HUMK DÖNEMİNDE AÇILAN DAVADA VERİLEN TALEP ARTIRIM DİLEKÇESİ ISLAH TALEBİ OLARAK NİTELENDİRİLEMEZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


04 Haz
2018

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2015/21-1477
KARAR NO   : 2018/765

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           : 
Bandırma 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla)
TARİHİ                     : 11/02/2014
NUMARASI              : 2013/487 - 2014/37
DAVACI                    : S.G. vekilleri Av. A.G. - Av. H.A. - Av. H.K.
DAVALI                    : E.A. Nakliyat İnş. Taah. Tur. Tic. A.Ş. vekilleri Av. M.T.G. - Av. H.A.

Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bandırma 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla) davanın kısmen kabulüne dair verilen 14.01.2013 gün ve 2011/41 E., 2013/21 K. sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 09.09.2013 gün ve 2013/9073 E., 2013/15517 K. sayılı kararı ile;

"... Dava, iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, 104.826,95 TL maddi, 37.500 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına karar verilmiştir.

1- İş kazalarından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davalarında zararlandırıcı olaya neden oldukları ileri sürülen kişi veya kişilerin kusur oranlarının kesin olarak tespiti hem maddi hem de manevi tazminat miktarını doğrudan etkilemesi bakımından önem taşımaktadır. Zira maddi tazminat davalarında sigortalının kazanç kaybının hesaplanmasında davacının kendi kusuru oranında tespit olunan kazanç kaybından indirim yapılacağı gibi yine manevi tazminat davalarında hükmedilecek manevi tazminat miktarının takdirinde tarafların kusur durumu mahkemece öncelikle dikkate alınacaktır.

Somut olayda, dava konusu iş kazasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Baş İş Müfettişi tarafından düzenlenen rapordaki kusur oranları ile, İş Güvenliği Uzmanı Makine Yüksek Mühendisi bilirkişi tarafından düzenlenen 07.12.2011 tarihli tek kişilik raporda belirtilen kusur oranları arasında açık çelişki vardır.

Mahkemece, çelişkinin giderilmesi amacı ile iş güvenliği konusunda uzmanlardan oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden, davaya konu iş kazasında ilgililerin kusur oranları bakımından yeniden rapor almak ve çıkacak sonuca göre maddi ve manevi tazminat istemleri hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

2- Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.06.2013 gün, 2013/8-1013 esas, 2013/816 karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere;

Usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.

Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı”dır.

Hemen belirtilmelidir ki, dava; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. 

Eğer bir usul işlemi, yargılama sırasında yapılmaya başlanıp, tamamlandıktan sonra, yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle, tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise, yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü, usule ilişkin kanunlar - tersine bir kural benimsenmediği takdirde-genel olarak hemen etkili olup, uygulanırlar (Üstündağ, Saim:Medeni Yarğılama Hukuku, Cilt:I-II, 6.Bası, İstanbul 1997, sahife:73-78; Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet:Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 11.Bası, Ankara 2011, sahife:61-66;YİBK.'nun 8.7.1942 gün ve E:13, K:19;Hukuk Genel Kurulu'nun 23.9.1964 gün ve E:7/1139, K:575; 09.3.1988 gün ve E:860, K:232; 23.11.1988 gün ve E:1988/1-825, K:1988/964; 22.02.2012 gün ve E:2011/2-723, K:2012/87 sayılı ilamları).

Bu genel açıklamalardan sonra, zaman bakımından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun ilgili hükmüne de değinmek gerekir:

HMK'nun “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448.maddesi; “(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre, usul hükümleri kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır. (Pekcanıtez/Atalay/Özekes:a.g.e., s.62)

Somut olayda; dava dilekçesi mülga 1086 sayılı HMUK’nun yürürlükte bulunduğu tarihte verilmiş olduğundan eldeki davada, 6100 sayılı HMK'nun belirsiz alacak davasına ilişkin 107. maddesinin uygulanamayacağından fazlaya ilişkin haklar ancak dava dilekçesinin ıslahı veya ek bir dava ile talep edilebilecekken davacı vekilinin 18.12.2012 tarihli dilekçesiyle HMK 107. maddesi uyarınca arttırılan tutarda maddi tazminata hükmederek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı şirketin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…"

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin davalı işyerinde 2009 Ağustos tarihinde işe başladığını, C-A2 sınıfı sürücü belgesi ile 1.150 TL ücret karşılığında çalışmakta iken 28.10.2009 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu %34 malul kaldığını, kazanın meydana gelmesinde davalı işverenin %60 müvekkilinin ise %40 kusurlu bulunduğunu ancak bu oranın yargılama sırasında değişeceğini, geçirdiği iş kazası sonucu müvekkilinin çalışamayacak durumda olduğunu iddia ederek fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000 TL maddi tazminatın ve 50.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş ve 18.12.2012 tarihli talep artırım dilekçesiyle HMK 107. maddesi uyarınca maddi tazminat talebini 104.826,95 TL olarak artırmıştır.

Davalı E.A. Nakliyat İnş. Taah. Tur. Tic. A.Ş vekili davacının müvekkil şirkette 2009 yılı Ağustos ve Ekim ayları arasında çalıştığını, çalıştığı dönem boyunca 1.150 TL ücret değil asgari ücret aldığını, davaya konu iş kazasının meydana gelmesinde tüm kusurun davacıda olduğunu ve müvekkili şirketin davacının tüm maddi zararını karşıladığını başka bir zararın bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece davalı şirketin toplam %75 (davalı işveren E.A. Nakliyat İnş. Taah. Tur. Tic. A.Ş.’nin %50, davalı işveren müessesinin istihdam ettiği Bahattin U.’nın %25) ve davacının %25 oranında kusurları bulunduğu, davacının maluliyet oranının %34 olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile, davacının 146.813,49 TL maddi tazminat alacağından SGK tarafından davacıya bağlanan gelirin ilk PSD’li değeri 35.069,55 TL’nin mahsubu ile davacının 111.743,94 TL tazminat alacağının olduğunun tespiti ile HMK'nın 26’ncı maddesi gereğince taleple bağlı kalınarak 104.826,95 TL tazminatın kaza tarihi olan 28.10.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına, davacının manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile; 37.500 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 28.10.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece bozma kararında belirtilen 07.12.2011 tarihli bir raporun dosyada mevcut olmadığını, aksine dosyada 3 kişilik bilirkişi heyetinden alınan rapor olduğu ve tek kişilik SGK müfettişi tarafından düzenlenen rapora değil 3 kişilik heyetten oluşan rapora itibar edildiği, Özel Dairece 05.01.2012 tarihli üç kişilik bilirkişi heyetinden oluşan rapora dair bir eksiklikten bahsedilmediği ve her ne kadar dava 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu zamanında açılsa da 18.12.2012 tarihli talep artırım dilekçesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlükte iken verildiğini belirterek direnme kararı verilmiştir.

Direnme hükmünü davalı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından mahkemece esas alınan 05.01.2012 tarihli kusur bilirkişi raporunun hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı ve kusur bilirkişi raporları arasında çelişki bulunup bulunmadığı ve davanın HMUK’nın yürürlükte bulunduğu tarihte açıldığı göz önüne alındığında davacı vekilinin 18.12.2012 tarihli talep artırım dilekçesi yönünden HMK’nın 107’nci maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır.

İşin esasının incelenmesinde direnme konusu uyuşmazlıkların iki başlık altında toplandığı ve birinci başlık olarak 05.01.2012 tarihli kusur bilirkişi raporunun hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı ve kusur bilirkişi raporları arasında çelişki bulunup bulunmadığı, ikinci başlık olarak davanın HMUK’nın yürürlükte bulunduğu tarihte açıldığı göz önüne alındığında davacı vekilinin 18.12.2012 tarihli talep artırım dilekçesi yönünden HMK’nın 107’nci maddesinin uygulanıp uygulanmayacağı noktasında toplandığı ve bu başlıkların ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır;

1- 05.01.2012 tarihli kusur bilirkişi raporunun hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı ve kusur bilirkişi raporları arasında çelişki bulunup bulunmadığına yönelik verilen direnme kararının incelenmesinde; 

Bilindiği üzere 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17’nci maddesinde “yaşama hakkı” güvence altına alınmış, bu yasal güvencenin yaşama geçirilmesinde, iş ve sosyal güvenlik mevzuatında da işçilerin korunması, işin düzenlenmesi, iş güvenliği, sosyal düzen ve adaletin sağlanması düşüncesi ile koruyucu bir takım hükümler getirilmiştir.

Kamu düzeni düşüncesi ile oluşturulan işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuat hükümleri; işyerleri ve eklerinde bulunması gereken sağlık şartları, kullanılacak alet, makineler ve ham maddeler yüzünden çıkabilecek hastalıklara engel olarak alınacak tedbirleri, aynı şekilde işyerinde iş kazalarını önlemek üzere bulundurulması gerekli araçların ve alınacak güvenlik tedbirlerinin neler olduğunu belirtmektedir. Burada amaçlanan işvereni işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin tamamını almaya zorlayarak, yapılmakta olan iş nedeniyle işçinin vücut tamlığı ve yaşama hakkının önündeki tüm engellerin giderilmesidir. 

Bu amaçla yapılan düzenlemeleri içeren 4857 sayılı İş Kanunu’nun 77’nci maddesi uyarınca, işverenin, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak, bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurma yükümlülüğü bulunmaktadır.

Uygulamada önemli olan, işverenin iş kazasına neden olacak şekilde, işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi bulunup bulunmadığının tespitidir. 

Bu konuda yapılacak ilk yargı işlemi, mevcut hükümlere göre alınacak tedbirlerin neler olduğunun tespit edilmesidir. İş güvenliği ilkeleri gereğince mevzuat hükümlerince öngörülmemiş fakat alınması gerekli başkaca bir tedbir varsa bunların dahi tespitinin zorunluluğu bulunmaktadır. İşverenin koruma tedbiri alma yükümü kapsamında bunların işverence tam olarak alınıp alınmadığı, alınmamışsa zararın bundan doğup doğmadığı ile işçinin tedbirlere uyma yükümlülüğü kapsamında duruma işçinin tedbirlere uymamasının etkili bulunup bulunmadığı ve bu doğrultuda tarafların kusur oranı saptanmalıdır.

Sorumluluğun saptanmasında diğer bir kural ise sorumluluğu gerektiren ve yasada belirlenmiş bulunan durumun kendi özelliğini gözönünde bulundurmak ve araştırmayı bu özelliğe göre yürütmektir.

İş güvenliği kapsamında yapılmakta olan iş nedeniyle işçinin eğitimi sadece bir kısım mevzuat hükümlerini içerir belgelerin kendisine verilmesi değil, eylemli olarak bu bilgilerin aktarımı ve öneminin kavratılması ile sağlanabilir. Eğitimden sonraki aşama ise, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili önlemlerin alındığının ve uygulandığının denetlenmesidir. 

Öte yandan, işyerinde çalışanlar bina veya bina kısmında, inşaatta, makinede, tesisatta, alette ve edevatta göreceği noksan veya tehlikeli durumu amirine veya bakım onarım işleriyle görevli olanlara hemen bildirilecek ve işveren de bu kusurları en kısa zamanda ve uygun şekilde giderecektir.

Mahkemece hükme dayanak kılınan 05.01.2012 tarihli kusur bilirkişi raporunda davalı şirketin %75, davacının %25 oranında kusuru bulunduğu belirtilmiş ise de; dosya arasında mevcut 18.01.2010 tarihli İş Teftiş Kurulu Başkanlığı raporunda kusur oranlarının işverenin %60, sigortalının %40 olarak belirlendiği, her iki rapor içeriğinde maddi vakanın farklı değerlendirildiği, bu nedenle kusur raporları arasında çelişki bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemenin hükme esas aldığı kusur raporunun, 4857 sayılı Kanun’un 77’nci maddesinin öngördüğü koşulları içerdiğinden ve hükme dayanak alınacak nitelikte olduğundan söz edilemez. 

Ne var ki, Özel Dairenin bozma kararında bahsedilen 07.12.2011 tarihli tek bilirkişili rapor yargılamanın hiçbir safhasında alınmamıştır. Bu nedenle 07.12.2011 tarihli rapor ile İş Teftiş Kurulu Başkanlığının 18.01.2010 tarihli rapor arasındaki çelişkinin giderilmesine dair birinci bozma nedeni, 05.01.2012 tarihli rapor ile İş Teftiş Kurulu Başkanlığının 18.01.2010 tarihli rapor arasında çelişkinin giderilmesi şeklinde değiştirilmelidir.

2- Davanın HMUK’nın yürürlükte bulunduğu tarihte açıldığı göz önüne alındığında davacı vekilinin 18.12.2012 tarihli talep artırım dilekçesi yönünden HMK’nın 107’nci maddesinin uygulanıp uygulanmayacağına yönelik verilen direnme kararının incelenmesinde; 

Usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır. 

Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı”dır.

Hemen belirtilmelidir ki, dava; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. 

Eğer bir usul işlemi, yargılama sırasında yapılmaya başlanıp, tamamlandıktan sonra, yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle, tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise, yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü, usule ilişkin kanunlar -tersine bir kural benimsenmediği takdirde-genel olarak hemen etkili olup, uygulanırlar (Üstündağ, S.:Medeni Yargılama Hukuku, Cilt:I-II, 6.Bası, İstanbul 1997, s. :73-78; Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet:Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 11.Bası, Ankara 2011, sahife:61-66;YİBK.'nun 8.7.1942 gün ve E:13, K:19;Hukuk Genel Kurulu'nun 23.9.1964 gün ve E:7/1139, K:575; 09.3.1988 gün ve E:860, K:232; 23.11.1988 gün ve E:1988/1-825, K:1988/964; 22.02.2012 gün ve E:2011/2-723, K:2012/87 sayılı kararları).

Bu genel açıklamalardan sonra, zaman bakımından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nın ilgili hükmüne de değinmek gerekir:

HMK'nın “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448’inci maddesi; 

“(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Bu madde hükmüne göre, usul hükümleri kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır (Pekcanıtez/Atalay/Özekes: s., s.62).

Somut olayda; dava dilekçesi 1086 sayılı HMUK’nın yürürlükte bulunduğu tarihte verilmiş olup, dilekçeler aşaması tamamlanmış bulunduğundan eldeki davada tamamlama harcı yatırılarak 18.12.2012 tarihli dilekçe ile talep artırılması mümkün değildir. 

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyeler tarafından; somut olay itibariyle davacı vekili tarafından verilen 18.12.2012 tarihli talep artırım dilekçesinin ıslah talebi olarak kabul edilmesi gerektiği, hâkimin 18.12.2012 tarihli dilekçeyi ıslah talebi olarak da yorumlayabileceği bu yönüyle (2) numaralı bozma nedeni kapsamında direnme kararının onanmasının doğru olacağı görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 

Bu nedenle direnme kararının yukarıda bahsedilen gerekçeler ile bozulması gerekmiştir. 

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda (1) sayılı bentte açıklanan nedenlerle oy birliği ile değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, (2) sayılı bentte açıklanan nedenlerle oy çokluğu ile BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 11.04.2018 gününde karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 19'u BOZMA, 2'si ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.