İLK DERECE MAHKEMESİ HÜKMÜ BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİNCE KALDIRILIRSA ISLAH YAPILABİLİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


18 Mar
2020

Yazdır

T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2019/3131
KARAR NO    : 2019/12353

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

MAHKEMESİ          : Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi
TARİHİ                    : 23/05/2018
NUMARASI             : 2018/1660 - 2018/1273
DAVACI                   : T.T. vekili avukat M.Ü.
DAVALI                   : H.Ş. vekili avukat M.T.

Gaziantep Bölge Adliyesi Mahkemesi 13. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının davacı ile davalı vekilince mürafaa talepli olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Mürafaa için belirlenen günde duruşmalı temyiz eden davalı Asil Hüseyin Ş. ile duruşmalı temyiz eden davacı vekili avukat T.Ç.A. geldi. Hazır olanların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra kararın açıklanması başka güne bırakıldı. Yapılan incelemede temyiz dilekçesinin süresinde verildiğinin anlaşılması üzerine, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, 21.01.2002 tarihinde uğradığı silahlı saldırı neticesinde sakatlandığını, Osmaniye 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2013/5.4 esas sayılı dava dosyasıyla açtığı tazminat davasında davalıyı avukatı olarak atadığını, ancak vekilinin bu davayı açarken haksız eylem tarihinden itibaren faiz talep etmediğini, dayanak davada 23.04.2012 tarihinde alınan bilirkişi raporu sonucunda davanın 65.066,70 TL olarak ve bu alacağın faiziyle tahsili şeklinde ıslah edildiğini, ancak davalı vekilinin iki ayrı ıslah talebine itiraz ettiğini, Osmaniye 1. Asliye Hukuk Mahkemesince 65.066,70 TL maddi ve 15.000,00 TL manevi tazminatın faizsiz bir şekilde kabulüne karar verildiğini, faize ilişkin temyiz talebinin de reddedildiğini, olay tarihi olan 22.01.2002 tarihinden bugüne kadar maddi ve manevi tazminatı faizsiz alması nedeniyle çok büyük kaybının olduğunu, faiz talebine ilişkin olarak açtığı ek dava ile zararını gidermek istediğini, ancak bu talebinin de zamanaşımı nedeniyle reddedildiğini ileri sürerek; olay tarihi 22.01.2002 tarihi itibariyle yapılacak faiz hesabı alacağından şimdilik 50.000,00 TL faiz alacağının dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, 27.09.2017 tarihli dilekçe ile talebini 214.479,14 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı, davacının talebinin zaman aşımına uğradığını, davaya dayanak dosyaya 06.12.2010 tarihinde istifa dilekçesini sunduğunu, kendisinin oluşan zarardan bir sorumluluğunun olmadığını, dava dilekçesinde faiz talep edilmemesinin hak kaybı sonucunu doğurmayacağını, sonradan açılacak bir dava ile talep edebileceğini, burda sorumluluğun dosyadan istifa ettikten sonra davaya devam eden vekilde olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.

İlk derece Mahkemesince, davanın reddine ilişkin verilen karar davacının istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesi’nin 13.02.2017 tarihli kararı ile olayda vekilin özenli davranma ve hesap verme yükümlülüğüne aykırı davranarak kusurlu olduğu, bu durumda davalı ve davacının meydana gelen zararın oluşmasındaki kusurlarının uzman bilirkişi heyetinden alınacak rapor ile belirlenerek ve davalının sorumluluk miktarı saptanarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın kaldırılmasına ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, bunun üzerine ilk derece mahkemesince alınan bilirkişi raporu doğrultusunda davacının 27.09.2017 tarihli ıslah talebi kabul edilerek davanın kabulüne, 214.479,14TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, bu karara yönelik davalı istinaf talebinde bulunmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesince bu kez; bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına ilişkin kuralın istinaf için de geçerli olduğu, geçersiz ıslaha göre karar verilemeyeceği, ancak davacının 01.09.2015 tarihli bilirkişi raporunu kabul etmesi nedeniyle bu bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerektiği belirtilerek, davalı tarafın istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına, davacının ıslah talebinin reddine, davanın kısmen kabulü ile 49.186,08 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine, karar verilmiştir.

Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi’nin kararı süresi içinde taraflarca temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

1- Dosya kapsamının birlikte değerlendirilmesiyle yapılan inceleme sonucunda, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, Bölge Adliye Mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığından, tarafların tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Davacı faiz alacağı haklarının davalı avukatın kusurlu hizmeti nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerek zararının davalıdan tahsili için eldeki davayı açmıştır.

Dosyanın incelenmesinde; ilk derece mahkemesince davanın reddine ilişkin verilen karara yönelik davacının istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, tarafların kusur durumlarının belirlenmesi için bilirkişi rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek dosya ilk derece mahkemesine gönderilmiştir. İlk derece mahkemesi yargılamaya devam ederek bilirkişi raporu almış, bu bilirkişi raporu doğrultusunda davacı 27.09.2017 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 214.479,14TL’ye yükseltmiş, ilk derece mahkemesi de davacının ıslahla artırdığı miktarı dikkate alarak davanın kabulüne karar vermiştir. Bu karara yönelik davalı istinaf talebinde bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesince HMK’nın 177. ve 357. maddelerindeki düzenlemelerin bozmadan sonra ıslah yapılamaz şeklindeki yüksek yargı kararlarına göre yerinde olduğu, bu konuda Yargıtay kararlarının, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı için geçersiz ıslaha göre karar verilemez doğrultusunda yerleştiği, HMK’nın 357. maddesi ile aynı yasağın istinaf konusunda da kabul edildiği, ancak davacının ilk derece mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karara yönelik istinaf dilekçesinde 01.09.2015 tarihli bilirkişi raporuna göre karar verilmesi gerektiğini belirtmek suretiyle dava değerini ilk rapordaki 49.186,08TL olarak hasrettiği kabul edilerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın 49.186,08TL üzerinden kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki; 04.02.1948 tarih 10/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince bozmadan sonra ıslah yapılması mümkün olmadığına ilişkin içtihadı birleştime kararı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun son olarak 06/05/2016 tarih 2015/1 Esas ve 2016/1 sayılı kararında da bozma sonrası ıslah yapılamayacağı ve 1948 tarihli içtihadı birleştirme kararının değiştirilmesinin gerekmediği belirtilerek ilke olarak bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı kabul edilmiştir. Açıklanan içtihadı birleştirme kararı Yargıtay dairelerince verilen bozma kararlarına yönelik olup, Bölge Adliye Mahkemesince verilen ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ilişkin karar bir bozma kararı olmadığından içtihadı birleştirme kararının burada uygulanma olanağı bulunmamaktadır. İlk derece mahkemesi kararının kaldırılarak mahkemesine gönderilmesine ilişkin verilen Bölge Adliye Mahkemesi kararı, tahkikatın bitirilmediği, eksik tahkikat yapıldığının kabulü niteliğindedir. Bölge Adliye Mahkemesince ilk derece mahkemesinin kararının kaldırıldıktan sonra ilk derece mahkemesinde yargılama devam ederken davacı davasını ıslah etmiş olup, Bölge Adliye Mahkemesi yargılaması sırasında yapılan bir ıslah olmadığından HMK’nın 357. maddesindeki düzenlemenin olayda şartları oluşmamıştır. Ancak davacı ilk derece mahkemesince davanın reddine ilişkin karara yönelik sunduğu 23.12.2016 tarihli istinaf dilekçesinde bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesini talep ettiğinden bu beyan davalı yönünden usulü kazanılmış hak oluşturmuş olup, bu haliye Bölge Adliye Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmesi yerindedir. Hal böyle olunca, Bölge Adliye Mahkemesince, açıklanan gerekçeyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmesi gerekirken, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına ilişkin kuralın istinaf için de geçerli olduğuna yönelik gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

Ne var ki, yapılan bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 6100 sayılı HMK’nun 370/2. maddesi uyarınca hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle tarafların tüm temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) numaralı bent uyarınca Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi kararındaki gerekçenin değiştirilerek hükmün düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, 2.037,00 TL duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, peşin alınan 35,90 TL harcın davacıya, 853,88 TL harcın davalıya iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 11/12/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BAŞKAN        ÜYE         ÜYE         ÜYE           ÜYE
A.S.Erkuş      A.Çolak   Ş.Bozer   Ö.Kerkez   C.Balıkçı

İÇTİHAT YORUMU :
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 11 Aralık 2019 tarihli kararına göre bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi kararını kaldırması durumunda ilk derece mahkemesindeki yargılamada ıslah işlemi gerçekleştirilebilirken, aşağıda yer verdiğimiz Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 17 Haziran 2019 tarihli kararına göre ise böyle bir durumda ıslah işleminin gerçekleştirilebilmesi mümkün değildir. Kanımızca, bölge adliye mahkemesinin “kaldırma” kararı, teknik anlamında bir “bozma” kararı olmadığından ve HMK m. 353/1-a hükmünde belirtilen durumların mevcut olması durumunda, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 11 Aralık 2019 tarihli kararı hukukî anlamda doğru ve yerinde bir karardır. Nitekim, doktrin de aynı görüştedir.

“İstinafta ıslah geçersiz olmasına rağmen, istinaf mahkemesi HMK m. 353/1-a’da belirtilen durumlarda, dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verirse, ıslah yoluna başvurulabileceği kanısındayız." (AKKAYA, Tolga, Medenî Usûl Hukukunda İstinaf, Ankara, 2009, s. 29)

“İstinaf kanun yolunda ıslah yoluna başvurulması yasaklanmakla birlikte HMK m. 353/1, a’da belirtilen usûlî eksikliklerin mevcudiyeti halinde dosya yeniden yargılama yapılmak üzere ilk derece mahkemesine gönderilecek ve söz konusu sınırlı sayıdaki hallerde yeniden tahkikat bölge adliye mahkemesi tarafından değil, ilk derece mahkemesi tarafından yapılacaktır. Dosyanın ilk derece mahkemesine gönderildiği bu hallerde taraflar ıslah yoluna başvurabilmelidir.” (MERAKLI YAYLA, Deniz, Medenî Usûl Hukukunda İstinaf Kanun Yolunda Yeniden Tahkikat Yapılması, Ankara, 2014, s. 51, 52)

“Bölge adliye mahkemesinin Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353’üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi çerçevesinde vermiş olduğu kararlardan sonra, hükmün kesinleşmesinden söz etmek mümkün olmayacağı ve tahkikatın yeniden başlayacağı göz önüne alındığında, ıslahın mümkün olduğu konusunda tereddüt etmemek icap eder.” (ERDOĞAN, Ersin; KORKMAZ, Cansu, Yargıtayca Verilen Bozma Yahut Bölge Adliye Mahkemelerince Verilen Gönderme Kararlarından Sonra Islah Yapılıp Yapılamayacağı Sorunu, Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, Y: 2016, S: 2, s. 283)

7251 sayılı ve 22.07.2020 tarihli HMK değişikliği bu konudaki sorunları gidermiş olup HMK 177/2 hükmü ile "(Ek:22/7/2020-7251/18 md.) Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz."

 

AKSİ YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi

ESAS NO       : 2018/6515
KARAR NO    : 2019/4410

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ          :
İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi
TARİHİ                    : 03/07/2018
NUMARASI             : 2018/1382 - 2018/985
DAVACI                   : A.Ü. Vek. Av. M.H.
DAVALILAR            : 1- T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü Vek. Av. Z.A.
                                  2- S.K.İ. Anonim Şirketi Vek. Av. A.G.
İLK DERECE
MAHKEMESİ          :
Soma İş Mahkemesi
TARİHİ                    : 13/03/2018
NUMARASI            : 2017/170 - 2018/127

TÜRK MİLLETİ ADINA

1- Davacı Kardeşin Manevi Tazminat İstemine Yönelik Hüküm Yönünden,

Miktar veya değeri temyiz kesinlik sınırını geçmeyen davalara ilişkin nihai kararlar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 362/1-(a) maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir.

Dava ve ıslah dilekçeleri ile eş için 61.770,37 TL maddi, 200.000,00 TL manevi, çocuklar için 150.000,00'er TL manevi, anne için 100.000,00 TL manevi, kardeş için 50.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunulduğu, ilk derece mahkemesince eşin maddi tazminat isteminin kabulüne, eş lehine 150.000,00 TL, çocuklar lehine 130.000,00'er TL, anne lehine 100.000,00 TL, kardeş lehine 40.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verildiği, davacılar ve davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'nün istinaf başvurusu üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi'nce verilen 03/07/2018 tarihli kararla, davacıların istinaf başvurularının esastan reddine karar verildiği, davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'nün istinaf başvurusunun ise karar ve ilam harcı yönünden kabul edilerek ilk derece mahkemesi kararı kaldırılıp, karar ve ilam harcı düzeltilecek şekilde yeniden esas hakkında karar verildiği anlaşılmaktadır.

Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararlar için kesinlik sınırı, karar tarihi 02.12.2016-31.12.2016 tarihleri arasında 40.000,00 TL, 01.01.2017-31.12.2017 tarihleri arasında 41.530,00-TL, 01.01.2018 tarihinden sonra verilen kararlar için 47.530,00 TL'dir.

Davacılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Dosya kapsamından davacı kardeşin manevi tazminat istemine ilişkin hükmün davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü yönünden, Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi'nin karar tarihi itibariyle 47.530,00 TL’lik temyiz sınırının altında kaldığı anlaşılmaktadır.

O halde, davacı kardeşin manevi tazminat istemlerine dair hükümlerin davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü yönünden temyizi mümkün olmayıp, adı geçen davalının açıklanan hükümlere yönelik temyiz itirazlarının 6100 sayılı H.M.K.'nun 362/1-a ve (2) maddeleri uyarınca reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Diğer Hükümler Yönünden,

A) Davacı İstemi;

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 13.05.2014 tarihinde Soma'da meydana gelen maden kazasında davacılar kök murisinin vefat ettiğini, maden kazasının olduğu Eynez yeraltı maden ocağının davalılardan T.K.İ. Genel Müdürlüğü'ne ait olduğunu, meydana gelen kazadan davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarını, müteveffanın ölümü ile desteğini kaybettiklerini, davacıların derin bir acı ve üzüntü içerisine düştüklerini belirterek talep edilen maddi ve manevi tazminatın olay tarihi olan 13.05.2014'ten itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesini talep ve dava etmiş, 28/12/2017 tarihli dilekçesi ile maddi tazminat talebini ıslah etmiştir.

B) Davalı Cevabı;

Davalı T.K.İ. vekili cevap dilekçesinde ve beyanlarında özetle; İş Kanunu'na göre işin tamamının, bir bütün halinde anahtar teslimi niteliğinde yükleniciye verildiğini; bu yolla işten tamamen el çekildiğini; sigortalı işçi çalıştırılmadığı için de işveren sıfatına haiz olunmadığından bu işi devralan yüklenici firmanın alt işveren ve işi devreden T.K.İ.'nin ise asıl işveren olarak nitelendirilemeyeceğini; sözleşmenin 16. maddesinde alt yüklenici çalıştırılmayacağı ve işin tamamının yüklenici firma tarafından yapılacağı belirtilmesinin, Soma Kömürleri AŞ.'nin asıl işveren ve işyeri sahibi olduğunu gösterdiğini; bu nedenlerle müvekkili kurum ile davacının çalıştığı müteahhit arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisinin mevcut olmadığını; bu nedenle davanın husumet sebebiyle reddine karar verilmesi gerektiğini; müvekkili kurumun linyit üretimi ile ilgili madenleri işletmek veya işlettirmek ve aramak amacı ile bu ve benzeri işleri rodövans veya hizmet alımı (ihale) usulü ile yaptırdığını; müvekkili kurumun bu tarz işlerdeki görevinin her iki işlettirme yönteminde söz konusu işin yürütümü, firma çalışanlarının sevk ve idaresi ve kurum işçilerinin firma işçileri ile birlikte çalışmasının söz konusu olmayıp, kurum kontrol teşkilatının tespiti, ödenecek hakedişe esas olmak üzere kömürün kalitesi ve miktarının belirlenmesi ile sınırlı olduğunu; işin yüklenicisi P. Teknik tarafından yangınları önlemeye yönelik tedbirlerin alınmaya çalışıldığını ancak yangın gibi diğer madencilik riskleri (metan, yeraltı suyu gibi) nedenlerle yıllık üretim miktarına ulaşamayacakları ihtimalinin şirketlerin mağduriyetine sebebiyet vereceğini ve ileride telafisi mümkün olmayan problemlerle karşılaşabileceklerini bu durumdan hem şirketlerin hem de kurumun olumsuz etkilenebileceğinden mevcut sözleşmeyi devretmek istediklerini; aynı ocağın uygun kısımlarında mekanize, diğer kısımlarında klasik ayak modeli yaparak ve sahada oluşabilecek riskleri göz önüne alarak ilgili işi 30.10.2009 tarihinde Soma Kömürleri AŞ.'nin devraldığını; S.K.İ.'nin sözleşmeyi devraldığı tarihten bu yana üretim sırasında ocakta iş güvenliğini tehdit eden herhangi bir unsurdan dolayı T.K.İ.'ye başvuruda bulunmadıklarını; ocağın iş sağlığı ve güvenliği açısından denetiminin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişleri tarafından yapıldığını; işin gereği olarak yalnızca teknik şartnamede belirtilen ekipmanın işe uygun olup olmadığı ve hizmet işleri şartnamesine göre üretilen kömürün teknik şartnamede belirtilen niteliklere uygunluğunun İdare Kontrol Teşkilatı tarafından kontrol edildiğini; hizmet alım sözleşmesine göre işin tanımı dışında herhangi bir kontrol yapılmamakla birlikte, 6331 S.Y. kapsamında denetleme yetkilerinin de bulunmadığını; daha önce meydana gelen ölümlü kazalarda müvekkili kurumun ne idari ne de cezai bir soruşturmaya dahil edilmediğini; kullanılan malzeme ve ekipmanın yeterliliği ve kullanılan malzemelerin uygunluğunun denetiminin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na ait olduğunu; bu nedenle kanunlar tarafından kendisine verilmeyen bir yetkinin kullanılmasını beklemek ve bu nedenle de sorumlu tutulmanın hukuka ve hayatın olağan akışına uygun olmadığını; hizmet işleri şartnamesinin 40. maddesine göre meydana gelecek kazalardan dolayı her türlü tazminat sorumluluğunun yükleniciye ait olduğunun belirtildiğini; ayrıca İş Kanunu'nun 2. maddesine göre kamu kuruluşlarının asıl işveren olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını ve bu şekilde kamu mağduriyetinin önlenmeye çalışıldığını; müvekkili kurumun ihale makamı olduğunu ve Borçlar Kanunu'nun 71. maddesine göre işletme sahibi olan ve işletmeyi fiilen işleten şirketin ayrı bir SGK işyeri numarası olduğundan müvekkili kurumun sorumluluğundan bahsedilemeyeceğini; müvekkili kurumun kazanın olmasında kusurunun olmaması nedeniyle davacının elem duymasına da sebebiyet vermediğini; talep edilen manevi tazminatın fahiş olduğunu ve sebepsiz zenginleşmeye neden olmaması gerektiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Davalı S.K.İ. A.Ş. vekili cevap dilekçesinde ve beyanlarında özetle; dava konusu maden kazasının meydana geldiği maden ocağının işletmesinin müvekkillerinden S.K.İ. AŞ.'ne ait olduğunu, diğer müvekkili Soma Holding AŞ.'nin taraf ehliyeti bulunmadığından davanın husumet yönünden reddini, meydana gelen maden kazasının oluş sebebinin henüz tespit edilemediğinden şu aşamada bir suçlamadan bahsedilemeyeceğini, müvekkili şirket ile T.K.İ. arasındaki sözleşmenin muvazaaya dayanmadığını, müvekkili şirketin iş sağlığı ve güvenliği konusunda işçilerine gerekli eğitimleri verdiğini, çalışan her personele iş güvenliği için gerekli olan tüm malzemelerin temin edildiğini, düzenleyici önleyici faaliyet kontrollerinin yapıldığını, gerekli risk değerlendirme çalışmalarının yapıldığını, gerekli sayıda iş güvenliği ve sağlığı uzmanının görevlendirildiğini, tanık anlatımları ile güvenlik tedbirlerinin alındığının ispatlandığını, ayrıca kamu kurumları tarafından gerekli denetimin yapıldığını ve yapılan denetimlerde bir noksan tespit edilmediğini, savcılık tarafından yürütülen soruşturma dosyasının sonucunun beklenmesi gerektiğini, manevi tazminat talebinin felaketi özlenir hale getirecek nitelikte fahiş olduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir.

C) İlk Derece Mahkemesi Kararı ve Gerekçesi:

İlk derece mahkemesince yapılan yargılama neticesinde, yukarıda açıklandığı şekilde davacı eşin maddi tazminat isteminin kabulüne, eş lehine 150.000,00 TL, çocuklar lehine 130.000,00'er TL, anne lehine 100.000,00 TL, kardeş lehine 40.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

Gerekçe,

"Her ne kadar anılan bilirkişi (kusur) raporunda davalılar T.K.İ. Genel Müdürlüğü ve S.K.İ. A.Ş. yanında dava dışı MİGEM ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı'na da toplamda % 15 oranında kusur izafe edilmiş olsa ve MİGEM ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı dosya kapsamında taraf olmadıkları için söz konusu kişilerin %15'lik sorumluluklarının kapsam dışı tutulması gerektiği düşünülebilecek olsa da, Yargıtay 21. HD.'nin 24.06.2014 Tarih ve 2014/7716 E., 2014/14885 K. sayılı kararında haklı olarak belirtildiği üzere; "...Dava dilekçesinde olay anlatılarak trafik kazasının oluşumunda davacı murisinin katılımının bulunmadığı üçüncü kişi ile içerisinde bulunduğu araç sürücünün eylemleri ile kazanın meydana geldiği açıklanmış ve üstelik davalıya belli oranda bir kusur atfetmek suretiyle iddiasını da sınırlamamış ve sonuçta (fazlaya ait talep haklarını saklı tutmak suretiyle) zararının tümünü davalıdan istemiştir. Artık burada, davacıların davalıdan gerçekleşecek kusur oranında bir talepte bulunduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Davacıların kendilerinin tamamen kusursuz olduğundan söz ederek zararlı sonucu meydana getiren müteselsil borçlular aleyhine açtığı bir davada zararının tümünü talep etmesi, örtülü olarak değil, aksine mülga BK.'nun 142. maddesinde öngörülen teselsül kuralına açık bir şekilde dayandığının belirgin bir kanıtıdır; bu gibi durumlarda, müteselsilen sözcüğünün dava dilekçesinde kullanılmamış olması sonuca etkili değildir. Hal böyle olunca davada teselsül kuralına dayanıldığı gözetilerek, dava dışı üçüncü kişinin kusuruna düşen zarardan da istihdam ettiği işçisinin zararın ortaya çıkmasındaki müşterek kusuru nedeniyle davalı işverenin sorumlu olduğunun kabulü gerekir". Söz konusu dosya kapsamında davacıların talebinin sadece davalıların kusuru ile sınırlı olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir. Tam tersine dava dilekçesinden davacıların davalılar dışındaki kişilerin sorumluluklarına karşıda davalıların müteselsil sorumluluğuna başvurdukları anlaşılmaktadır. Bu sebeple söz konusu kurumlar hakkında dava açılmamış olsa da, dosya içerisinde yer alan bilirkişi raporundan söz konusu kurum ve kuruluşların hepsinin söz konusu kazanın meydana gelmesinde kusurlu oldukları bu sebeple 6098 S TBK.'nın 61. maddesi gereğince haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanması gerekmektedir. Bu kapsamda 6098 S. TBK.'nun 163/I. maddesi gereğince zarar gören alacaklılar borcun tamamını diledikleri borçludan, bu kapsamda bilirkişi raporunda kusuru olduğu belirtilen kişilerin herhangi birinden talep edebilir.

Davacı taraf her ne kadar S.K.İ. A.Ş.'nin tehlikeli işletme işleten, T.K.İ.'nin ruhsat sahibi olması nedeniyle TBK.'nun 71. maddesine göre tehlikeli işletme maliki olması nedeniyle kusursuz sorumlu olduklarını belirtmiş ise de; TBK.'nun 60. maddesinde, bir kişinin sorumluluğunun birden çok nedene dayanması durumunda hakimin zarar görene en iyi giderim imkanı tanıyan sorumluluk sebebine göre karar vereceği düzenlenmesinin yer aldığı, somut olay açısından aldırılan bilirkişi heyeti raporunda davalı S.K.İ. A.Ş. ile T.K.İ.'nin ve diğer dava dışı kişilerin kusurlu olduklarının belirtildiği, müteveffaya her hangi bir kusur yüklenmediği, davacı tarafın dava dilekçesinde müteselsil sorumluluğa dayanıldığı, bu durumda davacı tarafın zararının tümünden davalı S.K.İ. A.Ş. ile T.K.İ.'nin sorumlu tutulabileceği, davacıların zararlarının en iyi, kusur sorumluluğu esasına dayanılarak giderilebileceği anlaşıldığından kusursuz sorumluluk hususlarının tartışılmasında tarafların hukuki faydası olmadığı anlaşılmıştır.

Manevi tazminatın miktarının belirlenmesi konusuna gelinecek olursa, manevi tazminat miktarının nasıl belirleneceği hususu, Yargıtay HGK.'nun 24.12.2014 tarih ve 2014/21-872 E., 2014/1086 K. sayılı kararında ayrıntılı olarak irdelenmiştir. Gerçekten de anılan karara göre; “...Manevi tazminat isteminin temelinde, davalıların haksız eylemi yatmaktadır. Bilindiği üzere, haksız eylemin unsurları; zarar, fiil ile zarar arasında illiyet bağı, fiilin hukuka aykırı olmasından ibarettir. Öte yandan, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 47. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56.) maddesinde düzenlenen manevi tazminatta kusurun gerekmediği, ancak takdirde etkili olabileceği, 22.06.1966 tarih ve 1966/7 Esas 1966/7 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıkça vurgulanmıştır. Bu kararın gerekçesinde, taktir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar, her olaya göre değişebileceğinden, hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken, ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. Yine BK 47 (TBK 56). maddesi hükmüne göre; hâkimin özel halleri göz önünde tutarak, manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği tutar adalete ve hakkaniyete uygun olmalıdır. Bu para tutarı, aslında ne tazminat ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi, kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine, zarara uğrayanda bir huzur duygusu uyandırmayı, aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden, tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı, onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. Manevi tazminat, duyulan elem ve ızdırabın kısmen ve imkan nisbetinde iadesini amaçladığından hâkim, M.K.nun 4. maddesi gereğince hak ve nesafete göre takdir hakkını kullanarak, manevi tazminat miktarını tespit etmelidir. Hâkim belirlemeyi yaparken somut olayın özelliğini, zarar görenin ekonomik ve sosyal durumunu, paranın alım gücünü, maluliyet oranını, beden gücü kaybı nedeniyle duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırabı gözetmelidir.”

Aldırılan hesap ve kusur raporu ile tüm dosya kapsamı bir arada değerlendirildiğinde; müteveffanın davalı S.K.İ. tarafından işletilen yer altı maden ocağında çalışırken 13/05/2014 tarihinde iş kazası geçirerek vefat ettiği, iş kazasının oluşumunda, müteveffanın kusurunun bulunmadığı, davalı S.K.İ. A.Ş.'nin %70, T.K.İ. A.Ş.'nin %15, Maden İşleri Genel Müdürlüğünün %10, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığının %5 oranında kusurlu oldukları, davanın kusura dayanılarak müteselsil tahsil istemi ile açılmış olduğu, tek bir olaya bağlı aynı haksız eylemden değişik hukuki nedenlerle sorumlu olanlardan her birinin, 6098 sayılı Borçlar Kanunu md. 61 ve 62 mucibince zarardan müteselsilen sorumlu tutulmaları gerektiği, müteveffanın vefatı nedeniyle davacıların destekten yoksun kaldıkları, davacı Azime Ü.'ın 61.770,37-TL karşılanmamış zararının olduğu anlaşılmakla; maddi tazminat talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.

Mahkememizce yapılan değerlendirme sonucunda, söz konusu kazanın Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en çok can kaybı ile sonuçlanan iş kazası olması, davacılar ve toplum nezdinde meydana getirdiği derin acı ve infial, iş bu kaza sırasında 301 madencinin hayatını kaybetmiş olması, kazanın meydana gelmesinde davacılar murisi ve diğer işçilerin herhangi bir kusurunun bulunmaması, davalıların kusurunun ve iş bu kusura bağlı olarak meydana gelen kazanın sonucunun ağırlığı, ağır iş güvenliği ihlalleri tazminat tutarının caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği, gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda davacı eş için 150.000,00-TL, davacı çocuklar için 130.000,00-TL, davacı anne için 100.000,00-TL, davacı kardeş için ise 40.000,00-TL manevi tazminatın davalılar T.K.İ. Genel Müdürlüğü ile S.K.İ. A.Ş.'nden müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi gerektiği anlaşılmıştır.

Her ne kadar davalı taraf cevap dilekçesinde davacı tarafın talep ettiği manevi tazminat miktarının çok yüksek olduğunu, iş bu manevi tazminat miktarlarının kabul edilmesi halinde felaketi özlenir hale getireceği gibi itirazlarda bulunulmuş olsa da, söz konusu tazminat miktarlarının çok yüksek olmadığı, bir insan canının değerinin parasal olarak ölçülmesinin mümkün olmadığı gibi, Soma gibi orta ölçekli bir ilçede bile orta düzeyde bir apartman dairesinin değerinin yaklaşık 200.000,00-TL. olduğu dikkate alındığında hükmedilen manevi tazminat miktarının çok yüksek olmadığı anlaşılmış olup aşağıdaki şekilde hüküm kurulması gerekmiştir. "

D) Bölge Adliye Mahkemesi Kararı ve Gerekçesi:

İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi'nce davacıların istinaf başvuruları esastan reddedilmiş, davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'nün istinaf başvurusu ise karar ve ilam harcı yönünden kabul edilerek esas hakkında yeniden karar verilmiştir.

Gerekçe,

"Taraflar arasındaki uyuşmazlık, iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkindir.

Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden, ruhsat sahibi T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü olan Eynez yer altı sahasındaki kömür üretim işinin davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından 22/07/2006 tarih ve 24046 yevmiye sayılı noter onaylı hizmet alım sözleşmesi ile P. Tek. Elk. Mad. Tur. San.ve Tic. AŞ.'ne verildiği ancak 30/10/2009 tarihinde davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'nün muvafakati ile kömür üretim işinin aynı şartlar altında S.K.İ. A.Ş.'ne devredildiği anlaşılmaktadır. Sözleşmenin eki konumundaki Teknik Şartname'nin 2. maddesinde işin konusunun "1. maddede cins, mevkii ve sınır koordinatları belirtilen sahadan, idare tarafından bir kısmı yüklenicinin kullanımına bedelsiz olarak verilecek bina, tesis, makine, teçhizat, ve yeraltı galerileri ile yüklenicinin temin edeceği ilave makine, teçhizat, tesis ve personel ile bütün masraflar yükleniciye ait olmak üzere yeraltı işletme yöntemi ile kömür üretme işi" olarak tanımlandığı, bu kapsamda sahada mevcut bulunan şalt tesisleri, jeneratör, karo sahası, vantilatör tesisi, kompresör tesisi, tertip binası, işçi banyoları, lambahane, teshin merkezi, atölye, pres, kül tesisi, kriblaj tesisi, nefeslik vb. gibi tesislerle, Teknik Şartname'nin EK-2 listesinde tanımlanan makine ve teçhizat yüklenicinin kullanımına bedelsiz olarak bırakıldığı, EK-12 olarak tanımlanan listede işin yapılacağı yeraltı maden ocağında idareye ait zincirli ve bant konveyörler bulunduğu görülmektedir. Teknik Şartname'de yüklenici tarafından yapılacak iş programının ve işletme projesinin davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'ne sunulacağı, programın veya projenin yeterli bulunmaması halinde tespit edilen noksanlıkların idarece verilen süre içerisinde giderileceği, idarece onaylanan uygulama projesine yüklenicinin aynen uymak zorunda olduğu, uygulama projesinde ancak idarenin onayı ile revizyon yapılabileceği, sözleşmenin eki olan İdari Şartname'nin 7.3.2 maddesinde yüklenicinin çalıştıracağı işletme müdürü, proje mühendisi, vardiya daimi nezaretçisi, teknik nezaretçinin en az sayısı ve meslek kıdeminin davalı idare tarafından belirlendiği, Sözleşmenin eki olan Hizmet İşleri Genel Şartnamesi'nin 11. maddesinde ise, idarenin, uygunsuz davrandığı, görevlerini yerine getirmekte yetersiz olduğu kanısında olduğu veya işyerinde çalıştırılmasında sakınca gördüğü her kademe ve nitelikteki elemanların iş başından ve işyerinden uzaklaştırılmasını isteyebileceği, yüklenicinin buna uymak zorunda olduğu kurallar getirilmiştir.

Dosya kapsamından meydana gelen iş kazası dolayısı ile alınan bilirkişi kusur raporlarının tamamında ölen veya yaralanan sigortalılara kusur izafe edilmemiştir.

İşverenin çalışanlarla ilgili sağlık ve güvenliği sağlama yükümlülüğünün çerçevesi, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 4. maddesinde çizilmiştir. Bu çerçevede işverenin, "Çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu belirtildikten sonra, yapacağı ve uymakla yükümlü bulunacağı bir takım esaslara yer verilmiştir. Bunun gibi 5. maddede işverenin anılan yükümlülüklerle gerçekleştireceği koruma sırasında uyacağı ilkeler belirlenmiştir. 10. maddede ise işyerinde sağlık ve güvenlik sağlanırken, işverenin yapacağı risk değerlendirmesi çalışmasında dikkate almakla yükümlü bulunduğu hususlar belirlenmiştir. (HGK. 09/10/2013 tarih, 2013/21-102 Esas, 2013/1456 Karar) 818 sayılı Borçlar Kanununun 332. maddesinin karşılığı olarak çağdaş yaklaşımla düzenlenen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 417. maddesinin 2. fıkrasında; "İşveren, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçilerde iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlü" olacağı belirtilerek, İş Kanununun mülga 77/1. maddesiyle bütünlük sağlandığı gibi 3. fıkrasında; "İşverenin yukarıdaki hükümler dahil kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi" olduğu hükme bağlanmak suretiyle, hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukuki niteliği konusunda tartışmalar sona erdirilmiş, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.

4857 Sayılı İş Kanununun mülga 77. ve devamı maddelerini yürürlükten kaldıran 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 4. ve 5. maddeleri işverenin yükümlülüklerini, 19. madde de çalışanların yükümlülüklerini çağdaş anlayışıyla daha ayrıntılı ve somut olarak ortaya koymuş ve kusur sorumluluğunun sınırlarını kusursuz sorumluluğun sınırlarına yaklaştırmıştır. 6331 sayılı Kanunun 4. ve 5. maddeleri ile buna uygun olarak çıkarılan iş sağlığı ve güvenliği yönetmelikleri hükümlerini işverenin sorumluluğunu objektifleştiren kriterler olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu sebeple mevzuatta yer alan teknik iş kurallarına uyulmaması işverenin kusurlu davranışı olarak kabul edilmelidir. Ancak işveren sadece anılan yazılı kurallara değil, yazılı olmayan ve teknolojinin gerekli kıldığı önlemlere aykırı davrandığında da kusurlu görülerek oluşan zararı karşılamalıdır. Öte yandan objektifleştirilen kusur, kusur sorumluluğunu kusursuz sorumluluğa yaklaştırsa da, onu kusursuz sorumluluk haline dönüştüremez. Çünkü, bazı istisnalar dışında işverenin sorumluluğu için kusurun varlığı şarttır. Ancak Türk Borçlar Kanununun 417/2. maddesi, Anayasa ve 6331 sayılı Kanun hükümleri objektifleştirilmiş kusur sorumluluğu ilkesi gereğince işverenin sorumluluğunu oldukça genişletmiştir. İşvereni, zararlandırıcı olay nedeniyle sorumluluktan kurtaracak olan durum, eylem ile meydana gelen zarar arasındaki uygun illiyet bağının kesilmesidir. Kusursuz sorumlulukta olduğu gibi kusur sorumluluğunda da illiyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin ve üçüncü kişinin ağır kusuru nedenleriyle kesilebilir. Uygun illiyet bağının kesildiğinin ispatı halinde, işverenin sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir.

4857 Sayılı Kanun'un 2. maddesine göre bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir. İş Kanunu'nun 2. maddesinin 7. fıkrasına göre bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur. 4857 sayılı Kanun'un 2/7. maddesi ile işçilerin İş Kanunu'ndan, sözleşmeden ve toplu iş sözleşmesinden doğan hakları koruma-güvence altına alınmak istenmiştir. Aksi halde, 4857 sayılı Kanun'dan kaynaklanan yükümlülüklerinden kurtulmak isteyen işverenlerin işin bölüm veya eklentilerini muvazaalı bir biçimde başka kişilere vermek suretiyle yükümlülüklerinden kaçması mümkün olurdu. Asıl işveren ile alt işverenin birlikte sorumluluğu "müteselsil sorumluluktur". Asıl işveren, doğrudan bir hizmet sözleşmesi bulunmamakla birlikte İş Kanunu'nun 2. maddesinin 6. fıkrası gereğince alt işverenin işçilerinin iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle uğrayacakları maddi ve manevi zarardan alt işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur. Bu nedenle meslek hastalığına veya iş kazasına uğrayan alt işverenin işçisi veya ölümü halinde mirasçıları tazminat davasını müteselsil sorumlu olan asıl işveren ve alt işverene karşı birlikte açabilecekleri gibi yalnızca asıl işverene veya alt işverene karşı da açabilirler. Öte yandan asıl işveren ile alt işveren arasında yapılan sözleşme ile iş kazası veya meslek hastalığına bağlı maddi ve manevi tazminat sorumluluğunun alt işverene ait olduğunun kararlaştırılması; bu sözleşmenin tarafı olmayan işçi veya mirasçıları bağlamaz.

Somut olayda, üretim aşamalarında davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından bedelsiz olarak yükleniciye bırakılan makine ve teçhizatların da kullanılması, davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'nün kendisine sunulan iş programını veya projeyi yeterli bulunmaması halinde tespit edilen noksanlıkların davalı tarafından verilen süre içerisinde giderilmesi zorunluluğu, yüklenicinin çalıştıracağı işletme müdürü, proje mühendisi, vardiya daimi nezaretçisi, teknik nezaretçinin en az sayısı ve meslek kıdeminin davalı idare tarafından belirlenmesi, idarenin, uygunsuz davrandığı, görevlerini yerine getirmekte yetersiz olduğu kanısında olduğu veya işyerinde çalıştırılmasında sakınca gördüğü her kademe ve nitelikteki elemanların iş başından ve işyerinden uzaklaştırılmasını isteyebilmesi gibi tespitler karşısında anahtar teslimi olarak kabul edilemeyecek bir sözleşme ile kendisine olağan denetim sınırlarını aşacak şekilde yetkiler tanınmış olan davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'nün 4857 Sayılı Yasa'nın 2. maddesi gereğince asıl işveren, diğer davalı S.K.İ. AŞ.'nin ise alt işveren olarak kabul edilmesi gerektiği anlaşılmıştır.

Dosya kapsamı itibariyle ve ölenin olayda hiç kusurunun bulunmadığının anlaşılıp kaza olayının meydana gelmesinde kusuru bulunanlar arasındaki kusur dağılımının kendi aralarında görülmesi muhtemel rücu davasında yeniden değerlendirilmesinin mümkün bulunmasına göre davalı T.K.İ.nin kusuru ve sorumluğu olmadığına yönelik istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir.

Nitekim Dairemizce dava konusu maden kazası ile ilgili açılan bir kısım davada davalılar S.K.İ. AŞ. ve T.K.İ. Kurumunun sorumlu olduklarına dair verilen kararlar Yargıtay 21. Hukuk Dairesince yukarıda açıklanan gerekçeyle onanarak kesinleşmiştir, (örneğin Dairemizin 2017/887 Esas, 2017/850 Karar sayılı kararı, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 2017/4929 Esas, 2017/7190 Karar)

İlk derece mahkemesince kaza tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesi isabetlidir.

Maddi tazminatın hesaplanmasında, zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, PMF yaşam tablosuna göre bakiye ömrü, işgörebilirlik çağı, işgörmezlik ve karşılık kusur oranları, sosyal sigortalar tarafından bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin belirlenmesi gerekmekte olup, hükme esas alman bilirkişi raporunda davacıların maddi tazminat talebi konusunda bu yönlerden yapılan belirleme ve hesaplamada bir isabetsizlik görülmemiştir. Bu itibarla davalı tarafın istinaf kapsam ve nedenleri dikkate alındığında, yerel mahkemenin maddi tazminatının kabulüne ilişkin kararı yerindedir.

Dairemizce verilen 30/12/2016 tarihli 2017/586 Esas 2017/450 Karar sayılı kararda, davadaki maddi ve manevi tazminat yanında kıdem tazminatı, ücret farkı, ikramiye, sosyal yardım alacakları talebinin de bulunduğu, bunun davaların tefrik edilmesi gerektiği tespitine yer verildiği, davacı vekilinin yargılama esnasında ibraz ettiği 27/12/2017 tarihli dilekçesinde, kıdem tazminatı ve ücret farkına ilişkin dava ile maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkin davanın birbirinden ayrıldığını ve kıdem tazminatı ve ücret farkı taleplerine ilişkin davanın Soma İş Mahkemesi 'nin 2017/1.9 Esas sayılı dava dosyası ile karara bağlandığını bildirdiği görülmüş, Uyaptan yapılan sorgulamada da Soma İş Mahkemesi 'nin 2017/1.9 Esas sayılı davasının davacılarının aynı olduğu anlaşılmıştır.

Davalı taraf AFAD tarafından yapılan yardımın nazara alınması, mahsup edilmesi gerektiğini ileri sürmüşse de bu hususta yapılan yardım, davalı tarafın maddi-manevi tazminat sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

Manevi tazminatın miktarına gelince; 6098 Sayılı TBK'nun 56. maddesinde düzenlenen manevi tazminatta kusurun gerekmediği, ancak takdirde etkili olabileceği 22/06/1966 tarih ve 1966/7-7 E-K sayılı İçtihatı Birleştirme Kararında açıkça vurgulanmıştır. Bu kararın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminat tutarını etkileyecek özel hal ve şartlarda açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. Yine TBK'nun 56. maddesi hükmüne göre, hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar ile hak sahiplerine verilmesine karar verebileceği tutar adalete uygun olmalıdır. Bu para tutarı aslında ne tazminat ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi kusurlu olana yalnız hukukun ihlalinden dolayı bir kötülük de değildir. Aksine zarara uğrayanda bir huzur duygusu uyandırmayı aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Manevi tazminat beden gücü kaybı nedeniyle bozulan ruh huzurunun duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırabın kısmen ve imkan nispetinde iadesini amaçladığından hakim TMK'nun 4. maddesi gereğince hak ve nesafete göre takdir hakkını kullanarak manevi tazminat miktarını tespit etmelidir. Hakim belirlemeyi yaparken somut olayın özelliklerini, ekonomik ve sosyal durumunu, paranın alım gücünü, maluliyet oranı ve beden gücü kaybı nedeniyle duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırabı gözetmelidir. Somut olayın incelenmesinde; Soma Eğnez Maden Ocağı'nda meydana gelen kazada 301 madencinin hayatını kaybettiği, olayın oluş şekli, davalılarda yarattığı ağır üzüntü, müteveffaların hiçbir kusurlarının bulunmadığı, davalı-işverenlerin kusurlarının ağırlığı, bilirkişi raporlarında belirlenen ağır iş güvenliği ihlalleri, maden işçilerinin çalışma şartlarının ağırlığı ve tarafların sosyal ve ekonomik durumları gözetildiğinde, davacılar için hükmedilen manevi tazminat tutarı hak ve nesafete uygun olup, davacı tarafın manevi tazminat tutarının az olduğu, davalı tarafın davacılar lehine hükmedilen manevi tazminat tutarının fahiş olduğu yönündeki istinaf sebepleri yerinde görülmediği gibi, davalı vekilinin müteveffa ile kardeş arasında eylemli ve gerçek bir bağ olup olmadığı yönündeki istinaf itirazı da yerinde değildir.

Davacılar vekilince davacılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı mevcut olduğundan her bir davacı için ayrı ayrı vekalet ücreti taktir edilmesi gerektiği ileri sürülmüşse de, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 04/04/2017 tarihli ve 2016/20266 Esas, 2017/2777 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 18/04/2017 tarihli, 2017/623 Esas, 2017/3210 Karar sayılı ilamlarında; AAÜT.nde birlikte dava açan ve tek vekille temsil edilen davacıların davasının kabulüne veya kısmen kabulüne karar verilmesi halinde vekalet ücretinin ne şekilde tayin edilmesi gerektiği noktasında bir düzenleme bulunmamakla birlikte tarifenin 3/1. maddesinde avukatlık ücretinin belirlenmesinde avukatın emeği, çabası, işin önemi, niteliği ve davanın süresinin göz önünde tutulacağı, aynı maddenin 2. fıkrasında ise müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili için ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunacağı anılan maddenin amacına hakim olan ilke gözetildiğinde birden fazla davacının birlikte dava açması ve tek vekille temsil edilmeleri halinde, davanın kabul edilen bölümü üzerinden davacılar yararına tek vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği bildirildiğinden, ilk derece mahkemesince manevi tazminata ilişkin davanın kabul edilen bölümü üzerinden davacılar yararına tek nisbi vekalet ücretine hükmedilmesinin yerinde olduğunun kabulü gerekmiştir.

Ancak ilk derece mahkemesi kararında kabul edilen toplam alacak miktarı 611.770,37 TL üzerinden hükmedilmesi gereken karar ve ilam harcının 41.790,03 TL olması gerektiği halde 53.006,65 TL olarak hesaplanması hatalı olup, davalı vekilinin bu konudaki istinaf itirazı yerindedir.

Bu nedenlerle tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, vakıa mahkemesi hakiminin objektif, mantıksal ve hayatın olağan akışına uygun dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, HMK.nun 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleri ile sınırlı olarak ve re'sen kamu düzeni yönünden yapılan inceleme sonucu, davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davalı T.K.İ. vekilinin istinaf başvurusunun harç yönünden kabulü ile hükmün düzeltilmek üzere kaldırılarak, yeniden esas hakkında hüküm verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır."

E) Temyiz Nedenleri:

Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle, manevi tazminatların az olduğunu, vekalet ücretlerinin hatalı takdir edildiğini,

Davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü ise, davacılara maddi-manevi tazminat verilirken ölenle aralarında eylemli ve gerçek bir bağ bulunup bulunmadığının araştırılmadığını, davacıların davalarını ispat edemediklerini, davacılar bu konuda tanık dahi dinletmediklerini, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi kararında tazminatların neden bu kadar yüksek verildiğine dair davacılar özelinde bir değerlendirme bulunmadığını, ceza dosyasında çalışanları hakkında beraat kararı verildiğini, kendilerinin diğer davalı şirketi denetleme yetkilerinin bulunmadığını, asıl işveren olmadıklarını, manevi tazminatın fazla olduğunu, kaza tarihinden faiz verilmesinin hatalı olduğunu, Afad tarafından yapılan yardımların tenzil edilmesi gerektiğini, kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini, maddi tazminat hesabına yönelik itirazlarının dikkate alınmadığını, özellikle ilk peşin sermaye değeri tenzilatında üçüncü kişinin kusurunun yarısı dikkate alındığından müvekkilinin daha fazla tazminat ödemek durumunda kaldığını destek payları belirlenirken gelirin %70'inin dağıtılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, davacı kardeşlere manevi tazminat verilirken murisle aralarında eylemli ve fiili bağ bulunup bulunmadığının araştırılmadığını, kusurun hatalı tespit edildiğini ileri sürmüştür.

F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe:

1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlerle temyiz edenin sıfatına temyiz kapsam ve nedenlerine göre; davacıların tüm, davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'nün aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,

2- Dava, sigortalının iş kazası sonucunda vefatı nedeniyle yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden, ruhsat sahibi T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü olan Eynez yer altı sahasındaki kömür üretim işinin davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından 22/07/2006 tarih ve 24046 yevmiye sayılı noter onaylı hizmet alım sözleşmesi ile P. Tek. Elk. Mad. Tur. San.ve Tic. AŞ.'ne verildiği ancak 30/10/2009 tarihinde davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'nün muvafakati ile kömür üretim işinin aynı şartlar altında S.K.İ. A.Ş.'ne devredildiği, yerel mahkemenin 30/12/2016 tarihli kararı ilk kararı ile işlemden kaldırılan davanın süresinde yenilenmediğinden bahisle açılmamış sayılmasına karar verildiği, bu ilk kararın davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna götürülmesinden sonra İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi'nin 06/04/2017 tarihli kararı ile açılmamış sayılmasına karar verilmesine dair kararın hatalı olduğundan bahisle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine oy çokluğu ile karar verildiği, bölge adliye mahkemesinin bu kararından sonra ilk derece mahkemesince alınan bilirkişi hesap raporuna göre davacı eşin maddi tazminat isteminin ıslah edildiği anlaşılmaktadır.

Sözleşmenin eki konumundaki Teknik Şartname'nin 2. maddesinde işin konusunun "1. maddede cins, mevkii ve sınır koordinatları belirtilen sahadan, idare tarafından bir kısmı yüklenicinin kullanımına bedelsiz olarak verilecek bina, tesis, makine, teçhizat, ve yeraltı galerileri ile yüklenicinin temin edeceği ilave makine, teçhizat, tesis ve personel ile bütün masraflar yükleniciye ait olmak üzere yeraltı işletme yöntemi ile kömür üretme işi" olarak tanımlandığı, bu kapsamda sahada mevcut bulunan şalt tesisleri, jeneratör, karo sahası, vantilatör tesisi, kompresör tesisi, tertip binası, işçi banyoları, lambahane, teshin merkezi, atölye, pres, kül tesisi, kriblaj tesisi, nefeslik vb. gibi tesislerle, Teknik Şartname'nin EK-2 listesinde tanımlanan makine ve teçhizat yüklenicinin kullanımına bedelsiz olarak bırakıldığı, EK-12 olarak tanımlanan listede işin yapılacağı yeraltı maden ocağında idareye ait zincirli ve bant konveyörler bulunduğu görülmektedir. Teknik Şartname'de yüklenici tarafından yapılacak iş programının ve işletme projesinin davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'ne sunulacağı, programın veya projenin yeterli bulunmaması halinde tespit edilen noksanlıkların idarece verilen süre içerisinde giderileceği, idarece onaylanan uygulama projesine yüklenicinin aynen uymak zorunda olduğu, uygulama projesinde ancak idarenin onayı ile revizyon yapılabileceği, sözleşmenin eki olan İdari Şartname'nin 7.3.2 maddesinde yüklenicinin çalıştıracağı işletme müdürü, proje mühendisi, vardiya daimi nezaretçisi, teknik nezaretçinin en az sayısı ve meslek kıdeminin davalı idare tarafından belirlendiği, Sözleşmenin eki olan Hizmet İşleri Genel Şartnamesi'nin 11. maddesinde ise, idarenin, uygunsuz davrandığı, görevlerini yerine getirmekte yetersiz olduğu kanısında olduğu veya işyerinde çalıştırılmasında sakınca gördüğü her kademe ve nitelikteki elemanların iş başından ve işyerinden uzaklaştırılmasını isteyebileceği, yüklenicinin buna uymak zorunda olduğu kurallar getirilmiştir.

Dosya kapsamındaki, meydana gelen iş kazası dolayısı ile alınan bilirkişi kusur raporlarının tamamında ölen veya yaralanan sigortalılara kusur izafe edilmemiştir.

Olay tarihinde yürürlükte bulunan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'nun "İşverenin Genel Yükümlülüğü" kenar başlıklı 4. maddesine göre;

"(1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup, bu çerçevede;

a) Mesleki risklerin önlenmesi eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.

b) İş yerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.

c) Risk değerlendirmesi yapar ve yaptırır.

ç) Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğu göz önüne alır.

d) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.

(2) İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.

(3) Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluklarını etkilemez.

(4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini çalışanlara yansıtamaz.".

Aynı kanunun " Risklerden Korunma İlkeleri " kenar başlıklı 5. maddesine göre,

"(1) İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler gözönünde bulundurulur.

a) Risklerden kaçınmak.

b) Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek.

c) Risklerde kaynağında mücadele etmek.

ç) İşin kişilere uygun hale getirilmesi için işyerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı çalışma şekli ve üretim metodlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek.

d) Teknik gelişmelere uyum sağlamak.

e) Tehlikeli olanı tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek.

f) Teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek.

g)Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek.

ğ) Çalışanlara uygun talimatlar vermek."

Yine 6331 sayılı Kanun " Risk Değerlendirmesi; Kontrol, Ölçüm ve Araştırma" karar başlıklı 10. maddesinde şu hüküm düzenlenmiştir.

"(1) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden risk değerlendirmesi yapmak veya yaptırmakla yükümlüdür. Risk değerlendirmesi yapılırken aşağıdaki hususlar dikkate alınır.

a) Belirli risklerden etkilenecek çalışanların durumu,

b) Kullanılacak iş ekipmanı ile kimyasal madde ve müstahzarların seçimi,

c) İşyerinin tertip ve düzeni,

ç) Genç, yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlar gibi özel politika gerektiren gruplar ile kadın çalışanların durumu,

(2) İşveren, yapılacak risk değerlendirmesi sonucu alınacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri ile kullanılması gereken koruyucu donanım veya ekipmanı belirler.

(3) İşyerinde uygulanacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri, çalışma şekilleri ve üretim yöntemleri, çalışanların sağlık ve güvenlik yönünden korunma düzeyini yükseltecek ve işyerinin idari yapılanmasının her kademesinde uygulanabilir nitelikte olmalıdır.

(4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden çalışma ortamına ve çalışanların bu ortamda maruz kaldığı risklerin belirlenmesine yönelik gerekli kontrol, ölçüm, inceleme ve araştırmaların yapılmasını sağlar."

Görüldüğü üzere, işverenin çalışanlarla ilgili sağlık ve güvenliği sağlama yükümlülüğünün çerçevesi, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 4. maddesinde çizilmiştir. Bu çerçevede işverenin, " Çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu belirtildikten sonra, yapacağı ve uymakla yükümlü bulunacağı bir takım esaslara yer verilmiştir. Bunun gibi 5. maddede işverenin anılan yükümlülüklerle gerçekleştireceği koruma sırasında uyacağı ilkeler belirlenmiştir. 10. maddede ise işyerinde sağlık ve güvenlik sağlanırken, işverenin yapacağı risk değerlendirmesi çalışmasında dikkate almakla yükümlü bulunduğu hususlar belirlenmiştir. (HGK . 09/10/2013 tarih, 2013/21-102 Esas, 2013/1456 Karar)

Yukarıda yapılan bu açıklamalardan sonra 818 sayılı Borçlar Kanununun 332. maddesinin karşılığı olarak çağdaş yaklaşımla düzenlenen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 417. maddesinin 2. fıkrasında; "İşveren, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçilerde iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlü" olacağı belirtilerek, İş Kanununun mülga 77/1. maddesiyle bütünlük sağlandığı gibi 3. fıkrasında; "İşverenin yukarıdaki hükümler dahil kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi" olduğu hükme bağlanmak suretiyle, hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukuki niteliği konusunda tartışmalar sona erdirilmiş, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.

4857 sayılı İş Kanununun mülga 77. ve devamı maddelerini yürürlükten kaldıran 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 4. ve 5. maddeleri işverenin yükümlülüklerini, 19. madde de çalışanların yükümlülüklerini çağdaş anlaşıyla daha ayrıntılı ve somut olarak ortaya koymuş ve kusur sorumluluğunun sınırlarını kusursuz sorumluluğun sınırlarına yaklaştırmıştır.

6331 sayılı Kanunun 4. ve 5. maddeleri ile buna uygun olarak çıkarılan iş sağlığı ve güvenliği yönetmelikleri hükümlerini işverenin sorumluluğunu objektifleştiren kriterler olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu sebeple mevzuatta yer alan teknik iş kurallarına uyulmaması işverenin kusurlu davranışı olarak kabul edilmelidir. Ancak işveren sadece anılan yazılı kurallara değil, yazılı olmayan ve teknolojinin gerekli kıldığı önlemlere aykırı davrandığında da kusurlu görülerek oluşan zararı karşılamalıdır.

Öte yandan objektifleştirilen kusur, kusur sorumluluğunu kusursuz sorumluluğa yaklaştırsa da, onu kusursuz sorumluluk haline dönüştüremez. Çünkü, bazı istisnalar dışında işverenin sorumluluğu için kusurun varlığı şarttır. Ancak Türk Borçlar Kanununun 417/2. maddesi, Anayasa ve 6331 sayılı Kanun hükümleri objektifleştirilmiş kusur sorumluluğu ilkesi gereğince işverenin sorumluluğunu oldukça genişletmiştir.

İşvereni, zararlandırıcı olay nedeniyle sorumluluktan kurtaracak olan durum, eylem ile meydana gelen zarar arasındaki uygun illiyet bağının kesilmesidir. Kusursuz sorumlulukta olduğu gibi kusur sorumluluğunda da illiyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin ve üçüncü kişinin ağır kusuru nedenleriyle kesilebilir. Uygun illiyet bağının kesildiğinin ispatı halinde, işverenin sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir. (HGK, 20/03/2013 tarih, 2012/21-1121 Esas, 2013/386 Karar)

Yargılamaya konu ihtilafın sağlıklı biçimde çözülmesi için asıl işveren-alt işveren kavramlarının da açıklanmasında fayda bulunmaktadır.

4857 sayılı Kanun'un 2. maddesine göre bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir.

İş Kanunu'nun 2. maddesinin 7. fıkrasına göre bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.

4857 sayılı Kanun'un 2/7. maddesi ile işçilerin İş Kanunu'ndan, sözleşmeden ve toplu iş sözleşmesinden doğan hakları koruma-güvence altına alınmak istenmiştir. Aksi halde, 4857 sayılı Kanun'dan kaynaklanan yükümlülüklerinden kurtulmak isteyen işverenlerin işin bölüm veya eklentilerini muvazaalı bir biçimde başka kişilere vermek suretiyle yükümlülüklerinden kaçması mümkün olurdu.

Asıl işveren ile alt işverenin birlikte sorumluluğu "müteselsil sorumluluktur". Asıl işveren, doğrudan bir hizmet sözleşmesi bulunmamakla birlikte İş Kanunu'nun 2. maddesinin 6. fıkrası gereğince alt işverenin işçilerinin iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle uğrayacakları maddi ve manevi zarardan alt işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur. Bu nedenle meslek hastalığına veya iş kazasına uğrayan alt işverenin işçisi veya ölümü halinde mirasçıları tazminat davasını müteselsil sorumlu olan asıl işveren ve alt işverene karşı birlikte açabilecekleri gibi yalnızca asıl işverene veya alt işverene karşı da açabilirler.

Öte yandan asıl işveren ile alt işveren arasında yapılan sözleşme ile iş kazası veya meslek hastalığına bağlı maddi ve manevi tazminat sorumluluğunun alt işverene ait olduğunun kararlaştırılması; bu sözleşmenin tarafı olmayan işçi veya mirasçıları bağlamaz.

Somut olayda, üretim aşamalarında davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından bedelsiz olarak yükleniciye bırakılan makine ve teçhizatların da kullanılması, davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'nün kendisine sunulan iş programını veya projeyi yeterli bulunmaması halinde tespit edilen noksanlıkların davalı tarafından verilen süre içerisinde giderilmesi zorunluluğu, yüklenicinin çalıştıracağı işletme müdürü, proje mühendisi, vardiya daimi nezaretçisi, teknik nezaretçinin en az sayısı ve meslek kıdeminin davalı idare tarafından belirlenmesi, idarenin, uygunsuz davrandığı, görevlerini yerine getirmekte yetersiz olduğu kanısında olduğu veya işyerinde çalıştırılmasında sakınca gördüğü her kademe ve nitelikteki elemanların iş başından ve işyerinden uzaklaştırılmasını isteyebilmesi gibi tespitler karşısında anahtar teslimi olarak kabul edilemeyecek bir sözleşme ile kendisine olağan denetim sınırlarını aşacak şekilde yetkiler tanınmış olan davalı T.K.İ. Kurumu Genel Müdürlüğü'nün 4857 sayılı yasa’nın 2. maddesi gereğince asıl işveren, diğer davalı S.K.İ. AŞ.'nin ise alt işveren olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Bunun yanında, gerek mülga BK’nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı TBK’nun 56. maddesinde hakimin bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene veya ölenin yakınlarına manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebileceği öngörülmüştür. Hakimin manevi zarar adı ile zarar görene veya ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir.

Manevi tazminat davalarında, gelişmiş ülkelerde artık eski kalıplardan çıkılarak caydırıcılık unsuruna da ağırlık verilmektedir. Gelişen hukukta bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde veya taksirli davranışlarda tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini ortaya koymakta; kişi haklarının her şeyin önünde geldiğini önemle vurgulamaktadır.

Bu ilkeler gözetildiğinde; aslolan insan yaşamıdır ve bu yaşamın yitirilmesinin yakınlarında açtığı derin ızdırabı hiçbir değerin telafi etmesi olanaklı değildir. Burada amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek; öte yandan da zarar veren yanı da dikkat ve özen göstermek konusunda etkileyecek bir yaptırımla, caydırıcı olabilmektir. (HGK 23.6.2004, 13/291-370)

Manisa ili Soma ilçesinde bulunan Eynez yeraltı maden ocağında 13/05/2014 tarihinde meydana gelen yargılamaya konu iş kazasının 301 kişinin ölümüne ve 486 kişinin yaralanmasına yol açtığı, son yüz yılın en büyük iş kazalarından birisi olan bu iş kazasının yalnızca iş kazasına uğrayanlarda veya kazalıların yakınlarında değil toplumun genelinde derin bir üzüntü meydana getirdiği, bu kapsamda Soma maden kazası gibi toplumu derinden etkileyen facialarda hüküm altına alınan manevi tazminat tutarları değerlendirilirken manevi tazminatın caydırıcılık unsurunun öne çıkması gerektiği kabul edilmelidir.

Öte yandan dosyadaki diğer bir uyuşmazlık istinaf mahkemesinin 06/04/2017 tarihli, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına dair, kararından sonra ıslah yapılıp, yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Benzer bir konuda yani bozmadan sonra ıslah yapılıp, yapılamayacağı hususunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki içtihat uyuşmazlığının giderilmesi amacı ile içtihatların birleştirilmesi gündeme gelmiş, konu Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nda değerlendirilmiş ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nun 06/05/2016 tarih ve 2015/1 E. 2016/1 K. sayılı kararı ile "Her ne sebeple verilirse verilsin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 04/02/1948 tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı YİBK. nın değiştirilmesine gerek olmadığına” karar verilmiştir.

Yargıtay Kanunu'nun 45/5. maddesi “İçtihadı birleştirme kararlarının benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, Dairelerine ve Adliye Mahkemelerini bağlayacağı" hükmünü içermektedir.

Bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı kuralının, istinaf mahkemesince verilen, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair kararlardan sonra ıslah yapılamayacağı şeklinde yorumlanması gerektiği açıktır.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, ölenin olayda hiç kusurunun bulunmadığının anlaşılıp iş kazasının meydana gelmesinde kusuru bulunanlar arasındaki kusur dağılımının ilerde kendi aralarında açılabilecek rücu davasında yeniden değerlendirilmesinin mümkün bulunmasına göre bölge adliye mahkemesi kararında sair yönlerden bir yanlışlık yok ise de, ilk derece mahkemesinin davanın açılmamış sayılmasına dair verdiği 30/12/2016 tarihli karar, istinaf mahkemesinin 06/04/2017 tarihli kararı ile kaldırılıp dosya ilk derece mahkemesine gönderildikten sonra davacı eşin maddi tazminat isteminin ıslah yoluyla artırılmasının mümkün olmadığı gözden kaçırılarak yazılı şekilde davacı eşin ıslah istemine kıymet verilmesi isabetsiz olmuştur.

Yapılacak iş, istinaf aşamasından sonra ıslah yapılamayacağını gözeterek oluşacak sonuca göre karar vermekten ibarettir.

Bölge Adliye Mahkemesince bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı T.K.İ. Genel Müdürlüğü'nün temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesi hükmü bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK'nun 373/2. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz eden davacıya yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde temyiz eden T.K.İ. Kurumu'na iadesine, 17/06/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan             Üye              Üye                  Üye              Üye
Mesut BALCI    B. SONER   B. AYDOĞAN   A. YENER   D. KORKMAZ