TASARRUFUN İPTALİ İLE İCRA DOSYASINDAN HACİZ VE SATIŞ TALEP EDİLSE BİLE MUVAZAA HÜKÜMLERİ UYGULANIR.

KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.


28 Haz
2021

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/17-2249
KARAR NO   : 2021/146

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 11/12/2014
NUMARASI                 : 2014/393  -2014/644
DAVACI                       : D. Eğitim San.ve Tic. A.Ş. vekili  Av. S.A.
DAVALILAR                : 1- A.Ö.E. vekili Av. V.Ö.
                                       2- G.E.

1. Taraflar arasındaki “tasarrufun iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:  

4. Davacı vekili 08.12.2010 tarihli dava dilekçesinde; davalılardan Gürsel E. aleyhine Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2009/373 E. sayılı dosyasında 19.11.2004 tarihinde alacak davası açıldığını, mahkeme ilamına istinaden de Ankara 7. İcra Dairesinin 2008/1.44 E. sayılı dosyasında icra takibi başlatıldığını, davanın açıldığı tarihten çok kısa bir süre sonra, 05.01.2005 tarihinde, borçlu davalının alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla dava konusu taşınmazı diğer davalı eşi Aniş Özer E. adına satın aldığını, davalı eşin herhangi bir işi ya da gelirinin bulunmadığı gibi sosyal ve ekonomik durumunun bu işlemin yapılmasına uygun olmadığını, satış işleminin 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18. [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 19.] maddesi kapsamında muvazaalı olduğunu ileri sürerek dava konusu bağımsız bölümün davalılardan Aniş Özer E. adına satın alınmasına ilişkin 05.01.2005 tarihli tasarrufun iptali ile Ankara 7. İcra Dairesinin 2008/1.44 E. sayılı dosyasında 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 283. maddesi uyarınca tapu iptal edilmeksizin haciz ve satış yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı Aniş Özer E. vekili 29.12.2010 havale tarihli cevap dilekçesinde; İİK’nın 284. maddesinde öngörülen beş yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, tasarrufun iptali davası açılması için gerekli olan şartların bulunmadığını, taşınmazın taraflarla ilgisi olmayan dava dışı dördüncü kişiden alındığını, BK’nın 18. maddesinde yer alan muvazaa iddiasına dayanılabilmesi için gerekli olan ön koşulların da bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

6. Davalı Gürsel E. 24.05.2011 havale tarihli cevap dilekçesinde; tasarrufun iptali davası için gerekli olan beş yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, satış işleminde taraf olmadığından kendisi aleyhine dava açılamayacağını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

7. Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.01.2012 tarihli ve 2010/516 E., 2012/33 K. sayılı kararı ile; davanın İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğu, İİK’nın 284. maddesi uyarınca iptal davası açma hakkının batıl tasarrufun vukuu tarihinden itibaren beş sene geçmekle düşeceği, hak düşürücü olan bu sürenin resen gözetilmesi gerektiği, 05.01.2005 tarihinde yapılan tasarrufa ilişkin olarak 08.12.2010 tarihinde dava açıldığından beş yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

9. Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 03.12.2013 tarihli ve 2012/14061 E., 2013/17018 K. sayılı kararı ile; “… Davacının aşamalarda ve dava dilekçesindeki tüm açıklamaları ile istemleri BK 18 (TBK 19.) maddesi kapsamında olup bu hali ile davanın, BK 18. maddede ifadesini bulan muvazaa iddiasına dayalı iptal istemine ilişkin olduğu kabul edilerek hak düşürücü sürenin söz konusu olmayacağı da nazara alınıp diğer şartların araştırılması neticesinde hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi yerine yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetli değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

10. Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.12.2014 tarihli ve 2014/393 E., 2014/ 644 K. sayılı kararı ile; davacının dava dilekçesinde ve yargılama aşamalarındaki beyanlarında, davalı borçlunun borcunu ödememek amacıyla mal kaçırdığını, gerçekte kendi adına satın aldığı taşınmazı diğer davalı eş adına tapuya geçirdiğini, satış işlemi muvazaalı olduğundan tasarrufun iptali ile takip dosyasına göre kesinleşmiş olan alacağının karşılanmasını talep ettiği, İİK’nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davasının borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu mal ve hakların veya bunların yerine geçen kıymetlerin tasarruftan zarar gören alacaklının, alacağını elde etmek amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağladığı, bu dava ile tasarrufun butlanının amaç edildiği, iptal davasının sübut bulması durumunda, alacaklının davaya konu edilen mal üzerinde cebri icra yoluyla hakkını alma yetkisi kazanacağı, BK'nın 18. maddesinde düzenlenen muvazaa davasında ise, işlemin hükümsüz olduğunun tespitinin istenebileceği, bu davanın esasen bir menfi tespit davası olduğu, oysa muvazaa iddiasının özel bir hâli olan iptal davasının kişisel sonuçları olan bir dava olduğu, muvazaa davasındaki gibi ayni bir mahiyetin bulunmadığı, iptal davasındaki amacın dava konusu malın borca yeter miktardaki kısmının satılarak alacaklının alacağına kavuşmasını temin etmek olduğu, muvazaa davasında zamanaşımı veya hak düşürücü süre bulunmamasına rağmen, iptal davasındaki bu temel amaç gözetilerek, davanın belirli bir süreye yani hak düşürücü süreye tabi tutulduğu, İİK'nın 284. maddesinin bu hususu açıkça düzenleyerek dava hakkını batıl tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren beş yıllık süreye tabi kıldığı, özetle; davacının işbu davadaki talebinin BK’da genel olarak düzenlenen muvazaa değil, aynı zamanda İİK'da düzenlenen tasarrufun iptaline ilişkin olduğu, davacının ayrıca davaya konu edilen taşınmazın haciz ve satışını, yani cebri icra yetkisi verilmesini talep ettiğinden işbu davanın yasada düzenlenen hak düşürücü süreye tabi olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

11. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan BK’nın 18. maddesinde düzenlenen biçimi ile dava konusu işlemin muvazaalı yapıldığı iddiasına dayalı iptali istemine mi yoksa İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali istemine mi ilişkin olduğu, davanın İİK’nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğunun kabulü hâlinde İİK’nın 284. maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin geçip geçmediği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

13. Dava; mahkemece, İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davası olarak nitelendirilmiştir. Özel Daire ise, davanın, BK’nın 18. maddesinde düzenlenen biçimi ile muvazaa iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğunu ve bu tür davalarda hak düşürücü sürenin söz konusu olmadığı belirtmiştir. Bir davada öne sürülen maddi olguların hukuki nitelendirmesini yapmak ve uygulanacak yasa maddelerini belirlemek hâkimin doğrudan görevidir. Bu durumda dava dilekçesinde öne sürülen maddi olguların hukuksal nitelendirmesini doğru olarak yaparak konunun aydınlatılması bakımından öncelikle BK’nın 18. maddesinde (TBK m. 19) düzenlenen genel muvazaa ile 2004 sayılı İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarının incelenmesi gerekmektedir.

14. BK’nın 18. maddesinde; (TBK m. 19) “Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.” hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir. Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” “muvazaa” ve bu şekilde yapılan işlemlere de “muvazaalı işlemler” denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 tarihli ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.” Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için; a) Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır.

15. Yüzeysel olarak bakıldığında, iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de, bu benzerlik her iki tür davanın güttüğü amaçtan öteye gitmemektedir. Muvazaa davası, yani yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan dava ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yaklaşırlarsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar. Tasarrufun iptali davası, borçlunun tasarruf işlemlerinden zarar gören ve elinde aciz belgesi bulunan alacaklılar tarafından açılabilir. Ne var ki, tasarrufun iptali davası, borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerin davacı bakımından hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı hâlde, muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir. Yani yapılan işlemin geçersizliği ileri sürülür.

16. Tasarrufun iptali davası, ayni nitelikte olmayıp kişisel (şahsi) bir dava olduğu hâlde, muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Muvazaanın kanıtlanması hâlinde dava konusu mal, borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış hâle gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının da borçlu adına tesciline karar verir. Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği hâlde, iptal davasının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir (İİK m.284). İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılmış iptal davasının amacı, alacaklının davaya konu mal üzerinde, cebri icra yolu ile alacağı miktarla sınırlı olarak hakkını almasını sağlamaktır.

17. Kural olarak iptal davasına konu edilen tasarruflar, muvazaalı akitlerden farklı olarak hukuken geçerlidir. Başka bir ifade ile muvazaalı akitlerde, görülen akit değil tarafların gerçek iradelerine uygun bulunan akit tarafları bağlayıcı olduğu hâlde, İİK’nın 277 ve bunu izleyen maddelerinde düzenlenen tasarruflar özel hukuk ilişkisi açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle, alacaklının gerçek alacak ve ayrıntılarına yetecek miktardaki tasarrufun iptaline, bunun dışında kalan kısmı geçerliliğini koruyacağından, olduğu gibi bırakılmasına karar verilmesi gerekmektedir. Kanun koyucu bu özelliği gözeterek “iptal davasının sübutu hâlinde davaya konu teşkil eden mal üzerinde icra kovuşturması yapılabileceğini, davanın konusu taşınmaz mal olduğu takdirde ise, üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmeksizin taşınmazın haciz ve satışının istenebileceğini” öngörmüştür (İİK. m.283). Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 17.01.2019 tarihli ve 2017/17-2051 E., 2019/19 K.; 25.02.2020 tarihli ve 2017/17-1505 E., 2020/204 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

18. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava dilekçesinde; davalı borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla dava konusu taşınmazı eşi adına satın aldığı, yapılan bu tasarrufun BK’nın 18. maddesi gereğince muvazaalı olduğu, bu maddeye dayalı olarak aciz vesikası sunma şartı aranmaksızın İİK’nın 283. maddesi uyarınca taşınmazın tapusu iptal edilmeksizin satışı ve haczi amacıyla istemde bulunma hakları olduğundan işbu davanın açıldığı belirtilmiş; sonuç kısmında ise aynen; “… Ankara ili Çankaya İlçesi, 1.74 ada, 1 parsel, 8 numaralı bağımsız bölümün, davalılardan Aniş Özer E. adına satın alınmasına ilişkin 05.01.2005 tarihli tasarrufun iptali ile taşınmazın Ankara 7. İcra Mudürlüğü'nün 2008/1.44 esas sayılı dosyasından haciz ve satışına…” karar verilmesi talep edilmiştir. Dava dilekçesinin konusu, maddi olguların anlatılış biçimi ve netice-i talep kısmından da açıkça anlaşılacağı gibi dava BK’nın 18. maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davasıdır. Bu durumda ortada İİK’nın 277 vd. maddelerine göre açılmış bir dava bulunmadığı için, o maddelerdeki koşulların varlığını aramaya gerek yoktur. Muvazaa iddiasına dayalı iptal davaları her zaman açılabilir. Çünkü muvazaa iddialarında "hak düşürücü süre" ya da "zamanaşımı süresi" söz konusu olmaz. Üçüncü kişiler muvazaa nedeniyle haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek tarafı bulunmadıkları tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Çünkü muvazaa onlara karşı işlenmiş haksız eylem niteliğindedir. Muvazaalı işlemin hiçbir hüküm doğurmayacağı, muvazaa sebebinin ortadan kalkması veya bir zaman geçmesiyle görünüşteki işlemin geçerli hâle gelmeyeceği kuşkusuz bulunduğundan muvazaa iddialarında zamanaşımı da söz konusu olmayacaktır. Eldeki davada da, davacıyı alacağından yoksun bırakmak için yapıldığı iddia edilen muvazaalı satış işleminin iptali ve hiç yapılmamış sayılmasının tespiti istenmektedir. Bu davada davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmüştür. Davacının, amacı tapunun iptali olmayıp, alacağına kavuşmaktır.

19. Bu durumda mahkemece, davanın BK’nın 18. maddesinde dayalı iptal davası olduğu ve davanın niteliği gereği hak düşürücü sürenin söz konusu olmayacağı gözetilerek işin esasına girilip sonucuna göre bir karar verilmelidir.

20. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, her iki Kanun’un birbirinden farklı olduğu ve İİK’daki hükümler gereği zaten muvazaa olgusunun araştırılacağı, İİK’daki düzenleme daha özel nitelikte bulunduğundan dava süresi ve ispat bakımından BK’nın; hüküm ve sonuçlar bakımından ise İİK’nın uygulanmasının yasal düzenlemeler karşısında olanaksız olduğu, açılan davanın İİK 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğu ve beş yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği, davanın BK’nın 18. maddesine göre açıldığının kabulü hâlinde dahi bu dava sonucunda İİK’nın 283. maddesinin kıyasen uygulanmasının mümkün olmadığı yerel mahkeme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

21. O hâlde; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

22. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.  

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.02.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Borçlunun mallarının haczedilmesinden önce borçlunun mal ve hakları üzerindeki tasarruf yetkilerinde herhangi bir kısıtlama yoktur. Borçlunun mallarının haczinden veya iflas etmeden önce alacaklılarından mal kaçırmak için yapmış olduğu bağışlamalar ve şüpheli (hileli) tasarrufların iptal ettirilebilmesi için alacaklılara tanınan davaya iptal davası denir. Bu dava İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlemiştir. İİK’nın 277 maddesinde “tasarrufların butlanı” denilmekte ise de burada borçlar hukuku (TBK m.27) anlamında bir butlan yoktur. İptal davasına konu tasarruf başlangıçta geçerlidir ve iptal davası kazanılır ise alacaklı dava konusu malı sanki borçlunun mal varlığında imiş gibi haczettirir, sattırır ve satış bedelinden alacağını alır (İİK m.283,1); geriye para artar ise bu para borçluya değil kendisine karşı iptal davası açılmış olan üçüncü kişiye verilir. Burada tasarrufun maddi hukuk anlamında iptali söz konusu olmayıp mülkiyet borçluya geri dönmez.

İİK 277 ve devamı maddelerine göre açılan iptal davası, dava konusu malın aynına ilişkin bir aynî dava olmayıp, şahsi bir davadır. Yani bu dava ile malın mülkiyetinin davalıdan (üçüncü kişiden) alınarak, borçluya ait olduğuna karar verilmemekte, sadece alacaklı malın bedelinden alacağını (kişisel hakkını) almak yetkisini elde etmektedir (Kuru, Baki: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı 2. B. Ankara 2013 s.1397).

İİK 277 ve devamı maddelerine göre açılan davalarda tapu kaydının iptali ile borçlu adına tapuya tesciline karar verilemez.

İİK’nın 277 ve devamı maddelerine dayanılarak açılan tasarrufun iptali davalarının dinlenebilmesi için davacının davalı borçluda gerçek bir alacağının bulunması, borçlu hakkında yapılan icra takibinin kesinleşmiş olması, iptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış bir aciz belgesinin bulunması gerekli olup bu şartların varlığı mahkemece resen değerlendirilir.

TBK’nın 19 ve 27 maddeleri çerçevesinde açılan muvazaa davası ise, iptal davasından farklıdır. Tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu gizleyerek onlardan gizlenerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere muvazaalı işlemler denilir (Oğuzman, K/Seliçi/ Ö/Oktay. S: Eşya Hukuku s.301). Başka bir deyişle muvazaa 07/10/1953 tarih ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da belirtildiği üzere “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri halde akitlerin (tarafların) kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri halidir”.

Muvazaalı işlemlerde işlem konusu hak veya mal borçlunun mal varlığı dışına çıkmaz. Bu nedenle muvazaalı işlemlerin iptali için İİK’nın 277 ve sonraki maddelerine göre iptal davası açılması yoluna başvurulmasına gerek yoktur. Muvazaalı işlemler istihkak davasına konu teşkil ederler.

Muvazaalı bir işlem konusu mal borçlunun elinde iken haczedilir ve üçüncü kişi İİK 97 uyarınca istihkak davası açarsa, alacaklı davaya cevap yolu ile muvazaa nedeni ile işlemin geçersiz olduğunu muvazaalı işlem konusu mal veya hakkın borçlunun mülkiyetinde olduğunu iddia ve ispat edebilir.

Şayet muvazaalı bir işlem konusu mal üçüncü kişi elinde haczedilmiş ise alacaklı üçüncü kişiye karşı istihkak davası açarak davalı üçüncü kişinin o malı muvazaalı bir tasarruf sonucunda ele geçirdiğini ve bu nedenle malın borçluya ait olduğunu iddia ve ispat edebilir. Lehine tasarruf yapılan kişinin istihkak davasını kazanmış olması, üçüncü kişi aleyhine İİK 277 ve devamı maddeleri uyarınca iptal davası açılmasına engel değildir. Fakat istihkak davası ile iptal davasının amacı aynı olup alacaklılarına zarar vermek isteyen borçlunun işlemlerine karşı alacaklıları korumak istenmektedir.  

Muvazaa davası ayni bir dava olup üçüncü kişi konumunda olan alacaklılar da bu davayı açarak görünürdeki işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunun tespitini isteyebilir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının borçlu adına düzeltilmesine karar verir. Alacaklı bu hâlde ilamı icra dairesine sunarak dava konusu taşınmazın borçlunun borcundan dolayı haczedilmesini isteyebilir. Bu hâlde ayrıca bir iptal davası açmasına gerek kalmaz.          

Tasarrufun iptali davasının kabulü hâlinde davacı davaya konu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını alma yetkisini elde eder ve dava konusu taşınmaz ise davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine mahal olmadan o tasarrufun haciz ve satışını isteyebilir (İİK m.283/1).

BK 19. maddesine dayalı muvazaa davası ile muvazaa nedeni ile hüküm ve sonuç doğurmayan işlemlerin iptali istenir. Borçlu tasarruf ve idare yetkisi kendisinde kalmak üzere malı üçüncü kişiye devrediyor ise devretme iradesi olmadığı için işlem muvazaalıdır ve iptal davası açılır.

Ancak ortada bir inanç anlaşması var ise anlaşma gereğince mülkiyet geçerli şekilde karşı tarafa geçeceği için tasarrufun iptali davası açılır. Bu olayda alacaklıya zarar verme kastı vardır. Bu anlamda alacaklı borçlunun iradesini göz önüne alır. Aslında malı borçlu devretmek istemiyor mu, yoksa alacağın tahsilini önlemek için mi devretti? Alacaklının bu soruya vereceği cevaba göre ya BK 19. maddesine dayalı dava ya da İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı dava açar. Muvazaa olmadan da salt alacaklıları zarara uğratmak için devir yapılabilir.

Tasarrufun iptali davası, ayni nitelikte olmayıp kişisel bir dava olduğu hâlde, muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının borçlu adına tesciline karar verir.

Muvazaa iddiası, zaman aşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği hâlde iptal davasının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir (İİK m.284).

Yukarıda belirtilen ilke ve kurallardan da anlaşılacağı üzere TBK 19. maddesine dayalı muvazaa davası ile İİK’nın 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali davası şartları ile hüküm ve sonuçları bakımından birbirinden ayrı davalardır. Alacaklıların “muvazaalı” olduğunu ileri sürdükleri işlemler hakkında iptal davasının hüküm ve sonuçlarından yararlanmak istemeleri ileri sürülen vakıa ile talep sonucu arasında açık bir uyumsuzluk teşkil eder. Muvazaa sebebine dayanan dava ile iptal davasının özelliklerini bir arada barındıran adeta yeni (karma) bir dava türünün meydana getirilmesi beraberinde bir dizi sorunu da getirdiği için isabetli değildir (Erdönmez Gürsoy: Alacaklılara zarar verme kastı ile uygulanan tasarrufların iptali, İstanbul 2017 s.35 ve 36).

Borçluya üçüncü kişinin malına haciz koydurup satış isteme yetkisi ancak borçlu aleyhinde takip yapıp borçlu mal varlığından alacağını alamadığını aciz vesikası ile tevsik ettiğinde tahsil mümkün olmaktadır. Öğretide tasarrufun iptali davasını alacaklının cebri icrada bulunma yetkisinin bir tamamlayıcısı olduğu alacaklının alacağını cebri icra yolu ile tahsil edemeyeceği henüz belli olmadan iptal davası açılmasına izin verilmesi hâlinde borçlu ve üçüncü kişilerin olumsuz şekilde etkileneceği belirtilmektedir (Yıldırım, Mesut, Kamil/ Deren Yıldırım Nevhis İcra ve iflas hukuku, İstanbul 2016 s. 569-572. Umar, Bilge Türk İcra ve İflas Hukukunda İptal davası, İstanbul 1963 s.7-39). Ayrıca muvazaa sebebine dayanarak dava açan alacaklıya haciz ve satış isteme yetkisi verilmesi ve hacze iştirak durumunda İİK 101 maddesinde yazılı hacze imtiyazlı şekilde iştirak etmesi çoğu kez mümkün olmayacaktır.

Somut olayda davacının dava konusu dilekçesinin talep sonucu bölümünde muvazaalı satışa konu taşınmazın icra marifeti ile haciz ve satışının talep edildiği davanın İİK’nın 277 ve devamı maddelerine göre açılan tasarrufun iptali davası olduğu anlaşılmaktadır.

Bu davanın İİK’nın 284. maddesinde öngörülen hak düşürücü süre içinde açılması gerekirken hak düşürücü sürenin geçtiği belirlendiğine göre davanın süreden reddi yönündeki mahkeme direnme kararının onanması görüşünde olduğumdan kıymetli çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılamıyorum.

Dr. Şanver KELEŞ
Üye

BİLGİ : “Muvazaa sebebiyle açıkça tapunun iptali talep edilse bile İİK 283/1 hükmü uygulanmalıdır” şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11 Şubat 2021 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/muvazaa-sebebiyle-acikca-tapunun-iptali-talep-edilse-bile-iik-283-1-hukmu-uygulanmalidir