TASARRUFUN İPTAL DAVASI AÇMA HAKKI MUVAZAAYA DAYALI OLARAK İPTAL DAVASI AÇILMASINA ENGEL DEĞİLDİR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


16 May
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/17-2759
KARAR NO   : 2020/745

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ                         : 21/04/2015
NUMARASI                 : 2014/1441 - 2015/360
DAVACI                       : B.O. vd. vekili Av. B.K.
DAVALI                        : 1- T. Narenciye Tarım Ürünleri İhr. İth. Tic. San. Ltd. Şti vekili Av. M.A.T.
                                       2- G.G. Handels Und Beteiligungsgesellshaft vekili Av. C.I.

1. Taraflar arasındaki “süreli konulan ipoteğin kaldırılması, tespit, itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı Bekir O. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacılar vekili 22.12.2003 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkillerinin halde komisyoncu olup, yaş sebze meyve ticareti yaptıklarını, davalı T. Ltd. Şti'nin de aynı işi yapan ihracatçı firma olup, diğer davalı G.G. Şirketinin ise aynı işi yapan yurtdışında bulunan T. Ltd. Şti'nin %49 ortağı olduğunu, müvekkili Şaban A.'nın davalı T. Ltd. Şti.'ne ait İzmir Buca Karaağaç Köyü 5. ve 7. parsel sayılı taşınmazları üzerinde ipotek alacağı bulunduğunu, bu ipotek alacağının Antalya toptancı sebze halinde çalışan bir kısım komisyoncuların toplam alacağı olup bu alacaklar için her alacaklı davacıya alacağı oranında ayrı ayrı çekler verildiğini, çeklerin ödenmemesi üzerine sürelerinin uzatıldığını, ayrıca bu çeklerin teminatını oluşturmak amacıyla yalnızca Şaban A. adına kayıtlı toplam alacak kadar ipotek verildiğini, borcun ödenmemesi üzerine karşı taraf aleyhine icra takipleri başlatıldığını, ipotek tesis edilen gayrimenkuller üzerine ayrıca haciz konulduğunu, davalı T. Ltd. Şti.'ne ait Buca Karaağaç Köyü 5. ve 7. parselde bulunan gayrimenkul üzerinde diğer davalı G.G.'in toplam 2.300.000.00 TL ipotek alacağı bulunduğunu, G.G. adına tesis edilen ipoteklerin 1 yıl süreli olup bu süre içinde doğacak alacaklara teminat teşkil ettiğini, 1 yıllık sürenin dolduğunu, ipoteklerin hükümsüz hâle geldiğini, ayrıca G.G. Şirketine böyle bir borcu olmadığını, hatta G.G. Şirketinin alacaklı değil, borçlu olduğunun tespit edildiğini, davalı T. Narenciye Ltd. Şti adına kayıtlı bulunan İzmir Buca Karaağaç Köyü 5. ve 7. parseller üzerinde diğer davalı G.G. Şirketi lehine tesis edilen ipotekler nedeniyle borçlu olmadığının tespiti ile ipoteğin kaldırılmasını ve davalı T. Ltd. Şti'nin İzmir 5. İcra Dairesinin 2003/6.29 ve 6.30 E. sayılı dosyalarından borçlu olmadığının tespitini ve takibin iptalini, kötü niyetli icra takibi yapan davalı G.G. Şirketi'nin %40'dan aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini istemiş iken; yargılama aşamasında 2.000.000,00 TL’lık kısım için eksik olan harcı ikmal edemeyeceklerini belirterek şimdilik sadece 300.000,00 TL’lık kısım için ipoteğin kaldırılması davasına devam edilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Dava dilekçesi davalılara usulüne uygun olarak tebliğ edilmiştir.

6. Davalı T. Narenciye Tarım Ürünleri İth. İhr. Tic. San. Ltd. Şti. vekili 23.02.2004 tarihli cevap dilekçesinde; diğer davalı G.G. Şirketinin müvekkili şirketin %49 hisseyle ortağı, dava dışı O. şirketinin ise %100 hisseyle sahibi olduğunu, müvekkili şirketin, dava dışı O. ve G.G. firmalarından alacaklı durumda olduğunu, takip konusu ipoteklerin ipotek resmi senetlerinde de yer aldığı üzere bir yıl süreli olduğunu ve bu bir yıl içinde alacaklının doğmuş ve doğacak alacaklarına teminat olarak verildiğini, borç söz konusu olmadığından ipoteklerin hükümsüz hâle geldiğini, ipoteklerden kaynaklanan tüm hakların ve hatta varsa o döneme ait alacakların zaman aşımına uğradığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

7. Davalı G.G. Handels Und. Beteiligunsgesellshaft Şirketi vekili 24.06.2004 tarihli cevap dilekçesinde; dava açılırken harcın eksik yatırıldığını, müvekkili ile diğer davalı şirket arasında imzalanmış bulunan ve 12.03.1998 tarihinden itibaren geçerli olan sözleşme gereğince açılmış mal avansları kredisinin karşılığı olmak üzere müvekkili şirket lehine ipotek tesis edildiğini, borcun ödenmemesi üzerine ipotek alacağının tahsili talepli ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi başlatıldığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararı:

8. İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 13.03.2013 tarihli ve 2003/279 E., 2013/96 K.sayılı kararı ile; 20.03.1998 tarihli ve 1199 yevmiye nolu 2.000.000,00 TL tutarındaki ipotek nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine yönelik talep ile ilgili davanın işlemden kaldırıldığı 05.11.2004 tarihinden itibaren 3 aydan fazla bir süre geçtiği anlaşıldığından bu talep yönünden davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 150. maddesi gereğince açılmamış sayılmasına, diğer talepler yönünden ise; işlemin muvazaalı olduğu iddiasının usulüne uygun delillerle kanıtlanamaması, muvazaalı olduğu ileri sürülen alacak ve ipoteklerin davacı alacağından önce mevcut olması, davacıların kendi ipotekleri tesis edilirken aynı taşınmazların daha önce ipotekli olduğunu görüp bilebilecek durumda olmaları, hakem heyeti kararı ile davalı T. Ltd. Şti'nin davalı G. Şirketi'ne 2.300.000,00 TL borçlu bulunduğuna karar verilmesi, G. Şirketi'nin T. Şirketi'nden alacaklı olduğunun belirlenmesi nedeniyle diğer talepler yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

10. Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 19.12.2013 tarihli ve 2013/7974 E.,2013/18013 K. sayılı kararı ile; “… 1- Bir davada taraflarca öne sürülen maddi olayların hukuki değerlendirmesini yapmak, uygulanacak yasa maddelerini bulmak ve uygulamak 6100 sayılı HMK’nın 33 (1086 sayılı HUMK'nun 76.maddesi) gereğince hakimin doğrudan görevidir.

İİK’nın özü ve amacı dikkate alınarak iptal davası; borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen değerlerin, tasarruftan zarar gören alacaklının, alacağını elde etmesi amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlaması şeklinde tanımlanabilir. İptal davaları ile güdülen amaç; bir alacağın tamamının ya da bir kısmının tahsiline olanak bırakmamak amacıyla, borçlu tarafından yapılan bir taraflı hukuksal işlemlerle, borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kimselerle yapılan bütün hukuksal işlemlerin hükümsüzlüğünü sağlamak ve bu yol ile alacağı tahsil etmektir. Somut olayda; davacı tarafından verilen dava dilekçesinde borçlu davalı T. Narenciye Tarım Ürünleri İhr. İth. Tic. San. Ltd. Şti.nin kendisine ait taşınmazlar üzerine diğer davalı lehine oluşturduğu ipoteklerin muvazaalı olması ve ipotek karşılığı olduğu ileri sürülen alacağın bulunmaması nedeniyle borçlu olmadığının tespiti ile ipoteğin kaldırılmasını ve davalı T. Ltd. Şti'nin İzmir 5. İcra Müdürlüğünün 2003/6.29 ve 6.30 sayılı dosyalarından borçlu olmadığının tespitini ve takibin iptalini, kötü niyetli icra takibi yapan davalı G.G. Şirketi'nin %40'dan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesi talep edilmiştir. Ancak mahkemece davanın tavsifi yapılmadan karar verilmiştir. Bu durumda mahkemece davacılar tarafından ileri sürülen vakıalar karşısında davanın niteliği belirlenerek buna göre araştırma ve inceleme yapılması gerekirken bu hususun göz ardı edilerek karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

2- Mahkemece davacıların alacaklarının tasarruftan sonra doğmuş olduğu gerekçe gösterilerek bu nedenle de davanın reddine karar verilmiş ise de bu yönde de yapılan araştırma ve inceleme yeterli bulunmamaktadır. Davacılar alacaklarının kaynağı olarak 2003 tarihli protokol ve ayrı ayrı keşide edilen çekleri göstermişlerdir. Ancak davacılar ile davalı borçlu arasında düzenlenen 25.04.2003 tarihli alacak borç ilişkisinin tasfiyesine ilişkin protokol içeriğinden aralarında daha önceki tarihlerden gelen ticari ilişki olduğu anlaşılmaktadır. Çeklerin keşide tarihi her ne kadar tasarrufun tarihinden sonra olduğu görülmekte ise de keşide tarihinden önceki bir ticari veya hukuki ilişki nedeniyle de tanzim edildikleri görülmektedir. Bu durumda mahkemece her bir davacı için borcun doğum tarihinin ayrı ayrı belirlenmesi, buna ilişkin davacılardan delillerinin istenilmesi, gerekirken böyle bir inceleme yapılmaması doğru değildir.

3- Davacılar tarafından yapılan icra takiplerinin ve her bir davacı yönünden alacakların ve iptal koşullarının farklılık göstermesi nedeniyle ayrı ayrı görülmesinde yarar bulunacağından her bir davacı yönünden davaların tefrikinin düşünülmesi gerekirken bir birinden farklı nedenlere dayalı davaların bir arada görülmesi isabetli değildir.

4- Davalılar arasında organik bağ bulunması ve hakem heyetince verilen kararın Yargıtay tarafından bozulması nedeniyle davalılar arasında yapılan tasarrufun muvazaalı olabileceğinin düşünülmemesi de doğru bulunmamış, hükmün bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

11. İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 21.04.2015 tarihli ve 2014/1441E., 2015/360 K. sayılı kararı ile; Bekir O. dışındaki davacılar ile ilgili davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle HMK'nın 114/h ve 115/2 maddeleri gereğince dava şartı yokluğundan usulden reddinin gerektiği, davacıların işlemin muvazaalı olduğu iddiasını usulüne uygun delillerle kanıtlayamadıkları, muvazaalı olduğu ileri sürülen alacak ve ipoteklerin davacı alacağından önce mevcut olduğu, davacıların kendi ipotekleri tesis edilirken aynı taşınmazların daha önce ipotekli olduğunu görüp bilebilecek durumda oldukları, 06.05.2005 tarihli hakem heyeti kararı ile davalı T. Ltd. Şti.'nin davalı G. Şirketi'ne 2.300.000,00 TL borçlu bulunduğuna karar verildiği, hakem kararının Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 2010/4935 E., 2010/8882 K. sayılı kararı ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 533/1. maddesi uyarınca 6 aylık tahkim süresinin geçmesinden sonra hakem heyetince karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesi ile usulden bozulduğu ancak kararın alacağın varlığı yönünden delil niteliğinde bulunduğu, davalı G. Şirketinin ticari defterleri üzerinde yapılan incelemede; G. Şirketinin T. Şirketinden alacaklı olduğunun belirlendiği, hakem heyeti kararı ve defter incelemesi göz önüne alındığında G. Şirketinin T. Şirketinden alacağının varlığının mevcut olduğu ve davacının G. Şirketinin T. Şirketinden ipotekle temin edilen bir alacağının bulunmadığı iddiasının ispat edilemediği, davanın başlangıçta 300.000,00 TL ve 2.000.000,00 TL'lik ipotekler yönünden açıldığı, ancak duruşmaların devamı esnasında 05.11.2004 tarihinde 2.000.000,00 TL'lik ipotek ile ilgili davanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği, bu talep yönünden işlemden kalkma tarihinden itibaren 3 aydan fazla bir sürenin geçtiği, bu talep ile ilgili mahkememizce davanın açılmamış sayılmasına yönelik kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olduğunun incelenen tüm dosya kapsamı ile anlaşıldığı, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2013/7974 E. 2013/18013 K. sayılı bozma ilamına karşı mahkemenin önceki kararında ısrar edilerek 2.000.000,00 TL tutarındaki ipotek nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine yönelik talep ile ilgili davanın açılmamış sayılmasına, davacı Bekir O.’un diğer talepleri yönünden davanın reddine, diğer davacılar yönünden HMK' nun 115/2 maddesi gereğince davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davacı Bekir O. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 6100 sayılı HMK’nın 33. maddesi uyarınca davanın usulüne uygun olarak nitelendirilip nitelendirilmediği, bu kapsamda mahkemece yeterli araştırma ve inceleme yapılıp yapılmadığı, davacı Bekir O. yönünden borcun doğum tarihinin belirlenerek buna ilişkin davalı delillerinin toplanmasının gerekip gerekmediği, dosya kapsamına göre muvazaa iddiasının kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

14. Dava, süreli konulan ipoteğin kaldırılması, davalı G.G. Şirketi lehine tesis edilen ipotekler nedeniyle borçlu olmadığının tespiti ile davalı T. Ltd. Şti'nin İzmir 5. İcra Dairesinin 2003/6.29 ve 6.30 E. sayılı dosyalarından borçlu olmadığının tespiti ve takibin iptali ile davalı G.G. Şirketinin %40'dan aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesi istemine ilişkindir.

15. Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin bozma kararından sonra davacılar vekili 01.04.2015 tarihli beyan dilekçesi ile; davacı A. Ltd. Şti. ile borçlu şirketin anlaştığı, kısmi ödeme yapılması sebebiyle ibraname verildiğini ve davanın konusunun kalmadığını, davacı Şaban A. ve A. Ltd. Şti. yönünden de borçlu şirket ile anlaşma yapıldığı, kısmi ödeme yapılması sebebiyle ibraname verildiği, davaya konu yapılan icra dosyalarından T. Ltd. Şti. ile Zafer T.'nin sorumlu olmadığının belirlendiği, Şaban A. ve A. Ltd. Şti. yönünden davanın konusunun kalmadığı, davaya konu olan alacaklar da sadece davacı Bekir O. yönünden alacağın devam edilerek davayı sadece Bekir O. yönünden takip ettikleri yönünde beyanda bulunarak, bozma kararının 4. maddesi gereğince davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

16. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal düzenlemelerin incelenmesinde fayda bulunmaktadır.

17. 6100 sayılı HMK’nın 33. maddesinde yer alan “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular” kuralı uyarınca bir davada olayları anlatmak taraflara, hukuki nitelendirme görevi ise hâkime aittir. Dava dilekçesinde borçlu davalı T. Narenciye Tarım Ürünleri İhr. İth. Tic. San. Ltd. Şti’nin kendisine ait taşınmazlar üzerine diğer davalı lehine oluşturduğu ipoteklerin muvazaalı olması ve ipotek karşılığı olduğu ileri sürülen alacağın bulunmaması nedeniyle borçlu olmadığının tespiti ile ipoteğin kaldırılması ve davalı T. Ltd. Şti'nin İzmir 5. İcra Dairesinin 2003/6.29 ve 2003/6.30 takip sayılı dosyalarından borçlu olmadığının tespiti ile takibin iptali ve kötü niyetli icra takibi yapan davalı G.G. Şirketi'nin %40'dan aşağı olmamak üzere icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesi talep edilmiş, Özel Dairece; öncelikle davanın tavsifi yapılıp, davacılar tarafından ileri sürülen vakıalar karşısında davanın niteliği belirlenerek, bu nitelendirme çerçevesinde araştırma ve inceleme yapılması gerektiği belirtilmiştir. Dava dilekçesi içeriği, iddianın ileri sürülüş biçimi ve dosya kapsamına göre, davanın usulüne uygun olarak nitelendirilip nitelendirilmediğinin tespiti bakımından davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18. maddesinde düzenlenen iptal davaları ile 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 277 vd. maddelerinde yer alan tasarrufun iptali davaların irdelenmesi gerekmektedir.

18. 818 sayılı BK’nın 18. (6098 sayılı TBK 19.) maddesinde; “Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.” hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir. Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 tarihli ve 8/7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.” şeklinde tanımlanabilir.

19. Yüzeysel olarak bakıldığında, iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de, bu benzerlik her iki tür davanın güttüğü amaçtan öteye gitmemektedir. Muvazaa davası, yani yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan dava ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yaklaşırlarsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar. Tasarrufun iptali davası, borçlunun tasarruf işlemlerinden zarar gören ve elinde aciz belgesi bulunan alacaklılar tarafından açılabilir. Ne var ki, tasarrufun iptali davası, borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerin davacı bakımından hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı hâlde, muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir. Yani yapılan işlemin geçersizliği ileri sürülür.

20. Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için; tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır. Muvazaaya dayalı iptal davasının konusunu, borçlunun alacaklıları aleyhine malvarlığını azaltıcı nitelikte yaptığı her türlü işlem oluşturabilir. Eş söyleyişle icrai işlemler gibi ihmali işlemler de iptal davasına konu olabilir. Üçüncü kişileri zarara uğratmak kastıyla soyut bir borç kurgusu oluşturularak taşınmaz üzerinde kişisel hak şerhinin kurulması, ya da sırf üçüncü kişileri zarara uğratmak amacıyla şartları kalmamış bir kişisel hakkın ortadan kaldırılmaması da iptal davasına konu edilebilir.

21. BK’nın 18. maddesinde düzenlenen genel muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak bir işlemin iptal edilmesini, hukuksal yararı bulunan her ilgili talep edebilir. Muvazaaya dayalı ipotekle temin edilmiş bir hukuki işlemin ve dolayısıyla ipoteğin iptali davasında, icra alacaklısı haciz dolayısıyla sözleşmenin tarafı olmamasına rağmen üçüncü kişi sıfatıyla hukuki menfaati olduğundan muvazaa iddiasını dile getirebilecektir (Meriç, N./ İyilikli, A.C.: Taşınmaz Teminatının Üçüncü Kişi Alacaklının Alacağını Perdeleyip Takibi Semeresiz Bırakması Üzerine Bir İnceleme, TAAD, Yıl: 9, Sayı: 33, Ocak 2018, s. 74 vd).

22. Tasarrufun iptali davası, ayni nitelikte olmayıp kişisel (şahsi) bir dava olduğu hâlde, muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Muvazaanın kanıtlanması hâlinde dava konusu mal, borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış hâle gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının da borçlu adına tesciline karar verir. Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği hâlde, iptal davasının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir (İİK m.284). İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılmış iptal davasının amacı, alacaklının davaya konu mal üzerinde, cebri icra yolu ile alacağı miktarla sınırlı olarak hakkını almasını sağlamaktır. İİK’nın 277. ve izleyen maddelerindeki iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayalı olarak iptal davası açmasına engel değildir.

23. Kural olarak iptal davasına konu edilen tasarruflar, muvazaalı akitlerden farklı olarak hukuken geçerlidir. Başka bir ifade ile muvazaalı akitlerde, görülen akit değil tarafların gerçek iradelerine uygun bulunan akit tarafları bağlayıcı olduğu hâlde, İİK’nın 277 ve bunu izleyen maddelerinde düzenlenen tasarruflar özel hukuk ilişkisi açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle, alacaklının gerçek alacak ve ayrıntılarına yetecek miktardaki tasarrufun iptaline, bunun dışında kalan kısmı geçerliliğini koruyacağından, olduğu gibi bırakılmasına karar verilmesi gerekmektedir. Kanun koyucu bu özelliği gözeterek “iptal davasının sübutu davaya konu teşkil eden mal üzerinde icra kovuşturması yapılabileceğini, davanın konusu taşınmaz mal olduğu takdirde ise, üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmeksizin taşınmazın haciz ve satışının istenebileceğini” öngörmüştür (İİK. m.283). Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 03.05.2000 tarihli ve 2000/4-823 E., 2000/851 K.; 25.05.2011 tarihli ve 2011/4-149 E., 2011/346 K.; 02.04.2014 tarihli ve 2013/4-1016 E., 2014/436 K.; 17.01.2019 tarihli ve 2017/17-2051 E., 2019/19 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

24. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 850. maddesindeki emredici hükme göre, taşınmaz rehni ancak ipotek, ipotekli borç senedi veya irad şeklinde kurulabilir. İpotek kişisel bir alacağın teminat altına alınması amacını güden ve bir taşınmaz değerinden alacaklının alacağını elde etmesini sağlayan asıl alacağa bağlı sınırlı bir ayni haktır. TMK’nın 851. ve 881. maddelerinde düzenlenen üst sınır ipoteği ise, ileride doğacak veya doğması muhtemel olan bir alacağın teminatı olarak tesis edildiğinden, bu belirsiz borca azami ne miktar için teminat teşkil edeceği ipotek akit tablosunda bir limitle belirlenir. İşte bu nedenledir ki ileride vücut bulacak ana borç ile buna eklenecek faiz, icra takip giderleri ile yanlarca kararlaştırılan diğer ferileri, yani TMK'nın 875. maddesinde belirtilen ve ipotekle teminat altına alınan toplam borç miktarı, bu tür ipotekte tarafların ipotek tesis edilirken rızaları ile tespit edilen bu limiti aşması mümkün değildir. Eş söyleyişle, ipotek sadece güvence işlevi bulunan bir rehin türü olduğundan ve güvence sağladığı alacağa bağlı feri nitelikte sınırlı bir ayni hak olduğundan, mevcut veya doğacak bir alacak için kurulan ipoteğin geçerliliği, güvenceye aldığı alacağın geçerli olmasına bağlıdır. Bu nedenle ipoteğin hüküm ve sonuç doğurabilmesi için, ipotekle güvence altına alınan bir alacağın var olması, bu alacağın geçerli bir şekilde doğmuş ve sona ermemiş olması gerekir (Akkaya, T.: İcra Hukuku Bağlamında Süreli İpotek, TAAD, Ocak 2013, Sayı: 12, s. 162).

25. Anapara ipotek sözleşmesiyle veya üst sınır ipoteğiyle temin edilen alacağın çeşitli sebeplerle geçersiz olması mümkündür. Örneğin alacağa ilişkin borç ilişkisinin kurulması aşamasında mevcut bulunan baştaki ifa olanaksızlığı ya da teminat altına alınan alacağın kanun, genel ahlak veya muvazaa gibi kesin geçersizlik yaptırımı, alacağı doğuran hukuki işlemin geçersiz sayılmasına yol açmakta, ipoteğin alacağa bağlı bir hak olmasından dolayı ipotek tescilini de yolsuz, geçersiz yapmaktadır. Bu durumlarda geçersizlik sebebine göre sözleşmenin tamamen veya kısmen iptali söz konusu olabilecektir. Bir başka örnek verecek olursak, alacaklı ile borçlu arasında gerçek bir alacak-borç ilişkisi olmadan kurulan ipotek tamamen yolsuz, mevcut olan gerçek borcun çok üzerinde bir meblağ için kurulan ipotek sözleşmesi ise, kısmi muvazaa sebebiyle sadece muvazaalı kısmı teminat altına aldığı oranda geçersiz olacaktır. Bu durumlarda ipoteğin tescili yolsuz olup, ipoteğin kısmen veya tamamen terkini 47.1 sayılı TMK’nın 1025. maddesine ya da 2004 sayılı İİK’nın 150/a maddesine dayanılarak talep edilebilecektir. Ne var ki bu yasal olanaklar, takip alacaklılarının, ipotekli alacaklı bakımından korunmasına uygun değildir. İpotek alacaklısının alacağının doğmamış olması, muvazaalı olması ya da ödemelerle tamamen yahut kısmen sonra ermiş olması durumlarında ipotek alacaklısının alacağı, (uyuşmazlık tarihindeki mevcut hükümlere göre) şekli anlamda varlığını devam ettirmekte olduğundan, öncelikle ipotekli taşınmazı haczettiren üçüncü kişi takip alacaklısının rüçhanlı alacaklı olduğundan bahisle, ipotek alacaklısının görünen alacağının karşılama prensibinde dikkate alınıyor olması, üçüncü kişi alacaklının cebri icra yoluyla alacağına ulaşmasına engel olabilecektir. Aynı durum paraların paylaştırılması aşamasında da söz konusu olabilecektir. Paraların paylaştırılması aşamasında ipotek alacaklısının rüçhanlı alacaklı olarak sıradan evvel pay alması, sırada yer alan takip alacaklılarının satış bedelinden alacaklarını almalarını engelleyecek ya da az almalarına sebebiyet verecektir (Meriç, İyilikli, A.C., s. 64).

26. Görüldüğü gibi ipotek, ipotek alacaklısına belli şartlar dâhilinde taşınmazı paraya çevirterek alacağını alma yetkisi vermektedir. Paraya çevirme aşamasında icra dairelerince takip hukukuna yönelik olarak belge üzerinden sınırlı inceleme yapılmaktadır. Bu sınırlı incelemeye karşın haiz alacaklısı da tamamen savunmasız bırakılmamıştır. Alacağın varlığına, miktarına, yapay borç oluşturulduğuna, muvazaalı olarak yüksek borç oluşturulduğuna ilişkin iddialar, genel hükümlere göre genel mahkemelerde ispatlanabilir. Üçüncü kişi alacaklının alacağı daha önce doğmuş ve ipotek üçüncü kişinin alacağını semeresiz bırakmak için tesis edilmiş ise 2004 sayılı İİK’nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası açılabilir. İİK’nın 277. ve izleyen maddelerdeki iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayalı olarak iptal davası açmasına engel değildir. İpotekli taşınmazın değeri, ipotek alacak ve masraflarını karşılayacak değere ulaşıp ihale edildiğinde, üçüncü kişi alacaklı tarafından alacağın miktarı ve mevcudiyetinin gerçeği yansıtılmadığı ileri sürülerek genel mahkemelerde sıra cetveline itiraz davası açılabilir. İpotek alacaklısının gerçek alacak miktarının çok üzerinde gösterdiği yapay bedeli, taşınmaz ihale değerinden mahsup ederek haksız bir şekilde gerçek alacak miktarını aşan bir işlemin hükümsüzlüğünün tespiti ise yine lexcommissoria yasağı (borç vadesinde ödenmediğinde alacaklının rehin konusu malın mülkiyetini kazanamayacağı kuralına aykırı yapılan bir takım inançlı işlemler vs.) çerçevesinde talep edilebilir (Meriç, İyilikli, s. 90). Açılacak davalar somut olayın özelliklerine göre değişiklik gösterebilmektedir.

27. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davada davacı, tarafça ipoteğin muvazaalı olduğu, gerçek bir borç ilişkisi olmamasına sürenin geçmesine rağmen süreli konulan ipoteğin kaldırılmadığı, ihmali şekilde yapılan bu muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürüp alacağını almak istemiştir. Davanın, 818 sayılı BK’nın 18. maddesinde düzenlenen genel muvazaaya dayalı iptal davası olduğu, davacının açmakta hukuki yararının bulunduğu açıktır. Mahkemece de davanın genel muvazaaya dayalı olduğu tespit edilerek; “davacı tarafça davalılar arasında muvazaa sebebiyle gerçek bir alacağın mevcut olmadığı ve tesis edilen ipoteğin geçersiz olduğu iddiasının ileri sürüldüğü, davacıların da dava konusu edilen taşınmazlar üzerinde ipotek sahibi alacaklı olmaları sebebiyle davacıların kendilerinin taraf olmadığı ipoteklerin geçersizliği ile ilgili dava açmaya haklarının bulunduğu, davacıların tümünün başlangıçta bu davayı açmakta hukuki yararlarının mevcut olduğu” ifadeleriyle açılan dava doğru bir şekilde nitelendirilmiş ise de; muvazaalı olduğu ileri sürülen ipotek ve alacağın davacı alacağından önce doğduğu, davacının aynı taşınmazın daha önceden ipotekli olduğunu görüp bilebilecek durumda olduğu, davalı T. Ltd. Şti.’nin diğer davalıya borçlu olduğunun tespit edildiği ve muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

28. Davalı G.G. Şirketi lehine kurulan 26.02.1997 tarihli ipotek akit tablosuna göre, davalı şirketin aldığı ve alacağı 300.000,00 TL mal avansları karşılığı olarak 1. derecede ve bila faizli ve 1 yıl süreli limit ipoteği tesis edilmiştir. İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2003/763 D. iş sayılı dosyasında alınan alınan bilirkişi tespit raporuna göre davalı G. Şirketinin, davalı T. Narenciye Tarım Ürünleri San. ve Tic. Ltd. Şti’ne borcu olduğu belirlenmiş, İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2003/77. D. iş sayılı dosyasında; “davalı T. Narenciye Tarım Ürünleri San. ve Tic. Ltd. Şti’nin yasal defter ve dayanağı muavin kayıtları üzerinde yapılan tetkik ve incelemelerde borçlu olup olmadığının tespiti istenen G.G.HandlesUnd şirketinin 07.02.2003-31.03.2003 tarih aralığını kapsayan zaman süresi içinde 120.993 kodlu hesapta takip edilen ticari ilişki nedeniyle tespite konu T. Narenciye Ltd. Şti’den herhangi bir alacağının değil, aksine 2.104.655,558, 532 TL (eski TL ile) tutarında cari hesap borcunun mevcut olduğu” tespit edilmiştir. Mahkemece aldırılan 17.02.2004 tarihli bilirkişi raporunda ise; davalı T. Ltd. Şti’nin yasal defterlerinin tetkikinde diğer davalı G. Şirketi ile T. Ltd. Şti. arasında mal alımından veya herhangi bir ticari ilişkiden kaynaklanan herhangi bir borç alacak ilişkisinin bulunmadığı, bir yıl süreli olarak kurulan her iki ipoteğinde borç alacak ilişkisine dayanmadığı, davalı T. Ltd. Şti.’nin ilgili dönemler içinde davalı G.G. Şirketine borcunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Her iki raporun birbirini teyit ettiği anlaşılmıştır. 02.03.2006 tarihli ek bilirkişi raporunda ise; davalı G. Şirketinin ipotek tesisine neden olan avansları gönderdiğine dair bir belge ibraz edemediği de belirtilmiştir. Davalı T. Narenciye Tarım Ürünleri İhr. İth. Tic. ve San. Ltd. Şti. vekilince sunulan cevap dilekçesinde; ipoteklerin bir yıl içinde doğmuş ve doğacak alacaklara teminat olarak verildiği ve böyle bir borç söz konusu olmadığından resen hükümsüz hale geldiği savunulmuştur. Davacı alacağın kaynağı olarak 2003 tarihli protokol ve ayrı ayrı keşide edilen çekleri göstermiş ise de; 25.04.2003 tarihli alacak borç ilişkisinin tasfiyesine ilişkin protokol içeriğinden aralarında daha önceki tarihlerden gelen ticari ilişki olduğu anlaşılmaktadır. Çeklerin keşide tarihinin her ne kadar tasarrufun tarihinden sonra olduğu görülmekte ise de keşide tarihinden önceki bir ticari veya hukuki ilişki nedeniyle de tanzim edildikleri anlaşılmaktadır. Birbirini teyit eden bilirkişi raporları ve davacının alacağının daha önceden mevcut olan ticari ilişkiye dayanıyor olması, bahsedilen tarihte davalı T. Şirketinin borcunun bulunduğunun tespit edilmiş olması ve ipoteğin kaynağını oluşturan gerçek bir alacağın bulunmaması, davalıların ihmali hareketleriyle aslında hükümsüz olan ipoteği kaldırmayarak davacıya yönelik zararlandırıcı eylemde bulundukları sabit olduğundan, bu somut olgular karşısında eldeki davada ipotek alacağının, davacı alacağından önce doğduğunu söylemeye imkan bulunmamaktadır. Muvazaa davasında ilkeler yukarıda anlatılmakla, zararlandırıcı işlem süre gelen bu ihmali hareket ile olduğundan ve bahsedilen tarihte de ipoteğe konu bir alacak olmadığından somut olay bakımından davacı ile davalı borçlu T. Narenciye Tarım Ürünleri İhr. İth. Tic. ve San. Ltd. Şti. arasındaki ticari ilişkinin doğum tarihinin araştırılması da yargılamaya bir katkı sağlamayacaktır.

29. Yine, yerel mahkemece hakem heyetince verilen kararın alacağın varlığı bakımından güçlü delil olduğu gerekçesine dayanılmış ise de; davacı G. Şirketinin 2.300,00 TL alacaklı olduğuna ve bu miktarın davalı T. Ltd. Şti.’den tahsili gerektiğine dair verilen hakem heyeti kararının Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 14.07.2010 tarihli ve 2010/4935 E., 2010/8882 K. sayılı kararı ile 6 aylık tahkim süresinin geçmesinden sonra karar verildiği gerekçesiyle bozulduğundan hükme esas alınamayacağı da açıktır. Tüm bu hususlar ve davalılar arasında bulunan güçlü organik bağ bir arada değerlendirildiğinde davalılar arasında yapılan tasarrufun muvazaalı olduğu anlaşılmaktadır.

30. O hâlde, mahkemece davalılar arasında yapılan tasarruf işleminin muvazaalı olduğu kabul edilerek sonucuna göre karar verilmelidir.

31. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; mahkemece davanın nitelendirmesinin tam olarak yapılamadığı, İİK 277 vd. düzenlenen tasarrufun iptali davaları ile 818 sayılı BK’nın 18. maddesinde yer alan genel muvazaa nedeniyle iptal davasının görülebilmesi için davacının davalıdan gerçek bir alacağının olması, bu alacağın tasarruf tarihinden önce doğması gerektiği, dava şartı olan bu husus mahkemece öncelikle incelenmesi gerektiğinden, mahkemece davanın nitelendirmesinin yapılarak, davacı Bekir O. yönünden borcun doğum tarihinin belirlenip, deliller toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden direnme kararının bu farklı değişik gerekçe ile bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

32. Hâl böyle olunca, direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenle bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı Bekir O. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.10.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Davacı borçlu davalı T. Narenciye Tarım Ürünleri İhr. İth. Tic. San. Ltd. Şti.nin kendisine ait taşınmazlar üzerine diğer davalı lehine oluşturduğu ipoteklerin muvazaalı olması ve ipotek karşılığı olduğu ileri sürülen alacağın bulunmaması nedeniyle borçlu olmadığının tespiti ile ipoteğin kaldırılmasını ve davalı T. Ltd. Şti'.nin İzmir 5. İcra Müdürlüğünün 2003/6.29 ve 6.30 sayılı dosyalarından borçlu olmadığının tespitini ve takibin iptalini, kötü niyetli icra takibi yapan davalı G.G. Şirketi'nin %40'dan aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesi talep edilmiştir.

Yerel Mahkemece 20.03.1998 tarihli, 1.99 yevmiye nolu 2.000.000,00 TL tutarındaki ipotek nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine yönelik talep ile ilgili davanın işlemden kaldırıldığı 05.11.2004 tarihinden bu yana 3 aydan fazla bir süre geçtiği anlaşıldığından bu talep yönünden davanın HMK 150. maddesi gereğince açılmamış sayılmasına, diğer talepler yönünden ise; işlemin muvazaalı olduğu iddiasının usulüne uygun delillerle ispatlanamadığı,

Muvazaalı olduğu ileri sürülen alacak ve ipoteklerin davacı alacağından önce mevcut olması, davacıların kendi ipotekleri tesis edilirken aynı taşınmazların daha önce ipotekli olduğunu görüp bilebilecek durumda olmaları, hakem heyeti kararı ile davalı T. Ltd. Şti'nin davalı G. Şirketi'ne 2.300.000,00TL borçlu bulunduğuna karar verilmesi, G. Şirketi'nin T. Şirketi'nden alacaklı olduğunun belirlenmesi nedeniyle davanın diğer talepler yönünden reddine karar verilmiştir.

Hükmün davacılar vekili tarafından temyizi üzerine;

Özel Dairece; Mahkemece davanın tavsifi yapılmadan karar verildiğini, bu durumda mahkemece davacılar tarafından ileri sürülen vakıalar karşısında davanın niteliği belirlenerek buna göre araştırma ve inceleme yapılması gerekirken bu hususun göz ardı edilerek karar verilmesi doğru bulunmadığını,

Mahkemece davacıların alacaklarının tasarruftan sonra doğmuş olduğu gerekçe gösterilerek bu nedenle de davanın reddine karar verilmiş ise de bu yönde de yapılan araştırma ve inceleme yeterli bulunmamaktadır. Davacılar alacaklarının kaynağı olarak 2003 tarihli protokol ve ayrı ayrı keşide edilen çekleri göstermişlerdir. Ancak davacılar ile davalı borçlu arasında düzenlenen 25.04.2003 tarihli alacak borç ilişkisinin tasfiyesine ilişkin protokol içeriğinden aralarında daha önceki tarihlerden gelen ticari ilişki olduğu anlaşılmaktadır. Çeklerin keşide tarihi her ne kadar tasarrufun tarihinden sonra olduğu görülmekte ise de keşide tarihinden önceki bir ticari veya hukuki ilişki nedeniyle de tanzim edildikleri görülmektedir. Bu durumda mahkemece her bir davacı için borcun doğum tarihinin ayrı ayrı belirlenmesi, buna ilişkin davacılardan delillerinin istenilmesi, gerekirken böyle bir inceleme yapılmamasının doğru olmadığını,

Davacılar tarafından yapılan icra takiplerinin ve her bir davacı yönünden alacakların ve iptal koşullarının farklılık göstermesi nedeniyle ayrı ayrı görülmesinde yarar bulunacağından her bir davacı yönünden davaların tefrikinin düşünülmesi gerekirken bir birinden farklı nedenlere dayalı davaların bir arada görülmesi isabetli olmadığı,

Davalılar arasında organik bağ bulunması ve hakem heyetince verilen kararın Yargıtay tarafından bozulması nedeniyle davalılar arasında yapılan tasarrufun muvazaalı olabileceğinin düşünülmemesi gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Yerel Mahkeme, Bekir O. dışındaki davacılar ile ilgili davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle HMK'nın 114/h ve 115/2 maddesi gereğince dava şartı yokluğundan usulden reddinin gerektiği, davacıların işlemin muvazaalı olduğu iddiasını usulüne uygun delillerle kanıtlayamadıkları, muvazaalı olduğu ileri sürülen alacak ve ipoteklerin davacı alacağından önce mevcut olduğu, davacıların kendi ipotekleri tesis edilirken aynı taşınmazların daha önce ipotekli olduğunu görüp bilebilecek durumda oldukları, 06.05.2005 tarihli hakem heyeti kararı ile davalı T. Ltd. Şti'nin davalı G. Şirketi'ne 2.300.000,00 TL borçlu bulunduğuna karar verildiği, hakem kararının Yargıtay 19. Hukuk Dairesi Başkanlığının 2010/4935 Esas 2010/8882 Karar sayılı ilamı ile HUMK'nın 533/1 maddesi uyarınca 6 aylık tahkim süresinin geçmesinden sonra hakem heyetince karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesi ile usulden bozulduğu ancak kararın alacağın varlığı yönünden delil niteliğinde bulunduğu davalı G. Şirketi'nin ticari defterleri üzerinde yapılan incelemede; G. Şirketi'nin T. Şirketi'nden alacaklı olduğunun belirlendiği, hakem heyeti kararı ve defter incelemesi göz önüne alındığında G. Şirketi'nin T. Şirketi'nden alacağının varlığının mevcut olduğu ve davacının G. Şirketi' nin T. Şirketi'nden ipotekle temin edilen bir alacağının bulunmadığı iddiasının ispat edilemediği, davanın başlangıçta 300 milyar TL ve 2 trilyon TL'lik ipotekler yönünden açıldığı, ancak duruşmaların devamı esnasında 05.11.2004 tarihinde 2 trilyon TL'lik ipotek ile ilgili davanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği, bu talep yönünden işlemden kalkma tarihinden itibaren 3 aydan fazla bir sürenin geçtiği, bu talep ile ilgili mahkememizce davanın açılmamış sayılmasına yönelik kararın temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olduğu, incelenen tüm dosya kapsamı ile anlaşılmış, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi Başkanlığının 2013/7974 E. 2013/18013 K. sayılı bozma ilamına karşı mahkememizin önceki kararında ısrar edilerek 2.000.000,00TL tutarındaki ipotek nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine yönelik talep ile ilgili davanın açılmamış sayılmasına, davacı Bekir Ök tarafından açılan davanın diğer talepler yönünden reddine, diğer davacılar tarafından açılan davanın diğer talepler yönünden HMK'nın 115/2 maddesi gereğince usulden reddine karar verilmiş, direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

 Mahkeme ile Daire arasındaki uyuşmazlığın konusu açılan tasarrufun iptali davasında dava şartı olan tasarruf işleminin (G. lehine konulan ipoteğin) davacının alacağından sonra yapılıp yapılmadığı ve buna ilişkin olarak mahkemenin incelemesinin yeterli olup olmadığı, tasarruf işleminin alacaktan sonra yapılması durumunda G. Şirketi tarafından konulan ipotekte davalıların muvazaalı işlem yapıp yapmadıklarına ilişkindir.

Mahkemece tasarrufun iptali davasının reddine karar verilirken üç gerekçeye dayanılmıştır.

1- Muvazaalı olduğu ileri sürülen alacak ve ipoteklerin davacı alacağından önce mevcut olması,

2- Davacıların kendi ipotekleri tesis edilirken aynı taşınmazların daha önce ipotekli olduğunu görüp bilebilecek durumda olmaları,

3- Hakem heyeti kararı ile davalı T. Ltd. Şti'nin davalı G. Şirketi'ne 2.300.000,00 TL borçlu bulunduğunun tespit edilmiş olmasıdır.

Tasarrufun iptali davası; “borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen değerlerin tasarruftan zarar gören alacaklının alacağını elde etmesi amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlayan bir dava,” kısaca borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak için yaptığı tasarruflarını, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüzleştirmeye yönelik özel bir dava olarak tanımlanabilir. İptal davasının amacı bir alacağı ödememek için, mal varlığını azaltıcı veya artışını önleyici nitelikte, borçlu tarafından yapılan bir taraflı hukuki işlemler ve fiillerle, borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kişilerle yaptığı tüm hukuki işlemleri, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüz sayarak işlem konusu mal veya hakkı hâlen borçluya aitmiş gibi, cebrî icra yolu ile alacaklının alacağını almasına imkân sağlamaktır (Güneren, A: İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, Ankara 2012, s. 39, 40).

İİK'nın 278, 279 ve 280. maddelerinde düzenlenen ve iptal davasının konusunu teşkil eden tasarruflar genel olarak üç grupta toplanmıştır. Bunlar; karşılıksız (ivazsız) yapılan tasarruflar, aciz iken ve bundan ötürü yapılan tasarruflar ve olağan durumlarda borçlunun yapmayacağı işlemlerle malvarlığında eksiltme yaratan tasarruflardır. Ancak, bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar tahdidi olarak sayılmış değildir. Kanun iptale tabi bazı tasarruflar için genel bir tanımlama yaparak hangi tasarrufların iptale tabi olduğu hususunun tayinini hâkimin takdirine bırakmıştır (m. 281). Dava dilekçesinde İİK'nın 278, 279 ve 280. maddelerinden hangisine istinaden iptal istendiğinin belirtilmesi de zorunlu değildir. Hatta bu maddelerden biri gösterilmiş olsa bile mahkeme bununla bağlı olmayıp, diğer maddelerden birine dayanarak iptal kararı verebilir. Bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.11.1987 tarihli ve 1987/15-381 E., 1987/ 873 K. sayılı kararında da açıklanmıştır

Açılan tasarrufun iptali davasında taraf oluşumu gerçekleşmişse, hâkim, öncelikle, dava şartının var olup olmadığını kendiliğinden inceler. Çünkü, iptal davasının esasına girilebilmesi için dava şartlarının bulunması zorunludur. Mahkeme dava şartlarını incelerken ilk önce, mahkemeye ilişkin dava şartlarını, sonra taraflara ilişkin dava şartlarını, dava süresinde açılmışsa son olarak dava konusuna ilişkin dava şartlarını ve tasarrufun iptali davasına özgü dava şartlarını incelenir. Dava şartlarından birisi yoksa mahkemece davanın esasına girilmeden davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilir. (Güneren, s.466). Bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 02.03.2005 tarihli ve 2005/15-100 E., 2005/119 K., 30.04.2019 tarihli ve 2017/17-1791 E., 2019/498 K. sayılı kararlarında da ayrıntılı biçimde açıklanmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinde belirtilen ve bütün davalar bakımında geçerlilik taşıyan dava şartlarının yanında tasarrufun iptali davasında, bu davaya özgü birtakım özel dava şartları da bulunmaktadır. Bu tür davaların dinlenebilmesi için;

a) Davacının davalı borçluda gerçek bir alacağının bulunması,

b) Borçlu hakkında yapılan icra takibinin kesinleşmiş olması,

c) İptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olması,

d) Borçlu hakkında alınmış aciz belgesinin bulunmasıdır.

Tasarrufun iptali davasının görülebilmesi için görüldüğü gibi, diğer dava şartları yanında tasarrufun iptali istenilen işlemin borcun doğumundan sonra gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Mahkemece bu ön şart resen araştırılacak ve gerçekleşmediği takdirde işin esası hakkında hüküm kurulamayacaktır. Alacaklının, borçlanmanın gerçekleştiği tarihteki, borçlunun mal varlığına güvenerek işlem yaptığı göz önüne alınarak, borcun doğumundan önceki tasarruflar iptal davasına konu edilemez. İşte bu nedenle, borcun hangi tarihte doğduğunun ve borcun doğumuna ilişkin hukuksal nedenin araştırılması gerekir.

Somut davada taraflar arasındaki alacak ve borç tasfiyesine ilişkin 25.04.2003 tarihli protokol incelendiğinde karşılıksız çıkan çeklerin yerine yenilerinin verildiği belirtilerek takibe dayanak çeklerin en eskisi olan 06.05.2003 tarihinden önceye dayalı çeklerin verildiği ve taraflar arasında ki ticari ilişkinin çek tarihinden önceye dayalı olduğu görülmektedir.

6762 sayılı TTK’nın 707. maddesine göre; “Çek, görüldüğünde ödenir. Buna aykırı her hangi bir kayıt yazılmamış hükmündedir. Keşide günü olarak gösterilen günden önce ödenmek için ibraz olunan bir çek ibraz günü ödenir.” Bilindiği gibi, çeklerde düzenleme tarihinin gösterilmesi zorunludur (6102 sayılı TTK, m. 780, 6762 sayılı TTK, m. 692). Düzenlenme tarihi bulunmadığı takdirde ilgili senet Kanunun aradığı diğer bütün unsurlara sahip olsa dahi çek vasfını kazanamaz (6102 sayılı TTK, m 781/1, 6762 sayılı TTK, m 693). Kanun koyucu çeklerde düzenlenme günü olarak gösterilen tarihin, senedin gerçek düzenlenme günü olmasını aramamıştır. Kanun koyucunun bu konudaki suskunluğu, hiç şüphesiz, ileri tarihli çek düzenlenmesine imkân veren hâllerden birisidir. 6762 sayılı TTK’nın 707/2 (6102 sayılı TTK’nın 795/2.) maddesinde düzenlenme günü olarak gösterilen günden önce ödenmek için muhatap bankaya ibraz olunan bir çekin ibraz günü ödeneceği ifade edilerek, Türk hukukunda ileri tarihli çek düzenlenmesi zımnen kabul edilmiştir. Bu madde ile kanun koyucu, ileri tarihli çek düzenlenmesinin bir nevi müeyyidesi olarak bir çekin üzerinde yazılı düzenlenme tarihinden önce muhatap bankaya ibrazı karşılığı varsa ödeneceğini açıkça kabul ederken, zımnen de bir çekin düzenlenme günü olarak gösterilen tarihten önce ileri tarihli olarak tedavüle çıkarılabileceğini ve bu tip bir senedin diğer kanuni unsurlara sahip olmak kaydıyla çek sayılacağını belirtmiştir.

Çeklerde vade olmayacağı kural ise de, uygulamada ticarî yaşamda ileri bir tarihte keşide edilmiş gibi çek düzenlendiği, bu tip çeklerin yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir. Uygulamada ve öğretide bu gibi hâllerde borcun; vade, ibraz ya da takip tarihlerinden önce doğduğu iddiasının varlığı, borcun gerçek doğum tarihinin tespitinin gerektiği kabul edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunun 26.06.2002 tarihli ve 2002/15-543 E., 2002/552 K. sayılı kararında belirtilen ilke kapsamlı bir şekilde açıklanmıştır. Ayrıca, Çek Kanunu’na 6273 sayılı Kanunla eklenen geçici madde 3/5. fıkrası ile 31 Aralık 2020 tarihine kadar çekin ödenmek için üzerinde yazılı düzenlenme tarihinden önce muhatap bankaya ibrazının geçersiz olacağı öngörülmüş; böylece, kanun koyucu bu fıkra ile de ileri tarihli çek düzenlenebileceğini; ancak bu çeklerin üzerlerinde yazılı düzenlenme tarihinden önce muhatap bankaya ödenmeleri için ibraz edilmelerinin mümkün olmadığını; buna rağmen ibrazları bu fıkranın söz konusu düzenlemesinin sonucu olarak 6102 sayılı TTK’nın 795/2. (6762 sayılı Kanunun 707/2) maddesine aykırı olarak muhatap bankaca ödenmelerinin mümkün olamayacağını kabul etmiştir. Böylece geçici madde 3/5. fıkrasında öngörülen bu düzenleme ile 31 Aralık 2020 tarihine kadar 6102 sayılı TTK’nın 795/1. ve 2. fıkraları ile Çek Kanununun 3/8. fıkrasının uygulanması dondurulmuştur. Geçici madde 3/5. fıkrası uyarınca çeklerin üzerlerinde yazılı düzenlenme tarihlerinden önce muhatap bankaya ibraz edilerek "kırdırtmalarının" mümkün olmadığının da kabulü gerekir. Zira, yukarıda belirtildiği gibi, söz konusu fıkra uyarınca çeklerin üzerlerinde yazılı düzenlenme tarihinden önce muhatap bankaya ibraz edilmeleri ve ödenmeleri mümkün değildir (Bozer., A Göle. C: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2018, s. 324 vd).

Somut olayda, mahkemece iptali istenen tasarrufların borç doğmadan önce yapıldığı belirtilmiş ise de, buna ilişkin incelme yapılmamıştır. Taraflar arasındaki düzenlenen protokol tarihi 25.04.2003 tür. Protokolde dile getirilen çeklerin en eskisinin tarihi 06.05.2003 tür. İpotek tarihi ise 26.02.1997 tarihlidir. Bu şartlarda G. şirketinin davalı T. şirketinin taşınmazlarına koyduğu ipotek tarihi hem protokol tarihi hem çek tarihlerinden 6 yıl öncedir. Bu hâliyle tasarruf işleminin borcun doğumundan önce yapıldığı görülse de protokolde yer alan çeklerin daha önce verilen çeklerin karşılıksız çıkması nedeniyle verildiği, böylece protokol ile bir borç yenilemesi yapıldığına göre davacı ile T. Şirketi arasındaki ticari ilişkinin daha önceye dayandığı rahatlıkla söylenebilir. Mahkemece hiçbir araştırma yapmadan tasarruf işleminin borçtan önce yapıldığı gerekçesi ile davanın reddinin yanlış olduğu gibi, davacı ile davalı borçlu T. Şirketi arasındaki ticari ilişkinin ne zaman doğduğu araştırılmadan dava şartının var olduğunun kabulü de dosya içeriği ve tasarrufun iptali davasının özüne uygun düşmemektedir.

Dava şartları mahkemece her aşamada varlığı incelenmelidir. Mahkemece davacı ve davalı T. Şirketinin ticari defter ve kayıtları incelenerek yenilenen çeklerin verilmesine dayanak ticari ilişkinin ne zaman doğduğu tespit edilmelidir. Gerçekten bu ticari ilişki nedeniyle borç ipoteğin konulduğu 26.02.1997 tarihinden sonra doğmuş ise mahkeme kararı gibi davanın dava şartı yokluğu nedeniyle HMK’nın 114 ve 115/2 maddeleri gereği usulden reddi gerekecektir. Ancak inceleme sonucu davacı ile davalı T. Şirketi arasında çeklerin verilmesini gerektirecek ticari ilişkiden dolayı borç ipotek tarihinden önce doğmuş ise bu kez dosya kapsamına göre mahkemenin muvazaanın ispatlanamadı gerekçesi yanlış olacaktır. Mahkemenin muvazaanın ispat edilemediğine dayanak yaptığı hakem kararının Yargıtay 19. Hukuk Dairesince bozulmuş olması ve 6 ay içinde verilmeyen hakem kararının bu bozma kararı ile yok hükmünde oluşu, ayrıca G. şirketinin ticari defterlerinin tek taraflı incelenmesi ile T. Şirketinden alacaklı olduğu sonucuna varılması son derece hatalıdır. Çünkü söz konusu alacaklar T. Şirketinin ticari defterlerinde de yer almadığı sürece HMK 222. maddesi gereği G. ticari defterlerindeki kayıtlar lehine delil olmayacaktır.

Üçüncü kişi G. şirketinin borçlu T. Şirketinin %49 hissesine sahip oluşu şirketler arasında organik bağın bulunduğunun açık delilidir. İşte tüm bu sonuçlara ulaşmak için T. Şirketinin davacı alacaklıya borcunun ipotek tarihinden önce doğup doğmadığı dava şartının mahkemece araştırılmadan “davanın kabulü yönünde karar verilmelidir” gerekçesi ile çoğunluğun bozma kararına katılmamaktayım.

Hüseyin TUZTAŞ
Üye

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 20 üyenin 17'si BOZMA, 3'ü ise FARKLI DEĞİŞİK BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.

İÇTİHAT YORUMU : Y. HGK. 13.10.2020, 2017/17-2759 E. - 2020/745 K. sayılı kararının 20 numaralı kısmında ve karşı oyda tasarrufun iptali davası için “borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen değerlerin tasarruftan zarar gören alacaklının alacağını elde etmesi amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlayan bir dava," şeklinde bir tanımlama yapılmış ise de, tasarrufun iptali davasının hukukî niteliği itibarı ile bu tanıma katılmak mümkün değildir.

"Tasarrufun iptali davası, iptale konu işlemin özel hukuk alanında hükümsüzlüğü sonucunu doğurmaz ve iptali istenen işlem ile iptal davalısı üçüncü kişinin elde ettiği malları üzerinde de ne mülkiyet ne zilyetlik sağlar." (YILDIRIM, M. Kâmil, Tasarrufun İptali Davasının İşlevi Bakımından Aciz Vesikası ile İlişkisi Hakkında Düşünceler, DEÜHFD Özel Sayısı (Prof. Dr. Bilge UMAR’a Armağan), C: 11, Y: 2009, s. 973)

"Başka bir ifadeyle, tasarrufun iptali davası ile o mal veya hakkın tekrar borçlunun malvarlığına geçmesi istenemez." (KURU, Baki, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Tamamen Yeniden Yazılmış ve Genişletilmiş 2. Baskı, Ankara, 2013, s. 1397; AKKAYA, Tolga, Alacaklıdan Mal Kaçırmaya Yönelik Muvazaalı Tasarrufların İcra ve İflâs Kanunu’nda Düzenlenen İptal Davasına Konu Olup Olamayacağı Sorunu, MİHDER, S: 3, Y: 2006, s. 669)

Tespit edebildiğimiz kadarı ile aynı tanımlama, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 02.02.2005, 2004/15-666 E. - 2005/1 K., 20.11.2018, 2018/17-141 E. - 2018/1747 K., 19.03.2018, 2017/17-2697 E. - 2019/318 K., 30.04.2019, 2017/17-1791 E. - 2019/498 K., 26.09.2019, 2018/13-318 E. - 2019/957 K., 08.10.2019, 2017/17-2248 E. - 2019/998 K., 14.01.2020, 2019/17-16 E. - 2020/7 K. ve 06.10.2020, 2020/17-220 E. - 2020/726 K. sayılı kararlarında da yapılmaktadır.

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2020/(17)4-370
KARAR NO   : 2022/951

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
Mudanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 06/03/2019
NUMARASI                 : 2018/473 - 2019/118
DAVACILAR                : 1- E.A.Ö. 2- M.Ö. 3- N.Ö. vekilleri Av. M.P.
DAVALILAR                 : 1- H.E. vekili Av. İ.P. 2- D.E.

1. Taraflar arasındaki “muvazaa nedeniyle iptal” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Mudanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı Hasan E. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı Hasan E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı (borçlu) Deniz E.'un alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla adına kayıtlı villa ile dava dışı taşınmazını 19.08.2008 tarihinde davalı Hasan E.'e çok düşük bedelle sattığını, ancak villanın hâlen borçlu ve ailesi tarafından kullanıldığını, satış işleminin muvazaalı olduğunu ileri sürerek satış işleminin 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 18. maddesi gereğince iptaline, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 283/1. maddesinin kıyasen uygulanarak 350.041,53 TL alacak yönünden haciz ve satış yetkisi tanınmasına, takip konusu alacağın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı Hasan E. vekili cevap dilekçesinde; davanın, İİK’ya göre açılan tasarrufun iptali davası olarak nitelendirilmesi gerektiğini, iptal koşullarının bulunmadığını, davanın süresinde açılmadığını, takip konusu alacağın zamanaşımına uğradığını, tasarrufun borçtan önce yapıldığını, borçlunun aciz hâlinde olmadığını, dava konusu taşınmazı inşaat hâlinde ve rayiç bedelle aldıklarını, eksik işleri müvekkilinin tamamladığını, taşınmazın 03.05.2010 tarihinde borçlunun eşine kiralandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı borçlu Deniz E. vekili cevap dilekçesinde; davanın İİK'nın 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğunu, süresinde açılmadığını, aciz hâlinde olmadığını, davacılara yirmi sekiz aylık kira borcunun olduğunu, 2009 yılı Şubat ayına kadar takip konusu kira borcunun ödendiğini, tasarrufun borçtan önce yapıldığını, satışın gerçek bir satış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

7. Mudanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.01.2014 tarihli ve 2011/259 E., 2014/11 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazın tapudaki satış bedeli ile bilirkişi tarafından belirlenen rayiç değeri arasında misli fark bulunduğu, taşınmazın satışına rağmen borçlu ve ailesi tarafından kullanılması nedeniyle dava konusu satış işleminin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, dava konusu taşınmazın satışına ilişkin 19.08.2008 tarihli devir işleminin muvazaalı olduğunun tespiti ile davacıların alacağını tahsil için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hasan E. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

9. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 26.01.2016 tarihli ve 2014/10003 E., 2016/944 K. sayılı kararı ile;

“…Dava TBK'nun 19 madddesi gereğince muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal istemine ilişkindir. Kural olarak 3.kişiler, danışıklı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilir. Çünkü danışıklı bir hukuki işlem ile 3.kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak 3.kişinin danışıklı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan alacaklı olması ve danışıklı işlemin alacağının ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekir.

Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur. Muvazaaya dayalı iptal davasında davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir. İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya haciz ve satış isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.

Somut olayda davacıların alacağının Bursa 5.İcra Müdürlüğünün 2011/2486 sayılı takip dosyası gereğince davacıların miras Orhan Ö. tarafından dava dışı E.U.R.O.T. Uluslararası Nakliyat Oto Sanayi ve Tic. Ltd. Şti'ne kiralanan ve davalı Deniz E.'un müştereken ve müteselsilen kefil olarak imzaladığı kira sözleşmesi gereğince ödenmeyen 1.7.2008-1.5.2011 tarihleri arasındaki 35 aylık kira alacağına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Davalı borçlunun süresini geçirerek icra müdürlüğüne verdiği dilekçesi ile yargılama sırasındaki savunmasında takip konusu kira borcunun 28 aylık olduğunu 2009 yılı Şubat ayına kadar kira borcunun banka aracılığıyla ödendiğini savunduğunu ve bu konuda banka kayıtlarını delil olarak bildirdiği anlaşıldığından Mahkemece davalının ödemeye ilişkin savunması üzerinde durularak davacıların miras bırakanı Orhan Ö. ile davalı Deniz E. ve dava dışı kiracı şirketin banka kayıtları ile ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp dava konusu satış işleminin yapıldığı 19.8.2008 tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunup bulunmadığı hususunda rapor alınması tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu yok ise davanın reddine,aksi takdirde tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu var ise bu miktar ile (11.7.2008-19.8.20008 arası kira borcu miktarı kadar)sınırlı olarak davacıya İİK'nun 283/1 madde gereğince haciz ve satış yetkisi verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetli görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuş, bozma neden ve şekline göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

10. Mudanya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.03.2019 tarihli ve 2018/473 E., 2019/118 K. sayılı kararı ile; dava konusu icra takibine süresinde itiraz etmeyen, kesinleşen takip hakkında icra takibinde belirtilen borca karşı kabul etmediği borç miktarı yönünden menfi tespit davası açmayan ve mahkemenin bozmadan önceki kararını temyiz etmeyen icra takip borçlusu Deniz E. yönünden davacılar murisinin alacağının sabit olduğu, davanın tasarrufun iptali davası olduğu borçlu tarafından açılmış bir menfi tespit davası olmadığından dava konusu icra takip konusu otuz beş aylık kira bedeli alacağının borçlu Deniz E. yönünden hukuken kesinleşmiş olduğu, hukuken kesinleşen icra konusu alacak yönünden davalı borçlu Deniz E.'un yedi aylık kira borcunu 2009 yılı Şubat ayına kadar ödendiğine dair itirazının BK’nın 18 ve İİK’nın 283/1. madde hükümleri gereğince açılan tasarrufun iptali davasında incelenmesinin hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

11. Direnme kararı süresi içinde davalı Hasan E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı, bu kapsamda, davalının ödemeye ilişkin savunması üzerinde durularak davacıların miras bırakanı Orhan Ö. ile davalı Deniz E. ve dava dışı kiracı şirketin banka kayıtları ile ticarî defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp dava konusu satış işleminin yapıldığı 19.08.2008 tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunup bulunmadığı hususunda bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.

14. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 18. [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK 19.)] maddesinde; “Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.” hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir. Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de “muvazaalı işlemler” denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa; “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 tarihli ve 8/7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.” Muvazaalı bir hukukî işlemden bahsedebilmek için; tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır.

15. Muvazaa, mutlak muvazaa, nispi muvazaa gibi çeşitli türlere ayrılır. Tarafların gerçekte bir işlem yapmayı düşünmemelerine rağmen, sırf üçüncü kişilere karşı onları aldatmak amacıyla, işlem yapmış gibi gözükmek için, görünürde bir işlem yapmalarına “mutlak muvazaa” denir. Nispi muvazaada ise; taraflar aralarında yaptıkları bir sözleşmeyi kendi iç iradelerine uymayan ve dışarıya karşı yaptıkları başka bir işlemle gizlerler. Eş söyleyişle, nispi muvazaada taraflar görünürdeki işlem arkasında gerçek iradelerine uygun olmayan gizli bir işlem yaparlar. TBK’nın 19. maddesi ile sadece nispi muvazaa düzenlenmiş olup, bu maddede mutlak muvazaa hükme bağlanmamıştır (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2018, s. 370).

16. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören üçüncü kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukukî işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Üçüncü kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesini önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Muvazaalı işlemler ile kendisinin zararlandırıldığını ileri süren davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Çünkü muvazaa onlara karşı işlenmiş haksız eylem niteliğindedir. Muvazaalı işlemin hiçbir hüküm doğurmayacağı, muvazaa sebebinin ortadan kalkması veya bir zaman geçmesiyle görünüşteki işlemin geçerli hâle gelmeyeceği kuşkusuz bulunduğundan muvazaa iddialarında zamanaşımı söz konusu olmaz. Davacının iddiasını kanıtlaması hâlinde iddianın dava konusu şeyin aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK’nın 283/1. maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının dava konusu şeyi haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekmektedir.

17. İcra ve İflas Kanunu’nun 277 vd. maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. BK'nın 18. maddesine göre dava açılabilmesi için davacının İİK'nın 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasından farklı olarak davacının kesinleşmiş bir alacağa dayalı olarak kesinleşmiş icra takibi ve aciz belgesi varlığı da ön koşul değildir. Ancak davacının bu davayı açmakta hukukî yararı olması için davalıdan bir alacağının olması ve muvazaalı işlemin alacağının ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekir.

18. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacıların alacağının Bursa 5. İcra Müdürlüğünün 2011/2486 E. sayılı takip dosyası gereğince davacıların murisi Orhan Ö. tarafından dava dışı E.U.R.O.T. Uluslararası Nakliyat Oto Sanayi ve Tic. Ltd. Şti'ne kiralanan ve davalı Deniz E.'un müştereken ve müteselsilen kefil olarak imzaladığı kira sözleşmesi gereğince ödenmeyen 01.07.2008-01.05.2011 tarihleri arasındaki otuz beş aylık kira alacağına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Davalı borçlunun süresini geçirerek icra müdürlüğüne verdiği dilekçesi ile yargılama sırasındaki savunmasında takip konusu kira borcunun yirmi sekiz aylık olduğunu, 2009 yılı Şubat ayına kadar kira borcunun banka aracılığıyla ödendiğini savunmuş ve bu konuda banka kayıtlarını delil olarak bildirmiştir. Her ne kadar mahkemece icra takibinin davalı Deniz E. yönünden şeklen kesinleştiği, menfi tespit davası açılmadığı, anılan davalının kararı temyiz etmediği gerekçesi ile direnme kararı verilmiş ise de; ödeme savunmasında bulunan diğer davalının icra takibinin tarafı olmadığı menfi tespit davası açamayacağı, direnme gerekçesinin icra takibinde üçüncü kişi olan davalıya sirayet etmeyeceği, davacının muvazaa davasını açmakta hukukî yararının olması için davalıdan satış işleminin yapıldığı tarihte bir alacağının olmasının gerektiği, muvazaa olgusunun mahkemece re’sen araştırılacağı gözetilmeden eksik inceleme ve hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiştir. Açıklanan nedenlerle mahkemece davalının ödemeye ilişkin savunması üzerinde durularak davacıların miras bırakanı Orhan Ö. ile davalı Deniz E. ve dava dışı kiracı şirketin banka kayıtları ile ticarî defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp dava konusu satış işleminin yapıldığı 19.08.2008 tarihine kadar ödenmemiş kira borcunun bulunup bulunmadığı hususunda bilirkişi raporu alınarak tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu yok ise davanın reddine karar verilmelidir. Alınan bilirkişi raporu sonucunda tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu var ise bu miktar ile sınırlı olarak davacıya İİK'nın 283/1. maddesi gereğince haciz ve satış yetkisi verilmesi gerekmektedir. Özel Daire bozma kararında maddi hata sonucu, tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunduğu takdirde “11.7.2008-19.8.20008 arası kira borcu miktarı kadar” haciz ve satış yetkisi verilmesi gerektiği belirtilmiş ise de; anılan tarihler “01.07.2008 – 19.08.2008” olup, alınacak bilirkişi raporunda tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunduğu takdirde belirtilen tarihler arası kira borcu miktarı kadar sınırlı olarak davacıya İİK'nın 283/1 madde gereğince haciz ve satış yetkisi verilmesi gerekmektedir.

19. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davanın İİK’nın 277 vd. maddelerine göre açılan tasarrufun iptali davası olduğu ve nitelendirme ve değerlendirmenin buna göre yapılmasının gerektiği, her iki davanın hüküm ve sonuçlarının farklı olduğu, davanın BK’nın 18. maddesine göre açıldığının kabulü hâlinde dahi bu dava sonucunda İİK’nın 283. maddesinin kıyasen uygulanması mümkün olmadığından direnme kararının farklı değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ile; muvazaa nedeniyle iptal davasında Özel Dairece belirtilen araştırmaların yapılarak sonucuna göre karar verilmesinin gerektiği ancak alınacak bilirkişi raporunda tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunduğunun tespit edilmesi durumunda ise 01.07.2008-01.05.2011 tarihleri kira alacağının tamamı yönünden haciz ve satış yetkisinin tanınmasına karar verilmesi ve kararın infazının sağlanabilmesi için hüküm kısmının da açık yazılması gerektiğinden direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği yönünde görüşler ileri sürülmüş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.

20. O hâlde; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır

21. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı Hasan E. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanunun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.06.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

1. Davacılar vekili, davalı borçlu Deniz E.’un alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla adına kayıtlı villa ile dava dışı taşınmazını 19.08.2008 tarihinde davalı Hasan E.’e sattığını, villanın borçlu ve ailesi tarafından kullanıldığını, satış işleminin muvazaalı olduğunu belirterek satış işleminin BK’nın 18. maddesi gereğince iptaline karar verilmesini talep etmiş; Davalılar Deniz E. ve Hasan E. vekili; davanın İİK’nun 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğunu, davacılara 28 aylık kira borcu olduğunu, 2009 yılı Şubat ayına kadar takip konusu kira borcunun ödendiğini, tasarrufun borçtan önce yapıldığını, satışın gerçek bir satış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş; mahkemece davanın kabulüne, dava konusu taşınmazın satışına ilişkin 19.08.2008 tarihli devir işleminin muvazaalı olduğunun tespiti ile davacıların alacağını tahsil için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesine karar verilmiştir.

2. Hükmün davalı Hasan E. vekili tarafından temyizi üzerine, hüküm Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş, mahkemece yazılı gerekçelerle direnme kararı verilmiş, karar davalı Hasan E. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Uyuşmazlık; mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yeterli olup olmadığı, bu kapsamda, davalının ödemeye ilişkin savunması üzerinde durularak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

4. Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (07.10.1953 tarihli, 8/7 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.” Muvazaalı bir hukukî işlemden bahsedebilmek için; a) Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır. Muvazaa davası, yani yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan dava ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yaklaşırlarsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar. Muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir. Yani yapılan işlemin geçersizliği ileri sürülür. Muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Muvazaanın kanıtlanması hâlinde dava konusu mal, borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış hâle gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış hâle gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının da borçlu adına tesciline karar verir. Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebilir.

5. Eldeki dava; davacıların alacağının Bursa 5. İcra Müdürlüğünün 2011/2486 sayılı takip dosyası gereğince davacıların miras Orhan Ö. tarafından dava dışı E.U.R.O.T. Uluslar arası Nakliyat Oto Sanayi ve Tic. Ltd. Şti.’ne kiralanan ve davalı Deniz E.’un müştereken ve müteselsilen kefil olarak imzaladığı kira sözleşmesi gereğince ödenmeyen 01.07.2008-01.05.2011 tarihleri arasındaki 35 aylık kira alacağına ilişkin olarak açılmıştır. Muvazaa nedeniyle tapu iptali ve borçlu adına tescil talep edilebilecekken alacağı karşılayacak kadar satış ve haciz isteme yetkisi talep edilmiştir ki İİK 283/1. maddesi kıyasen uygulanarak bu talep mümkündür. Davalı borçlu savunmasında takip konusu kira borcunun 28 aylık olduğunu 2009 yılı Şubat ayına kadar kira borcunun banka aracılığıyla ödendiğini savunmuştur. Bu durumda alacağın varlığının tespiti bakımından mahkemece ödeme savunması üzerinde durularak sonucuna göre karar verilmelidir. İcra dosyasındaki borçlu Deniz E. yönünden borcun sabit olması diğer davalı Hasan E. yönünden kesin hüküm olmayıp, gerçekten borcun olup olmadığının mahkemece tespiti gerekir. Zira davalı Hasan E. bahsedilen icra dosyasının tarafı değildir. Ancak muvazaa nedeniyle açılan iptal davasında davacının hukukî yararı bulunup bulunmadığının tespiti bakımından tasarruf tarihinden önce alacağının bulunması ve işlemin de borcun doğumundan sonra mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak yapıldığının ve üçüncü şahıs davalının da borçlunun bu amacını bilerek taşınmazı devraldığının kanıtlanması gerekmektedir. Mahkemece davalının ödemeye ilişkin savunması üzerinde durularak davacıların miras bırakanı Orhan Ö. ile davalı Deniz E. ve dava dışı kiracı şirketin banka kayıtları ile ticarî defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp dava konusu satış işleminin yapıldığını 19.08.2008 tarihine kadar ödenmemiş kira borcu bulunup bulunmadığı hususunda rapor alınması tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu yok ise davanın reddine karar verilmelidir. Yapılacak araştırma sonucunda tasarruf tarihine kadar ödenmemiş kira borcu var ise davalı borçlunun borcun doğumundan sonra tasarruf işleminde bulunduğu belirlendiğinden, davalı Hasan E.’in de bilerek, muvazaalı olarak devraldığının tespiti hâlinde, 01.07.2008 ile 01.05.2011 tarihi arasında ödenmeyen kira borcu ile sınırlı olarak davacıya İİK’nın 283/1 madde gereğince haciz ve satış yetkisi verilmesi gerekmektedir.

Muvazaa nedeniyle BK 18. md'ye dayalı olarak açılan bu davada, şartları gerçekleştiğinde davacı alacaklının tapu iptali ve borçlu adına tescilini talep edebilecekken, alacağı kadar haciz ve satış istediğinden takipde istediği tarihler arasında belirlenecek kira alacağını karşılayacak miktarda haciz ve satış isteme yetkisine karar verilmesi gerekir. Özel Dairenin devir tarihindeki alacak miktarı kadar haciz ve satış isteme yetkisine karar verilebileceğine dair bozmasına katılmamaktayım. Muvazaa nedeniyle geçersiz olan devir işleminde sadece devir tarihindeki alacak için karar verilirse muvazaanın tarafı olan davalı haksız zenginleşir. Bozma ilamındaki 11.07.2008 tarihi 01.07.2008 olarak düzeltilecek olup, maddi hatadır.

6. Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın değişik gerekçeyle bozulması gerektiğini düşündüğümden Sayın Çoğunluğun Özel Daire’nin bozması gibi bozma görüşüne katılamıyorum.

Hafize Gülgün VURALOĞLU
Üye

 

AYNI YÖNDE KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2020/1-569
KARAR NO   : 2022/1709

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 02/10/2018
NUMARASI                 : 2018/115 - 2018/265
DAVACI                       : N.D. vekili Av. A.K.
DAVALILAR                : 1-E.C. 2- H.İ.C. 3- R.C. 4- Y.C. vekilleri Av. S.Y.

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi: 

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile davalıların baba bir kardeş olduklarını, müvekkilinin babası miras bırakan Celalettin C.’ın 10.03.2009 tarihinde vefat ettiğini, müvekkilinin 1998 tarihinde ecrimisil alacağının tahsili amacıyla Ferizli İcra Müdürlüğünün 1998/4 E. sayılı dosyası ile babası aleyhine icra takibi başlattığını, takibin semeresiz kaldığını, miras bırakanın icra takibinden önce 05.03.1998 tarihli ve 67 yevmiye numaralı işlem ile adına kayıtlı olan 43, 79, 128, 129, 591, 661 ve 1121 parsel sayılı taşınmazlarını mal kaçırmak amacıyla dava dışı üçüncü kişi Yusuf C.’a satış suretiyle temlik ettiğini, müvekkilinin muvazaalı yapılan bu tasarrufun iptali için Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/30 E., 1999/46 K. sayılı dosyasında açmış olduğu tasarrufun iptali davasının kabulüne karar verildiğini, kararın Yargıtay 15. Hukuk Dairesince onanarak 29.05.2000 tarihinde kesinleştiğini, verilen karar şahsi hak içeren bir karar olduğundan 1998 yılında yapılan tasarruflar gereğince taşınmazların mülkiyetinin 22.03.2013 tarihinde kadar Yusuf C.’da kaldığını, taşınmazların bu süre zarfında davalıların kullanımında olduğunu, dava dışı Yusuf C.’ın murisin vefatından sonra, mal kaçırmak şeklinde oluşan iradesini yerine getirmek amacı ile 22.03.2013 tarihinde taşınmazları davalılara temlik ettiğini, yapılan temliklerin muvazaalı olduğunu ileri sürerek çekişmeli taşınmazların tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar Cevabı:

5. Davalılar cevap dilekçesi sunmamış, duruşmadaki beyanlarında satışın gerçek bir olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.09.2014 tarihli ve 2013/119 E., 2014/133 K. sayılı kararı ile; murisin dava konusu taşınmazları 05.03.1998 tarihli ve 67 yevmiye nolu işlem ile kardeşinin oğlu olan Yusuf C.’a satış suretiyle devir ve temlik ettiği, ara malik Yusuf C. tarafından da davaya konu yedi adet taşınmazın satışının aynı gün içinde davalılara yapıldığı, satış değeri ile taşınmazların gerçek değeri arasında on kattan fazla fark olduğu, ara malik Yusuf C.’ın muristen aldığı bu taşınmazları fiilen hiç kullanmadığı, taşınmazları ölünceye kadar murisin öldükten sonra da davalıların kullanmaya devam ettikleri, keşifte dinlenen tanıkların murisin satma ihtiyacı içinde olmadığını belirttikleri, devir tarihi itibarıyla davalının dava konusu taşınmazları tespit edilen gerçek değerlerini ödeyip alacak mali güce sahip olmadığı, murisin adına kayıtlı olan tüm taşınmazları devrettiği, muris ile dava dışı kişi Yusuf C. ve davalılar arasında yapılan devir işlemlerinin diğer mirasçıları miras haklarından mahrum etmeye yönelik muvazaalı işlemler olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25.10.2017 tarihli ve 2015/2230 E., 2017/5718 K. sayılı kararı ile;

“… Dosya içeriği ve toplanan delillerden, Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.01.1998 Tarih 1997/41 E., 1998/2 K., sayılı dosyası ile davacının mirasbırakan aleyhine açtığı ecrimisil davasının kısmen kabulüne karar verildiği, mirasbırakanın da 05.03.1998 tarih ve 67 yevmiye nolu resmi senet ile çekişme konusu 43,128,129,591,661,1121 parsel sayılı taşınmazların tamamı ile 79 parselin 10/15 payını davalı Yusuf C.’a temlik ettiği, akabinde davacının Ferizli ASHM’nin 1999/30E., 1999/46 K. sayılı dosyası ile davalılar Celalettin C. ve Yusuf C. aleyhine açtığı tasarrufun iptali davasında mahkemece 05.02.1998 tarih ve 67 yevmiye nolu satış akdinin takibe konu alacak ve ferileriyle sınırlı kalmak kaydıyla iptaline karar verildiği ve kararın 29.05.2000 tarihinde kesinleştiği, davalı Yusuf’un da 22.03.2013 tarihinde 591 parseli Yusuf C.’a, 43 ve 1121 parselleri Halil İbrahim C.’a, 128 parseli Ebazel C.’a, 129 parseli Rıza C.’a, 661 parselin 10/15 payını Ebazel C.’a, 79 parselin ¼ payını Rıza C.’a, ¼ payını Halil İbrahim C.’a, ¼ payını Ebazen C.’a, ¼ payını Yusuf C.’a devrettiği anlaşılmaktadır.

Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Muris muvazaası iddiasına dayalı davalarda murisin temlikteki iradesinin açık bir şekilde ortaya konulması lazımdır.

Somut olaya gelince, mirasbırakanın çekişme konusu taşınmazları aleyhine başlatılan ve kesinleşmiş olan icra takibini sonuçsuz bırakmak amacıyla dava dışı Yusuf C.'a temlik ettiği Ferizli ASHM’nin 1999/30E., 1999/46 K., sayılı dosyası ile belirlenmiş ve karar Yargıtayca da onanarak kesinleşmiştir.

Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.10.2018 tarihli ve 2018/115 E., 2018/265 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçenin yanında, tasarrufun iptali davasında icra takibini semeresiz bırakmak amacıyla hareket edildiğinin kabulünün aynı zamanda işlemde muvazaa olduğunun ve muris Celalettin’in alacaklısı ve mirasçısı olan davacıdan mal kaçırma girişiminde olduğunun da bir göstergesi olduğu, iptal davasının kabulü kararının kesinleşmesinin muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescili davasının reddi gerekçesi olamayacağı gibi tam tersine tapu iptali ve tescil davasının bir delili olduğu, bu hususun Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2014/18126 E., 2016/7420 K. sayılı kararında da kabul edildiği, tasarrufun iptali kararı sonucu alacaklı, taşınmazın icra marifetiyle satışı sonrası alacağını tahsil etmiş olsa dahi tasarrufun iptali kararı ile tapu kaydının iptali ve borçlu (muris) adına tescili sonucu gerçekleşmediğinden davacının borçlu muris Celalettin'in yasal mirasçısı olması nedeniyle muvazaa olgusu iddiasıyla eldeki davayı açmakta hukukî yararının bulunduğu, muvazaa olgusunun da ispatlandığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

 II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, miras bırakan ile dava dışı Yusuf C. ve davalılar arasında yapılan satış suretiyle devir işlemlerinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak yapıldığı iddiasının davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.

14. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).

15. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 19. [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 18.] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;

"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.

16. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

17. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

18. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

19. Muvazaa ve muvazaalı işlem kavramı açıklandıktan sonra, uyuşmazlığın niteliği ile sınırlı kalmak kaydıyla, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası ile muvazaa davaları arasındaki farklara da kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.

20. İcra ve İflas Kanunu’nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası; borçlu tarafından alacaklısını zarara uğratmak kastıyla gerçekleştirilen tasarruftan zarar gören alacaklının, borçlunun mal varlığından çıkarmış olduğu mal ve hakların veya bunların yerine geçen kıymetlerin, tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlamak ve bu yolla alacağını elde etmek amacıyla açtığı davadır. Kanun’a göre borçlunun iptal edilebilecek tasarrufları özetle, alacaklılarından mal kaçırılmasına yönelik olarak yapılan ivazsız veya aciz hâlinde yapılan tasarruflar ile alacaklılara zarar verme kastıyla yapılan tasarruflardır. Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile alacak hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir. Bu nedenle iptal davası, taşınmazın aynına ilişkin olmayan, alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan ve yasadan kaynaklanan şekliyle nispi nitelikte bir davadır. Açıklanan yönüyle tasarrufun iptali davası kabul edilmiş olsa da, dava konusu malın borçluya geri dönmesi mümkün değildir. Davalı üçüncü kişi o malın maliki olmaya devam etmektedir.

21. Yüzeysel olarak bakıldığında, iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de, bu benzerlik her iki tür davanın güttüğü amaçtan öteye gitmemektedir. Muvazaa davası, yani yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan dava ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yaklaşırlarsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar. Tasarrufun iptali davası, borçlunun tasarruf işlemlerinden zarar gören ve elinde aciz belgesi bulunan alacaklılar tarafından açılabilir. Ne var ki, tasarrufun iptali davası, borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerin davacı bakımından hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı hâlde, muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir. Yani yapılan işlemin geçersizliği ileri sürülür. Muvazaalı akitlerde, görünen akit değil tarafların gerçek iradelerine uygun bulunan akit tarafları bağlayıcı olduğu hâlde, İİK’nın 277 ve bunu izleyen maddelerinde düzenlenen tasarruflar özel hukuk ilişkisi açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle İİK’nın 283. maddesi uyarınca, alacaklının gerçek alacak ve ayrıntılarına yetecek miktardaki tasarrufun iptaline, bunun dışında kalan kısmı geçerliliğini koruyacağından, olduğu gibi bırakılmasına karar verilmesi gerekmektedir. İİK’nın 277 ve izleyen maddelerindeki iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere göre muvazaaya dayalı olarak iptal davası açmasına engel değildir.

22. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.

23. Az yukarıda açıklanan TBK’nın genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

24. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

25. 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

26. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

27. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Miras bırakan muvazaalı sözleşmeyi mirasçılardan biri ya da bir kaçı ile yapmışsa öteki mirasçıları, mirasçı olmayan kişi ya da kişilerle yapmışsa bu durumda tüm mirasçıları aldatmak kastıyla hareket etmiş sayılır (Özkaya, Eraslan: İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Ankara 2020, s. 448). Bunun yanında miras bırakan, asıl mal kaçırmak istediği mirasçıyla değil, kendisine uygulamada emanetçi, aracı ya da ara malik denilen kişiyle de muvazaalı sözleşme yaparak, anılan kişiye temlik ettiği taşınmazı zamanı geldiğinde yararına mal kaçırmayı amaçladığı mirasçısına devretmesi konusunda da anlaşma yapabilir.

28. Muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

29. Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.

30. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

31. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

32. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davalarda miras bırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır.

33. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır. Miras bırakan muvazaalı sözleşmeyi mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla değil de mirasçı dışındaki kişileri aldatmak amacıyla yapabilir. Örneğin, miras bırakan alacaklısından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı işlem yapmışsa, onun ölümünden sonra sözleşmenin tarafı veya halefleri aleyhine mirasçılar tarafından açılan muvazaa davasında, mirasçılar üçüncü kişi değil, miras bırakanın halefi sıfatıyla hareket ettiklerinden burada muris muvazaası değil, taraf muvazaası söz konusu olacaktır. Önemle vurgulamak gerekir ki, kendisinden mal kaçırılmak istenen alacaklı mirasçı olsa dahi, diğer mirasçıların açtıkları dava, muris muvazaası değil, taraf muvazaasına dayanan bir davadır. Çünkü miras bırakanın gerçek arzu ve iradesi mirasçıdan yani terekeden mal kaçırmak değil, alacaklısından mal kaçırmaktır. Bu davada, davacı miras bırakanın yerine geçmekte, onun açacağı davayı açmaktadır. Dava açan mirasçının menfaati ile miras bırakanın gerçek irade ve amacı çatışmamaktadır (Özkaya- s. 402).

34. Eldeki davada, davacı vekilince, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacının mirasçılarından mal kaçırmak olduğunun mirasçı müvekkili tarafından ecrimisil alacağının tahsili amacıyla İİK’nın 277 vd. maddeleri uyarınca açılıp devrin muvazaalı yapıldığı yönünde kesinleşen tasarrufun iptali davası ve miras bırakanın ölümünden sonra yapılan devir işlemleriyle sabit olduğu ileri sürülmüştür.

35. İleri sürülen bu sebepler, taraflarca sunulan deliller, davacı tarafça ilk devir işlemine yönelik açılan tasarrufun iptali davasında devrin alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı şekilde yapıldığının belirlenmesi, davacı tarafça aynı devir işlemi ile murisin ölümünden sonra yapılan temlik işlemlerine dayanılması ve ara malik kullanıldığının iddia edilmesi karşısında, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı şartlarının oluşup oluşmadığının değerlendirilebilmesi için somut olayda dava açan mirasçının menfaati ile miras bırakanın gerçek irade ve amacının çatışıp çatışmadığı, miras bırakanın temlik işleminde hem “alacaklısından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı işlem yapma” hem de mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı işlem yapma” gayesiyle hareket edip etmediği, farklı iki iradenin aynı tasarruf işleminde birleşip birleşemeyeceği hususlarının öncelikle açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

36. Dosya kapsamından 1932 doğumlu miras bırakan Celalettin C.’ın 10.03.2009 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak murisin ilk eşinden olan kızı davacı ile ikinci eşinden olan kızları Ayşe U., Fatma A., oğulları Ebazel, Halil İbrahim, Yusuf, Rıza C. ile kendinden önce ölen kızı Hafize’den olma Selma K. ile Ercan Y.’ın kaldığı anlaşılmaktadır.

37. Davacının miras bırakan aleyhine açtığı, Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.01.1998 tarihli ve 1997/41 E., 1998/2 K. sayılı dava dosyasında; davacı adına kayıtlı olup, Ferizli ilçesinde yer alan 107, 973 ve 1120 sayılı parsellerde yer alan taşınmazlara, kesinleşen mahkeme kararı ile davalının müdahalesinin men’ine karar verildiğinden davalı miras bırakanın haksız işgal tarihinden itibaren oluşan ecrimisil alacağının tahsiline karar verilmesi talep edilmiş, mahkemece; veraset ilamı ve tapu kayıtlarına göre malik davacı olmasına rağmen, taşınmazların belirtilen tarihlerde davalı miras bırakanın zilliyet ve tasarrufunda bulunduğu, davacının ise aynı köyde eşi ve çocuklarıyla ayrı yerde yaşadığı, davalı miras bırakanın sonradan yaptığı evlilikten olma eş ve çocuklarıyla birlikte dava konusu taşınmazdan yararlandığı, taşınmazların gelirini de davacı ile paylaşmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

38. Davacı tarafından miras bırakan ve dava dışı Yusuf C. aleyhine açılan Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.06.1999 tarihli ve 1999/30 E., 1999/46 K. sayılı davada ise; miras bırakanın, ecrimisil alacağının tahsili amacıyla başlatılıp kesinleşen icra dosyasındaki takibi semeresiz bırakmak ve mal kaçırmak amacıyla Ferizli ilçesinde bulunan işbu davaya da konu edilen yedi adet taşınmazı muvazaalı şekilde bedelsiz olduğu hâlde kardeşinin oğlu olan Yusuf C.’a satış gösterilmek suretiyle devrettiği ileri sürerek yapılan tasarrufların İİK’nın 277 vd. maddeleri uyarınca iptaline karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkemece; icra takibinin 05.03.1998 tarihinde kesinleştiği, davalı miras bırakanın takibin kesinleştiği gün (05.03.1998 tarihli ve 98 yevmiye sayılı işlem ile) dava konusu olan yedi adet taşınmazı kardeşinin oğlu Yusuf C.’a satış suretiyle devir ve temlik ettiği, taraflar arasında yakın akrabalık bulunduğu, davalı miras bırakanın içinde oturduğu evi satış sonrası tahliye etmeyerek keşif tarihi itibari ile de oturmaya devam ettiği, taşınmazların satış bedeli ile keşfen saptanan bedelleri arasında aşırı oransızlık bulunduğu, davalı tarafın bedelin ödendiğini kanıtlayamadığı ve bu yönde sunulan delillerin de inandırıcı bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile, anılan tasarrufların icra takibine konu edilen alacak ve fer’ilerle sınırlı kalmak koşuluyla iptaline karar verilmiş; Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 11.04.2000 tarihli ve 2000/1100 E., 2000/1733 K. sayılı kararı ile, davalı Yusuf C. vekilinin temyiz itirazları reddedilmiş ve onanmak suretiyle karar kesinleşmiştir.

39. Miras bırakan Celalettin C. 10.03.2009 yılında ölmüş, dava dışı Yusuf C. dava konusu taşınmazları 22.03.2013 tarihinde davalının ikinci eşinden olan dört erkek çocuğuna satış suretiyle temlik etmiştir. Davacı eldeki davada bu kez, baba bir anne ayrı olan dört erkek kardeş aleyhine murisin ara malik kullanarak yedi adet taşınmazı mirastan mal kaçırmak gayesiyle muvazaalı olarak devrettiği iddiasında bulunarak muris muvazaası nedeniyle tapu kayıtlarının iptali ile miras payı oranında adına kayıt ve tescilini talep etmiştir.

40. Murisin, davacının ecrimisil alacağını engellemek ve kendisinden mal kaçırmak amacıyla dava konusu taşınmazları dışı Yusuf C.’a satış yoluyla devrettiği, devrin bedelsiz yapıldığı ve muvazaalı olduğu, murisin ızrar kastının kesinleşen tasarrufun iptali davası ile sabit olduğu, taşınmazların Yusuf C. tarafından hiç kullanılmadığı, muris Celalettin’in taşınmaz satmayı gerektirecek acil bir ihtiyaç içine düşmediği, murisin adına kayıtlı tüm taşınmazlarını devrettiği, Yusuf C.’ın emanetçi konumunda olduğu, ara malik Yusuf C.’ın miras bırakanın vefatından sonra da aynı gün bu taşınmazları düşük bedellerle, erkek çocuk olan davalı mirasçılara devrettiği, taşınmazların tapu senedindeki bedelleri ile rapordaki bedelleri arasında fahiş fark bulunduğu, dava dışı Yusuf’un bu taşınmazları kullanmadığı ve satın almaya ihtiyacının olmadığı, davalıların ise alım gücü bulunmadığı gibi satışın gerçek olduğu yönündeki savunmalarını ispatlayamadıkları, murisin kızı olan alacaklısından mal kaçırmak ve yine mirasçısından (terekeden) mal kaçırmak yönünde iki amaç ile temlik işlemini yaptığı, davacının tasarrufun iptali davası ile alacak hakkını, eldeki dava ile de murisin ölümü sonrası oluşan mirasçılık hakkını korumak amacıyla dava açtığı, somut olayın özelliği gereği, davacının tasarrufun iptali davasını açarken borçlu olan babasının alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla hareket ettiğini belirtmesi ve bu yönde kesinleşen kararı infaz ettirmemesinin işbu davada (yani murisin asıl iradesi bakımından) bağlayıcı sonuç doğurmadığı kanaatine varılmıştır. Belirtilen nedenlerle; muris ile dava dışı Yusuf C. ve davalılar arasında yapılan devir işlemlerinin diğer mirasçıları miras haklarından mahrum etmeye yönelik muvazaalı işlemler olduğu ve Yargıtayın 01.04.1974 tarihli 1/2 numaralı İBK'da öngörülen şartların davacı lehine gerçekleştiği kanaatine varıldığından verilen direnme kararı bu yönlerden yerindedir.

41. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; muris muvazaası iddiasına dayalı davalarda murisin temlikteki iradesinin açık bir şekilde ortaya konulmasının gerektiği, miras bırakanın çekişme konusu taşınmazları, aleyhine başlatılan ve kesinleşmiş olan icra takibini sonuçsuz bırakmak yani alacaklısından mal kaçırmak amacıyla devrettiği hususunun kesinleşen tasarrufun iptali davası ile belirlendiği, tasarrufun iptali davası hukuken geçerliliğini koruyan işlemlere karşı açıldığı hâlde muvazaa davalarında işlemin gerçekte hiç yapılmadığının tespitinin talep edildiği, davacı anılan dönemde taraf muvazaasına ilişkin olarak da dava açabilecekken bu yola başvurmadığı, keşif esnasında dinlenen tanıkların da murisin yapılan devir işlemindeki asıl iradesinin alacaklılarından mal kaçırmak olduğunu beyan ettikleri, dosya kapsamına göre murisin asıl iradesinin alacaklısından mal kaçırmak olduğunun kabulü gerektiğinden bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

42. O hâlde, mahkemece verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan onanmalıdır.

43. Ne var ki direnme konusunun kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları incelenmediğinden dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Direnme uygun olduğundan, davalılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,08.12.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Davacı, 19.06.2013 tarihli dava dilekçesiyle baba bir anne ayrı dört erkek kardeş aleyhine dava konusu yedi adet taşınmazın muris muvazaası nedeniyle tapu kayıtlarının iptaliyle miras payı oranında adına kayıt ve tescilini istemiştir.

Davalılar duruşmada, murisin sağlığında Yusuf’a borcundan dolayı taşınmazları sattığını, kendilerinin de Yusuf’a taşınmazların bedelini ödeyip satın aldıklarını beyan etmişler, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, 01.04.1974 tarih ½ sayılı İBK şartları oluştuğu gerekçesiyle dava kabul edilmiş, davalıların temyizi üzerine Dairece “...Muris muvazaası davalarında murisin temlikteki iradesinin açık bir şekilde ortaya konması gerekir. Somut olayda, miras bırakanın çekişme konusu taşınmazları aleyhine başlatılan ve kesinleşen icra takibini sonuçsuz bırakmak amacıyla dava dışı Yusuf’a temlik ettiği Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin dosyası ile belirlendiği, hükmün kesinleştiği dolayısıyla davanın reddinin gerektiği gerekçesiyle” hüküm bozulmuş, Mahkemece direnme kararı verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı Nefise’nin 9.07.1997 tarihinde o tarihte sağ olan babası aleyhine açtığı ecrimisil davası kabul ile sonuçlanmış, babası Celalettin’in ölen annesinden kalan taşınmazları kullandığı gerekçesiyle aleyhine ecrimisille hükmedilmiş, hüküm kesinleşmiş davacı tarafından 19.02.1998 tarihinde icra takibine geçilmiş, takibin kesinleştiği gün 05.03.1998 tarihinde baba Celalettin eldeki davanın da konusu olan yedi adet taşınmazını yeğeni Yusuf’a satış suretiyle temlik etmiştir.

Davacı bu kez 16.07.1998 tarihinde Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesinin 1993/30 Esas 1999/46 karar sayılı dosyasında babası Celalettin ve taşınmazları temlik ettiği Yusuf aleyhine tasarrufun iptali davası açmıştır. Davacı dava dilekçesinde; “...davacının alacağının tahsil edilmemesi için davalı Celalettin taşınmazlarını gerçek değerinin çok altında yeğeni Yusuf’a muvazaalı devretti. Aslında işlem satın olmayıp icra takibinden kurtulma amaçlı muvazaalı devirdir. Gerek Borçlar Kanunu 18. madde gerek ise İİK 277. madde karşısında iptale tabi işlemdir.” şeklinde beyanda bulunduğu gibi davacı vekili 06.11.1998 tarihinde keşifte de “davalı Celalettin icra takibinden kurtulmak için takip konusu borçları ödememek için yedi parça taşınmazı muvazaalı şekilde diğer davalı Yusuf’a devretti. İİK 277. v.d. maddeleri uyarınca yapılan devir ve temliklere ilişkin tasarrufların iptalini istiyorum” demiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda “...yapılan devir ve temliklerin açıkca alacaklıyı zararlandırmak ve icra takibini sonuçsuz bırakmak maksadıyla yapıldığını göstermektedir. Alacaklıları ızrar etmek amacıyla yapılan tasarruflar İİK 277. maddesi anlamında iptale tabiidir gerekçesiyle kabul kararı verilmiş yedi adet taşınmazın Celalettin’den Yusuf’a temlikindeki satış akdinin takibe konu alacak ve ferileriyle sınırlı kalmak kaydıyla iptal edilmiş, hüküm 29.05.2000 tarihinde kesinleşmiş, ancak davacı bu hükümden sonra satış veya haciz gibi bir işlem yapmamıştır. Muris Celalettin 10.03.2009 tarihinde ölmüştür. Dava dışı Yusuf maliki olduğu yedi adet taşınmazı 22.03.2013 tarihinde murisin diğer eşinden olan davalılara satmış, bunun üzerine davacı da 19.06.2013 tarihinde muris muvazaasına dayalı eldeki davayı açmıştır.

Eldeki davada çözümlenmesi gereken husus davacının açtığı tasarrufun iptali davasında; murisin alacaklıdan mal kaçırmak ve icra takibinin sonuçsuz bırakmak iradesiyle yaptığı tespit edilen satış işleminde, ölümünden sonra açılan muris muvazaası davasında aynı iradenin mirasçıdan, terekeden mal kaçırmak amaçlı olarak kabulünün mümkün olup olmayacağıdır.

Bilindiği gibi borçlunun mal varlığını azaltmak amacıyla muvazaalı yaptığı işlemlerden zarar gören alacaklı dilerse özel hüküm niteliğindeki İİK 277. vd. maddeleri gereğince iptal davası dilerse genel hüküm niteliğindeki TBK 19. maddeden kaynaklanan muvazaa davası açabilir. İptal davası borçlu tarafından hukuken geçerli olan tasarruf işlemine davacı bakımından hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı hâlde muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istemidir. Tasarrufun iptali davası davacı lehine sonuçlanırsa mal tekrar borçlunun mal varlığına dönmez. Hileli işlem maddi hukuk açısından iptal edilmez. Hükümsüz hâle gelmez. İptal davasını kazanan alacaklı dava konusu mal sanki borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış gibi onu haczettirir ve satış bedelinden alacağını ödemesini ister. Bedelden birşey kalırsa lehine tasarruf yapılan 3. kişiye verilir. Davada tasarrufun maddi hukuk anlamında iptali söz konusu olsaydı arta kalan payı borçluya verilirdi. İptal nispi davadır. Sadece davanın tarafları için hüküm ve sonuç doğurur. Davacı o dönemde muvazaa davasıda açabilirdi. Zira muvazaa davası mutlak davadır. Muvazaa davasında amaç 3. kişileri aldatmak suretiyle yapılan hukukî işlemin hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmektir. Oysa iptal davasında amaç borçlu tarafından gerçekleştirilen ve alacaklının aleyhine sonuç doğuran geçerli bir hukukî işlemin iptalidir.

Eldeki dava ise muris muvazaası davasıdır. Muris muvazaası davasında ispatı gereken murisin gerçek amacının mirasçı veya mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak yani mirastan mal kaçırma amacıyla hareket edip etmediğini belirlemektir.

Davacı açtığı tasarrufun iptali davasında murisin iradesini alacaklıdan mal kaçırmak, icra takibini sonuçsuz bırakmak olarak açıklamıştır. Davacı genel muvazaa davası da açmamıştır. Babası ölünce bu kez aynı iradeyi mirasçıdan, terekeden mal kaçırmak olarak ileri sürmektedir. Yargılama usulleri birbirinden farklı da olsa tek işlemden kaynaklanan kesinleşmiş ve davacıyı bağlayan hüküm vardır. Murisin alacaklıdan mal kaçırmak iradesi kesinleşmiş ve davacıyı bağlayan hükümle tespit edildiğine göre yani murisin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla temlik yapmadığına göre burada murisin iradesiyle mirasçının kanundan doğan miras hakkının çatışmadığı gözetilerek davacının açabileceği dava ancak murisin hayattayken kullanabileceği dava hakkını onun ardılı (halefi) olarak ölümünden sonra kullanabileceği taraf muvazaası davası olabilirdi. Yukarıda açıklanan gerekçelerle direnme hükmü bozulmalıdır. Sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyoruz.

Öznur KAKİLLİOĞLU       Fatma Feyza ŞAHİN
Üye                                   Üye