HMK 20 HÜKMÜNDEKİ SÜREYE UYULARAK ADLİ YARGIDA AÇILAN DAVA İDARİ YARGIDA AÇILAN DAVANIN DEVAMI NİTELİĞİNDEDİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


10 Kas
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2021/4-902
KARAR NO   : 2022/1049

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
TARİHİ                         : 06/04/2021
NUMARASI                 : 2021/323 - 2021/763
DAVACI                       : E. Erozyon San. ve Tic. A.Ş. vekili Av. R.S.
DAVALI                       : Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Yönetimi vekili Av. S.E.L.

1. Taraflar arasındaki “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karara karşı, davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine ilişkin verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davacı vekilinin duruşma talebinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı Atatürk Organize Sanayi Bölgesinde bulunan fabrikasının 16-17.12.2001 tarihinde yağan yağmurlardan dolayı Çiğli Deresi’nin taşması ile sular altında kalarak büyük zarara uğradığını, İzmir 4. İdare Mahkemesinin 2002/1568 E. sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda İzmir Büyükşehir Belediyesinin %30, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının %30, davalının da %40 kusurlu olduklarının tespit edildiğini, ancak İdare Mahkemesinde davalı konumunda olan Atatürk Organize Sanayi Bölgesi yönünden adli yargının görevli olduğuna karar verilerek davanın yargı yolu nedeni ile reddedildiğini, diğer davalılar yönünden ise kararın kesinleştiğini, davalı yönünden idari yargıda yargı yolu nedeniyle verilen red kararı üzerine süresinde adli yargı yoluna başvurulduğundan eldeki davanın 20.12.2002 tarihinde açılmış sayılması gerektiğini ileri sürerek 62.612 TL maddi tazminatın 16.12.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; yetki ve iş bölümü itirazında bulunduklarını, davacının 30.09.2002 tarihinde ihtarname göndererek müvekkilinden zararın ödenmesini talep ettiğinden faili ve zararı ihtarname tarihinde öğrendiğinin sabit olduğunu, bu tarihten başlayan bir yıllık zamanaşımı süresinin dava açılmadan önce dolduğunu, İdare Mahkemesinde açılan davada husumet yöneltilmeyen müvekkilinin 21.04.2014 tarihinde mahkeme ara kararı ile hasım olarak davaya dâhil edildiğini, basiretli tacir gibi davranmayan davacının zamanaşımına uğramış bir hak için yeniden dava açmasının yerinde olmadığını, öte yandan gerçekleşen olayın doğal afetten kaynaklandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:

6. İzmir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.03.2016 tarihli ve 2015/566 E., 2016/227 K. sayılı kararı ile; haksız eylemin meydana geldiği yer ve davalının ikametgâhının Çiğli/İzmir olmasından dolayı eldeki davada yetkili mahkemenin Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu gerekçesiyle mahkemenin yetkisizliğine ve dosyanın Karşıyaka Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi ve davacı vekilinin süresinde dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesi talebi üzerine dosya yetkili mahkemeye gönderilmiştir.

İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:

7. Karşıyaka 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.03.2017 tarihli ve 2016/335 E., 2017/116 K. sayılı kararı ile; uyuşmazlığın tarafların ticari işletmesini ilgilendirdiği ve ticari dava niteliğinde olduğu gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine ve dosyanın Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesinin Birinci Kararı:

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

9. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 21.06.2017 tarihli ve 2017/696 E., 2017/633 K. sayılı kararı ile; tacirlerin ticari işletmeleri ile ilgili olan haksız eylemden kaynaklanan davalara bakma görevinin Asliye Ticaret Mahkemesinde olduğu, buna göre davacı vekilinin istinaf başvurusunun yerinde bulunmadığı gerekçesiyle istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesinin Üçüncü Kararı:

10. Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesinin 13.04.2018 tarihli ve 2017/485 E., 2018/183 K. sayılı kararı ile; İdare Mahkemesinde yapılan yargılamada davalının meydana gelen zararın gerçekleşmesinde kusuru bulunduğundan hasım olarak gösterilmesi gerektiği yönündeki karar üzerine davalı olarak gösterildiği, ancak sonrasında davalı yönünden davanın adli yargının görev alanına girmesi sebebiyle görevsizlik nedeniyle reddine ilişkin kararın Danıştay incelemesinden geçerek kesinleştiği dikkate alındığında; davalının zamanaşımı savunmasının yerinde olmadığı, İzmir 4. İdare Mahkemesi dosyasında fabrikanın zarara uğramasından dolayı davalının %40 kusurlu olduğunun belirlendiği ve diğer davalılar aleyhine verilen kararın kesinleştiği, bu durumda davalının kusur oranının da kesinleşen dosyada belirlendiğinden yeniden inceleme yapılmasına gerek olmadığı, davacının oluşan zararının % 40’ına karşılık gelen zarar miktarının 62.612,24TL olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesinin İkinci Kararı:

11. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

12. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 29.01.2019 tarihli ve 2018/1620 E., 2019/162 K. sayılı kararı ile; davacının fabrikasının zarara uğramasına sebep olan sel baskınının 16-17 Aralık 2001 tarihinde gerçekleşmesi üzerine, davacının diğer zarar gören şirket ile birlikte 30.09.2002 tarihinde davalıya ihtarname keşide ederek zararın istendiği, bu ihtar ile davacının hem zararı hem de faili öğrendiğinin sabit olduğu, olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 60. maddesinde öngörülen bir ve on yıllık zamanaşımı süresi içerisinde gerek adli yargı gerekse idari yargı yerinde davalı hakkında usulünce bir dava açılmadığı, İzmir 4. İdare Mahkemesinde davalının hasım gösterilmeksizin dava dışı İzmir Büyükşehir Belediyesi aleyhine 23.12.2002 tarihinde açılan 2014/619 E., 2015/772 K. sayılı dosyada Danıştay 8. Dairesinin bozma ilamı uyarınca davalının 21.04.2014 tarihinde taraf olarak eklenmesi ve bu dava sonucunda davalı hakkında adli yargının görevli olduğuna dair karar verilmesinin zamanaşımını kesecek nitelikte olmadığı, ayrıca idare mahkemesinde davalının taraf olarak eklendiği tarihte de bir ve on yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Bozma Kararı:

13. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

14. Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 10.11.2020 tarihli ve 2019/932 E., 2020/3812 K. sayılı kararı ile;

“….. somut olaya bakıldığında; davacı tarafından İzmir Büyükşehir Belediyesi aleyhine idare mahkemesinde 23/12/2002 tarihinde açılan davada alınan bilirkişi raporunda; yağan aşırı yağışlar sonucunda davacı şirketin organize sanayi bölgesi içinde bulunan fabrika binasını Çiğli Deresinin taşması sonucu sel sularının basması nedeniyle oluşan zararın meydana gelmesinde Büyükşehir Belediyesinin dere ıslahını yapmaması nedeniyle % 30 oranında, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının taşkın riskinin yüksek olduğu dere yatağına organize sanayi bölgesi kurulması yönünde yer seçimi nedeniyle % 30 oranında, kanalizasyon sisteminin bakım ve onarımını yapmayan Organize Sanayi Bölgesi Yönetiminin ise % 40 oranında kusurlu bulunduğu belirlenmiş, Danıştay 8. Dairesinin 12/12/2013 tarihli bozma ilamı uyarınca sorumluluğu bulunan Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Yönetiminin de hasım (davalı) konumuna alınması yönündeki bozma ilamına uyularak İzmir 4. İdare Mahkemesince verilen 21/04/2014 tarihli ara kararıyla OSB hasım mevkiine eklenmiş, OSB yönetiminin davanın adli yargıda görülmesi gerektiği yönündeki görev itirazının reddine karar verilmiş, OSB yönetiminin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı başvuru üzerine Uyuşmazlık Mahkemesince davanın OSB ye ilişkin kısmının yargısal denetiminin adli yargı yerinde yapılması yönündeki kararı üzerine idare mahkemesince verilen 29/04/2015 günlü kararla davanın OSB yönetimine ait kısmının görev yönünden reddine, diğer davalılar yönünden kısmen kabulüne karar verilmiş, karar davacıya 12/06/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, temyiz etmeyerek kendisi yönünden kesinleştiği tarihi takiben 10 günlük yasal süre içinde davacı şirket 15/07/2015 tarihinde eldeki temyize konu davayı OSB Yönetimi aleyhine adli yargıda açmıştır.

Olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 60. maddesi uyarınca haksız eylemden doğan zararın tazminine ilişkin davalar, zarar görenin zararı ve zarar vereni öğrendiği tarihten itibaren bir sene ve her halde haksız fiil tarihinden itibaren on senede zamanaşımına uğrar.

Davaya konu haksız eylem 16-17/12/2001 tarihinde meydana gelmiş, davacı Karşıyaka 2. Noterliği kanalıyla davalı OSB’ye gönderdiği 30/09/2002 tarihli ihtarnamede, uğradığı zararın resmi kurumların rapor ve beyanlarıyla tespit edildiğini, olayın nedeninin alt yapı yetersizliği olduğunu, bundan doğan sorumluluğunda OSB’ye ait olduğunu belirterek, oluşan zararın tazminini istemiştir. Davacının bu haliyle haksız eylem failini ihtarname tarihi olan 30/09/2002 tarihinde öğrendiğinin kabulü gerekir.

Müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi, diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK 134) Bu nedenle davacının müteselsil sorumlulardan İzmir Büyükşehir Belediyesi aleyhine 23/12/2002 tarihinde idari yargıda açtığı dava, eldeki davanın davalısı OSB yönünden de zamanaşımını kesmektedir.

Şu halde; davacının tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarih ile idari yargıda dava açtığı 23/12/2002 tarihi nazara alındığında, eldeki davanın süresinde açıldığı ve zamanaşımı süresinin dolmadığının kabulü ile işin esası incelenerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken; davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru olmamış, bölge adliye mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir….” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozularak dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

15. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 06.04.2021 tarihli ve 2021/323 E., 2021/763 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

16. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

17. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın zamanaşımı süresi içinde açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

18. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.

19. Dava konusu zararın doğduğu iddia olunan sel baskınının gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda düzenlenen ve 41. maddesinde ifadesini bulan haksız fiil sorumluluğu, kural olarak zarar verenin kusurlu olmasına bağlıdır.

20. Kusur sorumluluğuna dayanan haksız fiil BK'nın 41. maddesinde “Mesuliyet Şartı” başlığı altında;

“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur. Ahlâka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.” şeklinde ifade edilmiştir.

21. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 49. maddesinde de benzer bir düzenlemeye gidilerek kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin bu zararı gidermekle yükümlü olduğu belirtilmiştir.

22. Gerek BK'nın 41. maddesi gerekse TBK'nın 49. maddesi, hukuka aykırı kusurlu bir fiille başkasına zarar veren kimsenin bu zararı tazmine mecbur olduğunu belirtmektedir. Böylece haksız fiilden sorumluluk, tazminat borcunun kaynağını oluşturmaktadır.

23. Haksız fiil nedeniyle zarar gören kişinin alacak hakkı kanunda belirtilen süreler içinde talep ve takip edilmediği taktirde zamanaşımına uğrar. Bu durumda zarardan dolayı sorumlu tutulan kişilerin borçları zamanaşımı nedeniyle son bulur.

24. 818 sayılı Borçlar Kanununun 60. maddesinde “Müruru zaman” başlığı altında;

“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblâğ tediyesine müteallik dâva, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.

Şu kadar ki zarar ve ziyan dâvası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsî dâvaya da o müruru zaman tatbik olunur.

Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman ile sâkıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir” şeklinde düzenlenmiş olan zamanaşımı 6098 sayılı TBK’nın 72. maddesinde düzenlenmiş ve kısa olan bir yıllık zamanaşımı süresi iki yıla çıkarılmıştır.

25. Haksız fiilden doğan gerek maddi gerekse manevi tazminat davaları, zarar gören tarafın zararı ve haksız fiil sorumlusunun kim olduğunu öğrenmesinden itibaren başlar. Her ne kadar kanun “zarar ve failine ıttıla” demişse de “fail” sözcüğünden “sorumlu kişi” anlaşılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demekte, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hâl ve şartları öğrenmiş olması demektir. Tazminat hesabına yarayacak bütün ayrıntıların bilinmesi gerekmez (Akman, Sermet/Burcuoğlu, Halûk/Altop, Atillâ/ Tekinay, Selâhattin Sulhi: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler,7. Bası, İstanbul 1993, s. 717-718).

26. Zamanaşımı süresi konusunda ayrık hüküm bulunsa da zamanaşımını durduran, kesen sebepler, zamanaşımı sürelerinin hesabına ilişkin konularda kanunun zamanaşımına ilişkin genel hükümleri uygulanmaktadır (Kılıçoğlu, Ahmet Mithat: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2005, s. 345).

27. Borçlar Kanunu’nun 128. maddesine göre zamanaşımı süresi, alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren işlemeye başlar. Ancak bazı alacakların nitelikleri ya da alacaklı ile borçlu arasındaki ilişkinin özel niteliği zamanaşımı süresinin işlemesini haklı göstermeyebilir. Bu mantıktan hareket eden Borçlar Kanunumuz, zamanaşımını durduran ve kesen sebeplere yer vermiştir (Kılıçoğlu, s. 651).

28. Zamanaşımının durması demek, o ana kadar işlemiş olan zamanaşımı süresinin işlediği noktada durması, buna yol açan sebebin ortadan kalktığı andan itibaren kaldığı yerden işlemeye devam etmesi demektir. Zamanaşımının kesilmesi (kat'ı) ise, borçlunun veya alacaklının ya da hâkimin belli fiillerinin sonucu olarak işlemiş bulunan zamanaşımı süresinin yanması ve kesilmeye neden olan olaydan itibaren yeni bir zamanaşımı süresinin işlemeye başlamasıdır. Zamanaşımının kesilmesi için, zamanaşımının işlemekte olması gerekir. Zamanaşımı süresi dolmuşsa, zamanaşımının kesilmesi söz konusu olmaz. Zamanaşımını kesen sebepler BK’nın 133. (TBK m. 154) maddesinde gösterilmiştir.

29. Borçlar Kanunu’nun 133. maddesinde “Katı sebepleri” başlığında;

“Aşağıdaki hallerde müruru zaman katedilmiş olur:

1- Borçlu borcu ikrar ettiği, hususiyle faiz veya mahsuben bir miktar para veya rehin yahut kefil verdiği takdirde.

2- Alacaklı dava veya defi zımnında mahkemeye veya hakeme müracaatla veya icrai takibat yahut iflas masasına müdahale ile hakkını talep eylediği halde” şeklinde düzenleme mevcuttur.

30. İlgili maddeye göre zamanaşımı: borçlunun bir fiili ile, alacaklının bir fiili ile, yargılama ve takibe ilişkin bir işlemle veya yargıcın emir ve hükmüyle kesilebilir. Alacaklının fiilleri ise dava açması, def’î dava zımnında mahkemeye müracaat etmesi, hakeme başvurması, icra takibine başvurması veya iflas masasına başvurması şeklinde gerçekleşmektedir.

31. Alacaklının bir mahkemede alacağıyla ilgili dava açması zamanaşımının kesilmesi için yeterli olup, davanın niteliği önem arzetmemektedir. Ayrıca dava açıldıktan sonra hâkimin duruşma esnasında veya dosyada yaptığı her işlem ve hüküm ile tarafların her işlem ve eylemi sonunda zamanaşımı yeniden kesilir, süre tekrar işlemeye başlar.

32. Öte yandan BK’nın 134. (TBK m. 155) maddesinde; “Müruru zaman, müteselsilen borçlu olanlardan veya taksimi kabil olmıyan bir borcun müşterek borçlularından birine karşı katedilmiş olunca diğerlerine karşıda katedilmiş olur” düzenlemesi ile zamanaşımının borçlulardan birine karşı kesilmesi hâlinde diğer borçlulara da bu durumun sirayet edeceği düzenlenmiştir.

33. Müteselsil borçlarda, zamanaşımının kesilmesi bazı özel durumlar ihtiva ettiğinden bu aşamada hukukumuzda yerini bulan müteselsil borçluluk kavramına da değinmek gerekmektedir.

34. Müteselsil borçluluk; bir irade beyanı veya kanun hükmü dolayısıyla bir edimi birden ziyade borçlulardan her birinin tamamını ifa etmekle yükümlü bulunduğu, alacaklının ise tamamını ancak bir defa ifa etmek üzere edimi borçlulardan dilediği birinden talep etmeye yetkili olduğu ve borçlulardan birinin ifası veya ifa yerini tutan fiiliyle diğerlerinin bu oranda alacaklıya karşı borçtan kurtulacakları bir birlikte borçluluk hâlidir (Akıntürk, Turgut: Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971, s. 35).

35. Gerçekten de birden ziyade kimse, alacaklıya karşı aynı sebepten dolayı ve her biri borcun tamamı için “asıl borçlu” sıfatıyla borçlu olurlarsa, müteselsil borçluluktan bahsedilebilecektir (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, s. 285).

36. Müteselsil borçluluğun kaynakları, diğer bir ifadeyle birden fazla borçlular arasında teselsül ilişkisinin hangi sebeplerden ileri geldiği, mülga BK’nın 141. maddesinde düzenlenmiştir. Maddeye göre;

“Alacaklıya karşı, her biri borcun mecmuundan mesul olmağı iltizam ettiklerini beyan eden müteaddit borçlular arasında teselsül vardır.

Böyle bir beyanın fıkdanı halinde teselsül ancak kanunun tayın ettiği hallerde olur”.

37. Benzer düzenleme 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 162. maddesinde de yer almış olup madde;

“Birden çok borçludan her biri, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar.

Böyle bir bildirim yoksa, müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hâllerde doğar.” hükmünü içermektedir.

38. Görüldüğü üzere hem 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 141. maddesinde hem de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 162. maddesinde müteselsil borçluluğu doğuran iki kaynak kabul edilmiştir. Bunlardan ilki birinci fıkra uyarınca irade beyanı ile meydana gelen, “iradeden” kaynaklanan müteselsil borçluluk, diğeri ise ikinci fıkrada belirtildiği üzere kanunun öngördüğü hâllerde ortaya çıkan “kanundan” kaynaklanan müteselsil borçluluktur.

39. Birden çok kişi aynı zarardan aynı sebepten veya çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabilir. Bu durum iki veya daha çok kişinin şahsında sorumluluğun ya da herhangi bir tazminat yükümlülüğünün şartlarının gerçekleşmesi hâlinde söz konusu olur. Buna göre birden çok kişi aynı zarara birlikte sebep olabilecekleri gibi, çeşitli nedenlerle de sebep olabilirler. İkinci hâlde sorumlulardan yalnız biri söz konusu zarara sebebiyet verirken, diğeri sebebiyet vermediği böyle bir zararı başka bir nedenle tazmin zorunda kalabilir.

Sonuç itibariyle müteselsil sorumluluk üç hâlde doğabilir. Birinci hâlde, zarar verenlerden her birinin ayrı ayrı sorumlu olduğu iki veya daha fazla sebep bir araya gelmekte ve bu suretle zararlı sonucu meydana getirmektedir.

İkinci hâlde ise zarar, iki veya daha çok sebepten değil, hukuken önem taşıyan bir tek sebepten doğmaktadır. Ancak burada hukuk düzeni bu tek sebep için iki ayrı kişiyi sorumlu tutmaktadır.

Üçüncü hâlde ise, zarar yine bir tek sebepten meydana gelmekle birlikte, sorumluluk hukukuna göre bu zarardan sadece bir kişi sorumlu olmaktadır. Ancak, zarar veren yanında üçüncü bir kişi de bir sözleşme gereğince söz konusu zararı gidermeyi (sorumluluğu) üzerine almaktadır (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara 2017, s.831, 832).

40. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müteselsil mesuliyet” ana başlığı altında “Haksız fiil halinde” alt başlığını taşıyan 50. maddesinin 1. cümlesi “Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer'an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar.” şeklinde düzenlenmiştir.

41. Benzer açıklama 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) “Müteselsil sorumluluk” ana başlığı altında “Dış ilişkide” alt başlığını taşıyan 61. maddesinde de yer almaktadır. Anılan madde;

“Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.” düzenlemesini içermektedir.

42. Kural olarak müteselsil sorumluluk iki ilkeyi beraberinde getirir. Bu ilkelerden birisi zarar verenle zarar gören arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla dış ilişki (BK’nın 50., TBK’nın 61. maddesi); ikincisi ise zarar verenler arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla iç ilişkidir (BK’nın 51., TBK’nın 62. maddesi).

43. Teselsülün dış ilişkideki hükümleri borçlulardan birinin gerek tek taraflı olarak, gerekse alacaklı ile birlikte yaptığı işlemlerin ya da yine borçlulardan birine ait hukukî bir durumun diğer borçlularla alacaklı arasındaki ilişkiye olan etkilerinden ibarettir.

Borçlulardan biri bakımından gerçekleşen bazı hukukî durumlar veya yalnızca borçlu tarafından yapılan bazı işlemler, diğer borçlulara mutlak surette sirayet eder. Öyle ki, söz konusu hukukî durum diğer borçlular içinde tamamen gerçekleşmiş veya bir borçlunun yaptığı işlem, sanki diğer borçlular tarafından yapılmış sayılır (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, s.297).

44. Bu sirayet eden durumlardan biri zamanaşımının kesilmesi durumudur. Zirâ, borçlulardan birine karşı kesilen zamanaşımı diğerlerine karşı da kesilmiş olur.

45. Bu aşamada bir hukuk davasının idari yargıda açılması hâlinde dava açılma tarihinin belirlenmesi önem arz etmektedir. Zirâ, idari yargıda açılan hukuk davasında idare mahkemesince re'sen ya da yargı yolu itirazı üzerine, davanın her safhasında (görevsizlik nedeniyle) dava dilekçesinin reddine karar verilebilir (İYUK m. 14/3-a,15/1-a).

46. İdari yargıya mensup bir diğer mahkemenin görevli olması hâli dışında, dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi durumunda, davanın belli bir hukuk mahkemesine gönderilmesine karar verilemeyeceği maddede açıkça ifade edilmiştir (İYUK m. 15/1-a).

47. İdare mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine yapılması gereken işlemler önem taşımaktadır. Hatalı yargı yolunda (idari yargıda) görevsizlik kararı ile sonuçlanan davanın ne şekilde ve hangi sürede adli yargıda (hukuk mahkemesinde) ikame edileceği konusunda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda bir düzenleme bulunmamaktadır. Ortada bir hukukî düzenleme eksikliğinin mi (kanun boşluğu), yoksa yasa koyucunun bilinçli bir susmasının mı bulunduğunun belirlenmesi önem taşımaktadır. Kanun boşluğu; en yalın anlatımıyla, sorunun çözümüne katkı sağlayacak bir kuralın bulunmaması, yürürlükte olan hukuk düzeni dikkate alındığında, pozitif hukukun sınırları içerisinde sorunu çözecek bir düzenleme eksikliği şeklinde ifade edilebilir.

48. Düzenleme yapılmamış olması her zaman kanun boşluğu anlamına gelmeyebilir. Bir sorun hukuk dışı alanda düzenlenmiş ya da bilerek, isteyerek susma yoluyla yasa koyucu tarafından bilinçli olarak düzenlenmemiş de olabilir. Ne var ki, hukuk düzeninin bir kuralın varlığını gerektirmesine karşın, kanun dışında örf-adet hukuku da bunu düzenlememiş ise bir kanun boşluğundan söz edilmelidir.

49. Hukukun görevi toplumsal yaşamı düzenlemek ve ilişkilerden doğacak sorunları gidermektir. Kanunun bir düzenleme öngörmediği davranış biçiminin çözümsüz bırakılması düşünülemez. İdari ve askeri yargıda özel kurallar çerçevesinde düzenlenen, hak arama özgürlüğü kapsamında önemli bulunan bu yöne HMK hükümleri arasında yer verilmemiş olmasında, kanun koyucunun bilinçli susması, olumsuz düzenleme yapmak istemesi şeklindeki düşünceyi haklı gösterecek bir gerekçeye rastlanılamamıştır. Bu durumda, ortada bir kanun boşluğu bulunduğunun kabulü ile sorunun çözümlenmesi yasanın amacına uygun düşecektir.

50. Hâkimin, hukuk yaratma alanına girebilmesi için çözümü gereken olaya uygulanabilir kanun hükmü veya örf ve adet kuralının bulunmaması aranır. Hâkim, kanun boşluğunu doldururken takip edeceği yol; Türk Medeni Kanununun 1. maddesinde açıklandığı üzere kanun koyucu gibi hareket etmekten ibarettir. Bu aşamada hâkim, kanun koyucunun yapacağı gibi, tarafların karşılıklı menfaatlerini tesbit ederek, bunları adalet süzgecinden geçirip hayat ihtiyaçlarını karşılayan ve aynı zamanda mevcut hukuk düzeni ve hukukî güvenlikle bağdaşan bir kural bulacaktır.

51. Bu yönde en önemli araç kıyastır. Boşlukların kıyas yoluyla doldurulması, adaletin bir gereği olan eşitlik ilkesi, benzer olana benzer şekilde davranma ilkesinin de bir gereğidir.

52. Adli yargı mahkemeleri arasındaki göreve ilişkin uyuşmazlıklarda başvurulan; görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi üzerine, davacının, kararın kesinleşmesi tarihinden itibaren iki hafta içinde yeniden dilekçe vermesinin gerektiği, aksi takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verileceğine ilişkin HMK. m. 20 hükmünün somut olaya kıyasen uygulanması gerekir.

53. Bu durumda, sonradan görevli mahkemede açılan dava, görevsiz mahkemede açılmış olan davanın devamı niteliğinde kabul edilerek, görevsiz mahkemede dava açılması ile kazanılmış haklar saklı tutulmuş olacağından, hak düşürücü süre de, hatalı yargı düzenine bağlı mahkemede davanın açıldığı tarihe göre belirlenecektir.

54. İdari yargı kararını takiben adli yargıda (hukuk mahkemesinde) yeni bir dava açabilmenin koşulları şu şekilde belirlenmelidir:

Davanın görevsiz yargı yerinde açılmış olması;

Görevsiz yargı yerinde açılan davanın, adli yargı düzeni içinde öngörülen hak düşürücü süre içerisinde açılmış olması; 

İdari yargı yerince verilen görevsizlik kararının temyiz edilmeyerek ya da temyiz edildiği takdirde onanmak suretiyle kesinleşmiş olması, kesinleşen kararı takiben 2 haftalık süre içerisinde görevli adli yargı yerinde yeni bir davanın açılmış olması;

İdari yargıda açılan dava ile adli yargıda açılan davanın aynı nitelikte olması.

Belirtilen bu koşulların varlığı hâlinde, adli yargıda açılmış dava, hatalı yargı yolunda açılmış davanın devamı niteliğinde bulunacak, hak düşürücü süre de korunmuş olacaktır.      

55. Böylece, görevsizliğe ilişkin bir kararın, iş bölümü esasına göre veya yargı yolu bakımından verilmiş olmasının, yargı kollarına göre farklı sonuçlar doğurmasının önüne geçilerek, anayasal nitelikteki hak arama özgürlüğü zedelenmemiş olacaktır.

56. Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 27.02.2008 tarihli ve 2018/21-140 E., 2008/205 K.; 27.02.2008 tarihli ve 2018/21-139 E., 2008/204 K. sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.

57. Tüm bu yasal düzenlemeler kapsamında somut uyuşmazlıkta, davacının fabrikasının 16-17.12.2001 tarihinde yağan yağmurlardan dolayı taşan dereden zarar gördüğü ve bu zararın tazmini için idari yargıda önce davalı İzmir Büyükşehir Belediyesi hasım gösterilerek dava açıldığı, ardından idare mahkemesinde yargılama sürerken Atatürk Organize Sanayi Bölgesi ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının davaya hasım olarak eklenmesi yönünden kurulan ara karar üzerine bu davalılar yönünden de yargılamanın devam ettiği ve sonuç itibariyle İzmir 4. İdare Mahkemesinde 29.04.2015 tarihli ve 2014/619 E., 2015/772 K. sayılı karar ile üç davalı aleyhine yargılama yapılarak karar verildiği görülmüştür.

58. Öte yandan davacının dava açmadan önce Karşıyaka 2. Noterliği kanalıyla davalı Atatürk Organize Sanayi Bölgesine 30.09.2002 tarihinde gönderdiği ihtarname ile uğradığı zararın tahsilini talep ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının zararı ve zararın faili olan Atatürk Organize Sanayi Bölgesini bu ihtarname ile öğrendiği kabul edilmekle zamanaşımı bu tarihten itibaren işlemeye başlamalıdır. Zira bu hususta Özel Daire ile Bölge Adliye Mahkemesi arasında bir uyuşmazlık bulunmamakta olup; ihtilâf 30.09.2002 tarihinde işlemeye başlayan zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı noktasındadır.

59. Esas olarak her üç davalı yönünden de aynı sebebe dayalı açılan davada davalılar arasında müteselsil sorumluluk bulunduğu tartışmasız olup, davalılardan birine karşı zamanaşımı kesildiği taktirde tüm davalılara karşı da zamanaşımı kesileceği sabittir. Her ne kadar davacı İzmir 4. İdare Mahkemesinde sadece İzmir Büyükşehir Belediyesini hasım göstererek dava açmış ise de sonuçta idare mahkemesinde dava açılış tarihi olan 23.12.2002 tarihinde diğer iki davalı yönünden de zamanaşımı kesilmiştir. Ayrıca İdare Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda 29.04.2015 tarih, 2014/619 E. ve 2015/772 K. sayılı karar ile hasım olarak eklenen davalı Atatürk Organize Sanayi Bölgesi yönünden davanın görev yönünden reddine diğer davalılar yönünden ise kısmen kabulüne karar verilmiş, verilen kararın davalılar İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı vekillerince temyiz edilmesi üzerine Danıştay 8. Dairesinin 03.10.2016 tarihli ve 2015/11679 E., 2016/7394 K. sayılı kararı ile temyiz istemlerini reddi ile onanmasına karar verilmiş, aynı davalıların karar düzeltme istemi de 25.04.2017 tarihinde reddedilmiştir. Eldeki dava ise adli yargıda 15.07.2015 tarihinde açılmıştır.

60. Sonuç itibariyle; davacının İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne karşı İzmir 4. İdare Mahkemesinde açtığı dava müteselsil sorumlu olan davalı Atatürk Organize Sanayi Bölgesi yönünden işlemeye başlayan zamanaşımını kesmiştir. Ayrıca idari yargıda yapılan yargılama sırasında hasım olarak eklenen davalı Atatürk Organize Sanayi Bölgesi yönünden yargılama sonunda adli yargının görevli olması sebebiyle yargı yolu yokluğundan dolayı red kararı verilmiş ve bu karar üzerine de davacı 6100 sayılı HMK’nın 20. maddesinde belirtilen iki haftalık yasal süreyi geçirmeksizin eldeki davayı açmıştır. Süresinde adli yargıda açılan bu dava idari yargıda açılan davanın devamı niteliğinde bulunmakta ve davalı yönünden ihtarname ile işlemeye başlayan zamanaşımı dava açılış tarihi olan idari yargıda dava açma tarihi olan 23.12.2002 tarihinde kesilmiş ve zamanaşımı süresi de dolmamıştır. Bu durumda Bölge Adliye Mahkemesince işin esası incelenerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi yerinde değildir.

61. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında idari yargıda idare aleyhine açılan tam yargı davasının hizmet kusuruna dayalı açılan davalar olup özel hukuk hükümlerine ve bu kapsamda haksız fiil hükümlerine dayalı açılmış dava sayılamayacağı, idarenin haksız fiil hükümlerine göre de sorumluluğunu gerektiren fiili yol olarak da adlandırılan hâller olabilir ise de bu takdirde özel hukuk hükümlerine göre adli yargıda dava açılabileceği, bu kapsamda olmaksızın hizmet kusuruna dayalı açılan ve idari yargıda görülmesi gereken bir davanın ise haksız fiil hükümlerine göre açılmış sayılamayacağı, hizmet kusurunun, 818 sayılı BK madde 41’deki haksız fiilden farklı olup idare hukukuna has, kendine özgü, özerk, bağımsız, orijinal, olaylara göre değişebilen, esnek bir sorumluluk türü olduğu, kamu hukukunda kusura dayanıldığında, kasıt, ihmâl, dikkatsizlik gibi sübjektif öğeler aranmadan idarenin sorumluluğuna gidildiği, idarenin sorumluluğunun kamu hukukuna uygun biçimde nesnel nitelikte olması gerektiği, idarenin özel hukuka tabi sorumluluğunun ise özel hukuk sözleşme ve ilişkilerinden, idarilik vasfını kaybetmiş, mülkiyet hakkına veya kamu hürriyetlerine ağır biçimde hukuk dışı olarak saldırıda bulunması şeklinde ve fiili yol niteliğindeki eylemlerinden ve kanunlarda adli yargıda görüleceği açıkça belirtilmiş uyuşmazlıklardan doğacağı ve istisnai nitelikte olduğu, idari yargıdaki dava açma sürelerinin hak düşürücü süre niteliğinde olduğu, idari yargıda hizmet kusuruna dayalı olarak görülen bir davanın özel hukuktaki haksız fiil hükümlerine tabi olmamasının sonucu olarak Borçlar Kanunundaki zamanaşımı hükümlerine tabi tutulamayacağının açık olduğu, bu durumda idari yargıda açılan davanın; dava açılmakla zamanaşımının kesileceği (BK 133/1 bent 2), zamanaşımı müteselsil borçlulardan birine kesilince diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımının kesileceği (BK 134/1), bir dava ile kesilen zamanaşımının her yargılama işlemi ile kesilip tekrar başlayacağı (BK 136/1) hükümlerine tabi olmadığı, kaldı ki hizmet kusuru nedeniyle sorumlu olan idarenin bu kapsamdaki sorumluluğu ile özel hukuk hükümlerine göre sorumlu olanlar arasındaki sorumluluğun müteselsil sorumluluk olarak değerlendirilemeyeceği bu esaslara göre somut olay değerlendirildiğinde tacir sayılan ve sorumluluğu özel hukuk hükümlerine tabi olan davalı hakkındaki sorumluluğun haksız fiil hükümlerine tabi olduğu, davacı tarafından davalıya 20.02.2002 tarihinde ihtar çekilmiş olup davacının failin kim olduğunu bu tarihte öğrenmiş sayılması gerektiği, hakkında açılacak dava için zamanaşımının BK’nın 60. maddesine göre bu tarihten itibaren 1 yıl olduğu, davanın ise bir yıllık süre geçtikten sonra hatta fiilden itibaren 10 yıl olan üst süre dahi geçtikten sonra açıldığı, idari yargıda açılan davanın bu dava için zamanaşımını kesmeyeceği, davalı idari yargıda açılan davada İdari Yargı Usulü Kanunu’nun 15. maddesi gereğince davaya hasım olarak eklenmiş ise de bunun usul ve yasaya uygun olmadığı, davalının açılan dava kapsamında hizmet kusuruna dayalı sorumlu idare sayılamayacağı için Uyuşmazlık Mahkemesi kararı ile adli yargının yargı yolu olarak belirlendiği, bunun sonucu olarak yargı yoluna bağlı görevsizlik kararı verildiği, bu karar sonrasında 6100 sayılı HMK’nın 20. maddesinde yer alan iki haftalık süre içinde adli yargıda dava açılmış ise de hasım eklemenin yapıldığı tarihte davalı için zamanaşımı süresinin dolduğu, davacının öncesinde davalı aleyhine idari yargıda dava açma iradesi bulunmadığı gibi davalının hasım olarak da eklenmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla idari yargıda açılan ilk dava tarihinde bu davanın açılmış sayılmasını gerektirmediği, dolayısıyla zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesinin doğru olduğu ve direnme hükmünün onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

62. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

63. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/2. maddesi uyarınca dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 28.06.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 19 üyenin 14’ü BOZMA, 5’i ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.