DURUŞMA AÇILMADAN DOSYA ÜZERİNDEN KARAR VERİLMESİNE İLİŞKİN 27 OCAK 2016 TARİHLİ HGK. KARARI

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


14 Haz
2016

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2015/18-2560 
KARAR NO    : 2016/96

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           :
Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                     : 06/05/2015
NUMARASI              : 2015/55 - 2015/130
DAVACI                   : N.T. vekili Av. S.A.
DAVALI                   : K. Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili Av. C.Ö.

Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 07.02.2014 gün ve 2013/592 E. - 2014/47 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 18.11.2014 gün ve 2014/5968 E. - 2014/16451 K. sayılı bozma ilamı ile;

(... Dava dilekçesinde, dava konusu taşınmaz hakkında açılan kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasında verilen kararın sahte olduğunu, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki olduğunu belirterek önceki kararın sahtecilik nedeniyle yok hükmünde olduğuna ve taşınmazın tapu kaydının iptal edilerek davacı adına tesciline karar verilmesi talep edilmiştir.

Mahkemece aynı konuda daha önce açılıp kesinleşen dosyalar göz önüne alınarak davanın dinlenebilir olmadığı belirtilerek duruşma açılmadan davanın reddine karar verilmiştir. 

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 317. maddesinde; davalıya tebligat yapılması gerektiği, 320/1. maddesinde ise; “Mahkeme, mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.” hükmü öngörülmüştür. Mahkemece, bu madde hükmü gözetilerek, dosya üzerinden karar verilmişse de, varılan sonucun maddenin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; anılan maddeye göre, duruşma yapmadan karar verilebilmesi için, hukuken bunun mümkün olması gerekir. Başka bir anlatımla, ancak hukukun cevaz verdiği hallerde duruşma açmadan dosya üzerinden karar verilebilir (Örneğin ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları gibi) veya kanunun duruşma açılmadan dosya üzerinden karar verilmesinde hakime takdir hakkı tanındığı hallerde dosya üzerinden karar verilebilir (Örneğin İİK.nun 17-18. maddelerinde öngörülen şikayet davası gibi). Kanunun açıkça duruşma açılarak yargılama yapılmasını emrettiği hallerde dosya üzerinden karar verilemez. 

Bilindiği üzere HMK.nun hukuki dinlenme hakkı başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.

Hukuki dinlenme hakkının gereği olarak, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılama hakkının da en önemli unsurudur.

Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasası’nın 36. maddesi ile 6100 sayılı HMK.nun 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı taraf, dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır.

Bu nedenlerle, duruşma açılmak suretiyle inceleme yapılması gerekirken, dosya üzerinden inceleme yapılarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir....)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili; davacıya ait 455 ve 456 parsel sayılı taşınmazlara davacıya aitken davalı Belediye tarafından kamulaştırmasız el atıldığını, müvekkilinin Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/510 E., 1995/1003 K. sayılı dosyasında dava açtığını ve taşınmazların bedeli karşılığında davalı Belediye adına terkin ve tesciline karar verildiğini, davalı vekilinin talebi üzerine 12.02.1998 tarihinde tavzih kararı verildiğini, ancak davacının yapılan tavzihten haberinin olmadığını, bu nedenle iade-i muhakeme talebinde bulunduğunu, isteğinin kabul edilerek tavzih hükmünün iptal edildiğini, bu şekilde dava dosyasını inceleyen müvekkilinin ilamda tahrifat yapıldığını görerek suç duyurusunda bulunduğunu, kısa kararda bahsedilmeyen ibarelerin gerekçeli kararın hüküm fıkrasına eklendiğini, dava dosyasının elektronik cihazla taratılarak Ulusal Kriminal Bürodan rapor alındığını, raporda bir kısım usulsüzlüklerin tespit edildiğini belirterek, Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/510 E. - 1995/1003 K. sayılı kararının sahtecilik nedeniyle yok hükmünde olduğunun tespiti ile tapu kayıtlarının iptal edilerek davacı adına tesciline karar verilmesi talep ve dava etmiştir.

Davalı Belediye vekili; kamulaştırmasız el atma bedelinin tahsili için açılan dava sonucunda her iki taşınmazın da bedeli karşılığında müvekkili Belediye lehine terkin ve tesciline karar verildiğini, taşınmazların tümü için takdir edilen bedelin davacıya eksiksiz ödendiğini, tavzih kararı ile Belediye lehine tapudan yol olarak terkin edilecek bölüm ile park alanı olarak Belediye adına tescil edilecek bölümlerin metrekarelerinin düzeltildiğini, davacının aynı hususta açtığı davaların ve yargılamanın iadesi talebinin reddedildiğini, tüm kararların Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini, aynı konuda kesin hüküm bulunduğunu belirterek, dava şartı noksanlığı nedeniyle davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel Mahkemece; denetimden geçerek kesinleşen bir mahkeme kararının yok hükmünde sayılmasının yasal olarak mümkün olmadığı gibi daha önce kesinleşen davalar nedeniyle açılan davanın dinlenilebilir olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. 

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 138. maddesindeki düzenleme uyarınca dava şartları konusunda mahkemelerce dosya üzerinde yapılan inceleme ile karar verilebileceği, davaya konu olayda da davacının kesinleşen dosyalar nedeniyle istemde bulunduğu, ancak HMK'nun 114. maddesinin (h) ve (i) bentlerinde dava şartı olarak düzenlenen "kesin hüküm" ve "hukuki yarar" koşullarının davada bulunmadığı, bu nedenle dosya üzerinde yapılan inceleme ile karar verebileceği gibi bir mahkemece verilen ve temyiz denetiminden geçerek kesinleşen karar hakkında başka bir mahkemece yokluk kararı verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar duruşmaya çağrılmadan, dosya üzerinde yapılan inceleme ile karar verilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda (HMK) iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar yazılı (m. 118-186) ve basit (m. 316-322) yargılama usulleri olup, davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir. 

Kanunda yazılı yargılama usulü ayrıntılı olarak düzenlenmiş, basit yargılama usulü ise temel özellikleri ve farklı noktalarıyla belirtilmiş, hüküm bulunmayan hallerde yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümlerin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. ( HMK.md. 322/1)

Asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak yazılı yargılama usulü uygulanır. Yazılı yargılama usulünün nasıl yapılacağı 6100 sayılı HMK'nun 118 ve devamı maddelerinde, yazılı yargılama usulüne tabi bir davada ön incelemenin nasıl yapılacağı ise aynı Kanunun 137 ila 142. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Anılan maddeler uyarınca, yazılı yargılamada; dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesinden sonra ön inceleme duruşması yapılması (m.137), ön inceleme duruşmasına tarafların meşruhatlı davetiye ile davet edilmesi (m.139), ön inceleme duruşmasının tamamlanmasından sonra tahkikat duruşması için yeni bir duruşma günü verilmesi (m.137/2) gerekmektedir. 

Taraflar duruşmaya çağrılmadan, eş anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. 

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hukuki Dinlenilme Hakkı” başlıklı 27. maddesi (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 73. maddesi) uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak, yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. 

Buna göre mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde ise adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. 

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27. maddesi hükmüne göre: 

"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.

(2) Bu hak;

a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,

b) Açıklama ve ispat hakkını,

c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir".

Hukukî dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.

Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak, her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. 

Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.

Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir.

Bu hakkın üçüncü unsuru, tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de, kararların gerekçesinde yapılması gerekir.

(6100 sayılı HMK.nun Hükümet Gerekçesi madde 32).

Hukukî dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değildir. Tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukukî korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukukî uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.

Hukukî dinlenilme hakkına aykırılık -bir istinaf gerekçesi ve- temyizde de bozma sebebidir. Hakkın ihlâlinin niteliğine göre, yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilebilir. Ayrıca adil yargılanma ihlâli çerçevesinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurulabilir.

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2014 gün ve 2013/10-1027 E., 2014/528 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Diğer yandan, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 114. maddesinde düzenlenen dava şartlarına da değinilmesi gerekmektedir.

Dava şartları, medeni usul hukukuna ait bir kurumdur. 

Bunun amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır. 

Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller, dava (yargılama) şartlarıdır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi).

Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir. 

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür. 

Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.

Dava şartları mahkemeye, taraflara ve dava konusuna (müddeabihe) ilişkin olmak üzere, üçe ayrılarak incelenebilir. Buna göre; 

Mahkemeye ilişkin dava şartları: “yargı hakkı, yargı yolu, görev, kamu düzenine ilişkin yetki halleri”; 

Taraflara ilişkin dava şartları: “davada iki tarafın bulunması, taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davaya vekalet ehliyeti ve geçerli vekaletname, davayı takip yetkisi”;

Dava konusuna ilişkin dava şartları ise: “kesin hüküm bulunmaması ve hukuki yarar (menfaat) bulunması” olarak sıralanmaktadır. 

Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukuki bir yararının bulunması gerekir; yani dava hakkı, hukuki yarar ile sınırlıdır. Dava açmakta hukuki yararı olmayan kişi, Devletin mahkemelerini gereksiz yere uğraştıramaz. Bu, hukuki korunma (himaye) ihtiyacı olarak da adlandırılmaktadır. Yani, davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde, korumaya değer bir yararı olmalıdır.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 138. maddesinde; "Mahkeme, öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verir; gerektiği takdirde kararını vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebilir." hükmüne yer verilmiş olup, bu düzenleme uyarınca, hakimin dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinde yapacağı inceleme ile karar verebileceği açıktır.

Tüm bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki; yazılı yargılama usulüne tabi bir dava açıldığında, mutlaka dilekçelerin değişiminin gerçekleştirilmesi ve ön-inceleme duruşmasının yapılması zorunludur. Diğer yandan, dava şartlarından birinin bulunmadığını ve bunun yargılama aşamasında giderilmesinin mümkün olmadığını tespit eden hakim; dilekçelerin tamamlanması aşamasından sonra, fakat ön inceleme duruşmasından önce dosya üzerinden dava şartı eksikliği nedeniyle davayı karara bağlayabilir (HMK. m. 138).

Yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri ve konuya ilişkin ilkeler gözetilerek, somut olay değerlendirildiğinde:

Dava 15.11.2013 harç tarihli dilekçe ile açılmış olup, Mahkemenin 22.11.2013 tarihli tensip kararı uyarınca dava ve cevap dilekçesi ile cevaba cevap dilekçesi karşılıklı olarak taraflara tebliğ edildikten sonra duruşma açılmaksızın 04.02.2014 tarihli inceleme tutanağı ile tensip kararında getirtilmesine karar verilen Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/510 E., 1995/1003 K. sayılı dava dosyası ile Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/15.23 soruşturma sayılı dosyaları incelenmek suretiyle tarafların yokluğunda karar verilmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki, eldeki davada Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/510 E., 1995/1003 K. sayılı kararının tahrif edildiği ve tahrif edilmiş karara dayanılarak tapuda yolsuz olarak tescil işleminin yapıldığı iddiasına dayanılmış olup, davacı tarafından daha önce Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ve 2008/23 E. - 2008/282 K. sayılı dosyasında görülen davanın yargılamanın iadesi ile tavzih kararının iptali istemine ilişkin olduğu, Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/1 E. - 2009/353 K sayılı dosyasında görülen davanın tapu iptali tescil, alacak ve ecrimisil istemine ilişkin olduğu, Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/131 E. - 2009/138 K. sayılı dosyasındaki istemin ise yargılamanın iadesi talebine ilişkin olup, anılan dava dosyalarının hiç birinde ilamda tahrifat ve sahtecilik yapıldığı iddiası ileri sürülmemiştir. Dolayısıyla, eldeki dava ile davacı tarafından daha önce açılmış olan davaların aynı dava olduğu ve bu davanın konusunu oluşturan uyuşmazlığın daha önceden kesinleşmiş bir kararla çözümlenmiş olduğundan bahsedilemez.

Bu durumda, davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde hukuki yararı bulunduğu gibi, az yukarıda açıklandığı üzere Hukuk Muhakemeleri Kanununun 138. maddesi hakime; dava şartları hakkında dosya üzerinden karar verme yetkisi tanımış ise de yazılı yargılama usulüne tabi davalarda, açılan davaların niteliğinin de gözetilerek bu yetkinin çok sınırlı ve istisnai hallerde uygulanması gerekmektedir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemece duruşma açılmadan, taraflara iddia ve savunma haklarını kullanmaları için olanak tanınmadan dosya üzerinden yapılan inceleme ile yazılı gerekçelerle karar verilmiş olması Kurul çoğunluğu tarafından doğru bulunmamıştır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, aynı dava hakkında daha önce kesinleşmiş bir hüküm bulunduğu, Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın da dava şartları hakkında duruşma açılmadan karar verilip verilemeyeceği noktasına ilişkin olduğu, bu konuda HMK'nun 138. maddesindeki açık düzenleme karşısında dava şartı noksanlığı nedeniyle duruşma açılmadan karar verilebileceği, bu nedenle direnme kararının doğru olduğu ve onanması gerektiği, bir kısım üyeler tarafından ise eldeki dava ile daha önceden Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/131 E., - 2009/138K. sayılı dosyasında görülüp karara bağlanan uyuşmazlığın aynı olduğu, ancak bahsi geçen kararın kesinleşip kesinleşmediğinin dosya kapsamından anlaşılamadığı, bu nedenle öncelikle anılan dosyanın getirtilerek dosyada verilen kararın kesinleşip kesinleşmediğinin denetlenmesi ve ondan sonra bir karar verilmesi gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de, bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 27.01.2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.