SÜRE TUTUM DİLEKÇESİNİN İSTİNAF BAŞVURUSU YAPMA SÜRESİNİ DURDURACAĞINA İLİŞKİN HÜKÜM BULUNMAMAKTADIR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


07 Mar
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/(21)10-405
KARAR NO   : 2020/949

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi
TARİHİ                        : 07/02/2019
NUMARASI                : 2018/4151 - 2019/233
DAVACILAR               : 1- N.Ö., 2- H.Ö., 3- H.Ö. vekilleri Av. A.C.
DAVALILAR               : 1- A.M.
                                     2- K. İnşaat Elektrik San. ve Tic. A.Ş. 
                                     3- Y. Elektrik Dağıtım A.Ş. (Y.)
                                          vekilleri Av. E.O.A. - Av. A.Y.

1. Taraflar arasındaki “iş kazasından kaynaklanan maddi manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince davacılar ve davalı Ç.Y. Elektrik Dağıtım A.Ş. (Y.)’nin istinaf istemlerinin esastan reddine dair verilen karar, davacılar ve davalı Y. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı Y. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 30.04.2012 harç tarihli asıl dava dilekçesinde; müvekkilinin Y. Elektrik Dağıtım AŞ.’nin üstlendiği elektrik direkleri dikilmesi, bakım ve onarım işinde K. İnşaat Elektrik San. ve Tic. AŞ.’nin sigortalı işçisi olarak hizmet akdi ile çalışırken 14/06/2011 tarihinde uğradığı iş kazasında felç olduğunu, olayın Merzifon Kayadüzü Kasabasında bulunan ilköğretim okulu önündeki elektrik tellerinin onarımı sırasında yüksekten düşme neticesi meydana geldiğini, davalıların kazanın meydana gelmesinde müteselsilen sorumlu olduklarını, bu nedenlerle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 1.000,00 TL maddi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsilini talep etmiştir. 

5. Davacı vekili 01.12.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile asıl davada 04.04.2016 tarihli hesap bilirkişi raporunda maddi zararının 288.033,50 TL olarak hesaplandığını belirtip maddi tazminat talebini 288.033,50 TL olarak ıslah etmiştir.

6. Davacılar vekili 01.12.2015 harç tarihli birleşen dava dilekçesinde; müvekkili Nurettin Ö. için 300.000 TL, Hülya Ö. için 150.000 TL ve Hümeyra Ö. için 50.000 TL manevi tazminat talep etmiş, manevi tazminata ilişkin davanın Samsun 4. İş Mahkemesinin 02.12.2015 tarihli 2015/523 E., 2015/315 K. sayılı kararı ile bu dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir. 

Davalı Cevabı:

7. Davalı Çalık Y. vekili 06.08.2012 havale tarihli cevap dilekçesinde; davanın zamanaşımına uğradığını, davalı şirketin arıza, bakım ve onarım işlerini yüklenici firmalar vasıtasıyla yaptığını, kazanın enerjisiz bir direkte çalışırken meydana geldiğini, müvekkil şirketin herhangi bir kusur ya da ihmali olmadığını, diğer davalı K. İnşaat Elektrik San. ve Tic. A.Ş. ile aralarında imzalanan hizmet alım sözleşmesinin ilgili maddelerine göre iş güvenliği ve işçi sorumluluğun yüklenici diğer davalı şirkete ait olduğunu, hizmet alım sözleşmesinin iş güvenliği ve işçi sağlığı başlıklı 37.4 maddesinde tesisin yapımı sırasında meydana gelebilecek iş kazalarından ve bu kazaların yüklenici personeli üçüncü şahıslar ve idare aleyhine sebep olacağı zararlardan doğrudan doğruya yüklenicinin sorumlu olduğunun hüküm altına alındığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.

8. Davalı K. İnşaat Elektrik San. ve Tic. A.Ş. ve davalı Alpaslan M. davaya cevap vermemiştir.

Mahkeme Kararı:

9. Samsun 1. İş Mahkemesinin 27.12.2016 tarihli ve 2012/250 E., 2016/769 K. sayılı kararı ile; asıl davada davacı Nurettin Ö.’in meydana gelen kaza nedeni ile %60 malul kaldığı, davacının gerçek ücreti, tarafların kusur durumu dikkate alınarak davacıya bağlanan peşin sermaye değeri mahsup edilerek davacı Nurettin Ö. için 288.033,50 TL maddi tazminatın kaza tarihi olan 14/06/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, birleşen 2015/523 esas sayılı dava yönünden ise davacı Nurettin Ö.’in geçirdiği kaza neticesinde ayaklarının ancak yere sürüyerek yürüyebildiği ve %60 oranında malul kalarak ağır bedensel zarara uğradığı, zarar görenin ağır bedensel zararı nedeni ile eşi Hülya ve kızı Hümeyra'nın duydukları acı ve ızdırap nedeni ile manevi olarak zarara uğradıkları gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile; davacı Nurettin Ö. için 60.000 TL, davacı Hülya Ö. için 30.000 TL ve davacı Hümeyra Ö. için 15.000 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 14/06/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

10. Davalı Y. ve davacılar vekili tarafından süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

11. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin 31.05.2017 tarihli ve 2017/821 E., 2017/1086 K. sayılı kararı ile; davalı Y. vekilinin gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yasal 8 günlük süre içinde gerekçeli istinaf başvuru dilekçesini sunmak üzere istinaf başvurusunda bulunduğu, gerekçeli kararın tebliğ edildiği 17/01/2017 tarihinden itibaren 8 günlük istinaf süresi geçirildikten sonra 31/01/2017 tarihinde gerekçeli istinaf dilekçesini sunduğu, süresinden sonra verilen istinaf dilekçesine değer verilemeyeceğinden, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK/6100 sayılı Kanun) 355. maddesi gereğince yapılan incelemede kamu düzenine aykırılık tespit edilmediği anlaşıldığından davalı Y. vekilinin ve davacılar vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK 'nın 353/1-b-1. maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

12. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar ve davalı Y. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

13. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 20.11.2018 tarihli ve 2017/4250 E., 2018/8463 K. sayılı kararı ile; “Bilindiği üzere karar tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 8/2. maddesine “İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür”. Aynı Kanunun 15. maddesine göre ise bu Kanunda açıklık bulunmıyan hâllerde Hukuk Muhakemeleri Kanunun hükümleri uygulanacağına işaret edilmiştir. 

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321. maddesinin 2. fıkrasına göre ise kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hâllerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).

Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi hâlinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un 8. maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hâl“ olarak anlaşılması zorunludur.

Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veya gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hâllerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hâllerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir. 

Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hâllerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.

Nitekim davacı ve davalı vekilinin kararın tefhiminden itibaren yasal süresi içerisinde sundukları istinaf yoluna başvurularına dair süre tutum dilekçeleri ile kararı istinaf ettiklerini beyan ettikleri anlaşılmaktadır. 

Öte yandan 6100 sayılı HMK’da istinaf gerekçelerinin bildirilmesi için ve yine Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf incelemesinin süresini sınırlandıran bir hukuki düzenleme yer almamaktadır. 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/09/2018 tarih ve 2018/9-584 E- 2018/1332 K sayılı ilamında da belirtildiği üzere;

1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir. 

Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse AİHS düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir. 

HMK'nın 27’nci maddesi uyarınca; 

"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.

(2) Bu hak;

a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,

b) Açıklama ve ispat hakkını,

c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir".

Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.

Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. 

Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.

Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHS’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.

Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.

Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf başvurusunu incelediği 31.05.2017 tarihi itibariyle dosya kapsamına girmiş ve kararın tebliği tarihinden itibaren de makul bir süre içerisinde sunulmuş bulunan, davalı istinaf isteminin gerekçelerini içeren dilekçesi incelenmek suretiyle, davacının istinaf talebinde olduğu gibi, davalının istinaf talebi yönünden de işin esasına geçilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davalı istinaf başvurusunun gerekçelerinin süresinde ibraz edilmemesi ve kamu düzenine bir aykırılık da olmadığına işaretle davalı istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesince yapılacak iş, davalı vekilinin gerekçeli istinaf sebeplerinin makul süre içerisinde sunulduğu değerlendirmek suretiyle gerekçeli istinaf başvurusu hakkında bir karar vermekten ibarettir.

O hâlde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve davacı ve davalı Y. vekilinin bu aşamada temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.” gerekçesi ile kararın bozulmasına karar verilmiştir.

Direnme Kararı: 

14. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin 07.02.2019 tarihli ve 2018/4151 E., 2019/233 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle oybirliğiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

15. Direnme kararı süresi içinde davalı Y. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilk derece mahkemesi kararının tefhimi sonrası süre tutum dilekçesi ile istinaf edilen, gerekçeli karar tebliğ edildikten sonra ise sekiz günlük istinaf süresi geçtikten sonra ibraz edilen gerekçeli istinaf dilekçesinin makul sürede verildiğinin kabulü gerekip gerekmediği ve buradan varılacak sonuca göre 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 355. maddesine göre yapılan istinaf incelemesinde dikkate alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

17. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş ve Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.

18. 6100 sayılı HMK'nın 341. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihai kararlar yanında usuli nihai kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukuki koruma tedbirlerinden olan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi veya bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir. Kanun'un 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.

19. 6100 sayılı Kanun’un ''İstinaf dilekçesi'' kenar başlıklı 342. maddesi ise

(2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:

a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.

b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.

c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.

ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.

d) Kararın özeti.

e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.

f) Talep sonucu. 

g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası.

(3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır.” düzenlemesini içermektedir.

20. Aynı Kanun’un 355. maddesinde "İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.'' düzenlemesi mevcut olup, İstinaf Mahkemelerinin daha etkin ve nitelikli çalışmaları bakımından istinaf dilekçelerinin istinaf nedenlerini içermesi zorunluluğu getirilmiştir.

21. Bu sebeple istinaf sebeplerinin yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulması gerekir. Bu şekilde sebebi tam olarak belirtilmemiş dilekçelerle yapılan başvuruları Bölge Adliye Mahkemesinin sadece kamu düzenine aykırılık yönünden incelemesi, bunun dışında bir incelemeye tâbi tutmaması gerekir (Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku Cilt III, İstanbul 2017, s.2223).

22. Kanun'un açık hükmü gereğince, eğer istinaf dilekçesinde, istinaf sebebi belirtilmemişse o husus istinaf sebebi olarak dikkate alınmamalıdır. Çünkü taraflarca getirilme ilkesi (m. 25) istinaf aşamasında da kural olarak geçerlidir (Pekcanıtez, s.2214).

23. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası ise; “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklindedir.

25. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (Anayasa Mahkemesinin (AYM) 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K. sayılı kararı). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26.3.2013, § 22).

26. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7.11.2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).

27. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K.).

28. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Alper Aldemir, B. No: 2014/4987, 09.06.2016, § 32).

29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre temyiz için öngörülen süre sınırlarına ilişkin kurallar, adaletin iyi yönetimini ve bilhassa hukuki belirlilik ilkesine riayet edilmesini sağlamayı hedefler (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 32, 33).

30. 6100 sayılı Kanun’un ''Başvuru süresi'' kenar başlıklı 345. maddesinde ''İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.'' düzenlemesi ile hangi süre içinde bu yola gidilebileceği açıkça düzenlenmiştir.

31. Özel Kanun niteliğinde olan ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 30.01.1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu'nun 02.03.2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanunla değişiklik sonrası 8. maddesi ise:

"İş mahkemelerince verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri üç bin Türk lirasını geçmeyen davalar hakkındaki nihai kararlar kesindir.

İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihai kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.

Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilmeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihai karalara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir." düzenlemesini içermekte olup iş yargılamasının daha kısa sürede tamamlanması amacıyla temyiz süresi sekiz gün olarak kısa tutulmuştur. 

32. Burada tefhimden anlaşılması gereken, kısa kararın taraflara tefhimi değil; gerekçeli ve tam olarak kararın tefhimidir. Bu sebeple mahkemece hüküm duruşmasında karar, gerekçesi ve tüm unsurlarıyla birlikte tam olarak açıklanmışsa süre bu andan, değilse kararın tüm unsurlarıyla tebliğinden itibaren başlamalıdır. Aksinin kabulü hâlinde, sadece alenileşmiş, ancak bütün unsurlarıyla ortaya konulmayan gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı kanun yoluna başvurmak ve gerekçe oluşturmak gibi hem mantığa hem de hukuka uygun olmayan bir sonuç ortaya çıkacaktır (Pekcanıtez, s.2219-2220).

33. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulünün uygulanacağı, 15. maddesinde ise bu kanunda açıklık olmayan hâllerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun uygulanacağı düzenlenmiştir. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447/1. maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, HMK’nın basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağına ilişkin düzenlemesi karşısında iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.

34. Basit yargılama usulüne tabi yargılamalar ile ilgili olarak 6100 sayılı HMK’nın “Hüküm” başlıklı 321. maddesinde; 

“Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez. 

Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.” hükmü yer almaktadır.

35. HMK’nın 321. maddesindeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilen HMK’nın 297. maddesindeki unsurlardır. Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır. 

36. HMK’nın 322. maddesi atfı ile uygulanmakta olan HMK’nın 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre; mahkeme, gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK’nın 321. maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.

37. Kararın hukuken sonuç doğurması için tefhim edilmesi yeterli ise de, ayrıca tebliğ edilmesi de gerekir. Çünkü kararın kesinleşmesi ve karara karşı kanun yollarına başvurulabilmesi için tebliğ şarttır (m. 345/1, 361/1) (Pekcanıtez, s.1997).

38. Ancak ilk derece mahkemelerinin tefhim edilen kısa kararında 6100 sayılı Kanun’un 321. maddesi anlamında gerekçe bulunmamasına rağmen kanun yoluna başvurma süresini kaçırmak istemeyen taraflar, gerekçeli kararın açıklanmasını beklemeden kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan dilekçeler sunmakta olup anılan dilekçeler uygulamada “süre tutum dilekçesi” olarak adlandırılmaktadır.

39. Bu durumda süre tutum dilekçesi vermenin temyiz süresine etkisi olup olmadığı incelenmelidir.

40. Bu bağlamda öncelikle yasada öngörülen süreler, bunların yargılamaya etkisi ve yargısal uygulamanın irdelenmesi gereklidir.

41. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde istenen sonuca en kısa zamanda ulaşılması için mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile de kanuni bir değer kazanan bu zaman aralıklarına "süre" denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, insiyatifine bırakılmamış olmaktadır.

42. Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.

43. Şu hâlde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.

44. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un “Sürelerin belirlenmesi” kenar başlıklı 90. maddesi; “Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez. Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeple artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.” şeklinde düzenlenmiştir.

45. Aynı Kanunun “Sürelerin başlaması” kenar başlıklı 91. maddesi ise “Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar.” hükmünü içermektedir.

46. Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim tarafından sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. HMK'nın "kesin süre" başlıklı 94. maddesinin birinci fıkrasında "Kanun’un belirlediği süreler kesindir." denilmek suretiyle bu hususa vurgu yapılmıştır. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise “Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar." hükmü düzenlenmiştir.

47. Kesin sürenin kaçırılması hâlinde, bundan böyle o usûl işleminin yapılması mümkün değildir. Kesin sürenin üzerinden az veya çok süre geçmesi, sonucu değiştirmez. Aksi takdirde, kesin süre ile kesin olmayan süre arasındaki ayırım ortadan kalkar (Pekcanıtez, s.467).

48. Kanun yoluna başvuru süreleri de hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan kesin sürelerdendir ve resen gözetilmesi gerekir. Kesin sürelerin her olayda ve davanın her iki tarafı için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanun’da, kanun yoluna başvuru sürelerinin arttırılabileceğine ilişkin istisnai bir düzenleme ve imkan da yer almamaktadır. Kanun yollarına başvuru için kesin süre söz konusu olduğundan “makul süre” kavramından da bahsedilmemiştir.

49. Zira Kanun'un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir (Pekcanıtez, s.454).

50. Anılan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere; süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvurusu yapma süresine etki edeceği, süreyi durduracağı veya muhafaza edeceğiyle ilgili 5521 sayılı Kanun’da, 6100 sayılı HMK’da (ve 1086 sayılı HUMK'da) bir hüküm bulunmamaktadır.

51. Bir dilekçe ile kanuni sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi hâlde hak düşer (Özekes Muhammet, Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan, Ankara 2009, s.381-396, s.390).

52. Uygulamada yapıldığı üzere, kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez, s.2220).

53. Hukuk Genel Kurulu’nun 01.10.2003 tarihli, 2003/13-581 E., 2003/527 K., sayılı kararında da "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2. maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada 'müddeti muhafaza' olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla, hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesi mevcut değildir” şeklindeki tespit ve değerlendirmelerde bulunularak süre tutum müessesinin yer almadığına vurgu yapılmıştır.

54. İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için sekiz günlük istinaf yolu süresi sonrasına süre tanındığı anlamına gelmeyeceği gibi, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren sekiz günlük süre sonrasının "makul süre" olarak değerlendirilerek her duruma göre değişen, belirlisiz bir kavramın kabulü ile tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınması da kabul edilebilir değildir. 

55. Bu durum yukarıda tarif edilen hukuki belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerine de aykırıdır.

56. Nitekim Anayasa Mahkemesi de süre tutum dilekçesi sonrası gerekçeli kararın tebliğinden itibaren istinaf nedenlerinin süresi içinde bildirilmemesi durumunda Kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra bu dilekçenin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri yorumunun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediğini belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Anayasa Mahkemesinin 29.04.2018 tarih 2017/29989 başvuru numaralı, 14.6.2018-30451 R.G. tarih ve sayılı kararı).

57. Somut olaya gelince; İlk derece mahkemesince asıl ve birleşen dava hakkında 27.12.2016 tarihinde karar verildikten sonra davacılar vekilince süresinde gerekçeli istinaf dilekçesi ile istinaf yoluna başvurulduğu, davalı Y. vekilinin ise kararın tefhiminden sonra 02.01.2017 tarihinde süre tutum dilekçesi verdiği, aynı gün istinaf karar harcı ile istinaf kanun yoluna başvurma harcını yatırdığı, gerekçeli kararın 17.01.2017 tarihinde tebliğinden itibaren ise sekiz günlük süre içinde gerekçeli istinaf dilekçesi vermediği, istinaf nedenlerini belirtir dilekçeyi 31.01.2017 tarihinde 8 günlük süre geçtikten sonra ibraz ettiği, Bölge Adliye Mahkemesince davalı Y. vekilinin istinaf nedenlerini süresi içinde bildirmediğinden 6100 sayılı Kanun'un 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünde inceleme yapılarak istinaf başvurusunun reddedildiği görülmüştür. 

58. Şu durumda yukarıda yapılan açıklamalar ile somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgulara göre; İlk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçeli karar ile birlikte açıklanmış olduğu, istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başladığı, davalı Y. vekilinin hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı Kanun’daki gerekçeli kararın tebliğinden itibaren sekiz günlük sürede istinaf nedenlerini belirtir dilekçe vermediği dikkate alındığında Bölge Adliye Mahkemesi tarafından davalı vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesi gerektiği belirtilerek verilen direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

59. Ne var ki, Özel Dairenin İstinaf Mahkemesi kararını istinaf yoluna başvuru süresi yönünden inceleyerek bozma kararı verdiği, ancak davacı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının ve davalı Y. vekilinin temyiz itirazlarının kamu düzeni yönünden incelenmediği tespit edilmiş olup bu nedenle dosyanın bu hususlara yönelik inceleme yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun bulunduğundan davacılar vekilinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının ve davalı Y. vekilinin ise temyiz itirazlarının kamu düzenine yönelik olarak incelenmesi için dosyanın 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 25.11.2020 gününde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : "Mahkemenin kısa kararının usul hükümlerine uygun olarak tefhim edilmemesine rağmen istinaf süresini tefhim tarihinden itibaren başlatarak istinaf başvurusunun süre yönünden reddine karar veren bölge adliye mahkemesi kararının kanuni dayanağının bulunmadığı" yönündeki Anayasa Mahkemesi'nin 10 Şubat 2021 tarihli kararı için bkz.

https://bit.ly/3sQs2Qg

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/(21)10-690
KARAR NO   : 2021/299

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi
TARİHİ                        : 25/06/2019
NUMARASI                : 2019/1092 - 2019/1250
DAVACI                      : A.B. vekili Av. F.C.
DAVALI                      : R.C.vekili Av. M.H.

1. Taraflar arasındaki “iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince davacı vekilinin istinaf isteminin esastan reddine dair verilen karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:  

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 01.02.2009 tarihinden itibaren mobilya üretimi yapan davalı işveren Ramazan C.'in yanında çalıştığını, Erol Ö. tarafından siparişi verilen mobilyaların montajı için 31.07.2015 tarihinde Erol Ö.'ün babasına ait olan Trabzon’un Of İlçesine bağlı Darıca köyündeki eve gittiklerini, mobilyaların asansör ile yukarı çekilmesi sırasında asansörün vidalarının sökülerek düşmesi sonucu davacının da üçüncü kattan düştüğünü, sol kol ve sol bacaklarında kırıklar oluştuğunu, tedavilerin çok uzun ve zahmetli olduğunu belirterek, 500.000 TL manevi tazminat ile belirsiz alacak davası niteliğinde açıldığı belirtilen 1.000 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı Ramazan C. vekili cevap dilekçesinde; daha önce aynı konuda açılan davada Ankara 12. İş Mahkemesinin 29.09.2015 tarihli ve 2015/1156 E., 2015/1041 K. sayılı kararı ile “feragat nedeniyle davanın reddine” karar verildiğini, davacı asille müvekkili arasında sulh protokolü düzenlendiğini, davacı işçinin davadan feragat edeceği hususunda anlaşıldığını, davacıya haricen 85.000 TL ödendiğini, belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Mersin 3. İş Mahkemesinin 07.06.2017 tarihli ve 2017/190 E., 2017/317 K. sayılı kararı ile; davacı tarafından 31.07.2015 tarihinde iş kazası geçirdiği belirtilerek Ankara 12. İş Mahkemesinde 500 TL maddi, 500 TL manevi tazminat istemli dava açıldığı ancak davanın feragat sebebiyle reddedildiği, tarafların temyiz etmemesi üzerine kararın 27.10.2015 tarihinde kesinleştiği, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK/6100 sayılı Kanun) 114. maddesinin (i) bendine göre "aynı davanın daha önceden kesin hükme bağlanmamış olmasının" dava şartı olarak belirlendiği, kesin hükmün ise "tarafları, konusu aynı olan davanın daha önce açılıp verilen kararın da kesinleşmiş olması" olarak tanımlandığı, öte yandan Ankara 12. İş Mahkemesi kararında iş kazası tarihi 01.08.2015 yazılmışsa da, Sosyal Güvenlik Kurumundan gelen yazıya göre iş kazasının 31.07.2015 günü gece gerçekleştiği, bu sebeple 01.08.2015 tarihinin kaza tarihi olarak yazılmış olabileceği, bu nedenle ortada kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

7. Mersin 3. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı vekilince süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

8. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 21.12.2017 tarihli ve 2017/2711 E., 2018/2793 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesi kararının davacı vekiline 28.07.2017 tarihinde tebliğ edildiği, 10.08.2017 tarihinde sunulan gerekçeli istinaf dilekçesinin, HMK’nın 345. madde delaletiyle uygulanması gereken (karar tarihinde yürürlükte bulunan) 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun (5521 sayılı Kanun) 8. maddesinde düzenlenen süreden (8 gün) sonra verildiği, son duruşmayı takiben verilen süre tutum dilekçesinin gerekçe içermemesi ile dosyada HMK’nın 355. maddesi itibariyle kamu düzenine aykırı bir husus bulunmadığı da dikkate alınarak davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 14.02.2019 tarihli ve 2018/4870 E., 2019/984 K. sayılı kararı ile; “.. Dava, iş kazası maluliyeti nedeniyle maddi ve manevi zararların giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kararın davacı vekiline 28.07.2017 tarihinde tebliğ edildiği görülmekle 10.08.2017 tarihinde sunulan gerekçeli istinaf dilekçesinin, HMK 345. Madde delaletiyle uygulanması gereken (karar tarihinde yürürlükte bulunan) 5521 sayılı yasanın 8. Maddesinde düzenlenen süreden (8 gün) sonra verildiği gerekçesiyle kamu düzenine aykırı bir husus bulunmadığı da dikkate alınarak esastan reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden; ilk derece mahkemesinin 07.06.2017 tarihli kararına karşı davacı vekilince 13.06.2017 süre tutum dilekçesi verildiği, gerekçeli kararın 28.07.2017 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği, gerekçeli istinaf dilekçesinin 10.08.2017 tarihinde verildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere Bölge Adliye Mahkemesi’nin karar tarihinde yürürlükte bulunan 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 7/3.maddesi gereğince 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar hakkında da uygulanır. 7/4.maddesine göre de kanun yoluna başvuru süresi, ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlar.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre ise kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).

Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar.

Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, süre tutum dilekçesi veya gerekçeli istinaf dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni kanun yolu gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir.

Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.

Nitekim davacı vekilinin kararın tefhiminden itibaren yasal süresi içerisinde sunduğu istinaf yoluna başvuruya dair süre tutum dilekçesi ile kararı istinaf ettiklerini beyan ettikleri anlaşılmaktadır.

Öte yandan 6100 sayılı HMK’da istinaf gerekçelerinin bildirilmesi için ve yine Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf incelemesinin süresini sınırlandıran bir hukuki düzenleme yer almamaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/09/2018 tarih ve 2018/9-584 E- 2018/1332 K sayılı ilamında da belirtildiği üzere;

1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.

Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse AİHS düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.

HMK'nın 27’nci maddesi uyarınca;

"(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.

(2) Bu hak;

a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,

b) Açıklama ve ispat hakkını,

c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir".

Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.

Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.

Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.

Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHS’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.

Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.

Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, davacı vekilinin 07/06/2017 tarihli yerel mahkemenin kısa kararına karşı süresi içerisinde verdiği 13/06/2017 tarihli süre tutum dilekçesiyle istinaf kanun yoluna başvuruda bulunduğu, gerekçeli istinaf dilekçesini de kararın kendisine 28/07/2017 tarihinde tebliğinden itibaren makul bir süre içerisinde 10/08/2017 tarihinde verdiği ve gerekçeli istinaf dilekçesinin Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf başvurusunu incelediği 21/12/2017 tarihinden önce dosya kapsamına girmiş olduğu dikkate alındığında, davacı vekilinin istinaf isteminin gerekçelerini içeren dilekçenin incelenmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesince yapılacak iş, davacı vekilinin gerekçeli istinaf sebeplerinin makul süre içerisinde sunulduğu değerlendirmek suretiyle gerekçeli istinaf başvurusu hakkında inceleme ile bir karar vermekten ibarettir.

O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve davacı vekilinin bu aşamada temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.” gerekçesi ile kararın bozulmasına karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

11. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 25.06.2019 tarihli ve 2019/1092 E., 2019/1250 K. sayılı kararı ile; HMK’nın 345. maddesinde istinaf süresinin gerekçeli kararın tebliği ile başlayacağı ve bu sürenin özel kanunlardaki (5521 sayılı Kanun) hükümler saklı olmak üzere iki hafta olduğu hususunun açıkça düzenlendiği, son duruşmayı takiben gerekçe içermeyen süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvuru süresine etki edeceğiyle ilgili ne HMK'da ne de 5521 sayılı Kanun’da düzenleme bulunmadığı gibi, bozma kararında belirtilen ''makul sürenin'' tanımı, şartları ve kapsamı ile ilgili de düzenleme olmadığı, istinaf başvuru süresinin HMK ve 5521 sayılı Kanunda, açıkça ve kesin olarak düzenlendiği, dosyada HMK’nın 355. maddesi itibariyle kamu düzenine aykırı bir husus bulunmadığı da belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilk derece mahkemesi kararının tefhimi üzerine süre tutum dilekçesi ile istinaf yoluna başvurulan eldeki davada; gerekçeli istinaf dilekçesinin ilk derece mahkemesi kararının tebliğinden itibaren 8 günlük istinaf süresi geçtikten sonra sunulduğu gözetildiğinde gerekçeli istinaf dilekçesinin makul sürede verildiğinin kabul edilip edilemeyeceği ve buradan varılacak sonuca göre 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 355. maddesine göre yapılan istinaf incelemesinde dikkate alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

14. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş ve Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.

15. HMK'nın 341. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihai kararlar yanında usuli nihai kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukuki koruma tedbirlerinden olan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi veya bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir. Kanun'un 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.

16. 6100 sayılı Kanun’un ''İstinaf dilekçesi'' kenar başlıklı 342. maddesi ise

(2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:

a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.

b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.

c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.

ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.

d) Kararın özeti.

e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.

f) Talep sonucu.

g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası.

(3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır.” düzenlemesini içermektedir.

17. Aynı Kanun’un 355. maddesinde "İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.'' düzenlemesi mevcut olup, Bölge Adliye Mahkemelerinin daha etkin ve nitelikli çalışmaları bakımından istinaf dilekçelerinin istinaf nedenlerini içermesi zorunluluğu getirilmiştir.

18. Bu sebeple istinaf sebeplerinin yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulması gerekir. Bu şekilde sebebi tam olarak belirtilmemiş dilekçelerle yapılan başvuruları Bölge Adliye Mahkemesinin sadece kamu düzenine aykırılık yönünden incelemesi, bunun dışında bir incelemeye tâbi tutmaması gerekir (Pekcanıtez Usul, Medeni Usul Hukuku Cilt III, İstanbul 2017, s.2223).

19. Kanun'un açık hükmü gereğince, eğer istinaf dilekçesinde, istinaf sebebi belirtilmemişse o husus istinaf sebebi olarak dikkate alınmamalıdır. Çünkü taraflarca getirilme ilkesi (m. 25) istinaf aşamasında da kural olarak geçerlidir (Pekcanıtez, s.2214).

20. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.

21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin birinci fıkrası ise; “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklindedir.

22. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir [Anayasa Mahkemesinin (AYM) 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K. sayılı kararı]. Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26.3.2013, § 22).

23. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7.11.2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).

24. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K.).

25. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Alper Aldemir, B. No: 2014/4987, 09.06.2016, § 32).

26. HMK’nın ''Başvuru süresi'' kenar başlıklı 345. maddesinde ''İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.'' düzenlemesi ile hangi süre içinde bu yola gidilebileceği açıkça düzenlenmiştir.

27. Özel Kanun niteliğinde olan ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 30.01.1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu'nun 02.03.2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile değişik 8. maddesi ise:

"İş mahkemelerince verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri üç bin Türk lirasını geçmeyen davalar hakkındaki nihai kararlar kesindir.

İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihai kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.

Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilmeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihai karalara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir." düzenlemesini içermekte olup iş yargılamasının daha kısa sürede tamamlanması amacıyla temyiz süresi sekiz gün olarak kısa tutulmuştur.

28. Burada tefhimden anlaşılması gereken, kısa kararın taraflara tefhimi değil; gerekçeli ve tam olarak kararın tefhimidir. Bu sebeple mahkemece hüküm duruşmasında karar, gerekçesi ve tüm unsurlarıyla birlikte tam olarak açıklanmışsa süre bu andan, değilse kararın tüm unsurlarıyla tebliğinden itibaren başlamalıdır. Aksinin kabulü hâlinde, sadece alenileşmiş, ancak bütün unsurlarıyla ortaya konulmayan gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı kanun yoluna başvurmak ve gerekçe oluşturmak gibi hem mantığa hem de hukuka uygun olmayan bir sonuç ortaya çıkacaktır (Pekcanıtez, s.2219-2220).

29. 5521 sayılı Kanun’un 7. maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanacağı; 15. maddesinde ise bu Kanunda açıklık olmayan hâllerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve 450. maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu yürürlükten kaldıran HMK’nın 447/1. maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanun’daki basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanacağından artık iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.

30. Basit yargılama usulüne ilişkin hükümlerin düzenlendiği HMK’nın Altıncı Kısmında yer alan “Hüküm” başlıklı 321. maddesinde;

“Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.

Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.” hükmü yer almaktadır.

31. HMK’nın 321. maddesindeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilen HMK’nın 297. maddesindeki unsurlardır. Buna göre; mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak, mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.

32. HMK’nın 322. maddesi atfı ile uygulanmakta olan HMK’nın 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre; mahkeme, gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Bir diğer deyişle HMK’nın 321. maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.

33. Kararın hukuken sonuç doğurması için tefhim edilmesi yeterli ise de, ayrıca tebliğ edilmesi de gerekir. Çünkü kararın kesinleşmesi ve karara karşı kanun yollarına başvurulabilmesi için tebliğ şarttır (m. 345/1, 361/1) (Pekcanıtez, s.1997).

34. Ancak ilk derece mahkemelerinin tefhim edilen kısa kararında 6100 sayılı Kanun’un 321. maddesi anlamında gerekçe bulunmamasına rağmen kanun yoluna başvurma süresini kaçırmak istemeyen taraflar, gerekçeli kararın açıklanmasını beklemeden kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan dilekçeler sunmakta olup anılan dilekçeler uygulamada “süre tutum dilekçesi” olarak adlandırılmaktadır.

35. Bu durumda süre tutum dilekçesi vermenin temyiz süresine etkisi olup olmadığı incelenmelidir.

36. Bu bağlamda öncelikle yasada öngörülen süreler, bunların yargılamaya etkisi ve yargısal uygulamanın irdelenmesi gereklidir.

37. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde istenen sonuca en kısa zamanda ulaşılması için mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile de kanuni bir değer kazanan bu zaman aralıklarına "süre" denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, insiyatifine bırakılmamış olmaktadır.

38. Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.

39. Şu hâlde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.

40. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un “Sürelerin belirlenmesi” kenar başlıklı 90. maddesi; “Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez. Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeple artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.” şeklindedir.

41. Aynı Kanun’un “Sürelerin başlaması” kenar başlıklı 91. maddesi ise “Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar.” hükmünü içermektedir.

42. Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim tarafından sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. HMK'nın "kesin süre" başlıklı 94. maddesinin birinci fıkrasında "Kanun’un belirlediği süreler kesindir." denilmek suretiyle bu hususa vurgu yapılmıştır. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise “Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar." hükmü düzenlenmiştir.

43. Kesin sürenin kaçırılması hâlinde, bundan böyle o usûl işleminin yapılması mümkün değildir. Kesin sürenin üzerinden az veya çok süre geçmesi, sonucu değiştirmez. Aksi takdirde, kesin süre ile kesin olmayan süre arasındaki ayırım ortadan kalkar (Pekcanıtez, s.467).

44. Kanun yoluna başvuru süreleri de hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan kesin sürelerdendir ve res'en gözetilmesi gerekir. Kesin sürelerin her olayda ve davanın her iki tarafı için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanun’da, kanun yoluna başvuru sürelerinin arttırılabileceğine ilişkin istisnai bir düzenleme ve imkan da yer almamaktadır. Kanun yollarına başvuru için kesin süre söz konusu olduğundan “makul süre” kavramından da bahsedilmemiştir.

45. Zira Kanun'un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir (Pekcanıtez, s.454).

46. Anılan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere; süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvurusu yapma süresine etki edeceği, süreyi durduracağı veya muhafaza edeceğiyle ilgili 5521 sayılı Kanun’da ve HMK’da bir hüküm bulunmamaktadır.

47. Bir dilekçe ile kanûni sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi hâlde hak düşer (Özekes; Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan, Ankara 2009, s.381-396, s.390).

48. Uygulamada yapıldığı üzere, kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez, s.2220).

49. Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2003 tarihli, 2003/13-581 E., 2003/527 K., sayılı kararında da "..Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2. maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada 'müddeti muhafaza' olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla, hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesi mevcut değildir..” şeklindeki tespit ve değerlendirmelerde bulunularak süre tutum müessesinin yer almadığına vurgu yapılmıştır.

50. İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için sekiz günlük istinaf yolu süresi sonrasına süre tanındığı anlamına gelmeyeceği gibi, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren sekiz günlük süre sonrasının "makul süre" olarak değerlendirilerek her duruma göre değişen, belirlisiz bir kavramın kabulü ile tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınması da kabul edilebilir değildir.

51. Bu durum yukarıda tarif edilen hukuki belirlilik ve hukuki güvenlik ilkelerine de aykırıdır.

52. Anayasa Mahkemesi de süre tutum dilekçesi sonrası gerekçeli kararın tebliğinden itibaren istinaf nedenlerinin süresi içinde bildirilmemesi durumunda kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra bu dilekçenin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri yorumunun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediğini belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Anayasa Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/29989 Başvuru numaralı, R.G; 14.06.2018 tarih ve 30451 sayılı kararı).

53. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 25.11.2020 tarihli, 2019/10(21)-405 E., 2020/949 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

54. Bu aşamada dava konusu ile ilgili olduğundan dava şartı olan kesin hükme yönelik açıklamalar yapmak da fayda vardır.

55. Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması HMK’nın 114/1-i maddesi uyarınca dava şartıdır.

56. Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için varlığı ya da yokluğu gerekli olan unsurlardır. Belirtmek gerekir ki, dava şartları davanın açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi için aranan ve kamu düzeni ile ilgili olan zorunlu koşullardır.

57. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.

58. Kesin hüküm ise bir hukuki uyuşmazlığı kesin olarak çözen son karardır.

59. Kesin hüküm, hem bireyler hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla hukuki güvenlik ve yargı erkine güven sağlandığından kesin hüküm kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Kesin hükümle, çelişik kararların ortaya çıkması engellenerek toplum hayatı için zorunlu olan hukuki istikrar sağlanır.

60. Kesin hüküm şekli ya da maddi anlamda olabilir. Şekli anlamda kesinlik, bir karara karşı belli bir aşamadan sonra kanun yollarına başvurulamamasını, diğer bir anlatımla kanun yolunun bulunmaması veya var olan kanun yollarının tükenmesini ifade eder. Maddi anlamda kesinlik ise bir hukuki uyuşmazlığın artık bütün bir gelecek için çözümlenerek son bulmasını, hükmün kesinleşmesinden sonra o davanın tekrar açılamamasını ifade eder.

61. Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HMK'nın 303. maddesinde düzenlenmiştir. HMK'nın 303/1. maddesine göre bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.

62. Somut olaya gelince; ilk derece mahkemesince “kesin hüküm nedeniyle davanın dava şartı yokluğundan reddine” dair 07.06.2017 tarihinde karar verildikten sonra davacı vekilinin 13.06.2017 tarihinde süre tutum dilekçesi verdiği, 07.07.2017 tarihinde istinaf harçlarını yatırdığı, gerekçeli kararın 28.07.2017 tarihinde tebliğinden itibaren ise sekiz günlük süre içinde gerekçeli istinaf dilekçesi vermediği, istinaf nedenlerini belirtir dilekçeyi 10.08.2017 tarihinde 8 günlük süre geçtikten sonra ibraz ettiği, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf nedenlerini süresi içinde bildirmediğinden HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden inceleme yapılarak istinaf başvurusunun esastan reddedildiği görülmüştür.

63. Şu durumda yukarıda yapılan açıklamalar ile somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgulara göre; İlk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçeli karar ile birlikte açıklanmış olduğu, istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başladığı, davacı vekilinin hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı Kanun’daki gerekçeli kararın tebliğinden itibaren sekiz günlük sürede istinaf nedenlerini belirtir dilekçe vermediği dikkate alındığında Bölge Adliye Mahkemesi tarafından davacı vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesi gerektiği belirtilerek verilen direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

64. Ne var ki, Özel Dairenin İstinaf Mahkemesi kararını istinaf yoluna başvuru süresi yönünden inceleyerek bozma kararı verdiği, ancak davacı vekilinin kesin hükmün dava şartı ve kamu düzenine yönelik olduğu temyiz itirazlarının ise incelenmediği tespit edilmiş olup bu nedenle dosyanın bu hususlara yönelik inceleme yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun bulunduğundan davacı vekilinin dava şartı olan kesin hükmün kamu düzenine yönelik olduğuna ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 18.03.2021 gününde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.03.2021 tarihli 2020/(21)10-21 E. - 2021/300 K. ve 2021/(21)10-13 E. - 2021/301 K. sayılı kararları da aynı yöndedir.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/10-124
KARAR NO   : 2022/221

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ              :
Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
TARİHİ                        : 19/09/2018
NUMARASI                : 2018/1648 - 2018/1590
DAVACI/BİRLEŞEN 
DAVADA DAVALI       :
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili Av. M.P.
DAVALI/BİRLEŞEN 
DAVADA DAVACI      :
Z.E. vekili Av. C.K.

1. Taraflar arasındaki “İtirazın iptali ile Kurum işleminin iptali ve tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gaziantep 1. İş Mahkemesince verilen asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine ilişkin karara karşı asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf isteminin esastan reddine dair kararı asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekilinin temyizi nedeniyle Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum/SGK) vekili asıl dava dilekçesinde; davalı Zekiye E.'in boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığının tespit edildiğini bu nedenle yersiz ödenen toplam 7.594.08 TL’nin tahsili için Gaziantep 13. İcra Müdürlüğünün 2015/96.03 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, davalının itirazı nedeniyle takibin durduğunu ancak davalının itiraz nedenlerinin yerinde olmadığını ileri sürerek haksız itirazın iptaline, takibin devamına ve %40’tan aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

5. Davacı Zekiye E. birleşen davada dava dilekçesinde; müvekkiline eşinden boşandıktan sonra babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığını, Kurum tarafından eski eşi ile birlikte yaşadığı gerekçesiyle aylığının kesilerek ödenen miktarların tahsili için aleyhine Gaziantep 13. İcra Müdürlüğünün 2015/96.03 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını ancak Kurum işleminin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek Kurum işleminin iptali ile babasından dolayı bağlanan aylığın yeniden bağlanmasını ve kesilen aylıkların faiziyle ödenmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

6. Davalı Zekiye E. vekili asıl davada cevap dilekçesinde; davacı Kurumun yapmış olduğu icra takibinin yersiz olduğunu, icra takibine konu Kurum işleminin iptali için Gaziantep 1. İş Mahkemesinin 2015/246 Esas sayılı dosyası ile dava açıldığını, bu davanın sonucunun beklenmesi gerektiğini savunmuştur.

7. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (Kurum/SGK) vekili birleşen davada cevap dileçesinde; Kurum kontrol memurlarınca davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edildiğini bu nedenle Kurum işleminin hukuka uygun olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

8. Gaziantep 1. İş Mahkemesinin 06.09.2016 tarihli ve 2015/330 E., 2016/249 K. sayılı kararı ile; Kurum müfettişleri tarafından yapılan denetimler ve bu hususta tanzim edilen raporların aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan belgelerden olup aksinin ancak aynı mahiyette somut delillerle ispatlanması gerektiği, somut olayda tutanak tanığı Mehmet Kurtoğulları’nın beyanı ve toplanan tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde Zekiye E.’in iddiasını ispatlayamadığı gerekçesiyle asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.         

Bölge Adliye Mahkemesinin Kararı:

9. Gaziantep 1. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekili tarafından süresi içinde istinaf yoluna başvurulmuştur.

10. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 01.12.2016 tarihli ve 2016/34 E., 2016/41 K. sayılı kararı ile; ilk derece mahkemesi kararının 06.09.2016 tarihinde taraf vekillerinin yüzüne karşı verildiği, Zekiye E. vekili tarafından yasal süre içerisinde kararın usul ve yasaya aykırı olduğu beyanını içeren istinaf yoluna başvuru süre tutum dilekçesi verildiği hâlde gerekçeli kararın 28.09.2016 tarihinde tebliği üzerine 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8. maddesindeki 8 günlük yasal istinaf süresi içerisinde gerekçeli istinaf başvuru dilekçesi verilmediği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 352., 342/3. ve 355. maddelerindeki hükümler kapsamında kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünde yapılan sınırlı inceleme neticesinde kamu düzenine aykırılık tespit edilemediği gerekçesiyle asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Bozma Kararı:

11. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

12. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 05.04.2018 tarihli ve 2017/439 E., 2018/3105 K. sayılı kararı ile; “.. V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 345. maddesi uyarınca; "İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır." aynı şekilde 5308 sayılı Kanun ile 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nda yapılan değişiklikle İş mahkemelerince verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabileceği düzenlenmiş olup,istinaf yoluna başvurma süresi gerekçeli kararın taraflara tebliğ tarihinden itibaren 8 gündür.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 26. maddesi uyarınca; "Hâkim tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. Aynı Kanunun 294-301 maddelerinde ise mahkeme kararlarının nasıl olması gerektiği belirlenmiştir. Bu düzenlemelere göre Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür. Kanunun 297. maddesinin (2). fıkrasında “hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir”, hükümleri öngörülmüş olup, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.

Tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.

Belirtilen açıklamalar nazarında ilgili Bölge Adliye Mahkemesinin kararı incelendiğinde, “gerekçeli kararın davalı tarafa 28.09.2016 tarihinde ve usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, davalı vekili tarafından 8 gün içinde gerekçeli istinaf dilekçesinin sunulmadığı, davanın kamu düzenine ilişkin olmaması sebebiyle süre tutum dilekçesinin süresinde verilmesinin sonuca etkili olmadığı,gerekçeli istinaf dilekçesinin süresinde sunulmadığı,” gerekçesiyle istinaf isteminin süresinde olmadığı belirtilmiş, diğer taraftan kamu düzenine aykırılık yönünden de inceleme yapılarak istinaf dilekçesinin hem süreden hem de esastan reddine karar verilmiş ise de, istinaf dilekçesinin süre yönünden reddi halinde başkaca bir inceleme yapılmaması gerektiği, esas yönünden inceleme yapılması halinde ise istinaf dilekçesinin süresinde verildiğinin kabul edildiği belirgin olmakla, söz konusu hükmün kendi içinde çelişkiye düşmesine sebebiyet verildiği gibi HMK’da ve İş Mahkemeleri Kanunun’da temyiz süresinin belirtildiği gerekçeli temyizin sunulması için herhangi bir süre ile sınırlanmadığı dikkate alındığında, süresinde verilen süre tutum dilekçesi ile istinaf başvurusunda bulunulduğu ve ayrıca istinaf sebebi ve gerekçelerinin de dosyaya sunulmuş olmasına göre HMK 355. maddesi kapsamında esastan inceleme yapılması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup kararın bozulması gerekmektedir.

O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." gerekçesiyle kararının bozulmasına dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

13. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin 19.09.2018 tarihli ve 2018/1648 E., 2018/1590 K. sayılı kararı ile; Anayasa Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/29989 başvuru numaralı kararı ile Yargıtay Hukuk Dairelerinden verilen kararlara değinildikten sonra, süre tutum dilekçesi ile istinaf iradesi ortaya konulsa dahi istinaf başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin, gerekçeli karar tebliğinden itibaren kanunda belirtilen yasal süre içinde bildirilmesi gerektiği, yasal süre içinde verilmemesi nedeniyle istinaf başvuru sebepleri veya gerekçesi içeren istinaf dilekçesinin istinaf incelemesinde dikkate alınmadığı, bunun istinaf başvurusunun süreden reddi gibi bir sonuç ortaya çıkarmadığı, yasal süre içinde verilen istinaf başvuru sebepleri veya gerekçesi içermeyen süre tutum dilekçesi nedeniyle kamu düzeniyle sınırlı yapılan hukukîlik denetimi sonucu ilk derece mahkeme kararı usul ve esas yönlerden hukuka uygun bulunduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesine dair verilen kararda herhangi bir çelişki bulunmadığı belirtilerek önceki gerekçe de tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

14. Direnme kararı süresi içinde asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun hem süreden hem de esastan reddine karar verilip verilmediği ve bu nedenle hükmün çelişki içerip içermediği, ilk derece mahkemesi kararının tefhimi üzerine süre tutum dilekçesi ile istinaf yoluna başvurulan eldeki davada gerekçeli istinaf dilekçesinin ilk derece mahkemesi kararının tebliğinden itibaren 8 günlük istinaf başvuru süresi geçtikten sonra sunulduğu gözetildiğinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nda gerekçeli istinaf dilekçesinin sunulması herhangi bir süre ile sınırlanmadığından bahisle bu dilekçe kapsamında istinaf incelemesi yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

16. Öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve mevzuat hükümlerine kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.

17. 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan bölge adliye mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.

18. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 341. maddesinin 1. fıkrasında ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabileceği hükmü bulunmakta iken 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 34. maddesi ile 341. maddenin 1. fıkrasında değişiklik yapılarak ilk derece mahkemelerinin nihai kararları ile, ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararlarına, ayrıca karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına, yine karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlara yönelik istinaf yoluna gidilebileceği belirtilmiş ve bu suretle kapsam genişletilmiştir.

19. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ''İstinaf dilekçesi'' kenar başlıklı 342. maddesi;

(1) İstinaf yoluna başvurma, dilekçeyle yapılır ve dilekçeye, karşı tarafın sayısı kadar örnek eklenir.

(2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:

a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.

b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.

c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.

ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.

d) Kararın özeti.

e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.

f) Talep sonucu.

g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası.

(3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır.” düzenlemesini içermektedir.

20. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesinde ise;

"İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.'' hükmü mevcut olup bölge adliye mahkemelerinin daha etkin ve nitelikli çalışmaları bakımından istinaf dilekçelerinin istinaf nedenlerini içermesi zorunluluğu getirilmiştir.

21. Bu itibarla istinaf sebeplerinin yeterince açık ve tam gerekçeleri ile ortaya konulması gerekir. Bu şekilde sebebi tam olarak belirtilmemiş dilekçelerle yapılan başvuruları Bölge Adliye Mahkemesinin sadece kamu düzenine aykırılık yönünden incelemesi, bunun dışında bir incelemeye tâbi tutmaması gerekir (Pekcanıtez Hakan/Özekes, Muhammet/Akkan, Mine/Korkmaz, Hülya Taş: Pekcanıtez Usûl, Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s.2223).

22. Kanun'un açık hükmü gereğince, eğer istinaf dilekçesinde, istinaf sebebi belirtilmemişse o husus istinaf sebebi olarak dikkate alınmamalıdır. Çünkü taraflarca getirilme ilkesi (m. 25) istinaf aşamasında da kural olarak geçerlidir (Pekcanıtez Usûl, s.2214).

23. Öte yandan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrası da, “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklindedir.

25. Anayasa’nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir [Anayasa Mahkemesinin (AYM) 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K. sayılı kararı]. Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26.3.2013, § 22).

26. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7.11.2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukukî belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).

27. Hukukî güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukukî güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukukî güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, 28.11.2013 tarihli ve 2013/64 E., 2013/142 K.).

28. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Alper Aldemir, B. No: 2014/4987, 09.06.2016, § 32).

29. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Başvuru süresi” kenar başlıklı 345. maddesinde ''İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.'' düzenlemesi ile hangi süre içinde istinaf yoluna gidilebileceği açıkça düzenlenmiştir.

30. Özel kanun niteliğinde olan ve ilk derece mahkemesi karar tarihinde yürürlükte bulunan 30.01.1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu'nun (5521 sayılı Kanun) 02.03.2005 tarihli ve 5308 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile değişik 8. maddesine göre; "İş mahkemelerince verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri üç bin Türk lirasını geçmeyen davalar hakkındaki nihai kararlar kesindir.

İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihai kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.

Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilmeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihai karalara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir". Sözü edilen bu hüküm ile iş yargılamasının daha kısa sürede tamamlanması amacıyla temyiz süresi sekiz gün olarak belirlenmiştir. Hemen belirtilmelidir ki, 25.10.2017 tarihinde yürürlüğe giren ve 5521 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun (7036 sayılı Kanun) 7. maddesinde, iş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanacağı ve HMK’nın kanun yollarına ilişkin hükümlerinin iş mahkemelerince verilen kararlar için de geçerli olduğu belirtilmiş, ayrıca kanun yoluna başvuru süresinin ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlayacağı vurgulanmıştır.

31. Konuya dönecek olursak tefhimden anlaşılması gereken, kısa kararın taraflara tefhimi değil, gerekçeli ve tam olarak kararın tefhimidir. Bu sebeple mahkemece hüküm duruşmasında karar, gerekçesi ve tüm unsurlarıyla birlikte tam olarak açıklanmışsa süre bu andan, değilse kararın tüm unsurlarıyla tebliğinden itibaren başlamalıdır. Aksinin kabulü hâlinde, sadece alenileşmiş ancak bütün unsurlarıyla ortaya konulmayan gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı kanun yoluna başvurmak ve gerekçe oluşturmak gibi hem mantığa hem de hukuka uygun olmayan bir sonuç ortaya çıkacaktır (Pekcanıtez Usûl, s.2219-2220).

32. Mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinde iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanacağı; 15. maddesinde ise bu Kanun’da açıklık olmayan hâllerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve 450. maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununu yürürlükten kaldıran HMK’nın 447/1. maddesi uyarınca diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanun’daki basit yargılama usulü ile ilgili hükümler uygulanacağından artık iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı açıktır.

33. Basit yargılama usulüne ilişkin hükümlerin düzenlendiği HMK’nın Altıncı Kısmında yer alan “Hüküm” kenar başlıklı 321. maddesinde;

“Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.

Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.” hükmü yer almaktadır.

34. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 321. maddesindeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilen HMK’nın 297. maddesindeki unsurlardır. Buna göre mahkeme, tahkikatın tamamlanmasından sonra, tarafların son beyanlarını almalı ve yargılamanın sona erdiğini bildirdikten sonra hükmü tefhim etmelidir. Kural olarak mahkemece kararın tefhiminde hükme ilişkin tüm hususlar açıklanmalıdır.

35. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 322. maddesindeki atıf nedeniyle basit yargılama usulünde de uygulanması gereken HMK’nın 297. maddesinde hükmün kapsamı açık bir şekilde düzenlenmiştir. Buna göre mahkemenin, gerekçesi ile birlikte tefhim ettiği hükümde taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakları, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermesi gereklidir. Bu kanunun getirdiği bir zorunluluktur. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli karar en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılmalıdır. Diğer bir deyişle HMK’nın 321. maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir.

36. Kararın hukuken sonuç doğurması için tefhim edilmesi yeterli ise de, ayrıca tebliğ edilmesi de gerekir. Çünkü kararın kesinleşmesi ve karara karşı kanun yollarına başvurulabilmesi için tebliğ şarttır (HMK m. 345/1, 361/1; Pekcanıtez Usûl, s.1997).

37. Ancak uygulamada ilk derece mahkemelerinin tefhim edilen kısa kararında HMK’nın 321. maddesi anlamında gerekçe bulunmamasına rağmen kanun yoluna başvurma süresini kaçırmak istemeyen taraflar, gerekçeli kararın açıklanmasını beklemeden kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan dilekçeler sunmakta olup anılan dilekçeler uygulamada “süre tutum dilekçesi” olarak adlandırılmaktadır.

38. Bu durumda süre tutum dilekçesi vermenin temyiz süresine etkisi olup olmadığı incelenmelidir.

39. Bu kapsamda öncelikle yasada öngörülen süreler, bunların yargılamaya etkisi ve yargısal uygulamanın irdelenmesi gereklidir.

40. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde istenen sonuca en kısa zamanda ulaşılması için mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile de kanuni bir değer kazanan bu zaman aralıklarına "süre" denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, insiyatifine bırakılmamış olmaktadır.

41. Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.

42. Şu hâlde süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.

43. Nitekim HMK’nın “Sürelerin belirlenmesi” kenar başlıklı 90. maddesi; “Süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez. Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeple artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.” şeklindedir.

44. Aynı Kanun’un “Sürelerin başlaması” kenar başlıklı 91. maddesi ise; “Süreler, taraflara tebliğ tarihinden veya kanunda öngörülen hâllerde, tefhim tarihinden itibaren işlemeye başlar.” hükmünü içermektedir.

45. Yukarıda da belirtildiği üzere hâkim tarafından sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. HMK'nın "Kesin süre" başlıklı 94. maddesinin 1. fıkrasında "Kanunun belirlediği süreler kesindir." denilmek suretiyle bu hususa vurgu yapılmıştır. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise kesin süre içinde yapılması gereken işlemi süresinde yapmayan tarafın o işlemi yapma hakkının ortadan kalkacağı hükme bağlanmıştır.

46. Kesin sürenin kaçırılması hâlinde bundan böyle o usûl işleminin yapılması mümkün değildir. Kesin sürenin üzerinden az veya çok süre geçmesi, sonucu değiştirmez. Aksi takdirde, kesin süre ile kesin olmayan süre arasındaki ayırım ortadan kalkar (Pekcanıtez Usûl, s.467).

47. Kanun yoluna başvuru süreleri de hâkim tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan kesin sürelerdendir ve resen gözetilmesi gerekir. Kesin sürelerin her olayda ve davanın her iki tarafı için de aynı şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanunda, kanun yoluna başvuru sürelerinin arttırılabileceğine ilişkin istisnai bir düzenleme ve imkân da yer almamaktadır.

48. Zira Kanun'un taraflara tanıdığı süreler kamu düzenindendir (Pekcanıtez Usûl, s.454).

49. Anılan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı üzere süre tutum dilekçesi verilmesinin istinaf başvurusu süresine etki edeceği, süreyi durduracağı veya muhafaza edeceğiyle ilgili 5521 sayılı Kanun’da (ve 7036 sayılı Kanun’da) ve HMK’da bir hüküm bulunmamaktadır.

50. Bir dilekçe ile kanunî sürenin tutulması veya korunması söz konusu olamaz. Böyle bir durumda iki ihtimal mevcuttur; ya süre henüz başlamamıştır, o zaman zaten işleyen bir süre olmadığından, o sürenin tutulması veya muhafazası için bir işleme, zorlamaya gerek yoktur ya da süre işlemeye başlamıştır, o zaman da zaten bir şekilde sürenin tutulması veya muhafazası bir ön dilekçe verilerek sağlanamaz süresinde işlem yapılmalıdır, aksi hâlde hak düşer (Özekes; Muhammet: “Hukuk Yargılamasında Süre Tutum Müessesesi Yoktur, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Armağan”, Ankara 2009, s.381-396, s.390).

51. Uygulamada yapıldığı üzere kısa karara karşı süre tutum dilekçesi adı altında içeriği olmayan bir dilekçe verip ardından ayrıntılı bir dilekçe vermek ise kanunî temeli ve düzenlemesi olmayan, ayrıca hukuka da açıkça aykırı bir durumdur (Pekcanıtez Usûl, s.2220).

52. Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2003 tarihli ve 2003/13-581 E., 2003/527 K. sayılı kararında da; "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 435/2.maddesindeki, temyiz sebeplerinin, temyiz dilekçesinin verilmesinden itibaren bir hafta içerisinde verilecek başka bir dilekçeyle bildirilmesine olanak tanıyan hüküm, 2494 sayılı Yasa ile ortadan kaldırılmıştır. Böylece, uygulamada 'müddeti muhafaza' olarak adlandırılmış olan müessese de ortadan kalkmıştır…” yönünde açıklamalar yapılarak sonuç olarak hukuk yargılamasında, süre tutum müessesesinin mevcut olmadığı belirtilmiştir.

53. İstinaf yoluna başvuru için süre tutum dilekçesi verilmesi, süre tutum dilekçesini veren açısından istinaf nedenlerini belirtir dilekçesini verebilmesi için sekiz günlük istinaf yolu süresinden sonrasına sarkacak şekilde ek bir süre tanındığı anlamına gelmeyeceği gibi, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren Kanunda öngörülen süreden sonra da gerekçeli istinaf dilekçesi verilebileceği değerlendirilerek her duruma göre değişen, belirsiz bir durum ile tarafların yargılama sürecini öngörebilme haklarının ellerinden alınması da kabul edilebilir değildir.

54. Bu durum yukarıda tarif edilen hukukî belirlilik ve hukukî güvenlik ilkelerine de aykırıdır.

55. Anayasa Mahkemesi tarafından da gerekçeli istinaf dilekçesine rağmen incelemenin yalnızca kamu düzeniyle sınırlı olarak yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği iddiası ile yapılan bireysel başvuru kapsamında verilen kararda; kanun yoluna başvurma iradesini ortaya koyan süre tutum dilekçesinin ilgili yargı yerine verilmesinden sonra gerekçeli istinaf dilekçesinin kişinin iradesine bırakılmadan belirli bir süre içinde verilmesi gerektiği şeklinde derece mahkemeleri tarafından yapılan yorumun aşırı şekilci (katı) olmadığı gibi mahkemeye erişimi aşırı derece zorlaştırmadığı ya da imkânsız hâle getirmediği belirtilerek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlâl edilmediği sonucuna ulaşılmıştır (Anayasa Mahkemesinin 19.04.2018 tarihli ve 2017/29989 Başvuru numaralı, R.G; 14.06.2018 tarih ve 30451 sayılı kararı).

56. Somut olayda ilk derece mahkemesi kısa kararının 06.09.2016 tarihinde tefhim edilmesi üzerine asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekilinin 09.09.2016 havale tarihli süre tutum dilekçesi vererek istinaf yoluna başvurduğu, gerekçeli kararın 28.09.2016 tarihinde tebliğinden sonra ise 11.10.2016 havale tarihli gerekçeli istinaf dilekçesini ibraz ettiği, bölge adliye mahkemesince gerekçeli istinaf dilekçesinin kanunda öngörülen süreden sonra verildiği belirtilerek süre tutum dilekçesi kapsamında kamu düzeni yönünden inceleme yapılarak ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırı bir husus bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

57. Bölge Adliye Mahkemesince gerekçeli istinaf dilekçesinin yasal süre içinde verilmemesi nedeniyle istinaf başvuru sebepleri veya gerekçesi içeren istinaf dilekçesinin istinaf incelemesinde dikkate alınmamasının istinaf başvurusunun süreden reddi sonucunu ortaya çıkarmadığı gibi istinaf dilekçesinin esastan reddi kararı yanında süreden reddine dair çelişkili karar verilmediği görülmüştür.

58. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; ilk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçeli kararda açıklanması nedeniyle istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ edilmesi ile başladığı, asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekilinin karar tarihinde yürürlükte bulunan mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8. maddesi uyarınca gerekçeli kararın tebliğinden itibaren işlemeye başlayan 8 günlük istinaf başvuru süresi içinde istinaf nedenlerinin açıklandığı istinaf dilekçesi vermediği dikkate alındığında, bölge adliye mahkemesi tarafından asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesinin yerinde olduğu ve Bölge Adliye Mahkemesi kararında çelişki olmadığı sonucuna varılmıştır.

59. Hâl böyle olunca direnme kararı usul ve yasaya uygundur.

60. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 25.11.2020 tarihli, 2019/10(21)-405 E., 2020/949 K.; 18.03.2021 tarihli ve 2021(21)10-13 E., 2021/301 K.; 2020/(21)10-21 E., 2021/300 K. ile 2019/(21)10-690 E., 2021/299 K. sayılı kararları da aynı doğrultudadır.

61. Ne var ki bozma nedenine göre bölge adliye mahkemesi kararı ile ilgili kamu düzeni yönünden temyiz incelemesi yapılması için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun bulunduğundan asıl davada davalı birleşen davada davacı Zekiye E. vekilinin incelenmeyen temyiz itirazlarının kamu düzeni yönünden incelenmesi için dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 01.03.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.