İTİRAZIN İPTALİ DAVASI ÖNCESİ ÖDEME VARSA ÖDEME DÜŞÜLÜP KALAN MİKTAR ÜZERİNDEN DAVA AÇILMALIDIR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


05 Şub
2019

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/19-822
KARAR NO   : 2018/1754

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           :
İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                     : 26/11/2014
NUMARASI             : 2014/333 - 2014/534
DAVACI                   : A. T.A.Ş. vekilleri Av. N.T. - Av. M.K.H. - Av. Ö.A. - Av. O.A.
DAVALI                   : R. Taş. Turz. Eml. San. Tic. Ltd. Şti. vekilleri Av. M.S. - Av. C.Y.

Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesince bozmaya uyulmak suretiyle davanın kısmen kabul kısmen reddine dair verilen 25.12.2013 tarihli ve 2013/12 E., 2013/450 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 12.05.2014 tarihli ve 2014/5614 E., 2014/8964 K. sayılı kararı ile, 

“… Dava, İİK'nun 67. maddesi hükmü gereğince açılmış itirazın iptali davasıdır. İtirazın iptali davası özellikleri itibariyle takibe sıkı sıkıya bağlı davalardır.

Somut olayda, mahkemece açıklanan bu yön gözetilerek takip tarihi itibariyle alacak miktarının tespiti gerekirken, dava tarihi itibariyle hesaplama yapılan 30.05.2013 havale tarihli bilirkişi raporunun hükme esas alınarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

Yapılacak iş, konusunda uzman 3 kişilik bilirkişi heyetinden alınacak bilirkişi raporu ile davacı bankanın takip tarihi itibariyle alacaklı olduğu miktarın saptanması, keza takipten sonra davadan önce yapılan ödeme var ise bu ödemeler bakımından davacı bankanın dava açmakta hukuki yararının bulunmadığının gözetilmesi, ayrıca dava tarihinden sonra yapılan ödemeler var ise, bu ödemelerin de infazda dikkate alınacağının gözetilerek bir karar verilmesinden ibarettir...”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Taraf vekilleri 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalının 18.06.2007 tarihli ve 250.000,00 TL bedelli genel kredi sözleşmesi uyarınca ticari kredi kullandığını, kredi borcunun ödenmemesi üzerine hesabın 25.06.2009 tarihli ihtarname ile kat edildiğini, ihtarnamede verilen süre içerisinde borcun ödenmemesi nedeniyle davalı hakkında İzmir 21. İcra Dairesinin 2009/13613 sayılı icra dosyasında icra takibi yapıldığını ancak haksız olarak itiraz edildiğini, yanlar arasında 01.09.2009 tarihinde imzalanan protokole davalının uymaması nedeniyle protokolün iptal edildiğini, protokolde davalıya sağlanan kolaylık ve indirimlerin geçerliliğinin kalmadığını ileri sürerek, itirazın bakiye alacak miktarı olan 14.023,14 TL yönünden iptaline ve icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacı banka ile 01.09.2009 tarihinde varılan mutabakat gereği müvekkilinin toplam 85.130,16 TL ödemesi hâlinde kredi borcunun kapatılacağının kararlaştırıldığını, müvekkilinin 01.09.2009 tarihinde 76.310,24 TL ödediğini, kalan bedelin ise 01.10.2009 tarihinde 4.409,24 TL, 01.11.2009 tarihinde 4.409,97 TL olarak ödenmesinin kararlaştırıldığını, 01.10.2009 tarihli ödemenin davacıya bilgi verilerek 13.10.2009 tarihinde yapılacağının belirtildiğini, davacının da onayı dâhilinde bu tarihte, 01.11.2009 tarihli ödemenin ise davacıya bilgi verilerek 06.11.2009 tarihinde yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. 

Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, bilirkişi kök ve ek raporunda hesaplanan borç miktarının 73,40 TL olduğu ancak mahkemece bu raporlara itibar edilmemiş ise de hüküm altına alınan alacağın ne şekilde hesaplandığının anlaşılmadığı, bu nedenle taraflar arasındaki protokolün yok hükmünde olduğu hâlde sözleşmeye göre kalan borcun hesaplanması için yeni bir bilirkişi raporu alınması gereğine değinilerek karar bozulmuştur. 

Mahkemece, Özel Daire bozma kararına uyulduktan sonra, alınan bilirkişi raporunda davacının 4.420,00 TL'lik ödemenin borçtan düşülmesi hâlinde 8.460,71 TL alacaklı olduğunun belirlendiği, yanlar arasında mevcut borca yönelik olarak davalı borçlu tarafından 01.09.2009 tarihli borç ikrarı ve ödeme taahhüdü başlıklı belgenin düzenlendiği, belgede 01.09.2009 tarihinde 76.310,24 TL, 01.10.2009 tarihinde 4.409,95 TL, 01.11.2009 tarihinde 4.409,95 TL olmak üzere toplam 85.130,16 TL ödeneceği ve ödemelerin gününde yapılmaması hâlinde ödeme planına uygulanan faiz oranının geçerli olmayacağı, sözleşme ile belirlenmiş olan temerrüt faizinin uygulanacağı, hukuki takip işlemlerinin kaldığı yerden banka ile imzalanan sözleşme şartları ile devam edeceği, ödeme planının borcun tecdidi ve temdidi anlamına gelmediği hususunun belirtildiği, davacının ödeme taahhüdünde bahsi geçen 76.310,24 TL’yi ödeme taahhüdünde belirtilen 01.09.2009 tarihinde yaptığı ancak 01.10.2009 tarihinde ödenmesi gereken 4.409,95 TL'nin gecikmeli olarak 13.10.2009 tarihinde, 01.11.2009 tarihinde ödenmesi gereken 4.409,95 TL'nin ise 06.11.2009 tarihinde ödendiği, iki taksitin taahhütnamede belirtilen tarihten sonra ödenmiş olması sebebiyle taahhütnamede belirtilen şartların ve ödeme tablosunun uygulama kabiliyetinin bulunmadığı, taraflar arasındaki alacak borç ilişkisinin ilk sözleşmeye göre belirlenmesinin gerektiği, davalı tarafça yapılan tüm ödemeler göz önüne alındığında, davalının dava tarihi itibariyle davacı bankaya toplam 8.460,71 TL borçlu olduğunun yapılan bilirkişi incelemesi ile belirlendiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile tahsilde tekerrür olmamak şartı ile itirazın 8.460,71 TL üzerinden iptaline ve icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, alacak miktarının dava tarihi itibariyle hesaplanması gerektiği, itirazın iptali davası açılmasından önce borcun kısmen ödendiği hâllerde alacağın varlığının dava tarihi gözetilerek belirlenmesi ve alacaklının dava tarihi itibari ile haklılık durumunun belirlenmesi, icra takibinden sonra ve itirazın iptali davası açılmadan önce borçlu tarafından kısmi ödeme yapılmış olması hâlinde mahkemece kısmi ödemeler düşülerek dava tarihine göre belirlenecek bakiye alacak tutarı üzerinden karar verilmesinin gerektiği, bu husus gözetilerek icra takibinden sonra dava tarihinden önce yapılan tüm ödemeler değerlendirilerek bakiye borç miktarının hesaplandığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı taraf vekillerince temyize getirilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacı bankanın alacak miktarının takip tarihi itibariyle mi yoksa takipten sonra dava tarihinden önce yapılan tüm ödemeler dikkate alınarak dava tarihi itibariyle mi belirleneceği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle belirtilmelidir ki itirazın iptali davası, müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan bir eda davasıdır.

Mahkemenin davanın reddi ya da kabulü yönünde verdiği karar, maddi anlamda kesin hüküm teşkil edeceğinden davanın reddi hâlinde alacaklı borçluya karşı aynı alacaktan dolayı yeni bir alacak davası açamayacağı gibi davanın kabulü hâlinde borçlu da alacaklıya karşı bir menfi tespit veya istirdat davası açamayacaktır.

Bu nedenledir ki, mahkeme itirazın iptali davasında tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceleyerek borcun varlığını ve miktarını araştırmak zorundadır.

Yasal dayanağını 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 67. maddesinden alan itirazın iptali davası ile alacaklı; icra takibine karşı borçlunun yaptığı itirazın iptali ile İİK’nın 66. maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlamayı amaçlamaktadır. Takip hukukundan doğan bu davada tespit edilecek husus, borçlunun icra takibine yapmış olduğu itirazında haklı olup olmadığının belirlenmesidir.

Bu dava, yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabidir (İİK. m. 67/1). Dava, özünde tahsil istemini de barındırmakla, burada borçlunun takip sonrası yaptığı ödeme iddialarının da nazara alınması zorunludur. Borçlu, ödeme emrine itiraz ederken bildirdiği itiraz sebepleri dışında, itirazın iptali davasında başka itiraz sebeplerini ileri sürebileceğinden mahkemenin, borcun sonradan ödendiği itirazını araştırarak, ödemenin takip konusu alacakla ilgili olduğunu belirlemesi hâlinde, alacaklının dava tarihi itibariyle talep edebileceği alacak miktarı üzerinden hüküm kurması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.

Hemen belirtilmelidirki alacak miktarının, takip ya da dava tarihindeki koşullara göre belirlenmesinin, itirazın iptali davasında hükmolunan miktar üzerinden tahsiline karar verilebilecek bir tazminat türü olan ve bağımsız bir dava konusu yapılamayan icra inkâr tazminatının miktarına da etkili olacağı açıktır. 

Henüz alacaklı tarafından itirazın iptali davasının açılmadığı bir evrede, borçlunun, itiraza konu borcu kısmen veya tamamen ödemesi mümkündür ve bunu engelleyen herhangi bir yasa hükmü yoktur. Borçlu, itirazın iptali davası açılmamışken, itirazına konu borcu tamamen öderse, alacaklının itirazın iptali davası açmasına gerek kalmayacak ve böyle bir davayı açmakta hukuki yararı bulunmayacaktır. Zira itirazın iptali davası açılmasında amaç, itiraz nedeniyle kanun gereğince kendiliğinden durmuş olan takibin devamını sağlamaktır. Takibin devamı yoluyla elde edilecek olan sonuç (alacağın tahsili), borçlunun tüm borcu ödemesiyle zaten gerçekleşmiş olacağına göre, gerçekleşmiş olan bu sonucu sağlamak üzere bir dava açılmasında hukuki yarar bulunmayacaktır. Bunun gibi takibe konu borcun kısmen ödendiği durumlarda da ödenmeyen borç tutarına yönelik itirazın iptali davasında, itirazdan sonra ödenmiş olan miktar bakımından itirazın iptalinin istenilmesinde hukuki yararın mevcut olmayacağı kuşkusuzdur (Hukuk Genel Kurulunun 09.02.2011 tarih ve 2011/13-29 E., 2011/56 K., 23.05.2018 tarih ve 2017/19-910 E., 2018/1111 K. sayılı kararları). 

Sonuç itibariyle; icra takibinden sonra ve itirazın iptali davası açılmadan önce borçlu tarafından ödeme yapılması hâlinde, yapılan bu ödeme düşüldükten sonra kalan miktar üzerinden dava açılması gerekir. Dolayısıyla takipten sonra, ancak dava açılmadan önce yapılmış olan ödemeler yönünden dava açılmasında, davacı tarafın hukuki yararı bulunmamaktadır. Takipten sonra, ancak davadan önce yapılan kısmi ödeme miktarı bakımından dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığından dava reddedilse veya kısmi ödeme miktarınca dava açılmasa bile, kısmi ödemenin yapıldığı icra takibi kendi yasal prosedürü içerisinde devam edecek, hatta asıl borç kalksa bile faiz ve ferileri yönünden takip sürebilecek, salt bu nedenle icra dosyasının kapanmasından söz edilemeyecektir.

Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 19.10.2011 tarih ve 2011/19-532 E., 2011/640 K., 23.05.2018 tarih ve 2017/19-910 E., 2018/1111 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Somut olayda davacı banka ile davalı borçlu arasında genel kredi sözleşmesi imzalandığı ve sözleşme kapsamında kredi kullandırıldığı çekişmesizdir. Kredi borcunun ödenmemesi üzerine banka, kredi hesabını 25.06.2009 tarihinde kapatarak borçluya ihtarname keşide etmiştir. İhtar keşidesinden sonra borçlu ile banka arasında borcun tasfiyesine yönelik 01.09.2009 tarihli “Borç ikrarı ve ödeme taahhüdü” başlıklı belge imzalanmış ancak borçlunun ödeme taahhüdüne uymaması nedeniyle tasfiye protokolü geçersiz hâle gelmiş olup, protokolün “hukuki takip işlemlerinin kaldığı yerden devam eder” hükmü gereğince, bankanın hesabın kat edilmesi ile başlattığı hukuki sürecin devam edeceği tartışmasızdır. Bu durumda konusunda uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulu aracılığıyla banka kayıtları üzerinde inceleme yapılması ve banka alacağının hesaplanması gerekmektedir.

Bu hesaplama yapılırken Yargıtayın bu konuda koymuş olduğu kurallar çerçevesinde, alacağın kat tarihi itibariyle kayıtlardan tespit edilmesi, kat tarihinde bulunan alacağa temerrüt tarihine (kat ihtarının borçluya tebliği ile verilen sürenin sonu) kadar akti faiz ve ferîleri uygulanmalı, temerrüt tarihi itibariyle bulunan akti faiz ve ferîleri kapitalize edilerek temerrüt tarihinde borçlunun sorumlu olacağı asıl alacak tespit edilmelidir. Bu safhadan sonra temerrüt tarihinden icra takip tarihine kadar, daha önce belirlenen asıl alacağa temerrüt faizi ve ferîleri (Kaynak kullanım destekleme fonu hariç) uygulanmalı ve takip tarihinde talep edilebilecek asıl alacak ile birlikte temerrüt faizi miktarı ve ferîleri ayrı ayrı tespit edilmelidir. Bulunacak bu rakam alacaklı bankanın borçludan takip tarihi itibariyle talep edebileceği alacak miktarıdır. Şayet kat tarihi, temerrüt tarihi ve takip tarihi itibariyle hesaplanan bu miktarlar alacaklının taleplerinden fazla ise talep dikkate alınarak miktarlar belirlenmelidir.

İtirazın iptali davası yukarıda açıklandığı üzere takip ile sıkı sıkıya bağlı olduğundan icra takip tarihi itibariyle belirlenen asıl alacak ve temerrüt faizi ile ferîleri, borçlunun takip tarihindeki sorumlu olduğu miktarı gösterir. Borçlunun takibe itirazından sonra yasal süresi içinde itirazın iptali davası açılması ve bu dava açılana kadar borçlu tarafından icra dosyasına ihtirazi kayıt konulmadan yapılan ödemeler veya alacaklının şahsına ya da onun gösterdiği üçüncü kişiye (kabul edilmek koşulu ile) haricen yapılan ödemelerin bulunması durumunda ise ödeme rızaen yapılmış olduğundan borçlunun bu ödemeler yönünden itirazından vazgeçtiğinin kabulü gerekmektedir. 

Ödemelerin alacaktan mahsubunda ise; takip tarihinde belirlenen asıl alacak, temerrüt faizi ve ferîleri toplamından mahsubu öncelikle Borçlar Kanunu hükümleri dikkate alınarak temerrüt faizinden yapılacaktır. Bir başka deyişle, her bir ödeme tarihine kadar takip tarihinde belirlenen asıl alacağa temerrüt faizi ve ferîleri uygulanıp bulunan ve takip öncesi işleyen temerrüt faizi toplamından ödemenin düşülmesi, fazlası var ise asıl alacaktan mahsup edilerek belirlenecek olan asıl alacak miktarı bulunmalıdır. Bu uygulama her bir ödeme için ayrı ayrı yapılmak zorundadır. 

Bu şekilde yapılan hesaplamaya göre son ödemeden sonra dava tarihine kadar hesaplanacak temerrüt faizi ve ferîleri ile birlikte alacaklının dava tarihindeki alacağı tespit edilmelidir. 

Tüm bu tespitlerden sonra mahkemece itirazın iptali davasında, itiraz üzerine icra takibi durduğundan takibin devamına dava tarihi itibariyle belirlenen miktar üzerinden imkân sağlayacak şekilde hüküm kurmak ve icra inkâr tazminatının da bu miktar gözetilerek değerlendirilmesi gereklidir.

Dosya içerisinde yer alan 21.03.2011 tarihli bilirkişi raporunda, davalının 01.10.2009 ve 06.11.2009 tarihinde yapması gereken ödemeleri vadesinden sonra yapması nedeniyle, vade tarihleri ile ödeme tarihleri arasında geçen süre yönünden faiz borcu yönünden hesaplama yapılmış, Özel Dairenin bozma kararı sonrasında alınan 30.05.2013 tarihli bilirkişi raporunda ise “Borç ikrarı ve ödeme taahhüdü” belgesinin imzalandığı 01.09.2009 tarihi itibariyle alacak miktarı belirlenmiş, takip tarihi itibariyle davacı bankanın alacağı tespit edilmemiştir.

Hâl böyle olunca Yerel Mahkemece, hükmüne uyulan bozma ilamı doğrultusunda ve yukarıda açıklanan ilkeler gözetilerek takip tarihi itibariyle alacak miktarı belirlenip takipten sonra ancak dava açılmadan önce yapılmış kısmi ödemeler yönünden dava açılmasında, davacı tarafın hukuki yararının bulunmadığına işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istekleri hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, aynı Kanun'un 440-III/1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 22.11.2018 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun bu yöndeki 03 Mayıs 2017 ve 07 Mart 2018 tarihli kararları için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/icra-takibinden-sonra-itirazin-iptali-davasindan-once-odemeler-dusulerek-dava-acilmalidir

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/itirazdan-sonra-odenmis-olan-miktar-itirazin-iptalinin-istenilmesinde-hukuki-yarar-yoktur

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2020/(19)11-445
KARAR NO   : 2022/1077

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           :
Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                     : 14/10/2019
NUMARASI             : 2019/304 - 2019/837
DAVACI                   : D.-T. Tekstil Ürünleri Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. vekili Av. Z.K.B.
DAVALI                   : R. Konfeksiyon Tekstil Deri ve Yan Ürünleri İth. İhr. Tur. Tic. Ltd. Şti. vekili
                                  Av. F.B.C.

1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin, davalının teslim edeceği ürünlere karşılık ileri tarihli çekler düzenleyerek verdiğini, bir süre sonra taraflar arasındaki ticari ilişkinin sona erdiğini, müvekkilinin davalıya verdiği çeklerin tamamını ödediğini, davalı hakkında fazladan yapılan ödemeden kaynaklanan alacağın tahsili için icra takibi yapıldığını, davalının icra takibine itirazdan sonra asıl alacağın tamamını müvekkilinin hesabına yatırdığını, ancak itirazın haklı olup olmadığının icra takibinin yapıldığı tarih itibariyle değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürerek itirazın iptali ile asıl alacağın %40’ı oranından az olmamak üzere icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının cari hesaba dayanarak icra takibi yaptığını, ancak cari hesap sözleşmesinin bulunmaması nedeniyle takibe ve cari hesaba itiraz etmekte haklı olduklarını, asıl borç miktarı ödendiğinden davacının ancak takipte istediği faiz için itirazın iptali davası açabileceğini, davacının asıl alacağı dava etmesinde hukukî yararının bulunmadığını belirterek davanın reddi ile asıl alacağın en az %40’ı oranında tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 20.03.2012 tarihli ve 2010/364 E., 2012/131 K. sayılı kararı ile; davalının takip tarihi itibariyle davacıya 59.365,99 TL borçlu olduğu, davalının bu miktarı ödeme emrine itiraz süresi içinde ödediği, itirazın iptali davalarında haklılık durumunun takip tarihi itibariyle belirleneceği, ancak bu davalarda icra takibinden önce ve takipten sonra ödeme emrine itiraz süresi bitmeden yapılan ödemelerin de dikkate alınacağı, davalının ödeme emrine itiraz süresi dolmadan davacı hesabına 59.365,99 TL ödeme yaptığı, buna göre takip tarihi itibariyle borç miktarının bilirkişi raporuyla 7.549,65 TL olarak hesaplandığı, davacının bu miktar dışındaki borca yapılan itirazın iptalini talep etmekte hukukî yararının bulunmadığı gerekçesiyle asıl alacağın 7.549,60 TL’lik kısmına yönelik yapılan itirazın iptaline, takibin bu tutar üzerinden devamına, fazlaya ilişkin talebin reddine, kabul edilen kısım üzerinden hesaplanan 3.019,80 TL icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline, reddedilen kısım bakımından davalının kötü niyet tazminatı talebinin reddine, dava tarihi itibariyle 59.365,99 TL ödemeyi bildiği hâlde itirazın tamamen iptali talebi ile dava açan davacının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 329/2. maddesi gereğince 2.000 TL para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 12.02.2013 tarihli ve 2012/14401 E., 2013/2607 K. sayılı kararı ile;

“… Davacı, davalı aleyhine giriştiği ilamsız icra takibinde 59.365,99 TL cari hesap alacağı ve 2.600 TL takip tarihine kadar işlemiş faiz olmak üzere 61.965,99 TL alacağın asıl alacağa ticari avans faizi yürütülerek tümünün masraf ve vekalet ücreti ile birlikte, kısmi ödeme halinde BK 84.madde uygulanarak borçludan tahsili talebinde bulunmuştur.

Davalı borçlu, icra takibine icra dairesinin yetkisi ve borcun tamamına süresinde itiraz etmiş, aynı gün takipte talep edilen ana para olan 59.365,99 TL'yi ödemiştir. Bu husus tarafların kabulünde olup ihtilafsızdır.

Davacı buna rağmen ödenen bedeli de harca esas değer kapsamında göstererek iş bu davayı açmıştır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21/09/2011 tarih 2011/15-494 Esas 2011/555 karar sayılı 19/10/2011 tarih, 2011/19-532 Esas, 2011/640 Karar sayılı kararlarında da açıkça belirtildiği üzere itirazın iptali davalarında takipten sonra ancak davadan önce yapılan ve tarafların kabulünde olan ödemeler bakımından dava açılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Nitekim Yerel Mahkeme'nin gerekçesinde de bu hususa değinilmiştir. Bu itibarla davadan önce ödenmiş olan asıl alacakla ilgili dava bakımından davacının dava açmakta hukuki yararı bulunmadığından bu yöndeki talebin reddi gerekir. Yerel mahkemece alacağın bir kısmına yönelik itirazın iptali şeklinde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. Zira asıl alacak davadan önce ödenmiş olup takipten önce temerrüt gerçekleşmediğinden işlemiş faiz de talep edilemeyeceğine göre asıl alacağın ödenmemiş kısmından söz edilemez.

Ne var ki, asıl alacak davadan önce ödenmiş olmakla birlikte icra takibinde talep edilen icra harç ve masrafları ile icra vekalet ücreti ödenmemiş olup alacağın fer'isi durumundaki bu kalem talepler yönünden davacının dava açmakta hukuki yararı mevcuttur. Ancak bu talepler hakkında Mahkemece hesap yaptırılmayıp bu kalem taleplere ilişkin itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesi ile yetinilmesi ve bu yöndeki taleplerin icra dairesince yapılacak kapak hesabında infazda nazara alınması gerekirken yerel mahkemece bu kalem talepler bakımından bilirkişi incelemesi yaptırılarak bilirkişi tarafından belirlenen bedele hükmedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Mahkemece yapılacak iş, takipten önce temerrüt gerçekleşmediğinden ve bu nedenle işlemiş faiz istenemeyeceğinden asıl alacak da takipten sonra fakat davadan önce ödendiği dikkate alınarak asıl alacağa yönelik olarak dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığından asıl alacakla ilgili davanın dava şartı yokluğundan reddine, icra takibinde alacağın fer'ileri olarak istenen talepler yerine getirilmediğinden ve o talepler bakımından itirazın iptaline karar verilmedikçe yerine getirilmesi de mümkün olmadığından icra harç ve masrafları ile icra vekalet ücretine yönelik itirazın iptali ile takibin bu yönler bakımından devamına karar verilmesinden ibaret olmalıdır.

Öte yandan yukarıda belirtildiği gibi davacının alacağın fer'ileri yönünden dava açmakta hukuki yararı bulunduğuna göre somut olay bakımından uygulanabilirliği bulunmayan HMK'nun 329/2 maddesi uyarınca disiplin para cezası ile cezalandırılması doğru görülemez.

Bunun yanında asıl alacak davadan önce ödenmekle asıl alacak bakımından dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gibi fer'ileri dışında bakiye alacak da bulunmadığından somut olayda icra inkar tazminatına hükmedilecek bir matrah da yoktur. Hal böyle olunca Yerel Mahkeme'nin icra inkar tazminatına hükmetmesi de doğru görülemez,…” gerekçesiyle kararın bozulmasına, bozma nedenine göre taraf vekillerinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına oy çokluğu ile karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesinin Birinci Direnme Kararı:

9. Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 25.02.2014 tarihli ve 2014/20 E., 2014/132 K. sayılı kararı ile; takip tarihinden sonra, ancak dava tarihinden önce yapılan ödemelerin öncelikle takip tarihinden ödeme tarihine kadar işlemiş faiz, icra harç ve masrafları ile icra vekâlet ücretine mahsup edilmesi gerektiği, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 84. maddesi dikkate alınarak düzenlenen 22.12.2011 havale tarihli ek raporun hükme esas alındığı, itirazın iptaline karar verilen 7.549,60 TL’lik kısmın 20.03.2012 tarihli kısa kararda ve hüküm fıkrasında açıklandığı üzere asıl alacak niteliğinde olduğu, bu durumda alacak likit olmakla ve koşulları oluşmakla davacı lehine icra inkâr tazminatına hükmedilmesinde engel bulunmadığı, dava tarihinde yürürlükte bulunan mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 422/2. maddesi ile karar tarihinde yürürlükte bulunan HMK'nın 329/2. maddesine göre; kötü niyet sahibi davalı veya hiçbir hakkı olmadığı hâlde dava açan tarafın disiplin para cezası ile mahkûm edilebileceği, bu hâllere vekil sebebiyet vermiş ise disiplin para cezasının vekil hakkında uygulanacağı, davacının takip tarihinden sonra, ancak davadan önce davalının 59.365,99 TL ödeme yaptığını bildiği, bu durumun dosya kapsamı ile sabit olduğu, davacının, yapılan bu kısmî ödemeyi dikkate almadan, icra takibine yapılan tüm itirazların iptali talebi ile dava açtığı, dava tarihi itibari ile 59.365,99 TL ödemenin davacı tarafça bilindiği hâlde bu kısım bakımından da dava açılmakla bu kısma yönelik hiçbir hakkı olmadığını bilen davacının para cezası ile cezalandırılmasının HMK'nın 329/2. maddesine aykırı olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu Bozma Kararı:

10. Mahkemenin yukarıda belirtilen direnme kararının taraf vekilleri tarafından temyizi üzerine, Hukuk Genel Kurulunun 17.01.2019 tarihli ve 2017/19-1640 E., 2019/3 K. sayılı kararı ile; mahkemece tefhim edilen kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunduğu gerekçesiyle tefhim edilen kısa karara uygun gerekçeli karar ve buna uygun hüküm oluşturulması için direnme kararının usulden bozulmasına, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesinin İkinci Direnme Kararı:

11. Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 14.10.2019 tarihli ve 2019/304 E., 2019/837 K. sayılı kararı ile; Hukuk Genel Kurulunca verilen bozma kararı dikkate alınarak önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;

1- İcra takip tarihinden sonra, ancak dava tarihinden önce yapılan ödemenin, takip tarihinden sonra talep edilen icra harç ve masrafları ile icra vekâlet ücreti gibi asıl alacağın fer'îsi niteliğindeki alacaklardan mahsup edilip edilemeyeceği, mahkemece dava tarihinden önce asıl alacak ödenmekle asıl alacakla ilgili davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar verilerek icra harç ve masrafları ile icra vekâlet ücretine yönelik itirazın iptaline karar verilmesinin gerekip gerekmediği,

2- Mahkemece HMK'nın 329/2. maddesi uyarınca davacı aleyhine disiplin para cezasına hükmedilmesinin yerinde olup olmadığı,

3- Mahkemece davacı lehine icra inkâr tazminatına hükmedilmesinin yerinde olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

A- İcra takip tarihinden sonra, ancak dava tarihinden önce yapılan ödemenin, takip tarihinden sonra talep edilen icra harç ve masrafları ile icra vekâlet ücreti gibi asıl alacağın fer'îsi niteliğindeki alacaklardan mahsup edilip edilemeyeceği, mahkemece dava tarihinden önce asıl alacak ödenmekle asıl alacakla ilgili davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar verilerek icra harç ve masrafları ile icra vekâlet ücretine yönelik itirazın iptaline karar verilmesinin gerekip gerekmediği yönünde yapılan incelemede;

14. Yasal dayanağını 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 67. maddesinden alan itirazın iptali davası, müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan, normal bir alacak (eda) davasıdır. Takip alacaklısı tarafından süresi içinde ödeme emrine itiraz etmiş olan borçluya karşı açılır; yani davacı alacaklı, davalı ise takip borçlusudur. Davacı alacaklı, itirazın iptali davasında, borçlunun itiraz etmiş olduğu alacağın mevcut olduğunu bildirerek, borçlunun itirazının iptaline karar verilmesini talep eder (Kuru, Baki: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara 2013, s. 251).

15. Mahkemenin davanın reddi ya da kabulü yönünde verdiği karar, maddi anlamda kesin hüküm teşkil edeceğinden, davanın reddi hâlinde alacaklı, borçluya karşı aynı alacaktan dolayı yeni bir alacak davası açamayacağı gibi davanın kabulü hâlinde borçlu da alacaklıya karşı menfi tespit veya istirdat davası açamayacaktır. Bu nedenledir ki, mahkeme itirazın iptali davasında tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceleyerek borcun varlığını ve miktarını araştırmak zorundadır.

16. İtirazın iptali davası ile alacaklı; icra takibine karşı borçlunun yaptığı itirazın iptali ile İİK’nın 66. maddesine göre itiraz üzerine duran takibin devamını sağlamayı amaçlamaktadır. Takip hukukundan doğan bu davada tespit edilecek husus, borçlunun icra takibine yaptığı itirazında haklı olup olmadığının belirlenmesidir.

17. Bu dava, yargılama usulü bakımından genel hükümlere tabidir (İİK m. 67/1). Dava, özünde tahsil istemini de barındırmakla, burada borçlunun takip sonrası yaptığı ödeme iddialarının da nazara alınması zorunludur. Borçlu, ödeme emrine itiraz ederken bildirdiği itiraz sebepleri dışında, itirazın iptali davasında başka itiraz sebeplerini ileri sürebileceğinden, mahkemenin borcun sonradan ödendiği itirazını araştırarak, ödemenin takip konusu alacakla ilgili olduğunu belirlemesi hâlinde, alacaklının dava tarihi itibariyle talep edebileceği alacak miktarı üzerinden hüküm kurması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.

18. Hemen belirtilmelidir ki alacak miktarının, takip ya da dava tarihindeki koşullara göre belirlenmesinin, itirazın iptali davasında hükmolunan miktar üzerinden tahsiline karar verilebilecek bir tazminat türü olan ve bağımsız bir dava konusu yapılamayan icra inkâr tazminatının miktarına da etkili olacağı açıktır.

19. Henüz alacaklı tarafından itirazın iptali davasının açılmadığı bir evrede, borçlunun, itiraza konu borcu kısmen veya tamamen ödemesi mümkündür ve bunu engelleyen herhangi bir yasa hükmü yoktur. Borçlu, itirazın iptali davası açılmamışken, itirazına konu borcun tamamını öderse, alacaklının itirazın iptali davası açmasına gerek kalmayacak ve böyle bir davayı açmakta hukukî yararı bulunmayacaktır. Zira itirazın iptali davası açılmasında amaç, itiraz nedeniyle kanun gereğince kendiliğinden durmuş olan takibin devamını sağlamaktır. Takibin devamı yoluyla elde edilecek olan sonuç (alacağın tahsili), borçlunun tüm borcu ödemesiyle zaten gerçekleşmiş olacağına göre, gerçekleşmiş olan bu sonucu sağlamak üzere bir dava açılmasında hukukî yarar bulunmayacaktır. Bunun gibi takibe konu borcun kısmen ödendiği durumlarda da ödenmeyen borç tutarına yönelik itirazın iptali davasında, itirazdan sonra ödenmiş olan miktar bakımından itirazın iptalinin istenilmesinde hukukî yarar mevcut olmayacaktır.

20. Sonuç itibariyle; icra takibinden sonra ve itirazın iptali davası açılmadan önce borçlu tarafından ödeme yapılması hâlinde, yapılan bu ödeme düşüldükten sonra kalan miktar üzerinden dava açılması gerekir. Dolayısıyla takipten sonra, ancak davanın açılmasından önce yapılan ödemeler yönünden dava açılmasında davacı tarafın hukukî yararı bulunmamaktadır. Takipten sonra, ancak davadan önce yapılan kısmi ödeme miktarı bakımından dava açılmasında hukukî yarar bulunmadığından dava reddedilse veya kısmi ödeme miktarınca dava açılmasa bile, kısmi ödemenin yapıldığı icra takibi kendi yasal prosedürü içerisinde devam edecek, hatta asıl borç ortadan kalksa bile faiz ve fer’îleri yönünden takip sürebilecek, salt bu nedenle icra dosyasının kapanmasından söz edilemeyecektir.

21. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 19.10.2011 tarihli ve 2011/19-532 E., 2011/640 K., 23.05.2018 tarihli ve 2017/19-910 E., 2018/1111 K., 22.11.2018 tarihli ve 2017/19-822 E., 2018/1754 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

22. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı alacaklı tarafından davalı borçlu hakkında 16.02.2010 tarihinde Ankara 15. İcra Müdürlüğünün 2010/1841 E. sayılı icra dosyasında, cari hesap alacağına dayanılarak 59.365,99 TL asıl alacak, 2.600 TL işlemiş faiz toplamı 61.965,99 TL üzerinden ilamsız icra takibi başlatılmış, ödeme emrinin davalıya 17.02.2010 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, davalı borçlu tarafından 22.02.2010 tarihinde borcun tamamına itiraz edilmiş, aynı gün asıl alacak miktarı olan 59.365,99 TL davacının banka hesabına havale edilerek haricen ödenmiştir.

23. Dava dilekçesi incelendiğinde, icra takibine yapılan itirazdan sonra asıl alacağın haricen ödendiğinin davacı tarafından da kabul edildiği anlaşılmakta olup, icra takibinde gösterilen asıl alacak miktarının haricen ödendiği ihtilafsız olduğu hâlde, ödenen asıl alacak miktarı da harca esas değer olarak gösterilerek eldeki itirazın iptali davası açılmıştır.

24. Az yukarıda da açıklandığı üzere itirazın iptali davasında, icra takibinden sonra, ancak itirazın iptali davası açılmadan önce yapılan ve ihtilafsız olan ödemeler yönünden davacı alacaklının itirazın iptalini talep etmesinde hukukî yararı bulunmamaktadır. Bu nedenle itirazın iptali davası açılmadan önce ödenen asıl alacak miktarı yönünden davacının dava açmasında hukukî yararı bulunmadığından, asıl alacak miktarı yönünden itirazın iptali isteminin reddi gerekir.

25. Ne var ki, icra takibinde talep edilen asıl alacak miktarı dava tarihinden önce ödenmiş olmakla birlikte davalı tarafça asıl alacak miktarı haricen ödenmiş olup, davanın dayanağı takibe davalı borçlu tarafından itiraz edilerek icra takibinin durması sağlanmış olduğundan ve mahkemece itirazın iptali yönünde bir karar verilmediği sürece icra müdürlüğünce takip dosyasında alacaklı istemi yönünden herhangi bir işlem yapılamayacağından, icra takibinde istenen alacağın fer’îleri ve icra giderleri yönünden davacının dava açmakta hukukî yararı bulunmaktadır. Ancak bu talepler hakkında mahkemece hesap yapılmayarak bu taleplere ilişkin olarak itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesi ve bu taleplerin icra müdürlüğünce yapılacak dosya hesabında nazara alınmasına yönelik hüküm kurulması gerekirken, bilirkişi raporu alınarak ödenen miktarın BK’nın 84. maddesi uyarınca öncelikle asıl alacağın fer’îlerinden düşülmek suretiyle kalan kısım yönünden itirazın iptaline karar verilmesi yerinde değildir.

26. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davacı alacaklı tarafından başlatılan icra takibinde kısmi ödemelerin BK’nın 84. maddesi uygulanarak borçludan tahsilinin talep edildiği, icra takibinden sonra yapılan ödemelerin öncelikle asıl alacağın fer’îleri ve icra giderlerinden düşülmesi gerektiği, mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davalı borçlu tarafından yapılan ödemelerin öncelikle alacağın fer’îleri ve icra giderlerine mahsup edilerek bakiye asıl alacağın bulunduğu, itirazın iptaline karar verilen kısmın asıl alacak niteliğinde bulunduğu, direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerde Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

B) Mahkemece HMK'nın 329/2. maddesi uyarınca davacı aleyhine disiplin para cezasına hükmedilmesinin yerinde olup olmadığı yönünden yapılan incelemede;

27. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Kötüniyetle veya haksız dava açılmasının sonuçları” başlıklı 329/2. maddesi;

“Kötüniyet sahibi davalı veya hiçbir hakkı olmadığı hâlde dava açan taraf, bundan başka beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar disiplin para cezası ile mahkûm edilebilir. Bu hâllere vekil sebebiyet vermiş ise disiplin para cezası vekil hakkında uygulanır” hükmünü haizdir.

28. Anılan madde uyarınca kötü niyet sahibi davalı veya hiçbir hakkı olmadığı hâlde dava açan taraf disiplin para cezası ile mahkûm edilebilir. Bu hâllere vekil sebebiyet vermiş ise disiplin para cezası vekil hakkında uygulanır. Hiçbir hakkı olmadığı hâlde dava açan davacı, ileri sürdüğü talep dayanaklarının açık kanun kuralına ve içtihadın itiraza uğramayan çözümüne açıkça aykırı olduğunu bilerek dava açan kimsedir (Görgün Şanal Lütfi/Börü Levent/Toraman Barış/Korakoğlu Mehmet: Medenî Usûl Hukuku, Ankara 2019, s. 641).

29. Somut olayda davacı alacaklının, itiraz üzerine duran takibin devamını sağlamak için itirazın iptalini talep etmesinde hukukî yararı bulunduğundan mahkemece davacı aleyhine disiplin para cezasına hükmedilmesi yerinde değildir.

C) Mahkemece davacı lehine icra inkâr tazminatına hükmedilmesinin yerinde olup olmadığı yönünden yapılan incelemede;

30. Az yukarıda da açıklandığı üzere İİK’nın 67. maddesi uyarınca takip alacaklısı, itirazın iptali davasında, borçlunun itiraz ettiği alacağın mevcut olduğunu bildirerek, itirazın iptaline karar verilmesini ve istiyorsa borçlu aleyhine icra inkâr tazminatına hükmedilmesini talep eder.

31. Yargıtay Daireleri ile Hukuk Genel Kurulunun istikrar kazanmış uygulamalarına göre; itirazın iptali davalarında İİK’nın 67/2. maddesi çerçevesinde alacaklı yararına icra inkâr tazminatına hükmedilebilmesi için usulüne uygun bir icra takibinin bulunması, borçlunun süresi içerisinde ödeme emrine itiraz etmesi, alacaklının bir yıl içinde itirazın iptali davasını açması ve davasında haklı çıkarak icra inkâr tazminatı talep etmiş olması gereklidir. Burada, borçlu itirazının kötü niyetle yapılmış olması ve alacağın bir belgeye bağlanmış bulunması koşulları aranmaz.

32. Her uyuşmazlığın kendine özgü somut özelliklerine göre değişmekle birlikte, bir uyuşmazlıkta alacağın likit olup olmadığı belirlenirken, alacak ve onun borçlusu birlikte değerlendirilmelidir. Buna göre, likit bir alacaktan söz edilebilmesi için ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Gerek borç ve gerekse borçlu bakımından, bu koşullar mevcut ise ortada likit bir alacak bulunduğu kabul edilmelidir.

33. Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki davada davalı borçlu tarafından asıl alacak dava tarihinden önce ödenmiş olup, davacı alacaklının asıl alacak yönünden itirazın iptali davası açmasında hukukî yararı bulunmamaktadır. Alacağın fer’îleri ve icra giderleri dışında bakiye alacak miktarı da olmadığından somut olayda davacı alacaklı lehine icra inkâr tazminatına esas alınabilecek matrah da bulunmadığı hâlde davacı lehine icra inkâr tazminatına hükmedilmesi yerinde değildir.

34. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davalı borçlu tarafından yapılan ödemelerin öncelikle asıl alacağın fer’îleri ve icra giderlerine mahsup edilerek bakiye asıl alacağın bulunduğu, itirazın iptaline karar verilen kısmın asıl alacak niteliğinde olduğu, mahkemece itirazın iptaline karar verilen alacak miktarı üzerinden icra inkâr tazminatına hükmedilebileceği, bu nedenle direnme kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerde Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

35. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

36. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

I- A) bendinde (§14-26) belirtilen nedenlerle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince 29.06.2022 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile BOZULMASINA,

II- B) bendinde (§27-29) belirtilen nedenlerle direnme kararının 29.06.2022 tarihinde yapılan birinci görüşmede oy birliği ile BOZULMASINA,

III- C) bendinde (§30-36) belirtilen nedenlerle direnme kararının 29.06.2022 tarihinde yapılan birinci görüşmede oy çokluğu ile BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre taraf vekillerinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.06.2022 tarihinde karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 17 üyenin 13'ü BOZMA, 4'ü ise I. ve III. UYUŞMAZLIK YÖNÜNDEN ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.