MENFİ TESPİT DAVASINDA BONODAKİ İMZANIN İNKARI HALİNDE HMK 211. MADDE HÜKMÜ UYGULANMALIDIR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


28 Eki
2019

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/19-1656
KARAR NO   : 2019/548

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           :
İzmir 5. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                     : 02/10/2014
NUMARASI              : 2014/845 - 2014/246
DAVACI                    : M.K.
DAVALI                     : T.C. Z. Bankası A.Ş. Güzelyalı Şubesi vekili Av. A.A.S.

Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 8. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 05.06.2013 tarihli ve 2013/44 E., 2013/266 K. sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 05.03.2014 tarihli ve 2014/1746 E., 2014/4323 K. sayılı kararı ile,

“… Davacı, davalının 10.08.2007 ve 10.09.2007 vade tarihli her biri 7.500 TL. bedelli iki adet senede dayalı olarak icra takibi yaptığını, senetlerdeki borçlu imzalarının kendisine ait olmadığını ileri sürerek senetlerden dolayı davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin iyi niyetli hamil olduğunu, senetlerdeki borçlu imzasının davacıya ait olup olmadığını bilemeyeceğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, imza incelemesine esas olacak imza asıllarının bulunduğu delillerin bildirilmesinin taraflardan istenildiği, bu hususta kesin süre verildiği, ancak tarafların kesin süre içinde delil bildirmedikleri gerekçesiyle ispat olunamayan davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davaya konu senetlerin İzmir 21. İcra Müdürlüğü'nün 2010/5..8 sayılı icra takip dosyasında takibe konulduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece, senet asılları icra müdürlüğünden istenip davacının, senetlerin tanzim tarihinden önceki tarihlerde yetkili merciler önünde attığı imza örnekleri getirtilerek ve ayrıca mahkeme huzurunda da imza örnekleri alınarak, uzman bilirkişi kurulundan senetlerdeki imzanın davacıya ait olup olmadığı konusunda rapor alınıp, varılacak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. Tüm bu hususlar gözetilmeden eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru olmadığından mahkeme kararının bozulması gerekmiştir,…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, menfi tespit istemine ilişkindir.

Davacı, davalı tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla aleyhine icra takibi başlatılmış ise de borca dayanak gösterilen 10.08.2007 tarihli 7.500,00TL bedelli senet ile 10.09.2007 tarihli 7.500,00TL bedelli senetteki imzaların kendisine ait olmadığını ileri sürerek, borçlu olmadığının tespiti ile icra takibinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili bankanın dava dışı G. Nakliyat Ltd. Şti.’ye kredi kullandırdığını, icra takibine konu senetlerin kullandırılan kredi kapsamında bu şirket tarafından bankaya devredildiğini, davacı ile aralarında sözleşme ilişkisi bulunmadığını, bu nedenle takibe konu senetlerdeki imzaların davacıya ait olup olmadığının bankaca bilinemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur. 

Mahkemece, davacı icra takibine konu senetlerdeki imzaların kendisine ait olmadığını iddia etmiş ise de imza incelemesine esas imza asıllarının bulunduğu delilleri kesin süre içerisinde ibraz etmediği, imzaya ilişkin bilirkişi incelemesi yapılmadan mevcut delillere göre karar verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir.

Davacının temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, tensip zaptında taraflardan senetlerin tanzim tarihleri öncesi itibariyle incelemeye esas ıslak imzalarının bulunduğu belge asılları ellerinde ise ibraz etmeleri, değil ise bulundukları yeri bildirmelerinin istenildiği ancak bu ara kararının yerine getirilmediği, ön inceleme tutanağının beşinci bendinde de aynı hususta yeniden karar verilerek iki haftalık kesin süre tanındığını ve kesin sürenin sonuçlarının bildirilmesine rağmen istenilen hususların yerine getirilmediği, bu durumda davalı lehine müktesep hak doğduğu, davacının incelemeye esas imza örneklerini bildirmediğinden imza incelemesinden vazgeçmiş sayıldığı, sadece davacının imza örneklerinin alınmasının iddianın ispatına yeterli olmayacağı, mahkemece kesin olarak istenen hususların davacı tarafından yerine getirilmeyip tekrar Özel Daire tarafından yerine getirilmesinin istenmesinin yargılama usulüne aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda mahkemece imza incelemesine esas olmak üzere ıslak imzalı belgelerin sunulması ya da bu belgelerin bulundukları yerin bildirilmesi için davacıya kesin süre verilmesine ve kesin sürenin sonuçlarının hatırlatılmasına rağmen ara karar gereğinin yerine getirilmemesi karşısında Özel Dairenin bozma kararı uyarınca imza incelemesi yapılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, konuyla ilgisi bakımından “ispat yükü”ne ilişkin açıklama yapılmasında yarar vardır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6. maddesi:

“Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. ”

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “İspat yükü” başlığını taşıyan 190. maddesi:

“(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.

(2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” hükmünü içermektedir.

Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü taşıyacaktır. İspat yükünün belirlenebilmesi için önce ilgili maddi hukuk kuralındaki koşul vakıaların doğru bir şekilde tespit edilmiş olması ve buna uygun somut vakıaların ortaya konulmuş olması gerekir. Her bir vakıa bakımından lehine hak çıkarma çerçevesinde ispat yükü kuralları belirlenir. Ancak kanunda özel olarak ispat yükünün belirlendiği hâllerde, genel kurala göre değil, kanunda belirtilen şekilde ispat yükü belirlenecektir.

İkinci fıkrada ise, karinelerin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir.

Karine belli bir olaydan, belli olmayan diğer bir olay için çıkarılan sonuçtur. Karineler ispat yükünün bir istisnasını oluşturur. Lehine karine olan taraf ispat yükünden kısmen veya tamamen kurtulur. Karine söz konusu olduğunda, karine temeli ile karine sonucunu birbirinden ayırt etmek gerekir. Karineye dayanan taraf, sadece karine sonucunu ispat yükünden kurtulmuş olur, ancak karine temelini ispat etmek yükü altındadır. Bu durumu vurgulamak için, fıkrada açık düzenleme yapılmıştır. Kesin kanuni karineler dışında, karşı taraf karinenin aksini ispat edebilir. Fıkrada, özellikle aksini ispat kavramına yer verilmiştir. Zira aksini ispat ve karşı ispat farklı kavramlardır. Karine söz konusu olduğunda, karşı ispat faaliyeti yerine karine ile kabul edilen durumun aksinin ispat edilmesi söz konusu olur.

Bir senette yer alan yazının veya imzanın inkâr edilmesi durumunda, 6100 sayılı HMK’nın 208. maddesinin birinci ve üçüncü fıkrası anlamında bir “sahtelik iddiası” söz konusu olur. 6100 sayılı HMK’nın 208. maddesine ilişkin gerekçede bu husus “Maddenin kenar başlığında “Yazı veya imza inkârı” ibaresi birlikte kullanılmıştır. Her iki husus uygulamada sahtelik iddiası olarak adlandırılan durumu ifade etmektedir” şeklinde belirtilmiştir (Pekcanıtez H./ Özekes M./ Akkan M./ Korkmaz H.T.: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, Cilt II, İstanbul 2017, s. 1792).

Öte yandan, bir senetteki imzanın inkâr edilmesi hâlinde, mahkemenin imzanın sahte olup olmadığı konusunda kendiliğinden araştırma yapması gerekir. Bu araştırma ve incelemenin sırası ise 6100 sayılı HMK’nın 211. maddesinde düzenlenmiştir (Pekcanıtez H./ Özekes M./ Akkan M./ Korkmaz H.T., s. 1794).

Buna göre; bir senedin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda bu hususta karşı tarafın açıklamaları da dikkate alınarak ve aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak karar verilir (m. 211/1).

Hâkim ilk önce inkâr edilen imza hakkında tarafları dinler ve tarafların gösterdikleri delillerle bir kanaat edinmeye çalışır. Bu şekilde yeterli kanaat sahibi olması halinde senedin kabul veya reddine karar verir.

İmzayı inkâr eden taraf duruşmada hazır değilse, hâkim imzayı inkâr eden tarafı isticvap eder. İsticvap için mahkemeye davet edilen taraf belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr etmiş olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir. 

Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememişse huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle başka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle senedin sahteliği hakkında bir karar verir (m. 211/a.c.1 ve 2).

Yukarıdaki şekilde yapılan incelemeye rağmen sahtecilik konusunda kesin bir kanaat oluşmamışsa hâkim bilirkişi incelemesine karar verir (m.211/b.c.1). Bilirkişi incelemesi yapılmadan önce mevcutsa, o tarafa ait karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar ilgili yerlerden getirtilir (m.211/b,c. 2).

Bilirkişi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir (m. 211/b), (Kuru B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2016, s 350 vd.). 

6100 sayılı HMK’nın 211. maddesinde yer alan ve imza incelemesi konusunda getirilen bu sıraya uyulması zorunludur. Buna göre hâkim imzayı inkâr eden tarafın isticvap edilmesine karar verdiği hâlde, bu davete icabet edilmemesi imzanın ikrar edilmiş sayılması sonucunu doğuracak ve bilirkişi incelemesi yapılmasına ihtiyaç kalmayacaktır. Aynı şekilde inkâr edilen imza ile karşılaştırılan imzanın birbirine benzemediğinin ilk bakışta tespit edilebildiği hâllerde bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek yoktur (Pekcanıtez H./ Özekes M./ Akkan M./ Korkmaz H.T., s. 1795).

Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, her ne kadar mahkemece, davacıya imza incelemesine esas belge asıllarını ibraz etmesi ya da bulundukları yerin bildirilmesi hususunda kesin süre verilmiş ise de kambiyo senedindeki imzanın keşideciye ait olduğu yönündeki ispat yükü, senedi elinde bulundurup icra takibine girişen ve senette yer alan imzanın borçluya ait olduğunu iddia eden davalı alacaklıya düşmektedir. Bu durumda davacıya verilen kesin süre icapsız davet niteliğinde olmakla yerinde değildir. Mahkemece bonoda yer alan imzanın inkârı hâlinde az önce yukarıda anılan 6100 sayılı HMK’nın 211. maddesinde belirtilen yöntem incelenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.

Diğer taraftan gerekçeli karar başlığında, dava tarihi 05.02.2013 olduğu hâlde 15.09.2014 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.

Hâl böyle olunca direnme kararının, Özel Daire bozma kararında ve yukarıdaki belirtilen ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 09.05.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.