KURAL OLARAK YASAL SÜRE GEÇTİKTEN SONRA DELİL BİLDİRME TALEBİNİN REDDİ GEREKİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


04 May
2019

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/2-1588
KARAR NO   : 2018/2045

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           : 
İzmir 15. Aile Mahkemesi
TARİHİ                     : 22/03/2016
NUMARASI              : 2016/105 - 2016/201
DAVACI                    : A.K. mirasçıları;
                                   1- M.K. 2- M.K. 3- C.K. vekilleri Av. G.Ö.
DAVALI                    : N.K. vekili Av. N.D.G.

Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 15. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 19.09.2013 tarih ve 2013/164 E., 2013/675 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 22.09.2014 tarih ve 2014/6789 E., 2014/17952 K. sayılı kararı ile:

"... Mahkemece, henüz ön inceleme dahi yapılmadan tensiple 04.03.2013 tarihinde taraflara "tanık listesini sunması, delil olarak gösterecekleri belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermesi, başka yerden getirtilecek belgelere ilişkin bilgi verilmesi" yönünde ara kararı verilmiştir. Davalı (kadın) vekilinin, 16.05.2013 tarihinde yapılan ön inceleme duruşmasında yaptığı delil bildirme talebi mahkemece “cevap süresi içerisinde delillerini bildirmemiş olması sebebiyle” reddedilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa göre ön inceleme duruşması yapılıp taraflar arasındaki çekişmeli hususlar belirlenmeden, davalıdan, delil listesi sunması istenemez. Bu bakımdan tensiple bu yönde verilen ara kararı sonuç doğurmaz. O halde, mahkemece yapılacak iş, davalıya delillerini bildirmesi için süre verilmesi, gösterdiği takdirde delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir. Bu husus gözetilmeden, davalıya iddialarını ispat hakkının tanınmamış olması "hukuki dinlenilme hakkının" (HMK md. 27) ve buna bağlı olarak "savunma hakkının" ihlali niteliğinde olup, hükmün bu sebeple bozulmasına karar vermek gerekmiştir...."

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma istemine ilişkindir.

Davacı vekili, tarafların sekiz yıldır evli olduğunu, aralarında yaş farkı bulunduğunu, başlangıçta bu durumu kabul eden davalının zamanla yaş farkını sorun hâline getirdiğini, müvekkiline hakaret ve küfür ettiğini, evden ayrılmadan önce kurmaca bir olay yaratarak boşanma davasında haklı çıkmak için şiddet gördüğünü söylediğini, müvekkilinin ölünceye kadar bakma vaadi ile bir evin mülkiyetini ve bankada bulunan bir miktar nakit parasını davalıya verdiğini, davalının ise müvekkiline vaat ettiği şekilde bakmadığı gibi müvekkilini terk ettiğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına karar verilmesini istemiştir.

Davalı süresinde ibraz ettiği cevap dilekçesinde, davacının şiddet uyguladığını, sürekli hakaret ettiğini, davacının ilk evliliğinden olan çocuklarının da hakaretine maruz kaldığını, hakkına düşen parayı aldığını, sürekli dövüldüğü, kapı dışarı atıldığı ve küfür edildiği için onunla evlendiğine pişman olduğunu söylemek zorunda kaldığını, bütün ihtiyaçlarını annesinin karşıladığını, rahatsızlığı sebebiyle davaya geç cevap verdiğini belirterek iki hafta kadar ek süre verilmesini istemiştir.

Davalı vekili 15.05.2013 tarihli dilekçesinde, müvekkilinin kusurlu olmadığını, sürekli şiddet gördüğünü, evden kovulduğunu, hakarete maruz kaldığını belirterek davanın reddine, müvekkili yararına 500,00TL tedbir nafakasına hükmedilmesini, 19.09.2013 tarihli son duruşmada hükmedilen tedbir nafakasının yoksulluk nafakası olarak devamına karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, 16.05.2013 tarihli ön inceleme duruşmasında davalı vekilinin tanık dinletme talebi reddedilmiş, nihai kararda ise davalının evlilik birliğinin gerektirdiği sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmediği, eşine karşı aşağılayıcı sözler söylediği, müşterek haneyi sık sık terk ederek annesinin evine gittiği, bu suretle boşanmaya neden olan olaylarda ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, davalının yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmiştir.

Davalı (kadın) vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Bozma kararı sonrası 24.10.2014 tarihinde davacının ölümü üzerine mirasçıları veraset ilamı sunarak davaya devam etmek istediklerini bildirmişlerdir.

Mahkemece, davalının cevap dilekçesinde dayanmadığı delile sonradan dayanma imkanının bulunmadığı, bu sebeple davalının delillerinin toplanmasına gerek görülmediği ve önceki hükümde direnildiği belirtilmiş, ancak davacının 24.10.2014 tarihinde ölümü nedeniyle "boşanma" kararı verilmesi imkanı bulunmadığından

Türk Medeni Kanunu'nun 181. maddesi gereğince davalının kusurlu olduğunun tespiti ile yasal mirasçı olamayacağına dair hüküm kurulmuştur.

Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca "usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar" oluşturulmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmak suretiyle HMK'nın cevap, delil bildirme ve ön inceleme duruşmasını düzenleyen 126. ve devamı maddeleriyle 140., 145. ve 194. maddelerinin, "ön inceleme duruşmasına kadar geçen dilekçelerin verilmesi aşamasında delil bildirmeyen (tanık, belge, keşif vs.. gibi) davalı tarafa ön inceleme duruşmasından sonra delillerini bildirmek için süre verilmesinin mümkün olmadığı" şeklinde yorumlandığı, bu sebeple bozma kararının usul ve yasaya uygun olmadığı, mahkemenin direnme kararı verirken önceki kararda bir değişiklik yapmaması gerektiği, ancak davacının Yargıtay bozma kararından sonra ölümü ve mirasçıların davaya dahil olması nedeniyle boşanma hükmü kurmanın yasal olarak ve fiilen mümkün olmadığı, ilk yargılama aşamasındaki delillere göre TMK'nın 181. maddesine uygun olarak davalının kusurlu olduğunun ve yasal mirasçı olamayacağının tespitine karar verildiği belirtilerek kurulan direnme hükmü davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanma davasına konu olayda ön inceleme duruşması yapılmadan tensip tutanağı ile davalının delillerini sunması için süre verilip verilemeyeceği, cevap dilekçesinde delil bildirmeyen davalıya ön inceleme duruşmasında delillerini bildirmesi için süre verilmesinin gerekip gerekmediği, varılacak sonuca göre davalının hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilip edilmediği noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce mahkemece tarafların boşanmalarına dair verilen ilk kararın Özel Dairece bozulmasından sonra "davacının ölümü sebebiyle boşanma hükmü verilmesine yer olmadığına ve davalının kusurlu olduğu tespit edildiğinden yasal mirasçı olmayacağının tespitine" şeklinde direnme adı altında kurulan hükmün yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı, yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.

Bilindiği üzere, ilk derece mahkemelerinin temyiz incelemesi sırasında kararlarının bozularak geri gönderilmesi üzerine yeni delil ve araştırma yapmaksızın aynı kararı tekrar vermelerine usul hukukunda direnme (ısrar) kararı denilmektedir. Hemen belirtilmelidir ki, istikrar kazanmış Yargıtay içtihatlarına göre; mahkemece direnme kararı verilse dahi bozma kararında tartışılması gereken hususları tartışmak, bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme veya toplanan yeni delillere dayanmak, önceki kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurmak suretiyle verilen karar direnme kararı olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucunda verilen yeni hüküm olarak kabul edilir. Bir başka anlatımla, direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozma kararından esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir.

Bu açıklamaların yanı sıra ön sorun açısından 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) getirdiği bir yenilik olarak karşımıza çıkan 181. madde düzenlemesinin de irdelenmesi gerekmektedir. 

Kural olarak evlilik birliğini sona erdiren ve bozucu yenilik doğuran bir hak olan boşanma kararı ile taraflar birbirlerine karşı miras hukukundan doğan bütün haklarını kaybederler. Ancak TMK'nın 181. maddenin ikinci fıkrası uyarınca boşanma davası devam ederken, eşlerden birinin ölümü hâlinde mirasçılara davayı sürdürme hakkı tanınmıştır. Bu durumda sağ kalan eşin boşanmaya sebebiyet verecek derecede kusurunu ispatlanması hâlinde mirasçı olması engellenebilmektedir (m. 181/2).

Madde gerekçesinde bu husus; "Maddenin ikinci fıkrasında, boşanma davası devam ederken, davacı eşin ölümü hâlinde, davalının buna rağmen mirasçı olabilmesi belli koşullar altında engellenmektedir. Buna göre ölen davacının mirasçılarından herhangi birisinin davayı devam ettirmesi ve davalının kusurlu olduğunun sabit olması hâlinde, davalı eş, birinci fıkra hükmünde olduğu gibi davacıya mirasçı olamayacaktır. Davacı eşin ölümü hâlinde evlilik kendiliğinden son bulur. Bu nedenle davacının ölümüne rağmen, mirasçılardan birinin devam ettirdiği bu dava, eşlerin boşanmasına yönelik olmayacak, devam edilen davada, boşanmada davalının kusurlu olup olmadığı karara bağlanacaktır. Bir başka ifadeyle bu durumda devam edilen dava, boşanmada hangi eşin kusurlu olduğunun saptanmasına yönelik olacaktır. Bu durum özellikle zina, hayata kast, pek kötü davranış, haysiyetsiz hayat sürme sebeplerinden biriyle açılan boşanma davasında, davacının ölümü hâlinde, bu eylemlerde bulunan kusurlu davalı eşin buna rağmen mirasçı olabilmesi konusunda haksız ve adaletsiz sonuçların doğmasına da neden olabilecektir, işte bu haksız durumların önlenmesi amacıyla maddenin ikinci fıkrası kaleme alınmıştır." şeklinde ifade edilmiştir.

Somut olayda da; mahkemece ilk kararda davacı erkeğin açtığı boşanma davası davalının kusurlu olduğu gerekçesiyle kabul edilmiş, bu kararın Özel Dairece bozulmasından sonra davacı 24.10.2014 tarihinde ölümü ve mirasçılarının yukarıda belirtilen düzenlemeye uygun olarak davaya devam ettiklerini mahkemeye bildirmeleri üzerine, mahkemece bu hüküm dikkate alınmak suretiyle davaya kusur tespiti yönünden devam edilmiş ve bozma kararına karşı direnilmiştir. 

Yukarıda açıklandığı üzere, TMK'nın 181/2. maddesi ölen eşin mirasçılarının kusur tespiti yönünden davaya devam edebileceklerini öngören istisnai bir düzenleme olup somut olayda da bozma kararı sonrasında verilen direnme kararında davacının ölümü nedeniyle boşanma kararı verilmesi mümkün olmadığından mahkemece "davacının 24.10.2014 tarihinde ölümü nedeniyle boşanma hükmü verilmesine yer olmadığına" şeklinde hüküm kurulması zorunlu hâle gelmiştir. Aksi durumda, "ölüm" olayının varlığı görmezden gelinerek "tarafların boşanmalarına" şeklinde hüküm kurmak suretiyle direnme kararı verilmesinini açık bir bozma sebebi teşkil edeceği de tartışmasızdır. Açıklanan nedenlerle mahkemece verilen kararın yeni hüküm niteliğinde olmadığı kabul edilerek ön sorun oy çokluğu ile aşılmış ve işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Esasın incelenmesine gelince;

Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenlenmelerin incelenmesi gerekmektedir.

Anayasanın 90. maddesinin beşinci fıkra hükmü uyarınca, milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacak olması nedeniyle ilk olarak belirtilmesi gerekir ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 6. maddesinin birinci fıkrasına göre: “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir.

Anayasanın 141. maddesinde de “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilmek suretiyle davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerekliliği açıkça düzenlenmiştir. 

Açıklanan bu ilkelere paralel olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir. 

Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme imkanı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır. 

Bu noktada HMK'nın delillerin ibrazı ile ilgili hükümlerinin açıklanması gerekmektedir.

Şöyle ki; 6100 sayılı HMK’nın “Dava Dilekçesinin İçeriği” başlıklı 119/1-e-f maddesine göre; davacı, dava dilekçesinde, iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini ve iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini açıkça göstermek zorundadır”.

Maddenin gerekçesinde bu gerekliliğin, 6100 sayılı HMK’da bir yenilik olarak düzenlendiği ifade edilmiştir. Davacının genel ifadelerle delillerini belirtmesi yeterli sayılmayıp hangi delillere dayandığı dilekçeden anlaşılmalıdır. Delillerin bildirilmesine ilişkin bu düzenleme, somutlaştırma yükünün de bir gereğidir (Pekcanıtez, H: Medeni Usul Hukuku, C.15. Bası, İstanbul 2017, s. 1139).

6100 sayılı HMK’nın “Belgelerin birlikte verilmesi” başlıklı 121/1. maddesine göre; dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarıyla birlikte harç ve vergiye tabi olmaksızın davalı sayısından bir fazla düzenlenmiş örneklerinin veya sadece örneklerinin dilekçeye eklenerek, mahkemeye verilmesi ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur. Ayrıca, aynı Kanunun “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129/1-d-e. maddelerine göre, cevap dilekçesinde; davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ile savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin bildirilmesi gerekir. Bu husus davalının savunmasını somutlaştırma yükünün gereğidir. Davalı da davacı gibi yazılı delillerini cevap dilekçesine ekleyerek mahkemeye vermeli ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamalarda bulunmalıdır (Pekcanıtez, Pekcanıtez Usul, s.1237-1239).

Dava dilekçesinin davalıya tebliğinde, davalının iki hafta içinde davaya cevap verebileceğinin ihtar edilmesi gerektiği HMK’nın 122. maddesinde düzenlendikten sonra aynı süreye “cevap dilekçesini verme süresi” başlıklı 127. maddesinde tekrar yer verilerek “Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır…” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Önemle vurgulanmalıdır ki; HMK’nın 122. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere cevap süresi, Kanun tarafından düzenlenmiş kesin bir süre hâline getirilmiştir. 

HMK’nın “Süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin sonucu” başlıklı 6100 sayılı HMK’nın 128/1. maddesine göre; “süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır.” Davayı inkar etmiş sayılan davalı, daha sonra ikinci cevap dilekçesi veremez. Zira ikinci cevap dilekçesi cevaba cevap dilekçesine karşı verilir. 

Süresinde cevap vermediği için davayı inkar etmiş sayılan davalı, davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıaların doğru olmadığını (inkarı) ispat için karşı delil gösterebilir. Davalı, davayı inkarının karşı delilini göstermek bahanesi ile, yeni vakıalar (mesela zamanaşımı veya borcu ödediğini ileri sürerse, bununla savunmasını genişletmiş olur; bu ise kural olarak yasaktır. Bu hâlde mahkeme, davacının iddiasının doğru olmadığını ispat için davalının göstereceği delilleri inceleyip, davacının delilleri ile birlikte değerlendirerek varacağı sonuca göre hüküm vermelidir (Kuru B.\ Arslan R.\Yılmaz E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2014, 25. Bası, s.317).

6100 sayılı HMK’nın “Ön incelemenin kapsamı” başlıklı 137/1. maddesine göre; dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Mahkeme ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir.

6100 sayılı HMK’nın “Ön İnceleme duruşması” başlıklı 140/5. maddesine göre; ön inceleme duruşmasında, taraflara dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları için iki haftalık kesin süre verilir. Bu hususların verilen kesin süre içinde tam olarak yerine getirilmemesi hâlinde, o delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılmasına karar verilir. Aynı Kanunun 119 ve 121. maddelerinde delillerin gösterilmesinden bahsedilmesine rağmen, 137 ve 140. maddelerinde delillerin sunulmasından ve toplanmasından bahsedilmektedir. Burada vurgulanması gereken husus özellikle 140. maddede “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır.

6100 sayılı HMK’nın 140. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce, taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.

Özetle; 6100 sayılı HMK’nın 119/1-f maddesine göre dava dilekçesinde iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği, 129/1-e maddesine göre de cevap dilekçesinde savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin belirtilmesi gerekir. 6100 sayılı HMK’nın 137 ve 140. maddelerinde ise; 119 ve 129. maddelerdeki düzenlemenin aksine, delillerin belirtilmesinden değil, tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapmasından bahsedilmiştir. Buna göre; delillerin dava ve cevap dilekçelerinde belirtilmesi, dilekçelerinde belirtikleri delillerin en geç ön inceleme duruşmasında mahkemeye sunulması, başka bir yerden getirtilecek olması hâlinde delillerin toplanması için gerekli işlemlerin yapılması gerekir. Yani dava ve cevap dilekçelerinin verilmesinden sonra tarafların iddia ve savunmalarını kanıtlayıcı delil bildirmeleri mümkün değildir.

Dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesi aşamaları bu şekilde net sürelere bağlı olarak düzenlendikten sonra yasa koyucu, delil bildirmenin “süreye” bağlı olduğunu tekrar vurgulayan 145. maddeye yer vermiştir. 6100 sayılı HMK’nın “Sonradan delil gösterilmesi” başlıklı 145. maddesine göre; taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir. 

Sözü edilen maddede tarafların Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremeyeceklerine ilişkin olarak getirilen istisnanın dava ve cevap dilekçelerinde hiç delil belirtmeyen, ön inceleme aşamasında da delillerini sunmayan veya toplanması için gerekli işlemleri yapmayan tarafların tahkikat aşamasında delil bildirme haklarının olduğu şeklinde anlaşılması mümkün değildir. 145. maddenin gerekçesinde, “uygulamada, davaların uzamasının temel sebeplerinden birinin de gereksiz yere yeni delil sunulması ve bu konuda taraflara verilen sürelere uyulmaması olduğunun bilindiği, maddenin ilk fıkrasıyla, Kanunda belirtilen sürelerden sonra, davada yeni delil sunulmasının yasak olduğunun kural olarak benimsendiği, fakat iki istisnanın kabul edildiği, bunun için; yeni delil sunulması talebinin yargılamayı geciktirme amacı taşımaması veya delilin süresinde sunulmamasının ilgili tarafın kusuru dışında bir sebebe dayanması hâlinde, hâkimin gerekçesini de belirtmek şartıyla, yeni delil sunulmasına izin verebileceği, bu şekilde delil sunma kuralına istisna getirilmesinin hukuki dinlenme hakkının tabii bir sonucu olduğu” belirtilmiştir. 

Tahkikatın amacı, kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar. Bu sebeple 145'inci maddede belirtilen ve tarafın etki alanı dışında kalan çok özel durumlar dışında, sonradan delil sunulması hâlinde bu deliller dikkate alınmamalıdır. Keza, tarafların 145'inci madde şartları oluşmadan sonradan delil sunması ya da kanun yoluna başvururken bu şekilde delilleri dilekçesine ekleyip vermeleri kabul edilmemelidir (Özekes, Pekcanıtez Usul, s.1339).

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; 6100 sayılı HMK’nın sistematiği içinde; tahkikat aşamasına geçilmeden evvel tarafların uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Yargılamanın etkin ve makul bir süre içinde bitirilmesi için delil gösterilmesi dilekçelerin teatisi (dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap) aşamasına hasredilmiştir. Buna göre, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesi aşamasında herhangi bir delil bildirmeyen davacı veya davalıya ön inceleme duruşmasında delillerini bildirmesi için yeni bir süre verilmesine imkân bulunmamaktadır.

Somut olayda; davacı 04.03.2013 tarihinde boşanma davası açmış, vakıalarını ve bu vakıaları ispata yarar delillerini bildirmiştir. Davalı ise süresinde cevap dilekçesi ibraz etmiş ise de savunma vakıalarını ispata yarar herhangi bir delil sunmamıştır. Davalının cevap dilekçesi davacıya tebliğ edilmiş, davacı cevaba cevap dilekçesi vermemiştir. Dilekçeler karşılıklı olarak verilmesi aşaması bu şekilde tamamlanmıştır. Davalı vekili, 16.05.2013 tarihli ön inceleme duruşmasında "müvekkilim tarafından delil gösterilmemiş ise de, boşanma davası kamu davasıdır, delil avansı yatırılmıştır, bu nedenle tanıklarımızı bildirmek üzere süre talep ediyoruz” şeklinde beyanda bulunmuş, mahkemece davacının tanık dinletme talebi reddedilmiştir.

Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler dikkate alındığında, cevap dilekçesinde savunmanın dayanağı olarak herhangi bir delil (HMK. m. 129/1-e) sunmayan ve sonradan delil gösterilebilmesi için HMK’nın 145. maddesinde belirtilen istisnai hâllerin mevcudiyetini de ileri sürmeyen davalıya yerel mahkemenin delil bildirmesi için süre vermesine yasal olarak imkân bulunmamaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, bozma kararının boşanma davasına ilişkin olduğu, ancak bozma sonrası davacının ölümü nedeniyle boşanma davasının konusuz kaldığı ve mahkemece de kabul gördüğü üzere boşanma hakkında hüküm oluşturulmasının mümkün olmadığı, bu durumda mahkemenin direnme olarak adlandırdığı temyize konu kararın usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı, yeni hüküm niteliğinde olduğu ve bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevinin Özel Daireye ait olduğu ileri sürülmüş ise de yukarıda açıklanan gerekçelerle bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca; cevap dilekçesinde delil bildirmeyen davalı tarafın yasal süre geçtikten sonra delil bildirme talebinin reddi gerektiğine ilişkin olarak verilen direnme kararı yerindedir.

Ne var ki, TMK'nın 181. maddesinin ikinci fıkrası gereğince kusur tespitine yönelik olarak devam eden davada kusur durumu Özel Dairece incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerinde olup davalı vekilinin kusur tespitine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 27.12.2018 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 19 üyenin 10'u DİRENME KARARI YERİNDE, 9'u ise YENİ HÜKÜM DAİREYE yönünde oy kullanmışlardır.

"Dava dilekçesinde herhangi bir delil bildirmeyen daha sonra delil bildirme hakkını kaybeder" şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16 Kasım 2016 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/dava-dilekcesinde-delil-bildirmeyen-delil-bildirme-hakkini-kaybeder