
HUKUKÎ SONUCA İLİŞKİN TAKDİR HAKKININ VE YETKİSİNİN DENETLENMESİ HUKUKÎLİK DENETİMİ OLUP YARGITAYIN YETKİ ALANINDA BULUNMAKTADIR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/2-849
KARAR NO : 2022/167
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 27/01/2021
NUMARASI : 2020/642 - 2021/113
DAVACI/KARŞI DAVALI : R.T. vekili Av. O.Ş.
DAVALI/KARŞI DAVACI : A.T. vekilleri Av. V.K., Av. F.E.E.
1. Taraflar arasındaki “karşılıklı boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince verilen karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraflarca temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı-Karşı Davalı İstemi:
4. Davacı-karşı davalı vekili 16.03.2016 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 09.08.2015 tarihinde evlendiklerini, iş kadını olan davacının eşinin isteği üzerine işini bıraktığını, eşler arasında cinsel anlamda problemler yaşandığını, davalının çocuk istemesine rağmen doktora gitmediğini, davalının futbolcu olmasından dolayı tarafların sürekli ayrı olduklarını, bir arada olduklarında ise davalının eşiyle ilgilenmediği, sadakatsiz davranışlar sergilediğini, telefonunu yanından ayırmadığını, özel bir şifre ile telefonu sürekli kilitli tuttuğunu, çıkan tartışmalarda eşine şiddet uyguladığını, hakaret ettiğini, “seni istemiyorum, soğudum, hevesim kalmadı, kafamda bitirdim” şeklinde mesaj attığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, müvekkili yararına 20.000 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 1.000.000 TL maddi ve 1.000.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı-Karşı Davacı İstemi:
5. Davalı-karşı davacı vekili 19.04.2016 tarihli cevap ve karşı dava dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, müvekkilinin futbolcu olduğunu ve işi gereği dört yıldır Konya’da yaşadığını, davacının ise İstanbul’dan ayrılmak istemediğini, maddi menfaat elde etmek amacıyla davalı ile evlendiğini, psikolojik baskı ile eşinin futbol hayatını etkilediğini, eşlerin evlilik öncesi uzun süre ilişkilerinin olduğunu, Konya’da birlikte yaşadıklarını, bu nedenle cinsel problemleri olduğuna dair iddianın gerçek dışı olduğunu, kadın eşin evlilik birliğinden doğan yükümlülükleri yerine getirmediğini, sürekli eşinin kusurlarını araştırdığını, kulüp yöneticilerini arayarak eşinin sözleşmesinin yenilenmesini engellemeye çalıştığını ileri sürerek asıl davanın reddine, karşı boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına ve müvekkili yararına 100.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Bakırköy 9. Aile Mahkemesinin 03.10.2017 tarihli ve 2016/198 E., 2017/657 K. sayılı kararı ile; tarafların anlaşarak evlendikleri, kadın eşin evlenmeyle birlikte Konya’ya gittiği ve işi bıraktığı, erkeğin çocuk istemesi nedeniyle eşine psikolojik baskı uyguladığı, cinsel birlikteliklerinde bu sebeple sorunlar yaşandığı, eşine yönelik tutarsız davranışlar sergilediği, çıkan tartışmada fiziksel şiddet uyguladığı, bekârken tanıştığı kadınlarla yazışma ve görüşmelerini sürdürmekle güven sarsıcı hareketlerde bulunduğu, eşine “seni istemiyorum, içim soğudu, evliliği bitirelim” şeklinde mesaj attığı, böylece boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin tam kadının ise kusursuz olduğu gerekçesiyle karşı davanın reddine, asıl davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, kadın yararına 4.000 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 250.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraflarca istinaf isteminde bulunulmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 15.10.2018 tarihli ve 2018/2604 E., 2018/1200 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesince tespit edilen kusur belirlemesinin doğru olmadığını, erkeğin eşine “psikolojik baskı, fiziksel şiddet uyguladığı, seni istemiyorum, boşanalım dediği, güven sarsıcı hareket ettiği” gerekçesiyle tam kusurlu olduğu kabul edilmişse de; evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda eşine fiziksel şiddet uygulayan ve “seni istemiyorum, boşanalım” diye mesaj gönderen erkeğin ağır, eşine “abuk sabuk hareket etme, nerdeysem nerdeyim, hakkımı helal etmiyorum” şeklinde sözler sarf eden kadının ise az kusurlu olduğu, hâl böyleyken erkeğin de davasının kabulü gerektiği gerekçesiyle kadının istinaf itirazlarının reddine, erkeğin istinaf itirazlarının kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının tümüyle kaldırılmasına, her iki davanın da kabulüne, tarafların boşanmalarına, kadın yararına TMK’nın 176. maddesi gereğince aylık 2.000 TL üzerinden iki yıllık toplam 48.000 TL toplu yoksulluk nafakası ile 100.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Bölge adliye mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 03.03.2020 tarihli ve 2019/5284 E. ve 2020/1758 K. sayılı kararı ile;
“… 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanununa uygun sebeplerle ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı erkeğin tüm, davacı-karşı davalı kadının ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlal edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı-karşı davalı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat azdır. Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 27.01.2021 tarihli ve 2020/642 E., 2021/113 K. sayılı kararı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’u (HMK) ile benimsenen istinaf kanun yolu incelemesi sonrasında artık Yargıtayın tamamen bir hukukî denetim ve içtihat mercii olduğu, temyiz incelemesinde maddi vakıa ve delil değerlendirilmesine girilemeyeceği, sadece hukukî denetim yapılması gerektiği, HMK’nın 371. maddesi ile temyiz incelemesinin kapsamının belirlendiği, bozma sebebi nispi nitelikte ise tespit edilen bozma sebebinin hükmü etkilemesi gerektiği, nitekim karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin mevcut olması hâlinde bunların bozma sebebi sayılabilmesi için ayrıca hüküm sonucunu etkilemiş olmaları gerektiği, buna karşılık dava şartlarının bulunmaması veya taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir sebep olmadan kabul edilmemesi hâllerinin ise mutlak bozma sebebi olduğu, somut olaya gelindiğinde ise Yargıtayca temyiz incelemesi sonucunda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 174. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile düzenleme altına alınan maddi-manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığına ilişkin hukukî denetimin yapıldığı, buna göre erkek eşin kusurlu eylemleri nedeniyle kadın eş yararına maddi-manevi tazminat ödenmesine karar verilmesinin doğru olduğunun Yargıtayın hukukî denetimi ile kesinleştiği, bunun ötesinde tarafların belirlenen ekonomik ve sosyal durumları, tazminata esas fillerin ağırlığı da değerlendirilerek TMK’nın 4. maddesi uyarınca takdir edilen tazminatların hakkaniyete uygun olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı yasal süresi içerisinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Bölge adliye mahkemelerince takdir edilen maddi-manevi tazminat miktarlarına ilişkin temyiz talepleri hakkında, Yargıtayca yapılacak incelemenin niteliği ve tazminat miktarları yönünden Yargıtayın temyiz olunun kararı bozup bozamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
15. Bilindiği üzere ülkemizde iki dereceli yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6100 sayılı HMK ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç dereceli yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.
16. Kural olarak, HMK’nın 361. maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362. maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.
17. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamı HMK’nın 369. maddesinin birinci fıkrasında; “Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre Yargıtay, BAM gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.
18. “Bozma sebepleri” HMK’nın 371. maddesinde;
“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar,
a) Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.
b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.
c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.
ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin bulunması” şeklinde düzenlenmiştir. Bu sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.
19. HMK’nın 371/1-a maddesinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması." bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır. (HMK m.371/a) Zira hâkim Türk Hukukunu re'sen uygular (HMK m.33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Bkz. Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, s.706,707,708 vd).
20. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. HMK’nın 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca taraflar, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. HMK’nın 25. maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. HMK’nın 187. maddesine göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Aynı kanunun 189/4 maddesine göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda HMK’nın 371/c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.
21. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukukî denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın re'sen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyada ki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delil görmezden gelinerek karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukukî sonuca varması hâlinde pek tabi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir. Bu kapsamda Yargıtay taraflar lehine veya aleyhine hükmedilen tazminatların miktarlarını da hukukun uygulanmasında hata olduğundan denetlemekte HMK’nın 371 maddesi birinci fıkranın a bendi gereği kanundan kaynaklanan nedenle yükümlüdür.
22. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve vücut sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.
Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukukî niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tabidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukukî nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukukî sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukukî sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukîlik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.
23. Yukarıda anlatılanlarla birlikte somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; eldeki davada, tarafların boşanması sonucu ilk derece mahkemesince kadın eş yararına 250.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminata hükmedildiği bölge adliye mahkemesince yapılan yargılamada 100.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verildiği, Özel Daire ise, tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat, Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alındığında davacı-karşı davalı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat az olduğu gerekçesi ile kararın bozulduğu anlaşılmıştır. Bölge adliye mahkemesi ise Yargıtayın temyiz incelemesinde sadece hukukî denetim yapacağı, maddi vakıa ve delil değerlendirmesi yapma hakkı bulunmadığı gerekçesiyle direnmiştir.
24. Boşanma nedeni ile oluşan maddi ve manevi tazminatın TMK’nın 174. maddesinde "mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda erkeğin ağır, kadının ise az kusurlu olduğu, boşanmaya sebebiyet veren olayların aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte bulunduğu, kadın yararına Türk Medeni Kanununun 174/1 ve 174/2 koşullarının oluştuğu anlaşılmaktadır. Hâkim TMK’nın 4. maddesi, TBK’nın 50 ve 51. maddeleri gereği gerçekleşen kusurun ağırlığı, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ve hakkaniyet gereği uygun bir maddi ve manevi tazminat hükmetme yetkisine sahiptir. Burada hâkime tanınan takdir hakkının maddi hukuktan kaynaklanan ve hukukî sonuca yönelik olarak kullanılan bir hukuka uygunluk sorunu olduğu tartışmasızdır.
25. Belirtilen bu nedenlerle bölge adliye mahkemesi maddi vakıa ve delilleri doğru belirlemesine rağmen bunlarla varılacak hukukî sonucu yanlış değerlendirmiş bir başka ifade ile hata yapmıştır. Özel Dairenin bu hususu belirten bozma kararı Yargıtayın denetimi kapsamında ve yerinde bir sonuçtur.
26. O hâlde, Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı-karşı davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
Bozma sebebine göre davalı- karşı davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 22.02.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
AYNI YÖNDE KARAR:
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/2-283
KARAR NO : 2022/410
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 07/10/2021
NUMARASI : 2021/1181 - 2021/1414
DAVACI : V.Y. vekili Av. E.K.
DAVALI : E.D. vekili Av. E.T.
1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 01.08.2014 tarihinde evlendiklerini, ortak çocuklarının bulunmadığını, davalının aşırı kıskanç ve sinirli bir yapıda olduğunu, eşine psikolojik, fiziksel ve duygusal şiddet uyguladığını, uyuşturucu madde kullandığını, bu sebeple sabıkasının bulunduğunu, savurgan ve eğlenceye düşkün olduğunu, borçları nedeniyle hakkında icra takibi yapıldığını, tüm bunların yanında eşini Selin isimli kadınla aldattığını, bu sebeple müvekkilinin kendi ailesi yanına dönmek zorunda kaldığını, maddi ve manevi destek olmayarak birlik görevlerini yerine getirmediğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına, davacı yararına 500 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 100.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, tarafların altı yıllık ilişki sonrasında evlendiklerini, erkeğin evin ve davacının tüm ihtiyaçlarını karşıladığını, ancak kadın eşin ailesinin müdahalelerine sessiz kaldığını, evliliğin bu hâle gelmesinde davalının hiçbir kusurunun bulunmadığını belirterek boşanmayı kabul etmekle birlikte davacının maddi taleplerinin reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Çerkezköy 1. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 28.12.2017 tarihli ve 2016/761 E., 2017/928 K. sayılı kararı ile; erkeğin sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı ve uyuşturucu madde kullandığı, hâl böyle olunca boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu olduğu gerekçesi ile tarafların boşanmalarına, kadın yararına 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine, boşanma nedeni ile kadının mevcut veya beklenen bir menfaatinin zedelenmediği ve ayrıca yoksulluğa düşmeyeceği gerekçesi ile maddi tazminat ile yoksulluk nafaka talebinin reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraflarca istinaf isteminde bulunulmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 30.09.2020 tarihli ve 2018/1549 E., 2018/1028 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesince tespit edilen kusur belirlemesi ile davacı kadının yoksulluk nafaka talebinin reddinin doğru olduğu, hükmedilen manevi tazminat miktarının da hakkaniyete uygun olduğu gerekçesiyle erkeğin tüm kadının sair istinaf itirazlarının reddi ile kadın yararına 75.000 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Bölge adliye mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 15.06.2021 tarihli ve 2021/3610 E. ve 2021/4881 K. sayılı kararı ile;
“… 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı erkeğin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat çoktur. Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu'nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 07.10.2021 tarihli ve 2021/1181 E., 2021/1414 K. sayılı kararı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ile benimsenen istinaf kanun yolu incelemesi sonrasında artık Yargıtay’ın tamamen bir hukukî denetim ve içtihat mercii olduğu, temyiz incelemesinde maddi vakıa ve delil değerlendirilmesine girilemeyeceği, sadece hukukî denetim yapılması gerektiği, HMK’nın 371. maddesi ile temyiz incelemesinin kapsamının belirlendiği, bozma sebebi nispi nitelikte ise tespit edilen bozma sebebinin hükmü etkilemesi gerektiği, nitekim karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin mevcut olması hâlinde bunların bozma sebebi sayılabilmesi için ayrıca hüküm sonucunu etkilemiş olmaları gerektiği, buna karşılık dava şartlarının bulunmaması veya taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir sebep olmadan kabul edilmemesi hâllerinin ise mutlak bozma sebebi olduğu, somut olaya gelindiğinde ise Yargıtayca temyiz incelemesi sonucunda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 174. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile düzenleme altına alınan maddi-manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığına ilişkin hukukî denetimin yapıldığı, buna göre davalının kusurlu eylemleri nedeniyle davacı yararına maddi-manevi tazminat ödenmesine karar verilmesinin doğru olduğunun Yargıtayın hukukî denetiminden geçtiği, bunun ötesinde tarafların belirlenen ekonomik ve sosyal durumları, tazminata esas fiillerin ağırlığı da değerlendirilerek TMK’nın 4. maddesi uyarınca takdir edilen tazminatların miktarlarına yönelik bozma yapılamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; bölge adliye mahkemelerince takdir edilen maddi-manevi tazminatların miktarına ilişkin temyiz talepleri hakkında, Yargıtayca yapılacak incelemenin; niteliği ve tazminat miktarları yönünden Yargıtayın temyiz olunan kararı bozup bozamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
15. Bilindiği üzere ülkemizde iki dereceli yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve HMK ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç dereceli yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.
16. Kural olarak, HMK’nın 361. maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362. maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.
17. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamı HMK’nın 369. maddesinin 1. fıkrasında; “Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre Yargıtay, bölge adliye mahkemesi gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.
18. “Bozma sebepleri” HMK’nın 371. maddesinde;
“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar,
a) Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.
b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.
c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.
ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin bulunması” şeklinde düzenlenmiştir. Bu sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.” şeklindeki hüküm ile düzenleme altına alınmıştır.
19. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması” bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır (HMK m. 371/a). Zira hâkim Türk Hukukunu re'sen uygular (HMK m. 33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Kuru, Baki; İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, s. 706, 707, 708 vd).
20. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. HMK’nın 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. HMK’nın 25. maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. HMK’nın 187. maddesine göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Aynı Kanun’un 189/4 maddesine göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda HMK’nın 371/c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.
21. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukukî denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın re'sen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyada ki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delilin gözden kaçırılarak karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukukî sonuca varması hâlinde pek tabi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir. Bu kapsamda Yargıtay taraflar lehine veya aleyhine hükmedilen tazminatların miktarlarını da hukukun uygulanmasında hata olduğundan denetlemekte HMK’nın 371 maddesi birinci fıkranın a bendi gereği kanundan kaynaklanan nedenle yükümlüdür.
22. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde içtihat birlikteliğini temin edecek şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve vücut sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.
23. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukukî niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tabidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukukî nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukukî sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukukî sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukîlik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.
24. Yukarıda anlatılanlarla birlikte somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; eldeki davada, tarafların boşanması sonucu ilk derece mahkemesince kadın eş yararına 50.000 TL manevi tazminata hükmedildiği, bölge adliye mahkemesince yapılan yargılamada kadın yararına hükmedilen manevi tazminat miktarının isabetli olduğu ancak maddi tazminat şartlarının da oluştuğu gerekçesiyle kadın yararına 75.000 TL maddi tazminat ödenmesine karar verildiği, Özel Dairece tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat, TMK’nın 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminatın çok olduğu gerekçesi ile kararın bozulduğu anlaşılmıştır. Bölge adliye mahkemesi ise, Yargıtayın temyiz incelemesinde sadece hukukî denetim yapacağı, maddi vakıa ve delil değerlendirmesi yapma hakkı bulunmadığı gerekçesiyle direnmiştir.
25. Boşanma nedeni ile oluşan maddi ve manevi tazminat TMK’nın 174. maddesinde “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda erkeğin tam, kadının ise kusurlu bir davranışının bulunmadığı, boşanmaya sebebiyet veren olayların aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte bulunduğu, kadın yararına TMK’nın 174/1 ve 174/2. maddelerinin koşullarının oluştuğu anlaşılmaktadır. Hâkim, TMK’nın 4. maddesi, TBK’nın 50 ve 51. maddeleri gereği gerçekleşen kusurun ağırlığı, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ve hakkaniyet gereği uygun bir maddi ve manevi tazminat hükmetme yetkisine sahiptir. Burada hâkime tanınan takdir hakkının maddi hukuktan kaynaklanan ve hukukî sonuca yönelik olarak kullanılan bir hukuka uygunluk sorunu olduğu tartışmasızdır.
26. Belirtilen bu nedenlerle bölge adliye mahkemesi maddi vakıa ve delilleri doğru belirlemesine rağmen bunlarla varılacak hukukî sonucu yanlış değerlendirmiş bir başka ifade ile hata yapmıştır. Özel Dairenin bu hususa değinen bozma kararı ise Yargıtayın denetimi kapsamında ve yerinde bir sonuçtur.
27. O hâlde, Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın HMK’nın 373/2. maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 29.03.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.03.2022 tarihli 2-583/357, 2-651/358, 2-652/359, 2021/847 E. - 2022/360 K., 2-850/361, 2-988/362, 2-1009/363 ve 29.03.2022 tarihli 2-1023/403, 2-31/404, 2-143/407 ve 2-280/409 sayılı kararları da aynı yöndedir.
AYNI YÖNDE KARAR:
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2022/(17)4-656
Karar No : 2024/242
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 28.09.2021
EK KARAR TARİHİ : 13.07.2020
SAYISI : 2021/674 E., 2021/854 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 15.02.2021 tarihli ve
2020/3290 Esas, 2021/1312 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davalı Metin A. ve Ayşe Ş. aleyhine açılan davanın reddine, davalı Adnan K. aleyhine açılan davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davacı, davalı Yüksel E. ve davalı Adnan K. vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, İlk Derece Mahkemesince davalı Yüksel E. vekilinin istinaf başvurusunun yapılmamış sayılmasına; Bölge Adliye Mahkemesince davalı Adnan K. vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine; davacı vekilinin istinaf başvurusunun ise kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davalı Ayşe Ş. hakkındaki davanın reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kabulüyle, davalı Yüksel E. ile Adnan K. ve Metin A. arasında gerçekleştirilen taşınmaz satışına ilişkin tasarrufların iptali ile davacıya icra dosyasındaki alacak ve fer'îleri bakımından anılan taşınmazlar üzerinde haciz ve satış yetkisi tanınmasına karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı vekili ve davalı Metin A. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı Metin A. vekilinin temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına dair ek karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı vekili tarafından ve ek kararın ise davalı Metin A. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı Yüksel E.’un müvekkiline olan borcu nedeniyle 01.06.2016 tanzim, 01.08.2016 vade tarihli ve 150.000,00 TL bedelli bonoya dayanılarak davalı hakkında Kocaeli 7. İcra Müdürlüğünün 2017/1432 Esas numarasıyla icra takibi başlatıldığını, borçlunun üzerinde kayıtlı malvarlığı bulunmadığını, 06.04.2017 tarihinde evinde yapılan hacizde hacze değer mal bulunmadığı ve haciz tutanağı ile borçlu hakkında geçici aciz vesikası düzenlendiğini, pasif taşınmaz sorgusu yapılması neticesinde davalı borçlunun bir kısmı yakın tarihlerde olmak üzere taşınmazlarını mal kaçırmak amacıyla anlaştığı kişilerin üzerine kötüniyetli olarak devrettiğinin tespit edildiğini; davalı borçlunun bu kapsamda dava konusu 153 ada, 37 parselde bulunan 6.246 metrekare fındıklık vasfındaki taşınmazını müvekkiline verilen bononun vadesinden on gün sonra 10.08.2016 tarihinde 21.000,00 TL'ye Ayşe Ş.'e satış suretiyle devrettiğini, satıştan önce taşınmaz üzerine Denizbank lehine 200.000,00 TL bedelle ipotek konulduğunu, davalı borçlunun 10.11.2016 tarihinde satın aldığı 127 ada 87 parseldeki 6.880 metrekare fındıklık vasfındaki taşınmazını bononun vade tarihinden sonra 15.11.2016 tarihinde 23.000,00 TL'ye davalı Metin A.'a satış suretiyle devrettiğini, her iki satışta da alıcıya vekâleten dava dışı Gülay Keleş’in yer aldığını, 166 ada 8 parselde bulunan 3.117 metrekare fındıklık vasfındaki taşınmazını ise bononun vadesinden sonra 10.11.2016 tarihinde 10.200,00 TL'ye davalı Adnan K.'a satıldığını, bu davalının da davalı borçlu ile aynı yer nüfusuna kayıtlı olup nüfus cüzdanı cilt numaralarının dahi aynı olduğunu ve her iki davalının da aynı ilçede oturduğunu, bu taşınmaz üzerinde de Denizbank lehine 17.08.2016 tarihinde 180.000,00 TL bedelle konulan ipotek ile birlikte satıldığını, borçlu ile işlem yapan üçüncü kişilerin satışların alacaklılardan mal kaçırmak gayesiyle yapıldığını bildiklerini ileri sürerek satışlara ilişkin tasarrufların iptali ile davacıya taşınmazlar üzerinde cebri icra yetkisi tanınmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı Adnan K. vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin davalı borçlunun halasının oğlu olduğunu ve maddi olarak zor durumda olduğundan kredi çekmek istediğini ancak kredi için bankanın taşınmaz teminatı aradığını müvekkiline bildirmesi üzerine ona yardımcı olmak amacıyla teklifi kabul ettiğini, müvekkilinin geri almak şartı ile maliki olduğu 166 ada 8 parselde kayıtlı tarlasını tapuda davalı Yüksel'e devir ve temlik ettiğini, borçlunun sonrasında 127 ada 87 parselde kayıtlı taşınmazını satın almak istediğini söylemesi üzerine müvekilinin bu teklifi de kabul ederek satış ve devir işlemlerini yaptığını, daha önce kredi çekmesi için temlik ettiği parseli tapuda aynı gün geri aldığını, davalılardan Yüksel'in satış bedelini bir hafta sonra ödeyeceğini söylediğini ancak sonrasında ortadan kaybolarak müvekkilini dolandırdığını, davalı müvekkilinin gerçek satış yaptığı ancak parasını alamadığı parselin davalı Yüksel tarafından diğer davalı Metin'e temlik edildiğini bu dava ile öğrendiğini, tasarrufun iptali davasının şartlarının oluşmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.
2. Davalı Ayşe Ş. vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin eşi İlyas Ş.’in Körfez’de tanınan bir kişi olduğunu ve ticaret ile uğraştığını, dava dışı emlakçı Gülay Keleş’in pazarlaması üzerine İlyas Ş.'in bedeli mukabilinde taşınmazı satın aldığını, tescilin ise müvekkili adına yapıldığını, ödemenin bir kısmının çek ile yapıldığını, kalan kısmın ise elden nakit olarak verildiğini, tasarrufun iptali şartlarının oluşmadığını, davacı tarafça usulüne uygun olarak alınmış bir aciz vesikasının da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
3. Davalı Metin A. vekili cevap dilekçesinde; tasarrufun iptali davası şartları oluşmadığından dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddi gerektiğini, müvekkilinin yıllardır emlak alım satım işi ile uğraştığını, davalı borçlu Yüksel ile yine taşınmaz alımı esnasında tanıştığını, alacaklılarından mal kaçırmak maksadı ile de bu taşınmaz satışını yaptığını bilmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
4. Davalı Yüksel E. duruşmadaki beyanında; davalı Ayşe Ş.’e devrettiği taşınmazın kendisine Ayşe Ş.'in vermiş olduğu parayla almış olduğu yer olduğunu, taşınmazı daha sonra davalıya ait olduğundan devrettiğini, halasının oğlu davalı Adnan K.'dan aldığı taşınmazı yine aynı gün Metin A.'a devrettiğini ve taşınmazın bedelini aldığını, davalılardan Adnan K.'a devredilen taşınmazı ise emaneten kredi almak için devraldığını, kredi çektikten sonra ise geri devrettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 30.05.2019 tarihli ve 2017/66 Esas, 2019/106 Karar sayılı kararıyla; davalı Metin ile davalı Yüksel arasında önceye dayalı tanışıklık ya da akrabalık ilişkisi bulunduğunun ve davalının, davalı Yüksel'in mali durumunu bilebilecek durumda olduğunun ispatlanamadığı; davalı Ayşe ile davalı Metin arasında da önceye dayalı bir tanışıklık veya akrabalık ilişkisi bulunmadığı, dava konusu taşınmaz üzerinde ipotek bulunduğu, Denizbank lehine tesis edilen 200.000,00 TL bedelli ipotek sebebiyle taşınmazın satışında fahiş fark bulunmadığı, davalının kötüniyetinin de ispatlanamadığı; davalı Adnan'ın ise davalı Yüksel'in halasının oğlu olduğu, davalı Yüksel'in piyasaya yüklü miktarda borcu olduğunu bilerek dava konusu taşınmazı devraldığı, borçlu davalı Yüksel'in mali durumunu ve zarar verme kastını bildiği veya bilebilecek durumda olduğu gerekçesiyle; davalı Metin A. ve Ayşe Ş. aleyhine açılan davanın reddine; davalı Adnan K. adına tapuya kayıtlı taşınmaza yönelik davalı Yüksel E. tarafından yapılan tasarrufun iptali ile alacaklı davacının Kocaeli 7. İcra Müdürlüğünün 2017/1432 Esas sayılı takip dosyasındaki alacağını fer'îleri ile karşılayacak şekilde cebri icra yetkisi verilmesine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesince davalı Yüksel E. vekilinin istinaf başvurusunun yapılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ve davalı Adnan K. vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 11.03.2020 tarihli ve 2019/1154 Esas, 2020/256 Karar sayılı kararıyla; davalılardan Adnan K.'ın borçlu Yüksel E.'un halasının oğlu olduğu ve ekonomik olarak zor durumda olduğu için kredi çekmeye uğraşan borçlunun mali durumunu bildiği; davalı Ayşe Ş. tarafından 153 ada 37 parsel sayılı taşınmazın üzerindeki 200.000,00 TL bedelli ipotek ile satın alındığı, ipotek bedeli de gözetildiğinde taşınmazın değeri ile satış bedeli arasında mislini aşan fark bulunmadığı, satışta davalı adına vekâleten hareket eden kişinin daha önce borçlu adına da satış işleminde vekil olarak yer almasının başlı başına bir iptal nedeni olmadığı; davalılardan Metin A. tarafından satın alınan 127 ada 87 parsel sayılı taşınmazın değeri ile satış bedeli arasında mislini aşan fark bulunduğu, davalının daha yüksek bedel ödeyerek taşınmazı satın aldığı savunmasını ispatlayamadığından bu taşınmaz bakımından da davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçeleriyle; davalı Adnan K.'ın istinaf başvurusunun esastan reddine; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davalı Ayşe Ş. hakkındaki davanın reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kabulü ile, davalı Yüksel E. ile Adnan K. ve Metin A. arasında gerçekleştirilen taşınmaz satışına ilişkin tasarrufların iptali ile davacıya Kocaeli 7. İcra Müdürlüğünün 2017/1432 Esas sayılı dosyasındaki alacak ve fer'îleri bakımından anılan taşınmazlar üzerinde haciz ve satış yetkisi tanınmasına karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davalı Metin A. vekili temyiz isteminde bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesince davalı Metin A.'ın temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına dair ek karar verilmiştir.
2. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve ek karara yönelik olarak da davalı Metin A. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
3. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"... 1- Bölge Adliye Mahkemesince 13/07/2020 tarihli ek karar ile davalı Metin A. vekilinin kendisine tanınan kesin süre içerisinde nispi temyiz harcını tamamlamaması nedeniyle HMK'nun 366 maddesi yollaması ile 344 maddesi gereğince davalı vekilinin temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına karar verilmiş bu ek karar davalı Metin A. vekilince temyiz edilmiştir.
6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 434/3. maddesi; temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamının ödeneceğini, bunların eksik olduğunun tesbiti halinde kararı veren hakim veya mahkemenin başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içerisinde tamamlanacağını, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususunun temyiz edene bildirileceğini ve verilen süre içerisinde tamamlamadığı takdirde kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verileceğini hükme bağlamıştır.
Bu hüküm uyarınca gönderilen muhtıranın, hukuki sonuç doğurabilmesi usulünce düzenlenmesine bağlıdır.
Mahkemece, davalı Metin A. vekiline eksik temyiz giderlerinin tamamlanması için çıkarılan muhtırada masrafın yatırılacağı yer tereddüde yol açmayacak şekilde “mahkeme veznesi” olarak gösterilmesi gerekirken “dosyamıza yatırılması” ibaresi kullanılmıştır.
Oysa ki, bir işlemin tamamlanması ancak o işlemin yapılacağı merci önünde olur. Mahkemenin muhtıra yazısı bunu sağlamaya yeterli olmayıp, temyiz edeni yanıltacak mahiyettedir. Bu nedenle muhtıra geçersiz olup, daha sonra davalı Metin A. vekili tarafından yatırılması gereken temyiz harcı tamamlanmıştır. Buna göre; geçersiz muhtıraya istinaden kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verilmesi isabetli görülmediğinden Bölge Adliye Mahkemesi’nin 13/07/2020 tarihli ek kararının kaldırılarak davalı Metin A. vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi gerekmiştir.
2- İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak davacı vekili ve davalı Adnan Kararslan tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK'nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda, Bölge Adliye Mahkemesince verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK'nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre davalı Metin A. vekilinin temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
3- Davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dava İİK'nun 277 ve devamı maddelerine göre açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
İptal davasından maksat, İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazıldığı gibi alacağın tahsilini temin için borcun doğumundan sonra yapılan tasarrufların iptaline hükmettirmektir. Bu davanın ön koşulu ise, borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK.nun 277 md) bulunmasıdır. Ön koşulun bulunması halinde ise İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK.nun 278. maddede akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği ve yasanın bağışlama hükmünde olarak iptale tâbi tuttuğu tasarrufların iptali gerektiğinden mahkemece ivazlar arasında fark bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Aynı maddede sayılan akrabalık derecesi vs. araştırılmalıdır. Keza İİK.nun 280. maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan İİK.nun 279. maddesinde de iptal nedenleri sayılmış olup bu maddede yazılan iptal nedenlerinin gerçekleşip gerçekleşmediği de takdir olunmalıdır.
Somut olayda; dava konusu Kocaeli ili, Kandıra ilçesi, Çalca Köyü, 153 ada, 37 parsel sayılı taşınmaz 10/08/2016 tarihinde davalı borçlu Yüksel E. tarafından davalı 3. kişi Ayşe Ş.’e devredilmiş olup, yargılama sırasında tanık olarak dinlenen davalı 3. kişi Ayşe Ş.’in eşi İlyas Ş.; davalı borçlu Yüksel E.'un çalıştığı firma için, kendisinin çalıştığı firmadan elektrik malzemeleri satın aldığını ve bu nedenle tanıdığını beyan etmiştir. Dosya kapsamından davalı borçlu Yüksel E.’un çalıştığı şirketin kendisine ait olup olmadığı aynı şekilde davalı 3. kişi Ayşe Ş.’in eşi İlyas Ş.’in elektrik malzemeleri satan şirketinin olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Bu durumda, kendilerine ait şirketlerin olup olmadığı, varsa bu şirketler arasında bir ticari ilişkinin bulunup bulunmadığı hususları araştırılarak sonucuna göre davalı 3. kişi Ayşe Ş.’in davalı borçlunun İİK. 280. madde kapsamında alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetli değildir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacı tarafın gerek yargılama aşamasında gerekse ilk derece mahkemesinin kararı üzerine istinaf yoluna başvurusu sırasında delillerinin toplanmadığı yönünde bir iddia ileri sürmediği, bu kapsamda; tanık İlyas Ş. ile Yüksel E.'un benzer ticari faaliyetler yaptıkları, aralarında tanışıklık olduğu gibi bir vakıaya dayanmadığı, bu yönde inceleme yapılmasının 6100 sayılı Kanun’un 25 ve 355 inci maddelerine aykırılık oluşturacağı gibi bu durum maddi vakıaların denetimi ve delil değerlendirmesi ile ilgili olduğundan sınırlayıcı olarak sayılan Yargıtayın bozma nedeni yapabileceği hâller arasında yer almadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; direnme kararının kendi içinde çelişkili olduğunu, dava dilekçesi ve istinaf dilekçesi incelendiğinde de Ayşe Ş. yönünden böyle bir vakıaya dayanıldığının da açık olduğunu, davalının kendi beyanında dahi ipotek bedeli eklendiğini kabul etmediği hâlde mahkemece bedel eklenmek suretiyle sonuca varıldığını ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun (2004 sayılı Kanun, İİK) 280 inci maddesi kapsamında davalı Ayşe Ş.’in borçlunun alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının incelenip değerlendirilebilmesi için tanık İlyas Ş. ile davalı borçlu Yüksel E.'un kendilerine ait şirketlerin olup olmadığı, varsa bu şirketler arasında bir ticari ilişkinin bulunup bulunmadığı hususları araştırılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. İcra ve İflas Kanunu'nun 277 vd maddeleri
2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun, HMK) 25, 119, 129, 187, 194, 361, 362, 369, 371 vd. maddeleri
2. Değerlendirme
1. Somut olayda davalı Ayşe Ş. aleyhine açılan dava dışındaki hususların kesinleştiği açıktır. Uyuşmazlık, üçüncü kişi konumundaki davalı Ayşe Şimsek'in 2004 sayılı Kanun'un 280 inci maddesi kapsamında borçlunun alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
2. Ne var ki; Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararında Yargıtay tarafından maddi yönden deliller değerlendirilmek suretiyle davanın ispat edilip edilmediği noktasında bir inceleme yapılamayacağı gerekçesine yer verildiğinden yeri gelmişken öncelikle bu noktada ilgili mevzuatın ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
3. Bilindiği üzere ülkemizde iki aşamalı yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6100 sayılı Kanun ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç aşamalı yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.
4. Kural olarak, 6100 sayılı Kanun'un 361 inci maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihaî kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362 nci maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.
5. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamını düzenleyen 6100 sayılı Kanun'un 369 uncu maddesinin birinci fıkrasına göre; Yargıtay, bölge adliye mahkemesi gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.
6. Aynı Kanun'un “Bozma sebepleri” başlıklı 371 inci maddesinde düzenlenen sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.
7. 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin 1-a bendinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması" bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır (6100 sayılı Kanun, md 371/a). Zira hâkim Türk Hukukunu resen uygular (6100 sayılı Kanun md 33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Ankara, 2017, s. 706 vd).
8. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. 6100 sayılı Kanun'un 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. Aynı Kanun'un 25 inci maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. 187 nci maddeye göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir ve 189 uncu maddenin dördüncü fıkrasına göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda 6100 sayılı Kanun'un 371/1-c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.
9. Kanunda sayılan temyiz sebeplerini maddî hukuka ilişkin temyiz sebepleri ve usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri olarak ayrıma tâbi tutmak; usul hukukuna ilişkin temyiz sebeplerini ise mutlak temyiz sebepleri ve nispî temyiz sebepleri şeklinde ayırmak benimsenmiş bir usuldür. Usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri bakımından Kanun kural olarak "karara etki etme" kriteri şeklinde isimlendirilebilecek bir kriter kabul etmektedir. Buna göre kural olarak temyiz edilen kararın verildiği davada yapılmış olabilecek bütün usule aykırılıklar değil sadece karara etki eden usule aykırılıklar bozma sebebi teşkil eder (Ali Cem, Budak / Varol Karaaslan, Medenî Usul Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2020, s. 410, 411).
10. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukuki denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın resen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyadaki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delil görmezden gelinerek karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukuki sonuca varması hâlinde pek tabi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir.
11. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını ve içtihat birliğini sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve varlık sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.
12. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukuki niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tâbidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukuki nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukuki sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukuki sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukilik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.
13. Yukarıdaki açıklamalar ışığında Özel Daire bozma kararında vurgulanan hususun 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin birinci fıkrasının a bendinde belirtilen hukukun yanlış uygulanıp uygulanmadığı yönünde yapılan bir denetim olduğu, bir başka deyişle tespit edilen vakıalara bağlanan sonuçların denetiminin hukukilik denetimi kapsamında kaldığı kuşkusuz olup, Bölge Adliye Mahkemesinin direnme gerekçesi yerinde değildir.
14. Tüm bu açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusuna gelindiğinde ise; konu ile ilgili diğer kavram ve yasal mevzuatın incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
15. İcra ve İflas Kanunu'nun 277 vd. madderinde yer alan düzenlemeler karşısında tasarrufun iptali davası; “Borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen değerlerin tasarruftan zarar gören alacaklının alacağını elde etmesi amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlayan bir dava,” kısaca "borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak için yaptığı tasarruflarını, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüzleştirmeye yönelik bir dava" şeklinde tanımlanabilir. İptal davasının amacı bir alacağı ödememek için, mal varlığını azaltıcı veya artışını önleyici nitelikte, borçlu tarafından yapılan bir taraflı hukuki işlemler ve fiillerle, borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kişilerle yaptığı tüm hukuki işlemleri, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüz sayarak işlem konusu mal veya hakkı hâlen borçluya aitmiş gibi, cebrî icra yolu ile alacaklının alacağını almasına olanak sağlamaktır (Ali Güneren: İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, Ankara 2012, s: 39, 40).
16. İcra ve İflas Kanunu'nun 278, 279 ve 280 inci maddelerinde düzenlenen ve iptal davasının konusunu teşkil eden tasarruflar genel olarak üç grupta toplanmıştır. Bunlar; karşılıksız (ivazsız) yapılan tasarruflar, aciz hâlinde iken ve bundan ötürü yapılan tasarruflar ve olağan durumlarda borçlunun yapmayacağı işlemlerle malvarlığında eksiltme yaratan tasarruflardır. Ancak, bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar tahdidi olarak sayılmış değildir. Kanun iptale tabi bazı tasarruflar için genel bir tanımlama yaparak hangi tasarrufların iptale tabi olduğu hususunun tayinini hâkimin takdirine bırakmıştır ( 2004 sayılı Kanun md 281). Dava dilekçesinde İİK'nın 278, 279 ve 280 inci maddelerinden hangisine istinaden iptal istendiğinin belirtilmesi de zorunlu değildir. Hatta bu maddelerden biri gösterilmiş olsa bile mahkeme bununla bağlı olmayıp, diğer maddelerden birine dayanarak iptal kararı verebilir. Bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.11.1987 tarihli ve 1987/15-381 Esas, 1987/ 873 Karar ; 14.01.2020 tarihli ve 2019/17-16 Esas, 2020/7 Karar sayılı kararında da açıklanmıştır.
17. Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin bulunması gerekir. Bu ön koşulların bulunması hâlinde ise 2004 sayılı Kanun'un 278, 279 ve 280 inci maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK'nın 280 inci maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan 280/3 üncü maddesine göre ön görülen karinenin somut olayda mevcut olup olmadığı değerlendirilmelidir.
18. Eldeki davada; hatalı olarak satış sözleşmesinin vekâleten yapıldığı ve her iki davalı arasında tanışıklık, ticari ilişkinin bulunmadığı belirtilmiş ve akabinde davacı ile davalı arasında önceye dayalı bir tanışıklık, akrabalık ya da ticari ilişki olmadığı sonucuna varılmış ise de; varılan sonuç davalı borçlunun duruşmadaki beyanıyla ve dosya kapsamındaki tanık beyanlarıyla çelişmektedir. Tanık olarak dinlenen davalı üçüncü kişi Ayşe Ş.’in eşi İlyas Ş.; davalı borçlu Yüksel E.'un çalıştığı firma için, kendisinin çalıştığı firmadan elektrik malzemeleri satın aldığını ve bu nedenle tanıdığını beyan etmiştir. Dosya kapsamından davalı borçlu Yüksel E.’un çalıştığı şirketin kendisine ait olup olmadığı aynı şekilde davalı üçüncü kişi Ayşe Ş.’in eşi İlyas Ş.’in elektrik malzemeleri satan şirketinin olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Bu çelişki karşısında dosya kapsamında bulunan bilgi ve belgelere göre davalı üçüncü kişi Ayşe Ş.’in davalı borçlunun İİK'nın 280 inci madde kapsamında alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından eksik inceleme ile sonuca varılmıştır.
19. O hâlde, somut olayda Yargıtay tarafından yapılan denetim ve neticesinde verilen bozma kararının 5235 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun hükümlerine aykırı olduğunu söyleyebilme olanağı olmadığı ve mevcut beyanlar ile dosya kapsamına göre davalı üçüncü kişi Ayşe Ş.’in davalı borçlunun İİK'nın 280 inci maddesi kapsamında alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından Özel Daire bozma kararında belirtilen şekilde inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra değerlendirme yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
20. Hâl böyle olunca; Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
15.05.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.
HUKUKÎ SONUCA İLİŞKİN TAKDİR HAKKININ VE YETKİSİNİN DENETLENMESİ HUKUKÎLİK DENETİMİ OLUP YARGITAYIN YETKİ ALANINDA BULUNMAKTADIR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/2-849
KARAR NO : 2022/167
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 27/01/2021
NUMARASI : 2020/642 - 2021/113
DAVACI/KARŞI DAVALI : R.T. vekili Av. O.Ş.
DAVALI/KARŞI DAVACI : A.T. vekilleri Av. V.K., Av. F.E.E.
1. Taraflar arasındaki “karşılıklı boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince verilen karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraflarca temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı-Karşı Davalı İstemi:
4. Davacı-karşı davalı vekili 16.03.2016 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 09.08.2015 tarihinde evlendiklerini, iş kadını olan davacının eşinin isteği üzerine işini bıraktığını, eşler arasında cinsel anlamda problemler yaşandığını, davalının çocuk istemesine rağmen doktora gitmediğini, davalının futbolcu olmasından dolayı tarafların sürekli ayrı olduklarını, bir arada olduklarında ise davalının eşiyle ilgilenmediği, sadakatsiz davranışlar sergilediğini, telefonunu yanından ayırmadığını, özel bir şifre ile telefonu sürekli kilitli tuttuğunu, çıkan tartışmalarda eşine şiddet uyguladığını, hakaret ettiğini, “seni istemiyorum, soğudum, hevesim kalmadı, kafamda bitirdim” şeklinde mesaj attığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, müvekkili yararına 20.000 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 1.000.000 TL maddi ve 1.000.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı-Karşı Davacı İstemi:
5. Davalı-karşı davacı vekili 19.04.2016 tarihli cevap ve karşı dava dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, müvekkilinin futbolcu olduğunu ve işi gereği dört yıldır Konya’da yaşadığını, davacının ise İstanbul’dan ayrılmak istemediğini, maddi menfaat elde etmek amacıyla davalı ile evlendiğini, psikolojik baskı ile eşinin futbol hayatını etkilediğini, eşlerin evlilik öncesi uzun süre ilişkilerinin olduğunu, Konya’da birlikte yaşadıklarını, bu nedenle cinsel problemleri olduğuna dair iddianın gerçek dışı olduğunu, kadın eşin evlilik birliğinden doğan yükümlülükleri yerine getirmediğini, sürekli eşinin kusurlarını araştırdığını, kulüp yöneticilerini arayarak eşinin sözleşmesinin yenilenmesini engellemeye çalıştığını ileri sürerek asıl davanın reddine, karşı boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına ve müvekkili yararına 100.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Bakırköy 9. Aile Mahkemesinin 03.10.2017 tarihli ve 2016/198 E., 2017/657 K. sayılı kararı ile; tarafların anlaşarak evlendikleri, kadın eşin evlenmeyle birlikte Konya’ya gittiği ve işi bıraktığı, erkeğin çocuk istemesi nedeniyle eşine psikolojik baskı uyguladığı, cinsel birlikteliklerinde bu sebeple sorunlar yaşandığı, eşine yönelik tutarsız davranışlar sergilediği, çıkan tartışmada fiziksel şiddet uyguladığı, bekârken tanıştığı kadınlarla yazışma ve görüşmelerini sürdürmekle güven sarsıcı hareketlerde bulunduğu, eşine “seni istemiyorum, içim soğudu, evliliği bitirelim” şeklinde mesaj attığı, böylece boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin tam kadının ise kusursuz olduğu gerekçesiyle karşı davanın reddine, asıl davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, kadın yararına 4.000 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 250.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraflarca istinaf isteminde bulunulmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 15.10.2018 tarihli ve 2018/2604 E., 2018/1200 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesince tespit edilen kusur belirlemesinin doğru olmadığını, erkeğin eşine “psikolojik baskı, fiziksel şiddet uyguladığı, seni istemiyorum, boşanalım dediği, güven sarsıcı hareket ettiği” gerekçesiyle tam kusurlu olduğu kabul edilmişse de; evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda eşine fiziksel şiddet uygulayan ve “seni istemiyorum, boşanalım” diye mesaj gönderen erkeğin ağır, eşine “abuk sabuk hareket etme, nerdeysem nerdeyim, hakkımı helal etmiyorum” şeklinde sözler sarf eden kadının ise az kusurlu olduğu, hâl böyleyken erkeğin de davasının kabulü gerektiği gerekçesiyle kadının istinaf itirazlarının reddine, erkeğin istinaf itirazlarının kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının tümüyle kaldırılmasına, her iki davanın da kabulüne, tarafların boşanmalarına, kadın yararına TMK’nın 176. maddesi gereğince aylık 2.000 TL üzerinden iki yıllık toplam 48.000 TL toplu yoksulluk nafakası ile 100.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Bölge adliye mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 03.03.2020 tarihli ve 2019/5284 E. ve 2020/1758 K. sayılı kararı ile;
“… 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanununa uygun sebeplerle ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı erkeğin tüm, davacı-karşı davalı kadının ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlal edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı-karşı davalı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat azdır. Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 27.01.2021 tarihli ve 2020/642 E., 2021/113 K. sayılı kararı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’u (HMK) ile benimsenen istinaf kanun yolu incelemesi sonrasında artık Yargıtayın tamamen bir hukukî denetim ve içtihat mercii olduğu, temyiz incelemesinde maddi vakıa ve delil değerlendirilmesine girilemeyeceği, sadece hukukî denetim yapılması gerektiği, HMK’nın 371. maddesi ile temyiz incelemesinin kapsamının belirlendiği, bozma sebebi nispi nitelikte ise tespit edilen bozma sebebinin hükmü etkilemesi gerektiği, nitekim karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin mevcut olması hâlinde bunların bozma sebebi sayılabilmesi için ayrıca hüküm sonucunu etkilemiş olmaları gerektiği, buna karşılık dava şartlarının bulunmaması veya taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir sebep olmadan kabul edilmemesi hâllerinin ise mutlak bozma sebebi olduğu, somut olaya gelindiğinde ise Yargıtayca temyiz incelemesi sonucunda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 174. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile düzenleme altına alınan maddi-manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığına ilişkin hukukî denetimin yapıldığı, buna göre erkek eşin kusurlu eylemleri nedeniyle kadın eş yararına maddi-manevi tazminat ödenmesine karar verilmesinin doğru olduğunun Yargıtayın hukukî denetimi ile kesinleştiği, bunun ötesinde tarafların belirlenen ekonomik ve sosyal durumları, tazminata esas fillerin ağırlığı da değerlendirilerek TMK’nın 4. maddesi uyarınca takdir edilen tazminatların hakkaniyete uygun olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı yasal süresi içerisinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Bölge adliye mahkemelerince takdir edilen maddi-manevi tazminat miktarlarına ilişkin temyiz talepleri hakkında, Yargıtayca yapılacak incelemenin niteliği ve tazminat miktarları yönünden Yargıtayın temyiz olunun kararı bozup bozamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
15. Bilindiği üzere ülkemizde iki dereceli yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6100 sayılı HMK ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç dereceli yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.
16. Kural olarak, HMK’nın 361. maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362. maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.
17. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamı HMK’nın 369. maddesinin birinci fıkrasında; “Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre Yargıtay, BAM gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.
18. “Bozma sebepleri” HMK’nın 371. maddesinde;
“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar,
a) Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.
b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.
c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.
ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin bulunması” şeklinde düzenlenmiştir. Bu sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.
19. HMK’nın 371/1-a maddesinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması." bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır. (HMK m.371/a) Zira hâkim Türk Hukukunu re'sen uygular (HMK m.33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Bkz. Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, s.706,707,708 vd).
20. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. HMK’nın 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca taraflar, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. HMK’nın 25. maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. HMK’nın 187. maddesine göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Aynı kanunun 189/4 maddesine göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda HMK’nın 371/c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.
21. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukukî denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın re'sen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyada ki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delil görmezden gelinerek karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukukî sonuca varması hâlinde pek tabi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir. Bu kapsamda Yargıtay taraflar lehine veya aleyhine hükmedilen tazminatların miktarlarını da hukukun uygulanmasında hata olduğundan denetlemekte HMK’nın 371 maddesi birinci fıkranın a bendi gereği kanundan kaynaklanan nedenle yükümlüdür.
22. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve vücut sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.
Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukukî niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tabidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukukî nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukukî sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukukî sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukîlik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.
23. Yukarıda anlatılanlarla birlikte somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; eldeki davada, tarafların boşanması sonucu ilk derece mahkemesince kadın eş yararına 250.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminata hükmedildiği bölge adliye mahkemesince yapılan yargılamada 100.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verildiği, Özel Daire ise, tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat, Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alındığında davacı-karşı davalı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat az olduğu gerekçesi ile kararın bozulduğu anlaşılmıştır. Bölge adliye mahkemesi ise Yargıtayın temyiz incelemesinde sadece hukukî denetim yapacağı, maddi vakıa ve delil değerlendirmesi yapma hakkı bulunmadığı gerekçesiyle direnmiştir.
24. Boşanma nedeni ile oluşan maddi ve manevi tazminatın TMK’nın 174. maddesinde "mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda erkeğin ağır, kadının ise az kusurlu olduğu, boşanmaya sebebiyet veren olayların aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte bulunduğu, kadın yararına Türk Medeni Kanununun 174/1 ve 174/2 koşullarının oluştuğu anlaşılmaktadır. Hâkim TMK’nın 4. maddesi, TBK’nın 50 ve 51. maddeleri gereği gerçekleşen kusurun ağırlığı, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ve hakkaniyet gereği uygun bir maddi ve manevi tazminat hükmetme yetkisine sahiptir. Burada hâkime tanınan takdir hakkının maddi hukuktan kaynaklanan ve hukukî sonuca yönelik olarak kullanılan bir hukuka uygunluk sorunu olduğu tartışmasızdır.
25. Belirtilen bu nedenlerle bölge adliye mahkemesi maddi vakıa ve delilleri doğru belirlemesine rağmen bunlarla varılacak hukukî sonucu yanlış değerlendirmiş bir başka ifade ile hata yapmıştır. Özel Dairenin bu hususu belirten bozma kararı Yargıtayın denetimi kapsamında ve yerinde bir sonuçtur.
26. O hâlde, Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı-karşı davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
Bozma sebebine göre davalı- karşı davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 22.02.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
AYNI YÖNDE KARAR:
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/2-283
KARAR NO : 2022/410
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 07/10/2021
NUMARASI : 2021/1181 - 2021/1414
DAVACI : V.Y. vekili Av. E.K.
DAVALI : E.D. vekili Av. E.T.
1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 01.08.2014 tarihinde evlendiklerini, ortak çocuklarının bulunmadığını, davalının aşırı kıskanç ve sinirli bir yapıda olduğunu, eşine psikolojik, fiziksel ve duygusal şiddet uyguladığını, uyuşturucu madde kullandığını, bu sebeple sabıkasının bulunduğunu, savurgan ve eğlenceye düşkün olduğunu, borçları nedeniyle hakkında icra takibi yapıldığını, tüm bunların yanında eşini Selin isimli kadınla aldattığını, bu sebeple müvekkilinin kendi ailesi yanına dönmek zorunda kaldığını, maddi ve manevi destek olmayarak birlik görevlerini yerine getirmediğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına, davacı yararına 500 TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 100.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, tarafların altı yıllık ilişki sonrasında evlendiklerini, erkeğin evin ve davacının tüm ihtiyaçlarını karşıladığını, ancak kadın eşin ailesinin müdahalelerine sessiz kaldığını, evliliğin bu hâle gelmesinde davalının hiçbir kusurunun bulunmadığını belirterek boşanmayı kabul etmekle birlikte davacının maddi taleplerinin reddi gerektiğini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Çerkezköy 1. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 28.12.2017 tarihli ve 2016/761 E., 2017/928 K. sayılı kararı ile; erkeğin sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı ve uyuşturucu madde kullandığı, hâl böyle olunca boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu olduğu gerekçesi ile tarafların boşanmalarına, kadın yararına 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine, boşanma nedeni ile kadının mevcut veya beklenen bir menfaatinin zedelenmediği ve ayrıca yoksulluğa düşmeyeceği gerekçesi ile maddi tazminat ile yoksulluk nafaka talebinin reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraflarca istinaf isteminde bulunulmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 30.09.2020 tarihli ve 2018/1549 E., 2018/1028 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesince tespit edilen kusur belirlemesi ile davacı kadının yoksulluk nafaka talebinin reddinin doğru olduğu, hükmedilen manevi tazminat miktarının da hakkaniyete uygun olduğu gerekçesiyle erkeğin tüm kadının sair istinaf itirazlarının reddi ile kadın yararına 75.000 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Bölge adliye mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
10. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 15.06.2021 tarihli ve 2021/3610 E. ve 2021/4881 K. sayılı kararı ile;
“… 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı erkeğin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat çoktur. Türk Medeni Kanunu'nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu'nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 07.10.2021 tarihli ve 2021/1181 E., 2021/1414 K. sayılı kararı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ile benimsenen istinaf kanun yolu incelemesi sonrasında artık Yargıtay’ın tamamen bir hukukî denetim ve içtihat mercii olduğu, temyiz incelemesinde maddi vakıa ve delil değerlendirilmesine girilemeyeceği, sadece hukukî denetim yapılması gerektiği, HMK’nın 371. maddesi ile temyiz incelemesinin kapsamının belirlendiği, bozma sebebi nispi nitelikte ise tespit edilen bozma sebebinin hükmü etkilemesi gerektiği, nitekim karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin mevcut olması hâlinde bunların bozma sebebi sayılabilmesi için ayrıca hüküm sonucunu etkilemiş olmaları gerektiği, buna karşılık dava şartlarının bulunmaması veya taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin yasal bir sebep olmadan kabul edilmemesi hâllerinin ise mutlak bozma sebebi olduğu, somut olaya gelindiğinde ise Yargıtayca temyiz incelemesi sonucunda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 174. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile düzenleme altına alınan maddi-manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığına ilişkin hukukî denetimin yapıldığı, buna göre davalının kusurlu eylemleri nedeniyle davacı yararına maddi-manevi tazminat ödenmesine karar verilmesinin doğru olduğunun Yargıtayın hukukî denetiminden geçtiği, bunun ötesinde tarafların belirlenen ekonomik ve sosyal durumları, tazminata esas fiillerin ağırlığı da değerlendirilerek TMK’nın 4. maddesi uyarınca takdir edilen tazminatların miktarlarına yönelik bozma yapılamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; bölge adliye mahkemelerince takdir edilen maddi-manevi tazminatların miktarına ilişkin temyiz talepleri hakkında, Yargıtayca yapılacak incelemenin; niteliği ve tazminat miktarları yönünden Yargıtayın temyiz olunan kararı bozup bozamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
15. Bilindiği üzere ülkemizde iki dereceli yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve HMK ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç dereceli yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.
16. Kural olarak, HMK’nın 361. maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362. maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.
17. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamı HMK’nın 369. maddesinin 1. fıkrasında; “Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre Yargıtay, bölge adliye mahkemesi gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.
18. “Bozma sebepleri” HMK’nın 371. maddesinde;
“(1) Yargıtay, aşağıda belirtilen sebeplerden dolayı gerekçe göstererek temyiz olunan kararı kısmen veya tamamen bozar,
a) Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması.
b) Dava şartlarına aykırılık bulunması.
c) Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.
ç) Karara etki eden yargılama hatası veya eksikliklerin bulunması” şeklinde düzenlenmiştir. Bu sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.” şeklindeki hüküm ile düzenleme altına alınmıştır.
19. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması” bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır (HMK m. 371/a). Zira hâkim Türk Hukukunu re'sen uygular (HMK m. 33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Kuru, Baki; İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, s. 706, 707, 708 vd).
20. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. HMK’nın 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. HMK’nın 25. maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. HMK’nın 187. maddesine göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Aynı Kanun’un 189/4 maddesine göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda HMK’nın 371/c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.
21. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukukî denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın re'sen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyada ki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delilin gözden kaçırılarak karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukukî sonuca varması hâlinde pek tabi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir. Bu kapsamda Yargıtay taraflar lehine veya aleyhine hükmedilen tazminatların miktarlarını da hukukun uygulanmasında hata olduğundan denetlemekte HMK’nın 371 maddesi birinci fıkranın a bendi gereği kanundan kaynaklanan nedenle yükümlüdür.
22. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde içtihat birlikteliğini temin edecek şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve vücut sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.
23. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukukî niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tabidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukukî nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukukî sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukukî sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukîlik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.
24. Yukarıda anlatılanlarla birlikte somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; eldeki davada, tarafların boşanması sonucu ilk derece mahkemesince kadın eş yararına 50.000 TL manevi tazminata hükmedildiği, bölge adliye mahkemesince yapılan yargılamada kadın yararına hükmedilen manevi tazminat miktarının isabetli olduğu ancak maddi tazminat şartlarının da oluştuğu gerekçesiyle kadın yararına 75.000 TL maddi tazminat ödenmesine karar verildiği, Özel Dairece tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat, TMK’nın 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminatın çok olduğu gerekçesi ile kararın bozulduğu anlaşılmıştır. Bölge adliye mahkemesi ise, Yargıtayın temyiz incelemesinde sadece hukukî denetim yapacağı, maddi vakıa ve delil değerlendirmesi yapma hakkı bulunmadığı gerekçesiyle direnmiştir.
25. Boşanma nedeni ile oluşan maddi ve manevi tazminat TMK’nın 174. maddesinde “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda erkeğin tam, kadının ise kusurlu bir davranışının bulunmadığı, boşanmaya sebebiyet veren olayların aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte bulunduğu, kadın yararına TMK’nın 174/1 ve 174/2. maddelerinin koşullarının oluştuğu anlaşılmaktadır. Hâkim, TMK’nın 4. maddesi, TBK’nın 50 ve 51. maddeleri gereği gerçekleşen kusurun ağırlığı, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ve hakkaniyet gereği uygun bir maddi ve manevi tazminat hükmetme yetkisine sahiptir. Burada hâkime tanınan takdir hakkının maddi hukuktan kaynaklanan ve hukukî sonuca yönelik olarak kullanılan bir hukuka uygunluk sorunu olduğu tartışmasızdır.
26. Belirtilen bu nedenlerle bölge adliye mahkemesi maddi vakıa ve delilleri doğru belirlemesine rağmen bunlarla varılacak hukukî sonucu yanlış değerlendirmiş bir başka ifade ile hata yapmıştır. Özel Dairenin bu hususa değinen bozma kararı ise Yargıtayın denetimi kapsamında ve yerinde bir sonuçtur.
27. O hâlde, Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın HMK’nın 373/2. maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 29.03.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.03.2022 tarihli 2-583/357, 2-651/358, 2-652/359, 2021/847 E. - 2022/360 K., 2-850/361, 2-988/362, 2-1009/363 ve 29.03.2022 tarihli 2-1023/403, 2-31/404, 2-143/407 ve 2-280/409 sayılı kararları da aynı yöndedir.
AYNI YÖNDE KARAR:
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2022/(17)4-656
Karar No : 2024/242
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 28.09.2021
EK KARAR TARİHİ : 13.07.2020
SAYISI : 2021/674 E., 2021/854 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 15.02.2021 tarihli ve
2020/3290 Esas, 2021/1312 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davalı Metin A. ve Ayşe Ş. aleyhine açılan davanın reddine, davalı Adnan K. aleyhine açılan davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davacı, davalı Yüksel E. ve davalı Adnan K. vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, İlk Derece Mahkemesince davalı Yüksel E. vekilinin istinaf başvurusunun yapılmamış sayılmasına; Bölge Adliye Mahkemesince davalı Adnan K. vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine; davacı vekilinin istinaf başvurusunun ise kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davalı Ayşe Ş. hakkındaki davanın reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kabulüyle, davalı Yüksel E. ile Adnan K. ve Metin A. arasında gerçekleştirilen taşınmaz satışına ilişkin tasarrufların iptali ile davacıya icra dosyasındaki alacak ve fer'îleri bakımından anılan taşınmazlar üzerinde haciz ve satış yetkisi tanınmasına karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı vekili ve davalı Metin A. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı Metin A. vekilinin temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına dair ek karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararının davacı vekili tarafından ve ek kararın ise davalı Metin A. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı Yüksel E.’un müvekkiline olan borcu nedeniyle 01.06.2016 tanzim, 01.08.2016 vade tarihli ve 150.000,00 TL bedelli bonoya dayanılarak davalı hakkında Kocaeli 7. İcra Müdürlüğünün 2017/1432 Esas numarasıyla icra takibi başlatıldığını, borçlunun üzerinde kayıtlı malvarlığı bulunmadığını, 06.04.2017 tarihinde evinde yapılan hacizde hacze değer mal bulunmadığı ve haciz tutanağı ile borçlu hakkında geçici aciz vesikası düzenlendiğini, pasif taşınmaz sorgusu yapılması neticesinde davalı borçlunun bir kısmı yakın tarihlerde olmak üzere taşınmazlarını mal kaçırmak amacıyla anlaştığı kişilerin üzerine kötüniyetli olarak devrettiğinin tespit edildiğini; davalı borçlunun bu kapsamda dava konusu 153 ada, 37 parselde bulunan 6.246 metrekare fındıklık vasfındaki taşınmazını müvekkiline verilen bononun vadesinden on gün sonra 10.08.2016 tarihinde 21.000,00 TL'ye Ayşe Ş.'e satış suretiyle devrettiğini, satıştan önce taşınmaz üzerine Denizbank lehine 200.000,00 TL bedelle ipotek konulduğunu, davalı borçlunun 10.11.2016 tarihinde satın aldığı 127 ada 87 parseldeki 6.880 metrekare fındıklık vasfındaki taşınmazını bononun vade tarihinden sonra 15.11.2016 tarihinde 23.000,00 TL'ye davalı Metin A.'a satış suretiyle devrettiğini, her iki satışta da alıcıya vekâleten dava dışı Gülay Keleş’in yer aldığını, 166 ada 8 parselde bulunan 3.117 metrekare fındıklık vasfındaki taşınmazını ise bononun vadesinden sonra 10.11.2016 tarihinde 10.200,00 TL'ye davalı Adnan K.'a satıldığını, bu davalının da davalı borçlu ile aynı yer nüfusuna kayıtlı olup nüfus cüzdanı cilt numaralarının dahi aynı olduğunu ve her iki davalının da aynı ilçede oturduğunu, bu taşınmaz üzerinde de Denizbank lehine 17.08.2016 tarihinde 180.000,00 TL bedelle konulan ipotek ile birlikte satıldığını, borçlu ile işlem yapan üçüncü kişilerin satışların alacaklılardan mal kaçırmak gayesiyle yapıldığını bildiklerini ileri sürerek satışlara ilişkin tasarrufların iptali ile davacıya taşınmazlar üzerinde cebri icra yetkisi tanınmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı Adnan K. vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin davalı borçlunun halasının oğlu olduğunu ve maddi olarak zor durumda olduğundan kredi çekmek istediğini ancak kredi için bankanın taşınmaz teminatı aradığını müvekkiline bildirmesi üzerine ona yardımcı olmak amacıyla teklifi kabul ettiğini, müvekkilinin geri almak şartı ile maliki olduğu 166 ada 8 parselde kayıtlı tarlasını tapuda davalı Yüksel'e devir ve temlik ettiğini, borçlunun sonrasında 127 ada 87 parselde kayıtlı taşınmazını satın almak istediğini söylemesi üzerine müvekilinin bu teklifi de kabul ederek satış ve devir işlemlerini yaptığını, daha önce kredi çekmesi için temlik ettiği parseli tapuda aynı gün geri aldığını, davalılardan Yüksel'in satış bedelini bir hafta sonra ödeyeceğini söylediğini ancak sonrasında ortadan kaybolarak müvekkilini dolandırdığını, davalı müvekkilinin gerçek satış yaptığı ancak parasını alamadığı parselin davalı Yüksel tarafından diğer davalı Metin'e temlik edildiğini bu dava ile öğrendiğini, tasarrufun iptali davasının şartlarının oluşmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.
2. Davalı Ayşe Ş. vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin eşi İlyas Ş.’in Körfez’de tanınan bir kişi olduğunu ve ticaret ile uğraştığını, dava dışı emlakçı Gülay Keleş’in pazarlaması üzerine İlyas Ş.'in bedeli mukabilinde taşınmazı satın aldığını, tescilin ise müvekkili adına yapıldığını, ödemenin bir kısmının çek ile yapıldığını, kalan kısmın ise elden nakit olarak verildiğini, tasarrufun iptali şartlarının oluşmadığını, davacı tarafça usulüne uygun olarak alınmış bir aciz vesikasının da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
3. Davalı Metin A. vekili cevap dilekçesinde; tasarrufun iptali davası şartları oluşmadığından dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddi gerektiğini, müvekkilinin yıllardır emlak alım satım işi ile uğraştığını, davalı borçlu Yüksel ile yine taşınmaz alımı esnasında tanıştığını, alacaklılarından mal kaçırmak maksadı ile de bu taşınmaz satışını yaptığını bilmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
4. Davalı Yüksel E. duruşmadaki beyanında; davalı Ayşe Ş.’e devrettiği taşınmazın kendisine Ayşe Ş.'in vermiş olduğu parayla almış olduğu yer olduğunu, taşınmazı daha sonra davalıya ait olduğundan devrettiğini, halasının oğlu davalı Adnan K.'dan aldığı taşınmazı yine aynı gün Metin A.'a devrettiğini ve taşınmazın bedelini aldığını, davalılardan Adnan K.'a devredilen taşınmazı ise emaneten kredi almak için devraldığını, kredi çektikten sonra ise geri devrettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 30.05.2019 tarihli ve 2017/66 Esas, 2019/106 Karar sayılı kararıyla; davalı Metin ile davalı Yüksel arasında önceye dayalı tanışıklık ya da akrabalık ilişkisi bulunduğunun ve davalının, davalı Yüksel'in mali durumunu bilebilecek durumda olduğunun ispatlanamadığı; davalı Ayşe ile davalı Metin arasında da önceye dayalı bir tanışıklık veya akrabalık ilişkisi bulunmadığı, dava konusu taşınmaz üzerinde ipotek bulunduğu, Denizbank lehine tesis edilen 200.000,00 TL bedelli ipotek sebebiyle taşınmazın satışında fahiş fark bulunmadığı, davalının kötüniyetinin de ispatlanamadığı; davalı Adnan'ın ise davalı Yüksel'in halasının oğlu olduğu, davalı Yüksel'in piyasaya yüklü miktarda borcu olduğunu bilerek dava konusu taşınmazı devraldığı, borçlu davalı Yüksel'in mali durumunu ve zarar verme kastını bildiği veya bilebilecek durumda olduğu gerekçesiyle; davalı Metin A. ve Ayşe Ş. aleyhine açılan davanın reddine; davalı Adnan K. adına tapuya kayıtlı taşınmaza yönelik davalı Yüksel E. tarafından yapılan tasarrufun iptali ile alacaklı davacının Kocaeli 7. İcra Müdürlüğünün 2017/1432 Esas sayılı takip dosyasındaki alacağını fer'îleri ile karşılayacak şekilde cebri icra yetkisi verilmesine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesince davalı Yüksel E. vekilinin istinaf başvurusunun yapılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ve davalı Adnan K. vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 11.03.2020 tarihli ve 2019/1154 Esas, 2020/256 Karar sayılı kararıyla; davalılardan Adnan K.'ın borçlu Yüksel E.'un halasının oğlu olduğu ve ekonomik olarak zor durumda olduğu için kredi çekmeye uğraşan borçlunun mali durumunu bildiği; davalı Ayşe Ş. tarafından 153 ada 37 parsel sayılı taşınmazın üzerindeki 200.000,00 TL bedelli ipotek ile satın alındığı, ipotek bedeli de gözetildiğinde taşınmazın değeri ile satış bedeli arasında mislini aşan fark bulunmadığı, satışta davalı adına vekâleten hareket eden kişinin daha önce borçlu adına da satış işleminde vekil olarak yer almasının başlı başına bir iptal nedeni olmadığı; davalılardan Metin A. tarafından satın alınan 127 ada 87 parsel sayılı taşınmazın değeri ile satış bedeli arasında mislini aşan fark bulunduğu, davalının daha yüksek bedel ödeyerek taşınmazı satın aldığı savunmasını ispatlayamadığından bu taşınmaz bakımından da davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçeleriyle; davalı Adnan K.'ın istinaf başvurusunun esastan reddine; davacı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davalı Ayşe Ş. hakkındaki davanın reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kabulü ile, davalı Yüksel E. ile Adnan K. ve Metin A. arasında gerçekleştirilen taşınmaz satışına ilişkin tasarrufların iptali ile davacıya Kocaeli 7. İcra Müdürlüğünün 2017/1432 Esas sayılı dosyasındaki alacak ve fer'îleri bakımından anılan taşınmazlar üzerinde haciz ve satış yetkisi tanınmasına karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davalı Metin A. vekili temyiz isteminde bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesince davalı Metin A.'ın temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına dair ek karar verilmiştir.
2. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve ek karara yönelik olarak da davalı Metin A. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
3. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"... 1- Bölge Adliye Mahkemesince 13/07/2020 tarihli ek karar ile davalı Metin A. vekilinin kendisine tanınan kesin süre içerisinde nispi temyiz harcını tamamlamaması nedeniyle HMK'nun 366 maddesi yollaması ile 344 maddesi gereğince davalı vekilinin temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına karar verilmiş bu ek karar davalı Metin A. vekilince temyiz edilmiştir.
6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 434/3. maddesi; temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamının ödeneceğini, bunların eksik olduğunun tesbiti halinde kararı veren hakim veya mahkemenin başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içerisinde tamamlanacağını, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususunun temyiz edene bildirileceğini ve verilen süre içerisinde tamamlamadığı takdirde kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verileceğini hükme bağlamıştır.
Bu hüküm uyarınca gönderilen muhtıranın, hukuki sonuç doğurabilmesi usulünce düzenlenmesine bağlıdır.
Mahkemece, davalı Metin A. vekiline eksik temyiz giderlerinin tamamlanması için çıkarılan muhtırada masrafın yatırılacağı yer tereddüde yol açmayacak şekilde “mahkeme veznesi” olarak gösterilmesi gerekirken “dosyamıza yatırılması” ibaresi kullanılmıştır.
Oysa ki, bir işlemin tamamlanması ancak o işlemin yapılacağı merci önünde olur. Mahkemenin muhtıra yazısı bunu sağlamaya yeterli olmayıp, temyiz edeni yanıltacak mahiyettedir. Bu nedenle muhtıra geçersiz olup, daha sonra davalı Metin A. vekili tarafından yatırılması gereken temyiz harcı tamamlanmıştır. Buna göre; geçersiz muhtıraya istinaden kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verilmesi isabetli görülmediğinden Bölge Adliye Mahkemesi’nin 13/07/2020 tarihli ek kararının kaldırılarak davalı Metin A. vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi gerekmiştir.
2- İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak davacı vekili ve davalı Adnan Kararslan tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK'nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda, Bölge Adliye Mahkemesince verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK'nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre davalı Metin A. vekilinin temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
3- Davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dava İİK'nun 277 ve devamı maddelerine göre açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
İptal davasından maksat, İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazıldığı gibi alacağın tahsilini temin için borcun doğumundan sonra yapılan tasarrufların iptaline hükmettirmektir. Bu davanın ön koşulu ise, borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK.nun 277 md) bulunmasıdır. Ön koşulun bulunması halinde ise İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK.nun 278. maddede akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği ve yasanın bağışlama hükmünde olarak iptale tâbi tuttuğu tasarrufların iptali gerektiğinden mahkemece ivazlar arasında fark bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Aynı maddede sayılan akrabalık derecesi vs. araştırılmalıdır. Keza İİK.nun 280. maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan İİK.nun 279. maddesinde de iptal nedenleri sayılmış olup bu maddede yazılan iptal nedenlerinin gerçekleşip gerçekleşmediği de takdir olunmalıdır.
Somut olayda; dava konusu Kocaeli ili, Kandıra ilçesi, Çalca Köyü, 153 ada, 37 parsel sayılı taşınmaz 10/08/2016 tarihinde davalı borçlu Yüksel E. tarafından davalı 3. kişi Ayşe Ş.’e devredilmiş olup, yargılama sırasında tanık olarak dinlenen davalı 3. kişi Ayşe Ş.’in eşi İlyas Ş.; davalı borçlu Yüksel E.'un çalıştığı firma için, kendisinin çalıştığı firmadan elektrik malzemeleri satın aldığını ve bu nedenle tanıdığını beyan etmiştir. Dosya kapsamından davalı borçlu Yüksel E.’un çalıştığı şirketin kendisine ait olup olmadığı aynı şekilde davalı 3. kişi Ayşe Ş.’in eşi İlyas Ş.’in elektrik malzemeleri satan şirketinin olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Bu durumda, kendilerine ait şirketlerin olup olmadığı, varsa bu şirketler arasında bir ticari ilişkinin bulunup bulunmadığı hususları araştırılarak sonucuna göre davalı 3. kişi Ayşe Ş.’in davalı borçlunun İİK. 280. madde kapsamında alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetli değildir..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacı tarafın gerek yargılama aşamasında gerekse ilk derece mahkemesinin kararı üzerine istinaf yoluna başvurusu sırasında delillerinin toplanmadığı yönünde bir iddia ileri sürmediği, bu kapsamda; tanık İlyas Ş. ile Yüksel E.'un benzer ticari faaliyetler yaptıkları, aralarında tanışıklık olduğu gibi bir vakıaya dayanmadığı, bu yönde inceleme yapılmasının 6100 sayılı Kanun’un 25 ve 355 inci maddelerine aykırılık oluşturacağı gibi bu durum maddi vakıaların denetimi ve delil değerlendirmesi ile ilgili olduğundan sınırlayıcı olarak sayılan Yargıtayın bozma nedeni yapabileceği hâller arasında yer almadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; direnme kararının kendi içinde çelişkili olduğunu, dava dilekçesi ve istinaf dilekçesi incelendiğinde de Ayşe Ş. yönünden böyle bir vakıaya dayanıldığının da açık olduğunu, davalının kendi beyanında dahi ipotek bedeli eklendiğini kabul etmediği hâlde mahkemece bedel eklenmek suretiyle sonuca varıldığını ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun (2004 sayılı Kanun, İİK) 280 inci maddesi kapsamında davalı Ayşe Ş.’in borçlunun alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının incelenip değerlendirilebilmesi için tanık İlyas Ş. ile davalı borçlu Yüksel E.'un kendilerine ait şirketlerin olup olmadığı, varsa bu şirketler arasında bir ticari ilişkinin bulunup bulunmadığı hususları araştırılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. İcra ve İflas Kanunu'nun 277 vd maddeleri
2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun, HMK) 25, 119, 129, 187, 194, 361, 362, 369, 371 vd. maddeleri
2. Değerlendirme
1. Somut olayda davalı Ayşe Ş. aleyhine açılan dava dışındaki hususların kesinleştiği açıktır. Uyuşmazlık, üçüncü kişi konumundaki davalı Ayşe Şimsek'in 2004 sayılı Kanun'un 280 inci maddesi kapsamında borçlunun alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
2. Ne var ki; Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararında Yargıtay tarafından maddi yönden deliller değerlendirilmek suretiyle davanın ispat edilip edilmediği noktasında bir inceleme yapılamayacağı gerekçesine yer verildiğinden yeri gelmişken öncelikle bu noktada ilgili mevzuatın ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
3. Bilindiği üzere ülkemizde iki aşamalı yargı sistemi uygulanmakta iken, 2004 yılında kabul edilen 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesi ve 6100 sayılı Kanun ile istinaf kanun yolu hükümlerinin düzenlenmesi, bu düzenlemeye uygun olarak 20.07.2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlaması ile üç aşamalı yargı sistemine geçilmiş bulunmaktadır.
4. Kural olarak, 6100 sayılı Kanun'un 361 inci maddesinde de kabul edildiği üzere; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihaî kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurabilir. Aynı Kanun’un 362 nci maddesinde temyiz yoluna başvurulması mümkün olmayan kararlar düzenlenmiştir. Öncelikle eldeki davanın temyizi kabil kararlar kapsamında olduğu açıktır.
5. Yargıtayın bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu temyizi kabil kararların temyiz inceleme kapsamını düzenleyen 6100 sayılı Kanun'un 369 uncu maddesinin birinci fıkrasına göre; Yargıtay, bölge adliye mahkemesi gibi istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı bir inceleme yetkisinden ziyade tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleri ile bağlı olmaksızın kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü hususları inceleyebilir.
6. Aynı Kanun'un “Bozma sebepleri” başlıklı 371 inci maddesinde düzenlenen sebeplerin bulunması durumunda Yargıtay bölge adliye mahkemesinin kararlarını gerekçesini göstererek bozabilecektir.
7. 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin 1-a bendinde “Hukukun ve taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması" bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Temyiz yolunda, istinaf mahkemesi kararı hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Temyiz, istinaf mahkemesi kararının hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır. Bu hâliyle hukukumuzda en önemli temyiz sebebi bir maddi veya usul hukuk kuralının olaya hiç uygulanmaması veya yanlış uygulanmış olmasıdır (6100 sayılı Kanun, md 371/a). Zira hâkim Türk Hukukunu resen uygular (6100 sayılı Kanun md 33). Hukuk deyimi Anayasayı, kanunları, kanunlara aykırı olmayan yönetmelik ve bunlara aykırı olmayan tüzükleri, örf ve adet hukukunu hatta olaya uygulanması gerekli bulunan yabancı mahkeme kararlarını da kapsamaktadır (Baki Kuru, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Ankara, 2017, s. 706 vd).
8. Davanın temelini vakıalar oluşturur. Vakıa tarafların iddia ve savunmasını dayandırdığı olaylardır. 6100 sayılı Kanun'un 194, 119/e, f ve 129/d, e maddelerine göre taraflar dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. Ayrıca tarafların dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur. Aynı Kanun'un 25 inci maddesine göre, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Ayrıca kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. 187 nci maddeye göre, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir ve 189 uncu maddenin dördüncü fıkrasına göre ise bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir. Yargıtay bu usul kurallarına aykırılık olması durumunda 6100 sayılı Kanun'un 371/1-c maddesinde düzenlenen “Taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi.” sebebine göre bölge adliye mahkemesinin kararını bozabilecektir.
9. Kanunda sayılan temyiz sebeplerini maddî hukuka ilişkin temyiz sebepleri ve usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri olarak ayrıma tâbi tutmak; usul hukukuna ilişkin temyiz sebeplerini ise mutlak temyiz sebepleri ve nispî temyiz sebepleri şeklinde ayırmak benimsenmiş bir usuldür. Usul hukukuna ilişkin temyiz sebepleri bakımından Kanun kural olarak "karara etki etme" kriteri şeklinde isimlendirilebilecek bir kriter kabul etmektedir. Buna göre kural olarak temyiz edilen kararın verildiği davada yapılmış olabilecek bütün usule aykırılıklar değil sadece karara etki eden usule aykırılıklar bozma sebebi teşkil eder (Ali Cem, Budak / Varol Karaaslan, Medenî Usul Hukuku, 4. Baskı, Ankara 2020, s. 410, 411).
10. İlk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri derece mahkemesi olup, Yargıtay ise denetim mahkemesidir ve derece mahkemelerince verilen ve temyizen önüne gelen kararların hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir. Yargıtay hukuki denetim ve içtihat mercii olup, yasal süresi içerisinde ileri sürülmeyen yeni vakıalar ve deliller Yargıtay tarafından inceleme konusu yapılamaz, delil toplanamaz, temyizen gelen dosya ve içerisinde bulunan bilgi ve belgelerle karar verir. Bununla birlikte mahkemenin vakıayı tespit ederken kanuna aykırı davranmış olması, örneğin taraflarca ileri sürülmeyen bir vakıanın resen dikkate alınarak hüküm verilmesi, vakıa tespitinin dosyadaki delillerle çelişik bulunması, dosyada bulunan bir delil görmezden gelinerek karar verilmiş olması, maddi vakıa tespitinin akla aykırı bir konuya ilişkin bulunması, hâkimin mantık kurallarına aykırı bir maddi vakıa tespiti yapması ve bunun sonucunda da yanlış bir hukuki sonuca varması hâlinde pek tabi Yargıtay bu hatalı tespit ile bağlı olmayacak ve hatalı kararı denetleyecektir. Bunların yanı sıra Yargıtay maddi vakıalara bağlanan sonuçları da denetleyecektir.
11. Yargıtayın asıl görevi, hukukun ülke içinde ahenkli bir şekilde uygulanmasını ve içtihat birliğini sağlamaktır. Yargıtayın kuruluş ve varlık sebebi olan bu önemli görevi dolayısıyla bütün mahkeme hükümlerini hukukun uygulanması bakımından kontrol edebileceğini ve bu kontrol yetkisinin mutlak olduğunu kabul zarureti vardır.
12. Hâkim önüne gelen bir uyuşmazlıkla ilgili maddi vakıaları tespit ettikten sonra hukuk alanındaki faaliyetine geçer. Bu faaliyet dört aşamadan oluşur ve her aşama hukuki niteliği haiz olduğundan Yargıtayın mutlak denetimine tâbidir. Hâkim ilk önce usul hükümlerine uygun olarak tespit ettiği somut olaya ilişkin vakıalara uygulanacak hukuk kuralını tespit eder. Hâkim, tespit ettiği vakıalara uygulayacağı hukuk kuralının belirlemesinde yanılmışsa, buna dayanarak vereceği hükmün de yanlış olması kaçınılmazdır. İkinci aşamada hâkim, tespit ettiği hukuk kuralının gerçek ve doğru anlamını açıklar. Hâkim hukuk kuralının açıklanmasında (tefsirinde) hataya düşerse yapacağı hukuk uygulaması da yanlış olacaktır. Üçüncü aşamada hâkim bulduğu ve açıklayarak elle tutulur hâle getirdiği hukuk kuralında yer alan soyut vakıa ile davada tespit ettiği somut vakıayı karşılaştırarak vakıanın hukuki nitelendirmesini yapar (tavsif). Burada hâkimin yaptığı nitelendirme hukukun uygulanmasına ilişkindir. Hâkim, hukukun uygulanması alanında ilk üç aşamayı doğru olarak yürüttüğü takdirde nihayet mantıken varılan hukuki sonuç ortaya çıkar. Burada özellikle üzerinde durulması gereken husus; hâkimin “hukuki sonuca yönelik olarak kullandığı takdir hakkının bir hukuk meselesi” olduğu hususudur. Hâkim somut olaydaki hukuksal faaliyetin ilk üç aşamasını doğru olarak tamamladıktan sonra dördüncü aşamada vardığı hukuki sonucun “takdir hakkının” kullanılmış olduğu gerekçesiyle Yargıtay denetimine tabi olmadığı sonucuna varılamaz. Zira Yargıtayın maddi hukukun doğru olarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden mutlak denetim yetkisi vardır. Takdir hak ve yetkisinin denetlenmesi de bir hukukilik denetimi olup Yargıtayın yetki alanında bulunduğu da muhakkaktır.
13. Yukarıdaki açıklamalar ışığında Özel Daire bozma kararında vurgulanan hususun 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesinin birinci fıkrasının a bendinde belirtilen hukukun yanlış uygulanıp uygulanmadığı yönünde yapılan bir denetim olduğu, bir başka deyişle tespit edilen vakıalara bağlanan sonuçların denetiminin hukukilik denetimi kapsamında kaldığı kuşkusuz olup, Bölge Adliye Mahkemesinin direnme gerekçesi yerinde değildir.
14. Tüm bu açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusuna gelindiğinde ise; konu ile ilgili diğer kavram ve yasal mevzuatın incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
15. İcra ve İflas Kanunu'nun 277 vd. madderinde yer alan düzenlemeler karşısında tasarrufun iptali davası; “Borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen değerlerin tasarruftan zarar gören alacaklının alacağını elde etmesi amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlayan bir dava,” kısaca "borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak için yaptığı tasarruflarını, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüzleştirmeye yönelik bir dava" şeklinde tanımlanabilir. İptal davasının amacı bir alacağı ödememek için, mal varlığını azaltıcı veya artışını önleyici nitelikte, borçlu tarafından yapılan bir taraflı hukuki işlemler ve fiillerle, borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kişilerle yaptığı tüm hukuki işlemleri, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüz sayarak işlem konusu mal veya hakkı hâlen borçluya aitmiş gibi, cebrî icra yolu ile alacaklının alacağını almasına olanak sağlamaktır (Ali Güneren: İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, Ankara 2012, s: 39, 40).
16. İcra ve İflas Kanunu'nun 278, 279 ve 280 inci maddelerinde düzenlenen ve iptal davasının konusunu teşkil eden tasarruflar genel olarak üç grupta toplanmıştır. Bunlar; karşılıksız (ivazsız) yapılan tasarruflar, aciz hâlinde iken ve bundan ötürü yapılan tasarruflar ve olağan durumlarda borçlunun yapmayacağı işlemlerle malvarlığında eksiltme yaratan tasarruflardır. Ancak, bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar tahdidi olarak sayılmış değildir. Kanun iptale tabi bazı tasarruflar için genel bir tanımlama yaparak hangi tasarrufların iptale tabi olduğu hususunun tayinini hâkimin takdirine bırakmıştır ( 2004 sayılı Kanun md 281). Dava dilekçesinde İİK'nın 278, 279 ve 280 inci maddelerinden hangisine istinaden iptal istendiğinin belirtilmesi de zorunlu değildir. Hatta bu maddelerden biri gösterilmiş olsa bile mahkeme bununla bağlı olmayıp, diğer maddelerden birine dayanarak iptal kararı verebilir. Bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.11.1987 tarihli ve 1987/15-381 Esas, 1987/ 873 Karar ; 14.01.2020 tarihli ve 2019/17-16 Esas, 2020/7 Karar sayılı kararında da açıklanmıştır.
17. Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin bulunması gerekir. Bu ön koşulların bulunması hâlinde ise 2004 sayılı Kanun'un 278, 279 ve 280 inci maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK'nın 280 inci maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan 280/3 üncü maddesine göre ön görülen karinenin somut olayda mevcut olup olmadığı değerlendirilmelidir.
18. Eldeki davada; hatalı olarak satış sözleşmesinin vekâleten yapıldığı ve her iki davalı arasında tanışıklık, ticari ilişkinin bulunmadığı belirtilmiş ve akabinde davacı ile davalı arasında önceye dayalı bir tanışıklık, akrabalık ya da ticari ilişki olmadığı sonucuna varılmış ise de; varılan sonuç davalı borçlunun duruşmadaki beyanıyla ve dosya kapsamındaki tanık beyanlarıyla çelişmektedir. Tanık olarak dinlenen davalı üçüncü kişi Ayşe Ş.’in eşi İlyas Ş.; davalı borçlu Yüksel E.'un çalıştığı firma için, kendisinin çalıştığı firmadan elektrik malzemeleri satın aldığını ve bu nedenle tanıdığını beyan etmiştir. Dosya kapsamından davalı borçlu Yüksel E.’un çalıştığı şirketin kendisine ait olup olmadığı aynı şekilde davalı üçüncü kişi Ayşe Ş.’in eşi İlyas Ş.’in elektrik malzemeleri satan şirketinin olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Bu çelişki karşısında dosya kapsamında bulunan bilgi ve belgelere göre davalı üçüncü kişi Ayşe Ş.’in davalı borçlunun İİK'nın 280 inci madde kapsamında alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından eksik inceleme ile sonuca varılmıştır.
19. O hâlde, somut olayda Yargıtay tarafından yapılan denetim ve neticesinde verilen bozma kararının 5235 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun hükümlerine aykırı olduğunu söyleyebilme olanağı olmadığı ve mevcut beyanlar ile dosya kapsamına göre davalı üçüncü kişi Ayşe Ş.’in davalı borçlunun İİK'nın 280 inci maddesi kapsamında alacaklıya zarar verme kastıyla taşınmazını sattığını bilebilecek kişilerden olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından Özel Daire bozma kararında belirtilen şekilde inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra değerlendirme yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
20. Hâl böyle olunca; Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
15.05.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.