ECRİMİSİL ALACAĞINDA KADEMELİ FAİZE HÜKMEDİLEBİLMESİ İÇİN AÇIK TALEBİN BULUNMASI GEREKLİDİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


21 Nis
2020

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/3-1053
KARAR NO   : 2019/1236

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ             :
İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                       : 05/12/2013
NUMARASI                : 2013/365 - 2013/433
DAVACI                     : C.A. vekili Av. İ.T.
DAVALI                      : K.A. vekili Av. A.A.

Taraflar arasındaki “ecrimisil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kartal 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 14.03.2012 tarihli ve 2007/277 E., 2012/114 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 06.11.2012 tarihli ve 2012/18110 E., 2012/22800 K. sayılı kararı ile; 

“... Davacı vekili dilekçesinde, müşterek malik oldukları taşınmazın davalı tarafından kullanıldığını beyan ederek, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 6000 TL. ecrimisilin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, davanın ıslah edilmiş şekli ile kısmen kabulüne 7.5.2002 - 7.5.2007 tarihleri arasında tahakkuk etmiş olan 24345,16 TL. ecrimisil bedelinin kademeli olarak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, karar taraflarca temyiz edilmiştir. Davacının tüm, davalının sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak, HMK.’nun 26. maddesi (HUMK m. 74) gereğince, “Hakim tarafların talep sonuçları ile bağlı olup, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez.”

Somut olayda, davacı dava dilekçesinde asıl alacağa dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesini talep etmiş, ıslah dilekçesinde ise faizin başlangıcı belirtilmeden, alacağın kanuni faizi ile birlikte hükmedilmesini talep etmiştir. Mahkeme ise, kararında alacağın kademeli olarak yasal faizi ile tahsiline hükmetmiş, bu hükmü ile, davacının talebini aşarak yukarıda belirtilen kanun maddesine aykırı davranmıştır.

Öyle ise mahkemece, kısmen açılan davada, dava tarihinden itibaren faiz talep edildiği gözetilerek, dava dilekçesinde talep edilen miktara dava tarihinden itibaren, ıslah ile arttırılan miktara ise ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken,yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir...”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, ecrimisil istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkili ile davalının paylı mülkiyetinde bulunan taşınmaz üzerinde davalının müvekkilinin bilgi ve iradesi dışında müstakil bölümlerden oluşan çok katlı bir bina inşa ettiğini ve üçüncü kişilere kiraladığını, müvekkilinin bu taşınmazda tasarrufta bulunamadığını ve davalı tarafça yapılan bina nedeniyle de geriye kalan alanın da kullanılamayacak hâle geldiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 6.000TL ecrimisilin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; yargılama sırasında talebini 46.000TL’nin yasal faiziyle birlikte tahsili şeklinde ıslah etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin intifadan men edilmediğini, bu konuda herhangi bir men ve uyarı bulunmadığını, diğer mirasçıların paylarını da satın aldığını ve davacının payına bir tecavüzünün bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. 

Yerel mahkemece, intifadan men koşulunun oluştuğu gerekçesiyle bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulü ile 07.05.2002 ile 07.05.2007 tarihleri arasında tahakkuk etmiş olan 24.345,16TL ecrimisil bedelinin kademeli olarak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline ve fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir. 

Davacı ve davalı vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, önceki gerekçeler yanında davacının davasını açarken fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması ve ecrimisil alacağının da yargılamayı gerektirmesi ve bilirkişi raporunda belirlenen değer üzerinden davasını ıslah edip harçlandırması nedeniyle ecrimisil bedelinin kademeli olarak yasal faiziyle birlikte tahsili gerekeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, gerek dava gerekse ıslah dilekçesinde kademeli faiz talebi bulunmadığı hâlde, mahkemece 07.05.2002 ve 07.05.2007 tarihleri arası için hüküm altına alınan ecrimisilin kademeli yasal faizi ile tahsiline karar verilmiş olmasının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) 26. maddesinde belirtilen taleple bağlılık ilkesine uygun olup olmadığı, ayrıca ıslah edilen miktar bakımından ıslah tarihinden mi, yoksa dava tarihinden itibaren mi yasal faize hükmedilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır. 

I) Davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz talebinin incelenmesinde;

Bilindiği üzere hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır.

Davalı vekili müvekkili aleyhine ecrimisil hükmedilemeyeceğini belirterek direnme kararını bu yönden de temyiz etmiş ise de, esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece reddedilmiş olduğundan, davalı vekilince bu hususa ilişkin temyiz talebinde bulunulmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.

O hâlde davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.

II) Davalı vekilinin uyuşmazlığa konu hususlar hakkındaki temyiz talebinin incelenmesine gelince;

Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.

Bilindiği üzere, medeni usul hukuku alanında yıllar boyunca süren uygulamalar neticesinde doğru ve adil bir yargılama için bazı temel ilkeler kabul edilmiştir. Bir davanın gerek tarafları gerekse mahkeme için bağlayıcı olan ve yargılamaya yön veren bu ilkeler, mahkemelerde sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesini sağlayan en temel unsurlardır. Bu kuralların yargılamanın her kesitinde gözetilmesi, hatta usul hükümleri yorumlanırken bu ilkelere aykırı ve onlarla çelişkili olacak şekilde yorum yapılmaması gerekir. 

Medeni yargılama hukukuna hakim olan ilkelerin bir bölümü 6100 sayılı HMK’da açık olarak düzenlenmiş ve 24. maddesinde "tasarruf ilkesi"ne, 26. maddesinde ise "taleple bağlılık ilkesi"ne yer verilmiştir.

Özel hukuk, taraflara kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı vermiştir. Özel hukuktan kaynaklanan tasarruf yetkisi, uyuşmazlıktan önce başlayıp uyuşmazlığın yargı organına intikal ettiği ve onun önünde görüldüğü anda da devam eder. Hak sahibi, uyuşmazlık konusu hakkını dava edip etmemekte, dava ettikten sonra davalı ile yargılama içinde ya da dışında uzlaşmakta, arabulucuya gitmekte, sulh olmakta veya açtığı davadan feragat etmekte serbesttir. Taraflar uyuşmazlığı başlatmak, uyuşmazlık konusunu belirlemek ve uyuşmazlığı sürdürmek veya sona erdirmek hakkına sahiptirler (Pekcanıtez/Atalay/Özekes.: Medeni Usul Hukuku, İstanbul, Mart 2017, C.I, s. 783). HMK'nın 24. maddesinde düzenlenen "tasarruf ilkesi" kapsamında; dava açma konusundaki inisiyatif davacıya ait olduğu gibi taraflar dava üzerinde tümüyle tasarruf edebilme, dava konusunu (müddeabihi) belirleme, dilekçeler vermek suretiyle davaya etki etme ve mahkemenin karar vermesine gerek kalmadan davayı sona erdiren işlemleri yapabilme yetkisine sahiplerdir. Tasarruf ilkesi nedeniyle hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe, kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz (HMK m. 24/2).

Tasarruf ilkesi gereğince davacının, davasını açarken talep ettiği hukuki korumanın ne olduğunu açıkça ifade etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, 6100 sayılı HMK'nın "dava dilekçesinin içeriği" ile ilgili düzenleme içeren 119/1. maddesinin (d) bendinde; "davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri", (ğ) bendinde ise "açık bir şekilde talep sonucu" dava dilekçesinde yer alması gereken unsurlar arasında sayılmıştır. Dava dilekçesinde talep sonucunun bulunmaması durumunda, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir, bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır (HMK m. 119/2).

Tasarruf ilkesinin bir görünümü olan taleple bağlılık ilkesi ise hâkimin, tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olduğu, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremeyeceği anlamına gelmektedir. Bu ilke 6100 sayılı HMK'nın 26. maddesinde; 

"(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. 

(2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır." şeklinde düzenlenmiştir.

Taleple bağlılık ilkesi uyarınca, dava konusunu (müddeabihi) davacı belirler. Mahkeme ancak davacı tarafından belirlenen konuda karar verebilir. Davacının talep etmediği bir şey hakkında karar verilemez. Mahkemece talepten daha azına karar verilebilir ise de dava sonucunda kurulacak hükmün sınırını, tarafların karara bağlanmasını istediği talep sonucu belirler. Bu nedenle talep sonucu yeterince açık değilse hâkimin davayı aydınlatma ödevi (HMK. m. 31) kapsamında açık olmayan talep sonucunu açıklatması gerekir.

Taleple bağlılık ilkesine ilişkin yapılan bu genel açıklamalardan sonra, ıslah kurumuna ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar vardır: 

6100 sayılı HMK’nın 176. maddesine göre;

“(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.

(2) Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir."

Madde metninden anlaşılacağı üzere ıslah kısmen ya da tamamen yapılabilir. 

6100 sayılı HMK’nın 180. maddesi uyarınca, davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden itibaren bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi hâlde, ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.

Davanın tamamen ıslah edilmesi hâlinde, dava dilekçesi dâhil yapılmış olan bütün usul işlemleri yapılmamış sayılır. Bunun doğal sonucu olarak, dava dilekçesinde yer alan ilk talep içeriği değil, ıslah yoluyla açıklanan talep içeriği nazara alınarak araştırma ve inceleme yapılması ve mahkemece verilecek hükümde de ıslahla ileri sürülen istemin karşılanması gerekir.

Kısmen ıslah ise 6100 sayılı HMK’nın 181. maddesinde;

"(1) Kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir." şeklinde düzenlenmiştir. 

Davanın kısmen ıslahında; davada yapılmış olan belli bir usul işlemi ıslah edilir (düzeltilir) ve bundan sonraki usul işlemlerinin (ıslah edilen usul işlemi ile ilgili oldukları ölçüde) yapılmamış sayılması sağlanır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C: IV, İstanbul 2001 s. 4014). 

Dava veya savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağının istisnası olan ıslah, davanın başka bir anlatımla iddia veya savunmanın tamamen ya da kısmen değiştirmenin aracıdır ve yenilik doğurucu bir haktır. Dava sebebini, talep sonucunu değiştiren ve bu şekilde tamamen ıslah yoluna başvuran taraf isterse, taleplerini arttırma veya genişletme sureti ile kısmen ıslah yoluna başvurabilir.

Islah, iyiniyetli tarafın davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurumdur. 

Önemle belirtmek gerekir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 683. maddesi uyarınca bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.

Ecrimisil ise, gerek öğretide ve gerekse yargısal uygulamalarda ifade edildiği üzere hak sahibinin kötü niyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 08.03.1950 tarihli ve 22/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; fuzuli işgalin tarafların karşılıklı ve birbirine uygun iradeleri ile kurduğu kira sözleşmesine benzetilemeyeceği, niteliği itibarı ile haksız bir eylem sayılması gerektiği, haksız işgal nedeniyle oluşan zararın tazmin edilmesi gerekeceği vurgulanmıştır. Bu sebeple ecrimisilde karşı tarafı temerrüde düşürmeye gerek yoktur. Ecrimisil, haksız işgal nedeniyle tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olması nedeniyle, en azı kira bedeli, en fazlası mahrum kalınan gelir kaybı karşılığı zarardır. Bu nedenle, haksız işgalden doğan normal kullanma sonucu eskime şeklinde oluşan ve kullanmadan kaynaklanan olumlu zarar ile malik ya da zilyedin yoksun kaldığı fayda (olumsuz zarar) ecrimisilin kapsamını belirler.

Nitekim TMK’nın 995. maddesinin birinci fıkrasında, iyi niyetli olmayan zilyedin geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorunda olduğu hüküm altına alınmıştır.

Aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 25.10.2018 tarihli ve 2017/1-1236 E., 2018/1568 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.

Öte yandan, 25.05.1938 tarihli ve 29/10 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre ecrimisil davaları 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğundan, davacı dava tarihinden geriye doğru 5 yıllık ecrimisil talebinde bulunabilir.

Yapılan tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; gerek dava dilekçesinde gerekse ıslah dilekçesinde yalnızca yasal faiz talep edilmesine rağmen, mahkemece dava tarihinden önceki 07.05.2002 ve 07.05.2007 tarihleri arası için hüküm altına alınan ecrimisilin kademeli yasal faizi ile tahsiline karar verilmiş olması 6100 sayılı HMK’nın 26. maddesinde belirtilen taleple bağlılık ilkesine aykırıdır. Eş söyleyişle, ecrimisil alacağı haksız eylemden doğduğundan, davacı her dönem için tahakkuk etmiş olan ecrimisil alacağının dönem sonlarından itibaren kademeli yasal faiziyle birlikte tahsilini talep edebilir. Ancak mahkemece bu şekilde kademeli faize karar verilebilmesi için bu hususta davacının talepte bulunması gerektiği açıktır. Öte yandan, davacı vekilince kısmi dava şeklinde açılan davada belirtilen alacağa dava tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesi talep edilmiş olup ıslah dilekçesinde ise ıslah edilen miktar bakımından yasal faizin hangi tarihten itibaren hükmedileceği belirtilmemiştir. Bu durumda talep gibi dava dilekçesinde talep edilen miktara dava tarihinden itibaren, ıslah ile arttırılan miktara ise ıslah tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 24.05.2019 tarihli ve 2017/8 E. ve 2019/3 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının olaya uyduğu, buna göre ıslah ile artırılan miktar için dava tarihinden itibaren faiz uygulanması gerektiği görüşü ileri sürülerek kararın bu yöne ilişkin olarak değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ile ecrimisil alacaklarının niteliği gereği temerrüt ihtarı aranmadığından, bu nedenle kısmi davadaki ve ıslah hâlindeki faiz uygulaması söz konusu olmayacağından taleple bağlılık ilkesi ihlal edilmiş ise de, infaz açısından kademeli faiz uygulama kararı etkisiz hüküm mahiyetinde olup, karar tarihinden itibaren faiz uygulaması sonucu doğuracağından sonucu itibariyle doğru olan hükmün, bu açıklama ile birlikte onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan sebeplerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : 1- Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, hukuki yarar yokluğundan davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz isteminin oy birliğiyle REDDİNE, 

2- Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak 28.11.2019 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Ecrimisil alacağı bir haksız fiil alacağı ve tazminatı olup HGK'nın 05.04.2000 tarih, 739-746 sayılı emsal içtihatında gösterildiği üzere ''gasbeden daima temerrüt halindedir'' genel ilkesi uyarınca, davalıyı ayrıca temerrüde düşürmeye gerek yoktur. Davacı açtığı kısmı dava ile dava tarihinden, ardından bakiye alacak içinde ıslahen aynı şekilde yasal faiz talebinde bulunmuştur. Ecrimisil faiz başlangıç tarihi dava tarihinden öncesine ait olmasına karşın, hem dava ve hemde ıslahen dava tarihinden yasal faiz istenmiş, mahkeme ise ecrimisil davalarında sıkça uygulama yeri olan faiz başlangıcına dava tarihinden öncesine çeken, taleple bağlılık ilkesini ihlal eder şekilde kademeli yasal faiz uygulamasına karar vermiştir. 

Ecimisil alacağı davalarında kademeli yasal faiz uygulaması var ise de, her bir yıllık ecrimisil alacağı miktarı ayrı ayrı gösterilmeli, bu miktarlara dönem sonundan yani her bir tahakkuk dönemi sonundan ayrı ayrı faiz yürütülmesine karar verilmesi, miktar ve faiz başlangıç tarihlerinin hükümde gösterilmiş olması gerekir. Hüküm bu niteliği karşılamıyor ise kademeli faiz uygulaması yapılamayacaktır. 

Özel dairenin taleple bağlılık ilkesinin ihlali bozması yanında hükmün yukarıda sayılan niteliği bulunmadığı da belirtilerek bozma yapması gerekirdi. Mahkemenin taleple bağlılık ilkesini ihlal eder şekilde verdiği kademeli faiz hükmü, yukarıda sayılan niteliği taşımıyor, bu şekilde bir hükmün infazı, ilamlı icra şikayeti sonucu, HGK'nın 17.12.2003 tarih, 787-746 sayılı emsal içtihadı uyarınca, dava tarihinden de değil, karar tarihinden itibaren işlemiş faiz uygulaması sonucuna götürecektir. Bu hükmü davacı temyiz etmediğine, davalı taraf temyiz talebinde bulunduğuna, aleyhe bozma yasağı da gözetildiğinde, etkisiz hüküm mahiyetindeki bu hükmün sonucu, karar tarihinden itibaren faiz işletilmesi olacaktır. Bu durum davacı aleyhine davalı lehine olduğundan, mahkeme kararının etkisiz hüküm olduğu açıklanarak, yapılan yanlışlığın davalı lehine sonuç doğurduğu belirtilerek, bu açıklama ile birlikte, sonucu itibariyle doğru görülen hükmün onanmasının isabetli olacağını düşünmekteyim. 

Hâl böyle olunca, kısmi dava ve ıslahta faiz uygulamasına ilişkin bozma ilke bazında doğru ise de, davamızda temerrüt ihtarı aranmayan haksız işgal sebepli ecrimisil alacağı söz konusu olduğundan, kısmi davadaki ve ıslah hâlindeki faiz uygulaması yeri bulunmadığından, taleple bağlılık ilkesi ihlal edilmiş ise de, infaz açısından kademeli faiz uygulama kararı etkisiz hüküm mahiyetinde olup karar tarihinden itibaren faiz uygulaması sonucu doğuracağından, sonucu itibariyle doğru olan hükmün, bu açıklama ile birlikte onanması görüşünde olduğumdan, aksi yöndeki çoğunluk bozma görüşüne katılamıyorum.

Abdullah ERGİN
Üye 

KARŞI OY

Haksız işgal tazminatı (ecrimisil) davalarının hukuki dayanağını oluşturan 4721 sayılı TMK 995. maddeye göre; "İyiniyetli olmayan zilyet, geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorundadır." 

Maddede yer alan sorumluluk özel bir haksız fiil düzenlemesi niteliğindedir. Bu husus, 08.03.1950 tarihli 22/4 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararının gerekçesinde de; başkasının malını haksız olarak kullanmanın sözleşme hükümlerine tâbi bir hukukî işlem olmayıp Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borçlara müteallik hükümlerine tâbi haksız bir fiil olduğu açıkça belirtilmiştir.

818 Sayıl BK’da haksız fiilde faiz başlangıcına ilişkin br hüküm olmadığı hâlde öğreti ve uygulamada haksız fiil tarihi temerrüt tarihi olarak kabul edilegelmiştir. 01.07.2012 de yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK 117/2. maddede bu husus düzenlenmiş ve önceki uygulama şekli yasa hükmü hâline getirilmiş ve fiilin işlendiği tarihin temerrüt tarihi olduğu belirtilmiştir.

Ecrimisil davaları haksız fiilden doğmakta ise de zararın haksız işgal tarihinde başlayıp zaman içinde artarak sürüp gitmesi nedeniyle her dönem için saptanan ecrimisil miktarına, tahakkuk tarihleri olan dönem sonlarından itibaren yasal oranda işleyecek kademeli faize hükmedilmesi gerekli olup, haksız fiilin başladığı tarih faiz başlangıcına esas alınmayacaktır.

Tahakkuk tarihlerinden faiz isteğini içeren kademeli faiz isteği bulunmaması hâlinde, HMK 26. maddede yer alan taleple bağlılık ilkesi de gözetilerek temerrüt faizi başlangıç tarihlerinin gözetilmesi gerekir. Faiz isteğinde bulunulmamış ise temerrüt faizine hükmedilemeyecek, faiz isteği bulunmakla birlikte başlangıç tarihi belirtilmemiş ise bu kez dava tarihinden itibaren faiz uygulanacaktır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; dava dilekçesinde dava tarihinden yasal faiz istemiş, ıslah dilekçesinde ise başlangıç tarihi belirtmeksizin kanuni faiziyle hükmedilmesi şeklinde faiz talebinde bulunulmuştur. Bu durumda davacı tarafın kademeli faiz talebi bulunmadığı hâlde dava tarihinden daha geriye bir tarihten temerrüt faizi uygulanması anlamına gelecek biçimde tüm isteğe kademeli faize hükmedilmesi doğru olmamıştır. 

Bu durumda dava dilekçesinde istenen miktar için dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerekmekte ise de ıslah dilekçesinde istenen miktar için faizin, dava tarihinden mi yoksa ıslah tarihinden mi başlatılması gerektiğinin tartışılması gerekir.

Dava dilekçesinde faiz talebinde bulunulmuş ancak ıslah dilekçesinde faiz talebinde bulunulmamış ise ıslah ile artırılan miktara faiz uygulanıp uygulanmayacağının uygulamada tartışmalı olması ve farklı Yargıtay kararları bulunması nedeniyle bu konuda içtihatların birleştirilmesi talebinde bulunulması üzerine direnme kararından sonra 24.05.2019 tarihinde 2017/8 esas, 2019/3 karar sayılı bir içtihadı birleştirme kararı çıkmış olup bu kararın somut uyuşmazlığa bir etkisi bulunup bulunmadığı da incelenmelidir. Çünkü 09.05.1960 günlü 1960/21 esas, 1960/9 karar sayılı içtihadı birleştirme kararında; sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan bütün işlere tatbikinin gerekli olduğuna, karar verilmiştir. 

Sözünü ettiğimiz 24.05.2019 tarihli içtihadı birleştirme kararında "kısmi davada, dava konusu miktarın kısmi ıslahla faiz talebi belirtilmeksizin artırılması halinde, artırılan miktar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedileceği belirtilmiştir."

Bu karar doğrudan faiz başlangıç tarihiyle ilgili değilse de İçtihadı Bileştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı olmakla birlikte gerekçeleriyle de yol gösterici olduğu unutulmamalıdır. Bu yol göstericilik kararın sonuç kısmının yorumlanması, kapsamının belirlenerek uygulanması için gerekli olduğu kadar, dayandığı esasların başka müesseselerin yorumlanıp uygulanabilmesinde de geçerli olacaktır. Yol göstericilik konusunda kararın tüm gerekçeleri değil; ana sonuçla bağlantılı ve bu sonuca hangi hukuksal nedenlerle varıldığını gösteren temel gerekçeler esas alınmak suretiyle bir sınırlama getirilmesi de içtihadı birleştirme kararlarının mahiyetine uygun bir sonuç olacaktır.

24.05.2019 tarihli içtihadı birleştirme kararında varılan sonucun temel gerekçesi; ıslahla miktar artırımının ek dava niteliğinde olmayıp dava dilekçesindeki miktarın değiştirilmesi olduğudur. 

Bu temel gerekçenin varlığı; kararda yer verilen "...Ek dava ile kısmi dava arasında paralellik mevcut ise de ıslahla ilgili sorunların yine ıslah müessesi kapsamında sonuçlandırılarak değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle dava değerinin artırılması kısmi ıslah kapsamında olduğundan süregelen davanın devamıdır ki yeni bir dava ve ek dava olarak kabul edilemez. Artırılan tutar için harç yatırılması bir usul işlemidir; yeni bir dava açıldığı şeklinde yorumlanamaz..." biçimindeki açıklamalarda ve "...bu amaçla verilen bir ıslah dilekçesi dava dilekçesindeki istem ve ferilerini ortadan kaldırmayacak, sadece istenilen alacak rakamını değiştirecektir. Hal böyle olunca ıslahla artırılan tutar, yeni bir dava olmadığından, ilk dava dilekçesinde yer alan bütün unsurlar faiz istemi de dahil olmak üzere, ıslahla artırılan kısım için de uygulanabilir olmalıdır..." şeklinde yapılan açıklamalarda açıkça görülmektedir. Bu ifadeler kararın; sonuç kısmıyla da uyumlu ana ve en temel gerekçeleridir.

Bu karar temel gerekçesinden soyutlanarak yorumlanıp uygulanamayacağına göre, ıslahla miktarın artırılması hâlinde, bu miktar değişikliğinin, temerrüt tarihi ve faiz başlangıç tarihine etkisi bakımından kararın bu ana gerekçesinden yararlanılmalıdır.

Bu karar ile ıslahla miktar artırımı ek dava olarak görülmemiş ve sadece dava dilekçesinde yazan miktarın değiştirilmesi, diğer bir ifadeyle bu miktarın düzeltilmesi olarak görülmüştür. Bu kararın sonucu olarak miktar artırımına ilişkin yapılan ıslahın da artık ek dava olarak görülmesi mümkün olmayıp dava dilekçesindeki miktar kısmının düzeltilmesi olarak kabul edilmesi gerekir. Düzeltilen dava dilekçesi olduğuna göre davacı tarafından ıslahın teşmil edildiği tarih de ilk dava tarihi olacaktır.

Dava tarihine teşmil edilecek şekilde bir ıslah gerçekleştiğine göre, ıslahla artırılan miktar için de ilk dava tarihinden faiz uygulanması gerekir. Islah dilekçesinde hiç faiz istenmemesi hâlinde bile dava dilekçesindeki faiz talebini ıslahtaki miktara teşmil eden bir içtihadı birleştirme kararının; faiz istenmiş ancak başlangıcı belirtilmemiş olması hâlinde evveliyetle bu teşmili kabul eden bir sonuç içereceği çok açıktır. 

Ecrimisil haksız fiile dayalı olduğu ve temerrüt ihtarı gerekmediği için ıslahla istenen miktar yönünden temerrüdün dava tarihinde mi yoksa ıslah tarihinde mi gerçekleştiği tartışmasının da somut olayda yeri bulunmamaktadır.

Bu durumda ıslahla istenen miktar için de ilk dava tarihinde faiz başlangıcına esas temerrüt hâli mevcut olduğundan dava dilekçesindeki talebe uygun olarak ıslah dilekçesinde istenen miktar için de dava tarihinden faize hükmedilmesi gerekmektedir.

Tüm bu nedenlerle dava tarihinden daha geriye bir tarihten faiz başlamasına neden olacak biçimde kademeli faiz uygulanması doğru olmadığı için hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılmakta isem de diğer bozma nedeni olarak ıslahla artırılan miktar için dava tarihinden faiz uygulanması gerektiği için hükmün bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan, ıslah tarihinden faiz uygulanması gerektiği için hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

ZEKİ GÖZÜTOK
Üye

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 19 üyenin 17'si BOZMA, 1'i DEĞİŞİK BOZMA, 1'i ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.