karar verilen davalılar temyiz etmiştir. Davacı, kararın gerekçesinden temyize gelmemiştir. “Her ne kadar lehime karar verilmiş ise de Rukiye yönünden ceza zamanaşımı süresi dolmadığından değil, Rukiye zamanaşımı def’ini süresi içerisinde ileri sürmediğinden bunun zamanaşımı def’inin reddi ile ıslah ettiğim miktarın bu nedenle kabulü gerekirdi” dememiştir. Özel Daire, davalılar tarafından getirilen temyiz sebebine ve temyiz edenlerin sıfatına göre inceleme yapmakla yükümlüdür. Kamu düzeni ile ilgili ve re’sen gözetilecek bir durum olmadığından, temyiz eden davalılar aleyhine olarak değerlendirme ve sonuca varamayacağından, Rukiye’nin zamanaşımı def’inin süresinde olmadığına dair temyiz eden davalı Rukiye aleyhine bir tespit ve değerlendirme yapmamıştır. Kararı sadece zamanaşımı süresinin 765 sayılı TCK’nın 102. maddesine göre hesaplanmasına ilişkin davalılar yararına bozmaya karşı davacı vekili yine karar düzeltmeye gelmemiş ve “Rukiye’nin zamanaşımı def’i süresinde değil” dememiştir. Mahkemece zamanaşımı süresinin hesabı konusundaki bozmaya uyulmuş ancak bozma ilamı kapsamı dışında, “Rukiye yönünden zamanaşımı def’i süresinde değil” gerekçesiyle karar verilmiştir.

Usulî kazanılmış hak ilkesi, kamu düzeni ile ilgili olup temyiz aşamasında re’sen dikkate alınması gerekir. Usulî kazanılmış hakkın hukukî sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. Kamu düzeni ile ilgili konularda usulî kazanılmış haktan söz edilemez. Öte yandan, maddi hata (hukukî yanılma) maddi veya hukukî bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder. Burada belirtilen maddi hata kavramından amaç, hukuksal değerlendirme ve denetim dışında tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta hata olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık hatalardır. Usulî kazanılmış hakkın istisnalarından biri olan maddi hatanın olduğunun kabulü için temyize getirilmiş bir hususta Yargıtay’ın maddi hata yaparak yanlış belirleme yapmış olması veya mahkemenin yaptığı maddi hatanın, temyize getirildiği halde Yargıtayca da maddi hata ile görülmemiş olması gerekir.

Usulî kazanılmış hak, taraflardan birinin temyiz etmediği konuda doğabileceği gibi, temyiz edilip bozma sebebi yapılmayan konuda veya bozmaya uyulmasıyla da gerçekleşir.

Somut olayda Mahkemece davalı Rukiye’nin ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı def’inin süresinde ileri sürdüğü kabul edilmiş, bu husus davacı tarafından gerekçenin temyizi suretiyle Yargıtay incelemesine getirilmemiştir. Temyiz eden davalı aleyhine bu hususta belirleme yapılamayacağından, temyiz edenin sıfatına göre Özel Daire ceza zamanaşımı süresinin hesabından bozma yapmıştır. Davacı bunu karar düzeltmeye getirmediği gibi, Mahkemece de bozma ilamına uyulmuştur. Bozma ilamına uyan Mahkeme, artık bozma ilamında gösterilen bozma nedeni konusunda inceleme yapar. Geriye dönüp tekrar zamanaşımı def’i süresinde değildir diyemez, davalı Rukiye yararına belirtilen nedenlerle usulî kazanılmış hak doğmuştur; usulî kazanılmış hak doğduğundan ve istisnası da söz konusu olmadığından, Rukiye’nin zamanaşımı def’ini süresinde ileri sürüp sürmediğinin tartışılması usulen mümkün değildir.

Özel Dairenin yukarıda belirtilen hususlara değinen bozma ilamına uyulması gerekirken yerel Mahkemece yerinde olmayan gerekçelerle direnilmesi doğru olmadığından; direnme kararının bozulması gerektiğini düşündüğümüzden, Sayın Çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmamaktayız.

Hafize Gülgün VURALOĞLU        Nebahat ŞİMŞEK      Fadime AKBABA
Üye                                                Üye

Belkıs KARAKAŞ                          Battal YILMAZ
Üye                                                Üye