GENEL KURUL KARARININ YOKLUĞUNUN TESPİT EDİLMESİNİN İSTENMESİ HİÇBİR ŞEKİLDE HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLEMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


05 Tem
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2021/11-701
KARAR NO   : 2022/275

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 İstanbul Anadolu 5. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                         : 15/01/2020
NUMARASI                 : 2019/582 - 2020/23
DAVACI                       : A.C. vekilleri Av. P.T.A., Av. S.Y.
DAVALILAR                : 1- C. Oto Alım Satım Tic. Ltd. Şti. 
                                       2- G.C. vekilleri  Av. B.P.

1. Taraflar arasındaki “limited şirketin esas sermaye artırımına ilişkin genel kurul kararlarının yokluğunun tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 5. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, davalılar vekilinin temyiz istemi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; müvekkilinin davalı şirkette %45 oranında pay sahibi olduğunu, müvekkilinin şirket yönetiminde olmaması ve zaman zaman yurt dışında yaşamasından faydalanan davalı şirket ortaklarının müvekkilinin imzasını taklit etmek veya ettirmek suretiyle genel kurulda kararlar aldıklarını, bu hususun müvekkili tarafından alınan imza incelemesine ilişkin uzman görüşleri ve tespit dosyasında alınan bilirkişi raporu ile sabit olduğunu, özellikle genel kurulda alınan sermaye artışına ilişkin kararlarla müvekkilinin davalı şirketteki payının %0,1 oranına düşürüldüğünü, müvekkilinin 23.10.1995 tarihinden itibaren davalı şirketin genel kuruluna katılmadığını ve bu tarihten itibaren davalı şirketin sevk ve idaresinde usulsüzlükler yapılmaya başlandığını, bu nedenle 23.10.1995 tarihinden itibaren toplantı çağrısı yapılmadan ve müvekkilinin imzası taklit edilmek suretiyle sahte imzalarla alınan tüm genel kurul kararlarının mutlak butlanla batıl ve yok hükmünde olduğunu ileri sürerek davalı şirketin 23.10.1995 tarihinden itibaren alınmış tüm genel kurul kararlarının ve şirket müdürü tarafından alınmış tüm kararların mutlak butlanla batıl ve yok hükmünde olduğunun tespiti ile müvekkilinin davalı şirkette %45 oranında pay sahibi olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiş; yargılama sırasında davalı şirketin genel kurul kararlarından sadece sermaye artışına ilişkin olanların mutlak butlanla batıl ve yok hükmünde olduğunun tespitini talep ettiğini beyan etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalılar vekili; davacının kötü niyetli davrandığını, dayandığı bilirkişi raporlarındaki imza incelemelerinin fotokopi üzerinden yapıldığını, fotokopi üzerinde yapılan incelemelerin bir delil olamayacağını, üstelik aynı olan imzaların bazılarının davacı tarafından kabul edilirken bazılarının kabul edilmemesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu, davacının imzasını inkâr ettiği genel kurul toplantılarından birinde alınan karar doğrultusunda sermaye taahhüdü altındaki sermaye borcunu banka havalesi yoluyla ödediğini, ayrıca ticaretle iştigal eden davacının ticaret sicilinde ilan edilen genel kurul kararlarına 17 yıl geçtikten sonra itiraz etmesinin hakkın kötüye kullanılması olduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. İstanbul Anadolu 5. Asliye Ticaret Mahkemesinin 20.01.2016 tarihli ve 2014/673 E., 2016/24 K. sayılı kararı ile; davacının kendi kabulünde olan 09.11.1994 tarihli sermaye artış kararına göre pay oranının %40 olduğu, bundan sonra yapılan davaya konu sermaye artış kararlarında davacı adına atılan imzaların davacının eli ürünü olmadığı, davaya konu sermaye artış kararları ana sözleşme değişikliğine ilişkin olduğu için 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 513/1 maddesinde öngörülen nisapla alınmadığından yok hükmünde olduğu, sermaye ödemesinin davacı tarafça yapıldığı kesin olarak kanıtlanamadığından bu durumun davacının yapılan işlemlere sonradan onay verdiği şeklinde yorumlanamayacağı, davacının dava hakkını bilerek kötüye kullandığına dair savunmayı kanıtlayan somut bir delil gösterilmediği, sadece uzun süre geçmiş olması davacının dava hakkını kötüye kullandığını ortaya koymayacağı, genel kurul kararlarının geçersizliğinin tespiti davası şirket tüzel kişiliğine yöneltilmesi gereken bir dava olup şirket ortağına veya yöneticisine husumet yöneltilemeyeceği gerekçesiyle genel kurul kararlarının yoklukla malul geçersiz kararlar olduğuna dair talep yönünden davalı Gönül C. aleyhindeki davanın pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle reddine, genel kurul kararlarının yoklukla malul geçersiz kararlar olduğunun tespiti talebine ilişkin davalı şirket aleyhine açılan davanın kısmen kabulü ile davalı şirketin 12.11.1997 Bakanlık onay tarihli, 17.09.1998 Bakanlık onay tarihli, 28.09.2001 tarihli, 17.06.2004 tarihli, 23.05.2005 tarihli, 16.10.2006 tarihli, 23.07.2008 tarihli, 14.12.2009 tarihli, 02.02.2010 tarihli ve 28.11.2011 tarihli sermaye artış kararlarının yoklukla malul geçersiz kararlar olduklarının tespitine, payın tespiti talebinin her iki davalı yönünden kısmen kabulü ile davacının davalı şirkette %40 oranında pay sahibi olduğunun tespitine, bakiye %60 payın davalı Gönül C.'a ait olduğunun tespitine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 28.11.2017 tarihli ve 2016/6325 E., 2017/6651 K. sayılı kararı ile; “… 1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Dava, davalı limited şirketin 23.10.1995 tarihinden sonra alınmış tüm sermaye artışına dair ortaklar kurulu kararlarının çağrısız ve davacının imzası taklit edilmek suretiyle alınmış olması nedeniyle mutlak butlanla batıl olduğunun tespiti ve davacının davalı şirketteki pay oranının tespiti istemine ilişkin olup mahkemece yukarıda yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Her hak gibi genel kurul kararının butlanının ileri sürülmesi de dürüstlük kuralı çerçevesinde mümkündür. (TMK md.2) Bu kurala aykırı olarak dava ve itiraz yoluyla genel kurul kararının butlanına istinat edilemez.

Kararların butlanının ileri sürülmesinin hangi hallerde hakkın kötüye kullanılması olarak niteleneceğini veya hangi hallerde hakkın kötüye kullanılmasının söz konusu olamayacağını önceden belli ilkelere bağlamaya imkan yoktur. Hakim, butlanın ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı veya hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup olmadığını her olayda resen ve “ahval ve şartların heyeti umumiyesini göz önünde tutarak serbestçe takdir edecektir. (Anonim Ortaklıklarda Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü, 2014 syf. 183-184 20, Prof.Dr. Erdoğan Moroğlu)

Davacı, 23.10.1995 tarihinden sonra alınan sermaye artırım kararlarının geçersiz olduğunu ileri sürmüştür. Davalılar da, davacının davalı şirketle aynı alanda faaliyet gösteren bir şirketin ortağı ve müdürü olduğunu, tacir olan davacının ticaret sicilinde ilan edilen ortaklar kurulu kararlarına 17 yıl geçtikten sonra itiraz etmesinin hakkın kötüye kullanılması mahiyetinde olduğunu savunmuştur.

Mahkemece, davaya konu sermaye artırım kararlarında davacıya atfen atılan imzaların davacının eli ürünü olmadığı, davacının dava hakkını bilerek kötüye kullandığına dair savunmayı kanıtlayan somut bir delil gösterilmediği, sadece uzun süre geçmiş olmasının davacının dava hakkını kötüye kullandığını ortaya koymayacağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Ayrıca mahkemece 23.05.2005 tarihinde davacının yurt dışında olduğu, bu nedenle 23.05.2005 tarihli sermaye artırım kararının alındığı toplantıya katılmasının ve imza atmasının mümkün olmadığı belirtilmişse de dosyada mevcut Emniyet Müdürlüğü kayıtlarına göre davacının bu tarihte yurt dışında olmadığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda mahkemece, yukarıdaki açıklamalar ışığında davacının davalı şirketle aynı alanda faaliyet gösteren bir şirketin ortağı ve müdürü olduğuna ilişkin iddia, sermaye artırım kararının alındığı tarihlerde davacının yurt dışında bulunmadığı ve aradan geçen süre de nazara alınarak alınan kararların butlanının ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı veya hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle hüküm tesisi doğru olmamıştır…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. İstanbul Anadolu 5. Asliye Ticaret Mahkemesinin 15.01.2020 tarihli ve 2019/582 E., 2020/23 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, ilk kararda uzun süre geçmiş olmasının davacının dava hakkını kötüye kullandığını ortaya koymayacağının belirtildiği, yokluk hukukî durumunun zaman geçmekle değişmeyeceği ve hukuken yok hükmünde olan bir kararın zaman geçmesiyle varlık kazanamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının davalı şirketle aynı alanda faaliyet gösteren bir şirketin ortağı ve müdürü olduğuna ilişkin iddia, sermaye artırım kararının alındığı tarihlerde davacının yurt dışında bulunmadığı ve aradan geçen süre de nazara alınarak alınan kararların yok hükmünde olduğunun ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı veya hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; Özel Daire bozma kararında dürüstlük kuralına aykırılık veya hakkın kötüye kullanılması yönünden değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerektiği belirtilmiş ise de mahkemece ilk kararda bu konuda değerlendirme yapılarak karar verilmiş olduğundan dosyanın Özel Daireye gönderilmesinin gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılmış; yapılan görüşmelerde, makemece direnme kararında bozmaya cevap verildiği ve gerekçenin kuvvetlendirildiği bu nedenle temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılması gerektiği sonucuna varılarak ön sorunun bulunmadığına oy çokluğu ile karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

IV. GEREKÇE

13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle genel kurul kararlarının hükümsüzlüğü hakkında açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.

14. Hukukî işlem, bir veya birden çok kişinin hukuk düzeninin öngördüğü sınırlar içinde gerektiğinde diğer unsurlarla birlikte hukukî sonuçlar doğurmaya yönelik irade açıklamasından oluşan hukukî bir olgudur. İrade açıklamasının yönelmiş olduğu hukukî sonuç, bir hakkın veya hukukî ilişkinin kurulmasından, değiştirilmesinden, devredilmesinden veya ortadan kaldırılmasından ibaret olabilir. Bir hukukî işlemin meydana gelmesi, hüküm ve sonuçlarını doğurabilmesi, birden çok kişinin irade beyanına bağlı ise bu hukukî işlemlere iki veya çok taraflı hukukî işlem denir. Çok taraflı hukukî işlemler, sözleşme ve karar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Karar, aynı gruba dâhil kişilerin ortak bir iş veya amaca ilişkin olarak başkana yöneltilmiş irade beyanıdır. Dolayısıyla hukukî işlemlerin hükümsüzlük hâlleri “karar” için de geçerlidir. Dolayısıyla karar şeklindeki bir hukukî işlemin hükümsüz olması, onun yöneldiği hukukî sonucu gerçekleştirme gücünün olmadığı anlamına gelmektedir.

15. Sermaye şirketlerinde genel kurul kararlarının doğrudan veya dolaylı etkilerini gösterebilmeleri her şeyden önce hukuk kurallarına aykırı bulunmamalarına, hukuken mevcut ve geçerli olmalarına bağlıdır. Kararların mevcudiyet ve geçerlilik şartları, kanun koyucu tarafından şirketin, azınlığın, şirket alacaklılarının ve müstakbel pay sahiplerinin hak ve çıkarları ile kamu düzeninin diğer gerekleri göz önünde bulundurulmak suretiyle çeşitli kanun hükümleriyle tespit edilmiştir. Meydana gelişi veya içeriği bakımından bu hükümlere ve bunların ışığında düzenlenmiş olan şirket esas sözleşmesine aykırı bulunan kararlar hukuken hükümsüz olurlar. Genel kurul kararlarında bu hükümsüzlük, ihlâl edilen hukuk kuralının niteliğine göre iptal edilebilirlik, butlan veya yokluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

16. Genel kurul kararlarının hükümsüzlük hâllerinden iptal edilebilirlik anonim şirketlere yönelik olarak somut olaya uygulanması gereken 6762 sayılı TTK’nın 381. (6102 sayılı TTK’nın 445.) maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. 6762 sayılı TTK’nın 536. (6102 sayılı TTK’nın 622.) maddesi yollamasıyla anonim şirket genel kurul kararlarının iptali hakkındaki hükümlerin limited şirket için de uygulanması gerekecektir. 6762 sayılı TTK’nın 381. (6102 sayılı TTK’nın 445.) maddesi gereğince kanun veya esas sözleşme hükümlerine ve özellikle dürüstlük kuralına aykırı olan genel kurul kararları aleyhine, karar tarihinden itibaren üç ay içinde şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinde iptal davası açılabilecektir. İptal davasına konu bir genel kurul kararı, şekil veya içeriği bakımından sakat olsa bile iptaline dair hüküm kesinleşinceye kadar geçerli bir karar olarak kabul edilir. Süresinde ve usulüne uygun olarak açılan bir iptal davasında verilen iptal kararı kesinleşirse, bu karar geçmişe etkili olarak hüküm doğurur. Kararın alınmasından itibaren üç ay içinde dava açılmazsa veya açılan dava reddedilirse söz konusu aykırılık ve bu nedenle kararın iptal edilebilirliği artık ileri sürülemez.

17. Genel kurul kararlarının hükümsüzlük hâllerinden butlan, 6762 sayılı TTK’da ayrıca düzenlenmemiştir. Ancak 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 20. maddesinde düzenlenen butlan yaptırımı, genel kurul karalarının butlanı hakkında da uygulanmaktadır. Bu itibarla emredici hukuk kurallarına, ahlaka aykırı veya imkânsız olan genel kurul kararları da batıl sayılmaktadır. Öte yandan 6102 TTK’nın 447. maddesi ile genel kurul kararlarının butlanı açıkça düzenlenmiştir. Buna göre genel kurulun, özellikle; pay sahibinin, genel kurula katılma, asgari oy, dava ve kanundan kaynaklanan vazgeçilemez nitelikteki haklarını sınırlandıran veya ortadan kaldıran; pay sahibinin bilgi alma, inceleme ve denetleme haklarını, kanunen izin verilen ölçü dışında sınırlandıran; anonim şirketin temel yapısını bozan veya sermayenin korunması hükümlerine aykırı olan kararları batıldır. 6102 sayılı TTK’nın 447. maddesinde genel bir düzenleme yapılmamış, sadece örnek niteliğinde butlan sebepleri sayılmakla yetinilmiştir. Dolayısıyla 6102 sayılı TTK’nın 447. maddesinde sayılmayan durumlarda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 27. maddesi uygulanacak; emredici hukuk kurallarına, ahlaka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan genel kurul kararları da batıl sayılacaktır.

18. Batıl bir hukukî işlem, unsurları itibariyle şeklen ve fiilen mevcut olmakla birlikte, konusu ve içeriği bakımından amaçlanan hukukî hüküm ve sonuçları daha başlangıçtan itibaren kesin olarak hükümsüzdür. Bu kesin hükümsüzlük kural olarak düzeltilemez nitelikte olup hukukî yararı bulunan herkes tarafından bir süre ile sınırlı olmaksızın ileri sürülebilir. Mahkemeye sunulmuş olan olaylardan anlaşılmak koşuluyla hâkim tarafından res’en göz önünde tutulur.

19. Genel kurul kararlarının hükümsüzlük hâllerinden olan yokluk, ne 6762 sayılı TTK’da ne de 6102 sayılı TTK’da düzenlenmemiştir. Yokluk yaptırımının kanunlarda düzenlenmemiş olması, yokluk yaptırımının hukukî işlem niteliğinde olan genel kurul kararları hakkında uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Bir hukukî işlem, meydana gelişi bakımından emredici hukuk kurallarına aykırı ise o işlem yok hükmündedir. Meydana gelişe ilişkin olan emredici hukuk kuralları, hukukî işlemin unsurlarını oluşturan, onun mevcudiyet şartlarını belirleyen kurucu-şekli nitelikteki hükümlerdir. İçeriğe ilişkin emredici hukuk kurallarına aykırılık hâlinde butlan söz konusu olup hukukî işlem şeklen mevcut olmakla birlikte konusu ve içeriği bakımından amaçlanan hüküm ve sonuçları, daha başlangıçtan itibaren hiç kimseye karşı meydana gelmez. Kurucu-şekli nitelikteki emredici hukuk kurallara aykırılık hâlinde ise yokluk söz konusu olup kurucu unsurların veya kanuni şeklin eksikliği sebebiyle hukukî işlem şeklen meydana gelememektedir. Dolayısıyla butlanda hukukî işlemin meydana gelmesi için gerekli olan içerik unsurları vardır; fakat hukuk düzeni bu içerik bakımından amaçlanan sonuçların meydana gelmesini kesinlikle reddetmektedir. Yoklukta ise hukukî işlem için gerekli olan içerik şekli bakımdan dahi meydana gelmiş değildir (Tekinay, S. Sulhi/Akman, Servet/Burcuoğlu, Haluk/Altop, Atilla: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 1993, s. 378).

20. Görüldüğü üzere yokluk ve butlan arasında, sebepleri yönünden bir farklılık olmakla birlikte ayrıca bu iki kavrama bağlanan hukukî sonuçlar da, sınırlı da olsa, farklıdır. Bu farklardan birisi hukukî tahvil müessesesidir. Hukuken yok olan bir işleme hiçbir sonuç bağlanması mümkün değilken şeklen mevcut ancak batıl olan hukukî işleme hukukî tahvil yoluyla bir hukukî sonuç bağlanması mümkündür. Yokluk ile butlan arasındaki en önemli fark ise TMK’nin 2. maddesi gereğince hakkın kötüye kullanılması yasağı bağlamında ortaya çıkar. Butlan durumunda şekli anlamda bir genel kurul kararı mevcut olduğundan bu kararı ve butlan sebeplerini bilen bir kişinin aradan uzun bir süre geçtikten sonra dava veya itiraz yoluyla genel kurul kararının butlanına dayanması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olabilir. Hâkim butlanın ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı veya hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup olmadığını her olayda re’sen ve ahval ve şartların heyeti umumiyesini göz önünde tutarak serbestçe takdir edecektir (Moroğlu, Erdoğan: Anonim Ortaklıkta Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü, İstanbul 2017, s. 194). Oysa yokluk durumunda, ortada şekli bakımdan dahi bir genel kurul kararı bulunmadığından bunun yokluğunun tespit edilmesinin istenmesi hiçbir şekilde hakkın kötüye kullanılması kapsamında değerlendirilemeyecektir (Moroğlu, s. 37).

21. Yokluğun bir hukukî işlemin kurucu unsurlarındaki eksikliği ifade etmesinden hareketle genel kurul kararlarının yokluğunun tespitine karar verilmesi için öncelikle kurucu unsurlarının neler olduğunun belirlenmesi gerekir. Genel kurul kararlarının kurucu unsurları “genel kurul” ve “karar”dır. Dolayısıyla bir genel kurul, kanunun öngördüğü kurucu-şekli emredici hükümlerine aykırı bir şekilde toplanmış veya kanunun öngördüğü kurucu-şekli emredici hükümlerine aykırı bir şekilde karar almışsa, alınan bu karar yoklukla maluldür. Örneğin usulüne uygun çağrı yapılmadan toplanan genel kurullarda alınan kararlar, toplantı ve karar nisaplarına riayet edilmeksizin alınan kararlar, Bakanlık temsilcisinin bulunması gerektiği hâllerde temsilci olmaksızın gerçekleştirilen toplantılarda alınan kararlar, hakkında hiç oylama yapılmadığı hâlde yapılmış gibi gösterilen kararlar kurucu-şekli unsurları eksik olduğundan yoklukla malul kararlardır.

22. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili, müvekkilinin 22.07.1992 tarihinde davalı şirketin ortağı olduğunu, müvekkilinin davalı şirketin 23.10.1995 tarihinden itibaren hiçbir genel kurul toplantısına çağrılmadığını ve dolayısıyla hiçbir toplantıya katılmadığı, bu tarihten sonra alınan genel kurul kararlarında müvekkilinin imzasının taklit edilerek davalı şirketteki hissesinin %01 oranına düşürüldüğünü ileri sürmüştür. Dosya kapsamından davacının davalı şirketin genel kurul toplantılarına katılmadığı, imzaların davacıya ait olmadığı anlaşılmaktadır. Davalı şirket yönetici olan diğer davalı Gönül C.’un eldeki davaya konu eylemler nedeniyle İstanbul Anadolu 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 10.07.2018 tarihli ve 2014/6. E., 2018/4.5 K. sayılı kararı ile mahkumiyetine karar verilmiş ve karar derecattan geçerek kesinleşmiştir. Anılan dosyada davalı Gönül C. tarafından verilen ifadede; davacının şirkete uğramadığı, hiçbir toplantıya katılmadığı, sadece defterlerin ona götürülüp imzası alınarak geri getirildiği, imzanın ona ait olup olmayacağını bilemeyeceği beyan edilmiştir. Dolayısıyla 23.10.1995 tarihinden itibaren bütün genel kurul toplantılarının çağrısız yapıldığı, davacının ise hiçbir genel kurul toplantısına katılmadığı dosya kapsamı ile sabittir.

23. Anonim ve limited şirket genel kurul toplantıları, davetin belli bir prosedüre tâbi tutulup tutulmadığına göre çağrılı ve çağrısız genel kurul toplantısı şeklinde ikiye ayrılır. Hem 6762 sayılı TTK’da hem de 6102 sayılı TTK’da anonim ve limited şirketin genel kurul toplantılarına ortakları davet belli başlı kurallara bağlanmıştır. Kanun koyucu genel kurul toplantılarına davet şekillerinin az ortaklı şirketler açısından pratik olmayacağı düşüncesiyle her iki kanunda da çağrısız genel kurul toplantısını düzenleme ihtiyacını hissetmiştir. Limited şirketlerde çağrısız genel kurul 6762 sayılı TTK’nın 538/5 maddesinde; “Bütün ortaklar; aralarından biri itirazda bulunmadığı takdirde toplantıya çağırma hakkındaki merasime riayet etmeksizin de umumi heyet halinde toplanabilirler. Böyle bir toplantıda bütün ortaklar hazır olmak şartiyle, umumi heyetin salahiyetine dahil olan hususlar müzakere edilerek karara bağlanabilir” şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre limited şirketlerde çağrısız genel kurul toplantısının yapılabilmesi için bütün pay sahipleri veya temsilcilerinin toplantıda hazır bulunması ve hiçbirinin toplantıya itirazda bulunmaması gerekir. Buradaki itiraz, doğrudan yapılacak olan çağrısız genel kurul toplantısına veya karar alınmasına ilişkin olmalıdır. Görüldüğü üzere çağrısız genel kurul toplantısı için toplantı yetersayısı bütün pay sahipleri veya temsilcilerinin hazır bulunması şeklinde belirlenmiştir. Dolayısıyla çağrısız genel kurul toplantısına bütün pay sahiplerinin veya temsilcilerinin hazır bulunması ve hiçbirinin toplantıya itirazda bulunmaması, çağrısız genel kurul toplantısında alınacak kararların kurucu unsurunu teşkil etmektedir. Herhangi bir pay sahibinin veya temsilcisinin toplantıda hazır bulunmaması ya da toplantıya itiraz etmesi hâlinde çağrısız genel kurul mevcut olmadığı için alınan kararlar yoklukla malûldür.

24. Bu itibarla davalı şirketin dava konusu olan sermaye artırımına ilişkin genel kurul toplantılarının çağrısız yapıldığı anlaşılmakta olup davacının bu toplantılara katılmadığı sabit olduğundan bu kararlar yoklukla malûldür. Yukarıda da bahsedildiği üzere yok hükmünde bir genel kurul kararı karşısında bunun yokluğunun tespit edilmesinin istenmesi hiçbir şekilde hakkın kötüye kullanılması kapsamında değerlendirilemez.

25. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; yokluk yaptırımına tabi işlemlerin aradan zaman geçmesiyle geçerli hâle gelemeyeceği, ancak somut olayda davacıya atfen atılan bir imzanın bulunduğu, davacı sermaye artırımına ilişkin genel kurul kararlarına katılmamış olsa da kendisine atfen atılan imzalarla yapılan işlemlerin temsil hükümlerine göre yapıldığının kabulü gerektiği, zira davacının bu işlemlere açık onayı bulunmadığı için bu işlemler davacıyı bağlamaz ise de örtülü olarak bu işlemlere icazet verilmiş olması hâlinde işlemlerin geçerli olacağı, davacı şirketin %40 hissesine sahip olan davacının on yedi yıl boyunca şirketin faaliyetine katılmadığı hâlde şirkette neler olduğunu merak etmemesi, şirketin faaliyetini nasıl sürdürdüğünü, alınması gereken kararların nasıl alındığını, ortaklık pay durumuna göre kendisinin oyunun nisap için önem taşıdığı konuların nasıl aşıldığını araştırmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, yapılacak basit bir araştırma ile bu işlemlerin varlığından haberdar olunabileceği, davacının bu usulsüz işlemlere uzun süre ses çıkarmamasının zımni icazet anlamına geldiği, bu nedenle uzun süre geçtikten sonra temsil hükümlerine göre geçerli hâle gelen işlemlerin geçersizliğini ileri sürmenin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, dolayısıyla direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

26. O hâlde mahkemece yazılı şekilde karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.      

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.03.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Değerli çoğunluk görüşü ile aramızda hem ön sorun yönünden hem de ön sorun bulunmadığı kabul edilerek yapılan esas incelemesi yönünden görüş farklılığı doğduğundan karşı oy görüşümüzü iki başlıkta değerlendirmek gerekecektir.

A- Ön Sorun Yönünden Karşı Oy Gerekçesi

 Yapılan temyiz incelemesi sırasında davacının davalı şirket ile aynı alanda faaliyet gösteren bir şirketin ortağı ve müdürü olduğuna ilişkin iddia, sermaye artırım kararının alındığı tarihlerde davacının yurtdışında bulunmadığı ve aradan geçen süre de nazara alınarak alınan kararların butlanının ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı veya hakkın kötüye kullanılması gerekliliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtildiğinden mahkeme kararında bu hususların değerlendirip değerlendirilmediği ön sorun olarak tartışılmıştır.

Mahkemece direnme öncesi verilen kararda 23.05.2005 tarihli sermaye artış kararının alındığı toplantı tarihinde davacının yurtdışında olduğu ve bu toplantıya davacının katılmasının ve imza atmasının mümkün olmadığının anlaşıldığı belirtilmiştir. Ayrıca kararda davalı tarafın savunmasında 17 yıldan fazla bir süredir davacının işlemlerden habersiz olmasının mümkün olmadığını bu kadar süre sonra dava açılmasının dava hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu ve davacı davranışlarının MK 2. maddesine aykırı olduğu savunmuş ise de sahteciliğin hukukî sonucunun kararların yoklukla malûl olması olduğu yoklukla malûl kararların hukuk hayatında hiç doğmamış, varlık kazanmamış karar niteliği almamış belgeler olduğu aradan uzun süre geçmesinin bu belgelere ortaklar kurulu kararı vasfı kazandırmayacağı diğer taraftan davacının herhangi bir işlemle davalı tarafça yapılan işlere ve alınan kararlara icazet anlamına gelecek bir işleminin veya davranışının bulunduğunun kanıtlanmadığı, aradan uzun süre geçmesi dava hakkının kötüye kullanıldığını kanıtlayan bir husus olarak kabul edilmediği açıkça belirtilmiştir.

Bu gerekçelerin kapsamına göre davacının aynı sektörde çalışan başka bir şirketin ortağı ve müdürü olmasının hakkın kötüye kullanılması sayılıp sayılmayacağı tartışılmamış ise de diğer yönlerden getirilen gerekçeler bu durum için de yeterli gerekçe niteliğini taşıdığından direnmeye esas hükümde hakkın kötüye kullanılmasının tartışıldığı açıktır.

Özel Daire bozma kararında dürüstlük kuralına aykırılık veya hakkın kötüye kullanılması yönünden değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerektiği belirtilmiş ise de mahkemece bu konuda değerlendirme yapılarak bir karar verilmiş olduğundan direnme uygun bulunarak mahekemenin yaptığı değerlendirme de incelenerek bir karar verilmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği ve ön sorun bulunduğu görüşünde olduğumuzdan ön sorun bulunmadığı yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

B- Esasa İlişkin Karşı Oy Gerekçesi

Direnmeye konu olan Özel Daire ile Mahkeme arasındaki uyuşmazlık; davacının davalı şirketle aynı alanda faaliyet gösteren bir şirketin ortağı ve müdürü olduğuna ilişkin iddia, sermaye artırım kararının alındığı tarihlerde davacının yurt dışında bulunmadığı ve aradan geçen süre de nazara alınarak alınan kararların yok hükmünde olduğunun ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı veya hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Borçlar Kanunu 13. (TBK 14) maddeye göre, yazılı şekilde yapılması öngörülen sözleşmelerde borç altına girenlerin imzalarının bulunması zorunludur. Bu hükmün sonucu olarak kişinin iradesini yansıtmayan, imzasını taşımayan bir belgeye dayalı olarak borç altına girebileceği düşünülemez. O nedenledir ki kişinin imzasını taşımayan belgelere dayalı işlemler yok hükmünde olup diğer bir ifadeyle yoklukla maluldür. Yokluk yaptırımına tabi işlemlerin aradan zaman geçmekle geçerli hâle gelebileceği de düşünülemez.

Kural bu olmakla birlikte kişiye atfen atılan bir imza var ancak bu imza atfedildiği kişiye ait değil ise imzayı atan kimsenin temsil hükümlerine göre hareket edip etmediği sorunu gündeme gelir.

Bir kimse bizzat kendisi tarafından yapılan sözleşme ve işlemlerle borç altına girebileceği gibi, kanuna uygun biçimde kendisi namına başkası tarafından yapılan sözleşme ve işlemler ile de borç altına girebilir. Bu konuda 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) 32 ve devamı maddelerde düzenlenen temsil hükümleri, BK 449 ve devamı maddelerde düzenlenen ticarî temsilciye ilişkin hükümler ve 453. maddede düzenlenen ticarî vekillere ilişkin hükümler bulunmaktadır. Bu hükümlere göre temsilci tarafından bu sıfatla yapılan işlemlerden doğan hak ve borçlar temsil olunana ait olup, temsilci nezdinde hak ve borç doğurmaz. Sözleşmelerin nispiliği ilkesi de bunu gerektirmektedir.

Borçlar Kanunu 33. (TBK 41) maddeye göre; temsil yetkisinin içeriği ve derecesi, temsil Kanundan doğuyorsa Kanun hükümlerine göre, hukuksal bir işlemden doğuyorsa o hukuksal işleme göre belirlenir. Örneğin vekâleten işlem yapılmış ise vekâletname içeriği temsil yetkisinin sınırlarını belirleyecektir.

Temsilci akdi yaparken temsilci sıfatını bildirmediği takdirde alacak ve borçlar kendisine ait olur ise de akdi yapan kimse bir temsil ilişkisinin varlığını haln icabından (durumdan) çıkarıyor ise BK 32/2 (TBK 40/2) hükmü gereğince hukukî işlemin sonuçları temsil olunana aittir.

Yetkisiz temsilin düzenlendiği BK 38. (TBK 46) maddede, bir kimse yetkisi olmadığı hâlde temsilci olarak bir hukukî işlem yaparsa, namına işlem yapılan kimsenin bu akde onay vermedikçe alacaklı ve borçlu olmayacağı diğer bir ifade ile bu sözleşmeyle bağlı olmadığı hükme bağlanmıştır. Maddede düzenlenen onama (icazet verme) temsil olunanın bu konudaki irade beyanını gerektirmekte ise de bu irade beyanı açık olabileceği gibi örtülü olarak da gerçekleşebilir. Örtülü onama (zımni icazet) yoluyla da yetkisiz temsilcinin yaptığı işlemlerin kabul edilebileceği BK 39 (TBK 47) madde düzenlemesinden de açıkça anlaşılmaktadır. BK 38. maddede eğer icazetten sarahaten (açık) veya zımnen (örtülü) imtina olunur ise akdin geçerli olmamasından doğan zararın istenebileceğinin hükme bağlanmış olması zımni icazet hâlinde temsile konu işlemlerin varlık ve geçerlilik kazanabileceğini ortaya koymaktadır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; sermaye artırıma ilişkin işlemlere davacı katılmamış olsa da kendisine atfen atılan imzalarla işlemler gerçekleştirilmiş olup yapılan işlemlerin temsil hükümlerine göre yapıldığının kabulü gerekir. Davacının bu işlemlere icazet verdiğine dair açık onayı bulunmadığı için bu işlemler kural olarak davacı hakkında sonuç doğurmaz ise de örtülü olarak bu işlemlere icazet verilmiş olması hâlinde davacı bakımından temsil hükümlerine göre geçerli işlemler bulunduğunun kabulü gerekir.

Yargısal uygulamalarda da örtülü icazetin varlığı kabul edilmektedir. Benzer bir olayla ilgili olarak Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 13.04.2000 T. 1999/9744 E. 2000/3002 K. sayılı ve 21.3.2002 T. 2001/10744 E. 2002/2529 K. sayılı kararlarında davacıların yapılan usulsüz işlemelere uzun süre sessiz kalarak oluşan sermaye artırımları ve pay durumuna icazet verdikleri, 6 yılı aşkın süre sonra böyle bir dava açılmasının hukuk güvenliği ilkesi yönünden hakkın kötüye kullanımı olduğu kabul edilmiştir.

Geçersizlik ve hakkın kötüye kullanılması kuralının çatışması hâlinde hangisine öncelik verileceği de uygulamada tartışılmıştır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 30.09.1988 gün 1987/2 Esas, 1988/2 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararında şekil koşulu bakımından geçersizlik tartışılmış ve o kararda da belirtildiği üzere geçersizliğin ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması sayılacağı hâllerde geçersizliğin ileri sürülemeyeceğinin kabulü gerekir. Bu gibi hâllerde hâkim amacı, hâkime özel ve istisnai hâllerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme imkânı sağlayan hakkın kötüye kullanılma yasağına dayalı olarak karar verebilecektir. Hukukun her alanında uygulama niteliğine sahip olan hakkın kötüye kullanılması yasağı, uzun süre suskun kalınan geçersiz işlemlere itiraz hakkı için de bir sınır teşkil etmelidir.

Somut olayda davacı 1995 yılından itibaren şirketin genel kurullarına katılmadığını ve bu tarihten itibaren usulsüzlükler yapıldığını belirterek dava açmış olup dava tarihi 31.12.2012’dir. Davada karşı çıkılan 11.11.1997, 09.09.1998 ve 25.09.2001 tarihli işlemler davacının ortaklık payının önemli ölçüde düşmesi sonucunu doğurmaktadır. Davacı ortaklık payının düşmesi sonucunu doğuran 11.11.1997 tarihli işlemin üzerinden 15 yılı aşkın süre sonra 25.09.2001 tarihli işleme karşı ise 10 yılı aşkın süre geçtikten sonra bu davayı açmıştır. 1995 yılından itibaren genel kurul toplantılarına katılınmadığı belirtilmiş olmakla bu tarihin üzerinden de 17 yılı aşkın süre geçmiştir.

Şirketin %40 hissesine ortak olan bir kimsenin 17 yıl boyunca şirketin faaliyetlerine katılmadığı hâlde şirkette neler olduğunu merak etmemesi, şirketin nasıl faaliyetini sürdürebildiği, alınması gereken kararların nasıl alınabildiği, ortaklık pay durumuna göre kendisinin oyunun nisap için önem taşıdığı konuların nasıl aşıldığını araştırmaması hayatın olağan akışına aykırıdır. Yapılacak basit bir araştırma ile bu işlemlerin varlığı da öğrenilebilecektir. Ticaret Sicilli Gazetesinde ilan edilen bu işlemlerin varlığından haberdar olunamaması da söz konusu değildir. Davacının yapılan usulsüz işlemlere 15 yıl gibi uzun süre ses çıkartılmamasının kendisi adına yapılan usulsüz işlemlere zımni olarak icazet verilmesi (örtülü onama) anlamına geldiğinin kabulü gerekir. Yapılan işlemlere uzun süre ses çıkarılmamak suretiyle icazet verildiği için temsil hükümlerine göre geçerli hâle gelen işlemlerin geçersizliğinin ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir. Bu durumda açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yetkisiz temsile ilişkin hükümler gözetilmeden davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.

Açıklanan nedenlerle direnme hükmünün bozulması (değişik bozma) gerektiği görüşünde olduğumuzdan hükmün onanması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Adem Albayrak               Zeki Gözütok
Birinci Başkanvekili        Üye

BİLGİ : "Somut olayda genel kurul kararı yokluğunun ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir" şeklindeki Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 11 Mart 2021 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/somut-olayda-genel-kurul-karari-yoklugunun-ileri-surulmesi-hakkin-kotuye-kullanilmasi-niteligindedir