İŞ KANUNU 34. MADDE HÜKMÜ GEREĞİ EN YÜKSEK MEVDUAT FAİZİ UYGULANMASI YÖNÜNDE TEMYİZ TALEBİNDE BULUNMAYAN VEKİL AZLEDİLEBİLİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


24 Mar
2022

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2018/(13)3-50
KARAR NO   : 2021/1588

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                        : 16/03/2017
NUMARASI                : 2015/220 - 2017/104
DAVACILAR              : 1- E.K. 2- S.B. vekilleri Av. B.M.
DAVALI                      : F.A. vekili Av. A.G. ve diğerleri

1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 1. Asliye Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar her iki taraf vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; doktor olan davalının avukat olan müvekkillerine 29.01.2007 tarihinde vekâletname verdiğini, bu kapsamda taraflar arasında davalı adına dava dışı hastane aleyhine gündüz mesai ücretleri ile gece-gündüz nöbet ücretleri konusunda iş mahkemesinde dava açılması ve icra takibi yapılması hususunda yazılı ücret sözleşmesi düzenlendiğini, sözleşmede mahkemede hükmolunacak miktarın %20'sinin avukatlık ücreti olarak ödeneceği ve yasal vekâlet ücretinin de müvekkillerine ait olacağının kararlaştırıldığını, alacağın tahsili için kısmî dava açıldığını ve bilirkişi raporu ile davalının yazılı talebi doğrultusunda davanın ıslah edilmesiyle davanın kabul edildiğini, ayrıca dava dışı hastane tarafından davalı aleyhine başlatılan icra takibinde de vekil sıfatıyla davalının temsil edildiğini, buna rağmen müvekkillerinin 19.07.2010 tarihinde davalı tarafından haksız şekilde azledildiğini, toplam 24.702 TL avukatlık ücretinin tahsili için davalı aleyhine başlatılan icra takibine ise haksız itiraz edildiğini ileri sürerek vâki itirazın iptali ile %40 icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; icra müdürlüğünün yetkisiz olduğunu, davacıların talimatların dışına çıkarak ve görevlerini ihmal ederek kısmî dava açtıklarını, bu şekilde faiz kaybına sebebiyet verdiklerini ve haklı nedenle azledildiklerini, davacıların talep edilen vekâlet ücretine hak kazanmadıklarını, bir kısım vekâlet ücretinin ödendiğini, davacıların daha en başında müvekkiline eksik bilgi vererek görevlerini kötüye kullandıklarını ve hile ile iradesini fesada uğrattıklarını, vekâlet ücretinin talep edilebilir hâlde olmadığını, iki ayrı davacı olması nedeniyle dava dilekçesinin talep kısmında her bir davacı için ne kadar ücret istenildiğinin açık olmadığını belirterek davanın reddini savunmuş; davacıların kötü niyet tazminatına mahkûm edilmelerini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

6. İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.04.2013 tarihli ve 2010/419 E., 2013/118 K. sayılı kararı ile; davalının vekâlet ücret sözleşmesi imzalanırken iradesinin fesada uğratıldığı ve anlaşmaya aykırı doldurulduğu iddiasının, sözleşmenin azil tarihine kadar yürürlükte kalması ve yazılı belge bulunmaması nedeniyle ispatlanamadığı, kısmî dava açılmasının azil için haklı bir neden sayılamayacağı, azlin haklı olmadığı, bilirkişi raporu ve davalının yaptığı ödeme dikkate alındığında davacıların alacağının 24.702TL olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde her iki taraf vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 02.04.2014 tarihli ve 2013/23659 E., 2014/9968 K. sayılı kararı ile; “… 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Avukatın, vekil olarak borçları dava tarihinde yürürlükte bulunan Borçlar Kanununun 505 (eski 389) ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 506. (eski 390) maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özen ile ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır. “Özen borcu” ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. maddesinde mevcut olan, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Borçlar Kanununun 506. maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir. Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır. Avukatlık Kanununun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” Hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Avukat bu durumda ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edebilir. Buna karşılık haksız azil halinde ise avukat, hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işin tüm vekalet ücretini talep etme hakkına sahiptir.

Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; Dava, vekalet ücreti alacağı istemine ilişkin olup, taraflar arasındaki ücret sözleşmesi gereğince avukat olan davacıların davalıya hukuki yardımlarda bulunduğu, vekalet ilişkisinin 19.07.2010 tarihli azille sona erdiği anlaşılmaktadır. Davacı avukatlar, azlin haksız olduğunu ileri sürerken davalı ise, davacıların görevini sadakat ve özenle yerine getirmediğini, azlin haklı olduğunu savunmuştur. O halde taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık, azlin haklı olup olmadığı ile ilgili olup, ancak bunun sonucuna göre davalının vekalet ücreti ödemekle yükümlü olup olmadığına karar verilebilecektir. Vekalet sözleşmesinin yapılmasına dayanak olan uyuşmazlık yönünde davalı lehine davadışı hastane aleyhine davacılar tarafından tanzim olunan 26.02.2007 tarihli dava dilekçesinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 30.000.00.TL gündüz çalışma ücreti, 7.000.00.TL gece nöbet ücreti olmak üzere toplam 37.000.00.TL' nın akdin feshi tarihi olan 09.08.2006 tarihinden itibaren faizi ile birlikte tahsilinin talep edildiği, yargılama sırasında 16.12.2008 tarihinde verilen ıslah dilekçesi ile de gündüz çalışma ücretinin 29.541.00.TL, gece nöbet ücretinin 10.609.00.TL daha artırıldığı ve bunlar yönünden de iş akdinin feshi tarihinden itibaren faizi ile birlikte tahsilinin istendiği, İstanbul 1. İş Mahkemesi'nin 07.04.2010 tarih ve 2007/299 Esas 2010/308 Karar sayılı kararı ile davanın kabulü ile 30.000.00.TL ücret ile 7.000.00.TL nöbet ücret alacağının dava tarihinden, bakiye 29.541.00.TL ücret ile 10.609.00.TL nöbet ücreti alacağının ıslah tarihi 16.12.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verildiği, verilen bu kararın vekil olan davacıların yüzüne karşı verildiği, ancak bu kararın vekil olan davacılar tarafından temyiz edilmediği, İş Kanunu'nun 34. maddesinin 1. fıkra son cümlesine göre, “gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır” hükmüne rağmen davacıların vekil olarak yazdıkları dava ve ıslah dilekçesinde faizin niteliği belirtilmeksizin sadece faiz isteminde bulunmaları ve mahkemece yapılan yargılama sonucunda yüzlerine karşı mahkemece yasal faize hükmedilmesine karşın bu kararın temyiz edilmemesi nedeniyle davacı vekillerin davalı müvekkilini faiz alacağı yönünden zarara uğrattıkları ve bu hususta davalının vekili olan davacıları 19.07.2010 tarihinde yaptığı azilde haklı olduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

Az yukarıda da değinildiği gibi, Avukatlık Kanununun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” hükmü mevcut olduğundan bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil, avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre haklı azil halinde ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Bu itibarla somut olayda mahkemece, sonuçlanıp kesinleşen iş bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

3- Bozma nedenine göre, davacının temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Mahkemenin 16.03.2017 tarihli ve 2015/220 E., 2017/104 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, davacı tarafça dosyaya sunulan ve daha önce Yargıtayca hükme bağlanan dosyaların bir kısmında iş davalarındaki yasal faizin 4857 sayılı İş Kanunu’ndan (4857 sayılı Kanun/ İş Kanunu) kaynaklanan yasal faiz olarak anlaşılması gerektiği, yasal faizden kastın adi kanunî faiz olmadığı, yasaların ve davaların türüne göre değişik yasal faiz düzenlemelerinin bulunduğu, işçi alacaklarında uygulanacak yasal faizin İş Kanunu uyarınca en yüksek mevduat faiz oranı olduğu, bunun böyle anlaşılması gerektiği, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 2008/5489 E. - 8277 K. sayılı kararında da bu şekilde hüküm kurulduğu, davacı avukatın takip ettiği iş mahkemesi dosyasında faiz çeşidi yasal faiz olarak belirtilmiş ise de bundan en yüksek mevduat faiz çeşidinin anlaşılması gerektiği, hüküm infaz edilirken de bu şekilde uygulama kabiliyetinin bulunduğu, bu nedenle azlin haksız olduğu ve avukatın ücretin tamamına hak kazandığı gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.           

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; İş Kanunu’nun 34. maddesinin 1. fıkrasının son cümlesindeki “gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır” hükmüne rağmen somut olayda, davacıların davalının vekili sıfatıyla iş mahkemesinde açtığı ücret alacağı davasındaki dava ve ıslah dilekçesinde istenilen faizin niteliğinin belirtilmemesi ve verilen kararda yasal faize hükmedilmesine rağmen bu hususun temyiz edilmemesi nedeniyle davalının faiz alacağı yönünden zarara uğrayıp uğramadığı, buradan varılacak sonuca göre davacıların azlinin haklı olup olmadığı ve davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle vekâlet sözleşmesinin açıklanmasında ve vekâlet ücretine değinmekte yarar bulunmaktadır.

13. Vekâlet sözleşmesi, somut olayda uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 386. maddesinin 1. fıkrasında “Vekalet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler” şeklinde tanımlanmıştır.

14. Vekâlet sözleşmesi ile vekil, müvekkiline karşı iş görme borcu altına girer. Bu bir hizmet edimi, geniş anlamda iş edimi, bir başkası lehine faaliyet de olabilir. Hukukî fiillere ilişkin vekâlette vekil, müvekkilinin menfaatine olarak hukukî işlemler gerçekleştirmek, özellikle subjektif haklar iktisap etmek, kullanmak ve devretmeyi yükümlenir (Yalçınduran, Türker: Vekalet Sözleşmesinde Ücret, Ankara 2007, s. 35).

15. Avukatlık sözleşmesi ise, her iki tarafa borç yükleyen, ücret karşılığında ivazlı nitelikte olan, belli bir hukukî yardımın yapılmasını öngören ve sözleşmenin bir tarafını mutlaka avukatın oluşturduğu sözleşme türüdür.

16. Avukat ile müvekkil arasında imzalanan sözleşme de vekâlet sözleşmesi niteliğindedir. Ancak genel bir vekâlet sözleşmesinden farklı olarak 1136 sayılı Avukatlık Kanunu gereğince “ücret”, sözleşmenin zorunlu unsurudur. Avukat bu sözleşme ile hukukî yardımda bulunmayı, müvekkil ise yapılan hukukî yardım karşılığında bir ücret ödemeyi üstlenmektedir. Ücretin sözleşme ile belirlenmesi zorunlu olmayıp işin görülmesinden önce veya sonra kararlaştırılması mümkündür. Yanlar arasında ücret konusunda yazılı veya sözlü bir sözleşmenin yapılmaması hâlinde ücret, Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Asgâri Ücret Tarifesine göre belirlenir (Kurtoğlu, Tülin: Akdi Vekalet Ücreti ve Avukatın Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2016, s. 24, 25).

17. Vekâlet ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukukî danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeleri için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makûl bir ücret almaları gerekir (Anayasa Mahkemesinin 03.03.2004 tarihli ve 2004/8 E., 2004/28 K. sayılı kararı).

18. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun "Avukatlık ücreti" kenar başlıklı 164. maddesi;

"Avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder.

Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.

İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.

Avukatlık asgari ücret tarifesi altında vekalet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. (Değişik üçüncü ve dördüncü cümle:13/1/2004 - 5043/5 md.) Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.

Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez" hükmünü içermekte olup, buna göre avukatın iki çeşit ücret alacağı bulunmaktadır.

19. Bunlar, avukat ile iş sahibi/müvekkili arasındaki sözleşme ilişkisinden doğan avukatlık ücreti ile yargılama sonunda haklı çıkan taraf yararına hükmedilen ve yargılama gideri niteliğinde olan avukatlık ücretidir. Her iki ücretin kaynağı farklı olup uygulama ve yargısal kararlarda bunlardan ilkine sözleşmeden doğduğu için "akdi vekâlet ücreti", ikincisine ise kaynağını kanundan aldığı ve yargılama sonunda dava ya da takibin karşı tarafından tahsiline karar verildiği için "yasal vekâlet ücreti" ya da "karşı taraf vekâlet ücreti" denilmektedir.

20. Eldeki davada hem akdi vekâlet ücreti hem de yasal vekâlet ücreti talep edilmektedir.

21. Avukatlık sözleşmesi, sözleşme ile üstlenilen edimin yerine getirilmesi veya sürenin dolması ile sona erebileceği gibi avukatın istifası ya da müvekkilin azli ile de sona erebilir.

22. Borçlar Kanunu’nun 396/1. maddesi “Vekaletten azil ve ondan istifa her zaman caizdir. Şu kadarki münasip olmayan bir zamanda vekaletten azil veya ondan istifa eden kimse diğerinin zararını zamin olur” hükmünü içermekte olup, vekâlet sözleşmesi vekil ile müvekkil arasında güven unsuruna dayanan bir sözleşme olması nedeniyle yanlar dilediği zaman sözleşme ilişkisine son vermek hakkına sahiptir. Bu durumda sözleşme ilişkisi devam ederken vekil her zaman istifa edebileceği gibi müvekkil de onu her zaman azletme hakkına sahiptir. İstifa ve azil hakkı tek taraflı ve karşı yana varması gereken irade beyanı ile kullanılır ve sözleşmeyi ileriye etkili olarak sona erdirdiği gibi azil ve istifa beyanı herhangi bir şekle bağlı değildir (Yalçınduran, s. 97, 98).

23. Avukatlık sözleşmesinin azil ile sona ermesi hâlinde avukatlık ücretinin, yapılan azil işleminin haklı olup olmadığına göre belirlenmesi gerekmektedir.

24. Avukatlık Kanunu’nun 174/2. maddesinde “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez” hükmü mevcuttur. Buna göre avukatın kusur ve ihmaline dayalı olmaksızın yapılan haksız azil sonucunda, avukatın vekâlet ücretinin tamamı, dava lehe sonuçlanıp kesinleşmiş gibi, muaccel hâle gelir. Bu vekâlet ücreti “akdi” ve “yasal (karşı taraf)” vekâlet ücretinin toplamından oluşmaktadır.

25. Anılan düzenlemeye göre; avukat haklı bir nedenle azledildiği takdirde ücrete hak kazanamaz. Azil haklı kabul edildiği hâlde, hakkaniyet gereğince ücrete hak kazanıldığından da söz edilemez. Haksız azil hâlinde ise, avukat hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işe dair avukatlık ücretinin tamamının ödenmesi gerekir. Bu hâlde de, hak edilecek ücretten hakkaniyet indirimi yapılması doğru olmayacaktır.

26. Avukat, takip edip sonuçlandırmış olduğu işler yönünden, azlin haklı olup olmadığına bakılmaksızın ücrete hak kazanır. Azil, ancak azil tarihi itibariyle henüz sonuçlanmamış olan işler bakımından hukukî sonuç doğurur (Kurtoğlu, s. 178).

27. Nitekim, aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 09.02.2021 tarihli ve 2017/(13)3-634 E., 2021/59 K.; 14.01.2020 tarihli ve 2017/13-1821 E, 2020/12 K.; 13.10.2020 tarihli ve 2019/13-15 E., 2020/749 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir.

28. Vekâlet sözleşmesi iki tarafa borç yükleyen sözleşme türü olup, vekilin borçlarından biri de özen borcudur. BK’nın 390 maddesi;

“Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.

Vekil, müvekkile karşı vekaleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.

Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur” şeklinde düzenlenmiştir.

29. Avukatlık sözleşmesinde ise avukatın özen borcu, genel bir vekâlet sözleşmesi için BK’nın 390. maddesinden öngörülen özen borcuna göre daha ağır ve kapsamlıdır.

30. Gerçekten de Avukatlık Kanunu’nun 34. maddesinde yer alan “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler” şeklindeki düzenleme avukatın özen borcuna ilişkin öngörülmüş özel bir hükümdür.

31. Somut olayda, davacılara verilen 29.01.2007 tarihli vekâletname akabinde, taraflar arasında 05.02.2007 tarihli “Avukatlık Sözleşmesi” başlıklı sözleşme imzalanmış olup buna göre davacı avukatlar, davalının çalışmış bulunduğu hastaneden gündüz mesai ücretleri ile gece-gündüz nöbet ücretlerine dair alacaklarının tahsili amacıyla iş mahkemesinde dava açmak ve icra takibi yapmakla yetkilendirilmişlerdir. Taraflar arasında imzalanan 05.02.2007 tarihli sözleşmeye göre davacıların ücreti iş mahkemesince hükmolunacak miktarın %20'si ve karşı taraftan alınacak avukatlık ücreti olarak belirlenmiştir.

32. Haklı sebep kavramı kanunda tanımlanmamıştır. Azlin haklı olup olmadığı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 4. maddesi çerçevesinde hâkim tarafından belirlenir. Söz konusu belirlemede hâkim somut olayın özellikleri ve dürüstlük kuralına göre (TMK m. 2) sözleşme ile bağlı kalmanın taraflar için çekilmez hâle gelip gelmediğini göz önünde bulundurur.

33. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; avukat olan davacıların davalıya hukukî yardımlarda bulundukları, vekâlet ilişkisinin davalının azliyle 19.07.2010 tarihinde son bulduğu anlaşılmaktadır. Azlin haklı olup olmadığının belirlenebilmesi için vekâlete konu yargılama sürecinin ortaya konulması gerekmektedir.

34. Bu doğrultuda vekâlet sözleşmesi çerçevesinde iş mahkemesinde takip edilen dava dosyası incelendiğinde; davalı lehine dava dışı hastane aleyhine davacılar tarafından tanzim olunan dava dilekçesinde, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla, niteliği belirtilmeksizin faiz talebiyle birlikte kısmî dava açıldığı, akabinde verilen ıslah dilekçesi ile yine niteliği belirtilmeksizin faiz talebiyle birlikte istem sonucunun yükseltildiği, davanın kabulüne ve yasal faiz hükmedilmesine dair kararın vekil olan davacılara tefhimine rağmen temyiz edilmediği anlaşılmaktadır.

35. Davalı taraf azilnamede, azil sebeplerini göstermemiş ancak cevap dilekçesinde azil gerekçesi olarak alacağın tamamı bilinmesine rağmen kısmî dava açılması ve ıslah için uzun süre beklenilmesi nedeniyle faiz kaybına uğramasını göstermiştir. Davalı vekili tarafından daha sonra verilen dilekçelerde de mevduat faizi yerine yasal faiz istenmesiyle faiz kaybına uğranıldığı belirtilmiştir. Özel Daire ve Mahkeme arasında azil nedeni olarak gösterilen faiz kaybı beyanının içine mevduat faizi yerine yasal faiz istenmesi hâlinin de dahil olduğu hususunda çekişme bulunmamakla birlikte esasen uyuşmazlık bu durumun haklı azil nedeni sayılıp sayılamayacağı noktasında toplanmaktadır.

36. Gelinen noktada, davalı tarafından azil nedeni olarak gösterilen faiz kaybına neden olunduğu iddiasının irdelenmesi açısından “yasal faiz”, “mevduat faizi” kavramlarına kısaca değinmekte fayda olacaktır.

37. Faiz konusunda özel düzenlemelerin yer aldığı 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un (3095 sayılı Kanun) “Kanuni Faiz” başlıklı 1. maddesi; “Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'na göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde on iki oranı üzerinden yapılır.

Cumhurbaşkanı, bu oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkilidir” düzenlenmesini içermektedir. Hâlen bu oran %9 olarak uygulanmaktadır.

38. Anılan düzenlenme uyarınca faiz ödenmesi gerekip de, bu faizin miktarının sözleşme ile tespit edilmemiş olduğu hâllerde uygulanacak yasal (kanunî) faiz oranı belirlenmiştir.

39. 3095 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki faizler” başlıklı 4. maddesi ise; “Diğer kanunların, bu Kanunda öngörülen orandan fazla temerrüt faizi ödenmesine ilişkin hükümleri saklıdır” şeklindedir.

40. Bazı hâllerde yasal faiz oranında faiz uygulaması yeterli görülmediğinden ilgili Kanunlarda faize ilişkin özel düzenlemeler getirilmiştir.

41. Faize ilişkin özel düzenlemeler bulunan Kanunlar arasında; 643 sayılı Kat Mülkiyet Kanunu, 5064 sayılı Banka Kartları Kanunu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu ve 4857 sayılı İş Kanunu yer almakta olup bu örnekler artırılabilir.

42. İş Kanunu’nun “Ücretin gününde ödenmemesi” başlıklı 34. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Ücreti ödeme gününden itibaren yirmi gün içinde mücbir bir neden dışında ödenmeyen işçi, iş görme borcunu yerine getirmekten kaçınabilir. Bu nedenle kişisel kararlarına dayanarak iş görme borcunu yerine getirmemeleri sayısal olarak toplu bir nitelik kazansa dahi grev olarak nitelendirilemez. Gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır” şeklindeki düzenleme ile işçilere gününde ödenmeyen ücret alacaklarına mevduata uygulanan en yüksek faiz oranın uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.

43. Bu faiz oranı ücret niteliği taşıyan her türlü alacak hakkında söz konusudur (Süzek, Sarper: İş Hukuku, 2018, s. 381).

44. İş davasına konu gündüz mesai ücreti ile gece-gündüz nöbet ücreti alacakları ücret niteliği taşıdığından bu alacaklara mevduata uygulanan en yüksek faiz oranın uygulanması; İş Kanunu’nun 34. maddesinin birinci fıkrasının gereğidir.

45. Bu durum gösteriyor ki, faiz türlerine dair kavramların yerinde kullanılması, geniş yorumlanmaması daha isabetli olacaktır.

46. Nitekim, aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 02.03.2021 tarihli ve 2017/(7)9-432 E., 2021/184 K. sayılı kararında da değinilmiştir.

47. Bu itibarla, davacıların, davalının vekili sıfatıyla iş mahkemesine yazmış oldukları dava dilekçesinde niteliği belirtilmeksizin faiz talebinde bulunmakla yetinmeleri, bununla birlikte yasal faiz verilmesine ilişkin mahkeme kararını İş Kanunu’nun 34. maddesi gereğince en yüksek mevduat faizi uygulanması gerektiğinden bahisle temyiz etmeyerek davalının faiz alacağı yönünden zarara uğratılması, en hafif tabiri ile vekâlet görevinin özensiz ifası niteliğinde olup haklı azil nedeni sayılması gerekir.

48. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; İş Kanunu’nun 34. maddesinin emredici hüküm taşıdığı, talebe bağlı olmaksızın mevduata uygulanan en yüksek faize hükmedilmesi gerektiği, bu anlamda davalının faiz alacağı yönünden zarara uğramasında vekil olan davacıların mesuliyetinin bulunmadığı, azlin haksız olduğu görüşü ile vekâlet veren talimatına aykırı işlemle zarara uğramış ise akde aykırılık nedeniyle doğan zararın giderilmesini ve bu kapsamda ücretin indirilmesini isteyebilecek, kabul edilmemesi hâlinde ise giderim yükümlülüğü hükümlerine göre talepte bulunabilecek iken, ödenmesi gereken vekâlet ücreti miktarının çok altında kalan bir miktar için zarara uğradığı iddiasıyla vekilini azletmesi ve bundan daha yüksek miktarda olan borcundan kurtulmak istemesinin orantısız bir işlem olduğu, azlin haklı olmadığı, direnme hükmünün onanması gerektiği görüşleri ileri sürülmüş ise de, bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

49. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

50. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.12.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Özel Daire ile Mahkeme arasındaki direnmeye esas uyuşmazlık konusu 4857 sayılı İş Kanunu’nun 34. maddesinin 1. fıkrasının son cümlesindeki “gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır” hükmüne rağmen somut olayda, davacı vekili sıfatıyla iş mahkemesinde açılan ücret alacağı davasındaki dava ve ıslah dilekçesinde istenilen faizin niteliğinin belirtilmemesi ve kararda yasal faize hükmedilmesine rağmen temyiz edilmemesiyle davalının faiz alacağı yönünden zarara uğrayıp uğramadığı, buradan varılacak sonuca göre davacıların azlinin haklı olup olmadığı ve davanın reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Doktor olan davalının ücret alacaklarıyla ilgili olarak açılan davada icra takibinde vekil olarak görev yapan davacılar haksız azil nedeniyle vekâlet ücreti alacağına ilişkin bu davayı açmışlardır. Azile konu davadaki dava dilekçesi ve ıslah dilekçesinde faizin türü belirtilmeksizin temerrüt faizi isteğinde bulunulmuş, mahkemece alacağın yasal faiziyle tahsiline karar verilmiş, davacı tarafça mevduat faizi uygulanması gerektiği yönünde temyiz talebinde bulunulmamış, karşı yanın temyizi üzerine yapılan inceleme ile de yasal faizle tahsil hükmünü içeren karar onanmıştır. Hükmün verildiği tarih 07.04.2010, azil tarihi ise 19.07.2010’dur.

Davalı taraf azilnamede azil sebeplerini göstermemiş ancak cevap dilekçesinde haklı azil gerekçesi olarak avukatın kendisine verilen bilgilerle alacak miktarını kuruşu kuruşuna  bildiği hâlde kısmî dava açtığını ve ıslah için uzun süre beklediğini 8.000TL civarında faiz kaybına uğradığını belirtmiştir. Daha sonra verilen dilekçede ise mevduat faizi yerine yasal faiz istendiğini belirterek faiz kaybına ayrı açıklama getirmiştir. Bu faiz kaybı beyanı içinde mevduat faizi yerine yasal faiz istenmiş olmasının da dahil olduğu konusunda özel daire ile mahkeme arasında uyuşmazlık olmayıp ihtilafın konusu mevduat faizi yazılmaksızın faiz istenmesi ve yasal faize hükmeden mahkeme kararının temyiz edilmemesinin haklı azil nedeni oluşturup oluşturmayacağı noktasındadır.

4857 sayılı İş Kanunu 34. maddede “gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır.” hükmü bulunmaktadır. Bu hükmün varlığına rağmen dava dilekçesinde faiz türünün belirtilmemesi hâlinde yasal faize mi yoksa mevduat faizine mi hükmedileceği noktasında ayrıca işçilik alacaklarıyla ilgili olarak yasal faize hükmedilen hâllerde bunun 4857 sayılı yasadaki mevduat faizi mi yoksa 3095 sayılı Yasadaki yasal faiz olarak mı anlaşılması gerektiği konusunda farklı yargısal uygulamaların varlığı da anlaşılmaktadır.

Davacılar talep edilen alacaklara hükmedilmiş olan davada müvekkillerinin iradesinin yasal faiz isteme yönünde olduğunu kanıtlayamamışlar ise de hükümde yer alan yasal faiz ibaresinin mevduat faizi olarak anlaşılması gerekip gerekmediği noktasında yasal faiz olarak anlaşılması gerektiğine değinen çokça kararlar yanında mevduat faizi olarak anlaşılması gerektiği yorum ve sonucunu içeren bazı kararların da varlığı karşısında davacıların hükmü temyiz etmemiş olmaları azili tümüyle haklı kılan bir neden olarak görülmemelidir

Azile konu olan alacak davasında, davalı adına vekâleten hareket edilerek davacılarca gerekli işlemler yapılıp üç buçuk yıla yakın süre emek ve mesai harcanmıştır. Azil hüküm verildikten sonra gerçekleşmiştir. Davalının azil nedeni olarak gösterdiği faiz kaybı 8.000TL ilâ 9.000TL civarında olup bunun içinde davalının ileri sürdüğü ıslahın süresinde olmamasından doğan kayıp da mevcuttur. Davalı kendisinin talimatına aykırı olarak düşük miktarlı dava açıldığını ispatlamadığı gibi ıslah yapılmasına ilişkin talimatı üzerine ıslahın yapıldığına dair talimat belgesi de sunulmuştur. Bunun dışında kalan mevduat faizi isteği üzerinde yeterince durulmamasından doğan zararın daha da az olacağı açıktır.

Davacı talimatına aykırı işlemle zarara uğramış ise akde aykırılık nedeniyle doğan zararının giderilmesini ve bu kapsamda ücretin indirilmesini isteyebilecek kabul edilmemesi hâlinde giderim yükümlülüğü hükümlerine göre talepte bulunabilecek iken, ödenmesi gereken vekâlet ücreti miktarının çok altında kalan bir miktar için zarara uğradığı iddiasıyla vekilini azletmesi ve bundan daha yüksek miktarda olan bir borcundan kurtulmak istemesi aynı zamanda orantısız bir işlem ve sonuç olup azilin haklı olmadığı sonucuna varılmalıdır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle azilin haklı olmadığı gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiş olması isabetli olup hükmün onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan özel daire kararı gibi hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Hafize Gülgün VURALOĞLU       Zeki GÖZÜTOK
Üye                                               Üye