KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

SALT BEDELLER ARASINDAKİ ORANSIZLIK MUVAZAANIN VARLIĞI İÇİN YETERLİ DELİL OLAMAZ.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/1-1263
KARAR NO   : 2019/603

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ           :
Acıpayam 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                     : 26/11/2013
NUMARASI              : 2013/403 - 2013/489
DAVACILAR            : C.K., E.Z., F.E., H.E. vekilleri Av. A.F.K.
DAVALILAR            : İ.H., K.H. vekillleri Av. Y.E., Av. S.Y.

Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Acıpayam Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 22.05.2012 tarihli ve 2010/565 E., 2013/221 K. sayılı kararın davalılar vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 28.05.2012 tarihli ve 2013/6625 E., 2013/8684 K. sayılı kararı ile:

"... Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali tescil, olmadığı takdirden tenkis isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, muvazaa olgusu sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakanlar Fatmaana'nın 16.02.2004 Şükrü'nün ise 12.12.2009 tarihinde öldükleri, yasal mirasçı olarak davacı kızları, davalı oğlu İbrahim ile ölen oğullarından olma torunlarını bıraktıkları, miras bırakan Fatmaana'nın 20.02.1985 tarihinde kayden maliki olduğu 5673 parsel sayılı taşınmazı davalı oğlu İbrahim'e; diğer miras bırakan Şükrü'nün maliki olduğu 5672 parsel sayılı taşınmazı 12.02.2004 tarihinde davalı İbrahim'in eşi diğer davalıya satış suretiyle temlik ettikleri anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki; 5673 parsel sayılı taşınmaz bakımından, miras bırakan tarafından davalı İbrahim'e yapılan temliki tasarrufun diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu belirlenmek ve benimsenmek suretiyle yazılı olduğu üzere karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalı İbrahim'in bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir, oybirliği ile REDDİNE,

Davalı Kamile'nin temyiz itirazına gelince; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. 

Öte yandan, satışa konu edilen bir malın devrinin belirli bir semen karşılığı olacağı kuşkusuzdur. semenin bir başka ifade ile malın bedelinin ise mutlaka para olması şart olmayıp, belirli bir hizmet veya emekte olabileceği kabul edilmelidir. (HGK’nun 29.04.2009 tarih 2009/1-130 E. 2009/150 K. sayılı kararı)

Somut olaya gelince, 1917 doğumlu miras bırakan Şükrü'nün 92 yaşında öldüğü, çekişme konusu arsa niteliğindeki taşınmazı davalı gelini Kamile'ye 2004 yılında temlik ettiği, davalı İbrahim'in ise bu dönemde yurt dışında bulunduğu, eşi 2004 yılı başlarında ölen miras bırakan Şükrü'ye davalı Kamile'nin baktığının tanık anlatımlarından anlaşıldığı, keza miras bırakan Şükrü'nün terekesinde başka taşınmazlar bulunduğu, mal kaçırma kastıyla hareket etmesi halinde bu taşınmazları da temlik edebileceği halde etmediği görülmektedir.

O halde, yukarıda değinilen somut olgular, açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, miras bırakan Şükrü'nün yapmış olduğu temlikle ilgili gerçek amaç ve iradesinin mirasçılardan mal kaçırmak olduğunu söyleme imkanı bulunmamaktadır. 

Hal böyle olunca, 5672 parsel bakımından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü yönünde hüküm kurulmuş olması doğru değildir..."

gerekçesi ile oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı Kamile H. vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.

Davacılar vekili, müvekkillerinin annesi Fatmana H.'nın 5673 parsel sayılı arsayı davalı oğlu İbrahim H.'ya, annelerinin ölümünden sonra yalnız kalan babaları Şükrü H.'nın da aynı yerde kayıtlı 5672 parseli gelini olan davalı Kamile H.'ya gerçekte bağışladıkları hâlde mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla tapuda satış suretiyle devrettiklerini, murislerin taşınmazları satmaya ihtiyacı bulunmadığını, müvekkillerinden mal kaçırmak gayesiyle hareket ettiklerini, tapudaki satış bedellerinin de bunu gösterdiğini, murislerin dört oğlu ile dört kızı varken davalı İbrahim dışındaki oğullarının vefat ettiğini, mal kaçırmada bu hususun da etkili olduğunu, davalıların murisin yaşı ve saffetinden de yararlanmış olabileceklerini düşündüklerini, aksi hâlde gelinine yapılan satışın makul bir sebebinin bulunmadığını, davalıların alım güçlerinin de olmadığını ileri sürerek, davacıların miras payları oranında tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise tenkis isteğinde bulunmuştur.

Davalılar vekili, iddianın gerçek dışı olduğunu, müvekkillerinden İbrahim H.'nın 5673 parseli 20.02.1985 tarihinde ortak muris Fatmana H.'dan, Kamile H.'nın ise 5672 parseli 12.04.2004 tarihinde ortak muris Şükrü H.'dan satın aldığını, her iki taşınmazın da gerçek değerleri üzerinden alındığını, murislerin ekonomik durumlarının da iddia edildiği gibi olmadığını, hayatlarının yoksulluk içerisinde geçtiğini, en az 30-35 yıl boyunca infak ve iaşelerinin müvekkilleri tarafından sağlandığını, yıllarca yatağa bağımlı kalan her iki murisin de müvekkilleri tarafından bakılıp tedavilerinin yaptırıldığını, neredeyse her gün aynı çatı altında refakat ederek tüm zamanlarını ayırdıklarını, davacılar ve diğer kardeşlerin ise bir katkılarının bulunmadığını, cenazelerine dahi katılmadıklarını, ayrıca davalıların her yıl tütün ekerek birikim yaptıklarını, yine müvekkili İbrahim'in sigortalı-sigortasız çalışmaları bulunduğu gibi bir süre de İtalya'da çalıştığını, bu birikimlerinin bir kısmını taşınmazları satın alırken kullandıklarını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Yerel mahkemece, her iki taşınmazın da tapuda gösterilen bedellerinin gerçek değerlerinin çok altında olduğu, davacı tanıklarının beyanında geçtiği üzere muris Fatmana ve Şükrü'nün bu taşınmazları satmaya ihtiyaçları bulunmadığı gibi hacca gidip gelecek kadar maddi durumlarının iyi olduğu, sırf yaşlandıklarında davalı İbrahim ve Kamile'nin kendilerine bakmaları için taşınmazları devrettikleri ve her iki taşınmazın devrinin de muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Karar davalılar vekilince temyiz edilmiş, Özel Dairece yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçelerle davaya konu 5672 parsel bakımından karar bozulmuştur.

Mahkemece, bozma kararında satışa konu edilen bir malın bedelinin para olmasının şart olmadığı, bedelin bir hizmet veya emek de olabileceği ve davalı Kamile'nin murise bakmak suretiyle taşınmaz bedelini ödediğinin kabulü gerektiği belirtilmiş ise de; taşınmazın bu saikle temlik edildiğini davalının ispatlaması gerektiği, ancak davalı tarafın taşınmazın gerçek bedeli karşılığında satın alındığını ileri sürdüğü, davalının murise bakmış olması gerçekten bir hizmet olarak kabul edilse dahi böyle bir savunmanın bulunmadığı, ayrıca murisin gerçek iradesi taşınmaz karşılığı bakım sağlamak ise bunun usulüne uygun bir bağış veya ölünceye kadar bakma akdiyle yapılıp gerçek iradenin işleme yansıtılması gerektiği, sonuç olarak yapılan devrin muvazaalı olduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davalı Kamile H. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu 5672 parsel sayılı taşınmazın mirasbırakan Şükrü H. tarafından davalı gelini Kamile H.'ya yapılan temlikinin gerçekte mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır." hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.

Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. 

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

Eldeki davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanununun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı ile "Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına" karar verilmiştir.

1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşınmaktadır.

Muris muvazaası iddiasına dayalı uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Mirasbırakan tarafından yapılan temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun ispatı hususuna gelince; gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 6. maddesindeki "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür" düzenlemesi ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 190/1. maddesindeki "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir" düzenlemesi uyarınca bu husustaki ispat yükünün davacı tarafa ait olduğu açıktır. 

Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; dava konusu 5672 parsel sayılı taşınmazın 1917 doğumlu mirasbırakan Şükrü H. adına kayıtlı iken 12.04.2004 tarihinde satış suretiyle davalı Kamile H.'ya temlik ettiği, temlik tarihinde mirasbırakanın oldukça ileri bir yaşta olduğu, eşinin de kısa bir süre önce vefat ettiği, sosyal güvencelerinin bulunmadığı, mirasbırakanın eşi Fatmana H.'nın ölmeden önce hasta olup uzunca bir süre yatağa bağımlı bir şekilde yaşadığı, bu sırada her türlü bakım ve ihtiyaçlarının davalı gelini tarafından sağlandığı, tedavi için yattığı hastanede günlerce kaldığı, bu sırada dahi yanında sadece davalının kalarak refakat ettiği, 12.12.2009 tarihinde vefat eden mirasbırakanın da ölmeden önce üç dört yıl kadar yatağa bağımlı yaşadığı, bu zor günlerinde ölünceye kadar davalı ve eşi tarafından bakılarak tüm ihtiyaçlarının onlar tarafından temin edildiği, davacı kızlarının ise gerekli ilgiyi göstermedikleri dosyada dinlenen tanık beyanlarından anlaşılmaktadır.

Tüm bu olayların gelişiminden, murisin eşinin ölümünden sonra yalnız kaldığı, sağlık sorunları nedeniyle eşinin tüm bakımını yapan ve ona destek olan gelinine eşinin ölümünden kısa bir süre sonra taşınmazını temlik ettiği görülmektedir. 

Öncelikle belirtilmelidir ki, davacıların mirasbırakan tarafından yapılan bu temlikin diğer mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığını kanıtladıklarını söyleme imkanı bulunmamaktadır. Mirasbırakanın, davalının eşine sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu yanında ileride kendisine de bakacağı düşüncesi ve güveniyle hareket ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim murisin ölmeden önce kendisine bakması için dava konusu taşınmazı davalıya sattığı bir kısım davacı tanıkları tarafından da dile getirilmiştir. Her ne kadar taşınmazın resmî akitteki değeri ile gerçek değeri arasında fark bulunmakta ise de salt bedeller arasındaki oransızlık muvazaanın varlığı için yeterli delil olmadığı gibi terekesinde başka taşınmazları bulunan mirasbırakanın mal kaçırma amacıyla hareket etmesi hâlinde bu taşınmazları da temlik edebileceği hâlde etmediği gözetildiğinde, dava konusu taşınmazın temlikinin muvazaalı olmadığının kabulünü gerektirmektedir.

Diğer taraftan, temlik tarihinden sonra yatağa bağımlı halde yaşayan kayınpederine normal bir bakımın ötesinde bakım ve destek sağlayan davalının bu aşırı hizmetinin semen olarak değerlendirilmesi hukuka uygun düşeceğinden, böyle bir durumda yapılan temlikin ivazlı olduğunun kabulü gerekmektedir.

Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2009 tarih ve 2009/1-130 E., 2009/150 K. sayılı kararı ile 16.06.2010 tarih ve 2010/1-295 E., 2010/333 K. sayılı kararında da aşırı hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği hususu benimsenmiştir.

Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı Kamile H. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.05.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/1-869
Karar No       : 2024/163

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 28.03.2022
SAYISI                          : 2022/364 E., 2022/519 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 21.12.2021 tarihli ve 2020/3100 Esas,
                                        2021/8088 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; mirasbırakanın 5268 ada 4 parseldeki 1, 2, 3, 4 ve 5 No.lu bağımsız bölümler ve 153 parsel (yeni 7125 ada 1 ve 7126 ada 6-7-8 parsel) sayılı taşınmazını davalı oğluna satış suretiyle temlik ettiğini, tüm işlemlerin mirastan mal kaçırma amaçlı, bedelsiz ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile miras payı oranında adına tescilini, olmazsa tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; taşınmazların bedeli ödenerek satın alındığını, mirasbırakanın başka taşınmazlarının da olduğunu, yurtdışında yaşayan davacı kızına yıllarca Dolar göndererek yardım ettiğini, davacının gönderilen bu paralar ile yurtdışından ev aldığını ve şirket kurduğunu, ayrıca murisin ölümünden sonra davacıyla aralarında imzaladıkları 06.10.2009 tarihli protokol ile davacının hiçbir hak ve alacağı kalmadığına ilişkin kendisini ibra ettiği hâlde, kötüniyetli olarak dava açtığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 05.06.2018 tarihli ve 2014/265 Esas, 2018/365 Karar sayılı kararıyla; murisin devir tarihindeki ekonomik durumu dikkate alındığında taşınmazları satmasını gerektirir her hangi bir sebep bulunduğunun davalı tarafça ispat edilemediği, murisin mal varlığında artışın meydana gelmediği, taşınmazların gerçek değerinin satış senedinde belirtilen değerden yüksek olduğu, her ne kadar murisin mirasçılar arasında denkleştirme amacıyla dava konusu taşınmazları devrettiği iddia edilmiş ise de; davacıya yapılan para ödemeleri, diğer ödemeler ile dava konusu taşınmazların değerleri karşılaştırıldığında taşınmazların değerlerinin daha yüksek olduğu, davacıya yapılan ödemeler ile taşınmazların değerleri arasında orantısızlık bulunduğu, bu nedenle murisin iradesinin mirasçılar arasında denkleştirme olarak yorumlanamayacağı, dava dışı üçüncü bir mirasçıya da denkleştirme kapsamında herhangi bir ödemenin ya da taşınmaz devrinin yapıldığının ispat edilemediği, davalının muris ile beraber yaşadığı, murisin gelirlerinin kontrolünün davalıda olduğu anlaşılmakla, yapılan devirlerin muvazaalı olduğu, murisin gerçek amacının mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, denkleştirme amacının bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 18.06.2020 tarihli ve 2018/1316 Esas, 2020/581 Karar sayılı kararıyla; davacı tarafından tanık bildirilmediği, davalının bildirdiği tanıkların dinlendiği, mirasbırakan Hasan A.'nün ölüm tarihi itibariyle geriye önemli miktarda malvarlığı bıraktığı (şirket hisseleri ve taşınmazlar), bu hususun mirasbırakanın ölümünden sonra taraflar arasında düzenlenen protokol ve ibranameden de anlaşıldığı, protokole konu olan taşınmazların UYAP sisteminden alınan tapu kayıtlarının incelenmesinden murisin ölümünden önce davacı ve davalıya eşit hisselerle intikallerinin sağlandığı, mirasbırakanın ölümünden sonra da taraflar arasında protokol düzenlendiği, mirasbırakanın ölümünden önce veya ölüm tarihi itibariyle mirasbırakan ile davacı arasında mal kaçırmasını gerektirecek bir nedenin bulunmadığı, taraflar arasında husumet bulunmadığının mirasbırakana yakın olan davalı tanıklarının beyanlarından anlaşıldığı, davacı ve davalı arasında mirasbırakanın ölümünden sonra düzenlenen 06.10.2009 tarihli protokol hükümleri ile akabinde davacının imzasının bulunduğu "başkaca hiçbir alacağının ve talebinin kalmadığını, her ne sebeple olursa olsun gelecekte de Tamer A.'ye ait taşınmazlardan ve şirketlere ait hisselerden hiçbir hak ve alacak talebinin olmayacağı" yönünde düzenlenen ibranameden, yine protokol ve ibraname ile aynı doğrultuda olan mirasbırakan ile davacı tarafından imzalanan 31.10.2008 tarihli mektup içeriği gözetildiğinde davacı tarafın dava konusu taşınmazların devri ile ilgili bilgisi ve muvafakatı bulunduğunun anlaşıldığı, davalı tarafından dava konusu taşınmazların bedelinin ödendiğine ilişkin sunulan banka dekontları ile muris tarafından bedelin ödendiğine ilişkin imzalanan 31.12.2003 tarihli ibranameler de gözetilerek, akitte gösterilen bedelin akit tarihindeki gerçek bedelden düşük olması, bir başka deyişle salt bedeller arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olamayacağı, muvazaa iddiasının ispat edilemediği gerekçesiyle; istinaf başvurusunun kabulü ile mahkeme kararı kaldırılmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"... Dosya içeriği ve toplanan delillerden, 1923 doğumlu mirasbırakan Hasan A.’nün 18.12.2008 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak davacı kızı Dilek ile davalı oğlu Tamer ve ikinci eşinden olma dava dışı kızı Liza Suzan’ın kaldığı, mirasbırakan Hasan’ın maliki olduğu dava konusu 5268 ada 4 parseldeki 1, 3, 4 ve 5 nolu bağımsız bölümlerin intifa hakkını uhdesinde tutup çıplak mülkiyetini 31.12.2003 tarihinde, aynı yerdeki 2 nolu bağımsız bölüm ile 153 parsel sayılı taşınmazını ise 17.04.2008 tarihinde davalı oğluna satış suretiyle temlik ettiği, 153 parselin imar ve ifraz işlemleri sonucu 7125 ada 1 ve 7126 ada 6, 7 ve 8 parsel sayılı taşınmazların oluştuğu, taraflar arasında dava konusu olmayan taşınmazlar ve şirket hisselerinin devri yönünden 06.10.2009 tarihli protokol düzenlendiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanununun 706., Türk Borçlar Kanununun 237. (Borçlar Kanununun 213.) ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince, taraflar arasında imzalanan 06.10.2009 tarihli protokolde dava konusu taşınmazlardan bahsedilmediği, dolayısıyla protokolün dava konusu taşınmazları kapsamadığı, mirasbırakanın davalı oğluna yazdığı 31.10.2008 tarihli mektupta, oğlunun içini ferah tutmasını ve rahatlamasını, davalının üzerindeki taşınmazlarla ilgili davacı kızının ileride zorluk çıkarmayacağını ve bir talebinin olmayacağını belirttiği, mirasbırakanın terekesinden satış bedelinin çıkmadığı, dava konusu taşınmazların kıymetinin oldukça yüksek olduğu, davacı her ne kadar tanık göstermemiş ise de; Hukuk Genel Kurulunun 01.07.2021 tarihli 2017/1-2654 Esas, 2021/886 Karar sayılı içtihadı gözetildiğinde dosya kapsamından muvazaanın varlığı açıksa, davanın ispatı için tanık delilinin şart olmadığı, açıklanan bu olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir..." gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; bozma kararında taraflar arasında mirasbırakanın ölümünden sonra imzalanan 06.10.2009 tarihli protokolde dava konusu taşınmazlardan bahsedilmediği belirtilmekte ise de; protokol eki olan ibranamede "Başkaca hiçbir alacağının ve talebinin kalmadığını, her ne sebeple olursa olsun gelecekte de Tamer A.'ye ait taşınmazlardan ve şirketlere ait hisselerden hiçbir hak ve alacak talebinin olmayacağı" belirtilmiş olduğu gibi 31.10.2008 tarihli mektup içeriği gözetildiğinde davacının devirlerden bilgisi olduğu gibi, davalı tarafça taşınmazlar üzerine inşaat yapıldığından bu hususun açıklığa kavuşmasını istediği, mirasbırakan tarafından mektubun bu maksatla yazıldığı, tarafların paylaşım konusunda anlaştıkları, mirasbırakanın ölümünden önce de dava dışı taşınmazların taraflara intikal ettiği, kaldı ki mirasbırakanın mal kaçırma gibi bir amacı olsa idi hayatın olağan akışına göre davacıyı devirler konusunda bilgilendirmesi ve ondan muvafakat almasının söz konusu olmayacağı gibi mirasbırakan Hasan A.'nün ölüm tarihi itibariyle geride kalan önemli miktardaki malvarlığı (şirket hisseleri ve taşınmazlar) ile davacıya da kazandırmalarda bulunduğu gözetildiğinde mirasbırakanın mal kaçırma amacının ispat edilemediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili; Bölge Adliye Mahkemesi kararının eksik incelemeye dayalı olduğu ve hatalı gerekçe içerdiğini, dosya kapsamına göre muvazaa iddiası kanıtlandığından davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini ileri sürülerek kararın bozulması talep edilmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: somut olayda mirasbırakanın davalı oğluna satış suretiyle yaptığı dava konusu temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası

2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme

1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).

3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Kanunu'nun 19 uncu [BK'nın 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;

"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.

4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.

8. Türk Borçlar Kanunu'nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.

9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

11. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşınmaktadır.

12. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

13. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

16. Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.

17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda mirasbırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.

20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; 1923 doğumlu mirasbırakan Hasan A. 18.12.2008 tarihinde ölmüş, mirasçı olarak geriye davacı kızı Dilek ile davalı oğlu Tamer ve ikinci eşinden olma dava dışı kızı Liza Suzan’ın kalmıştır.

21. Celbedilen kayıtlarda mirasbırakanın maliki olduğu dava konusu 5268 ada 4 parseldeki 1, 3, 4 ve 5 No.lu bağımsız bölümlerin intifa hakkını uhdesinde tutup çıplak mülkiyetini 31.12.2003 tarihinde 12009 yevmiye numaralı akit ile , aynı yerdeki 2 No.lu bağımsız bölüm ile 153 parsel sayılı taşınmazını ise 17.04.2008 tarihinde ve 12322 ve 11129 yevmiye numaralı akitle davalı oğluna satış suretiyle temlik ettiği, 153 parselin imar ve ifraz işlemleri sonucu 7125 ada 1 ve 7126 ada 6, 7 ve 8 parsel sayılı taşınmazların oluştuğu sabittir.

22. Davacı taraf tanık bildirmemiş, davalı tanıkları ise mirasbırakanın ölümünden önce veya ölüm tarihi itibariyle mirasbırakan ile davacı arasında mal kaçırmasını gerektirecek bir nedenin ya da taraflar arasında bir husumetin bulunmadığını, davacının ortaokuldan beri Amerika'da yaşadığını, Türkiye'ye yılda üç kez geldiğini, murisin varlıklı bir kişi olduğunu, davacıya da sürekli maddi yardım yaptığını, davacının yapılan yardımlarla Amerika'da tekstil firması kurduğunu ve ev aldığını, mirasbırakanın söz konusu taşınmazları başkalarına satmak istemesi üzerine davalının bedeli üzerinden taşınmazları satın aldığını, satış esnasında davacıya da bilgi verildiğini ve taraflar arasında mirasbırakanın ölümünden sonra protokol düzenlendiğini belirtmiştir. Davalı tarafından dava konusu taşınmazların bedelinin ödendiğine dair banka dekontları ile muris tarafından bedelin alındığına ilişkin imzalanan 31.12.2003 tarihli ibranameler sunulmuştur.

23. Davacı ve davalı arasında mirasbırakanın ölümünden 18.12.2008 sonra düzenlenen 06.10.2009 tarihli protokol hükümleri ile akabinde davacının imzasının bulunduğu "başkaca hiçbir alacağının ve talebinin kalmadığını, her ne sebeple olursa olsun gelecekte de Tamer A.'ye ait taşınmazlardan ve şirketlere ait hisselerden hiçbir hak ve alacak talebinin olmayacağı" yönünde düzenlenen ibraname, protokol, ibraname ile aynı doğrultuda olan davacı ve mirasbırakan tarafından imzalanan ve aksi iddia edilmeyen 31.10.2008 tarihli mektup içeriği gözetildiğinde davacı tarafın dava konusu taşınmazların devri ile ilgili bilgisi ve muvafakatının bulunduğu sonucuna varılmıştır. Anılan protokolde ihtirazi kayıt veya ayrık bir hüküm yer almadığına göre, bu ibranın dava konusu taşınmazları kapsamadığını söylemek de mümkün değildir. Dosya kapsamında bulunan mektup içeriğinden temliklerin davacı tarafından bilindiği ve bundan sonra protokol düzenlenerek davalının ibra edildiği açıktır.

24. Az yukarıda ifade edildiği gibi, davacı taraf, temlikin muvazaa ile illetli olduğunu, murisin mal kaçırma kastı ile hareket ettiğini kanıtlamalıdır. Dosya kapsamından ve toplanan delillerden mirasbırakan tarafından davacıya da zaman içinde önemli ölçüde kazandırmalarda bulunduğu, pek çok mal varlığı bulunan ve muhtemel mirasçılarıyla beşeri ilişkileri hakkında olumsuz bir açıklama yapılmayan mirasbırakanın mal kaçırmasını gerektiren somut bir olgu ortaya konulamadığı, mektup içeriği gözetildiğinde davacının devirlerden bilgisi olduğu gibi, davalı tarafça taşınmazlar üzerine inşaat yapıldığından dolayı bu hususun açıklığa kavuşmasını istediği, mektupta davacının da imzasının bulunduğu, imza ve mektup içeriğinin aksinin iddia edilmediği, mirasbırakanın davacıyı dava konusu devirler konusunda bilgilendirdiği, mirasbırakanın davacıya da kazandırmalarda bulunduğu, protokol hükümlerine göre tarafların paylaşım konusunda anlaştıkları, mirasbırakanın ölümünden önce dava dışı bir kısım taşınmazların taraflara intikal ettiği, satış bedeline ilişkin olmak üzere dekont ve ibranamelerin sunulduğu, tapuda gösterilen satış bedelleri ile taşınmazların gerçek bedelleri arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olamayacağı hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Bölge Adliye Mahkemesince temlikin muvazaalı olduğu iddiasını ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddi yönünde verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerinde bulunmuştur.

25. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; taraflar arasında imzalanan 06.10.2009 tarihli protokolde dava konusu taşınmazlardan bahsedilmediği, protokolde açık, net ve belirli sınırlandırmalar yapılmadığından protokolün dava konusu taşınmazları kapsamadığı hususunun açık olduğu, mirasbırakanın davalı oğluna yazdığı 31.10.2008 tarihli mektupta, oğlunun içini ferah tutmasını ve rahatlamasını, davalının üzerindeki taşınmazlarla ilgili davacı kızının ileride zorluk çıkarmayacağını ve bir talebinin olmayacağını belirttiği, mirasbırakanın terekesinden satış bedelinin çıkmadığı, davalının tek erkek evladı olduğunu, davacının ise yurt dışında yaşadığı ve yapılan temliklerden haberinin olmadığı, dava konusu taşınmazların kıymetinin oldukça yüksek olduğu, davacı her ne kadar tanık göstermemiş ise de dosya kapsamından muvazaanın varlığının açık olduğu, davanın ispatı için tanık delilinin şart olmadığı, dava dışı mirasçıya ise hiçbir kazandırma yapılmadığı, açıklanan bu olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu hususunun davacı tarafça ispatlandığı, dolayısıyla hükmün bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

26. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçe ile ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

06.03.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 18’i ONAMA, 7’si ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.