HAYATIN OLAĞAN AKIŞI KRİTERİ SENETLE İSPAT ZORUNLULUĞU KURALINI DEĞİŞTİREMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


29 Eyl
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/15-425
KARAR NO   : 2021/440

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                         : 16/10/2014
NUMARASI                  : 2014/463 - 2014/550
DAVACI                        B. Reklam Tanıtım Hizmeteleri Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. vekili Av. Ö.T.Y.
DAVALI                        : Y. İnşaat Turizm Ticaret A.Ş. vekili Av. İ.Y.

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 15. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin reklam malzemeleri imalatı işini yaptığını, davalının Kazakistan'daki ‘‘.CELL’’ ünvanlı GSM operatörü şirketin mağaza tefriş ve tanıtım işini aldığını, taraflar arasında imzalanan 16.05.2007 tarihli müşteri sipariş istek/kabul formu sözleşmesi uyarınca davalı ile müvekkili arasındaki ticari ilişkinin başladığını, müvekkiline verilen on beş kalem mal siparişinin sözleşmeye uygun olarak ihraç kaydı ile 21.05.2007 tarihinde davalıya teslim edildiğini ve bedelinin havale yoluyla tahsil edildiğini, taraflar arasında yapılan tek yazılı sözleşmenin 16.05.2007 tarihli sözleşme olduğunu, bu tarihten sonra davalı ile arasındaki ticari ilişkinin bu sözleşme esas alınarak aynı nitelikli işler için sözlü siparişler ile devam ettiğini, 21.05.2007 tarihli ilk fatura dahil on beş kalem fatura ile üretip teslim ettiği malların toplam bedelinin 555.389,53 TL olduğunu, faturaları karşılığında davalının 552.899,50 TL ödediğini, işin devamı için davalının 22.02.2008 tarihinde üretimle ilgili tekrar sipariş vererek 30.03.2008 tarihinde malların teslimini istediğini, müvekkilinin bu tarihler arasındaki sürenin kısalığını dikkate alarak kırk mağaza için derhal üretime başladığını, davalının 21.07.2008 tarihinde müvekkili şirketten cari hesap mutabakatı istemesi üzerine davalıya verdiği cevap yazısında kırk mağazalık siparişi hazırlayıp, paketleyerek teslime hazır hâle getirdiğini ve imalat tutarının 182.675 TL olduğunu bildirdiğini, ancak davalının malları teslim almaktan imtina ettiğini, üretimini tamamlayıp sevke hazır hâlde beklettiği ve altı aydır teslim alınmayan malların bedeli olan 182.675 TL’nin yedi gün içinde ödenmesi için keşide ettiği 02.09.2008 tarihli ihtarnamesinin ise sonuçsuz kaldığını, davalının 11.09.2008 tarihli cevap ihtarında verdiği siparişleri inkâr ettiğini ve yazılı ya da sözlü sipariş vermediğini beyan ettiğini, Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/341 D. iş sayılı dosyasında yaptırdığı tespitte siparişe konu malzemelerin üretilerek depolandığının saptandığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla müvekkili tarafından üretildiği hâlde davalının teslim almadığı emtiadan dolayı şimdilik 10.000 TL alacağının 13.09.2008 temerrüt tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin davacıya 21.02.2008 veya 22.02.2008 tarihli 182.675 TL’lik malzeme siparişi vermediğini, taraflar arasında bu konuda yazılı ya da sözlü bir anlaşmanın yapılmadığını, davacının 02.09.2008 tarihli ihtarnamesine 11.09.2008 tarihli ihtarname ile cevap vererek davacı iddialarının reddedildiğini, davacının kendi deposunda yaptırdığı tespitin ve üçüncü kişilerden aldığı faturaların müvekkili aleyhine delil teşkil etmediğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

6. Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 01.12.2011 tarihli ve 2009/407 E., 2011/564 K. sayılı kararı ile; taraflar arasındaki uyuşmazlığın 22.02.2008 tarihli, 08-35 sipariş nolu müşteri sipariş formundan kaynaklandığı, alt kısmında davalı şirketin ticaret unvanı yazılı olan sipariş formunda şirketin kaşesinin ve imzasının bulunmadığı, yapılan imalatın davalı tarafça kabul edilmediği, kısmen de olsa teslim olgusunun bulunmadığı, davacının siparişin davalı tarafça verildiği iddiasını kanıtlayacak kesin delil sunmadığı, yemin deliline de dayanmayacağını belirttiği gerekçesiyle kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 18.04.2013 tarihli ve 2012/3527 E., 2013/2691 K. sayılı kararı ile;

“… Dava, alacak istemi ile açılmış, mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davalı şirketin 16.05.2007 tarihli 15 kalemlik siparişinin davacı şirket tarafından kabul edilmesi sonucu taraflar arasında akdî ilişki kurulmuş, malzemeler davacı şirket tarafından imâl edilerek, sipariş formunda kararlaştırılan sürede davalı şirkete teslim edilmiştir. Bu malzemeler davalı şirket tarafından Kazakistan’daki “.CELL” ünvanlı GSM operatörü şirketin mağaza tefriş ve tanıtım işinde kullanılmıştır. Davalı şirket daha sonra sözlü olarak diğer mağazalarda kullanılmak üzere siparişlerde bulunmuş, davacı şirket tarafından bu siparişler 15.06.2007-11.02.2008 tarihleri arasında imâl edilerek davalı şirkete teslim edilmiş, her sözlü sipariş için ayrı ayrı 15 adet fatura düzenlenmiş, bunların bedelleri davalı şirket tarafından ödenmiştir. Bu konularda uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı şirket vekili 22.02.2008 tarihinde davalı şirket yetkilisi Mesut Güngör’ün yine sözlü olarak 40 mağaza için daha aynı malzemeleri sipariş verdiğini, ancak daha sonra almaktan vazgeçtiklerini, malzemeleri hazır hale getirdiklerini, başka yerde kullanılma imkânının olmadığını belirterek alacak isteminde bulunmaktadır. Davalı şirket vekili ise yeni bir siparişlerinin olmadığını savunmaktadır.

Davalı şirket Kazakistan’daki “.CELL” ünvanlı GSM operatörü şirketin mağazalarının tefriş ve tanıtım işini üstlenmiş, 16.05.2007 tarihli sipariş formunun müştereken imzalanması sonucu taraflar arasında akdî ilişki kurulmuştur. Daha sonra 15 kez sözlü sipariş üzerine davacı şirket tarafından diğer mağazalar için imâl edilen malzemeler teslim edilmiş, faturalar düzenlenmiş, bedelleri tahsil edilmiştir.

Taraflar arasındaki ticari ilişki sözlü siparişlerle sürdürülmüştür. Davacı şirket vekili, davalı şirket temsilcisinin 22.02.2008 tarihinde 40 mağaza için daha sözlü siparişte bulunduğunu, malzemeleri davacı şirketin hazırladığını, ancak davalı şirketin siparişleri olmadığını savunarak malzemeleri teslim almadığını beyan etmiştir. Taraflar arasında temel akdî ilişkinin kurulduğu uyuşmazlık konusu değildir. Daha sonra 15 kez sözlü sipariş üzerine davacı şirket tarafından mal imâli ve teslimi yapılmıştır. Davacı şirketin 22.02.2008 tarihinde sözlü olarak 40 mağaza için sipariş verildiği iddiası, taraflar arasındaki ilişkinin yürüyüş şekline ve hayatın olağan akışına uygundur. Sadece bu sözlü sipariş iddiasının kabul edilmemesi, yazılı belge aranması çok fazla kuralcı davranmak olarak yorumlanmıştır.

Dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “ücret isteme hakkı” başlıklı 22. maddesinde, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir, münasip bir ücret isteyebilir düzenlemesine yer verilmiştir. Aynı düzenleme 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 20. maddesinde de yer almaktadır. Davacı şirketin tacir olduğu, yapılan işin ticari işletmesiyle ilgili bulunduğu uyuşmazlık konusu değildir. Davacı şirketin imâl ettiği malzemeleri piyasada başka şekilde kullanma ve satma imkânının olmadığı da anlaşılmaktadır.

Bu durumda gerekli araştırma ve değerlendirme yapılarak hüküm oluşturulması gerekirken, davanın sipariş verildiğinin yazılı belge ile kanıtlanamaması gerekçesiyle reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

Yapılacak iş, davacı şirket tarafından imâl edildiği iddia edilen malzemelerin halen davacı şirket elinde olduğu anlaşılmakla, Türk Ticaret Kanunu’nun 22. maddesindeki düzenleme uyarınca kâr dahil edilmeden, 2008 yılı mahalli serbest piyasa rayiçleri de dikkate alınarak, halen davacı elinde bulunan dava konusu malzemeler değerlendirilerek münasip bedelin belirlenmesi için keşif yapılarak konunun uzmanı makine mühendisi bilirkişiden rapor alınmasından, sonucuna göre değerlendirme yapılarak istek miktarı da dikkate alınıp, hüküm kurulmasından ibarettir.

Kararın bu nedenlerle bozulması gerekmiştir...” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 16.10.2014 tarihli ve 2014/463 E., 2014/550 K. sayılı kararı ile; önceki karardaki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında ilk kez 16.05.2007 tarihli yazılı sözleşme ile akdi ilişkinin kurulduğu ve devamında ticarî ilişkinin davalı yüklenicinin sözlü siparişleri ile devam ettiği somut olayda; davacı tarafça dosyaya sunulan ancak üzerinde davalı şirket kaşesi ve yetkililerinin imzası bulunmayan 22.02.2008 tarihli müşteri sipariş istek/kabul formu belgesinin, davalının sözlü olarak kırk mağaza için malzeme siparişi verdiğini ve bu malzemelerle ilgili akdi ilişkinin varlığını ispatlamaya yeterli olup olmadığı, davacı taşeronun davalı ile arasında sözlü eser sözleşmesi ilişkisi bulunduğunu kanıtlayıp kanıtlayamadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde fayda vardır.

13. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Hukuki dinlenilme hakkı” başlıklı 27. maddesi (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 73. maddesi) uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.

14. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasanın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma (mahkemeye erişim) hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6. maddesinde de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olarak düzenlenmiştir. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.

15. HMK’nın 27. maddesi (HUMK 73. madde) hükmüne göre:

"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahiptirler.

(2) Bu hak;

a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,

b) Açıklama ve ispat hakkını,

c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir".

16. Kanunda da açıkça belirtildiği gibi hukukî dinlenilme hakkının üç temel unsuru bulunmaktadır (HMK madde 27/2).

17. Bunlardan ilki “Bilgilenme Hakkı”dır. Buna göre, hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafların bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz.

18. Hukukî dinlenilme hakkının ikinci unsuru “Açıklama ve İspat Hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Başka bir anlatımla açıklama hakkının konusunu tarafların taleplerini açıklamaya yönelik vakıalar ve bu vakıaları ispatlamak amacıyla gösterdikleri deliller oluşturur. Hâkimin taraflara açıklama hakkı tanımadan, onları dinlemeden vereceği hüküm hakkın yerine getirilmesine hizmet etmez. Şöyle ki tarafların iddia ve savunmalarını ileri sürmelerine ve bunları kanıtlamalarına olanak tanımayan bir yargılamanın sonunda gerçeğin ortaya çıkması mümkün değildir.

19. Hukukî dinlenilme hakkının üçüncü unsuru “Dikkate Alınma Hakkı”dır. Yargı organları, tarafların açıklamalarını, iddia ve savunmalarını tam olarak dikkate alıp değerlendirmeli, hangi maddi ve hukukî sebeplerle karar verdiğini gerekçesinde göstermelidir.

20. Bu noktada adil yargılanma hakkı (AİHS m. 6, Anayasa m. 36) ve hukukî dinlenilme hakkının (HMK m. 27/2-b) bir gereği olarak ‘‘ispat hakkı’’na ilişkin hükümlere değinmek gereklidir.

21. Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) veya hukuksal durumun varlığı ya da yokluğu hakkında hâkimde kanaat uyandırmak için girişilen inandırma eylemine ispat denir. İspat faaliyeti aynı zamanda yargılama sürecinde taraflar açısından yargısal bir temel hak olarak da görünüm kazanır. Anayasal dayanağı da olan ispat hakkını taraflar HMK 189/1. maddesi gereğince kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak kullanırlar.

22. HMK’nın 187/1. maddesine göre ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Sadece taraflarca ileri sürülen ve dayanılan vakıalar, ispatın konusunu oluşturur. İspatı gerekli ve önemli olan vakıalar, hâkimin vereceği kararı etkileyen ve hâkimin karar verirken dikkate alması gereken vakıalardır.

23. Kural olarak hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kendiliğinden araştıramaz. Belli bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini, tarafların ispat etmesi gerekir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) ‘‘İspat yükü’’ başlıklı 6. maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” Aynı yöndeki düzenleme HMK’nın 190. maddesinin birinci fıkrasında, "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir." şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre ispat yükü, ispatı gereken vakıalara dayanan tarafa ait olup, herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Herkesin bildiği veya kolaylıkla öğrenebileceği olguların (maruf ve meşhur vakıaların) kanıtlanmasına gerek olmadığı gibi hakkının varlığını normal yaşam tecrübelerine göre doğal sayılan bir olgunun varlığına dayandıran tarafın, hayatın olağan akışına uygun olan bu olguyu ispatlaması da gerekmez.

24. İspat için başvurulan araçları (vasıtaları) ifade eden deliller, ‘‘kesin deliller’’ ve ‘‘takdiri deliller’’ olmak üzere iki grupta toplanmaktadır. Kesin deliller başka bir ifadeyle kanuni deliller hâkimi bağlayıcı nitelikte olduğundan, hâkimin bu delilleri takdir yetkisi bulunmamaktadır. Kesin delillerden biri ile ispat edilen olay doğru olarak kabul edilmektedir. Takdiri deliller ise hâkimi bağlamaz, hâkim bu delilleri serbestçe tayin ve takdir eder, değerlendirir ve kararını buna göre verir.

25. Tüm bu açıklamalardan sonra sözleşme ilişkisi ve eser sözleşmesi hükümlerinin incelenmesinde fayda bulunmaktadır.

26. Bilindiği gibi borç ilişkisi alacaklı ile borçlu arasındaki ilişki olup, hukukî işlemden doğabileceği gibi doğrudan doğruya kanundan da doğabilir. hukukî işlemden doğan borç ilişkilerinin başlıca kaynağı sözleşmedir. Her sözleşme, taraflar arasında bir hukukî ilişki meydana getirir, bu ilişkiye “sözleşmeye dayalı=akdi ilişki” denir.

27. Sözleşme; hukukî bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarının uyuşmasını ifade eder. Borç doğuran sözleşmelerden birisi olan “Eser sözleşmesi’’, uyuşmazlığın çıktığı tarihte yürürlükte olan ve uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 355. maddesinde ‘istisna akdi’ olarak adlandırılmış olup, "istisna bir akittir ki onunla bir taraf (müteahhit), diğer tarafın (iş sahibi) vermeği taahhüt eylediği semen mukabilinde bir şey imalini iltizam eder" şeklinde ifade edilmiş; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 470. maddesinde de, "Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir." şeklinde tanımlanmıştır. Somut olayda sözleşme ve dava tarihinde yürürlükte bulunan mülga BK’da düzenlenen eser sözleşmesi hükümlerinin uygulanması gerekir.

28. Eser sözleşmeleri, iki tarafa karşılıklı borç yükleyen bir tür iş görme sözleşmesidir. Yüklenici, iş sahibine karşı yüklendiği özen borcu nedeniyle eseri yasa ve sözleşme hükümlerine, fen, teknik ve sanat kurallarına uygun olarak yaparak ve zamanında tamamlayarak iş sahibine teslim etmekle yükümlüdür.

29. BK’nın ‘‘Akitlerin şekli, I-Umumi kaide ve emrolunan şekillerin şümulü’’ başlıklı 11. maddesinin 1. fıkrasında ‘‘Akdin sıhhati, kanunda sarahat olmadıkça hiç bir şekle tabi değildir’’ düzenlemesi ile sözleşmelerin geçerliliğinin, kanunda aksi öngörülmedikçe hiçbir şekle bağlı olmadığı ifade edilmiştir. Aynı Kanunun ‘‘Rükünleri’’ başlıklı 13. maddesinin 1. fıkrasında (TBK 14. madde) ‘‘Tahriri olması icabeden akitlerde, borç deruhte edenlerin imzaları bulunmak lâzımdır.’’ düzenlemesine yer verilmiştir.

30. Sözleşmeler ve bu arada eser sözleşmeleri de -kural olarak- hiçbir şekle bağlı değildir. Dolayısıyla, yasada aksi öngörülmedikçe, eser sözleşmeleri, sözlü veya yazılı yahut resmî biçimde yapılabilir. Her ne biçimde yapılırsa yapılsınlar, geçerlidirler. Yalnız, sözlü olarak yapılan sözleşmelerin, ileride bir uyuşmazlık çıkması ve taraflardan birinin bu sözlü sözleşmeyi veya bazı hükümlerini yadsıması (inkâr) hâlinde, diğer taraf bu sözleşmeyi kanıtlama (ispat) zorluğu ile karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle hiçbir şekle bağlı olmayan eser sözleşmelerinin yazılı yapılması, kanıtlama kolaylığı sağlar. Nitekim, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 200/I. (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 288/I.) maddesi; bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukukî işlemlerin yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle kanıtlanması gereğine işaret etmiştir (Selimoğlu, Y. E. : Eser Sözleşmesi, Ankara 2017, s. 68). Sözleşme ilişkisi kurulması hukukî işlem niteliğinde olduğundan, taraflar arasında eser sözleşmesi ilişkisi kurulduğunun yazılı delille ispatı gerekli ve zorunludur.

31. Yazılı delille (senetle) ispatı gereken hususlar, istisnalar dışında takdiri delillerle ve bu kapsamdaki tanık delili ile ispatlanamaz ise de, bu hususların senet dışındaki yemin, ikrar ve ticari defterler gibi diğer kesin delillerle kanıtlanması mümkündür. Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde tanık dinlenebilmesi için HMK 200/2. maddesine göre karşı tarafın tanık dinlenmesine açıkça muvafakat etmesi, HMK 202. maddesinde (HUMK m. 292) düzenlenen delil başlangıcının olması ya da HMK 203. maddesinde sayılan istisnalardan birinin bulunması gerekir.

32. Öte yandan HMK 222. maddesindeki ticari defterlerin delil niteliğine ilişkin düzenleme gereğince ticari davalarda yani her iki tarafın tacir olduğu ve dava konusunun ticari işletmeleri ile ilgili olduğu davalarda ticari defterler ile sözleşme ilişkisinin ispatı da mümkündür. Yasada delil vasfı taşıdığı takdirde aksinin yazılı veya kesin delillerle ispatının gerektiği düzenlendiğinden, ticari defterlerin kesin delil olduğu anlaşılmaktadır. Ticari defterler kesin delillerden ise de, ancak HMK’nın 222. maddesindeki koşullar çerçevesinde ispat aracı olabilir.

33. Sözlü eser sözleşmesinin varlığını ileri süren taraf iddiasını yukarıda sayılan yöntemlerle ve diğer kesin deliller ile ispat edemediği takdirde son çare olarak yemin deliline müracaat edebilir. Yemin, taraflardan birinin davanın çözümünü ilgilendiren bir olayın doğru olup olmadığı konusunu, kanunda belirtilen usule uyarak, mahkeme önünde, kutsal sayılan değerlerle teyit eden ve kesin delil vasfı yüklenmiş sözlü açıklamalardır (03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı YİBK). Bir ispat vasıtası olan yeminin konusu HMK'nın 225. maddesine göre, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Yemini kendisine ispat yükü düşen taraf teklif edebilir. Yemin teklifinde bulunulabilmesi için de dava dilekçesinde yemin deliline dayanılmış olması gerekir. HUMK’nın yürürlükte olduğu dönemde açılan davalarda dava dilekçesinin deliller bölümünde ‘‘sair deliller, her türlü delil, vs. deliller’’ ibareleri varsa ya da bu anlama gelen bir sözcük kullanılmış ise, hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa ‘‘yemin teklifinde bulunma hakkı’’nı hatırlatarak sonucuna göre değerlendirme yapması gerekir.

34. Yukarıda yapılan açıklamalar kapsamında somut olaya gelince;

35. Taraflar arasındaki ticari ilişkinin ilk kez 16.05.2007 tarihli ‘‘Müşteri Sipariş İstek/Kabul Formu’’ başlıklı yazılı sözleşme ile kurulduğu, sözleşme konusu malzemelerin davacı taşeron şirket tarafından imal edilerek sipariş formunda kararlaştırılan süresi içinde davalı şirkete teslim edildiği, Kazakistan’daki ‘‘.CELL’’ ünvanlı GSM operatörü şirketin mağaza tefriş ve tanıtım işini üstlenen davalı yüklenici şirketin davacının teslim ettiği malzemeleri kullandığı, devamında yanlar arasındaki akdi ilişkinin sözlü siparişler ile sürdürüldüğü, davacının üretip davalıya teslim ettiği malzemeler karşılığında 15.06.2007 ile 11.02.2008 tarihleri arasında düzenlediği faturaların davalı şirketçe ödendiği her iki tarafın kabulünde olup, ihtilâf konusu değildir.

36. Davacı taşeron şirketin, davalı şirket yetkilisinin 22.02.2008 tarihinde kırk mağaza için sözlü sipariş vermesi üzerine malzemeleri hazırlayarak teslime hazır hâle getirmesine rağmen, davalının teslim almaktan kaçındığını ve ürünlerin bedelini de ödemediğini ileri sürerek alacak istemiyle açtığı davasında ise, davalı tarafça akdi ilişki inkâr edilmiş, davacı ile yazılı ya da sözlü anlaşmanın bulunmadığı savunulmuştur. O hâlde davalı şirket ile arasında sözlü eser sözleşmesi ilişkisi kurulduğunu iddia eden davacının kesin delillerle akdi ilişkiyi ispatlaması gereklidir. Davacı tarafın sözlü sipariş verildiğini kanıtlamak amacıyla dosyaya sunduğu 22.02.2008 tarihli ‘‘Müşteri Sipariş İstek/Kabul Formu’’ belgesinin ve ekindeki 21.02.2008 tarihli malzeme listesi döküm cetvelinin üzerinde davalı şirketin kaşesi ve yetkililerinin imzası bulunmadığından, içeriği imzalanmamış olan bu belgenin senet niteliği taşıdığından söz edilemeyeceği gibi dosya kapsamında uyuşmazlık konusu kırk mağazalık malzemelerin siparişine yönelik e-mail, e-posta vs. belgeler ile davalıdan sadır olan başka bir ifadeyle davalı şirketi temsile yetkili kişilerce yazılıp verilmiş veya gönderilmiş delil başlangıcı sayılabilecek herhangi bir bilgi ve belge de bulunmamaktadır. Dava dilekçesinde iddiasını ispat için yemin deliline dayanan davacıya mahkemece yemin teklif etme hakkı hatırlatıldığı hâlde, davacı şirket, davalı yana akdin varlığı konusunda yemin teklif etmeyeceğini açıkça beyan etmek suretiyle yemin teklif etme hakkını kullanmamıştır.

37. Özel Dairenin bozma kararında davacı şirketin 22.02.2008 tarihinde sözlü olarak kırk mağaza için sipariş verildiği iddiasının, taraflar arasındaki ilişkinin yürüyüş şekline ve hayatın olağan akışına uygun olduğu belirtilmiştir. Ne var ki her iki tarafın tacir olduğu ve işin tarafların ticari işletmesiyle ilgili olduğu, ticari kayıtların esas alınmasının gerekli olduğu somut olayda; dava tarihinde ve uyuşmazlığın ortaya çıktığı tarihte yürürlükte bulunan ve uygulanması gereken mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 20/2. maddesindeki (6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 18/2) düzenlemeye göre her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi, başka bir anlatımla aynı ticaret alanında faaliyet gösteren tedbirli ve öngörülü bir tacirden beklenen özeni göstermesi zorunlu olduğundan; bir hukuk kuralına dayanmaksızın, olaylara yorum getirmede kullanılan ve hayat tecrübesi kuralları ile oluşturulan ölçü ve prensiplerden biri olan ‘‘hayatın olağan akışı’’ kriterinin, ‘‘senetle ispat zorunluluğu’’na ilişkin kuralı değiştiremeyeceği de açıktır.

38. Özel Dairece sözlü sipariş ve anlaşma iddiasının ispatlandığı gerekçesiyle davacı şirketin elinde bulunan malzemeler için TTK’nın 22. maddesine göre inceleme yapılmasından bahisle karar bozulmuş ise de; TTK 22. maddesindeki ‘‘Tacir olan veya olmayan bir kimseye, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir, münasip bir ücret isteyebilir. Bundan başka, verdiği avanslar veya yaptığı masraflar için ödeme tarihinden itibaren faize de hak kazanır.’’ düzenlemesi gereğince tacirin münasip ücret isteme hakkı; taraflar arasında akdi ilişkinin varlığının sabit olmasına rağmen ücretle ilgili açık bir hüküm bulunmaması, vekâleti olmaksızın karşı taraf yararına iş görmesi ve sözleşme harici fazla imalat yapması durumunda söz konusu olabilir.

39. Diğer taraftan her ne kadar dava tarihi 22.06.2009 olmasına rağmen, direnmeye esas gerekçeli kararın başlığında 23.06.2014 olarak hatalı gösterilmiş ise de, bu husus mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olup, esasa etkili olmadığından ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.

40. Bu durumda mahkemece davalı tarafından inkâr edilen sözleşme ilişkisinin ve sözlü sipariş verildiği iddiasının kesin ve yazılı deliller ile ispatlanamadığı, hatırlatılmasına rağmen akdin varlığı konusunda yemin teklif etme hakkının kullanılmadığı, dolayısıyla davanın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen direnme kararının yerinde ve doğru olduğu sonucuna varılmıştır.

41. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması uygun bulunmuştur.

IV. SONUÇ :

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 08.04.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.