DÜŞME KARARINA RAĞMEN CEZA MAHKEMESİNİN MADDİ OLAYA İLİŞKİN KABULÜ HUKUK MAHKEMESİNİ ETKİLER.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


15 Ağu
2017

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO       : 2017/1-433
KARAR NO    : 2017/1095

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                         :
Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi

KARAR DÜZELTME İSTEYEN : H.Y. vekili Av. N.Ö.

KARŞI TARAF                        : M.A.A. mirasçısı S.A. vekilleri Av. İ.Z., Av. T.K.Ç.

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 16.10.2014 gün ve 2014/552 E., 2014/634 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ndan çıkan 17.06.2016 gün ve 2015/1-2807 E., 2016/821 K. sayılı kararın karar düzeltme yoluyla incelenmesi davalı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir. 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, muvazaa iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin murisi Ali A.'ın 17.04.2001 tarihinde vefat ettiğini, müvekkili dışındaki mirasçıların tamamının mirası reddettiklerini, murisin sağlığında mirasçılardan ve alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla 1...7 ada 1 parsel, 1 blok, 9. kat 38 nolu bağımsız bölüm ile 6..3 ada 21 parsel, 1. kat 16 nolu bağımsız bölümü muvazaalı olarak 28.11.2000 tarihinde davalıya devrettiğini, gayrimenkullerin satış değerlerinin çok altında olduğunu, tarafların tapudaki devir işlemi sırasında işlemin bedelsiz, amacın üçüncü kişilerden mal kaçırmak ve süreli devir şeklinde olduğuna ilişkin 28.11.2000 tarihli adi yazılı protokol düzenlediklerini, belgenin muvazaayı açıkça gösterdiğini, tapuda devir işlemini muris Ali A. adına yapan torunu Ozan A. ile taşınmazı devralan Hikmet Y.’nın kardeşi Abdullah Y.’nın aynı şirketin ortağı olduğunu, davalının murisin vefatından sonra taşınmazları kötüniyetli şekilde sahiplendiğini, Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/4.. E. ve 2002/5.. E. sayılı dosyalarıyla elatmanın önlenmesi davası açıldığını, bu davalar ile fiili ve hukuki irtibat bulunduğundan eldeki dosyanın birleştirilmesi gerektiğini ileri sürerek taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili dava konusu taşınmazların davacının murisi Ali A. tarafından bedel karşılığı ve tapuda devri gerçekleştirilerek müvekkiline satıldığını, muvazaalı satışın söz konusu olmadığını, Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2002/5.. E. ve 2002/4.. E. sayılı dosyalarıyla açılan elatmanın önlenmesi davalarından sonra bu davanın açıldığını, davacının davaların aleyhine sonuçlanacağı kanaatinde olduğu için bu davayı açtığını, bu davalarda ibraz olunan deliller arasında 2000 yılında yapıldığı iddia olunan protokolün sunulmadığını, protokolün aslının kriminal incelemeye gönderilmesi halinde yakın bir tarihte ve gayrihukuki olarak düzenlendiğinin anlaşılacağını, protokolde imzası bulunanlar hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına 2003/5...6 Hz. no'su ile şikayette bulunduklarını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Yerel mahkemece resmi senetlere göre her iki taşınmazın usulü dairesinde davalıya satıldığı, resmi senedin aksinin kanıtlanamadığı, söz konusu protokolü davalı vekili olarak imzalayan Mustafa T.'ın alınan beyanında kendisinin herhangi bir para vermediğini ancak gerçekte alışverişin yapılıp yapılmadığı konusunda bilgi sahibi olmadığı, protokolü imzaladığını ifade ettiği, murisin vekili olarak satışı yapan Ozan A.'ın davacının oğlu olduğu, bu nedenle davacının baştan beri işlemleri bildiği ve muvazaa iddiasını kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekili tarafından temyiz edilen karar, Özel Dairece “5.2.1947 gün ve 20/6 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı yazılı belge niteliğinde bulunan 28.11.2000 tarihli belge ile taraf muvazaası kanıtlandığından davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.

Yerel mahkemece bozma kararına uyularak davanın kabulüne dair ikinci karar verilmiştir. Davalı vekilince temyiz edilen ikinci karar, Özel Dairece “Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesinin maddi olayla ilgili tespitleri ve davalı vekili Mustafa T. hakkında yalan tanıklıktan verilen hükmün esastan onanması, özel evrakta sahtecilikle ilgili tespiti, ceza yargılamasında maddi olayla ilgili yapılan tespit ve kabuller karşısında eldeki davanın dayanağını teşkil eden 28.11.2000 tarihli protokolün hukuken geçerli olmadığı, gerçeğe aykırı olarak düzenlendiği sabit olduğuna göre böylesi bir belgenin taraflar arasındaki çekişmenin çözümünde esas alınamayacağı, diğer taraftan kazanılmış hak olgusunun varlığının da kabul edilemeyeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.

Yerel mahkemece ikinci bozma kararına da uyularak bu kez davanın reddine karar verilmiştir. Kararın davacı vekilince duruşma istemli temyiz edilmesi üzerine dosya kendilerine gelen Özel Daire “30.04.2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6460 sayılı Kanun'un birinci maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin beşinci fıkrasından sonra gelmek üzere ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun değiştirilmeden önceki 429. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra uyarınca temyiz inceleme görevinin Hukuk Genel Kuruluna ait olduğu” gerekçesi ile temyiz incelemesinin yapılması için dosyayı Hukuk Genel Kuruluna göndermiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca “… Somut olayda, dosya içerisindeki belgeler incelendiğinde; davacının dayandığı 28.11.2000 tarihli sözleşmeyi Hikmet Y. vekili olarak imzalayan Mustafa T.’ın birinci bozma kararından sonra verdiği 07.09.2005 tarihli dilekçe ile söz konusu belgenin sonradan düzenlendiğini beyan etmesi üzerine kendisi ile birlikte M. Ali A., Ozan A. ve Bayram K. hakkında sahte belge düzenlemek, kullanmak ve iştirak suçlarından Ankara Asliye 17. Ceza Mahkemesinin 2007/2.. E., 2008/9.. K. sayılı dosyasıyla kamu davası açıldığı, yargılama sonunda Mustafa T.'ın yalan beyanda bulunma suçundan 495,00 TL para cezası ile, Mustafa T., M. Ali A. ve Ozan A. ve Bayram K.'ın ise özel evrakta sahtecilik suçundan 1'er yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, hükmün temyiz edilmesi üzerine 11. Ceza Dairesince, özel belgede sahtecilik suçundan açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi gerektiği, yalan tanıklık suçundan ise sabıkasız olan sanık hakkında CMK'nun 231 ve 647 sayılı Yasanın 6. maddeleriyle ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle bozulduğu, yeniden yapılan yargılama sonunda yalan tanıklıktan açılan davanın da zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Az yukarda belirtildiği üzere zamanaşımı nedeniyle ceza davasının düşmesine karar verilmiş olması hukuk davasına eylemin sübutu ve diğer maddi vakıaların tespiti noktasında bir etkisi bulunmadığından, davacının dayandığı 28.11.2000 tarihli sözleşmeye itibar edilmesi gerekmektedir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesinin maddi olayla ilgili tespit ve kabulü karşısında eldeki davanın dayanağını teşkil eden 28/11/2000 tarihli protokolün hukuken geçerli olmadığı, gerçeğe aykırı olarak düzenlendiğinin sabit olduğu, böylesi bir belgenin taraflar arasındaki çekişmenin çözümünde esas alınamayacağı gözetilerek kararın onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüş kurul çoğunluğu tarafından yukarıda belirtilen nedenlerle kabul edilmemiştir.

Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece, 5.2.1947 gün ve 20/60 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı niteliğe sahip 28.11.2000 tarihli sözleşme ile taraf muvazaasının kanıtlandığı gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile yerel mahkeme kararının oyçokluğu ile bozulmasına karar verilmiş, davalı vekili tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuştur.

Somut olayda uyuşmazlığın esasını teşkil eden 28.11.2000 tarihli sözleşmeyi Hikmet Y. vekili sıfatıyla imzalayan Mustafa T.’ın, mahkemeye sunduğu 07.09.2005 tarihli dilekçe ile anılan belgenin sonradan düzenlendiğini beyan etmesi üzerine kendisi ile birlikte M. Ali A., Ozan A. ve Bayram K. hakkında sahte belge düzenlemek, kullanmak ve iştirak suçlarından kamu davası açıldığı, Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.12.2008 tarih ve 2007/2.. E., 2008/9.. K. sayılı kararı ile Mustafa T.’ın yalan yanıklık suçundan 495,00 TL para cezası ile; Mustafa T., Mehmet Ali A., Ozan A. ve Bayram K.’ın ise özel belgede sahtecilik suçundan 1’er yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 12.07.2011 gün ve 2011/7317 E., 2011/7995 K. sayılı kararı ile özel belgede sahtecilik suçundan açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilerek, yalan tanıklık suçundan ise sabıkasız olan sanık hakkında CMK'nun 231 ve 647 sayılı Yasanın 6. maddeleriyle ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle hükmün bozulduğu, yerel mahkemece yeniden yapılan yargılama sonunda Mustafa T. hakkında yalan tanıklıktan dolayı açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca Ceza Mahkemesinin maddi olaya ilişkin kabulü, uyuşmazlığa konu 28.11.2000 tarihli sözleşmeyi Hikmet Y. vekili sıfatı ile imzalayan Mustafa T. hakkında yalan tanıklıktan verilen hükme ilişkin temyiz incelemesinde sanık müdafinin sair temyiz itirazlarının reddedilip sadece CMK'nun 231 ve 647 sayılı Yasanın 6. maddeleriyle ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle hükmün bozulması, özel evrakta sahtecilik ile ilgili yapılan tespit gözönüne alındığında eldeki davanın dayanağını teşkil eden 28.11.2000 tarihli sözleşme hukuken geçerli olmadığından taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümünde de esas alınamaz.

Yerel mahkemenin Özel Dairenin aynı hususa işaret eden ikinci bozma kararına uyarak davanın reddine dair verdiği karar usul ve yasaya uygun bulunmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında yerel mahkemece Özel Dairenin davanın kabulüne karar verilmesi gereğine işaret eden birinci bozma kararına uyulmasına karar vermekle davacı yararına usuli kazanılmış hak oluştuğu görüşü ile tanık Bayram K.’ın belgeyi doğrulayan beyanı ve ipoteğin fekkine ilişkin 25.12.2000 tarihli dekont uyarınca davacının dayandığı 28.11.2000 tarihli sözleşmeye itibar edilmesi gerektiği dolayısıyla taraf muvazaasının kanıtlandığı gerekçesiyle karar düzeltme talebinin reddine karar verilmesi şeklinde iki farklı görüş ileri sürülmüş ise de her iki görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Bu nedenle bozma yönündeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.06.2016 gün ve 2015/1-2807 E., 2016/821 K. sayılı kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Davalı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüne, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.06.2016 gün ve 2015/1-2807 E., 2016/821 K. sayılı bozma kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA 07.06.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ

Taraflar arasındaki uyuşmazlık 28.11.2000 tarihli sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Mahkemece davanın reddine dair verilen hükmün Yargıtay Yüksek 1. HD.nin ilamıyla bozulması üzerine bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiş, bu kez Yüksek Dairece eldeki davanın dayanağını teşkil eden 28.11.2000 tarihli protokolün hukuken geçerli olmadığı, gerçeğe aykırı olarak düzenlendiği sabit olduğuna göre böylesi bir belgenin taraflar arasındaki çekişmenin çözümünde esas alınamayacağı, diğer taraftan kazanılmış hak olgusunun varlığının da kabul edilemeyeceği gözetilerek davanın reddi gerektiğinden bahisle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda bu kez davanın reddine karar verilmiştir.

Mahkemece verilen red kararı HGK.nca temyizen incelenmiş ve karar oyçokluğuyla bozulmuştur.

HGK.nun bozma ilamında önsorunlar aşılmış ve esastan dosya incelenerek "davacının dayandığı 28.11.2000 tarihli sözleşmeyi Hikmet Y. vekili olarak imzalayan Mustafa T.'ın birinci bozma kararından sonra verdiği 7.9.2005 tarihli dilekçe ile söz konusu belgenin sonradan düzenlendiğini beyan etmesi üzerine kendisi ile birlikte M. Ali A., Ozan A. ve Bayram K. hakkında sahte belge düzenlemek, kullanmak ve iştirak suçlarından ankara Asliye 17. Ceza Mahkemesinin 2007/2.. E. 2008/9.. K. Sayılı dosyasıyla kamu davası açıldığı, yargılama sonucunda Mustafa T.'ın yalan beyanda bulunma suçundan 495,00 TL para cezası ile, Mustafa T., M. Ali A. ve Bayram K.'ın ise özel evrakta sahtecilik suçundan 1'er yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, hükmün temyiz edilmesi üzerine 11. Ceza Dairesi'nce özel belgede sahtecilik suçundan açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi gerektiği, yalan tanıklık suçundan ise sabıkasız olan sanık hakkında CMK.nun 231 ve 647 sayılı Yasa'nın 6. maddeleriyle ilgili olarak herhnagi bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle bozulduğu, yeniden yapılan yargılama sonunda yalan tanıklıktan açılan davanın da zamanaşımından düşmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Az yukarıda belirtildiği üzere zamanaşımı nedeniyle ceza davasının düşmesine karar verilmiş olması hukuk davasına eylemin sübutu ve diğer maddi vakıaların tespiti noktasında bir etkisi bulunmadığından davacının dayandığı sözleşmeye itibar edilmesi gerekmektedir." denilmiş ve karar bozulmuştur.

Muvazaa konusunda kısaca kavram ve tanım açıklaması gerekmektedir.

Bir sözleşmenin yapılabilmesi için tarafların karşılıklı ve birbirlerine uygun iradelerinin birleşmesi gerekir. (BK:nun 1) Ne var ki, taraflar, iradeleri ile açıklamaları arasında bilerek uygunsuzluk meydana getirebilirler. Böylesi bir durumda muvazaa söz konusu olur. Muvazaa Tür hukuk uygulamasının son yıllarda en çok üzerinde durulan ve tartışılan konularından biri olmuştur. Mülga 818 sayılı BK.nun 18. maddesinde sözleşmeni yorumu olarak düzenlenmiş olan muvazaayı, gerek bilimsel görüşler, gerekse içtihatlar bütün boyutları ile işlemiş ve geliştirmiştir. Öğretide, benimsenen göreş göre, muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve fakat gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç teydana getirmeyen bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır." Yargıtay kararlarında yapılan tanım da bu doğrultudadır.

Muvazaa genel olarak ikiyi ayrılmakta olup, muris muvazası ve taraf muvazası olarak iki bölümde değerlendirilmektedir. Taraf muvazaası, inançlı sözleşmeler, nam-ı müstear, şeklinde tezahür etmektedir.

İspat şekli bakımından ise, muris muvazaası tanık dahil her türlü delil ile kanıtlanabilmektedir. Taraf muvazaası ise ancak yazılı belgeyle ispatlanmalıdır. Yargıtay'ın yerleşik uygulamaları bu yöndedir.

Somut olayda, taraflar arasında inançlı işlem kurulduğu anlaşılmaktadır.

İnançlı işlemde, tarafların birbirlerine karşı sözleşmeden kaynaklanan yükümlülükleri vardır. Taraflar bu yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır. Taşınmaz hukukunda taraflar arasındaki iç sorun, daha ziyade sözleşmenin sona ermesinde ve taşınmazın iadesinde önem kazanmaktadır. Taraflar arasındaki diğer hak ve yükümlülükler, B.K.nun ilgili hükümleri ile çözümlenmektedir. İnanılan, inanç konusu taşınmazı sözleşmenin koşullarına uygun olarak kullanmak, muhafaza etmek, inananın emir ve talimatına uymak, idare ederken gerekli özeni göstermek, gerekiyorsa, taşınmazı sigorta ettirmek, aksi kararlaştırılmamışsa, taşınmazı bizzat idare etmek, başkasına kullandırmamak, taşınmazı iyi bir şekilde idare ve muhafaza etmenin öngördügü davaları açmak, inanç sözleşmesinin zorunlu kılmadığı, tasarrufları yapmamak, inançlı sözleşme sona erdikten sonra da taşınmazı iade etmek, taşınmaz teminat olarak devredilmiş ve borç ödenmemişse, inanç konusu taşınmaz paraya çevrildikten sonra satış bedelinden alacağının tahsil ettikten sonra kalan kısmı geri vermek zorundadır. Buna karşılık uğranan zararların, yapılan masrafların alınacağı kararlaştırılmışsa, bunları da isteyebilir. Her somut olayda tarafların hak ve yükümlülükleri, inanç sözleşmesi hükümlerine, inanç sözleşmesi hükümlerine, inanç sözleşmesinin amacına, iyi niyet kurallarına göre saptanmalıdır. Yükümlülüklerin yerine getirilmemesi, karşı taraf için bir alacak veya tazminat davası açmak hakkı doğurur ki, bu yön BK.nu ilgilendirir.

İnançlı sözleşmenin sona ermesi halinde, inanılan için, inanç konusu taşınmazı iade yükümlülüğü doğar. İnanılanın yeni bir sözleşme ve devir işlemi ile taşınmazı inanana devretmesi gerekir. (Muvazaa Davaları, İhsan Özmen&Eraslan Özkaya, 1993 baskı, sh. 448-449)

Somut olayda, inanç sözleşmesi ilişkisi kurulduğu 28.11.2000 tarihli yazılı belgeden anlaşılmaktadır. Bu belgenin sahteliği ile ilgili açılan ceza davası zamanaşımı nedeniyle düşmüştür. Diğer taraflar sözleşmenin tek tanığı olan Bayram K. da mahkemede tanık olarak dinlenmiş ve belgeyi doğrulamıştır. Bu tanığın ceza mahkemesinde yargılaması sırasında alınan ifadesi gerek dosyada gerekse gündemde bulunmamaktadır. Bu tanığın çelişkili bir ifade verdiği de kanıtlanmadığından bahsi geçen belgeye itibar edilmesi az yukarıda açıklanan ilkelere ve Yargıtay içtihatlarına uygun olacaktır. Nitekim HGK. bu saptamayı yapmış ve yerel mahkeme kararını bozmuştur. Öte yandan dosya arasında ekli bulunan ve ipotek ödemeye ilişkin 25.12.2000 tarihli dekontta 11.500.000.000 TL ödenerek ipotek fek edilmiş olup, bu bedelin davalı tarafından taşınmazın devri nedeniyle yatırıldığı kanıtlandığı taktirde bu bedelin depo edilmesi kaydıyla davanın kabulü gerekir. Bu sebeple bozma kararının yerinde olduğunu düşündüğümden, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamıyorum.

Nejdet ŞATIR
15. Hukuk Dairesi Üyesi

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 21 üyenin 19'u ONAMA, 1'i KABUL - DEĞİŞİK BOZMA, 1'i ise RED yönünde oy kullanmışlardır.