JAPON YENİNE ENDEKSLİ TÜKETİCİ KREDİLERİNDE SÖZLEŞMENİN UYARLANMASININ ŞARTLARI GERÇEKLEŞMEMİŞTİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


09 Mar
2020

Yazdır

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
İSTANBUL
6. TÜKETİCİ MAHKEMESİ

GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO       : 2014/1676
KARAR NO    : 2015/475

DAVA                  : Tüketicinin Açtığı Sözleşmenin Uyarlanması
DAVA TARİHİ     : 22/07/2014
KARAR TARİHİ  : 17/02/2015

Davacı tarafından davalı aleyhine açılan uyarlama davasının yapılan açık yargılaması sonucunda; 

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı dava dilekçesinde; davalı bankadan 10.06.2008 yılında standart konut kredisi sözleşmesi ile 6.929,499 JPY karşılığı 75.000,00 TL kredi kullandığını, bu krediyi aylık 90.659 JPY karşılığı 99 ay taksitli olarak ve ilk taksidi de 18.10.2008 tarihinde ödemeye başladığını, taksit ödemelerini aylık ödeme tarihindeki döviz kuru karşılığı Türk Lirası olarak ödediğini, taksit ödemeye başladığı ilk aylarda 90.659 JPY karşılığı 1.300,00 TL civarında iken bugün bu rakamın 2.150-2.200 TL sı civarında olduğunu, sözleşmenin bu haliyle kendisini ekonomik olarak iyice çökertmiş olduğunu ve edimler arasındaki dengenin tamamen bozulduğunu, davalının kendi edimini Türk Lirası olarak yerine getirdiğini ancak kendisinin Japon Yeni olarak ödeme yaptığını, aşırı ifa güçlüğü çekmekte olduğunu beyanla gerekli incelemelerin yapılarak Japon yeni karşılığı fazla ödemelerinin tarafına iadesine, bundan sonra ödeyeceği taksitler için gerekli ayarlamanın yapılmasına, yargılama giderlerinin davalı yana yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir. 

Davalı vekili cevap dilekçesinde; bankacılık uygulamasında dövize endeksli krediler, bellir bir döviz cinsine endekslenerek, ödeme tarihindeki krediyi kullandıran bankanın döviz atış kurları üzerinden TL olarak ödenen krediler olduğunu, her zaman riski taşıdığını ancak döviz kurundaki artış TL faizlerinin altında kaldığı sürece cazip finansman seçeneği olduğunu, müşterilerin düşük kredi faizi özelliği dikkate alınarak tercih edildiğini, davacının kredi kullandığı dönemde Türk Lirası olarak ta kredi kullanma, bu yönde tercihte bulunma hakkı olmasına rağmen krediyi JPY olarak kullanmayı kendisi için daha avantajlı gördüğünü, tercihini bu yönde kullandığını, sözleşmenin davacının talebi ile serset iradesi ile imzalandığını, ülkemizdeki ekonomik krizlerin ve döviz fiyatlarının yükselmesinin öngörülebilir olduğunu ve davacının bu riski bilerek sözleşmeyi imzaladığını beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. 

Taraf delilleri sunulmuş ve dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişiler Ufuk B. ve Mehmet Deniz Y. dosyaya sunmuş oldukları 24/12/2012 havale tarihli raporlarında özetle ‘.... Davacı bakımından Japon Yenindeki artışın beklenmeyen hal oluşturduğu, öngörülebilir olmadığı, sözleşmenin kuruluşu sırasında var olan dengeyi davacı aleyhine bozduğu ve uyarlama talep edebileceği, uyarlamanın dava tarihindeki sabit faizli Türk Lirası kredilerine göre yapılmasının uygun olacağı, Dava tarihinden itibaren davacının bakiye borcunun 56 aylık taksitlerin toplamı olan 95.587,61 TL olduğu ve sabit taksitli krediye devam edilmesi gerektiğinden davacının davalı bankaya aylık 1.706,92 TL ödeme yapması gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır....’ yönünde görüş beyan etmişlerdir.

Mahkememizin 28/03/2013 tarihli duruşmasında ".... Davanın kısmen kabulü ile davacının dava tarihinden itibaren bakiye borcunun 95.587,61 TL olduğunun tespiti ile borcun 1.706,92 TL olarak sabit taksitle (56 aylık) davalı bankaya ödenmesine, Buna göre davacıdan fazla alınan paranın toplam borç ve taksitlerden mahsubuna..." yönünde karar verilmiş, kararımız davalı vekilince temyiz edilmiş ve Yargıtay 13. Dairesinin 2013/27911 Esas - 2014/2086 Karar sayılı ve 27/01/2014 tarihli ilamıyla dosya mahkememize gelerek yeni esas almıştır. 

Davacının mahkememize açmış olduğu dava dilekçesi ile davalı bankadan Japon Yeni'ne endekli konut kredisi kullandığını, Japon Yenindeki aşırı yükselme sebebiyle ödeme güçlüğüne düştüğünü, sözleşmenin, kredinin kullanıldığı dönemde göre uyarlanmasını ve fazladan ödediği ödemelerin tarafına iadesini talep ederek mahkememize dava açtığı, mahkememizce bilirkişi incelemesi yaptırılmış, uyarlama koşullarının oluştuğundan bahisle uyarlama talebi kabul edilmiş, ancak uyarlamanın sözleşmenin yapıldığı tarihten değil de davanın açıldığı tarihteki TL cinsinden sabit faizli krediye endekslenmesi gerektiği hakkaniyete uygun kabul edilmiş, mahkememizce kararın Yargıtay 13. Hukuk dairesinin 27/01/2014 tarih, 2013/27911 E 2014/2086 K sayılı ilamıyla bozularak mahkememize gönderildiği görülmüştür.

İddia, savunma ve tarafların dayandığı tüm deliller toplanmış, davalı bankadaki tüm kayıt ve belgeler ile ödemeye ilişkin kayıt ve belgeler dosya arasına getirtilmiş, taraflarca dayanak yapılan yargısal içtihatlatlar dosyaya ibraz edilmiş, mahkememizce tüm dosya kapsamı üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış, tüm deliller incelenip değerlendirilmiştir.

Dava, dövize endeksli konut kredisinin uyarlanmasına ilişkindir. Davacı ile davalı banka arasında dövize endeksli konut kredisi sözleşmesi imzalandığı, davacının krediyi kullandıktan sonra Japon yeninde beklenmeyen yükselmelerin olması ve bunun sonucunda davacı borçlunun yükümlülüğünün arttığı, bunun üzerine davacının dava dilekçesi ile döviz kurlarındaki artış sebebiyle aylık ödelerinde aşırı fark meydana geldiğini, ödeme güçlüğüne düşüldüğünü,bu sebeple mahkememizden, yeni olgulara göre kur bilgilerinin sözleşme tarihi itibariyle uyarlanmasını ve fazla ödemelerinin iadesini talep ettiği görülmüştür.

Sözleşmelerde ahde vefa ilkesi esastır, taraflar, edimlerini sözleşme koşullarına göre yerine getirmek zorundadırlar. Ancak sözleşme yapıldığı andaki karşılıklı edimler arasındaki varolan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesi nedeniyle taraflardan biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. Bu durumda sözleşmeye bağlılık ve sözleşme adaleti aralarında çelişki meydana gelir, bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif iyi niyet kurallarına aykırı bir durum oluşturur. Beklenmeyen hal şartı, sözleşmenin değişen şartlara uydurulması ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır. Beklenmeyen hal şeklinde ifade edilen aşırı ifa güçlüğü, sözleşmenin kurulmasından sonra, önceden tahmin edilemeyen olayların ifayı güçleştirmesi olarak ifade edilebilir ve bu tür bir ifa güçlüğünün kural olarak borca etkisi yoktur. Bununla beraber, sözleşmenin kurulması sırasında mevcut olan şartların, sonradan beklenmedik şekilde değişmesi ve bu durumun aşırı ifa güçlüğü veya karşılıklı edimler arasındaki dengenin ağır şekilde bozulmasına yol açması halinde, artık dürüstlük kuralı icabı, borçludan borcunu yerine getirmesi beklenemez. 

Başını sokacak bir ev alma arzusu ve hayali içinde olan sıradan bir vatandaşın, Japon Yeni ile ev kredisi alma isteğinde olacağı düşünülemez bile. Hele hele döviz kredisi alan tüketicilerin ve döviz borçlularının uzak olmayan geçmişte, arka arkaya yaşanan krizlerle büyük mağduriyetler meydana getiren acı hatıraları henüz toplum belleğinden silinmemişken, kredi kullandırılan bir çok insanın ömründe bir kez bile Japon Yeni'ni görmediği, bu durumun davalı bankanın yüklenmiş olduğu Japon Yeni cinsinden döviz riskini, ev alma ümidi içinde olan davacıyı yönlendirmek suretiyle, onun üzerine yıkmaktan başka bir şey olamayacağı, Japon Yeni cinsinden kredi kullanmanın ancak o para cinsinden gelir ve gideri olan bir turizmci veya ihtarat-ihtalat işi yapan sanayici veya tüccarın işi olabileceği, banka çalışanlarının klasik yönlendirme yöntemleri ile davacıyı yanıltarak Japon Yeni kredisi almaya ikna etmeleri, davacının iradesini sakatlamak olarak kabul etmek gerekmiştir. Bankanın üzerinde bulunan Japon Yeni cinsinden döviz riskini, ev almak için çırpınan, dişinden tırnağından arttırdığı, parasının üstünü tamamlamak mecburiyetinde bulunan davacının üzerine yıkması iyi niyet kurallarıyla da bağdaşmaz. Ömründe Japon Yeni ile karşılaşma ihtimali bile olmayan, belki Japonya'nın haritadaki yerini bile bilmeyen birine Japon Yeni dayatmak sözleşme serbestisi ilkesi ile açıklanamaz. Keza uygulamada, bankaların döviz cinsi geliri olmayanlara döviz kredisi bile vermedikleri bilinmekte olup, bankaların çalıştırdıkları profesyonel, uzman ve analizcilerle geleceğe ilişkin öngörü ve projeksiyonla, kendilerini riskler karşısında koruma altına almaları olağan bir durumdur ve doğal karşılanmalıdır. Aynı basireti ve uzak görüşlülüğü kredi kullanan tüketiciden beklemek söz konusu olamaz. Nitekim 2008'de beklenmedik bir şekilde başlayan ve etkisini hala sürdüren dünya ekonomik krizi, ayak seslerini kredi verildiği tarihte duyurmaya başlamış olup halen Avrupa ülkelerinin bu krizi atlatamadığı, bu büyük riskin oluşturduğu ekonomik kaybı, ev kredisi alan davacıya yüklemenin ekonomik gerçeklik, hakkaniyet, hak ve nesafet kurallarıyla bağdaşamayacağını kabul etmek gerekir.

Yine sözleşmelerde ahde vefa ilkesine esas olduğu, tarafların edimlerini sözleşme koşullarına göre yerine getirmek zorunda oldukları, ancak sözleşme yapıldığı andaki karşılıklı edimler arasındaki varolan dengenin sonradan şartların olağanüstü değişmesi nedeniyle, taraflardan biri aleyhine katlanılmayacak derecede bozulabileceği, bu durumda sözleşmeye bağlılık ve sözleşme adaleti arasında çelişki meydana geleceği, bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmanın adalet, hakkaniyet ve objektif iyi niyet kurallarına aykırı durum oluşturacağı, beklenmeyen hal şartının sözleşmenin değişen şartlara uydurulması ilkesi ile giderilmeye çalışılması gerektiği, beklenmeyen hal şeklinde ifade edilen aşırı ifa güçlünün sözleşmenin kurulmasından sonra önceden tahmin edilemeyen olayların ifayı güçleştirmesi olarak ifade edilebileceği, bu tür bir ifa güçlüğünün kural olarak borca etkisi bulunmadığı, bununla beraber sözleşmenin kurulması sırasında mevcut olan şartların, sonradan beklenmedik şekilde değişmesi ve bu durumun aşırı ifa güçlüğü veya karşılıklı edimler arasındaki dengenin ağır şekilde bozulmasına yol açması halinde, artık dürüstlük kuralı icabı, borçludan borcunu yerine getirmesinin beklenemeyeceği, hele hele döviz kredisi alan tüketicilerin ve döviz borçlularının uzak olmayan geçmişte arka arkaya yaşanan krizlerle büyük mağduriyetler meydana getiren acı hatıraları henüz toplum belleğinden silinmemişken, kredi kullandırılan birçok insanın ömründe bir kez bile Japon Yeni görmediği, bu durumda davalı bankanın yüklenmiş olduğu Japopn Yeni cinsinden döviz riskini ev alma ümidi içerisinde olan davacı tüketiciye yüklemek istediği, ayrıca Japon Yeni cinsinden kredi kullanmanın ancak o para cinsinden gelir ve gideri olan bir turizmci veya ihracat- ithalat işi yapan sanayici ve tüccarın işi olabileceği, banka çalışanlarının klasik yönlendirme yöntemleri ile davacıyı yanıltarak, Japon Yeni kredisi vermeye ikna ettikleri, bu durumda davacının iradesinin sakatlandığı, davalı bankanın tüketiciyi ikna etmediğini ve davacının kendi iradesiyle döviz kredisi kullandığını kanıtlayamadığı, davaya dayanak teşkil eden sözleşmenin davalı banka tarafından tek taraflı hazırlanan matbu bir sözleşme olduğu, tüketicinin sözleşmenin içeriğine müdahale etme şansının bulunmadığını kabul etmek gerekmiştir.

Yukarıda açılanan gerekçelerle Japon Yeni'ndeki artışın beklenmeyen hal olduğu, öngörülebilen olmadığı, sözleşmenin kurulduğu sıradaki varolan dengenin daha sonra davacı aleyhine bozulduğu, uyarlama koşullarının oluştuğu, ancak uyarlamanın sözleşmenin yapıldığı tarihten değil de davanın açıldığı tarihteki TL cinsinden sabit faizli krediye endekslenmesi gerektiği, davanın açıldığı tarihten bu yana, davacının sabitlenen değerden daha fazla ödeme yapması durumunda aradaki farkın da davacıya verilmesi gerekmiş olup, davanın kısmen kabulü ile aşağıdaki hüküm fıkrası oluşturulmuştur.

H Ü K Ü M 

1- Mahkemenin 28.03.2013 tarih, 2012/135 Esas 2013/265 Karar sayılı kararında direnilmesine, 

Davanın kısmen kabulü ile davacının dava tarihinden itibaren bakiye borcunun 95.587,61 TL olduğunun tespiti ile kalan borcun davalı bankaya 1.706, 92 TL sabit taksitle (56 aylık) ödenmesine, 

Davacıdan fazladan para tahsil edilmiş olması halinde toplam borç ve taksitlerden mahsubuna, 

2- Harçlar yasasına göre hesaplanan 55,40 TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye gelir kaydına, 

3- Avukatlık ücret tarifesi gereğince hesap ve takdir edilen 750,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, 

4- Davacı tarafından yapılan 45,00 TL tebligat gideri, 7,50 TL müzekkere gideri, 500,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 552,50 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine dair kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar davacı vekili ile davalı vekilinin yüzlerine karşı açıkça okunup usulen anlatıldı. 17/02/2015

 

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/13-515
KARAR NO   : 2019/1233

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ             :
İstanbul 6. Tüketici Mahkemesi
TARİHİ                       : 17/02/2015
NUMARASI                : 2014/1676 - 2015/475
DAVACI                      : Ş.T. vekili Av. F.E.
DAVALI                       : T. A.Ş. vekili Av. E.G.

Taraflar arasındaki “sözleşmenin uyarlanması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 6. Tüketici Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.03.2013 tarihli, 2012/135 E., 2013/265 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 27.01.2014 tarihli, 2013/27911 E., 2014/2086 K. sayılı kararı ile; 

“... Davacı; davalı bankadan Japon yenine endeksli kredi kullandığını ancak daha sonra kurda yaşanan artışlar nedeni ile sözleşmeye tahammül edilmesinin artık mümkün olmadığını ileri sürerek, hakimin sözleşmeye müdahalesi ile Japon yeni karşılığı fazla ödemelerinin tarafına iadesine, bundan sonra ödeyeceği taksitler için gerekli ayarlamanın yapılmasına karar verilmesini istemiştir. 

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davacının dava tarihinden itibaren bakiye borcunun 95.587,61 TL olduğunun tespiti ile borcun 1.706,92 TL olarak sabit taksitle (56 aylık) davalı bankaya ödenmesine, buna göre davacıdan fazla alınan paranın toplam borç ve taksitlerden mahsubuna karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Hukukumuzda sözleşmeye bağlılık (Ahde Vefa-Pacta Sund Servanda) ve sözleşme serbestliği ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelere göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır. Eş söyleyişle, sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Ancak bu ilke özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır. 

Sözleşme yapıldığında karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif hüsnüniyet kaidelerine aykırı bir durum yaratır hale gelir. Hukukta bu zıtlık (Clausula Rebüs Sic Stantibus -beklenmeyen hal şartı- sözleşmenin değişen şartlara uydurulması) ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır. İşte Bu bağlamda hakim, somut olayın verilerine göre alacaklı yararına borçlunun edimini yükseltmeye veya borçlu yaranına onun tamamen veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verilebilir ve müdahale ederek sözleşmeyi değişen koşullara uyarlar. Bununla birlikte her talep vukuunda sözleşmeyi değişen hal ve şartlara uydurmak mümkün değildir. Aksi halde özel hukuk sistemimizde geçerli olan "irade özgürlüğü" "sözleşme serbestisi" ve "sözleşmeye bağlılık" ilkelerinden sapma tehlikesi ortaya çıkar. Sözleşmeye müdahale müessesesi istisnai, tali (ikinci derecede) yardımcı nitelikte olup, ancak uyarlama kurumun şartlarının mevcudiyeti halinde anılan kurumun uygulanması gündeme gelebilecektir. 

6098 sayılı T.B.K yürürlüğe girmesinden evvel, mevzuatımızda uyarlama kurumuna ilişkin bir düzenleme olmamakla birlikte, taraflar arasındaki sözleşme koşullarının daha sonra önemli ölçüde değişmesi halinde değişen bu koşullar karşısında (Clausula Rebüs Sic Stantibus -beklenmeyen hal şartı- sözleşmenin değişen şartlara uydurulması) ilkesi bağlamında ve M.K. 2. maddesinden de yararlanılmak suretiyle sözleşmenin yeniden düzenlenmesinin mümkün bulunduğu ve karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin bozularak "işlem temelinin çökmesi" halinde M.K. 1, 2 ve 4'üncü maddelerinden yararlanılması gerektiğine dair öğreti ve uygulamada yerleşik bir kabul mevcut iken 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK’nın 138 nci maddesi ile bu husus yasal bir düzenlemeye de kavuşturulmuştur. 

Aşırı ifa güçlüğü başlıklı bu yeni düzenleme, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, “işlem teme¬linin çökmesi”ne ilişkindir. Ancak az yukarıda ifade edildiği üzere "sözleşmeye bağlılık" ilkesi esas olup, Sözleşmeye müdahale müessesesi istisnai nitelikte bir kurum olmakla yasa koyucu tarafından da bu kurumun uygulanması ancak anılan madde de belirtilen dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlanmıştır. Bunlar; Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü durum ortaya çıkması, bu durumun borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkması, yine bu durumun sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmesi ve borçlunun borcunu henüz ifa etmemiş olması veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olması halidir. Bu dört koşulun birlikte gerçekleşmesi halinde ise borçlunun, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme hakkı bulunmaktadır.

İncelenen dosya içeriğine göre ise, davacının, davalı bankadan 03.09.2008 tarihinde dövize endeksli olarak 96 ay vadeli olarak konut kredisi kullandığı anlaşılmakta olup, davacı Japon Yeni’nin TL karşısında aşırı değer kazandığını ve bu suretle işlem temelinin çöktüğünü ileri sürerek uyarlama talebinde bulunmuştur. 

Dava konusu olayda davacının başlangıçta seçme özgürlüğü varken TL yerine döviz bazında kredi kullandığı, bir başka deyişle serbest iradesiyle kredi türünü belirlediği, ülkemizde zaman zaman ekonomik krizlerin vuku bulduğu ve bu bağlamda dövizle borçlanmanın risk taşıdığı da toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından bilinen bir olgu olduğu, davacının, bu riski önceden öngörebilecek durumda olmasına rağmen dövizle kredi kullanma yolunu tercih etmiş bulunduğu, bununla birlikte, eldeki davanın da kredi sözleşmesinden 4 yıl sonra açılmış olup, sözleşmenin davacı tarafından da benimsendiğinin kabulü gerektiği bu nedenle yukarıda belirtilen tüm hususlar birlikte değerlendirildiğinde dava konusu olayda uyarlama koşullarının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeler ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, Bozmayı gerektirir.

2- Bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir...”

gerekçesi ile oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava sözleşmenin uyarlanması istemine ilişkindir.

Davacı, davalı Banka’dan 10.06.2008 tarihinde Japon Yeni (JPY) üzerinden konut kredisi kullandığını, bu sözleşme çerçevesinde 75.000TL için 96 ay vadeyle, aylık 90.659JPY üzerinden kredi taksitlerini ödemeye başladığını, başlangıçta taksitlerin 1.300TL civarında tutmaktayken dava tarihi itibariyle bu rakamın 2.200TL’ye kadar çıktığını, edimler arası dengenin tümüyle bozulduğunu ve bu taksitlerin ekonomik olarak mahvına sebep olduğunu, kredi kullanılırken JPY’nin uzun yıllardır artış göstermediği, istikrarlı olduğu, yabancı para üzerinden kredi kullanmanın avantajlı olduğu lanse edilerek davalı tarafça bankacılık etik ilkelerine de aykırı davranıldığı, sözleşmenin 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) 6 ve 10/B maddelerine aykırı mahiyet taşıdığı, davalının bu yolla sebepsiz zenginleştiği sürülerek JPY üzerinden yaptığı fazla ödemelerin iadesi ile davadan sonra ödenecek kredi taksitleri yönünden gerekli uyarlamanın yapılmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, dövize endeksli kredilerde kur farklarının da tıpkı faiz gibi kredi getirisi teşkil ettiğini ve akdi faiz oranlarının Türk Lirası üzerinden kullanılan kredilere göre düşük olduğunu, davacının sözleşme tarihinde bu nedenle serbest iradesi ile JPY üzerinden kredi kullanmayı tercih ettiğini, kur değeri düştüğünde herhangi bir itiraz dile getirmeyen davacının kur yükselince sözleşmenin haksız şart mahiyetinde olduğu gerekçesiyle geçersizliğini ileri sürmesinin iyi niyetle bağdaşmadığı gibi bundan sonraki süreçte de kur değerinin ne şekilde devam edeceğinin müvekkili tarafından bilinmesinin de mümkün olmadığını, oysa davacının ülkemiz ekonomik koşullarında dövizle borçlanmanın riskini biliyor olduğunu ve tercihini bu bilinçle yaptığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; JPY’deki kur artışının beklenmeyen bir hâl olduğu ve sözleşmenin kurulduğu sırada var olan dengenin tüketici aleyhine bozulması nedeniyle uyarlama koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davacının dava tarihinden itibaren bakiye borcunun 95.587,61TL olduğunun tespitine ve bakiye borcun aylık 1.706,92TL olmak üzere sabit taksitle ödenmesine, buna göre davacıdan fazla tahsil edilen bedel var ise bu bedelin toplam borç ve taksitlerden mahsubuna karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyiz itirazları üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle ve oy çokluğuyla bozulmuştur.

Yerel Mahkeme ilk karar gerekçelerini genişletmek suretiyle direnme kararı vermiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dövize endeksli konut kredisi kullanan davacı tüketicinin JPY’deki kur artışlarını gerekçe göstererek sözleşmenin uyarlanması isteminde bulunduğu olayda uyarlama koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. 

Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle sözleşmenin uyarlanması kavramının açıklanmasında fayda vardır.

Kurulmuş bir sözleşmede sonradan ortaya çıkan bazı olgular nedeniyle değişiklik yapılabilmesi, bugün çağdaş tüm hukuk sistemlerinde kabul edilen, beklenmeyen hâl (emprevizyon) veya clausula rebus sic stantibus kuramının koşullarının gerçekleşmiş olması hâlinde mümkün görülmektedir. Bu kuramın, borçlunun şartları ne olursa olsun mutlaka akde sadık kalmasını zorunlu gören, bir bakıma artık eskimiş olarak nitelendirilebilecek ahde vefa veya pacta sunt servanda kuramını sınırlamak için konulduğu benimsenmektedir.

Beklenmeyen hâl kuramı, şöyle açıklanmaktadır: “Akit yapıldığı sırada mevcut bulunan şartlar önemli surette değişmişse taraflar akitle bağlı olmamalıdır. Buna “clausula rebus sic stantibus” (beklenmeyen hâl şartı) denmektedir. Bu görüş öğretide “emprevizyon teorisi” adıyla anılmaktadır. Öğretide, sözleşmenin, yapıldığı andaki durumun değişmeyeceği şeklindeki bir zımni kabul ile yapıldığı, aynen uygulanmasının taraflarca bu zımni şarta bağlı tutulduğu varsayılmaktadır (Tekinay, S.S./Akman, S./Burcuoğlu, H./Altop, A.: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 7.Bası, İstanbul 1993, s.1005).

Akitlerin ifasını şartların değişmemesine bağlayan fikir (clasula rebus sic stantibus) gerçeğe tam olarak uygun değilse de, ahde vefa prensibine kesin ve sıkı sıkıya bağlılığında her zaman adil olmadığı görülmektedir. Bugün İsviçre-Türk hukukunda çoğunlukla dayanılan esas, uyuşmazlıklara dürüstlük kuralı uyarınca çözüm bulunmasıdır (Oğuzman, K.: Borçlar Hukuku Dersleri, Cilt 1, 4.Bası, İstanbul 1987, s.123; Serozan, R.: Borçlar Hukuku, Genel Bölüm, İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme 3.Cilt, İstanbul 1994, s.164; Kaplan, İ.: Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, Ankara 1987, s.112; Burcuoğlu, H.: Hukukta Beklenmeyen Hal ve Uyarlama, İstanbul 1995, s.4; İsviçre Hukuku için Bkz. Eugen Bucher, Schweizer Isch’es Obligationenrecbt Allgemeiner Teil, 2.Bası, Zürich 1988, s.385 vd. Henri Deschenaux, Le Titre Preliminaire Du Code Civil,Fribourg 1969, s.183).

Mukayeseli hukuk açısından konu irdelediğinde; Alman hukukunda beklenmeyen hâl veya clausula rebus sic stantibus kuramının daha da somutlaştırılarak kabul edildiği ve işlem temelinin çökmesi kuramı olarak adlandırılan bir kuramın geliştirildiği görülmektedir. Buna göre, sözleşmenin temelini teşkil eden, kendisi üzerine anlaşmanın dayandığı ve karşılıklı edimlerin tayin olunduğu edim ve karşı edim arasındaki dengenin taraflardan biri için artık çekilmez, katlanılamaz biçimde bozulduğu hallerde, işlem temelinin çökmesi söz konusu olacaktır (Serozan; s.164 vd).

İsviçre hukukuna gelince; hâkimin bir sözleşmenin dönme ya da fesih suretiyle ortadan kalktığını veya emprevizyon nedeniyle sözleşmenin uyarlanması gerektiğini kabul edebilmesi için, şu koşulların varlığı aranmaktadır:

a) Öngörülmez bir dış olayın sebep olması: Söz konusu dış olay, bir kişi olayı olmamalıdır. Diğer taraftan bu olay öngörülemez olmalı ve sözleşmenin dengesi, yargıçtan müdahale talep eden tarafın kusurundan kaynaklanmaksızın bozmuş olmalıdır.

b) Sözleşme ekonomisinin bozulması: Yargıç, yalnızca sözleşme henüz ifa edilmediği takdirde emprevizyon kuramı çerçevesinde müdahale edebilir. Öngörülemez olgular, taraflar arasındaki dengeyi bozmuş olmalıdır. 

c) Objektif olarak katlanılması beklenebilecek rizikonun aşılmış olması gerekir.

Federal Mahkeme içtihatlarında denge bozukluğunun önemli, açık ve aşırı olması aranmaktadır. Bu nedenle, her somut olayda objektif bir değerlendirmeyle emprevizyon kuramını ileri süren tarafın üstlenmesi gereken azami rizikonun belirlenmesi gerekir. Eğer bu riziko aşılmışsa, hâkim sözleşmeye el atabilecektir.

Türk hukukunda, mehaz kanundaki uygulamalar doğrultusunda, hem clausula rebus sic stantibus ilkesi, hem de işlem temelinin çökmesi kuramı uygulanmak suretiyle, uyarlanma davalarının görülebilir olduğu benimsenmiş ise de işlem temelinin çökmesi kavramının uygulanabilmesi için, sonradan meydana gelen değişikliklerin önceden teşhis ve tahmin edilememiş olması gerekir (Gürsoy, K.T.: Hususi Hukukta Clausula Rebus Sic Stantibus, Emprevizyon Nazariyesi, 1950, s.59-60).

Nitekim bu hususu yasal düzenlemeye kavuşturan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Aşırı İfa Güçlüğü” başlıklı 138. maddesinde;

“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. 

Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.

İşlem temelinin çökmesi ilkesinin somut olaya ne şekilde uygulanacağı hususu da irdelenmelidir. Yukarıda anıldığı gibi, uyarlama kurallarının uygulanması için öngörülmez bir dış olayın meydana gelmesi gerekir.

Bilindiği gibi, Türkiye Ekonomisinin alınan tedbirlere rağmen istikrarlı bir duruma gelmediği bilinen bir gerçektir. 1 Temmuz 1944 tarihinde Uluslararası Para Fonu’nun kurulmasından sonra ülkeler paralarını Amerikan Dolar’ına göre tanımlamışlar, gerçekçi bir kur politikası arayışı içinde Türk Lirası 7 Eylül 1946’da ABD doları karşısında % 50 oranında devalüe edilerek bir ABD doları 280 kuruş olmuştur (Tokgöz, E.: Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi, Ankara 2001, s.121).

16.07.1958 tarihinde yapılan büyük çaptaki kur ayarlaması ile bir ABD dolarının değeri 260 kuruştan 980 kuruşa çıkarılmış, Türk parasının değeri ABD dolarına göre aşırı derecede düşürülmüş, bu uygulama yıllar boyunca devam etmiştir. 10.8.1970 tarihinde yeni bir devalüasyon kararı alınarak Türk parasının değeri yabancı paralar karşısında % 66 oranında düşürülmüş, bir dolar 15TL olmuştur. Bu uygulama ile, başta yabancı paralar olmak üzere, kira bedelleri, her çeşit işçilik, malzeme ve mamul eşya fiyatları aşırı derecede artmış, enflasyon yıllar itibariyle üç haneli rakamlara ulaşmış, günlük ve gecelik faizler düşünülmeyecek kadar artmıştır.

Nitekim, 24 Ocak 1980’de yürürlüğe konan “İstikrar Tedbirleri”ne rağmen ekonomi tarihimizde ilk kez 1946’da % 104 olan üç rakamlı enflasyon, 1980’de % 107 olmuştur. Bu nedenle 1980 yılında 35TL’den 77,5TL’ye çıkarılan dolar kuru, 1981 yılında ikinci kez yapılan % 100’e yakın bir ayarlama ile 142TL’ye çıkarılmıştır. Bu devalüasyon kararından sonra Bakanlar Kurulu, 27 Ocak 1984 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca (TCMB) TL’nin dolar karşısında % 13,6 oranında devalüe edilmesini onaylamıştır. 5 Nisan 1994 tarihinde bilinen ekonomik kararlar alınmıştır. Bu kararlar sonucunda borsalar, para piyasaları, banka kredi faizleri aşırı derecede artmış; Ocak 1994 ayına göre yabancı paralardaki artış % 250-% 300’lere ulaşmıştır. 

TCMB Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değer kaybının engellenmesi ve yükselen enflasyonun düşürülmesi amacıyla, 10 Aralık 1999 tarihinde, “Döviz Çıpasına Dayalı İstikrar Programı”nı açıklamış; ancak 27 Kasım 2000 tarihinde bankacılık sisteminden kaynaklanan kriz nedeniyle, repo faizleri ve iç faizler rekor düzeyde yükselmiştir. Krizin giderek derinleşmesi sonucu döviz piyasalarından kaynaklanan Şubat 2000 krizi yaşanmış, ekonomideki bu açmazlar sonucunda hisse senedi borsaları çökmüş, bankalara Devlet el koymak zorunda kalmıştır. Türkiye İMF’ye başvurarak ekonomisine bir yön vermeye çalışmıştır. TCMB ciddi para politikalarına yönelmiş, 21 Şubat 2001 tarihinde “Döviz Çıpasına Dayalı Sabit Kur” dan dalgalı kura geçilmek suretiyle doların, faizin, enflasyonun aşırı artmasına engel olmaya çalışılmıştır. 

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 12.11.2014 tarihli, 2014/13-1614 E., 2014/900 K. sayılı kararında da aynı hususlara işaret edilmiştir.

Somut olayda da davacı kendi özgür iradesi ile TL üzerinden ve kredi faizi ödemek suretiyle konut kredisi kullanabilecekken, JPY üzerinden kredi kullanmış, döviz artışlarının başlamasına kadar yaklaşık üç buçuk yıl sözleşmeyi benimseyerek taksitlerini ödemiştir. Taraflar arasındaki sözleşmenin eki mahiyetindeki ödeme planında “Kredinin dövize endeksli olması durumunda kredi hesabı YTL olarak takip edildiği için kur riski müşteriye aittir. Müşteri, döviz kurlarının yükselmesi durumunda; ilgili taksit içerisindeki anapara üzerinden hesaplanacak kredi kullandırım tarihi ile taksit ödeme tarihi arasında doğacak kur farkı nedeniyle tahakkuk edecek BSMV’yi taksit ödemelerini yaparken ayrıca ödeyeceğini kabul, beyan ve taahhüt eder.” şeklinde açıklama mevcuttur. Davacı döviz üzerinden sekiz yıl vadeyle kredi kullanırken JPY’de değer azalması söz konusu olduğunda TL karşılığı ödemelerinde de azalma olabileceğini değerlendirerek tercih hakkını kullandığı gibi, günümüz ülke koşullarında ilerleyen yıllarda dövizde ödeme güçlüğü doğuracak dalgalanmalarla karşılaşabileceğini de öngörebilir durumdadır. Sözleşmenin imzalanmasından sonra değişen koşulların ödeme güçlüğü doğurması yukarıda izah edildiği üzere tek başına sözleşmenin uyarlanması için yeterli olmadığından, Yerel Mahkemece uyarlama için aranan öngörülemezlik koşulunun somut olayda gerçekleştiğinin kabul edilemeyeceğinin gözetilmemesi hatalıdır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; sözleşme imzalanırken mevcut olan denge, sonradan objektif olarak bozulmuşsa ve bu bozulma sonucunda taraflardan birinin sözleşmeyi ifa etmesini beklemek dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacaksa işlemin temelinden çöktüğünün kabul edilmesi gerektiği, somut olayda kredi çekilirken JPY’nin efektif satış kuru 1,1682 iken, dava tarihinde %100’ün üzerinde artışın gerçekleştiği, diğer yabancı para birimlerinde ve enflasyon değerlerinde böyle bir artışın söz konusu olmadığı, tüketicinin basiretli tacir gibi hareket etmesinin beklenemeyeceği de gözetildiğinde uyarlama koşullarının oluştuğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği yönünde ileri sürülen görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Yapılan açıklamalara ek olarak; direnmeye ilişkin gerekçeli kararda 19.01.2012 olan dava tarihinin 22.07.2014 olarak gösterilmiş olması mahallinde her zaman düzeltilebilecek bir maddi hata olarak değerlendirilmiş ve işin esasına etkili görülmediğinden bozma nedeni yapılmamıştır.

Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. 

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.11.2019 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

1. Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık “dövize endeksli konut kredisi kullanan davacı tüketicinin, Japon Yenindeki (JPY) kur artışlarını gerekçe göstererek sözleşmenin uyarlanması isteminde bulunduğu olayda uyarlama koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

2. İlk derece mahkemesi “kur artışının beklenmeyen bir hâl olduğu ve sözleşmenin kurulduğu sırada var olan dengenin tüketici aleyhine bozulması nedeniyle uyarlama koşullarının oluştuğu” gerekçesi ile davanın kabulüne karar verirken, Özel Daire “ülkemizde zaman zaman ekonomik krizlerin vuku bulduğu gerçeği bağlamında dövizle borçlanmanın risk taşıdığının toplumun büyük çoğunluğu tarafından öngörülebilecek durumdayken ve davacının seçme özgürlüğü varken TL yerine JPY üzerinden konut kredisi kullanmayı tercih ettiği, bu şekilde dört yıl boyunca ödeme yapıldığı da gözetildiğinde davacının sözleşmeyi benimsediğinin kabulünün gerektiği, hâl böyle olunca uyarlama koşullarının oluşmadığı” gerekçesi ile davanın reddi gerektiği gerekçesi ile yerel mahkeme kararını bozmuştur. 

3. Direnme kararı üzerine Çoğunluk görüşü ile Özel Dairenin bozma gerekçesi benimsenerek, uyarlanma koşullarının oluşmadığı gerekçesi ile yerel mahkemenin kararı bozulmuştur. 

4. Çoğunluk görüşüne, açıklayacağımız normatif düzenlemeler, bilimsel görüşler ve uyarlamanın koşullarının gerçekleşmesi nedeni ile katılmamaktayız. Zira; 

4.1. Sözleşme kurulurken edimler arasında bir denge olduğu varsayılır. Borçlar hukukunda sözleşmeler hakkında uygulanan temel ilkelerden biri de “ahde vefa” (pacta sunt servanda) ilkesidir. Bu ilke uyarınca sözleşmenin tarafları üstlendikleri edimleri, sözleşmenin hükümlerine bağlı kalarak yerine getirmekle yükümlüdürler. Sözleşmenin süresi içinde meydana gelebilecek olağanüstü değişiklikler ahde vefa ilkesine uymayı zorlaştırabilir. Bu değişikliklere örnek olarak sözleşmenin yapıldığı yerdeki olağanüstü ekonomik çalkantı sebebiyle taraflardan birinin ödeme gücündeki azalma gösterilebilir. Bu ve benzeri durumlara çözüm olmak üzere doktrinde ortaya çıkan teorilerden biri de “işlem temelinin çökmesi” teorisidir. Tarafların sözleşmeyi kurarken edimler arasındaki denge sonradan objektif olarak bozulmuşsa ve bu bozulma sonucunda taraflardan birinin bu sözleşmeyi ifa etmesini beklemek dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edecekse, burada işlem temelinin çöktüğünden bahsetmek yerinde olur (TEKİNAY, Selahattin Sulhi/AKMAN, Sermet/BURCUOĞLU, Haluk/ALTOP, Atilla, Tekinay Borçlar Hukuku, 7. Baskı, İstanbul 1993, s.1005 vd.; AKYOL, Şener, Dürüstlik Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İkinci Bası, İstanbul 2006, s.89 vd., Aybay, M. Erdem, Sözleşmenin Değişen Koşullara Göre uyarlanması, Cevdet Yavuz’a Armağan. S: 324 vd.). 

Uyarlamanın gerçekleşebilmesi için öncelikle sözleşmenin kurulmasından sonra, taraflarca öngörülmemiş şekilde, şartların olağanüstü ve objektif nitelikte değişmiş olması ve değişen bu şartlar nedeniyle tarafların edimleri arasında aşırı ölçüde bir dengesizlik ortaya çıkmış olması gerekir. Ayrıca şartların değişmesinde tarafların herhangi bir kusuru olmamalı ve edimlerin de henüz ifa edilmemiş olması gerekmektedir. 

Beklenmedik ve öngörülemez durum, bir tarafın üstlendiği riski aşarsa veya onun ekonomik mahvına sebep olursa bu durumda uyarlamanın söz konusu olabileceği kabul edilmelidir. 

4.2. 818 sayılı Borçlar Kanununda uyarlama davalarına hukuki dayanak oluşturan bir düzenleme bulunmadığından 4721 sayılı TMK 1, 2 ve 4. madde hükümlerinden yararlanılarak sonuca gidilmeye çalışılmıştır. 

Dayanılan bu hükümler; 

Herkesin, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu (TMK 2/1), 

Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı (TMK 2/2), 

Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hakimin, hukuka ve hakkaniyete göre karar vereceği (TMK 4/1), 

Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar vereceği (TMK 1/2) ve

Karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanacağı (TMK 1/3) düzenlemeleridir. 

Bu hükümlere dayanılmasının ana nedeni, sözleşmenin yapıldığı sırada öngörülmeyen nedenlerin ortaya çıkması sonucu edimler arasındaki dengenin aşırı ölçüde bozulmuş olması hâlinde işlem temelinin çökeceği ve işlem temeli çöken bir sözleşmeye bağlı kalmakta ısrar etmenin hakkın kötüye kullanılması sayılacağı, değişen koşullara göre yapılacak uygulama konusunda sözleşmede bir hüküm bulunmaması sonucu sözleşmede boşluk olması hâlinde hâkimin bu boşluğu en uygun biçimde dolduracağı düşüncesidir. 

4.3. Dava 818 sayılı BK döneminde açılmış ise de daha sonra 01.07.2012 tarihinde 6098 sayılı TBK yürürlüğe girmiş ve uyarlama davalarının hukuki dayanağını oluşturacak bir hükme "Aşırı ifa güçlüğü" başlığı altında 138. maddede yer verilmiştir. 

6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 7. maddesinde; aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138 inci maddenin, görülmekte olan davalarda da uygulanacağı belirtilmiş olduğundan bu hüküm BK döneminde yapılan sözleşmeler için de uygulanması mümkün bir düzenleme olduğundan somut olayda uygulanmalıdır.

Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır (TBK 138/1). Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır (TBK 138/2).

Maddenin gerekçesinde; bu yeni düzenlemenin, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, "işlem temelinin çökmesi"ne ilişkin olduğu, imkânsızlık kavramından farklı olan aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama isteminin temelinin, Türk Medenî Kanununun 2 nci maddesinde öngörülen dürüstlük kuralları olduğu ancak, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ya da dönme hakkının kullanılmasının, dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlı olduğu belirtilmiştir.

Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin uyarlanmasının istenebilmesi için gerekli dört koşul olarak; 

1) Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalı, olağanüstü durum sebebiyle sözleşmenin yapıldığı sıradaki olgular borçlu aleyhine değişmeli,

2) Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalı, 

3) Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalı ve 

4) Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.

Madde hükmünde ifade edilen aşırı ifa güçlüğü halinin en önemli sonucu, sözleşmenin uyarlanmasının istenmesidir.

5.1. Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davalı banka tarafından davacıya 10.06.2008 tarihinde Japon Yeni üzerinden dövize endeksli 8 yıl süreli 96 ay taksit ödemeli konut kredisi kullandırılmış olup bu dava 40 aylık ödeme döneminden sonra 19.01.2012 tarihinde açılmıştır. Kredinin kullandırıldığı tarihte Japon Yeni efektif satış kuru 1.168,2TL iken dava tarihinde 2.394,5TL seviyesine ulaşmış olup aradan geçen süredeki artış oranı % 104,97 olmuştur. Karşılaştırma için diğer döviz cinslerine bakıldığında, belirtilen tarihler arasında Amerikan Dolarının kur karşılığı 1.244,6TL'den 1.834,1TL'ye (artış oranı % 47,36), Euro'nun kur karşılığı ise 1.933,8TL'den 2,3649 TL'ye (artış oranı % 22,29) net asgari ücretler 414,92TL'den 610,93TL'ye (artış oranı % 47,24) yükselmiştir. Her iki tarih arasındaki enflasyon artış oranı ise TÜFE endeksine göre % 30,70 oranında olmuştur. Her iki tarih arasında Japon Yenindeki artış oranı; Dolardaki artış oranının 2,21 katı, asgari ücretteki artış oranının 2,22 katı, Eurodaki artış oranının 4,70 katı ve TÜFE endeksine dayalı enflasyon artış oranının 3,41 katı olmak üzere daha fazla gerçekleşmiştir.

5.2. Türk Lirası karşısında büyük değer kazanmayıp istikrarlı bir değeri olan bir döviz cinsine endeksli kredi alarak kredi geri ödemelerinde rahat olmak isteyen kişilerin, döviz kurunda meydana gelen olağanüstü değişiklikten ötürü büyük zarara uğramasının bedelinin kendine kalmaması gerekir. Davacı, kredi geri ödemelerinin mali durumunu çok etkilemeyeceğini düşünerek, daha önce hiç bu kadar değer artışı yaşamamış Japon Yeni üzerinden kredi alma yolunu seçmiştir. Dövizdeki dalgalanmaların öngörülebilir olmasının, sözleşmenin uyarlanmasında bir engel olması şüphesizdir. Ancak uzun zamandır değişmeyen bir kurun birdenbire artmış olmasının da öngörülebilirliğinden söz edilemez. Uyarlama konusu borç miktarının aşırı ifa güçlüğüne yol açıp açmadığı taksit tutarlarına ve kişilerin ödeme güçlerine göre değişkenlik göstereceğinden her somut olayda, o olayın özelliklerine göre ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

5.3. Somut uyuşmazlıkta, davacının kredi alma yolunu seçtiği JPY, enflasyon ve diğer döviz cinslerine göre öngörülemez şekilde artmıştır. Bu kendisinden kaynaklanmış da değildir. Davacı yaklaşık 8 yıl geri ödemesi olan kredinin 3 yıl 4 ay ödemiş ve kalan krediyi ödemeye devam etmektedir. Davacı, tacir olmayıp tüketicidir. Basiretli bir tacir gibi hareket etmesi de gerekmez. Mahkemece uzman bilirkişi raporundaki teknik değerlendirme verilerine dayanılarak Japon Yeni’ndeki artışın davacı bakımından beklenmeyen hâl oluşturduğu, öngörülebilir olmadığı, sözleşmenin kuruluşu sırasında var olan dengenin davacı aleyhine bozulduğu ve uyarlama koşullarının oluştuğu, uyarlamanın sabit faizli Türk Lirası kredilere uygun olarak yapılmasının yerinde olacağı belirtilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Yerel mahkemenin bu konudaki değerlendirmesi isabetlidir. 

Açıklanan gerekçelerle kararın onanması görüşünde olduğumuzdan, aksi yönde oluşan Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılınmamıştır.

Bektaş KAR             Zeki GÖZÜTOK
Üye                            Üye

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 19 üyenin 17'si BOZMA, 2'si ise DİRENME UYGUN DAİREYE yönünde oy kullanmışlardır.

İÇTİHAT YORUMU : Kanımızca, ilk bakışta, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 28 Kasım 2019 tarihli kararında ve karşı oyunda, basım yılına göre sıralanacak olursa; ARAT, Ayşe, Sözleşmenin Değişen Şartlara Uyarlanması, Ankara, 2006; TOPUZ, Seçkin, Türk - İsviçre ve Alman Borçlar Hukukunda Denge Bozulması ve İfa Güçlüğü Durumlarında Sözleşmeye Müdahale, Ankara, 2009; BAYSAL, Başak, Sözleşmenin Uyarlanması, İstanbul, 2009, CANBOLAT, Ferhat, Sözleşmelerde Amacın Gerçekleşmesi, Çökmesi ve Boşa Çıkması, Ankara, 2012 isimli ve künyeli eserlere yer verilmemesi büyük bir eksiklik olmuştur. Yine, basım yılına göre sıralanacak olursa; YILMAZ, Süleyman, Dövize Endeksli Tüketici Kredilerinde Uyarlama Sorunu ve Yargıtay’ın Bakışı, AÜHFD, C: 59, Y: 2010, S: 1, s. 131-172; KARAMERCAN, Fatih, Dövize Endeksli Tüketici Kredilerinde Tüketicilerin Açmış Olduğu Sözleşmenin Uyarlanması Davaları İle İlgili Uygulama Sorunları ve Yargıtay’ın Tutumu, Terazi Hukuk Dergisi, S: 78, Y: 2013, s. 81-88; TÜZÜNER, Özlem; ÖZ, Kerem, Aşırı İfa Güçlüğüne İlişkin İçtihat İncelemesi, Ankara Barosu Dergisi, Y: 2015, S: 3, s. 421-470 künyeli ve isimli makalelere de yer verilmemesi büyük bir eksiklik olmuştur.

Somut olaya dönecek olursak, yerel mahkemenin gerekçeli kararında da ifade edildiği üzere, ".... kredi kullandırılan bir çok insanın ömründe bir kez bile Japon Yeni'ni görmediği, bu durumun davalı bankanın yüklenmiş olduğu Japon Yeni cinsinden döviz riskini, ev alma ümidi içinde olan davacıyı yönlendirmek suretiyle, onun üzerine yıkmaktan başka bir şey olamayacağı, Japon Yeni cinsinden kredi kullanmanın ancak o para cinsinden gelir ve gideri olan bir turizmci veya ihtarat-ihtalat işi yapan sanayici veya tüccarın işi olabileceği, ...." ve "... Ömründe Japon Yeni ile karşılaşma ihtimali bile olmayan, belki Japonya'nın haritadaki yerini bile bilmeyen birine Japon Yeni dayatmak sözleşme serbestisi ilkesi ile açıklanamaz. Keza uygulamada, bankaların döviz cinsi geliri olmayanlara döviz kredisi bile vermedikleri bilinmekte olup, bankaların çalıştırdıkları profesyonel, uzman ve analizcilerle geleceğe ilişkin öngörü ve projeksiyonla, kendilerini riskler karşısında koruma altına almaları olağan bir durumdur ve doğal karşılanmalıdır. Aynı basireti ve uzak görüşlülüğü kredi kullanan tüketiciden beklemek söz konusu olamaz. Nitekim 2008'de beklenmedik bir şekilde başlayan ve etkisini hala sürdüren dünya ekonomik krizi, ayak seslerini kredi verildiği tarihte duyurmaya başlamış olup halen Avrupa ülkelerinin bu krizi atlatamadığı, bu büyük riskin oluşturduğu ekonomik kaybı, ev kredisi alan davacıya yüklemenin ekonomik gerçeklik, hakkaniyet, hak ve nesafet kurallarıyla bağdaşamayacağını" kabul etmek gerekir.

Yine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 28 Kasım 2019 tarihli kararında karşı oy görüşünde de ifade edildiği üzere, "... somut olayda kredi çekilirken JPY’nin efektif satış kuru 1,1682 iken, dava tarihinde %100’ün üzerinde artışın gerçekleştiği, diğer yabancı para birimlerinde ve enflasyon değerlerinde böyle bir artışın söz konusu olmadığı, tüketicinin basiretli tacir gibi hareket etmesinin beklenemeyeceği de gözetildiğinde uyarlama koşullarının oluştuğu" yönündeki görüşe de aynen katılıyoruz.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/(13)3-2308
KARAR NO   : 2021/994

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 Antalya 1. Tüketici Mahkemesi
TARİHİ                        : 05/09/2014
NUMARASI                : 2014/965 - 2014/1708
DAVACI                      : G.F. vekili Av. N.Y.
DAVALI                      : D. A.Ş. vekili Av. A.Ö.

1. Taraflar arasındaki “sözleşmenin uyarlanması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Antalya Tüketici Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:  

4. Davacı vekili; müvekkilinin, davalı bankanın yönlendirmesiyle 15.09.2008 tarihinde Japon Yeni (JPY) karşılığı ile konut kredisi kullandığını, sözleşme tarihinde JPY kurunun 0.011740TL olup, ilk taksitin bu kura göre 2.094,86TL tutarında olmasına karşın daha ilk taksit ödenmeden JPY'nin öngörülebilir sınırların dışında artış gösterdiğini, ilk taksitin 2.772,93TL, 38. taksitin ise 4.279,13TL olarak ödendiğini, konvertiple olmayan iç piyasada kullanılmayan JPY nin izleyeceği trendin ve küresel krizin Türkiye'yi de etkileyecek olmasının tahmin edilmesinin mümkün olmadığını, sözleşme tarihindeki koşulların değiştiğini, bu hâliyle müvekkili için katlanılmaz bir durumun oluştuğunu belirterek JPY cinsinden kullanılan konut kredisi borcunun 15.09.2008 olan sözleşme tarihindeki kur karşılığı TL olarak sabitlenmesine, bu talebin kabul görmemesi hâlinde kredi borcunun aynı tarih itibariyle TL cinsinden yeniden yapılandırılmasına, kur farkından dolayı fazla ödenen miktarın iadesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı cevabı:

5. Davalı vekili; JPY kredilerinin avantajlı faiz oranları sebebiyle tüketiciler arasında tercih edildiğini, kur farkı riskinin serbest dalgalı kur sistemini benimseyen Türkiye'de her zaman mevcut olduğunu ve öngörülmeyen bir durum olmadığını, JPY'deki artışın Türkiye kaynaklı olmayıp, bütün dünyaya yayılmış krizin sonucu meydana geldiğini, geçmişte yaşanan ekonomik krizlerden dolayı döviz ile sözleşme yapan borçlunun bu tür artışların yaşanabileceğini öngörmesi gerektiğini, sözleşmeye bağlılık ilkesinin asıl olduğunu, uyarlama şartlarının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

6. Antalya Tüketici Mahkemesinin 19.03.2013 tarihli ve 2011/1160 E., 2013/376 K. sayılı kararı ile; sözleşme kurulduktan sonra tarafların edimleri arasındaki dengenin borçludan sonuçları yüklenmesi istenilmeyecek kadar büyük ölçüde bozulduğu, davalı bankanın kredi bedelini TL olarak ödemesi nedeniyle olumsuz etkilenmediği, JPY kurundaki artışın ve öngörülmeme durumunun yalnızca davacıdan kaynaklanmadığı, artışın öngörülmesinin beklenemeyeceği, kurdaki %100'ü aşan artışın davacı borçlu açısından aşırı ifa güçlüğü yarattığı, sözleşmenin ifasını dürüstlük kuralına aykırı düşecek şekilde borçlu aleyhine değiştirdiği, konut kredisi sözleşmesinin uzun süreli devam eden sözleşme niteliğinde olması nedeniyle sözleşmenin henüz tamamının ifa edilmediği, kredi sözleşmesinin 7. maddesinde dövize endeksli YTL ödemeli kredi olarak söz edildiği, JPY nin ekonomik geçerliliği ve kullanımı olan bir döviz cinsi olmadığı, bu nedenle kredinin banka tarafından TL karşılığı olarak ödendiği, krediyi kullanan tüketicinin de kredi taksitlerini JPY olarak ödemesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin TL konut kredisine uyarlanmasına, 40. taksitten itibaren 120. son taksit dahil konut kredisi taksit ödemelerinin 3.422,44 TL olarak davacı tarafından davalı bankaya ödenmesine, yargılama sırasında dava tarihinden sonra taksit ödemesi yapılmış ise JPY olarak her ay yapılan ödemelerden, aylık taksit olarak ödenmesi gereken 3.422,44 TL taksit tutarından mahsubuna, mahsup edilen miktarın 5.504,76 TL'den eksik olması hâlinde aradaki farkın davacı tarafından davalı bankaya ödenmesine, fazla olması hâlinde davacıya iade edilmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 28.01.2014 tarihli ve 2013/27196 E., 2014/2085 K. sayılı kararı ile ; “… Hukukumuzda sözleşmeye bağlılık ( Ahde Vefa-Pacta Sund Servanda ) ve sözleşme serbestliği ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelere göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır. Eş söyleyişle, sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Ancak bu ilke özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır. Sözleşme yapıldığında karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif hüsnüniyet kaidelerine aykırı bir durum yaratır hale gelir. Hukukta bu zıtlık (Clausula Rebüs Sic Stantibus -beklenmeyen hal şartı- sözleşmenin değişen şartlara uydurulması) ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır. İşte bu bağlamda hakim, somut olayın verilerine göre alacaklı yararına borçlunun edimini yükseltmeye veya borçlu yaranına onun tamamen veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verilebilir ve müdahale ederek sözleşmeyi değişen koşullara uyarlar. Bununla birlikte her talep vukuunda sözleşmeyi değişen hal ve şartlara uydurmak mümkün değildir. Aksi halde özel hukuk sistemimizde geçerli olan "irade özgürlüğü" "sözleşme serbestisi" ve "sözleşmeye bağlılık" ilkelerinden sapma tehlikesi ortaya çıkar. Sözleşmeye müdahale müessesesi istisnai, tali ( ikinci derecede ) yardımcı nitelikte olup, ancak uyarlama kurumun şartlarının mevcudiyeti halinde anılan kurumun uygulanması gündeme gelebilecektir.

6098 sayılı T.B.K yürürlüğe girmesinden evvel, mevzuatımızda uyarlama kurumuna ilişkin bir düzenleme olmamakla birlikte, taraflar arasındaki sözleşme koşullarının daha sonra önemli ölçüde değişmesi halinde değişen bu koşullar karşısında (Clausula Rebüs Sic Stantibus -beklenmeyen hal şartı- sözleşmenin değişen şartlara uydurulması ) ilkesi bağlamında ve M.K. 2. maddesinden de yararlanılmak suretiyle sözleşmenin yeniden düzenlenmesinin mümkün bulunduğu ve karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin bozularak "işlem temelinin çökmesi" halinde M.K. 1, 2 ve 4'üncü maddelerinden yararlanılması gerektiğine dair öğreti ve uygulamada yerleşik bir kabul mevcut iken 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK’nın 138 nci maddesi ile bu husus yasal bir düzenlemeye de kavuşturulmuştur.

Aşırı ifa güçlüğü başlıklı bu yeni düzenleme, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, “işlem teme¬linin çökmesi”ne ilişkindir. Ancak az yukarıda ifade edildiği üzere "sözleşmeye bağlılık" ilkesi esas olup, Sözleşmeye müdahale müessesesi istisnai nitelikte bir kurum olmakla yasa koyucu tarafından da bu kurumun uygulanması ancak anılan madde de belirtilen dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlanmıştır. Bunlar; Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü durum ortaya çıkması, bu durumun borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkması, yine bu durumun sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmesi ve borçlunun borcunu henüz ifa etmemiş olması veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olması halidir. Bu dört koşulun birlikte gerçekleşmesi halinde ise borçlunun, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme hakkı bulunmaktadır.

İncelenen dosya içeriğine göre ise, davacının, davalı bankadan 15.9.2008 tarihinde dövize endeksli olarak 120 ay vadeli olarak konut kredisi kullandığı anlaşılmakta olup, davacı Japon Yeni’nin TL karşısında aşırı değer kazandığını ve bu suretle işlem temelinin çöktüğünü ileri sürerek uyarlama talebinde bulunmuştur.

Dava konusu olayda davacının başlangıçta seçme özgürlüğü varken TL yerine döviz bazında kredi kullandığı, bir başka deyişle serbest iradesiyle kredi türünü belirlediği, ülkemizde zaman zaman ekonomik krizlerin vuku bulduğu ve bu bağlamda dövizle borçlanmanın risk taşıdığı da toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından bilinen bir olgu olduğu, davacının, bu riski önceden öngörebilecek durumda olmasına rağmen dövizle kredi kullanma yolunu tercih etmiş bulunduğu, buna göre işlem temelinin çökmesinden bahsetmenin olanaklı olmadığı, bununla birlikte, eldeki davanın, kredi sözleşmesinden 3 yıl sonra açılmış olması da nazara alındığında, sözleşmenin davacı tarafından benimsendiğinin kabulü gerektiği bu nedenle yukarıda belirtilen tüm hususlar birlikte değerlendirildiğinde dava konusu olayda uyarlama koşullarının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeler ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, Bozmayı gerektirir…” gerekçesiyle oy çokluğu ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Mahkemenin 05.09.2014 tarihli ve 2014/965 E., 2014/1708 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.           

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dövize endeksli konut kredisi kullanan davacı tüketicinin JPY'deki kur artışlarını gerekçe göstererek sözleşmenin uyarlanması isteminde bulunduğu eldeki davada uyarlama koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle sözleşmenin uyarlanması kavramının açıklanmasında fayda vardır.

13. Kurulmuş bir sözleşmede sonradan ortaya çıkan bazı olgular nedeniyle değişiklik yapılabilmesi, bugün çağdaş tüm hukuk sistemlerinde kabul edilen, beklenmeyen hâl (emprevizyon) veya clausula rebus sic stantibus kuramının koşullarının gerçekleşmiş olması hâlinde mümkün görülmektedir. Bu kuramın, borçlunun şartları ne olursa olsun mutlaka akde sadık kalmasını zorunlu gören, bir bakıma artık eskimiş olarak nitelendirilebilecek ahde vefa veya pacta sunt servanda kuramını sınırlamak için konulduğu benimsenmektedir.

14. Beklenmeyen hâl kuramı, şöyle açıklanmaktadır: “Akit yapıldığı sırada mevcut bulunan şartlar önemli surette değişmişse taraflar akitle bağlı olmamalıdır. Buna “clausula rebus sic stantibus” (beklenmeyen hâl şartı) denmektedir. Bu görüş öğretide “emprevizyon teorisi” adıyla anılmaktadır. Öğretide, sözleşmenin, yapıldığı andaki durumun değişmeyeceği şeklindeki bir zımni kabul ile yapıldığı, aynen uygulanmasının taraflarca bu zımni şarta bağlı tutulduğu varsayılmaktadır (Tekinay, Selahattin Sulhi/Akman, Sermet/Burcuoğlu, Haluk/Altop, Atilla : Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 7.Bası, İstanbul 1993, s.1005).

15. Akitlerin ifasını şartların değişmemesine bağlayan fikir (clasula rebus sic stantibus) gerçeğe tam olarak uygun değilse de, ahde vefa prensibine kesin ve sıkı sıkıya bağlılığında her zaman adil olmadığı görülmektedir. Bugün İsviçre-Türk hukukunda çoğunlukla dayanılan esas, uyuşmazlıklara dürüstlük kuralı uyarınca çözüm bulunmasıdır (Oğuzman, Kemal: Borçlar Hukuku ,Cilt 1, 4.Bası, İstanbul 1987, s.123; Serozan, Rona: Borçlar Hukuku, Genel Bölüm, İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme 3.Cilt, İstanbul 1994, s.164; Kaplan, İbrahim: Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, Ankara 1987, s.112; Burcuoğlu, Haluk: Hukukta Beklenmeyen Hal ve Uyarlama, İstanbul 1995, s.4; İsviçre Hukuku için Bkz. Eugen Bucher, Schweizer Isch’es Obligationenrecbt Allgemeiner Teil, 2.Bası, Zürich 1988, s.385 vd. Henri Deschenaux, Le Titre Preliminaire Du Code Civil,Fribourg 1969, s.183).

16. Mukayeseli hukuk açısından konu irdelediğinde; Alman hukukunda beklenmeyen hâl veya clausula rebus sic stantibus kuramının daha da somutlaştırılarak kabul edildiği ve işlem temelinin çökmesi kuramı olarak adlandırılan bir kuramın geliştirildiği görülmektedir. Buna göre, sözleşmenin temelini teşkil eden, kendisi üzerine anlaşmanın dayandığı ve karşılıklı edimlerin tayin olunduğu edim ve karşı edim arasındaki dengenin taraflardan biri için artık çekilmez, katlanılamaz biçimde bozulduğu hâllerde, işlem temelinin çökmesi söz konusu olacaktır (Serozan, Rona; s.164 vd).

17. İsviçre hukukuna gelince; hâkimin bir sözleşmenin dönme ya da fesih suretiyle ortadan kalktığını veya emprevizyon nedeniyle sözleşmenin uyarlanması gerektiğini kabul edebilmesi için, şu koşulların varlığı aranmaktadır:

a) Öngörülmez bir dış olayın sebep olması: Söz konusu dış olay, bir kişi olayı olmamalıdır. Diğer taraftan bu olay öngörülemez olmalı ve sözleşmenin dengesi, yargıçtan müdahale talep eden tarafın kusurundan kaynaklanmaksızın bozmuş olmalıdır.

b) Sözleşme ekonomisinin bozulması: Yargıç, yalnızca sözleşme henüz ifa edilmediği takdirde emprevizyon kuramı çerçevesinde müdahale edebilir. Öngörülemez olgular, taraflar arasındaki dengeyi bozmuş olmalıdır.

c) Objektif olarak katlanılması beklenebilecek rizikonun aşılmış olması

gerekir.

18. Federal Mahkeme içtihatlarında denge bozukluğunun önemli, açık ve aşırı olması aranmaktadır. Bu nedenle, her somut olayda objektif bir değerlendirmeyle emprevizyon kuramını ileri süren tarafın üstlenmesi gereken azami rizikonun belirlenmesi gerekir. Eğer bu riziko aşılmışsa, hâkim sözleşmeye el atabilecektir.

19. Türk hukukunda, mehaz kanundaki uygulamalar doğrultusunda, hem clausula rebus sic stantibus ilkesi, hem de işlem temelinin çökmesi kuramı uygulanmak suretiyle, uyarlanma davalarının görülebilir olduğu benimsenmiş ise de işlem temelinin çökmesi kavramının uygulanabilmesi için, sonradan meydana gelen değişikliklerin önceden teşhis ve tahmin edilememiş olması gerekir (Gürsoy, Kemal Tahir: Hususi Hukukta Clausula Rebus Sic Stantibus, Emprevizyon Nazariyesi, 1950, s.59-60).

20. Nitekim bu hususu yasal düzenlemeye kavuşturan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Aşırı İfa Güçlüğü” başlıklı 138. maddesinde;

 “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”

şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.

21. İşlem temelinin çökmesi ilkesinin somut olaya ne şekilde uygulanacağı hususu da irdelenmelidir. Yukarıda anıldığı gibi, uyarlama kurallarının uygulanması için öngörülmez bir dış olayın meydana gelmesi gerekir.

22. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 28.11.2019 tarihli, 2017/13-515 E., 2019/1233 K. sayılı kararında da aynı hususlara işaret edilmiştir.

23. Somut olayda da davacı kendi özgür iradesi ile TL üzerinden ve kredi faizi ödemek suretiyle konut kredisi kullanabilecekken, JPY üzerinden kredi kullanmış, döviz artışlarının başlamasına kadar yaklaşık üç buçuk yıl sözleşmeyi benimseyerek taksitlerini ödemiştir. Taraflar arasındaki sözleşmenin 6. maddesinde “Dövize endeksli kredide yıl içindeki kur riski borçluya aittir.” şeklinde açıklama mevcuttur. Davacı döviz üzerinden on yıl vadeyle kredi kullanırken JPY'de değer azalması söz konusu olduğunda TL karşılığı ödemelerinde de azalma olabileceğini değerlendirerek tercih hakkını kullandığı gibi, günümüz ülke koşullarında ilerleyen yıllarda dövizde ödeme güçlüğü doğuracak dalgalanmalarla karşılaşabileceğini de öngörebilir durumdadır. Sözleşmenin imzalanmasından sonra değişen koşulların ödeme güçlüğü doğurması yukarıda izah edildiği üzere tek başına sözleşmenin uyarlanması için yeterli olmadığından, Mahkemece uyarlama için aranan öngörülemezlik koşulunun somut olayda gerçekleştiğinin kabul edilemeyeceğinin gözetilmemesi hatalıdır.

24. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; sözleşme imzalanırken mevcut olan denge, sonradan objektif olarak bozulmuşsa ve bu bozulma sonucunda taraflardan birinin sözleşmeyi ifa etmesini beklemek dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacaksa işlemin temelinden çöktüğünün kabul edilmesi gerektiği, somut olayda kredi çekilirken JPY nin efektif satış kuru 1,2038 iken, dava tarihinde %100’ün üzerinde artışın gerçekleştiği, diğer yabancı para birimlerinde ve enflasyon değerlerinde böyle bir artışın söz konusu olmadığı, tüketicinin basiretli tacir gibi hareket etmesinin beklenemeyeceği de gözetildiğinde uyarlama koşullarının oluştuğu, bu nedenle uyarlama koşullarının oluştuğu yönündeki direnme uygun bulunarak miktar yönünden inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği yönünde ileri sürülen görüş, yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

25. Diğer taraftan, dava tarihi 27.12.2011 olduğu hâlde direnme kararının başlık kısmında 06.06.2014 olarak hatalı yazılmış ise de bu durum mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.

26. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

27. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ :

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.09.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Sözleşme kurulurken edimler arasında bir denge olduğu varsayılır. Borçlar hukukunda sözleşmeler hakkında uygulanan temel ilkelerden biri de “ahde vefa” (pacta sunt servanda) ilkesidir. Bu ilke uyarınca sözleşmenin tarafları üstlendikleri edimleri, sözleşmenin hükümlerine bağlı kalarak yerine getirmekle yükümlüdürler. Sözleşmenin süresi içinde meydana gelebilecek olağanüstü değişiklikler ahde vefa ilkesine uymayı zorlaştırabilir. Bu değişikliklere örnek olarak sözleşmenin yapıldığı yerdeki olağanüstü ekonomik çalkantı sebebiyle taraflardan birinin ödeme gücündeki azalma gösterilebilir. Bu ve benzeri durumlara çözüm olmak üzere doktrinde ortaya çıkan teorilerden biri de “işlem temelinin çökmesi” teorisidir. Tarafların sözleşmeyi kurarken edimler arasındaki denge sonradan objektif olarak bozulmuşsa ve bu bozulma sonucunda taraflardan birinin bu sözleşmeyi ifa etmesini beklemek dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edecekse, burada işlem temelinin çöktüğünden bahsetmek yerinde olur (TEKİNAY, Selahattin Sulhi/AKMAN, Sermet/BURCUOĞLU, Haluk/ALTOP, Atilla, Tekinay Borçlar Hukuku, 7. Baskı, İstanbul 1993, s.1005 vd.; AKYOL, Şener, Dürüstlik Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İkinci Bası, İstanbul 2006, s.89 vd., Aybay, M. Erdem, Sözleşmenin Değişen Koşullara Göre uyarlanması, Cevdet Yavuz’a Armağan. S: 324 vd.).

818 sayılı Borçlar Kanununda uyarlama davalarına hukukî dayanak oluşturan bir düzenleme bulunmadığından 4721 sayılı TMK 1, 2 ve 4. madde hükümlerinden yararlanılarak sonuca gidilmeye çalışılmıştır.

Dayanılan bu hükümler; Herkesin, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu (TMK 2/1), bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı (TMK 2/2), Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hâkimin, hukuka ve hakkaniyete göre karar vereceği (TMK 4/1,) Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar vereceği (TMK 1/2) ve karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanacağı (TMK 1/3) düzenlemeleridir.

Bu hükümlere dayanılmasının ana nedeni, sözleşmenin yapıldığı sırada öngörülmeyen nedenlerin ortaya çıkması sonucu edimler arasındaki dengenin aşırı ölçüde bozulmuş olması hâlinde işlem temelinin çökeceği ve işlem temeli çöken bir sözleşmeye bağlı kalmakta ısrar etmenin hakkın kötüye kullanılması sayılacağı, değişen koşullara göre yapılacak uygulama konusunda sözleşmede bir hüküm bulunmaması sonucu sözleşmede boşluk olması hâlinde hâkimin bu boşluğu en uygun biçimde dolduracağı düşüncesidir.

Dava 818 sayılı BK döneminde açılmış ise de daha sonra 01.07.2012 tarihinden TBK yürürlüğe girmiş ve uyarlama davalarının hukukî dayanağını oluşturacak bir hükme "Aşırı ifa güçlüğü" başlığı altında 138. maddede yer verilmiştir.

6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 7. maddesinde; aşırı ifa güçlüğüne ilişkin 138 inci maddenin, görülmekte olan davalarda da uygulanacağı belirtilmiş olduğundan bu hüküm BK döneminde yapılan sözleşmeler için de uygulanması mümkün bir düzenleme olduğundan somut olayda uygulanmalıdır.

Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır (TBK 138/1). Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır (TBK 138/2).

Maddenin gerekçesinde; bu yeni düzenlemenin, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, "işlem temelinin çökmesi"ne ilişkin olduğu, imkânsızlık kavramından farklı olan aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama isteminin temelinin, Türk Medenî Kanununun 2 nci maddesinde öngörülen dürüstlük kuralları olduğu ancak, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ya da dönme hakkının kullanılmasının, dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlı olduğu belirtilmiştir.

Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin uyarlanmasının istenebilmesi için gerekli dört koşul olarak; 1-Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalı, 2- Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalı, 3-Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalı ve 4-Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davalı banka tarafından davacıya 15.09.2008 tarihinde Japon Yeni üzerinden dövize endeksli 10 yıl süreli 120 ay vadeli konut kredisi kullandırılmış olup bu dava 38 aylık ödeme döneminden sonra 39. ay ödeme tarihinden bir gün önce 27.12.2011 tarihinde açılmıştır.

Kredinin kullandırıldığı tarihte 100 Japon Yeni efektif satış kuru 1,2038 TL iken dava tarihinde 2,4410 TL seviyesine ulaşmış olup aradan geçen süredeki artış oranı %102,77 olmuştur.

Karşılaştırma için diğer araçlara bakıldığında, belirtilen tarihler arasında Amerikan Dolarının kur karşılığı 1,2644 TL'den 1,8966 TL'ye (artış oranı % 50), Euro'nun kur karşılığı ise 1,7973 TL'den 2,4789 TL'ye (artış oranı % 37,92) net asgari ücretler 503,26 TL'den 658,95 TL'ye (artış oranı % 30,94) yükselmiştir. Her iki tarih arasındaki enflasyon artış oranı ise TÜFE endeksine göre % 28,98 oranında olmuştur.

Her iki tarih arasında Japon Yenindeki artış oranı; Dolardaki artış oranının 2,05 katı, asgari ücretteki artış oranının 3,32 katı Eurodaki artış oranının 2,71 katı ve TÜFE endeksine dayalı enflasyon artış oranının 3,54 katı olmak üzere daha fazla gerçekleşmiştir.

Türk Lirası karşısında büyük değer kazanmayıp istikrarlı bir değeri olan bir döviz cinsine endeksli kredi alarak kredi geri ödemelerinde rahat olmak isteyen kişilerin, döviz kurunda meydana gelen olağanüstü değişiklikten ötürü büyük zarara uğramasının bedelinin kendine kalmaması gerekir. Davacı, kredi geri ödemelerinin mali durumunu çok etkilemeyeceğini düşünerek, daha önce hiç bu kadar değer artışı yaşamamış Japon Yeni üzerinden kredi alma yolunu seçmiştir. Dövizdeki dalgalanmaların öngörülebilir olmasının, sözleşmenin uyarlanmasında bir engel olması şüphesizdir. Ancak uzun zamandır değişmeyen bir kurun birdenbire artmış olmasının da öngörülebilirliğinden söz edilemez. Uyarlama konusu borç miktarının aşırı ifa güçlüğüne yol açıp açmadığı taksit tutarlarına ve kişilerin ödeme güçlerine göre değişkenlik göstereceğinden her somut olayda, o olayın özelliklerine göre ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta, davacının kredi alma yolunu seçtiği JPY, enflasyon ve diğer döviz cinslerine göre öngörülemez şekilde artmıştır. Bu kendisinden kaynaklanmış da değildir. Davacı yaklaşık 10 yıl geri ödemesi olan kredinin 3 yıl 3 ay ödemiş ve kalan krediyi ödemeye devam etmektedir. Davacı, tacir olmayıp tüketicidir. Basiretli bir tacir gibi hareket etmesi de gerekmez. Mahkemece uzman bilirkişi raporundaki teknik değerlendirme verilerine dayanılarak Japon Yeni’ndeki artışın davacı bakımından beklenmeyen hâl oluşturduğu, öngörülebilir olmadığı, sözleşmenin kuruluşu sırasında var olan dengenin davacı aleyhine bozulduğu ve uyarlama koşullarının oluştuğu, uyarlamanın sabit faizli Türk Lirası kredilere uygun olarak yapılmasının yerinde olacağı belirtilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin uyarlama koşullarının gerçekleştiği yönündeki değerlendirmesi delillere uygun ve isabetlidir.

Belirtilen nedenlerle uyarlama koşullarının oluştuğu yönündeki direnme uygun bulunarak miktar incelemesi yapılmak üzere dosyanın özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Belkıs KARAKAŞ      Zeki GÖZÜTOK
Üye                           Üye