ÖZEL BAKIMA İHTİYACI OLMAYAN MURİS TEK EVİNİ BİRLİKTE YAŞADIĞI MİRASÇIYA KARŞILIKSIZ SATMIŞ İSE MUVAZAA KOŞULLARI OLUŞMUŞTUR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


03 Kas
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/1-1218
KARAR NO   : 2021/688

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                        : 19/04/2016
NUMARASI                : 2016/61 - 2016/119
DAVACI                      : A.M. vekili Av. L.S.
DAVALI                      : N.M. vekili Av. B.D.

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 06.02.2012 tarihli dava dilekçesinde; tarafların kardeş olup, mirasbırakan (babaları) İbrahim N.'nun 26.10.2011 tarihinde vefat ettiğini, murisin Üsküdar 1. Noterliğince düzenlenen 25.10.1993 tarih ve 5278 sayılı vasiyetname ile tek mal varlığı olan dava konusu 7 numaralı bağımsız bölümü kızı davalıya vasiyet ettiğini, vasiyetnamenin açılıp okunduğunu ancak murisin 15.04.1995 tarihinde taşınmazı intifa hakkı kendinde kalmak üzere kızına satış göstererek bedelsiz şekilde devrettiğinin tespit edildiğini, vasiyetnamenin düzenlenmesinden sonra yapılan satışın gerçek bir satış olmayıp murisin mal kaçırmak amacına yönelik olduğunu, davalının da alım gücünün bulunmadığını ileri sürerek muvazaalı olan işlemin iptali ile taşınmazın tekrar mirasbırakan adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiş, 12.07.2012 tarihli ön inceleme duruşmasında ise davacının miras payı oranında tapu iptali ve tescil isteğinde bulunduğunu açıklamıştır.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; öncelikle davanın süre yönünden reddi gerektiğini, sağlığında murisle maddi ve manevi olarak davalının ilgilendiğini, murisin de evini davalıya satarak bedelini tam olarak aldığını, ölümünden onaltı yıl önce yapılan satışın mal kaçırma amaçlı olduğunun ileri sürülmesinin tamamen kötü niyetli olduğunu, aksi hâlde aile arasında hiçbir satışın yapılamayacağını, sözü edilen vasiyetnameden ise müvekkilinin muris vefat edene kadar haberdar olmadığını, olsaydı vasiyet edilen bir yeri ödeme yaparak satın almayacağını, murisin taşınmazı satmasındaki gerçek amacın ise duyduğu para ihtiyacına rağmen kızından karşılıksız şekilde para almayı kabul etmemesi olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.01.2014 tarihli ve 2012/38 E., 2014/16 K. sayılı kararı ile; toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre murisin dava konusu taşınmazı kızı olan davalıya satış suretiyle devrettiği, ancak yakın akrabalık ilişkisi, tapuda gösterilen bedelin gerçek değerden çok düşük olması, murisin öncesinde vasiyetname yaparak taşınmazı davalı kızına vasiyet etmiş olması hususlarının murisin taşınmazı bedelsiz şekilde davalı kızına devretme arzusunu gösterdiği, intifa hakkını kendinde bırakıp ölünceye kadar taşınmazda oturması hususunun da daireyi kendisine bakıp gözeten davalıya bağışlamak ve diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı satış yaptığının kanıtı olduğu gerekçesiyle davacının miras payı oranında davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 15.06.2015 tarihli ve 2014/9261 E., 2015/8830 K. sayılı kararı ile;

"... Somut olaya gelince; tanık anlatımları ve yapılan araştırmadan hasta ve bakıma muhtaç olan murisin bakımının davalı kızı tarafından yapıldığı, oğlu olan davacının ise murisle ilgilenmediği anlaşılmıştır.

Hemen belirtilmelidir ki; satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığında olacağı kuşkusuzdur. Semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet ya da emek de olabileceği kabul edilmelidir. (HGK.'nun 29.4.2009 gün 2009/1-130 S.K.) Esasen, yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukukî dayanağını teşkil eden 1.4.1974 gün 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırmaya yönelik olması gerekmektedir. Özellikle davanın kabulü halinde kendisine de pay isabet edecek olan dava dışı diğer mirasçı Nilgün beyanında, evleninceye kadar kendisi, davalı kardeşi ve babasının birlikte oturduklarını, evin maddi yükünün muhasebe şirketinde çalışan ve geliri iyi olan davalının üzerinde bulunduğunu, kendisinin 1992 yılında evlenmesi üzerine babası ile davalının birlikte kalmaya başladığını, murisin tüm ihtiyaçlarını davalı tarafından karşıladığını, davacının herhangi bir katkısının olmadığını, murisin de bu nedenle evi kardeşine devretmek istediğini, ancak davalının karşılıksız almak istemediği için ev eşyaları satın alıp, evde tadilatlar yaptırdığını ayrıca aldığı emekli ikramiyesini de murise verdiğini ifade etmiştir.

Açıklanan hususlar yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde miras bırakanın dava konusu taşınmazı temlikinde gerçek irade ve amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma olmayıp, taşınmazı kendisi ile ilgilenip, bakımını yapan kızına duyduğu minnet duyguları sonucu devrettiğinin kabulü gerekir. Diğer taraftan, akitte gösterilen bedel ile gerçek bedel arasındaki fark da tek başına muvazaanın kanıtı sayılamaz.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir...” gerekçesiyle oy çokluğu ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.04.2016 tarihli ve 2016/61 E., 2016/119 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeler yanında tanık anlatımlarına göre 2006 yılında Bozcaada'ya taşınan davalının babasını bakımevine yatırdığı ve murisin burada vefat ettiği, bu gerçek karşısında ölene kadar babasının yanında kalmadığı, sonuç olarak murisin tek malvarlığını bedelsiz olarak davalıya devrettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda mirasbırakan tarafından davalı kızına satış suretiyle yapılan temlikin diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı, dosya kapsamı ve toplanan delillere göre murisin taşınmazını kendisi ile ilgilenip bakımını yapan kızına duyduğu minnet duygusu ile devrettiğinin kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

13. Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede;

“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.

14. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

15. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

16. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

17. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

18. Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

19. 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.

20. 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

21. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

22. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

23. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

24. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

25. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

26. Davayı açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından danışıklı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.

27. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

28. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

29. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.

30. Somut olayda ise 11.07.1920 doğumlu olan mirasbırakan İbrahim N. 26.10.2011 tarihinde vefat etmiş olup, eşinin kendisinden önce 04.04.1977 tarihinde ölümü nedeniyle geride davacı oğlu ile davalı kızı ve dava dışı Nilgün P. mirasçı kalmıştır. Davaya konu 134 parsel sayılı taşınmazdaki (7) numaralı bağımsız bölüm ise mirasbırakan adına kayıtlı iken, muris tek malvarlığı olan bu bağımsız bölümü Üsküdar 1. Noterliğinde düzenlediği 25.10.1993 tarihli vasiyetname ile davalı Nihal N.’na vasiyet etmiş, daha sonra da 25.04.1996 tarihinde intifa hakkını kendinde tutarak 84.000.000 TL bedelle davalıya satış suretiyle devretmiştir. Mahkemece yapılan keşif sonucunda ise taşınmazın temlik tarihindeki rayiç değeri 400.000.000 TL olarak belirlenmiştir.

31. Öncelikle belirtmek gerekir ki, gerçek bedeli alınmak suretiyle yapılan satışlarda temlikin mirasçıdan mal kaçırma amacıyla yapıldığından söz edilemez. Bu gibi durumlarda yapılan satış işlemi muvazaalı olmadığından muris muvazaası iddiası ile açılan davaların reddi gerekeceği kuşkusuzdur.

32. Satışa konu edilen bir malın devrinin ise belirli bir bedel karşılığında yapılacağı açıktır. Ancak, bedelin mutlaka para olması şart olmayıp, Hukuk Genel Kurulunun 16.06.2010 tarihli ve 2010/1-295 E., 2010/333 K.; 23.05.2019 tarihli ve 2017/1-1263 E., 2019/603 K.; 23.01.2020 tarihli ve 2017/1-1247 E., 2020/47 K.; 11.02.2021 tarihli ve 2017/1-1229 E., 2021/72 K. sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere belirli bir hizmet, bakım veya emek de semen olarak kabul edilebilir ve böyle bir durumda temlik ivazlı sayılır. Ancak, bu açıklamadan her türlü bakım veya hizmetin semen/bedel olarak kabul edileceği sonucuna varılmamalıdır. Çünkü evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev olduğu gibi eşlerin birbirilerine bakıp destek olmaları da evlilik birliğinin bir gereğidir. Bu nedenle, ana babanın ya da eşin normal bakımın ötesinde özel bir ihtimam ve bakıma muhtaç olduğu, görev sınırının aşıldığı durumlarda yapılan bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

33. Bu açıklamalar bağlamında somut olay ele alındığında; cevap dilekçesinde mirasbırakan ile maddi ve manevi yönden davalının ilgilendiği belirtilmekle birlikte sonuç olarak babasının parasal ihtiyacı nedeniyle taşınmazın bedeli karşılığında satın alındığı savunulmuştur. Dosya kapsamından tarafların annesinin uzun yıllar önce öldüğü, bekâr olan davalının babası ile birlikte yaşadığı, onunla ilgilenip ihtiyaçlarını karşıladığı anlaşılmakta ise de emekli maaşı ve sosyal güvencesi bulunan mirasbırakanın özel bir bakım ve ihtimama ihtiyacının olduğuna dair dosya arasında bir delil bulunmamaktadır. Davalının Bozcaada’ya taşınması üzerine mirasbırakan 2006 yılında bakımevine yerleştirilmiş, davalı tanığı olarak dinlenen ve tarafların kardeşi olan Nilgün P. ise o tarihe kadar babasının sağlıklı olduğunu beyan etmiştir. Bu durumda davalı tarafından evlat olarak yapılan bakım ve ilginin normal bir bakımın ötesinde kabul edilerek, ivaz olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Diğer yandan, taşınmazın satıldığı 1996 yılında mirasbırakan 76 yaşında olup tek mal varlığı olan ve içinde oturduğu evini satmasını gerektirir miktarda yüklü bir para ihtiyacı olduğu kanıtlanamadığı gibi taşınmazı bedeli karşılığında satın aldığını ileri süren davalı tarafından satış bedeli ödediği savunması da kanıtlanamamıştır.

 34. Tüm bu olgular yanında mirasbırakanın dava konusu taşınmazı düzenlediği vasiyetname ile davalı kızına vasiyet ettikten üç yıl sonra intifa hakkını üzerinde tutarak tapuda davalıya satış suretiyle devretmiş olması da Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu tarafından davalı kızına bedelsiz olarak mal kazandırma konusundaki kararlılığının bir göstergesi olarak kabul edilerek, murisin kendisi ile birlikte yaşayan kızını diğer çocuklarından üstün tutarak onu kayırdığı, diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla dava konusu taşınmazı bedelini almadan davalıya temlik ettiği, tapuda gösterilen satışın gerçek bir satış olmayıp, bağış amacıyla yapıldığı sonucuna varılmıştır.  

35. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; dosya kapsamı ve tanık beyanlarına göre davalının uzun yıllar boyunca mirasbırakan babası ile birlikte yaşayarak her türlü bakım ve geçimi ile ilgilendiği, bu husus karşısında Özel Daire bozma kararındaki gerekçeler doğrultusunda dinrenme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

36. O hâlde, yerel mahkemece mirasbırakan tarafından yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilerek verilen direnme kararı yukarıda açıklanan ilkeler ile yasal düzenlemelere uygundur.

37. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Aşağıda dökümü yazılı (1.910,50 TL) harcın temyiz edenden alınmasına,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.06.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 19 üyenin 13’ü ONAMA, 6’sı ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.

BİLGİ : “Görev sınırının aşıldığı durumlarda yapılan bakım ve hizmet semen olarak değerlendirilmelidir” şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11 Şubat 2021 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/gorev-sinirinin-asildigi-durumlarda-yapilan-bakim-ve-hizmet-semen-olarak-degerlendirilmelidir

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/1-1227 
KARAR NO   : 2021/745

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
 Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                        : 15/10/2015
NUMARASI                : 2015/306 - 2015/475
DAVACI                      : C.T. vekili Av. S.K.
DAVALI                      : 1- B.T. 2- C.T. vekilleri Av. M.A.D.

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:  

4. Davacı vekili 21.02.2012 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin sekiz kardeşli bir ailenin çocuğu olduğunu, babalarının uzun yıllar önce öldüğünü, yaşlı anneleri ile birlikte yaşadıkları sırada annelerinin 04.08.2011 tarihinde öldüğünü, müvekkilinin tapu kayıtlarını incelediğinde annesinin 349 ada 3 parselde kayıtlı 408 m2 büyüklüğünde ve üzerinde biri dört, diğeri de iki katlı bina bulunan taşınmazı davalı oğulları Bayram ile Coşkun’a satış suretiyle devrettiğini öğrendiğini, davalıların hâlen diğer kardeşleri Semiha ve Cemile ile birlikte bu taşınmazda oturduklarını ve böylesi bir taşınmazı alım güçlerinin olmadığını, anneleri Hacer T.'in de başka taşınmazlardan kira geliri ve emekli maaşı bulunduğunu, bu nedenle taşınmaz satışından gelecek paraya ihtiyacının olmadığını, bağış suretiyle mal kaçırmak amacı taşıdığını ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile miras payları oranında mirasçılar adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar Cevabı:

5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; müvekkilleri ile muris arasındaki işlemin gerçek yönünün ölünceye kadar bakma akdi olduğunu ve ivazlı olan bu işlemin yapıldığı tarihten itibaren on yıl geçtiğini, davanın öncelikle zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini, ayrıca otuz yıl kadar önce aileden ayrılan davacının kendi kazancını kendisinin değerlendirdiğini, kalabalık olan ailenin geçimine hiçbir katkısının bulunmadığını, diğer çocukların ise çalışma çağına geldikleri andan itibaren çalışmaya başlayarak gelirlerini aileleri ile paylaştıklarını, bu şekilde ailenin kiracı olarak oturduğu ve o dönemde sadece bir bodrum ile bir normal kattan ibaret olan çekişme konusu taşınmazın alımına doğrudan katkı sağladıklarını, diğer katların yapımını da üstlendiklerini, ikinci binayı ise davacı dışındaki kardeşlerin tamamen kendi imkânları ile inşa ettiklerini, her ne kadar taşınmaz tapuda anneleri adına kayıtlı ise de annelerinin böyle bir taşınmazı satın alıp üzerine bina inşa edecek maddi gücünün hiçbir zaman olmadığını, yaşının ilerleyip hastalıklarının çıkması üzerine taşınmazı kendisi ile yaşayan ve her türlü bakımını yapan davalı çocuklarına ölünceye kadar bakma akdiyle devrettiğini, onların da murisin ölümüne kadar gerekli vecibeyi yerine getirdiğini, davacının tüm bunları bildiği hâlde taşınmazın tamamı murise aitmiş gibi dava açmasının kötü niyetli olduğunu, ayrıca babadan kalan miras payına karşılık davacının 25.000.000.000 TL aldığını, diğer kardeşlerin de onun gibi para aldıkları ancak paralarını dava konusu taşınmazın satın alınmasına ve üzerindeki binaların yapımına hasrettiklerini, davacının bu şekilde edinilen taşınmazdan hak talep etmesinin haksız olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.05.2013 tarihli ve 2012/18 E., 2013/303 K. sayılı kararı ile; satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığı olacağı, ancak semenin mutlaka para olması şart olmayıp belirli bir hizmet veya emek de olabileceği, somut olayda mirasbırakan Hacer'in temlikteki amacının ölünceye kadar bakma vaadi sözleşmesinin gereğini yerine getirmek olduğu, bu hususun tanık beyanları ve noterde tanzim olunan sözleşme ile sabit olduğu, esasen muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının murisin mal kaçırmak iradesiyle hareket etmesi hâlinde uygulanabileceği, olayda ise murisin gerçek iradesinin diğer mirasçılardan mal kaçırmak olmayıp ölünceye kadar bakma sözleşmesinin gereğini yerine getirmek olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 18.09.2014 tarihli ve 2013/22163 E., 2014/14448 K. sayılı kararı ile;

"... Somut olaya gelince; mirasbırakanın 1932 doğumlu olup, akit tarihinde 68 yaşında bulunduğu, ev hanımı olan murisin eşinden dolayı maaşı ve çekişmeli taşınmazdaki dükkanlardan kira geliri olduğu, üç tane bekâr olan kızları ve yine bekâr olan davalı oğulları ile yaşadığı, bakım ihtiyacında bulunmayan murisle dava dışı birlikte yaşadığı kızlarının ilgilendiği, murisin tek malvarlığı olan ve üzerinde iki adet bina bulunan çekişme konusu taşınmazı oğulları olan davalılara satış suretiyle temlik ettiği, satış bedeli ile gerçek bedel arasında fahiş fark olduğu, murisin satışa ihtiyacı bulunmadığı gibi davalıların murise bakımının da söz konusu olmadığı, öte yandan, murisin dava konusu taşınmazı temlikinden üç gün önce noterde yapmış olduğu ölünceye kadar bakma akdinin muvazaalı işlemi gizlemek için yapıldığı, dolayısıyla devrin bedelsiz olduğu açıktır.

Öyleyse, değinilen bu olgular, yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğine mirasbırakan Hacer T.’in dava konusu olan taşınmazı yarı yarıya oğulları davalılara temlikindeki gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olup işlemin muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır.

Hâl böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.10.2015 tarihli ve 2015/306 E., 2015/475 K. sayılı kararı ile ilk hükümdeki gerekçeler tekrar edilip genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda mirasbırakan tarafından davalı oğullarına satış suretiyle yapılan temlikin diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

13. Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede;

“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.

14. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

15. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispî muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispî muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

16. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

17. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

18. Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

19. 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.

20. 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

21. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

22. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

23. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

24. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

25. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

26. Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.

27. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

28. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

29. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.

30. Somut olaya gelindiğinde 1932 doğumlu olan mirasbırakan Hacer T. 04.08.2011 tarihinde vefat etmiş olup, eşinin kendisinden önce 1999 yılında ölmesi nedeniyle geride davacı ve davalılar da dâhil olmak üzere sekiz çocuğu mirasçı olarak kalmıştır. Dava konusu taşınmaz ise muris adına kayıtlı iken murisin Büyükçekmece 1. Noterliğinde 07.04.2000 tarihinde düzenlenen sözleşme ile ölünceye kadar kendisine bakıp gözetmeleri koşuluyla 4.000.000.000 TL beyan değerli arsasını davalılara devretmeyi vaat ve taahhüt ettiği, hatta aynı sözleşmede diğer mirasçıların kendisi öldükten sonra dahi hiçbir şekilde müdahale etmemelerini ve sözleşmeye aynen uymalarını son arzusu olarak vasiyet ettiği görülmüştür. Sözleşmeden sonra ise 10.04.2000 tarihinde ilgili tapu müdürlüğünde düzenlenen 2.38 yevmiye numaralı resmi akitle taşınmazı toplam 4.000.000.000 TL bedelle davalı oğullarına satarak devretmiş ve taşınmaz davalılar adına 1/2 paylarla tescil edilmiştir. Mahkemece yapılan keşif sonucunda ise taşınmazın satış tarihindeki gerçek değeri bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen 02.02.2013 tarihli rapor ile 151.485,50 TL olarak belirlenmiştir.

31. Yerel mahkemece satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir bedel karşılığında olacağı, bedelin ise mutlaka para olması şart olmayıp, belirli bir hizmet, bakım veya emeğin de semen olarak kabul edilebileceği ve böyle bir durumda temlikin ivazlı sayılacağı belirtilmiş ise de Hukuk Genel Kurulunun 11.02.2021 tarihli ve 2017/1-1229 E., 2021/72 K. sayılı kararında vurgulandığı üzere her türlü bakım veya hizmetin semen/bedel olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlakî bir görev olduğu gibi eşlerin birbirilerine bakıp destek olmaları da evlilik birliğinin bir gereğidir. Bu nedenle, ana babanın ya da eşin normal bakımın ötesinde özel bir ihtimam ve bakıma muhtaç olduğu, diğer bir anlatımla ahlaki görev sınırının aşıldığı durumlarda yapılan bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Somut olayda ise mirasbırakan temlikin yapıldığı tarihte 68 yaşında olup, bakıma muhtaç durumda olmadığı davacı tanık beyanları ile sabittir. Mirasbırakan ölünceye kadar davalılar ile aynı evde yaşamış ise de dava dışı üç kızının da onlarla birlikte yaşadığı, bakım ihtiyacı içinde olmayan murisle sadece davalıların değil kızlarının da ilgilendiği anlaşılmaktadır. Evlatların ileri yaştaki anne ve babalarıyla ilgilenip destek olmaları son derece normal olup, tüm bu açıklamalar kapsamında anneleri ile birlikte yaşayan davalıların gösterdikleri bu bakım ve ilginin normal bir bakımın ötesinde kabul edilerek, temlikin ivazlı olduğu söylenemez.

32. Diğer yandan, çeşitli sebeplerle kendi kişisel ihtiyaçlarını göremeyen, bakım ve gözetime muhtaç olup bakımları ile ilgilenecek kimsesi bulunmayan ve özellikle yaşlı olan kimselerin bir ivaz karşılığında ölünceye kadar bakılıp gözetilmelerini sağlamak amacıyla sözleşme yapmaları mümkündür. Nitekim, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 611ve devamı maddelerinde ölünceye kadar bakma sözleşmesi düzenlenmiş ve 611. maddenin birinci fıkrasında, “Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşmedir” şeklinde tanımlanmıştır.

33. Davalılar tarafından tapuda satış şeklinde yapılan devrin gerçek yönünün ölünceye kadar bakma akdi olduğu savunulmuş ise de noterde bu şekilde sözleşme yapan muris ile davalıların aynı şekilde tapu memuru önünde gerçek iradelerine uygun olarak taşınmazı ölünceye kadar bakma akdiyle devretmeleri mümkün iken bunu yapmamış, iradelerini satış olarak açıklamışlardır. Bu durumda murisin ölünceye bakma akdine ilişkin iradesinden döndüğü, davalıların da resmî akitte satış şeklinde yapılan devir karşılığında bir bedel ödediklerini iddia ve ispat etmedikleri gibi davalı tanığı Kemal T.’in de bir para alış verişinin yapılmadığını beyan ettiği anlaşılmaktadır. Tapuda gösterilen satış bedeli ile taşınmazın gerçek değeri arasında da fahiş bir fark vardır. Tüm bunlar dışında ev hanımı olan murisin eşinden dolayı aylık aldığı ve çekişmeli taşınmazdaki dükkânlardan kira geliri elde ettiği gözetildiğinde tek malvarlığı olan çekişmeli taşınmazı satma ihtiyacının bulunmadığı da açıktır.

34. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu tarafından, özellikle mirasbırakanın kendisi ile birlikte yaşayan ve bekâr olan davalı oğullarını diğer mirasçılarından üstün tutarak, arsa niteliğindeki taşınmazı bedelsiz şekilde davalılara temlik ettiği, tapuda gösterilen satışın gerçek bir satış olmayıp bağış amacıyla yapıldığı, taşınmazın temlikinden önce noterde yapmış olduğu ölünceye kadar bakma akdi ve bu akitteki vasiyetinin de muvazaalı işlemi gizleme amacını taşıyıp, murisin arsayı bedelsiz şekilde davalılara mal etme konusundaki kararlılığını gösterdiği sonucuna varılmıştır.  

35. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; dosya kapsamı ve tanık beyanlarına göre davalıların evlenmeyip anne ve babaları ile birlikte yaşadıkları, kendi kazançlarını aile ile paylaşıp çekişme konusu taşınmazın alımı ve üzerindeki binaya çıkılan katlar ile diğer binanın yapımına katkı sağladıkları, en büyük çocuk olan davacının ise erken yaşta evlenip aileden ayrıldığı, davacının aileden dışlanmayıp tam tersine kendisinin aile ile ilgilenmediği, kaldı ki babalarının ölümü üzerine mal varlığının anne tarafından davacı da dâhil olmak üzere tüm çocuklarına adil bir şekilde paylaştırıldığı, özellikle tarafların kardeşi olan tanıklar Cemile T. ile Kemal T.’in beyanlarına göre davacıyı evlendirip masraf yapan, başlık parası ödeyen ve yine ev yaptığı sırada para verip destek olan murisin ölünceye kadar kendisi ile birlikte yaşayan ve bekâr olan davalı oğullarına da bu emekleri karşılığında çekişmeli taşınmazı vermek suretiyle destek olup çocukları arasında bir denge gözetmek istediği, böyle olunca mal kaçırma amacıyla işlem yaptığının söylenemeyeceği, tüm bu nedenlerle davanın reddine ilişkin olarak verilen direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

36. O hâlde, yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

37. Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.06.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 18 üyenin 14’ü BOZMA, 4’ü ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.