FAZLAYA İLİŞKİN HAKLAR SAKLI KALMAK ÜZERE ŞİMDİLİK ŞEKLİNDEKİ AÇILAN DAVA, BELİRSİZ ALACAK DAVASI ŞEKLİNDE GÖRÜLEBİLİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


29 Tem
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2022/11-397 
KARAR NO   : 2022/701

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mahkemesi Sıfatıyla)
TARİHİ                         : 12/11/2019
NUMARASI                 : 2019/1 - 2019/4
DAVACI                       : G. Tarım Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. vekili Av. H.Ç.
DAVALI                       : Maliye Bakanlığı vekili Av. S.S.
İHBAR OLUNANLAR : 1- M.G. 2- M.I. 3- K.G. 4- N.Ü.

1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı Yargıtay 11. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın usulden reddine ilişkin verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunca yapılan inceleme sonunda önce onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine kararın bozulmasına karar verilmiş ve Özel Dairece, Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 02.03.2015 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkili aleyhine açılan ihtiyatî tedbir istemli tespit davasında yapılan tespit sonucu bilirkişi raporu alındığını ve 12.08.2010 tarihinde verilen ek karar ile depodaki tohumların satılmaması için uygun koşullarda saklanmak üzere ihtiyatî tedbir konulmasına ve yediemine tevdiine karar verildiğini, bu kararı veren Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin davada görevli olmadığını, bu nedenle verilen tedbir kararı geçersiz olduğu gibi aynı zamanda gereksiz olduğunu, ayrıca müvekkili tarafından itiraz edilmiş ve böylece kesinleşmemiş bir tespit raporuna dayanarak tedbir uygulanmasının hatalı olduğunu, dosyanın görevsizlikle gönderildiği fikri sınai haklar mahkemesi sıfatı ile Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince de gerek müvekkili şirketin aldığı tespit raporları gerek yedieminin tohumların bozulacağına dair dilekçesi gerek bilirkişi raporları ve gerekse de tarafların itirazlarına rağmen hâkimlerin ihtiyatî tedbir ile ilgili gerekli tedbirleri aldırmadıkları gibi itirazları da değerlendirmediklerini, dört yıl boyunca tüm itirazlara rağmen ihtiyatî tedbiri kaldırmayarak uzun süre uygun olmayan depolama koşullarında kalan tohum materyallerinin çimlenme özelliğini yitirmesine ve çürümesine neden olunduğunu, fikri ve sınai haklar mahkemesi sıfatıyla Antalya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın esasına dair kararın Yargıtay 11. Hukuk Dairesince bozulduğunu, bozma kararında davanın ıslahçı payına ilişkin olmadığının, uyuşmazlığın genel hükümler çerçevesinde görülmesi gerektiğinin belirtildiğini, bu durumda tüm aşamalar boyunca 5042 sayılı Kanun gereğince verilen ve devam ettirilen tedbir kararlarının da hukuka aykırı olduğunun netlik kazandığını, bu şekilde farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması nedeniyle müvekkili şirketin ciddi zarara uğradığını, zararın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46. maddesi gereğince davalı idareden tazmininin gerektiğini, ancak dava dosyasında çok sayıda bilirkişi raporu bulunması ve yargılama aşamasında alınacak bir bilirkişi raporu sonucu gerçek zararın ortaya çıkacak olması nedeniyle şimdilik davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; bozulan tohumlara ilişkin şimdilik 10.000 TL, bu tohum materyalleri için 1995 yılından beri yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dâhil masraflara ilişkin şimdilik 10.000 TL, bu tohumlar nedeniyle satışından elde edeceği ve mahrum kaldığı üç yıllık kâra ilişkin şimdilik 10.000 TL olmak üzere toplam 30.000 TL belirsiz tazminat alacağının olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı Maliye Hazinesi vekili 21.04.2015 havale tarihli cevap dilekçesinde; davanın süresinde açılmadığını, HMK'nın 46. maddesinde gösterilen sınırlı ve sayılı durumları ifade eden sorumluluk nedenlerinin koşullarının oluşmadığını, ayrıca HMK'nın 48. maddesine göre dayanılan sorumluluk nedenlerini ispata yarayacak yeterli delil de sunulmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

6. İhbar olunan hâkimler yargılamaya katılmamışlar ve beyanda bulunmamışlardır.

Özel Daire Kararı:

7. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.12.2015 tarihli ve 2015/2 E., 2015/1 K. sayılı kararı ile; HMK’nın 107. maddesiyle birlikte, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanun’da (HUMK) yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davasının kabul edildiği, bu düzenleme ile davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacak miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenememesi hâline mahsus olarak davacıya belirsiz alacak davası açma hak ve imkânı tanındığı, miktar veya değerin belirlenememe hâlinin varlığı için davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanması gerektiği, madde gerekçesinde de yer aldığı üzere davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa böyle bir dava açılamayacağı, zira miktar veya değerin bilindiği durumlarda belirsiz alacak davası açılmasının hukukî yarardan yoksun olduğu, miktar veya değerin bilindiği ihtimallerde, davacının kullanması gereken imkânın HMK'nın 109. maddesinde düzenlenen kısmi dava olduğu, kategorik olarak belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemeyeceği, alacağın hangi hâllerde belirsiz, hangi hâllerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılmasının mümkün olmayıp her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesinin gerektiği, HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verildiği, bu fıkrada karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceğinin hüküm altına alındığı, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu” belirlenebilme hâlinin açıklandığı, davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hâle geleceği durumlarda alacağın belirsiz kabul edilmesi gerektiği, alacağın miktarının belirlenebilmesinin tahkikat aşamasında delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceğinin kabul edilmesi gerektiği, ne var ki bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesinin belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli olmadığı, bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa belirsiz alacak davası açılamayacağı, bu nedenle şartları bulunmadığı hâlde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumlarda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukukî yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmesi gerektiği, HMK'nın 114/1-h maddesinde hukukî yarar dava şartları arasında sayılmış olup, böyle bir eksikliğin HMK'nın 115/2. maddesi uyarınca giderilebilecek dava şartları arasında da görülemeyeceği, davacı tarafa bu amaçla ek bir süre verilmesinin de mümkün olmadığı, bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde davacı vekili “belirsiz alacak davası” olarak niteleyerek davasını açmış ise de, delil olarak dayanılan Antalya 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/60 D. İş sayılı delil tespit dosyası incelendiğinde, davacının talebi üzerine yapılan 17.09.2015 tarihli delil tespit raporunda davacının, davaya konu olay sebebiyle uğradığı zarar, Ar-Ge çalışmaları için yapılan harcamalar yönünden 3.300.000 TL, domates, biber ve hıyar çeşit ve hatları için yapılan harcamalar yönünden 2.475.000 TL, mahrum kalınan kâr yönünden ise 5.875.000 TL olarak belirlendiği, söz konusu rapora davacı tarafın herhangi bir itirazının da bulunmadığı, bu itibarla bu davanın açıldığı tarih itibariyle davacının uğradığını ileri sürdüğü zarar miktarı belirlenebilir nitelikte olduğu hâlde davacı tarafça “belirsiz alacak davası” açılmasının HMK'nın 107. maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı olduğu gerekçesi ile davanın hukukî yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunun Onama Kararı:

8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

9. Hukuk Genel Kurulunun 22.11.2017 tarihli ve 2016/11-1239 E., 2017/1398 K. sayılı kararı ile Özel Daire kararının onanmasına oy çokluğu ile karar verilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunun Bozma Kararı:

10. Hukuk Genel Kurulunun onama kararına karşı süresi içinde davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

11. Hukuk Genel Kurulunun 26.02.2019 tarihli ve 2019/11-4 E., 2019/202 K. sayılı kararı ile; “… Somut olay bakımından davacı şirketin belirsiz tazminat alacağı davasına konu ettiği; tohumların bedeli, tohumlar için yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dahil masraflar ve tohumların satışından elde edeceği ve mahrum kaldığı kâra ilişkin talepleri ile ilgili olarak zararın varlığının ve miktarının belirlenebilmesi, ancak yargılama sırasında delilerin toplanıp değerlendirilmesinden sonra mümkün olabilecektir. Bu nedenle davacının iddia ettiği zararın dava tarihi itibariyle miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği kabul edilmelidir.

Davacı şirketin talebi üzerine Antalya 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/60 D.İş sayılı dosyasında düzenlenen 17.09.2015 tarihli delil tespit raporunda davacının davaya konu olay sebebiyle uğradığı zararın, Ar-Ge çalışmaları için yapılan harcamalar yönünden 3.300.000,00 TL, domates, biber ve hıyar çeşit ve hatları için yapılan harcamalar yönünden 2.475.000,00 TL, mahrum kalınan kâr yönünden ise 5.875.000 TL olduğu belirtilmiş ise de, sözü edilen delil tespiti raporunun dışında dosya kapsamında birçok bilirkişi raporu bulunduğu, bu raporların birbiri ile ve delil tespiti raporu ile çelişkili olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki davacı tarafça dava açılmadan önce delil tespiti yaptırma yoluna gidilmiş olmasının, davaya konu edilen zarar veya alacak miktarının belirli hâle getirdiği şeklinde yorumlamak Kanunun amacına aykırıdır.

Ayrıca, hâkimin hukuki sorumluluğunu düzenleyen HMK’nın 46. ve devamı maddelerinde, kategorik olarak bu tür davaların belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına ilişkin bir düzenleme bulunmadığı da göz önünde bulundurulduğunda, Yasa koyucunun amaçlamadığı bir sonuca ulaşmanın isabetli olduğundan söz edilemez.

Belirtilen nedenlerle, davacı şirketin davaya konu taleplerinin belirsiz alacak davasına konu olabilecek nitelikte olduğu ve dava tarihi itibariyle zararın miktar ve değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği anlaşılmakla HMK’nın 107. maddesine uygun olarak, aradaki hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar veya değeri belirtmek suretiyle dava açabileceği sonucuna varılmıştır.

Bunun yanı sıra, somut olayda davacının iddia ettiği zararın varlığını ve miktarının tespiti açısından hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâlihazırda korunmaya değer bir yararı bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için bir mahkeme kararına muhtaç konumda bulunduğundan, eldeki davayı açmasında hukuki yararı bulunmadığını kabul etmek mümkün değildir.” gerekçesiyle Özel Dairenin kararı oy çokluğu ile bozulmuştur.

Özel Dairenin Direnme Kararı:

12. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12.11.2019 tarihli ve 2019/1 E., 2019/4 K. sayılı kararı ile; “…Dairemizin 2015/5542 E. – 2015/12579 K. Sayılı kararında da ilkeleri ortaya konulduğu üzere, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. Maddesiyle birlikte, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 107. Maddesinde yer alan;

"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir"

Şeklindeki düzenleme ile davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacak miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenememesi haline mahsus olarak davacıya belirsiz alacak davası açma hak ve imkanı tanınmıştır. Miktar veya değerin belirlenememe halinin varlığı için, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanması gerekmektedir. Madde gerekçesinde de yer aldığı üzere "Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz”.

Zira, miktar veya değerin bilindiği durumlarda belirsiz alacak davası açılması hukuki yarardan yoksundur. Miktar veya değerin bilindiği ihtimallerde, davacının kullanması gereken imkan HMK 109. maddesinde düzenlenen kısmi davadır.

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. Nitekim öğretide “Talep sonucunun belirlenmesinin imkansız olması” halinde de, belirsiz alacak davası açılamaz. Bu imkansızlığın bir “objektif imkansızlık” olması gerektiği savunulmuştur (Ş. Görgün, L. Börü, B. Toraman, M. Kodakoğlu, Medeni Usul Hukuku, s.279). Canıtez, yeni bir aracın yanması halinde zararın tespiti kolay olacağından belirsiz alacak davasına konu olamayacağını belirtmiştir. Yine yazara göre, bilirkişi incelemesine ihtiyaç duyulan her durumda alacağın belirsiz olduğunun kabulü mümkün değildir. Keza alacak miktarı hakkında uyuşmazlık bulunması de talep sonucunun belirlenmesinin beklenemeyecek hal olması anlamına gelmez. Dava (H. Pekcanıtez, Medeni Usul Hukuku, C.2, s.1028 vd., dn.232). 6100 sayılı HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır. Belirsiz alacak davası açan davacı, dava dilekçesinde neden alacak miktarını tam olarak belirleyemediğini ortaya koyması gerekir (M. Atalı, İ. Ermenek, E. Erdoğan, Medeni Usul Hukuku, s.336).

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmesi gerekmektedir. HMK 114/1-h maddesinde hukuki yarar dava şartları arasında sayılmış olup, böyle bir eksiklik HMK 115/2 maddesi uyarınca giderilebilecek dava şartları arasında da görülemeyeceğinden, davacı tarafa bu amaçla ek bir süre verilmesi de mümkün değildir.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; davacı vekili dava dilekçesinin birinci sayfasında “belirsiz alacak davası” olarak niteleyerek davasını açmış ise de, dava dosayı ile delil olarak dayanılan Antalya 3.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/60 D.İş sayılı delil tespit dosyası birlikte değerlendirildiğinde, davacının hangi miktar hangi miktar tohumuna el konulduğunun sabit olduğu, tohum araştırmaları için ne kadar süre çalışma yaptığı ve hangi miktarda masraf yaptığının bizzat kendi kayıtlarıyla sabit olduğu, kötü koşullarda muhafaza nedeniyle tohumların tamamının telef olduğunun da sabit olduğu, kendisi de tohum satıcısı olduğu için her bir tohumun birim fiyatının ne olduğu, kendisince hangi kar oranında satıldığı ve ne miktarda kardan mahrum kalındığının kendisince bilindiği gibi, bu durumu bir kez de davadan önce delil tespit raporuyla da tevsik ettirdiği, buna göre zararın bizzat davacının talebi üzerine yapılan 17.09.2015 tarihli delil tespit raporunda davacının, Ar-Ge çalışmaları için yapılan harcamalar yönünden 3.300.000 TL, domates, biber ve hıyar çeşit ve hatları için yapılan harcamalar yönünden 2.475.000 TL, mahrum kalınan kâr yönünden ise 5.875.000 TL olarak belirlendiği, yargılama sırasında bilirkişi raporu alınacak olmasının veya ileri sürülen miktara davalının karşı çıkmasının, davacının zararını bilemeyeceği anlamına gelmediği, zira raporun ileri sürülen iddia ve savunmaları denetlemek amacıyla alınmasının gerekeceği, söz konusu rapora davacı tarafın her hangi bir itirazının da bulunmadığı, bu itibarla bu davanın açıldığı tarih itibariyle davacının uğradığını ileri sürdüğü zarar miktarı belirlenebilir nitelikte olduğu halde davacı tarafça “belirsiz alacak davası” açılması HMK 107. maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı bulunduğundan davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerekir” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

13. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu Kararı:

14. Hukuk Genel Kurulunun 23.06.2020 tarihli ve 2020/11-228 E., 2020/444 K. sayılı kararı ile;

“… II. ÖN SORUN

14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılamada, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararının Hukuk Genel Kurulunca bozulması üzerine Özel Daire tarafından direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.

III. GEREKÇE

15. Dava, 6100 sayılı HMK’nın 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

16. 6100 sayılı HMK’nın 46. maddesinde sorumluluk nedenleri sınırlı olarak sayılmış olup,

“(1) Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir:

a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.

b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.

c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.

ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.

d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.

e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması.”

Şeklinde düzenlenmiştir.

17. HMK’nın “Davaların açılacağı mahkeme” başlıklı 47. maddesinde de “Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Dava, bu dairenin Başkan ve üyelerinin fiil ve kararlarından dolayı ise yargılama Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinde yapılır. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır. Temyiz incelemesine, kararı veren başkan ile üyeler katılamaz.

(2) Devletin sorumlu hâkime karşı açacağı rücu davası, tazminat davasını karara bağlamış olan mahkemede görülür.” hükmü getirilmiştir.

18. HMK’nın 373. maddesinde ise “İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.” düzenlemesi mevcuttur.

19. Anılan mevzuat hükümlerinde, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Devlet aleyhine açılan tazminat davalarının Yargıtay ilgili hukuk dairesinde ilk derece mahkemesi sıfatıyla görüleceği ve verilen kararların temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılacağı düzenlenmiştir. Buna göre Hukuk Genel Kurulunun yapacağı temyiz incelemesi sonucunda Özel Daire kararı bozulduğu takdirde Özel Daire kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verecektir.

20. Hâkimlerin hukuki sorumluluğunu düzenleyen HMK’nın 46 ve devamı maddelerinde ayrı bir yargılama usulü öngörülmediğinden hâkimlerin fiillerinden dolayı tazminat istemlerine ilişkin yargılamalar HMK’daki usule göre yapılacaktır. HMK’nın 373. maddesine göre ilk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesi Yargıtayın bozma kararına direnebileceğinden ilk derece mahkemesiyle yargılama yapan Özel Daire de Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına direnebilecektir. Bu nedenle oy çokluğu ile ön sorun bulunmadığı sonucuna varılarak Özel Daire direnme kararının yerinde olup olmadığının incelenmesine geçilmiştir.

21. Yargıtay 11. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, davanın usulden reddine ilişkin verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 22.11.2017 tarihli ve 2016/11-1239 E., 2017/1398 K. sayılı kararı ile onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 26.02.2019 tarihli ve 2019/11-4 E., 2019/202 K. sayılı kararı ile kararın bozulmasına karar verilmiş, bozma kararına karşı Yargıtay 11. Hukuk Dairesince direnilmesi üzerine verilen direnme kararı davacı vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmiştir.

22. 6100 sayılı HMK’nın 373. maddesi gereğince yapılan inceleme sonucunda, Hukuk Genel Kurulunca verilen 26.02.2019 tarihli ve 2019/11-4 E., 2019/202 K. sayılı kararın usul ve yasaya uygun olduğu ve Özel Dairece verilen direnme kararının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Özel Dairece verilen direnme kararının yerinde olduğu ve bu nedenle onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

24. Hâl böyle olunca Yargıtay 11. Hukuk Dairesince verilen direnme kararının incelenmesi için dosyanın Yargıtay Büyük Genel Kuruluna gönderilmesi gerekmektedir.” gerekçesiyle davacı vekilinin direnme kararına ilişkin temyiz itirazlarının incelemesi yapılmak üzere dosyanın Yargıtay Büyük Genel Kuruluna gönderilmesine oy çokluğuyla karar verilmiştir.

Yargıtay Büyük Genel Kurulu Kararı:

15. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 26.01.2022 tarihli ve 2022/1 E., 2022/1 K. sayılı kararı ile; “… İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan 11. Hukuk Dairesinin verdiği direnme kararının temyizen inceleme görevinin, Yargıtayın hangi karar organına ait olduğunun belirlenmesi, öncelikle çözülmesi gereken meseledir.

HMK’nın 46. maddesi uyarınca, maddede sayılan sebeplere dayalı, Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir. Devlet aleyhine açılacak tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay ilgili hukuk dairesinde, ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür. Verilen kararların temyiz incelemesi Hukuk Genel Kurulunca yapılır (HMK m 47).

Maddenin değişiklikten önceki halinde Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı açılacak tazminat davalarının ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda görüleceği, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun vermiş olduğu kararlara karşı temyiz incelemesinin, Yargıtay Büyük Genel Kurulunda yapılacağı öngörülmekteydi.

İlk derece mahkemesi sıfatıyla davaya bakacak Hukuk Genel Kurulunun, o tarihte 47 olan üye sayısı ile duruşma yapması, temyiz incelemesini yapacak Yargıtay Büyük Genel Kurulunun ise o tarihte 469 olan üye sayısı ile toplanmak zorunda kalmasının doğuracağı sorunlar gözetilerek, 6644 sayılı Kanunla değişiklik yapılmış, yapılan düzenlemeyle görevli daireler belirlenmiş ve bu dairelerin kararlarına karşı yapılacak temyiz incelemesinin Yargıtay Büyük Genel Kurulu yerine Hukuk Genel Kurulunda yapılacağı belirtilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının, mahkemelerin kuruluşu başlıklı 142. maddesine göre mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri ancak kanunla düzenlenebilir. Aynı doğrultuda Hukuk Muhakemeleri Kanununun 1. maddesine göre mahkemelerin görevi ancak kanunla düzenlenebilir. Kanuna dayanmayan ve kuruluşunu kanundan almayan hiçbir kimse veya organ yargı görevi yapamaz.

2797 sayılı Yargıtay Kanununun 1. maddesine göre; Yargıtay adliye mahkemelerince verilen karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup 3. maddede belirtilen karar organlarından; Hukuk Genel Kurulunun görevleri 15. maddede, Yargıtay Büyük Genel Kurulunun görevleri ise 16.maddede sayılmıştır. Bu hükümlere göre Hukuk Genel Kurulu, ilk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini de yapmakla görevlidir. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun, Hukuk Genel Kurulunun kararlarına karşı temyiz inceleme görevi bulunmamaktadır.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 47. maddesinde, 6644 sayılı kanunla yapılan değişiklikle, bu tür davaların açılacağı mahkemeler ile verilen kararların temyizi halinde temyiz incelemesini yapacak merci belirtilmiş ise de Hukuk Genel Kurulunun temyiz incelemesi sonucu verdiği kararlara karşı yasa yolu belirtilmemiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373. maddesinin 7. bendi gereğince ilk derece mahkemesi, Hukuk Genel Kurulunun verdiği karara uymak zorundadır. Açıklanan nedenlerle yasa yolu incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca nihayete erdirileceğinin kabulü gerekmektedir.

Üç dereceli yargılanma hakkına karşı, iki dereceli yargılamanın adil yargılanma hakkına aykırı olduğu savunulabilir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesine göre herkes davasını, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklarda, yasa ile kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakkaniyete uygun görülmesini isteme hakkına sahiptir. Bunun yanında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye ek 7 No’lu protokolün 2.maddesine göre, bir mahkeme tarafından verilen kararın daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkı gerekmekte ise de ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı hallerde bu husus istisnaya tâbi tutulmuştur. AİHS'in 6. maddesi mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkını güvence altına almaktadır. Ancak bir devlet, kendi takdirine bağlı olarak kanun yolu başvuru yöntemleri belirleyebilir.

Somut olayda, davacı tarafından açılan tazminat davası, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yüksek mahkemenin bir dairesi tarafından karara bağlanmıştır. Bu kararın temyizi üzerine Yargıtay’ın bir başka organı tarafından temyiz incelemesi yapılmış olduğundan, iki dereceli yargılama ile adil yargılanma hakkı sağlanmıştır.

Yukarıda açıklandığı üzere, yasa koyucu, Yargıtay Başkan ve üyeleri ile kanunen onlarla aynı konumda olanların fiil ve kararlarından dolayı yapılan yargılamaların temyiz incelemesini HMK’da 6644 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle Hukuk Genel Kurulunun vereceği karar ile sonlandırmıştır.

Anayasanın ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun yukarıda sözü edilen hükümleri uyarınca, ancak kanunla belirlenmesi gereken ve kamu düzenine ilişkin olduğunda şüphe bulunmayan görevli merciin yorum ya da kıyas yoluyla ihdas edilmesi mümkün değildir. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun temyiz inceleme görevi bulunmadığından 11. Hukuk Dairesinin direnme kararının temyiz incelemesi hakkında bir karar verilmek üzere dava dosyasının Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.” gerekçesiyle dosyanın incelenmeksizin Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.

II. ÖN SORUN

16. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılamada, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararının Hukuk Genel Kurulunca bozulması üzerine Özel Daire tarafından direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılmış, Hukuk Genel Kurulunun 23.06.2020 tarihli ve 2020/11-228 E., 2020/444 K. sayılı kararının 15 ilâ 20. paragraflarında belirtilen gerekçelerle ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Özel Dairece, Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına direnebileceği, bu nedenle oy çokluğu ile ön sorunun bulunmadığı sonucuna varılarak Özel Daire direnme kararının temyiz incelemesine geçilmiştir.

III. GEREKÇE

17. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davasının hukukî niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır.

18. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

19. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “Belirsiz alacak ve tespit davası” başlıklı 107. maddesinin 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) ile değiştirilmeden önceki metninde;

“1- Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

2- Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

3- Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” düzenlenmesi bulunmakta iken; 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile madde başlığı “Belirsiz alacak davası”; 2. fıkrası “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş; maddenin 3. fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.

20. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.

21. Bu Kanun hükmünün pratik sonucu özellikle tazminat davalarında görülecek; dava tarihinde (hesap güçlüğü ya da zarar verici durumun gelişmekte olması dolayısıyla) zararının miktarını tespit edemeyen davacı, davasını küçük bir tutarla açarak, daha sonra (zarar tutarını belirlemek mümkün hâle gelince), ıslah yoluna başvurmadan talebini artırabilecektir (Kuru, Baki/Budak, Ali Cem: Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı 2011/5, s. 13).

22. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

23. Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukuki korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmaması ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu, hak-arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu, başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kriterler kabul edilmiştir.

24. Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;

i. Davacının kendisinden beklenememesi,

ii. Bunun olanaksız olması,

iii. Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

25. Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usûl ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

26. Dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kriteri ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.

27. Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır. Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması hâlinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır.

28. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

29. Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.

30. Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Alacağın hangi hâllerde belirsiz, hangi hâllerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir.

31. Bu noktada, dava şartları ve dava şartlarından olan hukukî yarar kavramı üzerinde kısaca durulmasında yarar bulunmaktadır.

32. Dava şartları HMK’nın 114 ve 115. maddelerinde düzenlenmiş olup, davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllerdir.

33. Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da, açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak, mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, kural olarak davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı (kural olarak) dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür (m. 115/2-c. 1; istisna m. 115/2-c. 1 ve c. 2).

34. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h bendine göre davacının, dava açmakta hukukî yararının bulunması bir dava şartıdır. Maddenin gerekçesinde; “Burada sözü edilen hukuki yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararın bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç konumda değilse onun hukuki yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir.” şeklinde açıklanmıştır.

35. Davacının dava açmaktaki yararının hukukî, korunmaya değer, güncel ve dava açıldığı anda var olması gerekmektedir.

36. Yukarıda açıklanan maddi ve hukukî olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkili şirket aleyhine açılan tespit davasında verilen ek karar ile depodaki tohumlar üzerine uygun koşullarda saklanmak üzere ihtiyatî tedbir konulmasına ve yediemine tevdiine karar verildiğini, daha sonraki aşamalarda da gerek alınan tespit ve bilirkişi raporlarına, gerek yedieminin tohumların bozulacağına dair dilekçesi ve gerekse de itirazlara rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığını, dört yıl boyunca tüm itirazlara rağmen ihtiyatî tedbiri kaldırmayan hâkimlerin uzun süre uygun olmayan depolama koşullarında kalan tohumların çimlenme özelliğini yitirmesine ve çürümesine neden olduklarını, bu nedenlerle müvekkili şirketin uğradığı zararın HMK’nın 46. maddesi gereğince tazmini gerektiğini ileri sürmüş, dava dosyasında çok sayıda bilirkişi raporu bulunması ve gerçek zararın yargılama aşamasında alınacak bir bilirkişi raporu ile belirlenecek olması nedeniyle şimdilik davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını belirtmiştir.

37. Dava dilekçesinde talep sonucu olarak, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere bozulan tohumlara ilişkin şimdilik 10.000 TL, bu tohumlar için 1995 yılından beri yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dâhil masraflara ilişkin şimdilik 10.000 TL, bu tohumların satışından elde edeceği ve mahrum kaldığı üç yıllık kâra ilişkin şimdilik 10.000 TL olmak üzere toplam 30.000 TL belirsiz tazminat alacağının olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili istenmiştir.

38. Somut olay bakımından davacı şirketin belirsiz tazminat alacağı davasına konu ettiği; tohumların bedeli, tohumlar için yapılan yatırım ve Ar-Ge çalışmaları dahil masraflar ve tohumların satışından elde edeceği ve mahrum kaldığı kâra ilişkin talepleri ile ilgili olarak zararın varlığının ve miktarının belirlenebilmesi, ancak yargılama sırasında delilerin toplanıp değerlendirilmesinden sonra mümkün olabilecektir. Bu nedenle davacının iddia ettiği zararın dava tarihi itibariyle miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği kabul edilmelidir.

39. Davacı şirketin talebi üzerine Antalya 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/60 D. İş sayılı dosyasında düzenlenen 17.09.2015 tarihli delil tespit raporunda davacının davaya konu olay sebebiyle uğradığı zararın, Ar-Ge çalışmaları için yapılan harcamalar yönünden 3.300.000 TL, domates, biber ve hıyar çeşit ve hatları için yapılan harcamalar yönünden 2.475.000 TL, mahrum kalınan kâr yönünden ise 5.875.000 TL olduğu belirtilmiş ise de, sözü edilen delil tespiti raporunun dışında dosya kapsamında birçok bilirkişi raporu bulunduğu, bu raporların birbirleriyle ve delil tespiti raporu ile çelişkili olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki davacı tarafça dava açılmadan önce delil tespiti yaptırma yoluna gidilmiş olmasının, davaya konu edilen zarar veya alacak miktarının belirli hâle getirdiği şeklinde yorumlamak Kanun’un amacına aykırıdır.

40. Ayrıca, hâkimin hukukî sorumluluğunu düzenleyen HMK’nın 46 ve devamı maddelerinde, kategorik olarak bu tür davaların belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına ilişkin bir düzenleme bulunmadığı da göz önünde bulundurulduğunda, kanun koyucunun amaçlamadığı bir sonuca ulaşmanın isabetli olduğundan söz edilemez.

41. Belirtilen nedenlerle, davacı şirketin davaya konu taleplerinin belirsiz alacak davasına konu olabilecek nitelikte olduğu ve dava tarihi itibariyle zararın miktar ve değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği anlaşılmakla HMK’nın 107. maddesine uygun olarak, aradaki hukukî ilişkiyi ve asgari bir miktar veya değeri belirtmek suretiyle dava açabileceği sonucuna varılmıştır.

42. Bunun yanı sıra, somut olayda davacının iddia ettiği zararın varlığını ve miktarının tespiti açısından hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâlihazırda korunmaya değer bir yararı bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için bir mahkeme kararına muhtaç konumda bulunduğundan, eldeki davayı açmasında hukukî yararı bulunmadığını kabul etmek mümkün değildir.

43. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda, davacının delil tespiti raporuna bir itirazının bulunmadığı, zarar ve alacak miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilecek durumda olduğu, belirsiz alacak davası açmakta hukukî yararının bulunmadığı, bu nedenle direnme kararının onanmasına karar verilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

44. Mevcut bu durum karşısında, yukarıda belirtilen nedenlerle, Özel Dairece işin esasına girilip taraf delilleri toplanarak HMK’nın 46. maddesi nedeniyle davalının sorumluluğunun bulunup bulunmadığı yönünde inceleme ve değerlendirme yapılarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle direnme kararı verilmiş olması doğru görülmemiştir.

45. Hâl böyle olunca, Özel Dairenin “davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine” dair direnme kararının bozulması gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği direnme kararının BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi gereğince kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 18.05.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 19 üyenin 13’ü BOZMA, 6’sı ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.05.2022 tarihli kararının öncesini oluşturan ve kararda geçen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26 Şubat 2019 tarihli “Dava açılmadan önce delil tespiti yapılmış olsa bile belirsiz alacak davası açılabilir” şeklindeki kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/dava-acilmadan-once-delil-tespiti-yapilmis-olsa-bile-belirsiz-alacak-davasi-acilabilir

İÇTİHAT YORUMU : Belirsiz alacak davasının hukukî niteliğini Türk, İsviçre ve Alman Hukuku’nda yer alan doktrin görüşleri doğrultusunda, sonrasında ise kısmî davanın genel anlamda tanımını ortaya koymak gerekir.

Belirsiz alacak davası, davacının, alacağının tümünün hüküm altına alınması amacıyla açtığı bir davadır. (PEKCANITEZ, Hakan, Belirsiz Alacak Davası (HMK m. 107), Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2011, s. 59; SİMİL, Cemil, Belirsiz Alacak Davası, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2013, s. 23, 111, 299, 343; AKİL, Cenk, Kısmî Dava, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2013, s. 105; BAHADIR, Zeynep, Medenî Usûl Hukukunda Kısmî Karar, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2018, s. 155)

Doktrindeki katıldığımız hâkim görüşe göre belirsiz alacak davası, hukukî niteliği itibarı ile tam bir eda davasıdır. (PEKCANITEZ, s. 31; SİMİL, s. 23, 111, 299, 343; KİRAZ, Taylan Özgür, “Belirsiz Alacak Dâvası”, Çatı Dergisi, S: 30, Y: 2012, s. 16; AKİL, s. 105; ASLAN, Kudret/ AKYOL ASLAN, Leyla/ KİRAZ, Taylan Özgür, “Koşulları Oluşmadan Açılan Belirsiz Alacak Davasında Mahkemece Verilecek Karar”, DEÜHFD, C: 16, Özel Sayı (Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez’e Armağan), Y: 2014, s. 998, 999; TANRIVER, Süha, Medenî Usûl Hukuku, C: I, Tümüyle Gözden Geçirilmiş, Yenilenmiş ve Genişletilmiş 3. Bası, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2020, s. 597; KARAASLAN, Varol, “Belirsiz Alacak Davası/Kısmi Dava - Bir Madalyonun İki Yüzü Mü?”, YÜHFD, C: VIII, Özel Sayı (Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin Kuruluşunun 20. Yılı Armağanı), Y: 2016, s. 214, 217; PEKCANITEZ, Hakan, Pekcanıtez Usûl Medenî Usûl Hukuku, 15. Bası, C: II, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2017, s. 1025; YILMAZ, Ejder, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Genişletilmiş 4. Baskı, C: 2, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2021, s. 2378; BAHADIR, s. 153, 154; BUDAK, Ali Cem/ KARAASLAN, Varol, Medenî Usul Hukuku, Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2020, s. 148; ERCAN ÖZLER, Meltem, Medenî Usûl Hukuku’nda Dava Konusu, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2019, s. 318; EROĞLU, Orhan, Islah, Güncelleştirilmiş ve Genişletilmiş 3. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2020, s. 228; DURAN, Osman, Medeni Usul Hukukunda Taleple Bağlılık İlkesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2020, s. 116. Doktrinde İYİLİKLİ, belirsiz alacak davasının nitelik itibarı ile tespit davasından çok eda davasına yakın olduğu görüşündedir. (İYİLİKLİ, Ahmet Cahit, Hukuk Yargılamasında Kesin Hüküm, 2. Baskı, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2020, s. 604). İsviçre ve Alman hukukunda belirsiz alacak davası ile ilgili yazılan monografik eserlerde de, belirsiz alacak davası, eda davası olarak kabul edilmektedir. (BAUMANN WEY, Sabine, Die unbezifferte Forderungsklage nach Art. 85 ZPO, Schulthess Verlag, Zürich, 2013, s. 7; GUT, Nicolas, Die unbezifferte Forderungsklage nach der Schweizerischen Zivilprozessordnung, Helbing Lichtenhahn Verlag, Basel, 2014, s. 4; KURTOĞLU, Bahar Tuna, Die unbezifferte Forderungsklage Analyse, Problemstellungen und Lösungsansätze, bezogen auf das türkische, schweizerische und deutsche Recht, Peter Lang Verlag, Berlin, 2019, s. 46, 122, 312)

Kısmî dava ise davacının aynı hukukî ilişkiden kaynaklanan alacağının veya hakkının tümünü değil, belirli bir kısmını talep ederek açtığı dava şeklinde tanımlanabilir. (PEKCANITEZ (Pekcanıtez Usûl), s. 990; AKİL, s. 63; ARSLAN, Ramazan/ YILMAZ, Ejder/ TAŞPINAR AYVAZ, Sema/ HANAĞASI, Emel, Medenî Usul Hukuku, Güncellenmiş ve 7251 sayılı Kanun Değişiklikleri İşlenmiş 6. Baskı, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2020, s. 290; GÖRGÜN, L. Şanal/ BÖRÜ, Levent/ TORAMAN, Barış/ KODAKOĞLU, Mehmet, Medenî Usûl Hukuku, 28.07.2020 tarih ve 7251 sayılı Kanunla Değiştirilmiş, Güncellenmiş 9. Baskı, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2020, s. 287; BUDAK/KARAASLAN, s. 146)

Bu konu hakkında uygulamada yaşanan yanlışlara işaret eden ve çözüm önerisini sunan internet erişimine açık çalışma için bkz. KARAMERCAN, Fatih, “Belirsiz Alacak Davasından Sonra Ek Dava Açılabilir Mi?” İMHFD, C: 7, S: 12, Y: 2022, s. 83-107.

İlgili makale için bkz.

https://bit.ly/3PLXHhh

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020 yılında verdiği kararda, dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ve şimdilik ifadesi ile açılan davanın (davacı tarafından belirsiz alacak davası olarak nitelemesine rağmen) kısmî dava olarak görülmesi gerektiği görüşündedir. İlgili karar için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/fazlaya-iliskin-haklar-sakli-tutulmus-ise-dava-belirsiz-alacak-davasi-olarak-nitelendirilemez

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020 yılında verdiği kararda, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ve şimdilik ifadesi ile açılan davanın kısmî dava olarak görülmesi gerektiği görüşünde iken, 2020 yılındaki kararından farklı olarak 2021 yılında (her ne kadar kanunun aksine içtihatta mefhum-u muhalifinden hareket edilemese de) dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası şeklinde açıldığına dair bir beyan bulunması durumunda davanın belirsiz alacak davası şeklinde görülebileceği görüşüne yaklaşmıştır. İlgili karar için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/fazlaya-iliskin-haklar-sakli-tutulmus-ise-dava-belirsiz-alacak-davasi-olarak-nitelendirilemez

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2021 yılının son evrelerine doğru verdiği kararda, fazlaya ilişkin saklı kalmak kaydıyla şimdilik şeklinde talepte bulunulması durumunda, açılan davanın kısmî dava niteliğinde olduğu görüşüne geri dönmüştür.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/somut-olayda-fazlaya-iliskin-sakli-kalmak-kaydiyla-simdilik-seklinde-talepte-bulunuldugundan-acilan-dava-kismi-davadir

Görüldüğü üzere, belirsiz alacak davası ile kısmî davanın tespit edilmesi noktasında, öncelikle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve sonrasında ise Yargıtay Hukuk Daireleri tarafından belirlenmiş kesin bir belirleme söz konusu olmayıp davalı açısından “silahların eşitliği” ilkesine zarar verecek tarzda Yargıtay içtihatları oluşturulmaktadır.

Belirsiz alacak davasında, fazlaya ilişkin haklar saklı tutulamaz. Zira, belirsiz alacak davası, davacının, alacağının tümünün hüküm altına alınması amacıyla açtığı TAM BİR EDA davasıdır. Belirsiz alacak davasının, alacağın tümünün hüküm altına alınmasını amaçlayan TAM BİR EDA DAVASI olduğu gözden kaçırılmayarak, en azından “fazlaya ilişkin hakların saklı” tutulduğu dava dilekçelerinde, açılan davanın belirsiz alacak davası niteliği taşıması durumunda bile açılan davanın kısmî dava olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Böyle bir durumda, hâkimin HMK m. 31 hükmü doğrultusunda aydınlatma ödevi gereğince açıklama isteyebileceği düşünülse bile katı teksif ilkesinin benimsendiği HMK sistematiği ve uygulama açısından en erken ön incelemede bu ödevin yerine getirildiği göz önüne alındığında ve davacının kendi ihmâli veya kusuru ile üstün körü hazırlamış olduğu dilekçe ve talep sonucu nedeniyle, davalının savunmasını genişletmesi ve değiştirmesi gelinen aşama itibarı ile elinden alındığı için tekrar ifade etmek gerekirse “silahların eşitliği” ilkesi zarar görecektir.

Son zamanlarda, belirsiz alacak davası ile ilgili olarak davacı tarafların, bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğuna ve Anayasa Mahkemesi’nin de belirsiz alacak davası ile ilgili verdiği kararlara şahit olunmaktadır. Ancak, davalı taraflar, Yargıtay’ın vermiş olduğu bu gibi kararlara karşı bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunda, Anayasa Mahkemesi’nin “silahların eşitliği” ve “taleple bağlılık” ilkesi çerçevesinde hak ihlâli kararı verip veremeyeceği ise tam anlamı ile merak uyandırmaktadır.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden bugüne kadar 10 yılı aşkın bir süre geçmiştir. Bu süre zarfında, HMK hükümlerinin eğilip bükülerek her somut olaya özgü uygulamasından dolayı, HMK’nın bazı hükümleri uygulan(a)mamaktadır. Örneğin, dava dilekçelerinde HMK m. 119/1-e) bendi hükmüne aykırı şekilde numaralandırma yapılmadan dava ve cevap dilekçeleri hazırlanmaktadır. Taraflar, haklı olarak sıra numarası belirtilmediği için sıra numarası karşılıkları ile birbirlerine cevap verememektedir. Yargılamayı yürüten hâkim de, her iki dilekçenin analizini sağlıklı olarak yapamamaktadır.

Bu nedenle, kanımızca, dava dilekçesinde niyet okumak yerine davacının kendi ihmâli veya kusuru ile hazırladığı dilekçesinin sonuçlarına katlanması, “silahların eşitliği” ilkesine uygun olacaktır.

Sayın Prof. Dr. Ejder YILMAZ, kaleme aldığı bir makalede belirttiğimiz saiklerden farklı bir şekilde konuya yaklaşarak belirsiz alacak davasının HMK’dan kaldırılması gerektiği görüşündedir. (YILMAZ, Ejder, “Uygulamada Amacına Ulaşamayan Belirsiz Alacak Davasına İlişkin Hüküm Yürürlükten Kaldırılmalıdır”, YÜHFD, C: XVIII, S: 2 (Prof. Dr. Abdulkadir Arpacı'ya Armağan), Y: 2021, s. 695-726)

Son olarak, Türk Hukuku uygulaması, İsviçre ve yer yer Alman Hukuku esintileri taşıyan hükümleri bünyesine kabul edememiştir. Kabul etmeliyiz ki, ülkemizde kitap okuma kültürü de bulunmamaktadır. Düzenli olarak güncel hukuk kaynaklarını takip eden hukukçu sayısı akademisyenler de dâhil olmak üzere genel toplam içerisinde azınlıkta kalmaktadır. Bu yüzden, Yargıtay içtihatları ile oluşturulmuş olan kira hukuku uygulamasının TBK’ya alınması gibi Yargıtay içtihatları ile oluşturulmuş olan usûl hukuku uygulamasının da, aşağıda belirtilen hükümlerin çıkarılmasından sonra HMK’ya dâhil edilmesi gerekir. Getirilen hükümlerin uygulamada bir karşılığı bulunmuyor veyahut kanun koyucunun iradesinin tersine uygulanıyor ise “silahların eşitliği” ilkesinin de tam anlamı ile uygulanabilmesi açısından sayın Prof. Dr. Ejder YILMAZ’ın getirdiği öneriye bazı eklemeler yapmak gerekir. Taraflara ayak bağı olduğu düşünülen ve uygulaması olmayan (HMK m. 107 hükmü ile birlikte) bazı hükümler ivedilikle HMK’dan kaldırılmalıdır. Bu hükümlerden başlıcaları, kanun numara sırası ile şu şekildedir.

HMK m. 24, 25, 26, 113, 119, 121, 129, 130, 136, 140, 194, 316-322.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/11-220
KARAR NO   : 2022/376

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 11/12/2018
NUMARASI                 : 2018/467 - 2018/1016
DAVACI                       : V.A. vekilleri Av. R.A., Av. F.Ç.
DAVALI                       : S.T.Ö. Turizm İnşaat San. Tic. Ltd. Şti. vekili Av. A.G.

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; davalı şirketin 2010 yılında faaliyete başlaması sonrasında müvekkilinin 2011 yılının sonuna kadar davalıya ait devre mülklerin tanıtımı, organizasyonu, satışı ve pazarlaması konusunda 05.02.2011 tarihine kadar bölge koordinatörü, bu tarihten ayrıldığı tarihe kadar da koordinatör olarak çalıştığını, davalı şirket ile müvekkilinin bizzat kendisinin yapmış olduğu her bir devre mülk satışı ile ilk yıl için 1.600 TL prim ödenmesi, 05.02.2011 tarihinden itibaren ise koordinatör görevi verilmesi sebebiyle her bir devre mülk satışı için 1.750 TL prim ödenmesi hususunda anlaşıldığını, ayrıca ekibinin satışlarından da müvekkilinin prim alacağı hakkına sahip olacağının kararlaştırıldığını, müvekkilinin ve ekibinin yapmış olduğu satışların neticesinde hak edilen primlerin tahmini olarak 80.000 TL’lik cüzi bir kısmının ödendiğini, mevcut kayıtlardan tespit edilebildiği kadarıyla müvekkilinin asgari olarak 250.000 TL prim alacağının ödenmediğini, alacaklardan haksız kesintiler yapıldığını, müvekkiline ait olmayan masrafların müvekkilinin alacaklarından mahsup edildiğini, bu hususta davalı tarafa gönderilen ihtarnameye karşı ödeme yapılmadığı gibi aslı olmayan iddialar içeren ihtarnamenin gönderildiğini, müşteri tarafından cayılan sözleşmelere dair peşinatların satış sözleşmelerin 3. maddesi gereği davalı uhdesinde olduğundan bu sözleşmeler nedeniyle de müvekkilinin alacaklı olduğunu, müvekkiline satılan üç adet devre mülkün bir tanesinin teslim edilmeyerek ve satış bedellerinin gerçek bedelden daha fazla bir bedel üzerinden hesaplanarak müvekkilinin alacaklarından mahsup edildiğini, müvekkilinin prim alacaklarının ödenmesinin çeşitli yöntemlerle engellendiğini ileri sürerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 107. maddesi kapsamında belirsiz alacak davası olarak açılan iş bu davada fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 50.000 TL prim alacağının ve haksız olarak yapılan kesintiler ile primlerin tahakkuk ettiği tarihler ve kesinti yapıldığı tarihlerden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 13.01.2016 tarihli ıslah dilekçesiyle talebini 61.690 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesi sunmamış, yargılama aşamasında vermiş olduğu beyanlarla davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.02.2016 tarihli ve 2012/519 E., 2016/32 K. sayılı kararı ile; davacının, davalı şirketin işlettiği termal turizm tesisinde 05.02.2011 tarihine kadar bölge koordinatörü ve bu tarihten sonra koordinatör olarak görev yaptığı, hükme esas alınan 17.12.2015 tarihli bilirkişi ek raporu itibariyle davacının bizzat yaptığı yirmi altı adet devre mülk satışından 42.050 TL prime hak kazandığı, kendisine bağlı ekibin yaptığı üç yüz altı adet devre mülk satışından da 160.200 TL prime hak kazandığı, davalının ticari kayıtlarına göre davacının iptal edilen satışlardan alması gereken prim tutarının 800 TL olduğu, böylece davacının toplam prim alacağının 203.050 TL olduğu, bilirkişi raporu itibariyle davacıya 145.360 TL’nin ödendiği, davacıya yapılan 3.500 TL ödemenin davalı şirkete ait jeneratörün tamiri için davacı tarafından bulunan tamirciye ödendiği iddiasının yazılı delille ispatlanamadığı, belirtilen miktarın yazılı belge ile ispatlanması gerektiğinden tanık beyanının hükme esas alınamayacağı, davacının bahsi geçen 3.500 TL’nin tamir ödemesi için yapıldığı hususunda yemin deliline başvurmayacağını belirttiği, bu sebeple anılan bedelin davacıya yapılan prim ödemesi olarak kabul edildiği, yapılan ödemelerin mahsubu ile davacı alacağının 57.690 TL olarak belirlendiği, davacı Bakırköy 40. Noterliğinin 06.08.2012 tarihli ve 17.18 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile hak edilen prim ve kesintilerin tebliğ tarihinden üç gün içerisinde ödenmesini ihtar etmiş olup ihtarnamenin 08.08.2012 tarihinde davalı şirkete tebliğ edildiği, ihtarname ile verilen üç günlük sürenin bitimi olan 11.08.2012 tarihi itibariyle temerrüdün gerçekleştiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 57.690 TL’nin 11.08.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 03.04.2018 tarihli ve 2016/12191 E., 2018/2340 K. sayılı kararı ile “… Dava, davacı ve ekibinin davalı şirket adına yaptığı devre mülk satışlarından kaynaklanan bakiye komisyon alacağının tahsili istemine ilişkin belirsiz alacak davası olup, mahkemece yazılı gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Ancak, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesi; "(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." hükmünü içermektedir.

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. 6100 sayılı HMK’nın 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir. Hâkime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hâkimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkânsız olduğu kabul edilmelidir.

6100 sayılı HMK ile birlikte, belirsiz alacak davası açma imkânı tanınmak suretiyle belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkânı da sınırlandırılmıştır. Zaman zaman, 6100 sayılı HMK ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür. Kanunun kısmi dava açma imkânını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkândan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü belirsiz alacak davası, zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkânlardan yararlanarak açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun'un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı kanunun 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde; davacı taraf, dava dilekçesinde davalı şirketin yönetim kurulu tarafından alınan 05.02.2011 tarihli karara atıf yapılması suretiyle bu tarihten sonra satılan devre mülklerden kendisi tarafından veya ekibinden yapılan satışlardan ne miktarda komisyon alması gerektiğini belirtmiştir. Yine bu tarihten öncesinde de ne miktarda komisyon alması gerektiğini belirttiği gibi kendisi ve ekibinde yer alanların satımını yaptığı devre mülk sayısını da belirmiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık davalının davadan önce ödediği komisyon miktarı ve taraflar arasında kararlaştırılan devre mülk satımı başına ödenmesi gereken komisyon miktarıdır. Bu durumda uyuşmazlık belirlenebilir nitelikte bulunmaktadır.

Bu itibarla, mahkemece, davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olmadığı kabul edilerek hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bozulmasına karar verilmiştir…” gerekçesi ile karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Direnme Kararı:

 8. Afyonkarahisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.12.2018 tarihli ve 2018/467 E., 2018/1016 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeye ek olarak; HMK’nın 107. maddesi (7251 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâli) ve 109. maddesi (6644 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâli) nazara alındığında davacının dava dilekçesinde belirsiz alacak davası açtığını belirtmesine karşın “fazlaya ilişkin haklarımız saklı kalmak üzere” ibaresinin kullandıktan sonra alacağın 50.000 TL’lik kısmının tahsilini talep ettiği, bu hâliyle açılan davanın kısmi dava niteliğinde olduğu, HMK’nın 33. maddesi uyarınca hâkimin davacının hukukî nitelendirmesi bağlı olmadığı, davacının yapmış olduğu ıslah işleminin de HMK’nın 107/2. kapsamında bir değer artırımı olarak nitelendirilemeyeceği, dava konusu miktar taraflar arasında tartışmalı olduğundan davacının kısmi dava açmakta hukukî yararının bulunduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava dilekçesinde devre mülk satışından kaynaklanan bakiye komisyon alacağının tahsili istemiyle açılan eldeki davanın HMK’nın 107. maddesi kapsamında belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmiş olması karşısında davanın belirsiz alacak mı yoksa kısmi dava olarak mı açıldığı, buradan varılacak sonuca göre davacının bu davayı açmada hukukî yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

12. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan HMK’nın 107. maddesinde (7251 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâlinde) yer alan; "(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.

13. Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.

14. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

15. Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacının kendisinden beklenememesi, bunun olanaksız olması ve açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

16. Bir talep konusunun belirli olup olmadığının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K., 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2177 E., 2018/29 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24 K, 07.03.2018 tarihli ve 2014/22-2350 E., 2018/439 K., 14.03.2018 tarihli ve 2015/22-186 E., 2018/479 K. ile 28.03.2018 tarihli ve 2015/22-127 E., 2018/559 K.; 16.04.2019 tarihli ve 2017/17-1099 E., 2019/460 K., 02.07.2019 tarihli ve 2016/22-1610 E., 2019/841 K., 16.05.2019 tarihli ve 2016/22-1166 E., 2019/576 K., 19.12.2019 tarihli ve 2018/22-1122 E., 2019/1413 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.

17. Mevcut durum itibariyle 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 7. maddesi ile HMK’nın 107. madde başlığı “Belirsiz alacak davası”; 2. fıkrası “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş; maddenin 3. fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.

18. Uyuşmazlığın niteliği itibariyle üzerinde durulması gereken diğer hususlar ise kısmi dava, dava şartları, dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar, hukukî yarar, hâkimin davayı aydınlatma ödevi, hâkimin Türk hukukunu re’sen uygulama ödevi, usul ekonomisi ve mahkemeye erişim hakkı kavramları üzerinde kısaca durmak gerekir.

19. Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukukî ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde "fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usul Hukuku, C. II, İstanbul 2017, s. 1000).

20. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) açıkça kısmi dava düzenlenmediği hâlde, söz konusu Kanun'un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, HMK'nın 109. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrasında ise, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmişti. Ancak dava tarihinden sonra 109. maddenin ikinci fıkrası 01.04.2015 tarihli ve 6444 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığından artık talep konusunun taraflar arasında tartışmasız veya belirli olması hâlinde de kısmi dava açılması mümkün hâle gelmiştir.

21. Mevcut durum itibariyle HMK’nın 109. maddesi “(1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.

(2) (Mülga: 1/4/2015-6644/4 md.)

(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.

22. Dava şartları ise, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.

23. Dava şartları HMK’nın 114. maddesinde; "Dava şartları şunlardır:

a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.

b) Yargı yolunun caiz olması.

c) Mahkemenin görevli olması.

ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.

d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.

e) Dava takip yetkisine sahip olunması.

f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.

g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.

ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.

h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.

ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.

i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.

(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır." şeklindeki hükümle düzenleme altına alınmıştır. Bu hükme göre, dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli), bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.

24. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 115. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Bu düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre ise; dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.

25. Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar HMK'nın 119. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda maddenin birinci fıkrasının 1. bendi uyarınca dava dilekçesinde;

a) Mahkemenin adı.

b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.

c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.

ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.

d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.

e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.

f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.

g) Dayanılan hukuki sebepler.

ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.

h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası bulunması gerekir. Bu unsurların bir kısmı dava dilekçesinde mutlaka bulunması gereken zorunlu unsurlardır. Bazıları ise dava dilekçesinde bulunması zorunlu olmayan, ihtiyari niteliktedir. Zorunlu unsurlar davanın temelini oluşturur; bunlar hukukî güvenlik ve açıklığı sağladığından kamu yararı amacı taşır. Hâkimin tarafların talebine ve uyuşmazlığın esasına uygun inceleme yaparak karar vermesini temin etmesi yanında davalının da etkili savunma yapmasına hizmet etmek sureti ile onun menfaatini korur.

26. Öte yandan HMK’nın 119/2. maddesi uyarınca "Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır". Şu hâlde mahkemenin adı, dava konusu ve değeri, vakıalar, deliller ve hukukî sebepler dışında kalan unsurlardan herhangi birinin eksik bırakılmış, yazılmamış olması durumunda, hâkim tarafından verilen bir haftalık kesin süre içerisinde eksikliğin tamamlanmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilecektir.

27. Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. HMK’nın sözü edilen maddesinin gerekçesinde de "...Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir..." yönünde açıklamalar yer verilmiştir. Öte yandan bu yararın "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması da gerekir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s. 135).

28. Hukukî yarar, dava şartlarından olup HMK'nın 114. maddesine göre, davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan, olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, s. 19-21).  Bir davada, menfaat (hukukî yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle bir davada hukukî menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, s.946-949). Nitekim aynı görüş Hukuk Genel Kurulunun 24.11.1982 tarihli ve 1982/7-1874 E., 1982/914 K., 05.06.1996 tarihli ve 1996/18-337 E., 1996/542 K., 10.11.1999 tarihli ve 1999/1-937 E., 1999/946 K., 25.05.2011 tarihli ve 2011/11-186 E., 2011/352 K. ve 01.02.2012 tarihli 2011/10-642 E., 38 K. sayılı kararları ve yukarıda emsal olarak gösterilen diğer kararlarda da benimsenmiştir.

29. Uyuşmazlığın çözümü için usul ekonomisine de değinmek gerekmektedir. Usul hukuku biçimsellik (şekilcilik, formalizim) üzerine kurulmuştur ve bu nedenle “şeklî (biçimsel) hukuk” olarak adlandırılır. Davalarda biçimsellik tarafların yargılamanın sonucunu hesaplayabilmesi, yasa yolları ile bunu denetleyebilmesi, keyfilikten korunma, eşit davranılma gibi güvenceler sağlamakla birlikte; sıkı sıkıya şekle bağlılık olarak görülmemeli, maddi gerçeği bulmak ve adaletli karar vermek adına hakkaniyete uygun olarak değerlendirilmelidir. Biçimselliğin bu doğrultuda yorumlanmasında usul ekonomisi ilkesi devreye girmektedir. HMK'nın 30. maddesinde düzenlenen usul ekonomisi ilkesi, Anayasal dayanağı olan bir ilke olup 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 141. maddesinin 4. bendinde davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğuna açıkça işaret edilmiştir.

30. Türk hukuk öğretisinde dava ekonomisi olarak da anılan usul ekonomisi ilkesi, genel olarak boş yere dava açılmasını, yargılama sırasında gereksiz işlemlerin yapılmasını ve zor yöntemlerin seçilmesini önlemeye hizmet eder. Bunun yanı sıra anılan ilke, yargılamada emekten, zamandan ve masraftan mümkün olduğu ölçüde tasarruf edilmesine yönelik bir işlevi de yerine getirir. Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, ihlâl edilen hukuk düzeninin en az giderle, en kısa sürede ve en az zorlukla gerçekleştirilmesini ve boş yere davalar açılmasının önüne geçilmesini sağlamaya yönelik bir yargılama hukuku ilkesidir (Hanağası, s. 32). Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, yasalarda öngörülen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler (Yılmaz, Ejder, Usul Ekonomisi, AÜHFD, 2008, s. 243). Usul ekonomisi adaletin ucuz, çabuk ve isabetli olarak sağlanmasının temel kurallarındandır (HGK'nın 10.4.1991 tarihli ve 1991/15 E., 1991/202 K. sayılı kararı).

31. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hâkimin davayı aydınlatma görevi” başlıklı 31. maddesine göre, “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukukî açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.”

32. Hâkimin davayı aydınlatma ödevi olarak ifade edilen bu düzenleme ile doğru hüküm verebilmesi ve maddi gerçeğin bulunabilmesi amaçlanmıştır. Düzenlemede her ne kadar “açıklama yaptırabilir” denilmişse de, bunun, hâkimin davayı aydınlatması için bir “ödev” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü davayı aydınlatma ödevi sayesinde hâkim, iddia ve savunmanın doğru ve tam olarak anlaşılmasını sağlayacak ve bu şekilde doğru olmayan bir kararın verilmesini önleyecektir (Pekcanıtez, Hakan/ Atalay, Oğuz / Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukuku, 2011, 11. Bası, s. 248 vd). Görüldüğü üzere, hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. maddede, hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukukî açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir. Öte yandan HMK'nın 33. maddesi uyarınca hâkim Türk hukukunu re’sen uygular. Bu nedenledir ki, dava dilekçesinde davacının talebini dayandırdığı vakıalara uygun hukukî sebepleri dava dilekçesinin zorunlu unsurları arasında sayılmamıştır. Zira davacının dayandığı vakıalara uygun hukukî sebepleri hâkim kendiliğinden bulup uygulamakla yükümlüdür.

33. Yine Anayasa'nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Anayasa Mahkemesinin B. No: 2013/8896, 23/2/2016 tarihli Mohammed Aynosah kararından, § 33).

34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da; "Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ...konusunda karar verecek olan,...bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..." yönünde düzenleme bulunduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin başka bir kararında da "...Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilir (Anayasa Mahkemesinin 07.11.2013 tarihli ve 2012/791 B.N. kararı, § 52)" şeklinde tespitlere yer verilmiştir.

35. Dava çeşitleri HMK’nın 105 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukukî yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukukî yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukukî sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.

36. Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukukî yarar olmadığından söz edilemeyecek, alacağın istenmesinde hukukî yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.

37. Bu açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği hususunda; talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukukî yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukukî yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukukî yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukukî yararı ortadan kaldırmaz.

38. Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmi davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK'nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir.

39. Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (HMK m. 26) öncelikle, HMK'nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda mahkemece, açılmış olan dava, kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır.

40. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tarafından açılan davada, davalı şirkette görev aldığı tüm süreç boyunca kendisinin veya ekibinin devre mülk satışının miktarı ve bu satışların her birinden ne miktarda komisyon alması gerektiği dava dilekçesinde açıkça belirtilmiştir. Bu çerçevede yapılan devre mülk satış miktarı ile bu satışların her biri için ödenecek komisyon toplamı ile dava tarihinden önce ödenen bedel arasındaki farkın iş bu dava konusunu oluşturması sebebiyle somut olayda davalıdan tahsili talep edilen miktarın belirlenebilir nitelikte olması uyuşmazlık kapsamı dışında olup davacının dava açarken dava konusu alacakların miktarını belirleyebilmesi için uhdesinde gerekli veri ve bilgilerin bulunduğunun kabulü zorunludur. Hâl böyle olunca dava konusu edilen alacakların belirsiz alacak olmadığı açıktır.

41. Dava dilekçesinde davacı, davalı şirkette görev aldığı dönem boyunca kendisinin ve ekibinin gerçekleştirdiği devre mülk satışlarından bölge koordinatörü olduğu dönem için 1.600 TL prim ödenmesi, 05.02.2011 tarihinden itibaren ise koordinatör görevi verilmesi sebebiyle her bir devre mülk satışı için 1.750 TL prim ödenmesi hususunda anlaşıldığı, davacının ve ekibinin yapmış olduğu satışların neticesinde hak edilen primlerin bir kısmının ödenmesine rağmen asgari olarak 250.000 TL prim alacağının ödenmediği belirtilerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 50.000 TL bedel üzerinden belirsiz alacak davası açtığını bildirerek talepte bulunmuş, davasını belirsiz alacak davası olarak nitelendirmiştir.

42. Davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasına rağmen alacakların belirli olduğu sonucuna ulaşıldığından somut olayda belirsiz alacak davasının koşulları bulunmamakta ise de; alacağının ödenmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkânı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında eldeki davayı açmakta hukukî yararının bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Başka bir anlatımla alacağı olduğunu iddia eden davacının alacağının tahsili amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukukî yararı vardır. Zira davacı davalıdan olan alacağını istemektedir.

43. Bu itibarla alacağın tartışmasız veya belirli olması hâlinde kısmi dava açılamayacağına ilişkin HMK'nın 109. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olmasından, yeni düzenleme ile dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılmasında, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmeyeceğinin belirtilmiş olmasından dolayı belirli alacaklar için de artık kısmi dava açılması mümkün hâle geldiğine ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmasına, başka bir anlatımla davanın kısmi dava olarak görülmesi için gerekli koşulların somut olayda bulunmasına göre, davanın hukukî yarar yokluğundan reddedilmeyerek bir ara karar ile kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılması gerekir.

44. Bu yöndeki kabulün Anayasa'nın 141 ve HMK'nın 30. maddelerinde düzenlenen davaların en az giderle ve mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını öngören "usul ekonomisi" ilkesine de uygun olacağı, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hak arama özgürlüğüne ve mahkemeye erişim hakkına da hizmet edeceği açıktır.

45. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.

46. Ne var ki, Özel Dairece davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun olduğundan davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,                                                 

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.03.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.