İTİRAZDAN SONRA ÖDENMİŞ OLAN MİKTAR BAKIMINDAN İTİRAZIN İPTALİNİN İSTENİLMESİNDE HUKUKİ YARAR YOKTUR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


21 Haz
2018

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/23-2538
KARAR NO   : 2018/440

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           : 
Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                     : 12/06/2014
NUMARASI              : 2014/110 - 2014/153
DAVACI                    : SS Ş. Konut Yapı Kooperatifi vekili Av. M.A.
DAVALI                    : H.İ.İ. vekili Av. C.B.

Taraflar arasında görülen “itirazın iptali ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine, dair verilen 05.07.2013 gün ve 2013/164 E., 2013/211 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 23. Hukuk Dairesinin 03.12.2013 gün ve 2013/6499 E. ve 2013/7656 K. sayılı kararı ile:

“... Davacı vekili, davalının müvekkili kooperatifin üyesi olduğunu, 2012 yılına ait aylık üyelik aidatlarını ödememesi üzerine Konya 7. İcra Müdürlüğü'nün 2013/.9 esas sayılı icra dosyasına davalının itiraz etmesi üzerine takibin durduğunu, itirazın haksız olduğunu iddia ederek, itirazının iptali ile takibin devamına ve icra inkar tazminatına mahkumiyetine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin kooperatif üyeliğinden istifa ettiğini noter ihtarnamesi ile davacıya tebliğ ettirdiğini, zaten müvekkilinin aidat borçlarına karşılık birçok ödemelerde de bulunduğunu, borcunun kalmadığını savunarak, davanın reddi ile davacının %20 oranında haksız takip tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamına göre; davalının 28.03.2013 tarihinde tebliğ ettirdiği noter ihtarnamesiyle davacı kooperatiften istifa ettiği, bu nedenle istifanın kooperatifin kabulüne bağlı olmadığı, bu nedenle istifadan haberdar olan kooperatifin itirazın iptali davası açmakta hukuki yararı kalmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kooperatifin aidat ve işlemiş faiz alacağı için başlatılan icra takibine yönelik itirazın iptali istemine ilişkindir. 

Bir kooperatif ortağının istifasının noter ihtarı ile kooperatife ulaştığı ya da ihracın kesinleştiği tarihe kadar olan aidat borçlarından 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 16/son maddesi uyarınca sorumlu olup, üyelerin ödemeleri arasındaki eşitliğin istifanın ulaştığıya da ihracın kesinleştiği tarih itibariyle bu şekilde sağlanması gerekir. Kural olarak ortak, üyesi olduğu davacı kooperatifin belirlediği inşaat finansmanı ve genel giderlere ilişkin aidat borçlarının, sonradan istifa etmiş ya da ihraç edilmiş olsa dahi istifanın ulaştığı (istifa) ya da ihracın kesinleştiği (ihraç) tarihe kadar doğan kısmından sorumludur. Nitekim, anılanKanun'un 27/son cümlesinde, ortaklığın düşmesinin ortağın anasözleşme veya diğer suretlerle doğmuş borçlarının yok olmasını gerektirmeyeceği düzenlemesine yer verilmiştir. İstifa ya da ihraç tarihinden sonra doğan aidat borçlarından ortak sorumlu değil ise de, bu tarihlerden sonra daireyi kooperatife geri vermeyip kullanmaya devam etmiş ve genel hizmetlerden yararlanmış ise, bu yararlanmanın karşılığı olan genel giderlerden de sorumlu olacaktır. Bu durumda, takibe konu alacaklar istifa ya da ihraç tarihinden önce doğmuş ise, inşaat finansman ve ayrıca genel giderlerden genel kurulda kararlaştırılan temerrüt faizi ile birlikte üye sıfatıyla sorumlu olduğu benimsenmeli, sonraki döneme ait olması durumunda ise, takipte istenen "aidat alacağı" kapsamında hangi kalemlerin yer aldığı tesbit edilerek kooperatif hizmetlerinden yararlanma söz konusu ise bu yararlanmanın karşılığı olan genel giderlerden yasal oranda temerrüt faiziyle birlikte olmak üzere BK'nın vekaletsiz iş görme hükümlerine göre talepte bulunulabileceği ilke olarak kabul edilmelidir. Her üye, üye olurken, üyeliğinin sona ereceği tarihe kadar sorumluluklarının devam edeceğini bilmekte olup, aidat ödemelerini ihracın kesinleşmesine ya da noterden gönderdiği istifanın tebliğine kadar yapması ve kooperatifin hesabına aktarması kooperatifin ve dolayısıyla tüm ortakların yararına olup, eşitlik ilkesinin de bir gereğidir. Aksinin kabulü; aidatların geç te olsa ödeneceği beklentisiyle faaliyetlerini yürütüp buna göre plân yapan kooperatifi ekonomik yönden güç duruma sokacağı ve hakkaniyete aykırı sonuçlara yol açacağı gibi diğer üyelerin de menfaatlerine zarar vermek suretiyle üyeliği süresince davalının da uymakla yükümlü olduğu 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 1. maddesinde zikrolunan "karşılıklı yardım ve dayanışma" ilkelerine de ters düşecektir. 

Açıklanan ilkeler doğrultusunda somut olaya bakıldığında; icra takibinin 03.01.2013 tarihinde başlatıldığı, 14.01.2013 tarihinde ödeme emrinin davalı borçluya tebliğ edildiği, takibe 15.01.2013 tarihinde itiraz edildiği, kooperatif ortağı olan davalının takip safhasında 28.03.2013 tarihinde istifa ettiği ve istifanın da kooperatife ulaştığı, itirazın iptali davasının ise 06.05.2013 tarihinde açıldığına göre, takip tarihi olan 03.01.2013'e kadar ödenmeyen aidatlardan gecikme faizi ile birlikte davalının sorumlu olduğu çok açıktır. O halde, mahkemece yukarıda belirtilen kurallar dikkate alınarak, kooperatifler konusunda uzman bir bilirkişi heyeti seçilerek, genel kurul kararlarına göre davalının takip tarihine kadar ödemesi gereken aidat ve gecikme faizi hesabı ayrıtılı ve denetime elverişli şekilde yapılmalı, davalının yaptığı ödemeler yöntemince düşülmeli, gecikme faizi hesabı yapılırken de 6101 sayılı Yasa'nın 7. maddesi yollaması ile görülmekte olan davalara da uygulanması gereken 6098 sayılı TBK'nın 120/2. maddesindeki sınırlandırma gözetilmeli ve oluşacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmelidir. Açıklanan hususlara aykırı, eksik incelemeye dayalı ve yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…”

gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kooperatif üyeliğinden kaynaklanan üyelik aidat alacaklarının tahsili için başlatılan icra takibine yönelik itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkili kooperatifin ortağı olan davalının aidat borcunu ödememesi sebebiyle hakkında yapılan icra takibine haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptali ile takibin devamına ve icra inkâr tazminatına mahkûmiyetine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili müvekkilinin kooperatif üyeliğinden istifa ettiğini, bu durumu 28.03.2013 günlü noter ihtarı ile davacıya bildirdiğini, istifa etmesi nedeniyle müvekkilinin kooperatiften alacaklı olduğunu savunarak, davanın reddi ile davacının %20 oranında haksız takip tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir. 

Mahkemece, davalının icra takibine itirazdan sonra ancak itirazın iptali davasından önce 28.03.2013 tarihinde kooperatif üyeliğinden istifa ettiğine dair davacıya bildirimde bulunduğu, istifadan haberdar olan kooperatifin itirazın iptali davası açmakta artık hukuki yararının kalmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyiz etmesi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; istifasını noter kanalı ile kooperatife bildiren ortağın, istifanın kooperatife ulaştığı tarihten önceki döneme ait aidat borcu ve buna bağlı gecikme faizinden sorumlu tutulup tutulamayacağı; istifadan haberdar olan davacı kooperatifin dava açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle Kooperatifler Kanunu'nun aidat ödeme yükümlülüğüne ve çıkma payı alacağına ilişkin hükümlerinin irdelenmesinde yarar vardır. 

1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 13. maddesinde ortağın ana sözleşmeye uygun olarak istifa etmesine rağmen kooperatifin istifayı kabulden kaçınması hâlinde ortağın çıkma dileğini noter aracılığı ile kooperatife bildirmesiyle çıkmanın gerçekleşeceği düzenlenmiş olup, davacı kooperatif ana sözleşmesinin 13. maddesinde de bu hükme paralel bir düzenleme yer almıştır. Ortağın istifa bildirimi yenilik doğurucu nitelikte olup, kooperatife ulaştığı anda sonuç doğurur. Bu durumda ortağın yenilik doğurucu nitelikteki istifa iradesini ilk olarak noter vasıtasıyla kooperatife duyurması ortaklıktan çıkmanın gerçekleşmesi için yeterlidir. Ne var ki 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 16/son maddesindeki “…ortaklık hak ve yükümlülükleri, çıkarılma kararı kesinleşinceye kadar devam eder.” düzenlemesi uyarınca, kooperatif ortağının aidat borçlarından kaynaklanan sorumluluğu, istifanın noter ihtarı ile kooperatife ulaştığı ya da ihracın kesinleştiği tarihe kadar devam eder. Zira1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 23. maddesi uyarınca ortaklar, kanunun kabul ettiği esaslar dâhilinde hak ve vecibelerinde eşit olup, üyelerin ödemeleri arasındaki bu eşitliğin istifanın ulaştığı ya da ihracın kesinleştiği tarih itibariyle bu şekilde sağlanması gerekir. 

Görüleceği üzere kural olarak ortak, üyesi olduğu davacı kooperatifin belirlediği inşaat finansmanı ve genel giderlere ilişkin aidat borçlarının, sonradan istifa etmiş ya da ihraç edilmiş olsa dahi istifanın ulaştığı ya da ihracın kesinleştiği tarihe kadar doğan kısmından sorumludur. Davanın salt istifanın ulaşmasından ya da ihracın kesinleşmesinden önce ya da sonra açılması olgusu, istifanın ulaşmasından ya da ihracın kesinleşmesinden önce doğan bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Nitekim, anılan Kanun'un 27/son cümlesinde, ortaklığın düşmesinin ortağın ana sözleşme veya diğer suretlerle doğmuş borçlarının sona ermesini gerektirmeyeceği düzenlemesine yer verilmiştir.

Bu noktada davalı ortağın istifasından haberdar olan davacı kooperatifin dava açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığının belirlenmesi bakımından “hukuki yarar” kavramının açıklanmasında da fayda vardır.

Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır. 

Öte yandan, bu yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması da gerekir (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135). 

Hukuki yarar dava şartlarından olup (HMK 114), davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle, menfaate; davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, s.19-21) .

Bir davada, menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.

Bu ilkeden hareketle, bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı konusu mahkemece; tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde (kural olarak davanın açıldığı tarihe göre), kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmelidir. Bu sayede, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, H.: Medeni Usul Hukuku, 15. Bası, İstanbul 2017,s.946-949).

Bu aşamada "itirazın iptali davası" ve “hukuki yarar” kavramının itirazın iptali davasındaki yansıması da irdelenmelidir.

Öncelikle belirtilmelidir ki itirazın iptali davaları yapılan takibe vaki itiraz üzerine duran takibin yeniden canlanmasını, devam etmesini sağlamak amacıyla açılan davalardır.

Mahkemenin davanın reddi ya da kabulü yönünde verdiği karar, maddi anlamda kesin hüküm teşkil edeceğinden; davanın reddi hâlinde alacaklı, borçluya karşı aynı alacaktan dolayı yeni bir alacak davası açamayacağı gibi, davanın kabulü hâlinde borçlu da alacaklıya karşı bir menfi tespit veya istirdat davası açamayacaktır.

Bu nedenledir ki, mahkeme itirazın iptali davasında tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceleyerek, borcun varlığını ve miktarını araştırmak zorundadır.

Yasal dayanağını 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 67’nci maddesinden alan itirazın iptali davası, alacaklının icra takibine karşı borçlunun yaptığı itirazın iptali ile İİK’nun 66’ncı maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlamayı amaçlamaktadır. Takip hukukundan doğan bu davada belirlenecek husus, borçlunun icra takibine yapmış olduğu itirazında haklı olup olmadığıdır.

Bu dava, yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabidir (İİK.m.67/1). Alacaklı, alacağının varlığını Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre caiz olan her türlü delil ile ispat edebilir. İtirazın iptali davası, takip hukukuna özgü tahsil davasıdır, burada borçlunun takip sonrası yaptığı ödeme iddialarının da nazara alınması zorunludur. Borçlu, ödeme emrine itiraz ederken bildirmiş olup olmamasına bakılmaksızın, bütün itiraz sebeplerini ileri sürebileceğinden mahkemenin, borcun sonradan ödendiği itirazını araştırarak, ödemenin takip konusu alacakla ilgili olduğunu belirlemesi durumunda, alacaklının dava tarihi itibariyle talep edebileceği alacak miktarı üzerinden hüküm kurması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki henüz alacaklı tarafından itirazın iptali davasının açılmadığı bir evrede borçlunun, itiraza konu borcu kısmen veya tamamen ödemesi mümkündür ve bunu engelleyen herhangi bir yasa hükmü yoktur. Borçlu, itirazın iptali davası açılmamış iken, itirazına konu borcu tamamen öderse alacaklının itirazın iptali davası açmasına gerek kalmayacak ve böyle bir davayı açmakta hukuki yararı da bulunmayacaktır. Zira itirazın iptali davası açılmasında amaç, itiraz nedeniyle kanun gereğince kendiliğinden durmuş olan takibin devamını sağlamaktır. Takibin devamı yoluyla elde edilecek olan sonuç (alacağın tahsili), borçlunun tüm borcu ödemesiyle zaten gerçekleşmiş olacağına göre, gerçekleşmiş olan bu sonucu sağlamak üzere bir dava açılmasında hukuki yarar bulunmayacaktır. Bunun gibi, takibe konu borcun kısmen ödendiği durumlarda da ödenmeyen borç tutarına yönelik itirazın iptali davasında, itirazdan sonra ödenmiş olan miktar bakımından itirazın iptalinin istenilmesinde hukuki yararın mevcut olmayacağı kuşkusuzdur (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.07.2007 gün ve E:2007/13-453 K:2007/453; 09.02.2011 gün v 09.02.2011 gün ve E:2011/13-29, K:56 sayılı kararları).

Açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı her ne kadar ortaklıktan istifa ettiğini bildirmiş ise de, istifanın icra takibinden sonra gerçekleştiği ve takip tarihi itibariyle davalının kooperatif üyeliğinin devam ettiği, Kooperatifler Kanunu gereğince ayrılan ortağın ortaklıktan ayrılması kesinleşinceye kadarki borçlarını ödemekle yükümlü olduğu hususları dikkate alındığında; davacı kooperatifin, davalı ortağın istifasından önce doğmuş aidat borçları için dava açmasında hukuki yararının bulunduğu kuşkusuzdur. Zira zamanında ödendiğinde kooperatifin kasasına girecek olan aidatın, üyenin ortaklıktan ayrılması sonrasında çıkma payı altında ortağa ödeneceği tarihe kadar kasada beklemesinde ve nemalanmasında tüm ortakların yararı bulunmaktadır. Kaldı ki ortağın çıkma payını talep edip etmeyeceğinin, bu talebin zamanaşımına uğrayıp uğramayacağının henüz belli olmadığı bir aşamada açılan davada hukuki yarar vardır ve aidat borcunun çıkma payı olarak tekrar ortağa iade edileceğinden bahisle dava açmakta hukuki yarar bulunmadığı sonucuna varılması doğru değildir. Kooperatifler Kanununun 17’nci maddesinin son fıkrasındaki düzenleme de varılan bu sonucu bertaraf edecek nitelikte değildir.

Bu durumda, mahkemece davalının davacıya aidat borcu bulunup bulunmadığı konusunda kooperatifler konusunda uzman bir bilirkişi heyeti seçilerek, kooperatifin genel kurul kararlarına göre davalının takip tarihine kadar ödemesi gereken aidat ve gecikme faizi miktarı belirlendikten sonra, bulunan bu miktardan davalının yaptığı ödemeler yöntemince düşülmek suretiyle davalının aidat borcu bulunup bulunmadığı hususunda bilirkişiden denetime elverişli bir rapor alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacı kooperatife istifanın ulaştığı anda muacceliyet kesbetmese bile davalının çıkma payı alacaklısı olması nedeniyle alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleştiği, Türk Borçlar Kanunu'nun 135’inci maddesindeki düzenleme uyarınca alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesinin asıl borcu sona erdirdiği gibi aynı Kanunu'nun 131’inci maddesi uyarınca da asıl alacağa bağlı faiz, gecikme zammı gibi alacakları da sona erdirdiği, kaldı ki davalının ortaklıktan çıkması nedeniyle kooperatiften olan çıkma alacağı tutarının takip konusu aidat borcu tutarından fazla olduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde davacının itirazın iptali davası açmakta hukuki yararının bulunmadığı belirtilmek suretiyledirenme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, yukarıda açıklanan gerekçelerle bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440’ncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 07.03.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava, kooperatif aidat ve gecikme faizinden kaynaklanan alacağın tahsili için davacı kooperatif tarafından girişilen icra takibine vaki itirazın iptali isteminden ibarettir. 

Mahkemece, davalı kooperatif ortağının dava tarihinden önce kooperatif üyeliğinden istifa suretiyle ayrılması nedeniyle davada hukuksal yararın bulunmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiş, hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 23. HD'nin yukarda özetlenen kararıyla yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiş, yerel mahkemece önceki kararda direnilmesi üzerine dosya davacı vekilinin temyiz istemi üzerine HGK önüne gelmiştir. 

Bu durumda uyuşmazlığın çözümü, birikmiş aidat ve gecikme faizleri için girişilen icra takibinden sonra ve fakat itirazın iptali davasından önce kooperatif ortaklığından çıkan ortağın, çıkma tarihinden önceye ilişkin olup ödenmediği için icra takibine konu edilen aidat ve gecikme faizlerini kooperatife ödemekle yükümlü tutulup tutulmayacağının belirlenmesi ile mümkündür. 

Bilindiği üzere, kooperatiflerde "açık kapı" ilkesi cari olup ortaklığın sona ermesi hallerinden biri olan kooperatif ortaklığından çıkma, 1163 sayılı Kanun'un 10 ila 13. maddeleri arasında, ortaklıktan çıkarılma ise aynı kanunun 16. maddesinde düzenlenmiştir. Davalının icra takibinden sonra ve fakat itirazın iptali davasından önce davacı kooperatifin ortaklığından çıktığı taraflar arasımda uyuşmazlık konusu olmadığı gibi yerel mahkeme ile özel daire kararları arasında da bu hususta herhangi bir farklı yaklaşım söz konusu değildir. O halde, öncelikle belirtmek gerekirse, işbu davada, davalının hukuksal durumuna uygun düşmeyen kooperatif ortaklığından çıkarılmaya ilişkin 1163 sayılı Kanun'un 16/son maddesi ile yine kooperatif ortaklığının düşmesine ilişkin 27/son maddesinin uygulama yeri bulunmadığı açıktır.

Konuya bu bağlamda yaklaşıldığında, HGK önüne gelen uyuşmazlık, yukarda açıklandığı üzere yalın ve sadedir. Davacı kooperatifin, takip tarihi itibariyle davalıdan alacaklı ise de, çıkan ortağına, çıkma tarihine değin kooperatife ödediği sermaye ve aidat tutarlarını iade etmekle yükümlüdür. Bir başka söyleyişle, davacı kooperatif ve onun mal varlığı üzerinde alacaklı ve borçlu sıfatları birleşmiştir. 

TBK'nın 135. maddesi uyarınca, alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi halinde asıl borç sükut ettiği gibi aynı kanunun 131. maddesi uyarınca asıl borca bağlı (henüz ödenmemiş) fer'i nitelikteki faiz, gecikme zammı vs. gibi borçlar da sona erer. Her ne kadar, davalının kooperatife ödediği aidat tutarı ve bu tutarın kooperatif tarafından ne zaman ödenmesi gerektiği dosya kapsamı uyarınca belirgin değilse de, TBK'nın borcu sona erdiren (sükut ettiren) nedenlere ilişkin anılan 135. maddesinde düzenlenen alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi (birleşme) açısından alacağın ve borcun her ikisinin de muaccel olması gerekli olmayıp bu gereklilik ancak TBK'nın 139. maddesinde düzenlenen "takas" kavramı ile ilgilidir. Yine belirtilmek gerekirse, davalının ortaklıktan çıkması nedeniyle kooperatiften olan müeccel alacağının tutarının, takip konusu ödenmeyen aidat borçlarından daha az olduğu iddia ve ispat edilmiş değildir. Davacı yapı kooperatifinin borcu, ortağın ödemiş olduğu aidatların aritmetik toplamı ile sınırlı olup, ortağın gecikme nedeniyle ödediği faiz ve gecikme cezası gibi fer'iler iade borcunun kapsamında kapsamında değilse de, kooperatifin bu alacağı üzerinde, üçüncü kişi sıfatında kabul edilmeleri gereken davalı dışındaki diğer kooperatif ortaklarının bir hakkının var olduğundan söz edilemeyeceğinden, davalının, dava tarihi itibariyle, kanun gereğince asıl borca bağlı olarak sükut eden gecikme faizini ödemekle yükümlü tutulması da hukuksal olarak mümkün değildir. 

İtirazın iptali davalarının özelliği gereği, alacağın varlık ve miktarının saptanmasında takip tarihinin esas alınması gerekli ise de, bu husus hesap yöntemi ile ilgili olup, somut olayda olduğu gibi, itirazın iptali davasından önce takip konusu borcun kanundan kaynaklanan sebeplerle sona ermiş olması halinde, itirazın iptali davasında hukuksal yarar bulunmadığı açıktır. 

Tüm bu hususlar nazara alındığında, yukarda açıklanan hususlar çerçevesinde, gerekçe ilavesi sureti ile yerel mahkemenin direnme kararının onanması düşüncesinde olduğumdan çoğunluğun yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği yolundaki kanaatine katılamıyorum. 

M.Umur TARHAN
11. Hukuk Dairesi Üyesi

KARŞI OY

Davacı kooperatif, ortağı bulunan davalı hakkında ödenmeyen aidat bedellerinin tahsili için ilamsız icra takibi başlatmış, itirazla takip durmuş, davalı takibe itiraz sonrası noter kanalıyla davacı kooperatife 28.03.2013 tarihinde tebliğ edilen ihbarnamesiyle istifasını bildirmiş, davacı kooperatif istifa kendisine ulaşmasına rağmen itirazın iptali davacı açmış, mahkemece noter kanalıyla kooperatife bildirilen istifanın tek taraflı işlem olduğu, ulaşmakla sonuç doğuracağı kooperatifin kabulüne bağlı olmadığı, davacı kooperatifin istifa sonrası açtığı davada hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı tarafın temyiz müracaatı üzerine 23. Hukuk Dairesince istifanın kooperatife ulaşmasına kadar ki kısımdan davalının sorumlu olacağı, eksik inceleme bulunduğu gerekçesiyle karar oyçokluğu ile bozulmuş, mahkeme mufalefet oyunu da gerekçesine taşıyarak ve gerekçesini genişletmek suretiyle davanın reddine ilişkin kararında direnmiştir. 

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, noter kanalıyla istifasını bildiren ortaktan, istifanın kooperatife ulaştığı 28.03.2013 tarihinden önce doğmuş bulunan aidat aslı ve fer'ilerinden istifa eden ortağın sorumlu olup olmadığı, istifa sonrası bunları talepte davacı kooperatifin hukuki yararı bulunup bulunmadığıdır. 

1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 13. maddesine göre istifasını noter kanalıyla kooperatife bildiren ortağın, bildirim tarihi itibariyle kanun hükmü uyarınca istifası sonucunu doğurmakta, kooperatiften çıkma gerçekleşmiş olmaktadır.

Kanun uyarınca yenilik doğurucu hak olan istifa ile kooperatiften çıkma gerçekleştiğinden, ilamsız icra takibinde alacaklı olan kooperatif, istifanın kendisine ulaşması ile tasfiye borçlusu haline gelmektedir. Artık istifa eden davalı ortağından alacaklı değil, tasfiye borçlusudur. Tasfiye alacağı ise istifa eden ortak yerine ortak alınmış ise derhal ödenmesi, eğer böyle bir hal yok ise istifa sonrası gerçekleşen ilk mali hesapların görüşüldüğü genel kurul kararından bir ay sonrası için çıkma payı alacağı muaccel hale gelmektedir. 

Davacı kooperatif ilamsız icra takibi aşamasında alacaklı iken, istifa kendisine 28.03.2013'de ulaştığından dava tarihi olan 06.05.2013 tarihi itibariyle alacaklı değil, muacceliyet kesbetmese bile itirazın iptali davası sırasında tasfiye borçlusu durumundadır. 

Öte yandan TBK 135 ''Alacaklı ve borçlu sıfatlarının aynı kişide birleşmesiyle borç sona erer'' demektedir. Davacı kooperatif takip aşamasında alacaklı iken yenilik doğurucu istifa bildiriminin davadan önce kendisine ulaşmasıyla artık alacaklı değil tasfiye borçlusudur. 13.04.1955 gün 3-7 sayılı Hukuk Bölümü İBK da alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmiş olmasını borcun sona erme sebebi olarak kabul etmektedir. Sosyal güvenlik pirimi yönünden alacaklı olan idare ile sosyal güvenlik yardım bedeli yönünden borçlu olan idarenin tek çatı altında kanunla birleştirilmesi sonrası alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi ile borcun sona ermiş olduğunu HGK 21.06.2006 gün 365-467 sayılı kararıyla ictihaden kabul etmiştir. 23. Hukuk Dairesi'nin 20.02.2017 gün 6724-478 sayılı kararı da ipotekle bağlantılı olmasına karşın alacaklıve borçlu sıfatının birleşmesinin borcu sona erdireceğini kabul ile uyuşmazlığı çözmüştür.

HGK'nun çoğunluğu, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 16/son ve özellikle 27/son cümlesine dayanarak, istifanın ulaştığı zamana kadarki aidat aslı ve fer'isinden istifa eden ortağın sorumlu olduğundan bahisle kararın bozulması görüşündedirler.

1163 Kooperatifler Kanunu'nun 10 ve 17/son maddesinde açık kapı ilkesi kabul edilmiştir. Açık kapı ilkesi uyarınca şartları uyanların girişine engel olunamadığı gibi çıkışına da engel olunamamaktadır. Ödeme güçlüğüne düşerek istifa eden ortaktan, istifa öncesi doğmuş aidat aslı ve fer'ilerin ödenmesini istemek, açık kapı ilkesinin önünü tıkamak olur.

Ortaklık bağı bulunduğu dönemde alacaklı olan kooperatif bu bağın kopması sonrası artık alacaklı olmaktan çıkmakta, çıkan ortak yerine ortak alınmışsa derhal, alınmamış ise takip eden genel kurul kararından bir ay sonrası için iade borçlusu halinde gelmektedir. Tasfiye borcu muacceliyet kazanmasa bile iade borçlusu haline gelecek kooperatifin, iadeyle yükümlü olacağı aidat aslının tahsilinde menfaatinin zayıfladığı, tahsildeki kazandırma sebebinin kalmadığı açıktır. TBK 135 uyarınca alacaklı ve borçlu sıfatı birleşmesi sonucu borç sona ermiştir.

Çoğunluk görüşünün aksine 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 16/son ve 27/son cümlesi kooperatif hukukunda geçerli olan açık kapı ilkesini ve TBK 135 maddesini bertaraf eden bir düzenleme değildir. Kanunun 16/son maddesi hakkında ihraç kararı alınan ortakların, hak ve yükümlülüklerinin ihraç kararı kesinleşinceye kadar devam edeceğini öngörmektedir. Anılan madde kanuna 25.10.1988 tarihinde 3476 sayılı kanunla eklenmiştir. Kanunun kabul ediliş sebebi kötü amaçlı ortaklıktan çıkarmaların önüne geçmek, ihraç iptali ile kooperatif ortaklığına dönenlerin hak ve menfaatlerini korumak, ortaya çıkan mağduriyetleri gidermektir. Doktirinde A. Arpacı, bu hükümle çıkarma kararının etkisizleşmesi üzerine ortaklığa dönenlerin mağdur edilmelerinin önlenmek istendiğini belirtmiştir (Bkz. Kooperatifler Kanunu ve Açıklamaları, 2. Baskı İstanbul, 1995, s. 87). Ki bu belirleme çok doğrudur. Somut olayımızda ise ihraç kararı değil bir istifa bildirimi bulunmasına, kanunun sadece ihraç iptali ile sınırlı uygulanacak olmasına, istifa bildirimi için uygulama yeri olmamasına rağmen, kanunun kabul ediliş mantığına yorum ilkeleri ile bağdaşmamasına karşın, bozma kararında bu maddeye dayanılmış olması isabetten uzaktır. 

1163 sayılı Kooperaifler Kanunu'nun 16/son maddesi gibi sıklıkla karıştırılan ve hatalı uygulamaya sebebiyet verilen aynı Kanun'un 27. maddesine ve son cümlesine de açıklama getirilmesi gerekmektedir. Kanun'un 27. maddesi akçalı ödemelerini yapmayan kanun ve ana sözleşmeye göre istenilmesine rağmen ödemede bulunmayan ortakların ortaklığının kendiliğinden düşeceğini öngörmektedir. Doktrinde Ü. Tekinalp (Kooperatiflerde Ortakların Kişisel Niteliklerinin Önemi, Ortaklık Sıfatının Kazanılması ve Yitirilmesi İstanbul 1972, 160-161) adlı eserinde, ortaklığın düşmesi sonucunu doğuran ödemelerin ortağın ortaklık sıfatından kaynaklanan ödemeler olduğunu, ortaklık sıfatı ve bağı dışındaki ödemelerin düşme sonucunu doğurmayacağını, hatta kredi kooperatiflerinde kredi borcunun ödenmemesinin dahi bu maddeyi uygulama yetkisi vermeyeceğini dile getirmektedir. Özetle yaptırımı ortaklık sıfatının düşmesi sonucunu doğuran ödemeler, ortaklık sıfatı düşmesine rağmen ortaklık sıfatından doğmadığından bundan etkilenmeyip tahsili gereken ödemeler olarak ikiye ayırarak anlayabiliriz. Ortaklığın düşmesi yaptırımına bağlanan ödemeler ortaklık bağı son bulduğu için bunun tahsili değil tasfiyesi düşünülebilir. Ortaklık sıfatı ile ortaklık sıfat ve bağından doğmayan ödemeler 27/son cümle uyarınca bundan etkilenmeyip takip ve tahsil prosedürüne tabidir. Ancak yazarında dile getirdiği üzere kanuni düzenleme yetersiz ifadelerle kanunlaşmıştır. Yine doktrinde A. Arpacı ''bu cümlede sözü edilen borçlar niteliği gereği ortaklığın devamına bağlı olmayan borçlardır. Mesela, kooperatiften alınan mallar karşılığı olan borçlar, bu cümledendir. Yoksa, bir yapı kooperatifinde ortaklarca ödenmekte olan inşaat bedellerinin ortaklığın sona ermesine rağmen hale ödenmesi gerektiği söylenemez.'' (Age. 126) demektedir ki, önceki alınan görüşle de uyumludur. Somut olayda da tahsili değil tasfiyesi gereken bir borç bulunmaktadır.

Hal böyle olunca, noter kanalıyla gönderilen istifa ile ortaklıktan çıkma kanun hükmü sonucu kendiliğinden gerçekleştiğinden, çıkma bildirimi sonrası kooperatif tasfiye borçlusu haline gelip çıkma payının muacceliyet kazanması sonrası iade borçlusu haline geleceğinden istifa tarihinin ulaştığı tarihe kadar olan aidat borcu ve fer'ilerini talepte hukuki menfaati kalmadığı gibi kazandırma sebebide ortadan kalkmış bulunduğundan, TBK 135 maddesi uyarınca borç sona erdiğinden, ortada tahsili gereken değil tasfiyesi gereken bir borç bulunduğundan, açık kapı ilkesini koruyan alacaklı borçlu sıfatının birleşmesiyle sona erme halini karşılayan mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı usul ve kanuna uygun olup kararın onanması görüşünde olduğumdan, aksi yöndeki çoğunluk görüşüne iştirak edemiyorum.

Abdullah ERGİN
23. Hukuk Dairesi Üyesi

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 23 üyenin 20'si BOZMA, 3'ü ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.