KEŞFİN NEDEN YAPILDIĞINI VE BİLİRKİŞİLERİN UZMANLIK ALANLARINI AÇIKLAMAYAN KESİN SÜRE SONUÇ DOĞURMAZ.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


13 Haz
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/4-1462
KARAR NO   : 2021/104

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 28/01/2015
NUMARASI                 : 2014/555 - 2015/15
DAVACILAR                : 1- G.A., 2- H.Ç.Ç., 3- M.Ç. vekilleri Av. A. A.
DAVALILAR                : 1- S.Ç., 2- F.Ç. vekilleri Av. S.E.

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:                  

4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkilleri ile davalı Süleyman Ç.’ın kardeş olduklarını, davalı Feride Ç.’ın ise davalı Süleyman Ç.’ın eşi olduğunu, tarafların babaları Ahmet Ç. ve anneleri Emine Ç.’ın kök murisleri olan Mehmet ve Emine Ç.’a ait olan taşınmazlarla ilgili bir kısım işlemler yapıldığını, bunların yapılmasındaki amacın mirasçı olan dava dışı Hafize E.’ten mal kaçırmak ve miras hakkından ıskat etmek olduğunu, kök muris Mehmet ve Emine Ç.’ın mirasçılarının Ahmet Ç. ve kardeşi Hafize E. olduğunu, Hafize E. tarafından Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/180 E., 2003/295 K. sayılı dosyasında davalılar Emine Ç. ve Ahmet Ç. mirasçılarına karşı açılan tapu iptali ve tescil davasında mahkemenin kabul kararı verdiğini, aynı mahkemenin 2002/888 E., 2006/148 K. sayılı dosyasında davalılar Emine Ç. ve Ahmet Ç. mirasçılarına karşı açılan alacak davasında ise mahkemenin kısmen kabul kararı verdiğini, yine belirtilen davalılar aleyhine Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ecrimisil alacağı davasının da kısmen kabul ile sonuçlandığını, bu kararların icra aşamasına gelindiğinde tarafların bir araya gelerek 12.12.2006 tarihli sözleşme düzenlendiğini, Hafize Ç. ile Ahmet Ç. mirasçılarının ibralaştığını, ancak bu defa da müvekkilleri ile davalılar arasında ihtilaf oluştuğunu, sözleşmenin 5. maddesinde belirtilen 21237(eski-21258) ada 1 nolu parselde müvekkillerin hissesinin davalılardan malik Feride Ç. tarafından müvekkillerine hisseleri oranında verilmediğini, sözleşmede belirtilen 21.64 ada 1 nolu parselde davalı Feride Ç.’ın gayrimenkuldeki hissesini dört kardeş adına devir ve teslim edecekken bunu yapmadığını, ancak 1012 metrekarelik bu parseli yeni malikler Güngör ve Halime ile birlikte kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile müteahhide verdiklerini, inşaattan her bir malik adına ikişer daire ile davalı Feride’nin müteahhitten ayrıca çek olarak 20.000 TL aldığını, alınan bu dairelerden Halime, Güngör ve Feride’nin birer daireyi kendi üzerlerinde bıraktıklarını, Güngör’ün dairenin birini miras paylaşımında en çok mağdur olan Mehmet Ç.’a satış yoluyla devrettiğini, Halime’nin bir dairesinin de davalı Süleyman ile birlikte 80.000 TL bedelle satıldığını, fakat bedelinin Süleyman tarafından alınmasına karşın Halime’ye hâlen iade edilmediğini, diğer malik Feride’nin ise bir daireyi 74.000 T L bedelle başkalarına satarak bu paradan müvekkillerine pay verilmediğini, böylece davalı Feride’nin 20.000 TL müteahhitten, 74.000 TL satıştan olmak üzere toplam 94.000 TL haksız kazanç sağladığını, bu parada dört kardeşin de payının olduğunu, 21.64 ada 9 nolu parsel sayılı taşınmazın davalı Feride tarafından satılarak Dikmen’de bir daire satın aldığını, dairenin değerinin 200.000 TL olduğunu, 21.64 ada 8 nolu parsel sayılı taşınmazın da davalı Feride tarafından satılarak Balgat’ta değeri 160.000 TL’yi aşan Süleyman adına bir daire satın alındığını, sözleşmenin 2/2. maddesinde öngörülen 20.000 TL’yi davalı Süleyman’ın önceki müvekkilinden aldığı hâlde müvekkillere bu miktardan pay vermemiş olduğunu ileri sürerek 21.64 ada 1 nolu parselde yapılan inşaattan davalı Feride Ç. tarafından 74.000 TL’ye satılan taşınmaz bedelinin müvekkillerinin ¾ hissesi olan 55.500 TL’den şimdilik 10.000 TL için, 21.64 ada 9 nolu parseldeki arsanın satışı karşılığı 200.000 TL’lik daire satın alınması nedeni ile bu daireden müvekkillerinin ¾ hissesine isabet eden 150.000 TL’den şimdilik 10.000 TL için, 21.64 ada 8 nolu parselin satılarak 160.000 TL’ye daire alınması nedeni ile müvekkillerinin ¾ hissesi olan 120.000 TL’den şimdilik 5.000 TL için, sözleşmenin 2/2. maddesi uyarınca davalı Süleyman Ç. tarafından alınan 20.000 TL’den davacıların hissesine düşen 15.000 TL’den şimdilik 5.000 TL için, 21.64 ada 1 nolu parselde inşaat yapan müteahhitten alınan 20.000 TL’den müvekkillerinin hissesine isabet eden 15.000 TL’den şimdilik 5.000 TL için olmak üzere toplam 35.000 TL’nin davalılara gönderilen ihtarnamenin tebliğ tarihi olan 01.04.2010’dan itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, bu talep mahkemece kabul edilmediği taktirde sorumlulukları oranında belirtilen bedelin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; 21.64 ada 1 parselde kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, sözleşme hükümlerine göre taksim yapılıp herkesin dairelerini aldığını, iki bağımsız bölümün ise taraflar arasında ortak olarak kaldığını, müvekkili Süleyman Ç. tarafından 3 nolu dairenin satılıp bedelinin davacı Mehmet Ç.’a ödendiğini ve elinden ibra belgesi alındığını, 2 nolu dairenin davacı Halime Ç.’ya verildiğini, Halime’nin bu daireyi satıp, yarısını Güngör’e ödeyeceğini, ancak ödenip ödenmediğinin bilinemediğini, sözleşmenin 2/2. maddesinde 20.000 TL’nin müvekkili Süleyman Ç.’a verileceğinin kararlaştırıldığını, bu parada diğer mirasçıların bir hakkının bulunmadığını, 21.64 ada 8 ve 9 parsellerin geldisinin 190 sayılı kadastro parseli olduğunu, bu parsel ile ilgili Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/888 esasına kayıtlı davada bedele ilişkin karar verildiğini, Ankara 9. İcra Müdürlüğünün 2006/6813 sayılı takip dosyası ile bedelin ödendiğini, bu şekilde bedelin ödenip tarafların ibralaştığının sözleşmede yer aldığını, sözleşmede olmayan evin bedelinin talep edilebilmesinin mümkün olmadığını, 21.64 ada 1 parsel ile ilgili davalıların inşaatın müteahhidinden çek, bono ya da nakit para almadıklarını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 01.02.2012 tarihli ve 2010/454 E., 2012/36 K. sayılı kararı ile; tarafların delilleri toplanarak mahallinde keşif yapılmasına karar verildiği, 14.07.2011 tarihli celsede keşif ile ilgili karar verilerek yatırılacak ücretlerin belirlendiği, seçilen bilirkişiler keşif gün ve saatinde mahkemede hazır olmalarına karşın davacı tarafın keşif ücretini yatırmadığı, bu nedenle keşfe gidilemediğine ilişkin tutanak tanzim edildiği; davalı vekilinin de davacının kesin sürede bu işlemi yapmadığından, yeniden keşif yapılması için masraf yatırması konusunda süre verilmesine muvafakat etmediği, bunun dışında davacıya yemin teklif etme hakkı hatırlatıldığı hâlde, bu hakkın davacı tarafça kullanılmadığı ve ara kararından rücu isteminin de ret edildiği, davacı tarafça mahkemeden resen bilirkişi raporu alınmasının talep edildiği, eldeki davanın mahkemece resen araştırma gerektiren dava türlerinden olmadığı gerekçesiyle ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Özel Dairece karar onanmış, davacılar vekilinin süresi içerisinde karar düzeltme isteminde bulunması üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27.05.2014 tarihli ve 2014/1089 E., 2014/8683 K. sayılı kararı ile karar düzeltme istemi kabul edilip, onama kararı kaldırılarak;

“… Dava, kat karşılığı inşaat sözleşmesinden, muris muvazaasından ve taraflar arasındaki sözleşmeden doğan zararın tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar, Dairemizin 07/11/2013 gün ve 2013/11812 Esas - 2013/17214 Karar sayılı ilamıyla onanmış, davacılar tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiştir.

Davacılar, 12/12/2006 tarihinde düzenlenen sözleşme hükümlerini davalıların yerine getirmediklerini belirterek alacaklarının tahsilini istemişlerdir. Mahkemece, keşif ücretinin verilen kesin süreye rağmen yatırılmaması ve yemin teklifinin yerine getirilmemesi nedeniyle reddine karar verilmesi doğru değildir. Öncelikle mahkemece yapılması gereken iş, sözleşmede geçen taşınmazların tapu kayıtlarıyla akit tablolarının getirtilip sözleşme hükümleri ile birlikte değerlendirilerek, davacıların davalılardan bu sözleşme gereğince talep etmeyi hak ettikleri bir alacaklarının bulunup bulunmadığı belirlenmeli, sözleşme hükümlerinin uygulanmadığının belirlenmesi hâlinde ihtiyaç duyulursa alacak miktarının hesaplanması için keşif yapılması gerekmektedir. Bu uygulamaya gidilmeyerek, sözleşme hükümleri hiç değerlendirilmeden keşif avansı yatırılmadığı ve yemin teklifi yapılamadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir,…” gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuş, davacılar vekilinin diğer karar düzeltme itirazları ise reddedilmiştir.

Direnme Kararı:

 9. Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.01.2015 tarihli ve 2014/555 E., 2015/15 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeler yanında, Yargıtay’ın bozma ilamında tapu kayıtlarının ve akit tablolarının getirtilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, dosyada tapu kayıtlarının ve akit tablolarının mevcut olduğu; davacı tarafın da tanık deliline dayandığını isim ve adreslerinin yazılı olduğu 20.12.2010 havale tarihli dilekçede belirtmiş olmasına rağmen, dilekçe altında ya da ekinde herhangi bir isim bildirmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; sözleşmede belirtilen taşınmazların tapu kayıtlarıyla akit tablolarının getirtilip sözleşme hükümleri ile birlikte değerlendirilmesinin gerekip gerekmediği, buradan hareketle mahkemece sözleşme hükümleri hiç değerlendirilmeden keşif avansı yatırılmadığı ve yemin teklifi yapılmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesinin isabetli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

13. Türk yargı sistemine göre hukuk yargılamasında hâkim kendiliğinden bir davayı inceleyip, uyuşmazlığı çözemez. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da hâkim, tarafların istekleri ile bağlı tutulmuştur (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) m.72, 74, 75; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 24, 25, 26).

14. Kamu düzeninin gerektirdiği hâller dışında hâkimin resen yargılamayı sürdürmesi olanaklı olmadığından ve tarafların davayı hazırlama ve takip etmeleri gerektiğinden hâkimin davacının yapmadığı bir işlemi kendiliğinden ikmal etmesi olanaklı değildir (Taraflarca hazırlama ilkesi).

15. Az önce açıklanan genel kuraldan ayrık olarak, usul hukukunda hâkimin re'sen araştırma yapabileceği hâllere de yer verilmiştir. Bu gibi durumlarda olayın özelliğine göre hâkim, incelemelerin gerektirdiği masrafların taraflarca ödenmemesi hâlinde sonradan haksız çıkan taraftan alınmak üzere, Maliye Hazinesinden karşılanmak suretiyle gereğini yerine getirir (Re'sen Araştırma İlkesi, HUMK m. 415; HMK m. 325 ).

16. Bu bağlamda, taraflarca yapılması gereken işlemler, bunlar için yasada öngörülen süreler ile bunların yargılamaya etkisine ilişkin düzenlemeler ile yargısal uygulamanın irdelenmesi gerekmektedir:

17. HMK’da öngörülen süreler, nitelikleri bakımından, taraflar için konulmuş süreler ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır;

Mahkemeler için konulmuş olan süreler hak düşürücü nitelikte değildir. Mahkemelerin süresinden sonra yapmış oldukları işlemler de (örneğin, mahkemenin vermiş oldukları kararlar da (HMK m. 294/4) geçerlidir (Kuru, B./Aydın, B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, s. 614, İstanbul 2020).

Eş söyleyişle hâkim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukukî sonuç doğurur.

18. Şu hâlde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslarüstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir sürede yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.

19. Sürelerin önemli bir kısmı ise taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur (Kuru/Aydın, s.612). Taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen süreler ve hâkim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır:

Kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir (Cevap süresi, temyiz süresi gibi). Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanunî süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re'sen gözetilir. Başka bir ifadeyle, kanunî süreler hak düşürücü niteliktedir (Kuru/Aydın, s.613).

20. Hâkimin tespit ettiği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hâkim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, HMK’nın 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir. Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2; HUMK m.163).

21. Yukarıda da belirtildiği üzere ilke olarak hâkimin verdiği süre kesin değildir. Kesinlik için şu iki durumdan birinin varlığı zorunludur:

İlk hâlde, hâkimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hâkimin verdiği ikinci sürenin kesin olması, bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m.163, c.4; HMK 94/2). Bu hâlde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi sonuç değişmez.

İkinci hâlde ise, yasaya göre hâkimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK m.163/3 c.3; HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının da ilgili tarafa ihtar edilmiş olması gerekir.

22. Kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır. Bu ilkenin doğal sonucu, yargısal kesin süreyle sadece tarafların değil, hâkimin de bağlı olduğu ve dolayısıyla hâkimin bu tür bir ara kararından dönmesinin hukuken geçersiz bulunduğudur.

23. Kısaca belirtmek gerekirse; ister kanun, ister hâkim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi olanaklı değildir.

24. Öte yandan, HUMK’nın 163. maddesi ile HMK’nın 94. maddesi uyarınca mahkemece kesin süreye ilişkin ara kararında; yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her bir iş için ne miktar ücret yatırılacağının hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, özellikle tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukukî sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut delillere göre karar verilip, gerektiğinde ret kararı verilebileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.

25. Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, taraflar dinlenmesini istedikleri tanık ve bilirkişinin veya yapılmasını istedikleri keşif ve sair işlemlerin masraflarını mahkeme veznesine yatırmaya mecbur olup, hâkim tarafından verilen sürede gerekli masrafı vermeyen tarafın talebinden sarfınazar ettiği kabul edilir. Hâkimin bu masrafların yatırılması konusunda verdiği sürenin kesin olduğunu usulünce karara bağladığı hâllerde, kesin süreye uymayan tarafın bu delile dayanma olanağı kalmaz. Kesin süre tarafların yanında hâkimi de bağlayacağından uyulmaması hâlinde, gereğinin hâkim tarafından hemen yerine getirilmesi gerekir.

26. Bazı hâllerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Buradan hareketle, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir.

27. Önemle vurgulanmalıdır ki, mahkemelerin gerek maddi hukuka ve gerekse usul hukukuna ilişkin hak düşürücü ara kararlarının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması ve sonuçlarının, sıfatı ne olursa olsun ilgilisine bildirilmesi zorunludur. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 13.10.2010 tarihli ve 2001/17-510 E.,2010/485 K.; 28.04.2010 tarihli ve 2010/2-221 E. 2010/241 K.; 08.06.2011 tarihli ve 2011/7-353 E. 2011/387 K.; 28.03.2012 tarihli ve 2012/19-55 E. 2012/249 K.; 30.01.2013 tarihli ve 2012/19-671 E., 2013/151 K. sayılı kararlarında da bu hususlara değinilmiştir.

28. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki dava sözleşmeden kaynaklanan alacak istemine ilişkin olup, mahkemece ispat edilemediğinden bahisle davanın reddine karar verilmiştir.

29. Mahkemece 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde yapılan 14.07.2011 tarihli duruşmada, davacı tarafa keşif ücreti yatırması için ara kararı ile verilen kesin süre incelendiğinde; bu ara kararından keşfin ne amaçla yapılacağı anlaşılamadığı gibi keşfe katılacak bilirkişilerin hangi uzmanlık alanına sahip kişilerden oluşacağı ve her bir bilirkişiye ödenecek ücretin ne kadar olduğu ayrı ayrı belirtilmemiştir. Yine bilirkişi celbine ilişkin masrafın ne kadar olduğu da anlaşılamamaktadır. Ayrıca ara kararında verilen süreye uyulmaması durumunda davacı tarafın bu istekten vazgeçmiş sayılacağının ihtar edilmesine karşın, mahkemece ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir. Dolayısıyla mahkemenin keşif ücretinin süresi içerisinde yatırılmaması durumunda uygulanacak olan yaptırıma ilişkin ihtarı dahi isabetsiz olmuştur.

30. Sonuç olarak, davacıya verilen kesin süre HUMK’nın 163. maddesi ile yargısal uygulamada öngörülen şartları taşımadığından verilen bu süre bir sonuç doğurmaz, eş söyleyişle hakkı düşürücü bir süre olarak kabul edilemez.

31. Esasen mahkemece dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının geldi ve gittilerine ilişkin kayıtlarıyla birlikte dosyaya kazandırılmadan keşif ara kararı kurulması da isabetli olmamıştır. Çünkü bu durumda dosyanın bu hâliyle keşfe hazır olduğundan söz edilemez.

32. O hâlde mahkemece dava konusu taşınmazların tapu kayıtları geldi ve gittisiyle ilgili tapu sicil müdürlüklerinden temin edilip, gerekiyorsa yukarıda açıklandığı şekilde HMK’nın 94. maddesinde belirtildiği gibi usulüne uygun olarak keşif ara kararı kurulup, tüm aşamalar geçildikten sonra varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, usulüne uygun olmayan kesin süreye dayalı olarak davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir.

33. Hâl böyle olunca direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, direnme kararının yukarıdaki değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.02.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.