KANALİZASYON HİZMETİ OLMAYAN YERDE ATIK SU BEDELİ ALINAMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


23 Kas
2018

Yazdır

T.C.
YARGITAY    
3. HUKUK DAİRESİ
BAŞKANLIĞI

ESAS NO       : 2018/3744
KARAR NO    : 2018/7147

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ          :
ANKARA 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ                    : 09/10/2013
NUMARASI             : 2013/493 - 2013/468
DAVACI                   : U. İNŞAAT TURİZM PETROL SAN.VE TİC.A.Ş. VEK. AV. B.K.
DAVALI                   : A. GENEL MÜDÜRLÜĞÜ VEK. AV. H.Y.

Taraflar arasındaki istirdat davasının yapılan yargılaması sonucunda, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin bozma ilamına direnilmesine dair verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; 6763 sayılı Kanun'un 43. maddesi ile değişik 6100 sayılı HMK'nun 373. maddesinin 5. fıkrası uyarınca dosyadaki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y  K A R A R I

Davacı; davalı kurum tarafından kaçak tutanağı düzenlenmesi nedeniyle hazır beton üretimi tesisinde kullandığı kuyu suyu için abone olmak zorunda kaldığını, akabinde şehir suyu aboneliğini de yaptırdığını, her iki aboneliği nedeniyle davalı kurum tarafından başlatılan icra takipleri ve sonrasında açılan davaların lehine sonuçlandığını, daha fazla icra takibiyle karşılaşmamak için davalı kurum tarafından muhtelif tarihlerde düzenlenen toplam 134.250,40 TL tutarındaki faturaları ödemek zorunda kaldığını, ancak yasal düzenlemeler nedeniyle davalı kurumun kuyu suyu aboneliği nedeniyle bedel talep etme hakkının bulunmadığını, ayrıca kuyu suyunun beton üretiminde kullanılması nedeniyle atık su oluşmadığı gibi kanalizasyon sistemi olmadığından kuyu suyu ve şehir suyu için bedel istenmesinin de haksız olduğunu ileri sürerek; ödemek zorunda kaldığı 134.250,40 TL'nin ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek avans faizi ile tahsilini talep etmiştir.

Davalı; dava konusu faturaların bir bölümünün ödeme tarihleri itibarıyla zamanaşımına uğradığını, esas yönünden ise davacıya kuyu suyu ve işyeri abonelikleri nedeniyle tahakkuk ettirilen bedellerin doğru olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; Anayasanın 73. maddesindeki esaslar çerçevesinde belediyelerin verdikleri kamu hizmetlerinin karşılığını oluşturan vergi, resim, harç ve benzeri ödemelerin kanunla düzenlenmesinin gerektiği, Anayasa Mahkemesinin 31/03/1987 tarih ve 1986/20 Esas 1986/9 Karar sayılı kararı ile Belediye Gelirleri Kanunu'nun 97. maddesindeki “... ve belediye mücavir alan sınırları içerisinde yeraltı sularından kamu ve özel kişiler tarafından elde edilen kullanma ve sanayi suları ....” ibaresi ile “yeraltı sularından kamu ve özel kişiler tarafından elde edilen kullanma ve sanayi sularına ait ücretler İstanbul'da İ..İ, 3030 Sayılı Kanunun uygulandığı yerlerde Büyükşehir Belediyeleri tarafından tahsil edilir.“ düzenlemesinin iptal edildiği, iptal kararından sonra yeni bir yasal düzenleme yapılmadığı, davalı idarenin kendi tarifeler yönetmeliğine dayanarak kuyu suyu bedeli talep etmesinin mümkün olmadığı, diğer taraftan 2560 Sayılı Kanun ve 3305 Sayılı Kanunla eklenen Ek-4 maddesindeki düzenleme dikkate alındığında atık suların uzaklaştırılması için hizmet vermesi halinde davalı idarenin atık su bedelini talep edebileceği, ancak davalı idare tarafından davacının adresinde kanalizasyon hattının olmadığının bildirildiğini, bu durumda atık suyun uzaklaştırılması için hizmet vermeyen davalı idarenin bedel talep etmesinin de mümkün olmayacağı gerekçesiyle, davanın kabulüne dair verilen hüküm, davalı tarafça temyiz edilmiş ve Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 17.10.2012 günlü ve 2012/16956 E. 2012/23601 K. sayılı ilamıyla;

(... 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına gore davalının aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 

2- Davacı, davasında kuyu suyu için davalı idarece bedel istenemeyeceğini, kuyu suyunun beton üretimi için kullanılıp atık su oluşmadığını, dava konusu yerde kanalizasyon hizmeti verilmediğini ileri sürerek talepte bulunmuş; davalı, davacının su ve atık su bedelinden mevzuat hükümlerine göre sorumlu olduğunu savunmuş, mahkemece ise davalı idarenin davaya konu fabrika binasının bulunduğu yerde henüz kanalizasyon şebekesinin bulunmadığı ve davalının kuyu suyu bedelini tahsil yetkisi olmadığı gerekçesiyle davanın tümden kabulüne karar verilmiştir. Oysa ki 2560 Sayılı Yasaya göre kurulan davalı A..İ Ankara'da kullanma suyu ve atık sular için tesisler kurmak, tarifeler hazırlamak ve bu sular için para tahsil etmek görev ve yetkisiyle donatılmış, bu yetkiler adı geçen idarenin tekeline verilmiştir. Her abonenin kullandığı su kadar atık su ürettiğinde duraksamaya yer olmamalıdır. A..İ bu atık suları kanalizasyon vasıtasıyla veya toplama çukurlarına boşaltmak suretiyle zararsız hale getirecektir. İdarenin olanaklarının yetersiz kaldığı ve hizmeti bizzat yerine getirmediği durumlarda, bu iş için uygun teknik donanıma sahip gerçek veya tüzel kişilere ruhsatname verilmek suretiyle hizmetin kısmen bunlara gördürülmesi, yasadan kaynaklanan hak ve yetki tekelinin ortadan kalktığı anlamına gelmez. Diğer taraftan idarenin hizmeti hiç yerine getirmemesi, idare hukukunun "hizmet kusuru" kavramı çerçevesinde sorumluluğunun doğmasına yol açabilirse de bu durum herhangi bir şekilde su kullananan ve bu nedenle de zorunlu olarak atıksu üreten abonelerin izin almaksızın ve sözleşme imzalamaya yanaşmaksızın gelişi güzel atıksu boşaltmalarına ve hizmetin yerine getirilmediği gerekçesine dayanarak atık su bedeli ödemekten kaçınmalarına hak vermez. O nedenle davalı idarenin anılan yerde kanalizasyon şebekesinin bulunmadığından bahisle davacının davasının tümden kabulüne karar verilmesi yanlıştır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 1996/93-346 E. 1996/699 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi tahakkuk ettirilen atık su bedeli bir hizmet karşılığı olabileceği gibi ekonomik koşullara göre oluşturulan Ankara şehrinin içme, kullanma ve endüstri suyu ihtiyaçlarının yeraltı ve yerüstü kaynaklardan sağlanması, ihtiyaç sahiplerine dağıtılması, kullanılmış sular ve bunların uzaklaştırılması bölge içindeki su kaynaklarının ve yer altı sularının kullanılmış sularla kirlenmesini önlemek için yeni tesisler kurmak, kurulu olanların bakım ve işletilmesini sağlamak amacıyla bu hizmetlerin görülmesinin temini amacıyla taraflar arasında özel hukuk alanında yapılan sözleşmenin geçerli olduğu ve davacının atık su bedelinden ve beton üretiminde kullanılan kuyu suyu bedelinden 2560 Sayılı Yasa ve Tarifeler Yönetmeliği hükümleri kapsamında sorumlu olduğu kabul edilmelidir. Mahkemenin bu yönleri gözardı ederek eksik incelemeyle yazılı şekilde davayı kabul etmiş olması usül ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir...)

Gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece; aynı gerekçelerle, bozma ilamına karşı direnilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davalı idare tarafından; davacıya ait kuyu suyu aboneliği nedeniyle tahakkuk ettirilen kuyu suyu ve atık su bedeli ile işyeri aboneliği nedeniyle tahakkuk ettirilen atık su bedelinin istirdadı istemine ilişkindir.

Belediyelerin yerine getirmekle yükümlü bulundukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği harcamaların karşılığını oluşturan ve büyük bir bölümü kamu hukukuna dayalı olan gelir kaynakları, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nda sayılmıştır. Anılan kanunun “Ücrete tabi işler” başlıklı 97. maddenin birinci fıkrası; “Belediyeler bu Kanunda harç veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet ve belediye mücavir alan sınırları içerisinde yer altı sularından kamu ve özel kişiler tarafından elde edilen kullanma ve sanayi suları için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkilidir. Belediye'ye tekel olarak verilmiş işler kendi özel hükümlerine tabidir.” hükmünü içermekteydi. Ancak, madde metnindeki “…ve belediye mücavir alan sınırları içerisinde yer altı sularından kamu ve özel kişiler tarafından elde edilen kullanma ve sanayi suları…” ibaresi ve ayrıca “Yer altı sularından kamu ve özel kişiler tarafından elde edilen kullanma ve sanayi sularına ait ücretler İstanbul`da İ..İ, 3030 sayılı Kanunun uygulandığı yerlerde Büyük Şehir Belediyeleri tarafından tahsil edilir.” hükmünü taşıyan ikinci fıkrası, Anayasa Mahkemesinin 31.3.1987 gün ve 1986/20 Esas 1987/9 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiştir. 

Belediyelerin gelir kaynaklarının büyük bir bölümü kamu hukukuna dayandığından ve üstlenilen kamu hizmetlerinin gerektirdiği harcamaların karşılığını oluşturduğundan, belediyelerin alacakları vergi, resim, harç ve benzerlerinin Anayasa'nın 73. maddesinde öngörülen esaslar dairesinde kanunla konulması zorunludur. Başka bir ifadeyle; belediyeler, kanunla düzenlenmemiş olan herhangi bir gelir kaynağını oluşturamazlar ve kullanamazlar. Aksi takdirde, o gelir kaynağı hukuksal dayanaktan yoksun olur.

Yukarıda açıklandığı ve direnme kararında da değinildiği üzere; belediyelere, mücavir alan sınırları içerisinde yer altı sularından elde edilen kullanma ve sanayi sularından ücret alma yetkisini veren Kanun hükmü iptal edilmiş ve onun yerine, aynı yetkiyi içeren herhangi bir kanun hükmü konulmamış bulunduğuna; mevzuatımızda bu yönde başkaca bir kanuni düzenleme de mevcut olmadığına göre; somut olayda davalı idarenin, kendisine ait Tarifeler Yönetmeliğindeki düzenleme çerçevesinde, davadaki istirdat isteminin konusunu oluşturan kuyu suyu bedeli tahakkuk ettirmesinin, hukuki dayanaktan yoksun bulunduğunun kabulü gerekir (HGK'nun 2008/4-321 E. 2008/303 K. sayılı ilamı da aynı yöndedir).

Diğer taraftan, davacıya ait aboneliğin kurulu bulunduğu adreste, davalı idarenin kanalizasyon hattının bulunmadığı, uyuşmazlık konusu değildir. Diğer bir anlatımla, davalı idare, aboneliklerin bulunduğu yerde bir kanalizasyon hizmeti vermemektedir. Bu durumda, davalı idare tarafından Tarifeler Yönetmeliğindeki düzenleme uyarınca, kanalizasyon hizmeti verilmiş gibi atık su bedeli tahakkuk ettirilmiş olması da, hukuki dayanaktan yoksundur (HGK'nun 22.01.2014 gün ve 2013/13-508 E. 2014/39 K. ve 20.01.2016 gün ve 2014/13-193 E. 2016/16 K. sayılı ilamları da aynı yöndedir). Nitekim, aynı konuda taraflar arasında görülen ve derecaattan geçerek kesinleşen davalarda da, davalı idarenin atık su bedeli talep edemeyeceği kabul edilmiştir.

Hal böyle olunca, mahkemenin aynı gerekçeye dayalı, davanın kabulüne dair direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, onanmalıdır. 

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, 6100 sayılı HMK'nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26.06.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan V.                Üye                 Üye                       Üye              Üye
N. ABACI UTKU      F. PINARCI     G. KAHRAMAN    M. ÖZER     E. ATEŞ

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/3-2083
KARAR NO   : 2021/1064

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 Muş 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                        : 13/04/2016
NUMARASI                : 2016/12 - 2016/616
DAVACI                      : Muş Alparslan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı vekili Av. F.A.
DAVALI                      : Muş Belediye Başkanlığı vekili Av. M.K.B.

1. Taraflar arasındaki “istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Muş 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

 I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:  

4. Davacı vekili 08.03.2012 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili üniversite rektörlüğünün kendisine bağlı meslek yüksekokulunun su ihtiyacını müvekkili tarafından inşa edilen kuyu suyu ile sağladığını, davalı belediyenin bu konuda hiçbir hizmeti olmamasına rağmen 01.03.2010-27.09.2011 tarihleri arasında toplam 22.992,88 TL su faturası tahakkuk ettirdiğini, bu talebin yasal olmadığının anlaşılması üzerine haksız tahsil edilen bedelin iadesi yönündeki ihtardan da sonuç alınamadığını, borcun varlığı konusunda hataya düşülerek yapılan ödemeler nedeniyle davalının sebepsiz zenginleştiğini ileri sürerek bu bedelin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili; davaya konu tahakkukların Belediye Başkanlığı Gelirler Tarifesine göre belirlendiğini ve Belediye Meclisi kararı doğrultusunda yapıldığını, davacının herhangi bir itirazda bulunmadan fatura bedellerini ödediğini, kuyudan çıkan su kadar atık üreten davacının bu bedelden sorumlu olduğunu, mücavir alan sınırlarında kalan taşınmazdaki atıksuların müvekkilinin sağladığı alt yapı hizmetleri aracılığıyla bertaraf edildiğini, bu durumun yapılacak inceleme sonucunda anlaşılacağı gibi alacağın zamanaşımına da uğradığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

6. Muş 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.03.2014 tarihli ve 2012/172 E., 2014/183 K. sayılı kararı ile; davacı üniversitenin yerleşkesinde kendi açtığı kuyu ve buradan tüm su ihtiyacını karşılamak üzere aktif hâlde çalışan ve yeterli kapasitede pompa ve hidrofor sisteminin mevcut olduğu, yine aynı sistemin suyun tahliyesini de sağladığı, belediyenin verdiği hizmetten faydalanılmadığı, bu hususun bilirkişi raporlarıyla ispat edildiği, her ne kadar belediyece sağlanan alt yapı hizmetleri kullanıldığında davalı belediye tarafından atıksu hizmet bedeli alınabilecek ise de davaya konu su faturalarında atıksu bedelleri için hiçbir ücret belirlenmediği, böyle olunca atıksu bedeli bakımından mahsup yapılamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesince 27.10.2015 tarihli ve 2015/13397 E., 2015/16757 K. sayılı karar ile; “… Taraflar arasındaki uyuşmazlık; davacının su ihtiyacını karşılamak üzere kuyudan temin ettiği su için atıksu bedeli talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

5393 sayılı Belediye Kanunu'nun, Belediyenin yetkileri ve imtiyazları başlıklı 15. maddesinin d bendinde 'd) Özel kanunları gereğince belediyeye ait vergi, resim, harç, katkı ve katılma paylarının tarh, tahakkuk ve tahsilini yapmak; vergi, resim ve harç dışındaki özel hukuk hükümlerine göre tahsili gereken doğal gaz, su, atıksu ve hizmet karşılığı alacakların tahsilini yapmak veya yaptırmak.' şeklinde, Meclisin Görev ve Yetkileri başlıklı 18.maddesi f) bendinde 'Kanunlarda vergi, resim, harç ve katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı hizmetler için uygulanacak ücret tarifesini belirlemek.' şeklinde düzenlenmiştir.

Hukuk Genel Kurulunun ve Dairemizin istikrar kazanmış uygulamasına göre; kendi taşınmazındaki kuyudan su çıkararak su kullanan kişi ve kuruluşlardan su bedeli alınamaz, ancak kendi taşınmazından çıkarılan su; lavabo, wc, mutfak, araç yıkama vs. yerlerde kullanılarak atıksu (kirli su) üretilmesi ve üretilen bu atıksuyunda Belediyelerin bakım ve gözetiminde olan kanalizasyon tesislerine verilmesi hâlinde atıksu bedeli alınabileceği yönündedir.

Somut olayda, davacı rektörlüğe bağlı meslek yüksek okulunun su ihtiyacının davacıya ait kuyu suyundan karşılandığı, hükme esas alınan raporlardan; keşfe katılan jeoloji uzmanı bilirkişinin, kuyu suyu debisinin meslek yüksek okulun günlük su ihtiyacını karşılamaya yeteceğini, makina uzmanı bilirkişinin ise, okulda kuyudan suyu alarak mevcut binalara taşıyan, aktif halde bulunan yeterli kapasitede su pompa ve hidrofor sisteminin bulunduğunu, davacının kendi imkanları ile suyun tahliye edildiğini bildirdiği anlaşılmaktadır.

Davacıya ait kuyu suyundan davalıya bağlı okulun su ihtiyacı için kullanımı ile ortaya çıkan atık (kirli) suyun nasıl ve ne şekilde uzaklaştırıldığına dair bir araştırma ve inceleme yapılmamış, mahkemece davalı tarafından herhangi bir kanalizasyon hizmetinin verilmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Mahkemece, yargılama sırasında bilgisine başvurulan bilirkişiler tarafından, atıksuyun nasıl ve nereye tahliye edildiğini saptanmadığı gibi talep edilen her bir dönem için denetime elverişli bir şekilde su/KSUB bedeli hesaplaması da yapılmamıştır. Atıksu tüketim bedeli hesaplaması konusunda uzman bilirkişi tarafından, davalının tahakkuk ettirdiği bedelden davacının sorumlu olup olmadığının mahallinde keşif yapılarak belirlenmesi, davalının sorumlu olduğunun tespiti halinde davalı Belediye Meclis Kararı ile belirlenen ücret tarifesi üzerinden ödenmesi gereken atıksu bedelinin hesaplanması gerekmektedir.

Hal böyle olunca, mahkemece dava dosyasının atıksu tüketim hesabı konusunda uzman bilirkişilerin de aralarında bulunduğu üç kişilik uzman bilirkişi kuruluna verilmesi, bilirkişi heyetinden davalının davacı taraftan isteyebileceği bedellerin denetime elverişli bir şekilde hesaplatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Mahkemece 13.04.2016 tarihli ve 2016/12 E., 2016/616 K. sayılı karar ile, ilk karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

 11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; bünyesinde bulunan kuyudan su ihtiyacını karşılayan davacı üniversitenin, davalı belediyece “su ücreti” açıklamasıyla tahakkuk ettirilen ve atıksuya ilişkin herhangi bir bedel içermeyen faturaların haksız şekilde tahsil edildiği iddiasıyla açtığı eldeki davada, mahkemece atıksuyun ne şekilde tahliye edildiği yönünde yeterli inceleme yapılıp yapılmadığı, faturaların atıksu bedeli olarak kesilmemiş olmasının dosya kapsamına göre atıksuyun tahliye şekli konusunda inceleme yapılmasını gereksiz kılıp kılmadığı noktasında toplanmaktadır

III. ÖN SORUN

12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, davalı vekilinin direnme kararına karşı temyiz dilekçesinde dile getirdiği, bozma sonrası celse için duruşmanın ertelenmesi talepli mazeret dilekçesinin hukuka aykırı şekilde reddedilerek savunma hakkının kısıtlandığı iddiasının haklı ve yerinde olup olmadığı ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

13. Ön sorunun çözümünde öncelikle savunma hakkıyla ilgili açıklama yapılması, devamında hukuk yargılaması usulünde tarafların duruşmaların ertelenmesi taleplerinin ne şekilde değerlendirilmesi gerektiğinin ortaya konulması yerinde olacaktır.

14. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesi ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Hukuki dinlenilme” başlıklı 27. maddesi nazara alındığında davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir (HMK 27). Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir (Anayasa 36/1). AİHS’nin adil yargılanma hakkı ile ilgili 6. maddesine göre ise taraflar; davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini, davaya ilişkin savunmaları için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma, kendini savunma, avukat yardımından yararlanmayı isteme hakkına sahiptir. Bu hakkın unsurlarından olan aleniyet ilkesi hukukumuzda HMK'nın 28. maddede kapsamlı olarak düzenlenmiştir. Belirtilen hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı ve aleniyet ilkesi ile hak arama hürriyetinin gerçekleşmesinin en önemli aracı duruşma yapılmasıdır. Duruşma günü oturuma katılma imkânı olmayan taraf buna ilişkin mazeretini bildirip belgeleyerek, duruşmanın ertelenmesini isteyebilir. Bu isteği kapsayan dilekçenin HMK'nın 445. maddesi gereğince elektronik ortam olan UYAP üzerinden duruşma saatine kadar gönderilmesi mümkün olup ayrıca fiziki olarak gönderilmesi gerekmez. O hâlde, HMK’nın 150. maddesi kapsamında duruşma tayin edilerek usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan yalnız biri duruşmaya katılırsa, gelmeyen tarafın geçerli mazeret gönderip göndermediği, gerekli masrafın karşılanıp karşılanmadığı incelenmeli, gelen tarafın bu mazeret dilekçesine karşı beyanına göre, gerekli değerlendirme yapılmalıdır.

15. Bu değerlendirme yapılırken adil yargılanma hakkının temel bir ögesi olan “makul sürede yargılama yapılması” ilkesi de gözden kaçırılmamalıdır. Anayasanın 141. maddesinin son fıkrasına göre “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir”. HMK'nın 30. maddesinin "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür" düzenlemesi ile 150/2. maddesindeki "geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemez" hükmü de bu amaca hizmet etmektedir.

16. Yukarıda yer alan hükümler birlikte değerlendirildiğinde; davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması biçiminde açıklanan temel ilke çerçevesinde, davacının duruşmaya katılmama gerekçesi geçerli bir özür (mazeret) olarak kabul edilebilir ise yargılamaya devam edilmeli ve dosya işlemden kaldırılmamalıdır.

17. Bununla birlikte geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen usul kurallarının kanunun amacına uygun olarak kullanılması gerekir. Bu doğrultuda hâkim tarafın mazeret talebini değerlendirirken objektif birtakım ölçülere başvurmak zorunda olduğundan, duruşmanın ertelenmesini gerektirir mazeretin ne olduğu ilgilisince açıkça ortaya konulmalı ve bu mazeretin haklılığını, geçerliliğini ispat yönünde bilgi ve belgeler mahkemenin takdirine sunulmalıdır.

18. Bu açıklamalar ışığında ön sorun incelendiğinde; bozma sonrası yeniden yapılan yargılamada taraflar usulüne uygun şekilde duruşmaya davet edilmiş, bozmaya karşı diyeceklerini bildirmek üzere süre talep eden davalı vekiline mahkemece 23.03.3016 tarihli celsede bir hafta süre verilmiş, bu sürede herhangi bir beyanda bulunmayan davalı vekili sonraki (13.04.2016 tarihli) celse için duruşmaya katılamayacağını, mesleki mazeretinin kabulü ile duruşmanın başka bir güne ertelenmesi talebini içerir dilekçesini sunmuştur. Söz konusu dilekçede mesleki özrün ne olduğu açıklanmadığı gibi bu hususu aydınlatır herhangi bir bilgi ve belge de sunulmadığından mahkemece verilen sürede bozmaya karşı diyeceklerini bildirmeyen, mazeretini de belgelendirmeyen davalı vekilinin duruşmanın ertelenmesi isteğinin reddedilmesinde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Davalı vekili direnme kararına karşı temyiz isteminde bu durumun savunma hakkını kısıtladığından bahisle hükmün bozulması gerektiğini belirtmiş ise de yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde savunma hakkının kısıtlandığından bahsedilemeyeceği gibi, temyiz dilekçesi ekinde sunulan ve sonraki bir tarihte düzenlenen 18.04.2016 tarihli belgenin de usulüne uygun dile getirilmeyen mazeret talebini geçerli hâle getirmeyeceği açıktır.

19. Hâl böyle olunca davalı vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının yerinde olmadığı anlaşıldığından oy birliğiyle ön sorunun bulunmadığı sonucuna varılarak işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

IV. GEREKÇE

20. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle konuyla ilgili mevzuat hükümlerinin incelenmesinde fayda vardır.

21. 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 11. maddesinin birinci fıkrasına göre “Üretim, tüketim ve hizmet faaliyetleri sonucunda oluşan atıklarını alıcı ortamlara doğrudan veya dolaylı vermeleri uygun görülmeyen tesis ve işletmeler ile yerleşim birimleri atıklarını yönetmeliklerde belirlenen standart ve yöntemlere uygun olarak arıtmak ve bertaraf etmekle veya ettirmekle ve öngörülen izinleri almakla yükümlüdürler”.

22. Aynı maddenin dördüncü fıkrası ise “Atıksuları toplayan kanalizasyon sistemi ile atıksuların arıtıldığı ve arıtılmış atıksuların bertarafının sağlandığı atıksu altyapı sistemlerinin kurulması, bakımı, onarımı, ıslahı ve işletilmesinden; büyükşehirlerde 20.11.1981 tarihli ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunla belirlenen kuruluşlar, belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeler, bunların dışında iskâna konu her türlü kullanım alanında valiliğin denetiminde bu alanları kullananlar sorumludur” hükmünü içermektedir.

23. Maddenin altıncı fıkrasında, atıksu altyapı sistemlerini kullanan ve/veya kullanacakların, bağlantı sistemlerinin olup olmadığına bakılmaksızın, arıtma sistemlerinden sorumlu yönetimlerin yapacağı her türlü yatırım, işletme, bakım, onarım, ıslah ve temizleme harcamalarının tamamına kirlilik yükü ve atıksu miktarı oranında katılmak zorunda oldukları, bu hizmetlerden yararlananlardan, belediye meclisince ve bu maddede sorumluluk verilen diğer idarelerce belirlenecek tarifeye göre atıksu toplama, arıtma ve bertaraf ücreti alınacağı düzenlenmiştir. Bu fıkra uyarınca tahsil edilen ücretler, atıksu ile ilgili hizmetler dışında kullanılamaz.

24. Çevre Kanunu’nun atıksuların arıtılması ve tahliyesiyle görevli kıldığı belediyelerin yerine getirmekle yükümlü bulundukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği harcamaların karşılığını oluşturan ve büyük bir bölümü kamu hukukuna dayalı olan gelir kaynakları, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nda sayılmıştır. Ağırlıklı olarak bu gelir kaynakları, ilan ve reklam vergisi (md.12), eğlence vergisi (md.17), haberleşme vergisi (md.29) elektrik ve havagazı tüketim vergisi (md.34) gibi çeşitli vergilerden; ikinci kısımda düzenlenen belediye harçlarından ve üçüncü kısımda düzenlenen harcamalara katılma paylarından oluşmaktadır. “Ücrete tabi işler” başlıklı 97. maddede ve ayrıca “Müze giriş ücretleri ile madenlerden belediyelere pay” başlıklı mükerrer 97. maddede, belediyelerin gelir elde edecekleri diğer kaynaklar düzenlenmiştir. Buna göre “Belediyeler bu Kanunda harç veya katılma payı konusu yapılmayan ve ilgililerin isteğine bağlı olarak ifa edecekleri her türlü hizmet ve belediye mücavir alan sınırları içerisinde yer altı sularından kamu ve özel kişiler tarafından elde edilen kullanma ve sanayi suları için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almaya yetkilidir. Belediyeye tekel olarak verilmiş işler kendi özel hükümlerine tabidir”.

25. Davalı Belediyenin 2012 Mali Yılı Gelir Tarifesinin 4/f. maddesinde sondaj suyu kullanan resmî kurumların her metreküp için yüzde kırk oranında atıksu ücretlendirmesi yapılacağı düzenlemesi yer almaktadır.

26. Açıklanan düzenlemeler bir arada değerlendirildiğinde; kuyu suyunun yeşil alanlarda sulama suyu olarak kullanılması durumunda su ve atıksu bedelinin ödenmeyeceği, ancak bu kuyu suyunun yeşil alan dışında kullanılıp (evde, işyerinde, wc, lavabo vs.) çıkan atık (kirli) suyun kanalizasyon tesisine deşarj edilmesi hâlinde Tarife hükümlerine göre atıksu bedelinin ödeneceği açıktır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.04.2016 tarihli ve 2017/3-964 E., 2019/476 K.; 20.01.2016 tarihli ve 2014/13-193 E., 2016/16 K.; 22.01.2014 tarihli ve 2013/13-508 E. 2014/39 K. sayılı kararlarında da kendi taşınmazındaki kuyudan su çıkartarak kullanan kişinin fiili kaçak su kullanımı olarak değerlendirilemezse de, kişinin bina ya da işletmede kullandığı kuyu suyu kadar atıksu ürettiği, atıksuların uzaklaştırılması konusunda verilen hizmetlerden yararlanması ve atıksuları kanalizasyon şebekesi vasıtasıyla binadan uzaklaştırması hâlinde, yukarıda belirtilen Tarife ile belirlenen atıksu bedelinden sorumlu tutulması gerektiği kabul edilmiştir.

27. Bu çerçevede davacının atıksu bedelinden sorumlu olup olmayacağının belirlenebilmesi için kuyudan temin edilen suyun ne şekilde kullanıldığının, kanalizasyon sistemine aktarılmak suretiyle tahliye edilip edilmediğinin tereddüte mahal vermeyecek açıklıkla ortaya konulması gerekir.

28. Eldeki davada davacı üniversite rektörlüğü kendisine bağlı yüksekokulun tüm su ihtiyacının yerleşke içerisinde bulunan kuyudan temin edildiğini, davalı belediyeden atıksuyun tahliyesi yönünde hizmet alınmadığını ileri sürmüştür. “Tüm su ihtiyacının karşılanması” ifadesinden sadece sulama ihtiyacı değil yüksekokul binalarında kullanılacak suyun da bu kuyudan sağlandığı sonucuna varılabilir ise de mahkemece yapılan bilirkişi incelemesi bu yönü açıklığa kavuşturmamış, sadece hidrofor sisteminden ve bu sistem aracılığıyla tahliyenin sağlandığından bahsetmiştir.

29. Oysa mahallinde keşfen yapılacak incelemede kuyu suyunun davacı tarafından nerelerde kullanıldığı ve tahliyesinin ne şekilde sağlandığı mahkeme gözlemi ve konusunda uzman bilirkişi incelemesiyle ortaya konulmalı (HMK 290/2), davalının dava konusu yerin mücavir alan sınırları içerisinde kaldığı ve kanalizasyon hizmetlerinden yararlanıldığı savunması üzerinde durularak itirazları karşılanmalı, bu kapsamda davacının sorumlu tutulabileceği atıksu bedelinin bulunup bulunmadığı, varsa miktarı tespit olunmalıdır.

30. Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere Mahkemece yapılan inceleme bu yönden yetersiz, alınan bilirkişi raporları da hüküm kurmaya elverişsizdir.

31. Bunun yanı sıra; davalı tarafından tahakkuk edilen faturalarda atıksu bedeli sıfır olarak gösterilerek faturanın su bedeli açıklamasıyla kesilmiş olması, davacının belediyenin kamu hizmeti olarak sunduğu kanalizasyon ve alt yapı hizmetlerinden faydalandığının tespit edilmesi hâlinde kanun gereği karşılamakla yükümlü olduğu atıksu bedelinden sorumlu tutulmasına engel olmayacaktır. Zira aksini kabulün, davacının kamu aleyhine sebepsiz zenginleşmesine sebep olacağı açıktır. Mahkemenin atıksu bedeli açıklamasıyla fatura kesilmediğinden bu bedelin hesaplanarak mahsup edilmesinin mümkün olmadığı yönündeki gerekçesi isabetsizdir.

32. Hâl böyle olunca, mahkemece davacının atıksu bedelinden sorumlu tutulmasını gerektirir kullanımının bulunup bulunmadığı usulüne uygun şekilde incelenmeli, bu inceleme sırasında davacının delil olarak sunduğu, davalı belediyeye hitaben yazılan ve eldeki davaya konu edilen toplam 22.992,88 TL lik su faturasu bedelinden bir kısmının (eğitim fakültesi, sağlık yüksekokulu ve rektörlük eski hizmet binasında kullanılan su kullanım bedeline karşılık 7.201,44 TL'sinin) kabul edilerek mahsubunun talep edildiği gözden kaçırılmaksızın, taraf itirazlarını karşılar bilirkişi raporu alınmalı ve varılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır.

33. Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenler yanında yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin uyuşmazlık noktasına ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.09.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.