HER BİR TANIĞIN HANGİ VAKIA İÇİN DİNLENECEĞİNİ BİLDİRMEK SOMUTLAŞTIRMA YÜKÜNÜN BİR GEREĞİDİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


20 Kas
2018

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2015/(7)9-1828
KARAR NO   : 2018/1093

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           :
Bursa 7. İş Mahkemesi
TARİHİ                     : 13/11/2014
NUMARASI             : 2014/508 - 2014/632
DAVACI                   : A.D. vekili Av. O.B.
DAVALI                    : M.P. Sağlık Hizmetleri A.Ş.vekili Av. E.Y.

Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 7. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 06.02.2014 gün ve 2013/50 E.- 2014/58 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 02.06.2014 gün ve 2014/3181 E.- 2014/11189 K. sayılı kararı ile;

"... 1. Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine.

2. Davacı vekili, davacının sözleşmesinin 18/02/2010 tarihinde feshedildiğini haksız fesih üzerine Bursa 4. İş Mahkemesi'nin 2010/1.7 Esas sayılı dosyası ile açtığı işe iade davasında, feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verildiğini, bu kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından onandığını, ardından yasal başvuru süresi içinde mahkeme kararın ifası ve müvekkilinin eski işine iadesi için başvuruda bulunmasına rağmen, davalı şirketin yasal süresi içinde müvekkilini işe davet etmediğini ve hak ettiği alacaklarını da ödemediğini iddia ederek 4 aylık ücret ve işe başlatmama tazminatı alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının işe davet edildiğini, bu tarihte başka bir yerde çalıştığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. 

Mahkemece davacının işe davet edildiğine ilişkin delil bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Taraflar arasında uyuşmazlık usulüne uygun olarak işe başlatılıp başlatılmadığı konusunda toplanmaktadır. 

4857 sayılı İş Kanununun 21 inci maddesinin beşinci fıkrasına göre, işçi kesinleşen mahkeme kararının kendisine tebliğinden itibaren on iş günü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. Aksi halde işverence yapılan fesih geçeri bir feshin sonuçlarını doğurur. 

Yasada işçinin şahsen başvurması gerektiğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır. İşçi, işe başlatılma konusundaki iradesini bizzat işverene iletebileceği gibi vekili ya da üyesi olduğu sendika aracılığı ile de ulaştırabilecektir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen görüşü bu yöndedir (Yargıtay HGK 17.6.2009 gün ve 2009/9 232E, 2009/278K.). 

İşveren işe iade için başvuran işçiyi (1) ay içinde işe başlatmak zorundadır. Aksi halde en az dört, en fazla sekiz aylık ücret tutarında belirlenen iş güvencesi tazminatı ile boşta geçen süreye ait en çok dört aya kadar ücret ve diğer hakları işçiye ödemek zorundadır.

İşçinin işe iade yönündeki başvurusu samimi olmalıdır. İşçinin gerçekte işe başlamak niyeti olmadığı halde, işe iade davasının sonuçlarından yararlanmak için yapmış olduğu başvuru geçerli bir işe iade başvurusu olarak değerlendirilemez. İşçinin süresi içinde işe iade yönünde başvurusunun ardından, işverenin daveti üzerine işe başlamamış olması halinde, işçinin gerçek amacının işe başlamak olmadığı kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla, işçi işverene hiç başvurmamış gibi sonuca gidilmelidir. Bu durumda işverence yapılan fesih, 4857 sayılı Yasanın 21 inci maddesinin beşinci fıkrasına göre geçerli bir feshin sonuçlarını doğurur. Bunun sonucu olarak da, işe iade davasında karara bağlanan işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen s-üreye ait ücret ve diğer hakların talebi mümkün olmaz. Ancak, geçerli sayılan feshe bağlı olarak işçiye ihbar ve koşulları oluşmuşsa kıdem tazminatı ödenmelidir.

İşe iade yönündeki başvurunun on iş günü içinde işverene bildirmesi gerekmekle birlikte, tebligatın postada gecikmesinden işçinin sorumlu olması düşünülemez. 

İşverenin de işçinin işe başlama isteğinin kabul edildiğini (1) ay içinde işçiye bildirmesi gerekir. Tebligat sorunları sebebiyle bildirimin süresi içinde yapılamaması halinde, bundan işveren sorumlu tutulamaz. İşverence yasal süre içinde gönderilmiş olsa dahi, işçinin bir aylık işe başlatma süresi aşıldıktan sonra eline geçen bildirim üzerine makul bir süre içinde işe başlaması gerekir. Burada makul süre işçinin işe daveti içeren bildirim anında işyerinin bulunduğu yerde ikamet etmesi durumunda en fazla iki günlük süre olarak değerlendirilebilir. İşçinin işe iadeyi içeren tebligatı işyerinden farklı bir yerde alması halinde ise, 4857 sayılı Yasanın 56 ncı maddesinin son fıkrasındaki izinler için öngörülen en çok dört güne kadar yol süresi makul süre olarak değerlendirilebilir. Bu durumda işçinin en fazla dört gün içinde işe başlaması beklenmelidir.

İşverenin işe davete dair beyanının da ciddî olması gerekir. İşverenin işe başlatma amacı olmadığı halde işe başlatmama tazminatı ödememek için yapmış olduğu çağrı, gerçek bir işe başlatma daveti olarak değerlendirilemez. 

İşçinin işe iade sonrasında başvurusuna rağmen işe başlatılmaması halinde, işe başlatılmayacağının sözlü ya da eylemli olarak açıklandığı tarihte veya bir aylık başlatma süresinin sonunda iş sözleşmesi işverence feshedilmiş sayılır. 

Somut olayda yukarıdaki ilkeler doğrultusunda işe başlatmama ve boşta geçen süre alacaklarına hak kazanılabilmesi için davacı işçinin işe başlama talebinde samimi olması gerekir. 

İşe iade davası kesinleşip 10.04.2012 tarihinde davacıya kararın tebliği üzerine davacı 17.04.2012 tarihinde işe başlatılması için müracaat etmiş işveren de 24.04.2012 tarihinde davacıya on gün içerisinde işe başlaması konusunda davet e-maili göndermiştir. Taraflar arasında olayın bu gelişimine kadar ihtilaf bulunmamaktadır. İhtilaflı konu davacının 06.04.2012 tarihinde işverene müracaat edip etmediği konusundadır. Davacı müracaat ettiğine dair babası ve kardeşiyle tuttuğu bir tutanak ibraz etmiş ise de Dairemizce bu tutanak davacının müracaat ettiğinin ispatı için yeterli görülmemiştir. Davacı işe başlatılması için yazılı başvuru ve icabında işe başlatılmadığına dair iş yerinde çalışan kişilerin tanıklığı veya noter tespiti isteyebilirdi. Kaldı ki SGK kayıtlarına göre davacının müracaat ettiği tarihte ve işe başlamak için iş yerine gittiğini iddia ettiği tarihte başka bir iş yerinde çalıştığı görülmektedir. İşe başlamak üzere değil de sırf işe başlatmama tazminatı almak amacıyla işe başvurup işe başlanılmadığı durumlarda ilk fesih geçerli hale geleceğinden mahkemece işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücreti talebinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi bozma nedenidir..." 

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı işveren vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücretinin tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin feshi üzerine açtığı işe iade davasının lehine sonuçlandığını, işe iade kararının kesinleşmesi üzerine süresinde işe iade edilmesi için davalı işverene ihtarname gönderildiğini, davalının gönderdiği ihtarname ile davacının işe başlatılacağını ve 10 gün içinde İnsan Kaynaklarına müracaat etmesini istediğini, bunun üzerine davacının babası ve kardeşi ile birlikte İnsan Kaynaklarına başvurduğunu ancak yetkililerin böyle bir şeyden haberlerinin olmadığını, avukatın bilgi vermediğini, gitmelerini, kendilerine bilgi verileceğini, avukatının da haberdar edileceğini belirterek davacıyı işe başlatmadıklarını, işe başvuru talebinin dahi kabul edilmediğini, davacının bir saat bekletilip hiçbir işlem yapılmadan geri gönderilmesi üzerine 26.04.2012 tarihli tutanağı düzenlediğini iddia ederek işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücretinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının işe başlatılması için başvuru yapmadığını, bu hususu ispat etmesi gerektiğini, kaldı ki aynı günlerde başka bir yerde çalışmakta olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davacının yasal süre içinde iş başvurusunda bulunmasına rağmen usulüne uygun biçimde işe davet edilmediği, işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretine hak kazandığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalının temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenle bozulmuştur. 

Mahkemece, davacının süresinde işe başlatılması için işverene müracaat ettiğini tutanak ve tutanakta ismi bulunan babası ve kardeşinin tanıklığı ile ispat ettiği, davacının sağlık, ekonomik ve sosyal durumu dikkate alındığında noter tespiti yaptırması ya da aynı işyerinden davalı ile menfaat birliği içinde olan işçilerden tanık temin etmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, bunun haklarını elde etmesini kendisinden beklenemeyecek derecede zorlaştıran bir uygulama olduğu, işe iade davasının kesinleşmesine kadar geçen süre dikkate alındığında yeni bir yerde çalışmasının işe başlama başvurusunun samimi olmadığı anlamına gelmeyeceği gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davacının işe başlatılması için süresinde işverene başvurduğunu kendisinin, babasının ve kardeşinin imzası bulunan tutanak ile ispat edip etmediği; bu hususta işyerinde çalışan işçilerin tanıklığı ya da noter tespiti yaptırmasının gerekip gerekmediği, başvuru tarihinde başka bir yerde çalışmasının işe başlama başvurusunun samimi olmadığı anlamına gelip gelmeyeceği; burada varılacak sonuca göre işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretine hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

 Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında öncelikle Özel Daire bozma kararının "...İhtilaflı konu davacının 06.04.2012 tarihinde işverene müracaat edip etmediği konusundadır..." bölümündeki tarihin "26.04.2012" olmasına rağmen maddi hata sonucu "06.04.2012" olarak yazıldığı anlaşıldığından "06.04.2012" tarihinin "26.04.2012" olarak düzeltilmesine, maddi hatanın bu şekilde giderilmesine karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Öncelikle "İş güvencesi", "İşçi lehine yorum" ve "tanıklık" kavram ve kurumları üzerinde kısaca durmakta fayda vardır.

I. "İşçi lehine yorum" ilkesi: 

Türk Medeni Kanunu'nun 1'inci maddesi uyarınca "Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır." Bu hüküm gereğince kanunun sözünden çıkan anlam ile özünden çıkan anlam birbirine uygun değilse, bu durumda kanunun özüne uygun anlamın tespit edilmesi gerekir. Kanunun özüne uygun anlamın tespiti bakımından ise, onun amacının belirlenmesi şarttır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 22.02.1997 gün ve 1996/1 E.1997/1 K. sayılı kararında da "...Kanunun yorumu, kanun metninin anlamı ve ruhudur. Bu ruh, kanun kuralının izlediği gayeden çıkarılır. Buna gai (amaçsal) yorum ve kanun kuralının amacına göre yorumu denilir. Bir kanun hükmünün, kanunun konuluş amacına aykırı bir sonuç doğuracak şekilde yorumlanması, hukuk ilkelerine ve kanunun hem sözü ile hem de özü ile uygulanmasını öngören Türk Medeni Kanun'un 1. maddesine uygun düşmez." şeklinde kanunun özüne (amacına) uygun yorumlanması gerektiği belirtilmiştir. 

Bu nedenle iş yasalarının yorumu gereği ortaya çıktığında da esas itibariyle amaca uygun yorum yöntemi uygulanmalıdır. Çünkü hukuk normları toplumsal yaşamın ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile öngörülmüşlerdir. Hukuk, bu toplumsal amaca ulaşabilmek için kabul edilmiş bir araçtır. Hukukçunun görevi hukuk kurallarını toplumsal amaçlarına en uygun bir biçimde yorumlamak ve uygulamaktır. Bu itibarla, yorum yapılırken doğru sonuca ulaşılabilmesi için iş yasası kuralının toplumsal amacının (ratio legis) araştırılması gerekir. İş yasası hükmünün amacına (özüne) bakarak, hükmün lafzını (sözünü) genişleten veya daraltan, onu sınırlayan bir yorum yapılabilir (Süzek, S: İş Hukuku, Genişletilmiş 11. Baskı, İstanbul 2015, s. 23, 24).

İş mevzuatı kurallarının bir çoğu ekonomik bakımdan güçlü olan işverene karşı geçimini emeği ile sağlayan zayıf durumdaki işçiyi koruma amacı ile konulmuşlardır. Bu tür kuralların yorumunda başvurulan "işçi lehine yorum" yöntemi, amaçsal yorum ile örtüşür. Başka bir anlatımla "işçi lehine yorum", "amaçsal yorumun" iş hukukunda işçiyi korumak için konulan kurallar yorumlanırken büründüğü biçimdir.

Nitekim 18.06.1958 tarih ve 1957/20 E. - 1958/9 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da "...İş Kanunlarının ve işçi sigortaları kanunlarının kabulündeki ilk gaye işçinin menfaatlarını korumak olmasına,..." şeklindeki açıklama ile işçi lehine yorum ilkesine vurgu yapılmıştır.

Hemen belirtmek gerekir ki, İş Hukuku esas itibari ile işçiyi koruma amacı gütmekte ise de, iş mevzuatındaki bütün kurallar işçiyi korumak için konulmamıştır. Bu itibarla bir kanun hükmü yorumlanırken hükmün somut amacına uygun yorum yapılmalıdır. Amaçsal yorum yöntemi ile yine de sonuca ulaşılamamış, tereddüt giderilememiş ise, bu durumda "işçi lehine yorum" ilkesine başvurulmalıdır.

II. İş güvencesi hükümleri:

4857 sayılı İş Kanunu (İş Kanunu /Kanun)'nun 18 ve devam eden maddelerinde iş güvencesi sistemi düzenlenmiştir. İş güvencesi sisteminin normatif dayanağa kavuşması ile birlikte bu kapsama giren iş ilişkileri bakımından işverenin fesih serbestisi sınırlandırılmış, süreli fesih hakkının doğumu Kanunda belirtilen "geçerli nedenlerin" varlığına bağlandığı gibi, geçerli nedenlerin varlığını ispat yükü işverene yüklenmiştir. İlaveten geçerli nedenler gerçekleşmeden yapılan fesihlerde işçinin işe iadesini veya iş güvencesi tazminatı (işe başlatmama tazminatı) ve boşta geçen sürelere ilişkin olarak işçinin en çok dört aya kadar ücretinin ödenmesi öngörülmüştür.

İş Kanunu ile 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun (Basın İş Kanunu) kapsamında kalan ve 30 veya daha fazla işçi çalıştıran bir işyerinde belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan, işveren vekili konumunda olmayan ve işyerindeki kıdemi en az 6 ay olan işçinin iş sözleşmesi ancak işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanarak feshedilebilir. Ayrıca işveren işçinin yeterliliği veya davranışları nedeni ile iş sözleşmesini feshedecekse işçinin savunmasını almak zorunda olduğu gibi, her hâlde işveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.

İşçinin iş sözleşmesinin feshedildiği bir durumda işçi İş Kanunu'nun 20'inci maddesi uyarınca fesih bildiriminin tebliğ tarihinden itibaren bir aylık hak düşürücü süre içinde fesih bildiriminde sebep gösterilmediği ya da gösterilen sebebin geçerli sebep olmadığı iddiası ile dava açabilir. 

Mahkemece işverence yapılan feshin Kanun'un 18 ve devamı maddelerine uygun ve geçerli bir fesih olmadığı tespit edildiği takdirde Kanunun 21'inci maddesine göre feshin geçersizliğine karar verilir. Bu kararda aynı zamanda işçinin süresinde başvurmasına rağmen işverence işe başlatılmaması hâlinde ödenmesi gereken en az 4, en çok 8 aylık ücret tutarındaki iş güvencesi (işe başlatmama) tazminatının ve en çok 4 aya kadar olan boşta geçen süre ücreti ve diğer hakların ödenmesi gerektiğinin tespitine de hükmedilir. 

Her ne kadar İş Kanununun 21. maddesinde işverence yapılan feshin geçersizliğinden söz ediliyorsa da, mahkeme tarafından bu konuda verilen karar mutlak anlamda, genel hükümlere uygun, yargının karar vermesiyle hemen devreye giren bir geçersizlik değildir. İK 2'de mahkeme kararından sonra tarafların davranışlarına göre etkili olabilecek, yasada özel olarak düzenlenmiş deyim yerindeyse kendine özgü bir geçersizlik öngörülmüştür (Süzek, S.: İş Hukuku, Yenilenmiş 11. Baskı, İstanbul 2015, s, 652).

Zira İş Kanunu'nun 21'inci maddesinde getirilen düzenlemede, mahkemece işe iadeye karar verildiğinde, işçi 10 iş günü içinde işe başlamak üzere başvuruda bulunmazsa işverence yapılan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun sonuçları ile sorumlu olur. Aksine işçi 10 iş günü içinde işe başlatılmasını işverene bildirmiş ise bu durumda işveren işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. Ancak bu zorunluluk mutlak bir zorunluluk olmayıp, Kanun işverene bu noktada seçim hakkı tanımıştır. İşveren işçiyi işe başlatabileceği gibi, işe başlatmak yerine iş güvencesi tazminatı ödeme seçeneğini tercih edebilir. 

Bu durumda işveren kesinleşen mahkeme kararının tebliğinden itibaren 10 iş günü içinde başvurması hâlinde işçiyi kendisine tanınan bir aylık süre içinde işe başlatmak zorundadır. İşveren işçiyi işe başlatmazsa en az 4, en fazla 8 aylık ücreti tutarında tazminat (işe başlatmama tazminatı) ödemekle yükümlü olur. Ayrıca süresinde işe başlatılması için işverene başvuruda bulunan işçiye işe başlatılsın ya da başlatılmasın en çok 4 aya kadar olan boşta geçen süre ücreti ve diğer haklarının ödenmesi gerekecektir. 

III. Tanıklık:

İşçilik alacakları davalarında ispat açısından yoğun olarak başvurulan bir delil olan tanık delili üzerinde de durmak gerekmektedir.

Tanık, kavram olarak uyuşmazlık hakkında bilgi ve görgüsü bulunan üçüncü kişidir. Davada üçüncü kişi olması şartıyla, yaşına, hukuki durumuna, taraflarla akrabalık derecesine bakılmaksızın, kural olarak davada herkes tanık olarak dinlenebilir. Dolayısıyla davanın tarafları tanık olarak dinlenemez.

Tanık gösteren taraf, dinleteceği tanıkların ad soyadı ile (tebligat) adreslerini içeren listeyi (bu listeyi içeren dilekçesini) mahkemeye verir ve her bir tanığı hangi vakıa hakkında dinleneceğini de dilekçesinde bildirir (HMK m. 240/2). Bu hüküm 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun 194'üncü maddesinde düzenlenen somutlaştırma yükünün de bir gereğidir. Ayrıca maddede belirtildiği üzere ikinci bir tanık listesi verilmesi de mümkün değildir.

Öte yandan, 6100 sayılı HMK'nın 254'üncü maddesi uyarınca, aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz (HGK’nın 24.12.2014 gün ve 2013/2-1417 E. - 2014/1090 K. sayılı kararı).

Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili müvekkilinin kesinleşen işe iade kararının tebliği üzerine süresinde davalı işverene işe başlatılması için başvuruda bulunmasına rağmen işe başlatılmadığını, buna ilişkin 26.04.2012 tarihli babasının ve kardeşinin de imzası bulunan tutanağı düzenlediğini iddia ederek işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretinin davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Taraf vekillerinin dayandığı deliller arasında yer alan işe iade dava dosyası içeriği ve karşılıklı olarak gönderilen ihtarnamelerden; davacı işçinin iş sözleşmesinin 10.02.2010 tarihinde feshedilmesi üzerine Bursa 4. İş Mahkemesinin 2010/1.7 Esas sırasına kayden açtığı davada Mahkemece feshin geçersizliği ile davacının işe iadesine, süresinde başvurmasına rağmen işe başlatılmaması hâlinde ödenmesi gereken işe başlatmama tazminatının işçinin 4 aylık ücreti olarak belirlenmesine ayrıca 4 aya kadar boşta geçen süre ücreti ve diğer haklarının davalıdan tahsiline karar verildiği, davalı işveren vekilinin temyizi üzerine kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 19.03.2012 gün ve 2011/10193 E. - 2012/4796 K. sayılı kararı ile onandığı, onama kararının 10.04.2012 tarihinde tebliğini takiben davacı vekilinin Bursa 10. Noterliğinin 17.04.2012 gün ve 1.48.0 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile süresinde davalı işverene müvekkilinin işe başlatılması için başvuruda bulunduğu, ihtarnamenin 19.04.2012 tarihinde davalı tarafa tebliğinden sonra davalı vekilinin davacı vekiline hitaben yazdığı 24.04.2012 tarihli yazı ile bu yazının faksından itibaren 10 gün içinde davacının iş başı yapmak üzere Hastane İnsan Kaynaklarına müracaat etmesi gerektiğinin bildirildiği, davacıya bu yazının vekili tarafından tebliğinden sonraki aşamada davacının işe başlatılmadığına ilişkin 26.04.2012 tarihli tutanağın tanzim edildiği, davacı vekilinin 04.05.2012 tarihli ihtarname ile davacının süresinde işe başlatılması için başvuruda bulunmasına rağmen işe başlatılmadığını belirterek, mahkeme kararında hüküm altına alınan alacakların ödenmesine yönelik talebine cevaben davalı vekilinin 07.05.2012 tarihli ihtarname ile davacının belirtilen süre içinde başvurusunun olmadığı gibi bugüne kadar herhangi bir bildirimde bulunmadığı, bu nedenle işe başlatılmadığı, işe başvurmamış ise bu ihtarın tebliğinden itibaren 3 gün içinde Hastane İnsan Kaynaklarına işe başlatılmak üzere başvurması gerektiğinin tekraren belirtildiği, davacı vekilinin ise 18.05.2012 tarihli noter ihtarı ile müvekkilinin süresinde başvurmasına rağmen işe başlatılmadığının 04.05.2012 tarihli ihtarname ile bildirildiğini, ayrıca alacakların ödenmesinin talep edildiğini, bugüne kadar müvekkilinin haklarının ödenmediğini belirterek alacakların ödenmesini talep ettiği görülmüştür.

Davacı vekilinin delil olarak dayandığı ve delilleri arasında sunduğu 26.04.2012 tarihli "Tutanaktır" başlıklı belgede davacı ile birlikte babasının ve kardeşinin imzasının bulunduğu; tutanak içeriğinde davacının 26.04.2012 tarihinde iş başı yapmak için Hastane İnsan Kaynakları bölümüne saat 11.00 civarında müracaat ettiği, kendilerine "insan kaynakları sorumlusu burada yok, mahkeme kararından bizim haberimiz yok, sizinle görüşemeyiz, sizi işe başlatamayız, bize telefon numaranızı bırakın, biz sizi ararız veya bir kaç gün sonra tekrar uğrayın" gibi sözler sarfedilerek ilgilenilmediği, orada bir saat kadar bekleyip tekrar ne olduğunu sorduklarında "beklemeyin sizinle şu an ilgilenemeyiz, herhangi bir değişiklik olursa sizi ararız, ayrıca avukatınıza da bilgi veririz, daha fazla beklemeden gidin" denildiği, bu nedenle hastaneden ayrıldıkları hususlarının yazılı olduğu tespit edilmiştir.

Davacı vekilinin tanık olarak isimlerini bildirdiği ve davacının babası ve kardeşi olduğu anlaşılan tanıklar Mahkemedeki beyanlarında tutanak içeriğini doğrular yönde beyanda bulunmuşlardır.

Öte yandan davacı vekilinin dava dilekçesi ekinde sunduğu ve deliller arasında yer alan kişi bazında giriş çıkış raporu ve personel kartlarından davacının çalıştığı işyerinden 26.04.2012 günü 09.30-12.27 saatleri arasında izinli olduğu görülmüştür.

Şu hâlde mevcut delil durumu "işçi lehine yorum" ilkesi çerçevesinde değerlendirildiğinde: davacı işçinin kesinleşen mahkeme kararının tebliği üzerine 10 iş günlük süre içinde işe başlatılması için davalı işverene müracaat ettiğini 26.04.2012 tarihli tutanak ve bu tutanakta isim ve imzaları bulunan kişilerin Mahkemedeki tanıklıkları ile ispat ettiğini kabul etmek gerekir. Her ne kadar tutanağı düzenleyen ve tanık olarak beyanlarına başvurulan kişiler davacının yakın akrabaları ise de bu durum tek başına tanıklıklarının geçersiz olduğu, beyanlarına itibar edilmemesi gerektiği sonucunu doğurmayacağı gibi davalı işveren tutanağın aksini gösteren hiç bir delil de ibraz etmemiştir. 

Bunun gibi işe başvurunun noter aracılığıyla yapılması gerektiğine ilişkin yasal düzenleme bulunmadığı gibi, davalı işyerinde çalışmakta olan işçilerden tanık temin etmesi gerektiği yönünde bir mecburiyetin davacıya yükletilmesi de usulsüzdür.

Bununla birlikte davacının işe başlatılması için işverene müracaat ettiği 26.04.2012 tarihinde başka bir işyerinde çalıştığı sabit ise de, iş sözleşmesinin feshinden, işe iade kararının kesinleşmesine kadar 25 aylık bir sürenin geçtiği dikkate alındığında, bu kadar uzun süre işe iade kararını çalışmadan geçirmesi davacıdan beklenemez. 

O hâlde Mahkemenin davacının süresinde işverene işe başlatılması için müracaat ettiğine ilişkin kabulü ve bu kabul çerçevesinde dava konusu edilen alacakları hüküm altına alması doğru olmuştur. 

Bu nedenle direnme kararı yerindedir. 

Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre hüküm altına alınan alacakların miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir. 

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Özel Daire bozma kararının "...İhtilaflı konu davacının 06.04.2012 tarihinde işverene müracaat edip etmediği konusundadır..." bölümündeki tarihin "26.04.2012" olmasına rağmen maddi hata sonucu "06.04.2012" olarak yazıldığı anlaşıldığından "06.04.2012" tarihinin "26.04.2012" olarak düzeltilmesine, maddi hatanın bu şekilde giderilmesine, direnme uygun bulunduğundan hüküm altına alınan alacakların miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 16.05.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/11-2626
KARAR NO   : 2021/814

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                        : 21/06/2016
NUMARASI                : 2016/463 - 2016/711
DAVACI                      : E. Sigorta A.Ş vekili Av. M.S.K.
DAVALI                       : BUSKİ Genel Müdürlüğü vekili Av. F.F.Ö.
İHBAR OLUNANLAR : 1- Ö.-K. Yapı San. ve Tic. A.Ş. - Ş. Müh. Müt. Taah.
                                          Tur San. ve Tic. A.Ş. Ortak Girişimi vekili Av. O.A.
                                      2- G. Sigorta A.Ş. vekili Av. F.K.

1. Taraflar arasındaki "rücuen tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 3. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin 2. fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı vekilinin duruşma isteminin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; Nilüfer Deresi Mihraplı Deresi Regülatörü Projesi’nin davalı tarafından ihbar olunan Ş. Müh. A.Ş-Ö. Yapı A.Ş. ortaklığına ihale edildiğini, Ş. Müh. Müt. İnş. Taah. Tur. San. ve Tic. A.Ş.’nin leasing ile kiraladığı ekskavatörü müvekkili nezdinde leasing sigorta poliçesi ile sigortalattığını, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü 1. Bölge Müdürlüğünün 23.02.2012 tarihli yazısı ile “Doğancı Bar ajının yazı tarihi itibari ile doluluk oranının %79 olduğu ve bölgede mevsimsel yağışların başlaması nedeniyle ileride yaşanabilecek olumsuzlukların önüne geçebilmek için Nilüfer Dere yatağına değişken oranlarda su bırakılacağı, Nilüfer Dere yatağı içinde halen devam etmekte olan Nilüfer Vadisi düzenlemesinin zarar görmemesi için gerekli önlemlerin alınması” konusunda uyarıldığı hâlde davalının hiçbir önlem almadığını, ihale şartnamesi ve yüklenici sözleşmesi uyarınca dere ıslah çalışmasının davalının kontrol ve denetiminde yürütüldüğünü, projenin yapımı sırasında gerekli dikkat ve özenin gösterilmediğini, bu sebeple müvekkili nezdinde sigortalı iş makinesinin 19.04.2012 tarihinde baraj kapaklarının kontrolsüz ve ani bir şekilde açılması sonucu meydana gelen su baskınında hasar gördüğünü, davalının kusuru neticesinde ortaya çıkan hasar bedelinin sigortalıya ödenerek 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 1472. maddesi uyarınca sigortalının haklarına halef olunduğunu ileri sürerek 57.433,99 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faiziyle Bursa 1. İdare Mahkemesinin 2012/1.87 E. sayılı dosyası ile tahsilde tekerrür etmemek kaydıyla tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili; zamanaşımı def’inde ve husumet itirazında bulunarak müvekkilince ihaleli işlerin yüklenicileri ile iş güvenliği tedbirlerinin alınması konusunda 21.12.2011 tarihinde toplantı yapıldığını, toplantıya ihbar olunan Ö.-K. Yapı A.Ş.- Ş. Müh. A.Ş. ortak girişimi şantiye şefinin de katıldığını, şantiye sahasının güvenliliği ile ilgili olarak uyarıldığını, yine olay öncesinde de yüklenici firmanın yoğun yağış olacağı hususunda ayrıca uyarıldığını, sigortalı iş makinesinin dere yatağında sedde imalatı sırasında motorunun durması sonucu hareket edemediğini, suyun yükselmesi ile de bu olayın meydana geldiğini, ihale sözleşmesinin 17. maddesi ile şartnamenin 9. maddesine göre işle ilgili tedbirlerin alınması yükümlülüğünün yüklenici firmada olduğunu, müvekkilinin kontrol ve gözetiminin, yüklenicinin sözleşmeye uygun hareket edip etmediği hususuyla sınırlı olduğunu, müvekkiline yüklenebilecek kusurun bulunmadığını, ticari faizin talep edilemeyeceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. Bursa 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 17.12.2013 tarihli ve 2012/396 E., 2013/448 K. sayılı kararı ile; 19.04.2012 tarihinde baraj kapaklarının kontrolsüz ve kademesiz şekilde açılması sonucu meydana gelen su baskınında sigorta örtüsü altına alınan iş makinesinin sular altında kalarak zarar gördüğü, DSİ 1. Bölge Müdürlüğü’nün 23.02.2012 tarihli yazısı ile “Doğancı Barajı’nın 23.02.2012 tarihi itibari ile doluluk oranının %79 olduğu ve bölgede mevsimsel yağışların başlaması nedeniyle ileride yaşanabilecek olumsuzlukların önüne geçebilmek için dere yatağına değişken oranlarda su bırakılacağı, dere yatağı içinde halen devam etmekte olan Nilüfer Vadisi düzenlemesinin zarar görmemesi için gerekli önlemlerin alınması konusunda” uyarılmasına rağmen, davalı tarafça yüklenici firma uyarılmadığından hasarın meydana gelmesinde davalının kusurlu olduğu, dava dışı yüklenici firmanın kusurlu davranışı saptanamadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile 57.433,99 TL’nin 14.08.2012 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte Bursa 1. İdare Mahkemesinin 2012/1.87 E. sayılı dosyası ile tahsilde tekerrür oluşturmamak kaydıyla davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 10.03.2015 tarihli ve 2014/5583 E., 2015/3258 K. sayılı kararı ile “... Dava, leasing sigorta poliçesine dayalı rücuan tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davalı BUSKİ Genel Müdürlüğü’nün dava dışı DSİ 1.Bölge Müdürlüğü tarafından uyarılmasına rağmen, davalı BUSKİ Genel Müdürlüğü’nün yüklenici firmayı uyarmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de davalı BUSKİ Genel Müdürlüğü vekili dava dışı yüklenicinin olay öncesinde uyarıldığını savunmuş, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde, olaydan önce yüklenici firmanın saha sorumlusu Gökmen K.’nın uyarıldığını belirterek 16.04.2012 tarihli tutanağı ibraz etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde ve cevaba cevap dilekçesinde tanık deliline dayanmış, 04.06.2013 tarihli dilekçesi ile tanığını bildirmiştir. Bu durumda mahkemece, davalı vekilinin ibraz ettiği 16.04.2012 tarihli tutanakla ilgili olarak olumlu ya da olumsuz bir değerlendirmede bulunulmadan ve davalı tanığı dinlenilmeden yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir... ” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 21.06.2016 tarihli ve 2016/463 E., 2016/711 K. sayılı kararı ile önceki gerekçelere ek olarak; davalı tarafça bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi ekinde 16.04.2012 tarihli tutanak ibraz edilmiş ise de anılan tutanağın delil listesinde yer almadığı, tanık olarak dinletilmek istenen Gökmen K.’nın ise anılan tutanağın mümzi olduğu, tutanağın davacı yönünden yazılı delil başlangıcı olmadığı, davalının delil listesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 194/2. maddesine uygun olmadığı, tahkikat öncesinde davalı tarafça bu delilin elde olmayan nedenlerle ileri sürülemediğine dair bir iddianın bulunmadığı, delil listesinde yer almayan 16.04.2012 tarihli tutanak ve tutanakta imzası bulunan kişinin tanık olarak dinletilmesi talebinin savunmanın genişletilmesi niteliğinde olduğu, davacı tarafın bu hususta muvafakatinin bulunmadığından talebin 18.07.2013 tarihli duruşmada reddine karar verildiği, kaldı ki tutanağın içeriği itibariyle zaman bildirmediğinden davalıyı sorumluluktan kurtarır niteliği haiz olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı tarafın 04.06.2013 havale tarihli tanık bildiriminin ve aynı dilekçeyle 09.07.2013 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi eklerinde mevcut 16.04.2012 tarihli tutanağın dosyaya sunumunun savunmanın genişletilmesi niteliğinde olup olmadığı ve buradan varılacak sonuca göre eldeki davanın çözümünde bildirilen tanığın dinlenip 16.04.2012 tarihli tutanağın değerlendirme kapsamına alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

13. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90/5. maddesi gereği milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacak olması nedeniyle ilk olarak belirtilmesi gerekir ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 6. maddesinin 1. fıkrasına göre: herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Yine Anayasa’nın 141/3. maddesinde de “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilmek suretiyle davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir. Açıklanan bu ilkelere paralel olarak HMK’da yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir. Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır.

14. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129/1-d-e maddesine göre cevap dilekçesinde; davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ile savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin bildirilmesi gerekir. Bu husus davalının savunmasını somutlaştırma yükümlülüğünün gereği olup davalı, savunmasının dayanağı olan bütün vakıaları hangi delillerle ispat edeceğini cevap dilekçesine ekleyerek mahkemeye vermeli ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların teminini sağlayıcı açıklamalarda bulunmalıdır.

15. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Ön İnceleme Duruşmasına Davet” başlıklı 139. maddesi, yargılama sırasında tamamlanmış işler bakımından uygulanması gereken ve 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 13. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un 140/5. maddesi, yargılama sırasında yürürlükte olan 7251 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “Ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir.” hükmünü haizdir. Anılan emredici düzenlemeye göre taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir. Ön inceleme duruşmasında tayin edilen kesin süreye uyulmaması, HMK’nın 145. maddesinin birinci cümlesinde “Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler.” şeklinde yaptırıma bağlanarak davayı uzatmaya yönelik kötü niyetli davranışların önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Dolayısıyla dilekçelere eklenip sunulmamış ve daha sonra ön incelemede ek olarak bildirilen kesin süre içinde de verilmemiş delillere tahkikat içerisinde kural olarak dayanılamaz.

16. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 145. maddesinde belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır (Pekcanıtez H./ Atalay, O./ Özekes,M.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 3. Bası, Ankara 2015, s. 328, 332). Belirtilen hükümlerden de anlaşılacağı üzere gerek davacı gerekse davalı bakımından delil gösterme ile delil sunma ayrı kavramlar olarak ele alınmıştır. Dava ve cevap dilekçelerinde iddia edilen vakıaların hangi delillerle ispatlanacağının belirtilmesi zorunluluğundan söz edildikten sonra, eldeki belgelerin dilekçelere eklenmesi, elde bulunmayan belgeler için ise nereden getirtileceği konusunda bilgi verilmesi gerektiği açıkça öngörülmüştür. Hemen belirtilmelidir ki; yasa koyucu, tarafların kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremeyecek olmalarını emredici bir düzenlemeyle benimsedikten sonra, bunun istisnasını da HMK’nın 145. maddesinin ikinci cümlesinde; “Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklinde ifade etmiş olup mahkeme, anılan istisnaya ilişkin düzenlemedeki şartlar dâhilinde sunulan delilin sonradan gösterilmesine izin verebilecektir. Sözü edilen maddede, tarafların Kanun’da belirtilen süreden sonra delil gösteremeyeceklerine ilişkin olarak getirilen istisnanın, dava ve cevap dilekçelerinde hiç delil belirtmeyen, ön inceleme aşamasında da delillerini sunmayan veya toplanması için gerekli işlemleri yapmayan tarafların, tahkikat aşamasında delil bildirme haklarının olduğu şeklinde anlaşılması mümkün değildir.

17. Görüldüğü üzere, HMK’nın sistematiği içinde; tahkikat aşamasına geçilmezden evvel tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Zira tahkikatın amacı, kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar. Bu sebeple HMK’nın 145. maddede belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır. Ancak tekraren belirtilmelidir ki; yargılama sırasında yürürlükte olan HMK’nın 139 ve 140. maddelerinin, 7251 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerden önceki emredici hükümleri uyarınca, taraflara dilekçelerin teatisi aşamasında gösterdikleri, ancak sunmadıkları belgeleri sunmak ve ellerinde mevcut olmayan belgelerin de getirtilebilmesi için gereken açıklamayı yapmak üzere tahkikata başlamadan önce son kez kesin süre verilmesi zorunlu olup anılan kurallara aykırılık HMK’nın 27. maddesinde düzenlenen hukukî dinlenilme hakkının ihlali niteliğindedir.

18. Uyuşmazlık konusu itibariyle tanık deliline ilişkin hukukî kavram ve kuralların irdelenmesi de önem arz etmekte olup tanık, kavram olarak uyuşmazlık hakkında bilgi ve görgüsü bulunan üçüncü kişidir. Bu hususla alakalı olarak HMK’nın 240/1. maddesi; “Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir.” hükmünü haiz olup kural olarak, üçüncü kişi olması şartıyla herkes tanık olarak dinlenebilir. Aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkrası ise “(2)Tanık gösteren taraf, tanık dinletmek istediği vakıayı ve dinlenilmesi istenen tanıkların adı ve soyadı ile tebliğe elverişli adreslerini içeren listeyi mahkemeye sunar. Bu listede gösterilmemiş olan kimseler tanık olarak dinlenemez ve ikinci bir liste verilemez.

(3) Tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen adreste tanık bulunamamışsa, tarafa adres göstermesi için, işin niteliğine uygun kesin süre verilir. Bu süre içinde adres gösterilmez veya gösterilen yeni adres de doğru değilse, bu tanığın dinlenilmesinden vazgeçilmiş sayılır.” hükmünü içermekle tanık listesinde gösterilmeyen kimselerin dinlenemeyeceği düzenlendiği gibi ikinci bir tanık listesinin de verilemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda dilekçelerin teatisi aşamasında sadece tanık deliline dayanılmış olunması yeterli olup tanık listesinin sonraki aşamalarda da sunulması mümkündür. Tanık deliline dayanılması durumunda, tanıkların hangi vakıa veya hangi hususta dinletileceği HMK’nın 194. maddesinde düzenlenen somutlaştırma yükü açısından ayrıca belirtilmelidir.

19. Tanığın dinlenilmesine ilişkin HMK’nın 243/1. maddesi “(1) Tanık davetiye ile çağrılır. Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık da dinlenir. Şu kadar ki, tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği hâllerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar dinlenir.” hükmünü haiz olup bu aşamada dikkat çeken husus; tanık için kesin süre verildiği ve dinlenme günü belirlendiği hâlde, liste verilmemiş olsa dahi taraflarca hazır bulundurulan tanığın dinlenileceğine dair emredici hükümdür. Madde metninden de anlaşılacağı üzere tanık deliline dayanan tarafça sunulmamış olan tanık listesi için kesin süre verilmesi gerekmektedir. Bu süreye ve tanığın dinlenileceği günün belirlenmiş olmasına rağmen tanık listesi sunmayan ancak tanık deliline dayanan tarafın hazır bulundurduğu tanığın dinlenilmesi zorunludur. Ancak bu durum, dilekçelerin teatisi aşamasında tanık deliline dayanmayan tarafın duruşma sırasında hazır bulundurduğu tanığın dinlenebileceği anlamına gelmez. Bu kapsamda ve HMK’nın 31. maddesinde düzenlenen hâkimin davayı aydınlatma ödevi gereği mahkemece tanık deliline dayanan taraflara tanık listesini sunmak üzere usulüne uygun kesin süre verilmesi gerekmektedir.

20. Son olarak davacı tarafça sunulan 21.04.2017 tarihli dilekçeye ilgili önem arz etmeleri nedeniyle müteselsil sorumluluk ile davanın konusuz kalmasına ilişkin bir takım hukukî kavramların açıklanmasında yarar bulunmaktadır.

21. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 61. maddesi; birden çok kişinin birlikte bir zarara sebebiyet vermeleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olmaları hâlinde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanacağı hükmünü haizdir [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 50]. Müteselsil sorumluluk sözleşmeden doğabileceği gibi kanundan da doğabilen bir sorumluluk olup alacaklı, borcun tamamının veya bir kısmının ifasını, dilerse borçluların hepsinden, dilerse yalnız birinden isteyebilir. Borçluların sorumluluğu, borcun tamamı ödeninceye kadar devam etmekle TBK’nın 166/1. (BK m. 145) maddesi gereği müteselsil borçlulardan biri, ifa veya takasla borcun tamamını veya bir kısmını sona erdirmişse, bu oranda diğer borçluları da borçtan kurtarmış olur. Eş söyleyişle meydana gelen zarardan birlikte sorumlu bulunanlardan birinin yaptığı ödeme, alacaklıya karşı olan borcu tüm borçlular yönünden ödenen miktar kadar sona erdirir. Dolayısıyla alacaklı tarafından müteselsil borçlulardan biri aleyhine ikame edilen dava sırasında, diğer borçlulardan biri tarafından alacaklıya yapılan ödeme oranında açılan davanın konusuz kalıp kalmadığının değerlendirilmesi gerekir.

22. İlke olarak her dava açıldığı tarihteki fiilî ve hukukî sebeplere göre hükme bağlanır. Ne var ki, dava açıldıktan sonra meydana gelen bir olay nedeniyle dava konusunun ortadan kalkması, eş söyleyişle davanın esası hakkında karar verilmesinde hukukî yararın kalmaması hâlinde bu olayın hükümde göz önüne alınması ve böyle bir durumda mahkemenin, davanın konusuz kalması sebebiyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar vermesi gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. HMK’nın “Esastan sonuçlanmayan davada yargılama gideri” başlıklı 331/1 maddesiyle “Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hâllerde, hâkim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder.” hükmü düzenleme altına alınmış olup buna göre davanın konusuz kalması hâlinde yargılama giderlerinin tayininde tarafların, davanın açıldığı tarihteki haklılık durumu belirlenerek yargılama giderleri hüküm altına alınacaktır.

23. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davalının zarar konusu olayın gerçekleştiği dere ıslah projesinde iş sahibi olduğu, anılan işin davalı tarafça ihbar olunan ortak girişime ihale edildiği, bu iş için dava dışı Ş. Müh. Müt. Taah. Tur. San. ve Tic. A.Ş. tarafından leasing ile kiralanan ekskavatörün davacı nezdinde sigortalandığı, 19.04.2012 tarihinde baraj kapaklarının açılması sonrasında sigorta konusu aracın zarar gördüğü, vuku bulan zarar neticesinde davacı tarafından düzenlenen leasing uzun süreli sigorta poliçesi kapsamında sigortalı dava dışı şirkete ödeme yapılıp sigortalının haklarına halef olunarak rücuen tazmin istemiyle işbu davanın ikame edildiği, davalının zarara neden olan olaya ilişkin olarak gerekli önlemleri alması için DSİ Genel Müdürlüğü 1. Bölge Müdürlüğünün 23.02.2012 tarihli yazısı ile uyarıldığı anlaşılmaktadır.

24. Davalı tarafça yüklenici firmanın uyarıldığı savunularak cevap dilekçesinde diğer deliller yanında kendi kurum bünyesindeki kayıtlar ile tanık deliline dayanılmış, davacı tarafından da dava ve cevaba cevap dilekçelerinde davalı (BUSKİ) kayıtları deliller arasında gösterilmiştir. Cevap dilekçesinde dayanılan tanık deliline ilişkin olarak 04.06.2013 havale tarihli dilekçeyle tanık listesi sunulmuş olup anılan dilekçe ekinde davalı kurumun kayıtları arasında yer alan ve bozma kararında değinilen 16.04.2012 tarihli tutanağın sunulduğu, aynı tutanağın 09.07.2013 tarihli bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinin ekinde de mevcut olduğu, dinlenmesi istenen tanığın anılan tutanakta talimatı alan sıfatıyla imza sahibi olduğu anlaşılmaktadır.

25. Mahkemece, 30.04.2013 tarihinde gerçekleştirilen ön inceleme duruşmasında, ihbar dilekçesinin ilgililere tebliği ile dosyanın bilirkişi incelemesi yapılmak üzere bilirkişilere tevdiine dair ara kararla tahkikata başlanmıştır. Ancak anılan duruşmanın yapıldığı sırada yürürlükte olan HMK’nın 140/5. maddesinin, 7251 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile yapılan değişikliklerden önceki emredici hükmü uyarınca taraflara, dilekçelerinde gösterdikleri ancak sunmadıkları belgeler ile başka yerden temini istenen belgeler hususunda açıklama yapmak üzere kesin süre verilmemiştir. Bunun yanında her ne kadar 18.07.2013 tarihli duruşmada, davalı tarafından tanık listesinde bildirilen tanık hazır edilmesine rağmen tahkikat aşaması başlamadan önce usulüne uygun tanık listesi verilmediğinden bahisle davalının tanık dinletme talebinin reddine karar verilmiş ise de; yukarıda detaylı olarak belirtilen emredici usul hükümleri çerçevesinde, tanık listesine dayanan davalı taraf bakımından yargılamanın herhangi bir aşamasında tanık listesinin sunumuna dair usulüne uygun olarak kesin süre verilmediği gibi HMK’nın 243. maddesine aykırı şekilde, 04.06.2013 havale tarihli dilekçeyle bildirilen tanığın dinlenmesi için duruşma günü de tayin edilmemiştir.

26. Bu itibarla davalının 04.06.2013 havale tarihli tanık bildiriminin usul hükümlerine aykırı olduğu kabul edilemeyeceğinden anılan tanık dinletme talebinin reddi, HMK’nın 27. maddesinde düzenlenen hukukî dinlenilme hakkının ihlali niteliğindedir. Ayrıca 16.04.2012 tarihli tutanağın davanın her iki tarafı bakımından da dayanılan “Genel Müdürlük Kayıtları/BUSKİ Kayıtları” kapsamında bir belge niteliğinde oluşu göz önüne alındığında, anılan tutanağın sunumuyla tutanakta imzası bulunan tanığın dinlenilmesine ilişkin talebin savunmanın genişletilmesi kapsamında olduğu söylenemez. Bu sebeple eldeki davanın çözümünde mahkemece, 04.06.2013 havale tarihli dilekçeyle bildirilen tutanak mümzi tanığın dinlenerek 16.04.2012 tarihli tutanağın değerlendirme kapsamına alınıp hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir.

27. Ayrıca davacı tarafça sunulan 21.04.2017 tarihli dilekçeyle dava konusu tazminat bedelinin ihbar olunan ortak girişim içerisinde yer alan Ş. Müh. Müt. Taah. Tur. San. ve Tic. A.Ş. tarafından 12.04.2017 tarihinde 102.750TL olarak haricen ödendiği, bu sebeple davanın konusuz kaldığı beyan edilmiş olup, dilekçe ekinde ödemeye dair banka dekontu sunulmuştur. Anılan ödemenin Bursa 16. İcra Dairesinin 2014/3.8 E. sayılı icra dosyası kapsamında yapıldığı dekont içeriğinden anlaşılmaktadır. Bu kapsamda mahkemece, zararın oluşumuna kusuruyla sebebiyet verenlerin davacıya karşı müteselsilen sorumlu oldukları nazara alınarak, davalının dava konusu zarardan sorumlu olup olmadığı incelenip sorumluluğun tespiti hâlinde ödemeyi yapan dava dışı şirket ile arasındaki teselsülün niteliği, banka dekontunda işaret edilen icra dosyasının da teminiyle belirlenmeli, anılan belirleme sonrasında ise TBK’nın 166. (BK m. 145) maddesi kapsamında davanın konusuz kalıp kalmadığı değerlendirilmelidir. Yapılacak olan bu değerlendirmede, HMK’nın 331/1. maddesi gereği yargılama giderlerinin tayini için davanın açıldığı tarihte tarafların haklılık durumları da göz önüne alınmalıdır.

28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; 16.04.2012 tarihli tutanağın süresinden sonra, tahkikat aşamasında sunulduğu, tanık listesinin yargılamanın her aşamasında sunulamayacağı, davalının HMK’nın 194. maddesi kapsamında dayandığı vakıaları ispata elverişli şekilde somutlaştırma yükü altında olduğu, 7251 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki hâliyle HMK’nın 140/5. maddesinin dilekçelerde bildirilen ancak sunulmayan belgelere ilişkin olduğu, 16.04.2012 tarihli tutanak ile tanık bildiriminin usulüne uygun olmadığı, bu sebeple direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş; yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

29. Hâl böyle olunca; direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 22.06.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 19 üyenin 17’si DEĞİŞİK GEREKÇELİ BOZMA, 2’si ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

T.C.
Y A R G I T A Y
2. Hukuk Dairesi

ESAS NO:           KARAR NO:
2013/730             2013/13537

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN : 
MAHKEMESİ                 :
İzmir 10. Aile Mahkemesi
TARİHİ                           : 11.10.2012
NUMARASI                   : Esas no: 2011/1052 Karar no: 2012/798
DAVACI - DAVALI         : M.S.
DAVALI - DAVACI         : C.S.
DAVA TÜRÜ                  : Boşanma
TEMYİZ EDEN              : Taraflar

Taraflar arasındaki "boşanma" davalarının birleştirilerek yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen yukarıda yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm; davacı-davalı (koca) tarafından, kusur belirlemesi ve kadın yararına hükmedilen maddi tazminat yönünden; davalı-davacı (kadın) tarafından da, kocanın boşanma davası, kusur belirlemesi, lehine hükmedilen maddi tazminatın miktarı ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası yönünden temyiz edilmekle, evrak okundu, gereği görüşülüp düşünüldü:

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle, koca tarafından açılan boşanma davasında Türk Medeni Kanununun 166/son maddesindeki sebebe dayanılmış olup, toplanan delillerle, daha önceki boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra geçen üç yıllık süre zarfında ortak hayatın yeniden kurulamadığının gerçekleşmiş bulunmasına, bu sebeple kocanın boşanma davasının kabulünde bir isabetsizlik görülmemesine, davalı-davacı (kadın)'ın yoksulluk nafakası isteğinin de, asgari yaşam gereksinimlerini karşılamaya yeterli, düzenli ve sürekli gelirinin bulunması sebebiyle reddedilmiş bulunmasına göre, davalı-davacı (kadın)'ın bu yönlere ilişkin temyiz itirazları ile aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan yönlere ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2- Mahkemece, davalı-davacı (kadın)'ın gösterdiği deliller toplanmadan sonuca gidilmiş, delillerin toplanmamasının gerekçesi olarak; verilen kesin süre zarfında davalı-davacı (kadın) vekilinin, tanıklarını hangi vakıalar için dinletmek istediğine ilişkin açıklamada bulunmamış olması gösterilmiştir.

Davalı, birleştirilen boşanma davasına ilişkin 27.1.2012 tarihli dava dilekçesinde; boşanma sebebi olarak iddiasını dayandırdığı vakıaları göstermiş, iddia edilen vakıaların hangi delillerle ispat edileceğini de aynı dilekçesinde belirtmiştir. Vakıa olarak karşı tarafın sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığına, fiziki şiddet uyguladığına ve birlik görevlerini yerine getirmemiş olmasına dayanmıştır. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 194. maddesi gereğince, taraflar dayandıkları vakıaları ispata elverişli olacak şekilde somutlaştırmalılar ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. Maddede sözü edilen somutlaştırma yükünün amacı, mahkemenin uyuşmazlığı doğru saptayıp, yargılamayı doğru ve sağlıklı bir şekilde yürütebilmesi ve makul sürede sonuçlandırmasını sağlamaktır. Somutlaştırma yükü, dava açılırken veya cevap dilekçesi verilirken iddia ve savunmanın dayandırıldığı vakıaların ve hangi vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin belirtilmemiş olması halinde söz konusudur. Vakıalar belirli ve hangi delillerle ispat edileceği belirtilmiş ise, artık somutlaştırma yükümlülüğüne ihtiyaç yoktur. Davalı-davacı (kadın) birleştirilen boşanma davasında; iddiasını dayandırdığı vakıaları göstermiş ve bu vakıaları hangi delillerle kanıtlayacağının da, diğer bir ifade ile dayandığı delilleri belirtmiş, ön inceleme duruşmasından önce de (9.5.2012 tarihinde) tanıklarının isim ve adreslerini gösteren listeyi mahkemeye vermiştir. Bu durumda gösterilen tanıkların, dava dilekçesinde yer alan vakıalar konusunda dinletilmek istendiği açıktır. Hal böyleyken davalı-davacı (kadın) vekilinden, gerekmediği halde, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 194. maddesi gereğince "hangi tanığın hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini belirtmesinin" istenmesi ve bu yönde açıklamada bulunması için süre verilmesi hukuki sonuç doğurmaz. Bu bakımdan, davalı-davacı (kadın) vekilinin gösterdiği tanıklar usulünce dinlenmeli ve tüm delilleri birlikte değerlendirilerek tarafların kusurları saptanmalı ve tazminat talepleri buna göre sonuca bağlanmalıdır. Bu yapılmadan tazminatlar hakkında eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda (2.) bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre, davalı-davacı (kadın)'ın maddi tazminatın miktarına ve manevi tazminata ilişkin temyiz itirazları ile davacı-davalı (koca)'nın kusura ve kadın lehine hükmolunan maddi tazminata ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, hükmün bozma kapsamı dışında ve incelenmeyen yönler haricindeki temyize konu bölümlerinin ise yukarıda (1.) bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi. 13.05.2013 (Pzt.)

Başkan                         Üye                    Üye                          Üye                        Üye 
Necdet Gürbüztürk       Nail Özkılıç        Ö.Uğur Gençcan     Mahmut Kamacı     İrfan Okur
                                                                                                                              (Muhalif)

KARŞI OY YAZISI

Dava 26.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK.)'nun yürürlüğe girmesinden sonra açılmıştır. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 194/2. maddesi "... tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur..." hükmünü içermektedir. Bu hüküm, dava temeli olarak bildirilen vakıalar ile bu vakıaların ispatı için gösterilen deliller arasındaki bağlantı bakımından "somutlaştırma yükü"nü açıklamaktadır. Kanunda, somutlaştırmanın zorunlu olduğu belirtilmekle birlikte, yaptırımı gösterilmemiştir. Açılmış bir davaya, usul hukuku hükümlerini uygulamak suretiyle, uyuşmazlığı çözüp, karara bağlamak hakimin görevidir. Bu bakımdan; hakim, bir davada somutlaştırma yükünün gereğini yerine getirmediği zaman, kendi kendine uyuşmazlığın çözümünü, temyiz denetimi yapılmasını güçleştirmiş ve aynı zamanda yargılamanın makul sürede bitirilmesine özen göstermemiş duruma düşebilir. Zira, böyle bir durumda; tüm delillerle, tüm vakıaların kanıtlanmak istenildiği sonucu ortaya çıkacaktır. Açıklanan sakıncaları önlemek isteyen hakimin, somuşlaştırma yükünün gereğini yapması, kanunun kendine tanıdığı yetkiyi kullanarak, somutlaştırma konusunda ilgili tarafa kesin süre vermesi, kesin süreye uyulmadığı takdirde yaptırımını da bildirmesi gerekir. Hakim somutlaştırma için davalı-davacı kadın vekiline iki haftalık süre vermiş, uyulmadığı takdirde de gösterdiği tanıkların dinlenmeyeceğini bildirmiştir. Davacı vekili, verilen sürede somutlaştırma yükünün gereğini yerine getirmemiştir. Hakimin somutlaştırma yükü konusunda yaptırım koyma yetkisinin bulunmadığını kabul etmek; Hukuk Muhakemeleri Kanununun 194/2. maddesinin varlığını anlamsız kılacağı gibi, hakimin elini kolunu bağlamak sonucunu da doğuracaktır. Kuşkusuz hakim bu yaptırım yetkisini kullanırken; adil yargılanma hukuku kapsamındaki "hukuki dinlenilme hakkı"nı ihlal etmemelidir. Bu nedenle; davanın niteliği, bildiren vakıalar ve gösterilen deliller göz önüne alındığında; somutlaştırma yükü için süre verilmesinde usul hukuku bakımından somut bir yararı yoksa; süre verilmesi sonuç doğurmayacaktır. Somut davada; davalı-davacı kadın, kocanın kusuruna ilişkin olarak, onun " sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı" "fiziki şiddet uyguladığı" ve "birlik görevlerini yerine getirmediği" vakıasına dayanmış; bunları kanıtlama için de dört tanık göstermiştir. Birden fazla vakıa ve birden fazla tanık olduğuna göre, hakimin somutlaştırma konusunda ilgili tarafa kesin süre vermesi, kesin sürede somutlaştırma yapılmadığında ise, kesin sürede bildirdiği yaptırımı uygulayıp davalı-davacı kadın tanıklarını dinlememesi usul ve yasaya uygundur.

Açıkladığım nedenlerle, değerli çoğunluğun kararın (2.) bendindeki bozma kararına katılmıyorum. Hükmün onanması gerektiğini düşünüyorum.

Üye
İrfan Okur

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

T.C.
Y A R G I T A Y
2. Hukuk Dairesi

ESAS NO:           KARAR NO:
2016/15479          2018/4893

TÜRK MİLLETİ ADINA

Y A R G I T A Y   İ L A M I

DAVA TÜRÜ                  : Boşanma
TEMYİZ EDEN              : Davalı

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı kadın tarafından şiddetli geçimsizlik (166/1. Maddesi) hukuksal sebebi uyarınca açılan boşanma davasında dava dilekçesi davalı erkeğe tebliğ edilmiş ve davalı erkek süresinde cevap dilekçesi sunmuştur. Davalı erkek cevap dilekçesi ile davanın reddini istemiş buna ilişkin vakıalarını ve tanıklarını bildirmiştir. Mahkemece 10.12.2015 tarihli ön inceleme duruşmasında davalı tarafa, HMK 240. maddesi uyarınca; yer ve zaman göstermek suretiyle; her bir tanığın ayrı ayrı hangi maddi vakıaya yönelik tanıklık ettiğini yazılı olarak bildirmesi için 2 haftalık kesin süre verilmesine bu süreye uyulmadığı takdirde o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verileceğinin ihtarı yapılmış, 09.02.2016 tarihli duruşmada bu ihtarata uyulmadığı gerekçesiyle davalının tanık dinletme talebinden vazgeçilmiş sayılmasına karar verilmiştir. 

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 119/1-f hükmü uyarınca, gerek yazılı gerekse basit yargılama usulünde, iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin dava dilekçesinde belirtilmesi, ayrıca Hukuk Muhakemeleri Kanununun 121 ve 129/2. madde hükmü uyarınca hem dava dilekçesinde hem de cevap dilekçesinde gösterilen ve tarafın elinde bulunan belgelerin dilekçeye eklenerek mahkemeye sunulması, başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur. Ancak, taraflar dava dilekçesi veya cevap dilekçesi ile vakıalara ve tanık deliline dayanmaları halinde her bir tanığın ayrı ayrı hangi maddi vakıaya tanıklık ettiğini yazılı olarak bildirmemeleri durumunda her bir tanığın dayanılan bütün vakıalar hakkında beyanda bulunacağının kabulü gerekir. Buna göre mahkemece davalı erkeğin tanıklarının davalı erkek tarafından bildirilen her bir vakıa yönünden dinlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması erkeğin savunma hakkının kısıtlanması niteliğindedir (HMK m.27). Bu sebeple usul ve yasaya aykırı olan hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 12.04.2018 (Prş.)

Başkan                        Üye                Üye                   Üye               Üye 
Ömer Uğur Gençcan   İnci Aytaç       Sevil Kartal       Harun Can    Hatıran Alper 

İÇTİHAT YORUMU : Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 13 Mayıs 2013 tarihli kararının karşı oyu HMK anlamında doğru bir görüştür. Somutlaştırma yükü ile taraflar dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmek zorundadır. Taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı davalarda, yukarıdaki Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin içtihatları doğrultusunda karar vermek HMK sistematiğine aykırı olduğu gibi silahların eşitliği ilkesine de zarar verecektir. (KARAMERCAN, Fatih, Dava ve Cevap Dilekçesinin Unsurları - Somutlaştırma Yükü, Ankara, 2016, s. 358-360)