HERHANGİ BİR ŞEKİLDE SÖZLEŞMENİN KURULMASINA KATILMAMIŞ OLAN KİŞİLER ÜÇÜNCÜ KİŞİ KONUMUNDADIRLAR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


12 Kas
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/1-830
KARAR NO   : 2022/653

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
TARİHİ                         : 19/09/2019
NUMARASI                 : 2019/1151 - 2019/1197
DAVACILAR                : 1- G.E. 2- M.N. vekilleri Av. N.K.K.
DAVALILAR                : 1- N. Turizm Otomotiv A.Ş. vekili Av. C.P.
                                       2- Ç.P. (vasisi H.Ç.P.)
FER'Î MÜDAHİL          : A.M. vekili Av. U.Ç.

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Lüleburgaz 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine karar verilmiş, davacı Gülşen E. vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi tarafından istinaf istemi kabul edilerek ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp yeniden hüküm kurulmuş, kararın davalı N. Turizm Otomotiv A.Ş. vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı N. Turizm Otomotiv A.Ş. vekili ile fer’î müdahil Aziz M. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı asıllar birlikte sundukları dava dilekçesinde; kardeş olduklarını, davacı Gülşen’in maliki olduğu Kırklareli ili Lüleburgaz ilçesi Yılmaz mahallesinde bulunan 229 ada 17 parsel sayılı taşınmazdaki işyeri vasıflı zemin kat 1 numaralı bağımsız bölümünü dilediğine dilediği bedelde satması için Eyüp 5. Noterliğinin 28.05.2014 tarihli vekâletnamesi ile diğer davacı Musa’yı vekil tayin ettiğini, vekil Musa’nın arkadaşı Seçmen S. vasıtasıyla davalı Çağlar P. ile tanıştığını, davalı Çağlar’ın söylemleri ve ailesiyle de tanıştırması üzerine vekilde güven duygusu oluşturduğunu, vekil Musa’nın dava konusu bağımsız bölümün 135.000 TL’ye devri konusunda anlaştığını, davalı Çağlar’ın; taşınmazı sahip olduğu şirket adına alacağını, kapora olarak 11.000 TL ödeyeceğini, bakiye bedel için kredi kullanacağını söylediğini, vekil Musa’nın davalı Çağlar’a duyduğu güven nedeniyle teklifi kabul ettiğini ve 11.000 TL aldığını, davacı Gülşen’e vekâleten Musa’nın çekişmeli taşınmazı 03.06.2015 tarihinde diğer davalı şirkete devrettiğini, aynı gün davalı Çağlar’ın Yapı Kredi Bankasına kredi başvurusu yaptığını, ancak başvurunun reddedildiğini, bunun üzerine bakiye bedelin ödenmesi ya da taşınmazın iadesi istenmesine rağmen davalı Çağlar tarafından bugün yarın denilerek oyalandıklarını, akabinde davalı Çağlar’ın cezaevine girdiğini ve bir çok kişiyi benzer şekilde dolandırdığını öğrendiklerini ileri sürerek tapu kaydının iptaline, eski hâle getirilmek suretiyle adlarına tesciline karar verilmesini talep etmişler, 13.12.2017 havale tarihli ıslah dilekçeleri ile; tapu iptali ve tescil istemlerinin kabul görmemesi hâlinde terditli talep olarak 211.055 TL taşınmaz bedelinin 07.09.2015 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemişlerdir.

Davalılar Cevabı:

5. Davalı N. Turizm Otomotiv A.Ş. vekili cevap dilekçesinde; taşınmaz mülkiyetinin devrinden sonra satış bedelinin ödenmediği iddiasıyla tapu iptali ve tescil davası açılmasının hukuken mümkün olmadığını, zira resmî akitte satış bedelinin alındığının belirtildiğini ve ihtirazi kayıt da konulmadığını, satış bedelinin ödenmediği düşünülse dahi davacı tarafın ancak bedel talep edebileceğini, hile iddiasının doğru olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Diğer davalı Çağlar P.; davaya cevap vermemiş, kesinleşmiş bir mahkûmiyet nedeniyle cezaevinde bulunmasından dolayı kendisine vasi atanmış, davadan haberdar edilen vasi tarafından duruşmalar takip edilmemiştir.

7. Fer’î müdahil Aziz M. vekili; müvekkili Aziz M.’in dava konusu bağımsız bölümü 23.07.2015 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile N. Turizm Otomotiv A.Ş. vekili Çağlar P.’dan 145.000 TL’ye satın aldığını, satış bedelinin ödendiğini, ne var ki mevcut davada konulan ihtiyati tedbir nedeniyle devrin yapılamadığını, davalıların haklı olduklarını, satış bedelinin sonradan ödenmesinin kararlaştırılması hâlinde satıcının sadece bedel talep edebileceğini, tapu iptali ve tescil istenemeyeceğini bildirerek davalılar yanında davaya müdahil olmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

8. Lüleburgaz 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.01.2018 tarihli ve 2017/749 E., 2018/7 K. sayılı kararı ile; tarafların dava konusu taşınmazın satışı için anlaştıkları, tapu müdürlüğünde resmî şekilde devrin yapıldığı, resmî senette satış bedelinin ödendiğinin yazılı olduğu, davacı tarafın satış bedelinin gerçekte ödenmediğini iddia ettiği ve iddiasını ispat için tanık dinlettiği, ancak resmî senedin aksinin ancak yazılı belgeyle ispat edilebileceği, devrin usul ve yasaya uygun olduğu, davacılar vekilinin devrin hile ve gabinle yapıldığına yönelik dilekçesinin ön inceleme duruşmasından sonra verildiği, bu nedenle iddianın genişletilmesi yasağı kapsamında dikkate alınamayacağı, öte yandan davacı Musa’nın sadece vekâletle devir yaptığı, onun yönünden korunması gereken bir menfaatin bulunmadığı gerekçesiyle davacı Musa yönünden 6100 sayılı HMK’nın 114/1-d bendi uyarınca aktif dava ehliyeti yokluğundan davanın reddine, davacı Gülşen yönünden ise davanın esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

9. İlk derece mahkemesi kararına karşı davacı Gülşen E. vekili tarafından süresi içinde istinaf yoluna başvurulmuştur.

10. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin 24.04.2018 tarihli ve 2018/571 E., 2018/794 K. sayılı kararı ile; davacının hile hukuksal nedenine dayandığı, davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açıldığı, taraflar arasında peşinat dışında satış bedelinin ödenmediği noktasında uyuşmazlık bulunmadığı, davacının iddiası ve temlik günü tarafların yanında bulunan tanık Mehmet Seçmen S.’un beyanları uyarınca davalı şirket vekili Çağlar’ın satış bedelinin devirden hemen sonra ödeneceği konusunda vekil Musa’ya güven verdiği, devir sonrası aynı gün Çağlar’ın yaptığı kredi başvurusunun reddedildiği, davalı Çağlar’ın özel durumu nedeniyle bankadan kredi çekemeyeceğini bilmesine rağmen davacının vekili Musa’yı bu konuda yanılttığı, hile iddiasının kanıtlandığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile; 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b.2 bendi gereğince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davacı Musa yönünden aktif dava ehliyeti yokluğundan davanın reddine, davacı Gülşen yönünden ise davanın kabulü ile dava konusu bağımsız bölümün tapu kaydının iptaline ve adına tesciline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı N. Turizm Otomotiv A.Ş. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

12. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 24.06.2019 tarihli ve 2018/3346 E., 2019/4047 K. sayılı kararı ile;

"... Dava konusu taşınmazda davacı Musa malik olmayıp, satış işleminde malik Gülşen vekili sıfatıyla hareket ettiğinden, eldeki davada taraf sıfatı bulunmadığı gözetilerek Musa yönünden aktif husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik yoktur.

Eldeki davada davacı Gülşen satış bedelinin bir kısmını aldığını, bir kısmının ödenmediğini ileri sürerek iptal-tescil istemektedir.

Somut olayda toplanan tüm deliller ve dosya içeriğinden, davacının satış iradesinin olduğu, dolayısıyla satış konusunda iradesinin yanıltılmadığı, ancak uyuşmazlığın bedelden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan, Türk Borçlar Kanununun 246. maddesinde taşınır satışına dair hükümlerin kıyas yolu ile taşınmaz satışlarında da uygulanacağı öngörülmüş olup, aynı yasanın 235. maddesi hükmü gereğince bedel ödenmediği takdirde taşınmazın mülkiyetinin iade edileceğine dair ihtirazi kayıt konulabilir. Böylesi bir olgu tapunun iptali ile eski malike intikaline olanak sağlar ise de, koşulsuz olarak bedelin sonradan ödenmesi taraflarca kararlaştırılmış ise satıcının hakkı bedel olup, ödenmemesi halinde yasal yollara müracaat ederek tahsili sağlanabileceğinden ödememe tapu iptal ve tescilin hukuki nedenini teşkil etmez.

Tüm bu hususlar gözetildiğinde temlikin iradi olduğu, hile iddiasının kanıtlanamadığı, uyuşmazlığın bedelden kaynaklandığı sonucuna varılmaktadır.

Davacının davada bedel isteği de bulunmamaktadır.

Hâl böyle olunca Gülşen yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile kabulüne karar verilmesi doğru değildir’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

13. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin 19.09.2019 tarihli ve 2019/1151 E., 2019/1197 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, bozma kararının sübuta ilişkin olduğu, oysa 5235 sayılı Kanun ile istinaf sisteminin getirildiği, yeni sistemde Yargıtay’ın temyiz yoluyla ancak hukuka uygunluk denetimi yapabileceği, maddi vakıaların yeniden incelenemeyeceği, bu nedenle maddi denetim içeren bozma kararının usul hukuku kurallarına aykırı olduğu belirtilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

14. Direnme kararı süresi içinde davalı N. Turizm Otomotiv A.Ş. vekili ile fer’î müdahil Aziz M. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

15. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, dava konusu taşınmazın davalı şirkete satış yoluyla temlik edilmesi işleminde davacı tarafın iradesinin aldatılmak suretiyle sakatlanıp sakatlanmadığı, Yargıtay tarafından maddi yönden deliller değerlendirilmek suretiyle aldatma iddiasının ispat edilip edilmediği noktasında bir inceleme yapılıp yapılamayacağı, varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

A- Denetimin Kapsamı Bakımından;

16. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

17. Bilindiği üzere ülkemizde iki dereceli yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6100 sayılı HMK ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç dereceli yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.

18. Kural olarak, HMK’nın 361. maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362. maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.

19. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamı HMK’nın 369. maddesinin birinci fıkrasında; “Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre Yargıtay, BAM gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.

20. “Bozma sebepleri” HMK’nın 371. maddesinde;

“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar,

a) Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.

b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.

c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.

ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin bulunması” şeklinde düzenlenmiştir. Bu sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.

21. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması." bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır (HMK m. 371/a). Zira hâkim Türk Hukukunu re'sen uygular (HMK m.33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Kuru, Baki: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, s.706,707,708 vd).

22. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukukî denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın re'sen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyadaki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delil görmezden gelinerek karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukukî sonuca varması hâlinde pek tabi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir.

23. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve vücut sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.

Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukukî niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tabidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukukî nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukukî sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukukî sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tâbi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukîlik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.

24. Yukarıda anlatılanlarla birlikte somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; davacı tarafın dava dilekçesinde iradesinin hile yoluyla fesada uğratıldığı iddiasına dayalı olarak tapu iptali ve tescil isteminde bulunduğu, davalı tarafın davanın reddini savunduğu, ilk derece mahkemesince aldatılma iddiası değerlendirilmeden davanın reddine karar verildiği, hükmün istinaf edilmesi üzerine bölge adliye mahkemesince dayanılan maddi vakıalar ve toplanan deliller değerlendirilerek aldatma iddiasının kanıtlandığı gerekçesiyle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 36. maddesi uygulanmak suretiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davacı Gülşen yönünden davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.

25. Hemen belirtilmelidir ki, toplanan deliller ve tespit edilen vakıalar çerçevesinde temlikin aldatma (hile) nedeniyle geçersiz olup olmadığı, bir başka deyişle maddi vakıalara bağlanan hukukî sonuçların doğru tespit edilip edilmediğinin Yargıtay’ın denetimi kapsamında kaldığı ortadadır. Eldeki davada Yargıtay tarafından maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünde bir denetleme yapıldığı açıktır.

26. O hâlde, somut olayda Yargıtay tarafından yapılan denetimin 5235 sayılı Kanun ile 6100 sayılı HMK hükümlerine aykırı olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. İşin esasının incelenmesi gerekmektedir.

B- Aldatma İddiası Yönünden;

27. Dava, aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup, konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.

28. Sözleşme; hukukî bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile uyuşmasını ifade eder (Kocayusufpaşaoğlu, N.: Borçlar Hukukuna Giriş, 7. b., İstanbul 2017, s. 95).

29. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nda (BK) olduğu gibi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda da (TBK) sözleşme; borç ilişkisinin kaynakları arasında sayılmış ve sözleşmenin, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı (TBK. m.1) hüküm altına alınmıştır.

30. İrade beyanı, irade ve beyan unsurlarından oluşur. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. b., Ankara 2017, s. 392).

31. Belirtmek gerekir ki; bir hukukî işlemin geçerli ve amacına uygun hukukî sonuçlar doğurabilmesi için o hukukî işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukukî sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir.      

32. İrade bozukluğu kavramının iki farklı yönü bulunmakta olup, bunlardan ilki iradenin henüz oluşum evresindeki sakatlık, diğeri ise iradenin açığa vurulması (beyanı-bildirimi) evresinde meydana gelen sakatlıktır.

33. İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı BK’da “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’da ise 30 ila 39. maddeleri arasında “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.

34. Görüleceği üzere Türk Borçlar Hukuku sisteminde iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar.

35. Aldatma TBK'nın 36. maddesinde; "Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.

Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir" şeklinde düzenlenmiştir.

36. Kanunda hilenin tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Yanılma (hata) ise; irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uyumsuzluk hâlidir. Hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur.

37. Aldatmanın (hilenin) varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart “aldatma fiili”dir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (TBK. m. 36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; “aldatma kastı”dır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmaya sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise “illiyet bağı”dır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s. 414 vd., HGK'nın 20.10.2010 tarih ve 2010/1-502 E., 2010/536 K.; 08.07.2020 tarih ve 2017/1-1831 E., 2020/549 K. sayılı kararları).

38. Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga BK'nın 23 ve devamı maddelerinde "...ilzam olunamaz." (BK. 23), "...o akit ile ilzam olunmaz." (BK. 28), "...kendi hakkında lüzum ifade etmez" (BK. 29/I), TBK'nda ise "... bağlı olmaz." (TBK. m. 30), "...sözleşmeyle bağlı değildir." (TBK. m. 36 ve 37/1) ibareleri kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülerek, bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır.

39. Taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukukî ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Ancak, hile üçüncü bir kişi tarafından da yapılabilir. Böyle bir durumda kural olarak aldatılan taraf sözleşme ile bağlı ise de üçüncü kişinin hilesini karşı taraf sözleşmenin yapıldığı sırada biliyor ya da bilmesi gerekiyor ise aldatılan taraf sözleşmenin iptalini isteyebilir.

40. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; 1961 doğumlu davacı Gülşen E. ile 1968 doğumlu Musa N.’ın kardeş oldukları, davacı Gülşen’in Eyüp 5. Noterliğinin 28.05.2015 tarihli ve 8483 yevmiye numaralı vekâletnamesi ile Türkiye Cumhuriyeti hudutları dahilindeki tüm taşınmazlarını dilediğine dilediği bedelde satma yetkisini de içerir şekilde diğer davacı Musa’yı vekil tayin ettiği, dava konusu Kırklareli ili Lüleburgaz ilçesi Yılmaz mahallesinde kain 229 ada 17 parsel sayılı taşınmazdaki depolu işyeri vasıflı 1 numaralı bağımsız bölümün tamamı davacı Gülşen adına kayıtlı iken, Gülşen’e vekâleten diğer davacı Musa tarafından anılan taşınmazın tamamı 03.06.2015 tarihli ve 8702 yevmiye numaralı akitle 10.000 TL bedel üzerinden davalı N. Turizm Otomotiv A.Ş.’ne satış yoluyla devredildiği, davalı şirkete vekâleten diğer davalı Çağlar P.’nın temliki kabul ettiği anlaşılmıştır.

41. Eldeki davada, dava konusu bağımsız bölümün temliki nedeniyle 11.000 TL haricinde herhangi bir satış bedeli ödenmediği tarafların kabulündedir. Yapılan keşif neticesinde alınan bilirkişi raporuna göre çekişmeli bağımsız bölümün temlik tarihindeki değeri 211.055 TL olarak saptanmıştır. Tapu müdürlüğündeki işlemler sırasında davacı Musa (vekil) ile davalı Çağlar’ın yanında bulunan tanık Mehmet Seçmen S.; davacı Musa’nın on yıllık arkadaşı olduğunu, emlak ve oto alım satımı yapan davalı Çağlar ile Musa’yı kendisinin tanıştırdığını, davacı Musa’nın bir gün arayarak çekişmeli taşınmazın 135.000 TL’ye satışı için davalı Çağlar ile anlaştığını ve Çağlar’ın parayı hazır ettiğini söylediğini, tapu müdürlüğüne hep birlikte gittiklerini, bu sırada davalı Çağlar’ın taşınmazı şirket adına tescil ettireceğini söylediğini, evrak eksikliği nedeniyle devir yapılamayınca bir gün sonra yine tapu müdürlüğüne birlikte gittiklerini, devir sırasında davacı Musa’yı satış bedelinin tamamını almadan devir yapmaması konusunda uyardığını, bu durumdan davalı Çağlar’ın rahatsız olduğunu ve bakiye satış bedelinin aracın bagajında durduğunu söylediğini, bunun üzerine davacı Musa’nın satış akdini imzaladığını, tapu müdürlüğünden çıktıklarında bu kez davalı Çağlar’ın bu miktardaki paranın arabada tutulmayacağını bankadan çekip bedeli ödeyeceğini söylediğini, bankaya gittiklerinde davalı Çağlar’ın kredi başvurusu yaptığını ancak bir sonuç alamadığını, hatta kredi kullansa dahi öncelikle bankaya olan borçlarının mahsup edileceğinin söylendiğini, devamında iş bu davanın açıldığını, cezaevinde olan davalı Çağlar’ın telefonla kendisini arayarak tanıklık yapmaması konusunda tehdit ettiğini beyan etmiştir. Davalı taraf ise tanık dinletmemiştir.

42. Hemen belirtilmelidir ki, çekişmeli temlikin 03.06.2015 tarihinde yapıldığı, eldeki davanın ise 07.09.2015 tarihinde açıldığı gözetildiğinde 6098 sayılı TBK’nın 39. maddesinde düzenlenen bir yıllık hak düşürücü sürenin geçmediği açıktır.

43. Toplanan deliller çerçevesinde davacı tarafın temlik sırasında iradesinin aldatılmak suretiyle sakatlanıp sakatlanmadığı değerlendirildiğinde; kayıt maliki davacı Gülşen’in çekişmeli bağımsız bölümü satmak istediği, bu kapsamda kardeşi olan diğer davacı Musa’yı vekil tayin ettiği, vekil Musa ile davalı Çağlar’ın tanık Mehmet Seçmen S. vasıtasıyla tanıştığı, davalı Çağlar’ın söz ve davranışlarıyla vekil Musa’da güven duygusu oluşturduğu, vekil Musa ve davalı Çağlar’ın 135.000 TL karşılığında taşınmazın devri konusunda anlaştıkları, davalı Çağlar’ın vekil Musa’da oluşan güven duygusunu pekiştirmek amacıyla 11.000 TL kapora ödediği, davacı tanığının da doğruladığı gibi davalı Çağlar’ın bakiye satış bedelini temlikten hemen sonra araba bagajında bulunan parayla ödeyeceğini söyleyerek vekil Musa’nın satış akdini yapma iradesinin oluşmasını sağladığı, vekil Musa’nın da ablasına ait çekişmeli bağımsız bölümü davalı Çağlar’ın istemi üzerine diğer davalı şirkete devrettiği, davalı Çağlar’ın bakiye satış bedelinin temlikten hemen sonra ödeneceği konusundaki söz ve davranışları ile vekil Musa’da ve dolayısıyla diğer davacı Gülşen’de kasten hatalı bir kanı uyandırdığı, bu nedenle devir iradesinin özgürce ve sağlıklı bir şekilde oluştuğundan bahsedilemeyeceği, davalı Çağlar’ın en başından itibaren bakiye satış bedelini ödemeden dava konusu taşınmazı ele geçirmeyi amaçladığı, bu şekilde gelişen olayda davacı Gülşen’in vekili Musa vasıtasıyla iradesinin fesada uğratıldığı ve maliki olduğu taşınmazının elinden alındığı açıktır.

44. Diğer yandan somut olayda taşınmazın devri, sözleşmenin karşı tarafı olan alıcı şirket tarafından değil vekili olan Çağlar P.’nın hilesi sonucunda yapılmıştır. Yukarıda değinildiği gibi üçüncü kişinin hilesi ile sözleşme yapan kişinin sözleşmenin iptalini isteyebilmesi için lehine hile yapılan karşı tarafın, sözleşmenin yapıldığı sırada hileyi bilmesi veya bilecek durumda olması TBK’nın 36/2. maddesinin gereğidir. Hileyi yapan kişinin sözleşmenin tarafı mı yoksa üçüncü kişi mi olduğu hususu Hukuk Genel Kurulunun 25.03.2015 tarihli ve 2013/19-1707 E., 2015/1072 K. sayılı kararında vurgulandığı gibi sözleşmenin hazırlık, müzakere ve kurulma aşamalarına katılıp katılmadığına göre saptanacaktır. Sözleşmenin bu üç aşamasından birine veya bir kaçına katılan kişi artık o sözleşmede TBK’nın 36/2. maddesi anlamında üçüncü kişi sayılmayacaktır. Diğer taraf ile beraber ya da onun ad ve hesabına veya başka herhangi şekilde sözleşmenin kurulmasına katılmamış olan kişiler üçüncü kişi konumundadırlar. Bu açıklama uyarınca vekil tarafından yapılan sözleşmelerde vekilin üçüncü kişi sayılması söz konusu değildir. Vekilin hilesi de üçüncü kişinin hilesi olarak değil karşı tarafın hilesi olarak değerlendirilecektir.

45. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2021 tarihli ve 2017/1-1216 E., 2021/60 K. sayılı kararında da aynı esaslar benimsenmiştir.

46. Davalı şirket 29.05.2011 tarihli vekâletname ile Çağlar P.’yı yetkili kılmış ve tapuda bizzat vekili tarafından gerçekleştirilen işlem sonucunda dava konusu taşınmazı devralmıştır. Böyle olunca taşınmaz satış sözleşmesini vekil sıfatıyla bizzat yapan bu kişinin hilesi, hileyi bilmesi veya bilecek durumda olması koşulu aranmaksızın akidin hilesi olarak kabul edilecektir.

47. Ayrıca, somut olayda taraflar arasında bakiye satış bedelinin ileri bir tarihte ödeneceğine dair bir anlaşma bulunmamaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere bakiye satış bedelinin tapu müdürlüğündeki işlemler bittikten hemen sonra ödeneceği konusunda taraflar anlaşmış ve davacı taraf da bu kanı ile devri yapmıştır. Bu nedenle akit tablosuna 6098 sayılı TBK’nın 246. maddesi yollamasıyla aynı Kanun’un 235. maddesinde düzenlenen ihtirazi kayıt konulmadığından bahisle davacı tarafın sadece bakiye satış bedelini talep edebileceği, tapu iptali ve tescil isteyemeyeceği şeklindeki yorumun eldeki dava ile uyumlu olmadığı ortadadır.

48. O hâlde; bölge adliye mahkemesince aldatma iddiasının kanıtlandığı gerekçesiyle verilen direnme kararı esas itibariyle doğru olmakla birlikte kararda Yargıtay tarafından maddi vakıa denetimi yapıldığı, temlikin hile nedeniyle geçersiz olup olmadığına yönelik bir denetim yapılmasının 5235 sayılı Kanun’a aykırı olduğu, maddi vakıaların temyiz aşamasında yeniden incelenemeyeceği şeklinde değerlendirme yapılması hatalı olduğundan, direnme kararının açıklanan bu değişik gerekçe ile onanmasına karar verilmiştir.

49. Hâl böyle olunca, direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçeyle onanması gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı N. Turizm Otomotiv A.Ş. vekili ile fer’î müdahil vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle ONANMASINA,

Aşağıda dökümü yazılı (10.812,88TL) harcın temyiz edenden alınmasına,

Dosyanın İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 17.05.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.