MURİS MUVAZAASINA DAYALI DAVA HER ZAMAN AÇILABİLİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


06 Eki
2015

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO            : 2013/1-2302
KARAR NO         : 2015/1313
 

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ          :
Hatay 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                    : 12.09.2013
NUMARASI             : 2013/318 E - 2013/390 K.
DAVACILAR           : Z.B., R.M. ve M.B. vekilleri Av. A.D.
DAVALILAR            : S.G. ve A.G. vekili Av. H.A.

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Hatay 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 19.06.2012 gün ve 2009/189 E. - 2012/315 K.sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14.02.2013 gün ve 2012/12689 E.-2013/1956 K. sayılı ilamı ile;

(... Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu ve dürüstlük kuralına aykırı bulunduğu gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacıların murisi Yusuf B.’un maliki olduğu 173 parseli davalı Sara’ya 174 parsel sayılı taşınmazdaki 7000/18361 payını da davalı Ali G.’e satış suretiyle temlik ettiği, bu taşınmazların daha sonra pek çok kez ifraz ve tevhit işlemlerine tabi tutularak çeşitli parselleri oluşturduğu, davacıların anılan temliklerin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 01.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Öte yandan, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda zamanaşımının sözkonusu olmadığı, işlemin muvazaalı olması durumunda üzerinden bir zaman geçmesi halinde geçerli hale gelmeyeceği ve herhangi bir süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabileceği kuşkusuzdur. Bu iddianın ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde değerlendirilmesi doğru değildir.

Hal böyle olunca, tarafların toplanan ve toplanacak tüm delilleri değerlendirilmek suretiyle, miras bırakanın davalılara yaptığı temliklerin yukarıdaki ilkeler doğrultusunda mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığının tespiti ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, anılan husus gözardı edilerek neticeye gidilmiş olması doğru değildir...)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacılar vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacılar vekili, tarafların miras bırakanları Yusuf B.'un maliki olduğu Hatay İli Antakya İlçesi, M. Köyü, 8 parsel sayılı taşınmazı davalılara satış yolu ile temlik ettiğini, yapılan temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek; dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının davacıların miras payları oranında iptali ile adlarına tesciline karar verilmesini dava ve talep etmiştir.

Davalılar vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Yerel mahkemece; “…davacıların dava açma hakkını kullanmalarının TMK’nun 2. maddesinde tanımı yapılan "dürüst davranma" ilkesine aykırılık teşkil ettiği, ayrıca davanın makul süre içerisinde açılmadığı …” gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar; taraf vekillerinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece bozma öncesi gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, murisin ölüm tarihinin üzerinden uzunca bir zaman geçmiş olması halinde (somut uyuşmazlıkta 33 yıl) açılan muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil davasının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine aykırılık teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

Somut uyuşmazlıkta, muris Yusuf B. davalı kızı S. Güzel ile 23.08.1974 tarihinde, davalı damadı A. Güzel ile 21.08.1975 tarihinde dava konusu edilen satış suretiyle temlikleri gerçekleştirmiş, 20.03.1976 tarihinde ise vefat etmiştir. Dava murisin ölümünden 33 yıl geçtikten sonra açılmıştır.

Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda zamanaşımının söz konusu olmadığı, işlemin muvazaalı olması durumunda üzerinden bir zaman geçmesi halinde geçerli hale gelmeyeceği ve herhangi bir süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabileceği kuşkusuzdur. Bu nedenle muris muvazaasına dayalı olarak dava açılmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde değerlendirilmesi mümkün değildir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından temliklere 33 yıl ses çıkarılmamış olmasının ve malikin devamlı dava tehdidi altında bulunmasının 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 2. maddesine aykırılık teşkil edeceği görüşü dile getirilmiş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir

O halde, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harının yatırana geri verilmesine, 06.05.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2020/1-345
KARAR NO   : 2022/1186

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              : 
Akhisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                        : 16/01/2020
NUMARASI                : 2019/646 - 2020/45
DAVACILAR              : 1- A.Ç. 2- Z.Y. vekilleri Av. Ö.A.
DAVALI                      : H.İ.K. vekili Av. E.S.

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil, tenkis” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Akhisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 369. maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373. maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davalı vekilinin temyiz dilekçesinde talep ettiği duruşma talebinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin babası miras bırakan Ahmet K.’ın dava konusu 312 ada 41 ve 42 parsel sayılı taşınmazların geldisi olan 12 sayılı parseli 27.12.1972 tarihinde oğlu, müvekkillerinin de kardeşi olan Halil İbrahim’e 20.000 TL bedel üzerinden satış yoluyla temlik ettiğini, satış tarihinde müvekkillerinin on sekiz yaşında dahi olmadığını, taraflar arasındaki işlemin muvazaalı olduğunu, tarafların gerçek iradesinin mirastan mal kaçırmak amacıyla yapılan bağış işlemini içerdiğini, miras bırakanın mal satma ihtiyacının davalının da malı alım gücünün bulunmadığını, dava konusu evin rayiç değerinden çok düşük miktarda satış gibi gösterildiğini, işlemin yapıldığı tarihte miras bırakanın banka hesaplarında belirtilen miktarda para hareketliliğinin olmadığı gibi terekeden satış bedelinin de çıkmadığını, söz konusu tasarruflarda müvekkillerinin saklı paylarına tecavüz edildiğini ileri sürerek çekişmeli taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, tescil mümkün olmadığı takdirde ise tenkise karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; murisin ölümünden önce bakım, gözetim, tedavi ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla mallarını satma cihetine gittiğini, müvekkilinin de babasının taşınmazlarını bedeli karşılığında satın aldığını, anılan tarihte baba ve oğlu arasında satıma ilişkin belgenin olmamasının doğal olduğunu, dava konusu satışın sahih ve gerçek bir satış olduğunu, müvekkilinin satış tarihinden sonra taşınmazları kullandığını ve üzerinde tasarrufta bulunduğunu, miras bırakanın seneler önce ölmesi ve aradan kırk iki yıl geçtikten sonra dava açılmasının davacıların kötü niyetini gösterdiğini, davacıların mirastan kaynaklanan çekirdek haklarının zarara uğramadığını, tenkis talebinin hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle geçersiz hâle geldiğini, 1976 tarihinde Akhisar 1. Noterliği aracılığı ile düzenlenen taksim sözleşmesi ile de mirasçıların hak ile alacaklarını bölüştüklerini ve başka bir hak istemediklerini resmî bir şekilde beyan ettiklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Akhisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.06.2015 tarihli ve 2014/288 E., 2015/281 K. sayılı kararı ile; taşınmazların satış bedelinin davalı tarafça ödendiğinin ispatlanamadığı, davalının murisin tek erkek çocuğu olup satış tarihinde on dokuz yaşında olduğu, davalının eniştesi ile beraber tornacılık yaptığı kabul edilse dahi bu yaşta bir kişinin bir iki yılda dava konusu taşınmazları alabilecek kadar birikim yapmasının hayatın olağan akışına uymadığı, özellikle tarafların kardeşi olan tanık Ayşe Fidan'ın taşınmazın kardeşi olan davalıya bağışlandığı yönündeki beyanı dikkate alındığında murisin asıl amacının mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, bu hâliyle satışın muvazaalı olduğu, Akhisar 1. Noterliğinin 11.03.1976 tarihli ve 2672 yevmiye sayılı taksim sözleşmesinde dava konusu taşınmazların taksime konu edilmediği, terekeden çıkan bir taşınmazın taksime konu edilmiş olması hâlinde sonuç doğurmayacağından davalının bu savunmasına itibar edilmediği gerekçesi ile davanın kabulüne Manisa İli Akhisar İlçesi C. Mah. 312 ada 41 parsel, 312 ada 42 parsel 3 ve 4 nolu bağımsız bölümlerin davalı adına olan tapusunun iptali ile 1/8 hissenin davacı Aynur adına, 1/8 hissenin davacı Zeliha adına tapuya kayıt ve tesciline, kalan 6/8 hissenin davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 06.11.2018 tarihli ve 2015/14427 E., 2018/14084 K. sayılı kararı ile;

“… Somut olaya gelince; mirasbırakanın dava konusu taşınmazları dışında başka taşınmazlarının da bulunduğu, bu taşınmazların incelenmesinde, 428 parsel sayılı 9400 m2’lik tarlanın tamamını, 384 parsel sayılı 19.000 m2’lik tarlanın tamamını, 371 parsel sayılı 38.150 m2’lik tarlanın tamamını, 356 parsel sayılı 10.550 m2’lik tarlanın tamamını, 354 parsel sayılı 9.350 m2’lik tarlanın tamamını, 440 parsel sayılı 5.450 m2’lik tarlanın tamamını ve 442 parsel sayılı 1.332 m2’lik zeytinliğin tamamını mirasçılarına bıraktığı, hatta tüm mirasçıların katılımı ile anılan taşınmazların Akhisar 1. Noterliği’nin 11.03.1976 tarihli miras taksim sözleşmesine konu edildiği, mirasbırakanın geriye bıraktığı taşınmazların azımsanmayacak miktarda olduğu, mirasbırakanın mal kaçırma amacı ile hareket etmesi halinde mal kaçırmak istediği mirasçılarına herhangi bir şey bırakmama ya da daha az mal bırakma amacına uygun hareket etmeye çalışacağı, ne var ki eldeki davada mirasbırakanın bu şekilde hareket etmediği, dinlenen tanık beyanlarından mirasbırakan ile kızları arasında herhangi bir husumetin ortaya konulamadığı, mirasbırakanın bir çocuğunu diğer çocuğuna tercih etmesi için bir nedeninin bulunmadığı, ayrıca 6100 sayılı HMK’nın 190. ve 4721 sayılı TMK’nın 6. maddeleri uyarınca herkesin iddiasını ispatla mükellef olduğu gözetildiğinde davacı tarafın muvazaa iddiasını kanıtlayamadığı, muris muvazaası nedenine dayalı iptal-tescil davalarında herhangi bir hak düşürücü süre ya da zamanaşımı süresinin olmadığında kuşku yok ise de; temlik ve murisin ölüm tarihi üzerinden çok uzun süre geçmesinin eldeki davada olduğu gibi ispat hukuku açısından sorunlar doğurduğu, akitte gösterilen bedel ile keşfen saptanan gerçek değer arasındaki farkın da tek başına temlikin muvazaalı olduğunu göstermeyeceği bir bütün halinde değerlendirildiğinde mirasbırakan tarafından yapılan temlikin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Tenkis yönünden de; mirasbırakanın ölüm tarihine göre Eski Medeni Kanun’un 507/4. maddesi (4721 sayılı TMK’nın 565/4. maddesi ) uyarınca mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılma amacının aranması gerektiği ve yukarıda yer verilen açıklamalar uyarınca böyle bir amacın da kanıtlanamadığı anlaşılmıştır.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekir iken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Akhisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.01.2020 tarihli ve 2019/646 E., 2020/45 K. sayılı kararı ile; yargılamaya konu temlik tarihinden evvel ortak muris Ahmet K.'a akciğer kanseri teşhisi konulduğu, murisin kanser hastalığının tedavi edilemeyeceğini öğrendikten ve evine döndükten hemen sonra, eşi Fatma K.'ın da baskısıyla tek erkek evladı olan davalıya taşınmazını devrettiğinin samimi ve yalan beyanda bulunmasını gerektirir bir husumet yahut yakınlığı bulunmayan tanık Osman Fidan'ın beyanları ile sübuta erdiği, davalı tarafça taşınmazın bedeli ödenmek suretiyle satın alındığı savunulmuş ise de devir tarihi itibariyle henüz 19 yaşında olup askerlik görevini dahi tamamlamadığı, gelir getiren herhangi bir işte çalışmadığı, çok kısa süre torna işi ile iştigal ettiği tanık beyanlarından anlaşılan davalının işbu temlike esas satım bedelini muris babasına ödeyebilecek maddi imkânının bulunmadığı, satım bedelinin ödendiğini kabule yarar delil ileri sürülmediği gibi davalı mirasçı, taşınmaz için bedel ödese idi bu bedele terekede rastlanması gerekeceğinden görünürdeki satış işleminin gerçekte bağış amacıyla yapıldığına kanaat getirildiği, murisin sağlığında tüm mirasçılarını kapsar bir paylaştırma yapmayıp yalnızca davalı oğlu ve dava dışı kızı Gülsüm lehine tasarruflarda bulunduğu, murisin işbu temlikleri yapmakta makul görülebilir bir sebebinin olmadığı, diğer mirasçılarına mirasından daha az mal bırakma amacıyla hareket ettiğinin kabul edilmesi gerektiği, muvazaa iddiasının sübuta erdiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dosya kapsamı ve taraflarca sunulan delillere göre, miras bırakan Ahmet K. tarafından 27.12.1972 tarihinde davalı oğlu Halil İbrahim K.’a satış suretiyle yapılan dava konusu geldisi 12 parsel olan 312 ada, 41 ve 42 parselde kayıtlı taşınmaza ilişkin temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

14. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).

15. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 19. [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 18.] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;

"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.

16. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

17. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

18. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

19. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

20. Az yukarıda açıklanan TBK’nın genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

21. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

22. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

23. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

24. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

25. Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

26. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

27. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

28. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.

29. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

30. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

31. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.

32. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1912 doğumlu mirasbırakan 1973 yılında ölümü ile geriye mirasçı olarak davacı kızları Aynur K.Ç.’i, Zeliha K.Y.’yı, davalı oğlu Halil İbrahim K.’ı, dava dışı kızları Ayşe K.F.’ı, Fadime K.A.’ı, Gülsüm K. A.’ı ve kendisinden sonra ölen kızları Ümmü ile Fatma’dan olma dava dışı torunlarını bırakmıştır.

33. Dosya kapsamından mirasbırakan Ahmet K.’ın maliki olduğu 312 ada 12 parsel sayılı taşınmazını (551 m2’lik Bahçeli Kargir Ev) 27.12.1972 tarihinde davalı oğlu Halil İbrahim K.’a satış suretiyle devrettiği, 12 sayılı parselin 07.05.2013 tarihinde ifraz edilerek 236,65 m2’lik bahçeli kargir ev niteliğinde 312 ada 41 sayılı parsel ile 300,45 m2’lik arsa niteliğinde 312 ada 42 sayılı parselin oluştuğu, 312 ada 42 sayılı parsel üzerinde 21.01.2014 tarihinde kat irtifakı tesis edilerek 3 ve 4 no’lu bağımsız bölümlerin payına karşılık davalı adına tescil edildiği tespit edilmiştir.

34. Yine dosya kapsamı, taraflarca sunulan deliller ve dinlenen tanık beyanlarına göre, miras bırakana temlik tarihinden hemen önce akciğer kanseri teşhisi konulduğu, hastalığın tedavi edilemeyecek aşamada olduğunun öğrenilmesi üzerine murisin evine gönderildiği, murisin evine döndükten sonra eşinin baskısıyla taşınmazını tek erkek evladı olan davalıya devrettiği, devre ilişkin resmî işlemlerin murisin hastalığı nedeniyle evinde gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Davalı tarafça her ne kadar taşınmazın bedeli ödenmek suretiyle satın alındığı savunulmuş ise de; davalının devir tarihi itibariyle henüz on dokuz yaşında olup askerlik görevini dahi tamamlamadığı, gelir getiren herhangi bir işte çalışmadığı, torna işi ile iştigal ettiği tanık beyanlarından anlaşılan davalının çalıştığı süre de dikkate alındığında işbu temlike esas satım bedelini muris babasına ödeyebilecek maddi imkâna sahip olmayacağı, savunmada bahsi geçen taksim sözleşmesinin uygulanmadığı, davalının satım bedelinin ödendiği hususunda da yeterli delil sunamadığı kanaatine varılmıştır.

35. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulayabilmek için davacı tarafın miras bırakanın yaptığı temlik ile mirasçılarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini ispatlaması gerekmektedir.

36. Yukarıda anılan tüm hususlar birlikte değerlendirildiğinde, eldeki davada ispat yükü kendisinde olan davacı tarafın miras bırakanın çekişmeli temlik ile mirastan mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini ve işlemin muvazaalı olduğunu kanıtladığından bahisle davanın kabulüne dair verilen direnme kararı yerinde bulunmuştur.

37. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; miras bırakanın dava konusu taşınmazları dışında mirasçılara bıraktığı başka taşınmazlarının da bulunduğu, hatta tüm mirasçıların katılımı ile anılan taşınmazların Akhisar 1. Noterliği’nin 11.03.1976 tarihli miras taksim sözleşmesine konu edildiği, miras bırakanın geriye bıraktığı taşınmazların azımsanmayacak miktarda olduğu, dosya kapsamına göre miras bırakanın bir çocuğunu diğer çocuğuna tercih etmesi için bir nedeninin bulunmadığı gibi davacı tarafın muvazaa iddiasını da kanıtlayamadığı, miras bırakan tarafından yapılan temlikin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu söyleyebilme olanağının bulunmadığına işaret eden Özel Daire kararı yerinde olduğundan, tenkis yönünden değerlendirme yapılmak üzere kararın bozulmasının gerektiği ancak; tenkis talebi mahkemece incelenmediği hâlde Özel Dairenin bu açıdan da bozma karar vermesi hatalı olduğundan direnme kararının açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmasının gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

38. O hâlde, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen direnme kararı yasal düzenleme ve ilkelere uygun olup, yerindedir.

39. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Aşağıda dökümü yazılı olan ( 6.952,65TL) harcın temyiz edenden alınmasına,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.09.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Davacı dava dilekçesinde iddiasının dayanağı olan vakıaları (HMK 119/1-e), davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan vakıaları (HMK129/1-e) gösterir.

Hâkim, Türk hukukunu resen uygular (HMK 33/1). Bu hükmün sonucu olarak tarafların getirdiği vakıalara göre uyuşmazlığı belirleyip bu uyuşmazlığa doğru hukukî sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevidir.

Uyuşmazlığın vakıalara göre belirlenip çözümlenmesi usulün temel ilkesidir. HMK’nun bu ilkeye verdiği önem, vakıalarla ilgili olarak yirmiyedi ayrı maddede hüküm bulunması ve bu maddelerde otuzaltı kez vakıalar ibaresine yer verilmiş olmasından da anlaşılmaktadır.

Somut uyuşmazlıktaki önemi nedeniyle yargılamaya hâkim olan ilkelerden şu üçüne özellikle değinmek gerekir.

Tasarruf ilkesine göre; hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz (HMK 24/1). Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz (HMK 24/2).

Taraflarca getirilme ilkesinde ise; Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz (HMK 25/1). Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz (HMK 25/2).

Taleple bağlılık ilkesi bu iki ilkeyle bağlantılı olmakla birlikte daha somutlaştırılmış bir şekilde; hâkimin, tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olduğu ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremeyeceği ancak duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebileceği (HMK 26/1) hükmünü içermektedir.

Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere dava vakıalar üzerinden yürür. Vakıaları bildirmek taraflara aittir. Getirilen vakıalara göre uyuşmazlığı belirlemek ve bu uyuşmazlığa uyan hukukî sebebi belirleyip uygulamak ise hâkimin görevidir. Hâkim uyuşmazlığı ve hukukî sebebi belirlerken sadece davacı tarafın getirdiği vakıaları değil, davalı tarafın getirdiği vakıaları da esas alır ve buna göre doğru hukukî ilişkiyi belirleyerek uyuşmazlığı çözer. Ancak getirilmemiş vakıaları hükmüne esas alamaz.

Vakıalarla bağlılık taraflarca getirilme ve tasarruf ilkesinin de bir gereğidir. Davacının davaya konu etmediği, mahkeme önüne bir uyuşmazlık olarak getirmediği bir hususu mahkeme inceleyip bu konuda karar veremez. Hâkim uyuşmazlığın sınırlarını vakıalarla çizecek olup bu vakıalar dışına çıkarak ve yeni vakıaları kendiliğinden inceleyerek bir sonuca varıp karar veremez.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; direnme kararında diğer gerekçeler yanında, murisin 1973 yılında aynı köyde bulunan 359, 408 ve 443 parseli davalı ile diğer mirasçı Gülsüm’e devrettiğinden söz edilerek murisin bu temlikleri yapmakta makul görülebilir bir sebebinin olmadığı, diğer mirasçılarına mirasından daha az mal bırakma amacıyla hareket ettiğinin kabul edilmesi gerektiği belirtilmek suretiyle davaya konu olmayan temlikler hakkında da değerlendirme yapılmak suretiyle davaya konu temlik hakkında gerekçe oluşturulmuştur.

Yukarıda da açıklandığı üzere davacılar bu temlikler hakkında bir dava açmış olmadığı ve bu temlikleri muvazaa iddialarına dayanak bir vakıa ve olarak getirmedikleri hâlde bu temlikler ile ilgili değerlendirme yapılmak suretiyle muvazaalı olduğundan söz edilmesi ve dava konusu temlikin de muvazaalı olduğu şeklinde varılan sonuca dayanak vakıa ve delil olarak kabul edilmesi yukarıda yer verilen usulün temel ilke ve kurallarına aykırıdır. Zira hâkim gerek hüküm sonucu gerekse hükmün gerekçesi bakımından davaya konu edilen vakıalarla sınırlı bir inceleme yapmalı bunların sınırlarını taşmamalı hatta taraflara başka vakıaları hatırlatacak davranışlarda dahi bulunmamalıdır.

Aksine davranış kişileri yeni davalar açmaya da yöneltebilecek ve yeni uyuşmazlıkların ortaya çıkmasına neden olabilecektir. Kaldı ki bir tasarruf muvazaalı iken başka bir tasarruf muvazaalı olmayabilir. Tarafların aksine bir iddiası yok iken hâkimin kendiliğinden uyuşmazlık dışı temlikler hakkında gerekçede dahi olsa bir yargı veya görüş oluşturması üstelik davada taraf olmayan Fadime hakkında dahi bunu oluşturması, uyuşmazlık kapsamıyla asla bağdaşan bir gerekçe olmadığından diğer temliklerin de muvazaaya delil sayılarak sonuca varılması doğru olmamıştır.

Dava konusu taşınmazların geldi parseli olan 12 parselle ilgili olarak davaya konu temlikin muvazaalı olup olmadığının tespitinden önce murisin ölüm tarihi üzerinden 40 yılı aşkın süre geçtikten sonra bu şekilde dava açılmış olmasının hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı olup olmadığı üzerinde durulmalıdır. Bu konuda murisin davaya konu temliki yanında, tarafların murisin ölüm tarihi sonrasında terekeye konu mallarla ilgili yaptıkları işlemler de önem taşımaktadır. Davalı davaya cevabında mirasçılar arasında yapılan taksim sözleşmelerinin varlığına da dayandığından bunların içerik ve kapsamları üzerinde de durulması gerekmektedir.

Taraflar miras bırakan Ahmet K.’ın mirasçılarıdır. Dava konusu taşınmazlar Manisa İli, Akhisar İlçesi C. Mahallesinde bulanan ve davalı adına tapuda kayıtlı olan; 312 ada 41 parsel ile 312 ada 42 parsel sayılı taşınmazda yer alan 3 ve 4 nolu bağımsız bölümlerdir. Dava, bu taşınmazların geldi parseli olan 12 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak tapuda satış gösterilmek suretiyle 27.12.1972 tarihinde davalıya yapılan temlikin diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapıldığı ve muvazaalı olduğu iddiasıyla açılmıştır. Devir tarihinde 12 parsel bahçeli kerpiç ev vasfında olup 551 m² yüzölçümlüdür.

Muris bu işlemi yaptıktan kısa bir süre sonra 1973 yılı içinde vefat etmiştir. Mirasçılar 11.03.1976 tarihinde muristen kalan diğer taşınmazlarla ilgili olarak Akhisar Noterliğinde düzenleme şeklinde miras taksim mukavelesi yapmışlardır.

Miras taksimine ilişkin resmî sözleşmede; Manisa ili Akhisar ilçesi K. köyünde bulunan ve tarla niteliğinde olan 9400 m² yüzölçümlü 428 parsel, 19.000 m² yüzölçümlü 384 parsel, 38.150 m² yüzölçümlü 371 parsel, 10.550 m² yüzölçümlü 356 parsel, 9.350 m² yüzölçümlü 354 parsel taksime konu edilmiş ve mirasçılar Fadime A., Zeliha K., Gülsüm A., Ümmü K., Ayşe K., Fatma K. ve Aynur K.’a verilmiştir. Aynı sözleşmede Halil İbrahim K. ile Fadime K. diğer kişiler adına kendi haklarından feragat etmişlerdir.

Sözleşmede yine aynı köyde bulunan zeytinli tarla vasıflı 5450 m² yüzölçümlü 440 parsel ile zeytinlik vasıflı 1332 m² yüzölçümlü 442 parsel taksime konu edilmiş ve mirasçılar Fadime A., Zeliha K., Gülsüm A., Ümmü K., Ayşe K., Fatma K. ve Aynur K.’a verilmiştir. Halil İbrahim K. diğer kişiler adına kendi hakkından feragat etmiştir.

Taksime konu edilen taşınmazların toplam yüzölçümü 93.232 m² dir. Bu miras taksim sözleşmesi ile davalı Halil İbrahim K. taşınmazlar üzerindeki hakkından diğer mirasçılar yararına vazgeçmiş olup bu sözleşme ile murisin sağlığında yaptığı dava konusu taşınmaz devri de gözetilerek tarafların dengeleme yaptıkları, davalı bu yerlerden pay almayarak lehine yapılan kazandırmadan doğan sonucu diğer mirasçılar yararına gidermeye çalıştığı anlaşılmaktadır.

Bu şekilde miras taksimi yapılmış olmasına rağmen sonrasında 06.03.1980 tarihinde tapu sicil müdürlüğünde ayrıca taksim sözleşmesi yapılmış olup bu taksimde Halil İbrahim K.’a tarlalardan pay verilmemiş ancak 1332 m² yüzölçümlü 442 parsel sayılı zeytinliğin tamamı kendisine bırakılmıştır. Bu sözleşmede o tarihte sağ olan murisin eşi Fatma K.’a ise herhangi bir pay verilmemiştir.

İlk yapılan miras taksim sözleşmesinde davalı Halil İbrahim K. 1332 m² yüzölçümlü zeytinlikteki haklarından diğer mirasçılar yararına vazgeçmiş iken sonraki taksim sözleşmesinde bu zeytinlik davalıya verilmiştir.

Murisin eşi ilk taksimde pay sahibi iken sonraki taksimde pay sahibi olmadığı için mirasçıların aralarında anlaşarak mirasçı annenin çocuklara verilmesini kabul ettiği payları da kapsar şekilde yeni bir anlaşma yaptıkları ve buna göre ilk taksim sözleşmesinin zeytinlik yönünden değiştiği anlaşılmaktadır. Bu değişim önceki miras taksim sözleşmesindeki iradeden tümüyle vazgeçilmesi anlamında olmayıp annenin de sağlığında, taşınmazlardaki haklarını çocuklarına devretmek iradesini göstermesiyle gerçekleşmiştir. Bu kez zeytinliğin davalıya verilmesi davalıya annesinden gelecek payların karşılığı bir dengeleme amacı taşıdığı anlaşılmaktadır.

Bu aşamalar birlikte değerlendirildiğinde miras taksim sözleşmesinde davalının toplamı 93.232 m² eden taşınmazların hiç birinden pay almaması ile, murisin sağlığında dava konusu taşınmazlarla ilgili yaptığı temlikten dolayı mirasçı davacılar aleyhine doğan sonuçları gidermeye yönelik dengeleme gerçekleşmiştir. Davalıya daha sonra zeytinliğin verilmesi ise annenin sağlığında muristen kendisine kalan payları çocuklarına devretme amacına yönelik bir işlem olup bu durum davalının miras taksim sözleşmesindeki feragatının sonuçlarını ortadan kaldıran davranış içine girdiği şeklinde yorumlanamaz. Uyuşmazlığın çözümünde bu işlemlerin varlığı da gözetilmek suretiyle bir sonuca varılmalıdır.

Murisin sağlığında dava konusu taşınmazı davalıya devretmesi için geçerli bir nedeni olmadığından diğer mirasçılardan mal kaçırma amacıyla tapuda satış göstermek suretiyle muvazaalı temlikte bulunduğu düşünülebilir ise de murisin ölümünden sonra mirasçılar bir araya gelip anlaşarak bir dengeleme de yapmak suretiyle taksim sözleşmeleri yapmışlardır. Buna rağmen devir tarihi ve murisin ölüm tarihi üzerinden 40 yılı aşkın süre geçtikten sonra bu şekilde dava açılması hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir. Hukuk düzeni hakkın kötüye kullanılmasını korumayacağından açılan davanın bu nedenle reddi gerektiği hâlde yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır

Yukarıda açıklanan nedenlere dayalı olarak hükmün değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan hükmün onanması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Yakup ATA          Zeki GÖZÜTOK
Üye                     Üye